TASAVVUF KÜLTÜRÜNDE KUŞ
Göklerde ve yerde bulunanlarla, dizi dizi kanat çırpıp uçan
kuşların, Allah'ın sınırsız kudret ve yüceliğini dile getirdiklerini görmüyor
musun? Herbiri de Allah'ı nasıl anacağını ve Allah'ı nasıl yücelteceklerini
bilmektedirler. Allah da onların yaptıkları herşeyi tam olarak bilmektedir.
Nur, 41
Prof. Dr. Necdet Tosun
2014 - Nisan, Sayı: 338, Sayfa: 051
http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d338s051m1
Kur’ân-ı
Kerîm’deki bir âyete göre Cenâb-ı Hakk Hz. İbrahim’e dört tane kuş alıp bunları
kestikten sonra her dağın başına birer parçasını koymasını ve ardından onları
çağırmasını emretmiş, bu kuşlar da Allah’ın izniyle dirilip Hz. İbrahim’in
yanına gelmişlerdir (Bakara, 2/260). Başka bazı âyetlerde Hz. Süleyman’ın kuş
dilini bildiği ve özellikle Hüdhüd isimli kuş ile aralarında geçen konuşmalar
anlatılır (Neml, 27/16, 20-28). Tasavvuf kültüründe de kuşların mühim bir yeri
vardır. Sûfîler tasavvufî ve ahlâkî konuları daha basit bir dille anlatabilmek
için bazen kuşlarla ilgili örneklerden veya hikâyelerden yararlanmışlardır.
Bedenlerden
çok önce (elest bezminde) yaratılan ruhların dünyada bir beden içinde belli bir
süre yaşaması ve dünyanın sıkıntılarına katlanmasını “ten kafesine hapsolmuş
kuş” gibi algılayan sûfîler, ölümü yani ruhun asıl vatanına kavuşmasını
kuşun kafesten kurtulup özgür olmasına benzetmişler ve özgürlükten sonra hakîkî
sevgiliyle daha rahat buluşabilecek olmasından ötürü bu özgürlüğe şeb-i arûs
(düğün gecesi) demişlerdir. Diğer taraftan sûfîler için “ölmeden önce ölmek”
diye bir kavram daha vardır. O da nefsin haset, kibir, riyâ, dünya sevgisi gibi
kötü ahlâkını öldürüp yok etmektir. Bu ahlâkî arınmayı başarabilen kişilerin
ruhları nefslerine gâlip gelip dünyada iken özgürlüğe kavuşur, dünyevî
bağlardan sıyrılır. Hz. Mevlânâ Mesnevî isimli eserinde bunu “Papağan ve
Tüccar Hikâyesi” ile anlatır.
Tüccar’ın
biri Hindistan’a ticaret için gideceği zaman ev halkına oradan dönüşte hediye
olarak ne istediklerini sorar. Aile efrâdı bir şeyler talep ederler. Sıra
tüccarın papağanına gelir. Tüccar ona da hediye olarak ne istediğini sorunca,
papağan:
“Hindistan’da benim akrabalarım olan papağanlar çoktur,
benden onlara selam götürün ve: Ben kafeste hapsolmuş iken sizin serbestçe
uçmanız uygun mudur, bu dostluğa sığar mı? dediğimi söyleyin”, der. Tüccar Hindistan’a gider, ticaretiyle meşgul
olurken orada ağaç üzerinde birkaç papağan görür. Onlara evdeki papağanın
selamını ve sözlerini aktarır. Bunu duyan papağanlardan biri titrer, yere düşüp
ölür. Tüccar bu duruma çok üzülür. Memleketine dönünce âilesine hediyelerini
takdim eder. O esnâda papağan: “Bu kulun armağanı nerede? Görüp
söylediklerini bana anlat” der. Tüccar üzüntüyle olanları anlatır. Bunun
üzerine kafesteki papağan da titrer, düşüp ölür. Tüccarın üzüntüsü bir kat daha
artar. Olanlara anlam veremez, papağanı kafesten çıkarıp bir kenara bırakır.
Ancak papağan âniden uçup ağacın dalına konar. Tüccar şaşkın bir şekilde ona
bakarken papağan şöyle der:
“Hindistan’daki o kuş yaptığı işle, bana öğüt verdi. Söz
söylemeği, neşelenmeyi bırak, demek istedi. Çünkü senin güzel sesin, söz
söylemen, seni kafese koymuştur. Kurtulmak için, kendini ölü gibi göstermesinin
sebebi budur. Ey halkın da, üstün insanların da çalgıcısı olan esir papağan,
sen de benim gibi öl de, esirlikten kurtul, dedi. Ben de öyle yaptım,
kurtuldum”.
Papağan,
tüccara, hoşa giden bir iki öğüt daha verir. Sonra: “Allah’a ısmarladık ey
efendi, ben esirlikten kurtuldum, asıl geldiğim yere, vatanıma dönüyorum. Benim
gibi yaparsan sen de kurtulursun, hürriyetine kavuşursun”, der. Tüccar da,
papağanına: “Haydi git, Allah’a emânet ol, sen bana şimdi yeni bir yol
gösterdin” diye karşılık verir. Tüccar, kendi kendine: “Bu bana iyi bir
öğüttür. Ben, papağanımın yolunu tutayım. Bu yol insanı hakîkate götüren nûrlu
bir yoldur”, der 2.
Tasavvuf
ehline göre kötü ahlak ve dünya sevgisi insanın elini ve ayağını bağlayan
kelepçeye benzer. Hz. Mevlânâ bu konuda:
“Ey oğul! Kelepçeni kır, özgür ol! Ne vakte kadar gümüş
ve altına tutsak olacaksın?
der3. Tıpkı ayakları zifte batmış ve zift donduğu için ne kadar kanat çırpsa da
uçamayan kuş gibi, insanoğlu da dünyevî bağlardan gönlünü kurtaramadığı sürece
tutsak durumunda kalacaktır. Kuşun ayaklarını kurtarıp uçabilmesi için, donan
ziftin tekrar ısıtılıp erimesi ve yumuşaması gerekir. Onu ısıtıp eritebilecek
olan da aşk (Allah sevgisi) ateşinden başka bir şey değildir.
İbn-i
Sînâ’nın kuşlar hakkında sembolik bir hikâyeyi içeren Risâletü’t-tayr isimli
eseri ve bu konuda daha sonra yazılmış benzer eserlerin anafikri de budur.
Ferîdüddin
Attâr’ın (ö. 618 /1221) kuşların konuşmasını ve mâcerâlarını konu edinen
Mantıku’t-tayr (kuş dili) isimli Farsça eserinde tasavvufî eğitimin
başlangıcı, mertebeleri ve nihâyeti hakkında mecâzî/sembolik hikâyeler
anlatılır. Gülşehrî (ö. 717/1317’den sonra) tarafından aynı adla Anadolu
Türkçesi’ne, Ali Şîr Nevâyî (ö. 906/1501) tarafından da Lisânü’t-tayr adıyla
Orta Asya (Çağatay) Türkçesi’ne çevrilen bu eserde anlatıldığına göre, bir gün
bütün kuşlar toplanır, ancak bir başkanları olmadığı için ortada düzensizlik
vardır. Hepsi kendisini başkanlığa lâyık görür. O sırada hüdhüd kuşu gelir ve
kuşların Sîmurg adında bir padişahı olduğunu söyler. Bütün kuşlar pâdişahlarını
görmek için yola çıkarlar. Fakat yolun meşakkatleri yüzünden daha başlangıçta
vaz geçmek isteyenler olur. Önce saraylarda rahat bir ortamda yaşayan papağan
özür dileyip izin ister, sonra tüylerinin güzelliğiyle övünen tavus kuşu,
ardından güle âşık olan bülbül vs. Hüdhüd bunlara hikâyelerle nasihat eder ve
padişaha doğru yolculuğa teşvik eder.
Aslında
bu nasihatlar rahat ortamda yaşayıp sıkıntılardan kaçan, dış güzelliğe önem
veren, dünyevî aşka kapılıp ilâhî aşktan mahrum kalan insanlaradır. Bu tür
nasihatlardan sonra kuşlar yolculuğa devam etmek için hüdhüdün kendilerine
başkan olmasını isterler. Hüdhüd kabul etmek istemez, ancak çekilen kur’a
hüdhüde isâbet eder ve başkan (rehber, şeyh) olur. Esas meşakkatli yol bundan
sonra başlar. Hüdhüd talep, aşk, marifet, istiğnâ, tevhîd, hayret ve fakr u
fenâ vâdilerinin vasıflarını anlatır. Ancak tehlikeli vâdilerden geçerken bazı
kuşlar ölür ya da kaybolur. Sonunda 30 kuş kalır ve bunlar bekâ vâdisine ulaşıp
padişahın sarayına girmek isterler. Bekçi (çavuş) onları saraya sokmaz, 30 kuş
önce ümitsizliğe kapılırlar, hüdhüd onlara moral desteği verir. Vuslat bağına
giderler. Bağdaki her gül bir ayna olarak onlara kendilerini yani 30 kuşu
gösterir. O zaman Sîmurg’un kendilerinde tecellî ettiğini anlarlar. Zaten
Farsça’da Sîmurg, “30 kuş” demektir. Ona Ankâ da denir. Bu yolculukta kuşların
aşıp geçtikleri yedi vâdi yani talep, aşk, marifet, istiğnâ, tevhîd, hayret ve
fakr u fenâ, dervişin manevî eğitim yolunda aşması gereken yedi mertebedir.
Dervîş Şemseddin’in Deh Murg (on kuş) isimli Türkçe manzum eseri de Ferîdüddin Attâr’ın Mantuku’t-tayr
isimli eserinin tesiriyle kaleme alınmış ve Yavuz Sultan Selim’e takdim
edilmiştir. Ancak burada otuz değil, on kuş ele alınır ve bu kuşlar on ayrı
insan karakterini sembolize eder. Baykuş sûfînin, karga şâirin, papağan âlimin,
akbaba kalenderin, bülbül hânedânın, hüdhüd hikmet erbâbının, kırlangıç
müneccimin, tavus tüccarın, keklik âşık bir çiftçinin ve leylek dînine bağlı
bir insanın sembolüdür. Şâir Şemsî tek tek bu kuşları konuşturur. Her konuşan
kuş önce kendini öne çıkarır, ardından bir önce konuşanın hatalarını dile
getirerek nasihatlerde bulunur, kendine göre doğru kabul ettiği yolu göstermeye
çalışır.4
Hz.
Mevlânâ üveyk kuşunun “kû,
kû” diye ses çıkarmasını, bu kelimenin Farsça anlamı olan “hani, hani nerede?” ile ilişkilendirir.
Leyleklerin gagalarıyla çıkardıkları “lek, lek” seslerini duyunca bu kelimenin Arapça’daki “sanadır, sana âittir”
anlamını hatırlar ve şöyle der:
“Bülbül nereden gelecek de gülü koklayacak?
Üveyk kuşu “Ku-ku” (nerede-nerede) diye sevgilisini
arayacak?
Nasıl olur da leylek canla, gönülle:
“Lek-lek” (senin, senin) diye gaga vuracak.
“Lek” ne demektir? Mülk de senin, mal da senin, her şey
senin Allah’ım diyecek.”5
Sinân
Ümmî’nin (ö. 1067/1657) kaleme aldığı: “Leylek
binâ yapmağa, cem eylemiş çamırı, Kurna düzer kabaktan, hammamcılık zamîri”
diye başlayan şiirinde de leylek kelimesiyle kastedilen, mürşid-i
kâmildir. İnsanlar, leyleğin yeme, içme gibi görünen tarafına bakarlar,
sadece o tarafını görürler ama leyleklerin bir de ilkbahar ve güz mevsimlerinde
nereden gelip nereye gittikleri bilinmeyen uzun bir yolculukları, seferleri
vardır. Gerçek velîler ve mürşidler de leylek gibidir. Onların
görülmeyen manevî bir yolculukları, seyr ü seferleri vardır. Leylek binâ yapmak
için çamur toplamış, yani mürşid-i kâmil yeniden binâ ve inşâ etmek yani
terbiye edip yetiştirmek ve kâmil insanlar oluşturmak için çamur yani toprak ve
sudan yaratılmış olan insanları çevresine toplamıştır. Kabağın yani manevî
eğitim görmemiş kişilerin içindeki kötü ahlakı boşaltıp temizlemek ve yıkamakla
meşguldür, zaten mesleği de budur.6
Leyleğin,
hakîkî mürşid anlamında kullanıldığı bu şiirin devamındaki mısralarda “kartal”
kelimesi ile âlim ve ârif geçinen gâfiller, “saksağan”
kelimesiyle onları öven dalkavuklar, kuzgun
(bir tür iri karga) kelimesiyle de hırsızlar ve âbid
görünen sahtekârlar anlatılır.
Halvetiyye tarîkatı şeyhlerinden Kastamonulu Ömer Fuâdî
(ö. 1046/1636) de Bülbüliyye isimli Türkçe manzum eserinde bülbülün güle olan
aşkından rahatsız olan ve onun güzel sesini kıskanan karga, saksağan ve kuzgun
gibi kuşların çeşitli iftirâlarla bülbülü Hz. Süleyman’a şikâyet edişlerini
hikâye yoluyla anlatır. Bülbül Hz. Süleyman’ın mahkemesine çağrılır. Akbaba
böyle bir dava ile ilk defa karşılaştığını, bunu ancak baykuşun çözebileceğini
söyler. Kendi vîrânesinde Allah’ı zikretmekle meşgul olan baykuş mahkemeye
gelir, şikâyetçi kuşları ve bülbülü dinler, zâhir ehlinin ve hasetçilerin aşk
ehlinin hâlini anlayamayacağını ifâde ederek bülbülü haklı görür. Bülbül de, Hz. Süleyman’a duâlar ederek güle doğru
yol alır.7
Netice
olarak sûfîler tasavvufun ahlâk, ilâhî aşk ve tasavvufî düşünce konularını
semboller üzerinden veya hikâyelerle anlatma yoluna gitmişler, bu gâyeyle bazen
kuşları da sembol veya hikâye kahramanı olarak kullanmışlardır. Farklı insan
karakterlerini anlatabilmek için farklı kuş türlerini mecâzî olarak kullanan
sûfîler, böylece konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamışlar ve bu sahada birçok
edebî eser meydana getirmişlerdir.
Dipnotlar:
1)
Marmara Ün. İlahiyat Fakültesi.
2)
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî-yi Ma‘nevî, (nşr. Tevfîk H. Sübhânî), Tahran
1378 hş./2000, s. 67-78 (c. I, beyit: 1547-1848).
3)
Mevlânâ, age, s. 6 (c. I, beyit: 19).
4)
Derviş Şemseddin, Kuşların Münazarası – Deh Murg (nşr. Hasan Aksoy), İstanbul
1998.
5)
Mevlânâ, age, s. 221 (c. II, beyit: 1661-1662).
6)
Ahmet Ögke, Vâhib-i Ümmî’den Niyâzî-i Mısrî’ye Türk Tasavvuf Düşüncesinde
Metaforik Anlatım, Van 2005, s. 369-370.
7)
Ömer Fuâdî, Bülbüliyye, Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 320, vr. 48b-89a;
İlyas Yazar, Ömer Fuâdî Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Bülbüliyye’sinin
Metni, Dokuz Eylül Ünv., yayınlanmamış yüksek lisans tezi, İzmir 1999.
Haktan
inen şerbeti içtik Elhamdülillah
Şol kudret denizini geçtik Elhamdülillah.
Şu karşıki dağları, yemişleri, bağları
Sağlık safalık ile aştık Elhamdülillah..
Şol kudret denizini geçtik Elhamdülillah.
Şu karşıki dağları, yemişleri, bağları
Sağlık safalık ile aştık Elhamdülillah..
Beri gel barışalım, yar isen bilişelim
Atımız eğerlendi aştık Elhamdülillah..
Kuru iken yaş olduk, ayak iken baş olduk
Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah..
Atımız eğerlendi aştık Elhamdülillah..
Kuru iken yaş olduk, ayak iken baş olduk
Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah..
Vardığımız
illere, şol safalı yerlere
Baba Taptuk manasın aldık Elhamdülillah..
Açtık evi kışladık, çok hayırlar işledik
Üş bahar oldu, geri göçtük Elhamdülillah..
Baba Taptuk manasın aldık Elhamdülillah..
Açtık evi kışladık, çok hayırlar işledik
Üş bahar oldu, geri göçtük Elhamdülillah..
Derledik
pınar olduk, ayrıldık ırmak olduk
Şol akar sular olduk şükür Elhamdülillah…
Taptuğun tapusunda, kul olduk kapusunda
Yunus miskin çiğ idik, piştik Elhamdülillah…
Şol akar sular olduk şükür Elhamdülillah…
Taptuğun tapusunda, kul olduk kapusunda
Yunus miskin çiğ idik, piştik Elhamdülillah…
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar