ZAMANIN GİZLİ SAHİPLERİ -İŞARETLER VE MUCİZELER
"1949 yılına dönmeye can atıyorum. Her öneri, her yardım biçimi
memnunlukla kabul edilmiş olacak."
1972 Martı'nda bu küçük bildiriyi yayımlayan bir Amerikan dergisidir. Okuyucu
belki bir delinin yalanına ya da bir akıl hastasının saçmalarına önem
verdiğimden beni pek bön bulacak.
Ama işin esası öyle değil...
Bu yapıt, aramızda, dilediği gibi yolculuk yapan Zamanın Gizli
Sahipleri'nin bulunduğunu tanıtmayı ileri sürüyor. İlk ağızda, bu zaman
içinde yolculuk kavramının hayal-bilimden çok önce olduğunu göstereceğiz.
Kitabın sonunda, hayal-bilimin iyice yararlandığı bütün zamansal çelişkileri
çözmeye ve aydınlatmaya çalışacağız. Bunun dışında, hayal-bilimden söz
etmeyeceğiz. Amacı, gerçekten ilginçse de, konumuza girmez.
Ama, hayal-bilim zaman içinde yolculuklardan söz ettiyse, bunları ciddî
saymayı reddetmek için, bu bir nedendir diye düşünmek gerekmezdi. Gerçekte
patlamadan önce hayal-bilim yazarlarının kafasında var olduğu bahanesiyle,
hidrojen bombasının siyasal ve askerî yanlarını ve sonuçlarını düşünmeyi
istememek daha doğru olurdu.
İşte bunun için, belli bir sayıda bilginin tanıklığını göstermemiz
gerekir.
Böylece, ilkin 1972'de yetmiş beş yaşında ölen John Bemal, Londra
Üniversitesinde fizik profesörü olan bu seçkin insan, kristal-bilim (*)
konusunda ve hayatın kökünü arama konusunda önemli ve ünlü çalışmalar yaptı.
UNESCO' nun kurucularından biri oldu ve batı ülkelerindeki Bilim Akademileri
nin çoğunun üyesiydi. S.S.C.B., Macaristan, Polonya, Romanya, Bulgaristan,
Çekoslovakya ve Demokratik Alman Cumhuriyeti Bilim Akademileri'nin de
üyesiydi. 1973'de Leonid Brejnev’in başkanlığında toplanan Dünya Barış
Konseyi'nin uzun süre başkanı oldu, banştan yana direngen davranışı da ona
1953 yılında Lenin Barış Ödülü’nü kazandırdı.
(*j Cristaliographie: Yaklaşık olarak 160 seneden beri kristalleri
incelemek¬te olan bir bilim dalıdır. Bu etüt, günümüzün karmaşık âletleriyle,
matematik ve fiziğin geleneksel olmayan teorileriyle ve bilhassa aşın gelişmiş
gözlem yöntemleriyle gerçekleşmektedir. Yasalara uymak zorunda olan formlan
inceler, ama bu formların yapısı, gelişmesi ve yönelmiş oldukları gaye sır olma
özelliğini sürdürmektedir. (Nostra dergisi, Jan BRUN)
Bernal, gerçekçi bilgin örneğinin ta kendisidir. Böylece, "The
World, the Flesh and the Devil" (Dünya, Beden ve Şeytan) kitabının,
-kendisine minnet duyan Arthur Clarke' la Olaf Stapledon’u özellikle etkileyen
kitabın1970'deki yeni ve eliyle düzeltilmiş baskısında, şunları yazıyor:
"Belki zaman içinde yolculukları, uzay yolculukları kadar
kolaylaştıran bir zaman kavramına yaklaşıyorduk, belki de sonunda
varacaktık."
Zaman içinde, hele geçmiş yönünde yolculuk etmek gibi olanaktan söz eden
bilginler arasında, böyle bir yolculuğun mümkün olduğu bir evren örneğini
çizen, İsveçli mantıkçı Gödel'i; uzay fizikçisi İngiliz Bonnor'u: yeni
kozmogoniler konusundaki kitabında, geçmiş içinde bedensel bir yolculuğu
doğrulamaya olanak veren hesaplar yapan, filozofun yeğeni, Fransız matematikçisi
Jacques Merleau-Ponty'yi saymak gerekir. Bütün bu
kitap boyunca, bu türden başka doğrulamalarla karşılaşacağız.
Bu arada zaman yolculuklarının varlığı ve bulunuşuyla açıklanabilen belli
bir sayıda işaret ve mucizeyi sıralayarak işe başlayalım.
Ve kronolojik bir düzene göre bunları değerlendirelim.
Önce Boskop insanı...
Boskop Transvaal’da, Potchefstronın yöresinde, bir Afrika köyüdür. 1913'te
burada, bilinen hiç bir soya uymayan bir iskeletle bir kafatası bulundu.
Kafatasının hacmi 1600 cm3 tür; bu, çağdaş Avrupa soylarından
çoğunun kafatasından daha büyüktür. Bu kafatası hacmine sahip olan hiç bir soy
da bilinmiyor.
Gelecekte bu boyutta kafalar beklenebilir; antropologlar bunu biliyorlar.
Öyleyse, Boskop soyu diye bir soy olmadığına göre, gelecekten gelmiş bir
adamın, zaman içinde bir yolculuk sırasında, Afrika'da ölümü bulduğu
düşünülemez mi?
Giysileri, yanında getirebildiği metal parçaları, 25.000 yılda, haydi haydi
parçalanıp gidecek zamanı bulmuş olabilir. Yalnız iskeleti ve kafatası
varlığım sürdürmüş olmalı.
İkinci bir olay Antikitera makinesiyle ortaya çıkmıştır. Bu makine
daha önce çok yoruma yol açtı, ama sorunu ayrıntılı olarak ele almak yerinde
olur.
1900 de, Oniki Ada balıkçıları hep fırtınalı olduğu için, her zaman
gitmedikleri bir yerde suya dalıyorlar. Yetmiş metre derinlikte batık bir gemi
buluyor, gemiden mermerden ve tunçtan heykeller, sonra bir nesne çıkanyorlar.
Bu garip nesne birçok arkeologca, özellikle Yunanlı V. Stais, Amerikalı De
Solla Price, sonra başka bir Yunanlı, George Stamires tarafından incelendi.
Prof. Price 1955'te söyleşisinde şöyle yazıyordu:
"Başka yerde bu araca benzeyen bir şey saklanmadı ya da bulunmadı. Bu
tür bir şey, bilimsel ya da yazınsal bir metinde hiç bir anma konusu
olmuyor."
Boskop’taki kafatası gibi, bu Antikitera makinesi de tektir.
Nelerden oluşuyor? Ancak karışık makineler, özellikle bir bölme makinesinin
yardımıyla yapılabilen dişlerden ve dişli çarklardan oluşma bir bütünden. Oysa,
geminin battığı zamanda, İsa'dan önce 82'de kuşkusuz bu makine-araç tipi
yoktur.
Makineye göre, yazıların, gezegenlerin, Güneş'in ve Ay’ın hareketiyle
ilgisi vardır. Bu yazılar çoktur. Bir astroloji âletinin söz konusu olduğu da
düşünüldü.
Biz başka bir varsayımı ileri süreceğiz: Antikitera nesnesinin ve birkaç
yalın gözlemin yardımıyla, tarihi saptamak olasıdır. Hangi zamanda, hangi
yılın hangi gününde bulunduğunu öğrenmeye çalışan bir puan yolcusu için bu
âlet, öylesine değerli olabiliyordu.
Bu varsayım bir başkası kadar akla yalandır.
Pierre Duval (La Science devant Vétrange. CAL 1973.) makinenin şu kesin
tanımını veriyor:
"Dişli çarklar tunçtan bir levhaya yerleştirilmiştir, levhanın bir
yüzünde montaj pek belirgindir, öbür yüzünde daha bulanık görünüyor. Bütün
âletin ortasından kocaman bir dingil geçiyor ve bu dingilin üzerine, daha küçük
birçok dişli çarklar dizgesini yöneten en büyük çark konmuştur. Kendi başına
işleyebilen, derecelendirilmiş üç çember de var. Birinde zodyakın belirtileri,
ötekinde yılın ayları gösterilmiş. Büyük çarka gelen gösterici bir iğne,
Güneş'in zodyaktaki yer değiştirmelerini belirtiyordu. Alete yazılmış yazılardan
çıkan harfler de, zodyak çemberinde, takımyıldızlarıyla, başka yıldızların
doğuşlarını ve batışlarım okumaya olanak sağlıyordu. Ama âletin arkasında iyi
temizlenmemiş ve daha az okunaklı başka kadranlar bulunuyor; biri üç devingen
çemberden, öbürü dört çemberden oluşma. Ayrca her birinin bir saatin ek
kadranları gibi, ana kadranın içine yerleştirilmiş küçük bir ek kadranı var.
Büyük kadranlar harfler ve sayılarla birlikte, 6° ye ayrılan bölmeler taşıyor.
Kadranların birinde en azından şu okunabilir gibidir 'Ay falan saatte; Güneş
falan saatte.' Belki, Güneş'in doğuşları ve batışları, Ay’ın evreleri söz
konusu. Üst kadranda, yazılar daha çok; ve Amerikalı arkeolog De Solla Price,
başka gezegenlerin doğuşlarının, batışlarının ve ters yönde devinimlerinin
söz konusu olabildiğini düşünüyor.
Buna tüm âletin, kuşkusuz İsa'dan önce I. yüzyılın Yunanistanı'nda hiç
bulunmayan, bir teknik diferansiyel çarkını kapsayabildiğini eklemek gerekir.
Varlığım Araplar’ın bilmiş olacağı Antikitera makinesinin, saatçiliğin
gelişimini etkileyebilmiş olması olasıdır. Belirli bir sayıda ağırbaşlı bilim
ve teknik tarihçisince bu varsayım ortaya atılmıştır.
Bu varsayım, bu makinenin uzayla değil, doğrudan doğruya zamanla ilgili
olduğunu gösterdiğinden, bizim için ilginçtir.
Üçüncü tanığımız Kolombiya'nın altın bir kuşudur. Bütün dünyada,
özellikle Fransa’da, Kolombiya Bankası’ nın altın eşyalar koleksiyonunun
arasında sergilenmişti.
Bu altın kuşun bir kuşa göre garip görünüşü var; açıkça bir uçağa bile
benziyor. Alman bilirkişi J. A Ulrich, bunu kesin olarak bir tepkili uçak diye
tanımladı bile. S-102 Amerikan savaş uçağma ve İsveç Saab uçağının son
modeline pek yakın.
Oysa bu kuş, çok yakında açılmış, milyarlarca yıldan kalan bir Kolombiya
mezarından geliyor kesinlikle.
Ve başka arkeolojik araştırmalar esnasında bu türden hiç bir nesne şimdiye
kadar bulunmuş değildir. Gene Boskop’taki kafatası ve Antikitera makinesi gibi,
tek nesne.
Çağdaş görünümlüdür, ama. yarının insanları için, Rolls-Royceların
kaportasındaki gümüşten Samothrace'ın (a), zaferleri gibi geçmişin eğlenceli
bir kopyasını oluşturmuş belki.
Bu her ne olursa olsun, şimdinin ve geleceğin geçmişte bulunan bir
nesnesidir. Tarih öncesi Kolombiya'da, tepkili uçaklar yapabilen bir uygarlığın
bulunmasını ileri sürmek, gerçekten güçtür. Böyle bir uygarlık, bulgusu hiç bir
eski uygarlıkta bulunmayan, bilyalı yataklar yapmak zorunda kalmış olmalıydı
özellikle*
Bu tür işaretlerin örnekleri çoğaltılabilir.
Bana öyle geliyor ki, en ilginçlerinden biri, Indiana’da Owensville'in
küçük bir kentinde oldu. 1939 Aralığı nda, kaldırımlarda, iri harflerle
yazılmış şu sözler bulundu: "Pearl Harbor'u anımsayınız." Oysa, Pearl
Harbor’un Japonlar’ca bombalanması günü gününe ancak, iki yıl sonra oldu. Bu
olguyu açıklayan akla yakın bir varsayım bulmak oldukça güçtür.
Geçmişin, şimdi de görülen ve şimdi de süren bir görüntüsünün ortaya
çıktığı görüldüğünden, bir başka ilginç tanıklık:
1954 Eylülü’nde, Indianapolis'ten, B. John Mackey, televizyon alıcısından,
ölen dedesi George Shots’u görünce, şaşırıp kalmış. Görüntü durmuş ve sanki
-aygıt yansın ya da sönsün ekranda tamamen taşlaşmış. Görüntü silinip
gitmiyormuş.
Araştırdım: Bu olay gerçekten olmuştu; konu sıkıntısı çeken gazetecinin bir
uydurması değildi.
İşte, birçok tarihçide rastladığım -her ne kadar anılan nesne bir daha
bulunmamışsa da gerçeğe benzeyen daha eski bir olay:
İmparator Neron'a plâstik maddeden bir
çanak sunulmuş. Bu çanak yere atılınca kırılmıyor,
ama bükülüp biçimsizleşiyormuş. Sonra çekiç vurularak yeniden
düzeltilebiliyormuş. Roma cam üfleyicileri iflâs etmesinler diye Neron, bu
nesneyi kendisine sunmuş olan kişiyi öldürtmüş.
Bu olayın olağan açıklaması, Romalı bir ustanın esneyebildi camın gizini bulmuş olacağım gösterir. Ama
fizikoşimik olasılıklar, bu tür bir canın olmadığım düşündürüyor. Cam,
gerçekten, ancak çok yüksek bir sıcaklıkta yeniden sıvılaşabilen dökülmüş bir
sıvıdır. Öte yandan, Romalı bir ustanın plâstik özdekler işini, daha çok özel
bir çelik içinde biçimlenen, plâstiklerin bozulması için gerekli yüksek
basınçları sağlayacak buhar ve elektriğe de gereksinim gösteren kalıpları
yapmış olabilmesi gerçeğe hiç benzer görünmüyor.
Neron’un plâstikten çanağı kendi zamanında yapılmış olamazdı; başka yerden
geliyordu. Zamandan geldiği varsayımı da çok tutarlı oluyor.
Neron'un bardağı bulunmuyorsa da, 1938’in ilk kazılarından bu yana,
Bağdat'ta yirmi kadar elektrik pili bulundu. Bu nesnelerin de gelecekten
geldiklerine inanmak güç gibidir, ama belgeler ve gerekli teknolojik bilgiler
çağdaş uygarlıktan doğamazdı. Bu nesneler gerçekten, İsa'dan önce II. yüzyılla
İsa'dan sonra VI. yüzyıl arasında yapılmıştı.
Bu tür bilgiler başka yerden gelmedir. Başka gezegenlerden (bkz., bu
koleksiyonda. Les Extra-terrestres dans l'histoire adlı kitabım), ya da
gelecekten. Stonehenge'in (b), Camac'ın (c), genellikle de dizi dizi
menhirlerin yapılmalarının nedeni olan bilgiler için de durum gene böyle olacaktır.
Belirtmek gerekir ki insanlar, milâttan önce 35.000'de, gene zamanın
yapışma ilgi gösteriyorlardı. Amerikalı Marchack’ın vurguladığı gibi (Bkz.,
Science c. CXLVI, 1964, say. 743-745), yassı taşlar üzerinde gerçekten ay
takvimlerini oluşturuyor izlenimi veren gravürler vardır. Ve bunlardan üç yüz
yüzyıl sonra insanlar, Camac'la, Stonehenge kadar gerçek bu
taştan bilgisayarları yaptılar.
Pierre Duval (anılan yapıtta) bu
konuda şu sonuca varıyor:
"Bir zamanların gök bilginleri... matematikçi bilginler, bilinmeyen ya
da batık bir uygarlığın kalıntıları; ya da neolitik yeryüzünün barbarlığı
içinde başarısızlığa uğramış kozmik yolcular; ya da özdeş zamanda halkların
sürücüleri olan deha sahibi insanlar... Bize kim bunların gerçekten ne olduklarım
söyleyecek?"
Bu varsayımlar listesine şunu katmak isterim: Camac ile, Stonehenge’in
yapıcılarına olduğu kadar, tarih öncesi insanlarına da zaman konusunda
bilgileri iletenler zaman yolcuları olabilirdi.
Tarih bence, yalnız üç boyutlu uzaya değil, dördüncü boyutlu zamana da
açıktır öyleyse. Ve büyük bir sayıda gösteriyi zaman yolcularına yüklüyorum.
Geçişlerinin birçok izini tanıyorum. Söz gelimi bu çağa uymaz nesneler, ya da
mikropların var olduklarım bilen ve bunu yazan, Louis XIV ün hekimlerinden
birinin, Jean Asdruc'unkiler gibi, zamanlarına göre çok ileri bilgilerin
iletimi.
Belli bir sayıda özellikle kesin kehaneti zaman yolcularıyla ilişkilere
vermeye de eğilimli olacaktım.
Gerekirse, geleceğin geri gelişine karşı özellikle duyarlı ve gelecek
olayları kesinlikle önceden söyleyebilen insanlar olduğunu yabana atmaksızın.
Rusların tanklarıyla, Çekoslovakya'yı istilâ edişinden beş ay önce, 18 Mart
1968'de, Avusturyalı araştırmacı Andrew Thomas’a "Çekoslovakya'da
zırhlı birlikler özgürlük isteklerini ortadan kaldırmak için kullanılmış olacak."
diye yazan Amerikalı RC. Anderson için durum işte bu. Ve bütün siyasal
çözümcülerin, Varşova Anlaşması’na bağlı ülkelerin bunu yapamayacaklarım
düşündükleri sırada. Çağa uymaz nesneler, çağa uymaz bilgiler... Bazı
fizikçiler daha da ileri gidiyor.
1965 Fizik Nobel Ödülü sahibi Richard Feynman, pozitronu, zaman içinde geri çekilen bir
elektron diye tanımlıyor. Başka fizikçiler, zaman içinde bizimkine oranla geri
çekilen bir evreni ileri sürüyorlar. Ve Norbert Wiener, sibernetiğin
bulucusu, bu adı taşıyan kitapta, gene bu olanağı inceliyor Hemen hemen 1970'e
kadar, fizikçiler, zaman içinde geçmişe doğru bir yolculuğun özdeksel olanağını
inkâr ediyorlardı: "Böyle bir dönüşü gösteren denklemler
kurulabilseydi, bu ancak soyut bir hesap şakası olurdu." diyorlardı.
O zamandan bu yana, fizikçilerin geçmiş içinde bu özdeksel yolculuğun
olanağım gitgide kabullendikleri görülüyor
Üzücü olan, gene bu fizikçilerin mantıksal olarak bu geçmiş içinde yolculuk
etmek olanağından doğan çelişkileri tartışmak istemedikleridir. İşte böylece
uzay fizikçisi İngiliz Bonnor, evrenin genleşmesi konusunda kitabında, bu geriye
dönüş olanağım tümden kabullenerek şöyle yazıyor:
"Geçmişe doğru bir yolculuktan doğacak olan çelişkilere
(paradokslara) gelince, bunları kurgu-bilim yazarlarına bırakıyoruz."
Bu düşünceyi savunulamaz buluyorum. Geçmiş içinde yolculuk, -bu yapıtın,
açıktan açığa göstermek dışında, aşılamaya çalıştığı şey gerçekleşebilirse,
bütün kavramlarımız bir daha gözden geçirilecek kavramlardır.
Oliver Costa de Beauregard’ın (Le Second Principe de la Science du Temps
(Sevil Yayınları).) pek yerinde olarak dediği üzere:
"Fizik yoluyla incelenmiş evren, evrenin butün’ü değildir, ancak bu
evren çok daha önemli, ruhsal yapıda, bir çeşit pasif ve kısmî astar sayılacak
olan, başka bir Evren’in varlığını saklıyor, tanıtlıyor ve şöyle böyle
gösteriyor."
Yarının insanlarının yalnızca şimdiki bilimsel evrenin değil de, ancak pasif
ve kısmî astar olan, tüm Evren’in bilgisine ulaşmış olduklarını
varsayıyoruz.
Bu bilgi onlara zaman içinde yolculuk etmek ve -kuşkusuz birçok güçlük ve
sınırlamayla bize göre geçmiş ve şimdi olana dönmek olanağını sağlar.
Bu yarının insanlarının matematik bilgilerinin düzeyine varmış olduğunu
ileri sürmekten uzaktır, hem bunda gözü de yoktur. Yalnızca okurlarım, gelecekten
gelmiş yolcuların, eskiyle ve bizimle eylemini düşündürebilen öykülere,
örneklere ve olgulara yöneltmek istiyor.
Yeniden Costa de Beauregard'ı analım:
"Bu tezin, maddesel evrenin yapısının kendi kendine yettiği o dar
durumda olmadığını, kısaca maddenin bir düz yüzden daha çok bir ters yüz
olacağını söylemeye geldiği, kendiliğinden ortaya çıkar. Bu tez, evrene ilişkin
katı bir fizikçi görüşün çok dar olduğunu; yarınki fiziğin çok daha anlaşılabilir
bir bilimin temellerini atmak için, diyelim, geniş anlamda ruhbilimle etkili
bir diyaloga girmek zorunda olduğunu göze aldığını düşünmek anlamına
gelir."
Buna şu yarınki fiziğin, etkin yaratmaları da kapsayacağını eklemekte
sakınca görmeyeceğim.
Bu yaratmalar iyice denetlenmiş olabilecektir. Benzer biçimde bütün
gezegenimizi ortadan kaldırmak pahasına, termonükleer bombaların yapımını
denetlemek artık göze alınabilir.
Yıldızları istediği gibi aydınlatmaya ya da karartmaya olanak veren
aygıtları, yarınki adımı yüksek enerjiler fiziğinin önünden atan aygıtları
kuşkusuz denetleyeceğiz.
Tam bir karışıklığa düşme tehlikesini göze almak pahasına, zamanda
yolculuğu kuşkusuz denetleyeceğiz. Bu yolculuk Wells'in çok yakın "zamanda dolaşma bisikleti’nden daha karışık bir aygıtı
gerektirecek elbet.
Zaman içinde yolculuk yaptıracak bir makinenin, olabilirse bulunduğu yerde
kalması, yolcuyu geçmişe ya da geleceğe götürüp sonra yeniden çıkış noktasına
geri getirmesi olası görünüyor, bu da her zaman anlamsız olamaz.
İşte bu kitap, geniş bir okuyucuya seslendiğinden, bir matematik kitabı
değildir. Bir garip olaylar kataloğu, Charles Fort'un deyimini kullanmak
üzere, bir "abartılmış rastlantılar" sıralaması olmak da istemiyor.
Bu rastlantıların kimileri anlatılmıştır. Bunların, on ya da yüz kat fazlasını
sıralamak olası, ama az ilginçtir.
Biz
gerçek kişileri (Melkisedek dışında, o, efsane kişisidir), bize gerek zaman
yolcuları olmuş gibi gelen, gerekse kendileriyle ilişki ya da iletişim
kurulmuşa benzeyen kişileri ortaya koyan belirli bir sayıda olayı ele almayı
yeğledik.
Bu kişileri hemen hemen keyfimizce seçtik. Kendisi de bilinmeyenden gelen
ve bilmenin bizce olanaksız olduğu bir günde tarihe geçen, İnka İmparatoru
Manco Capac değil de, söz gelimi, niçin Melkisedek? Kral Arthur değil de, niçin ölümsüz Çin İmparatoru,
Fo-Hi? Bu yapıtın belki bir arkası olacak. O zamana kadar, kuşkusuz, belli
birkaç kişiyle yetinmek gerekiyordu.
İçlerinden kimilerine, Melkisedek'e, İmparator Fo-Hiye ya da Mayalar’
daki Zamanın Gizli Sahipleri'ne tarih veremiyoruz. Bu aşkın varlıklar, yalnız
bilinmezliklerini tarihe yansıtmaya çalışıyorlarmışcasına, bu bilinmezlik, uzay
ve zaman içinde kesinlikle saptanmış olamadan geçiyor her şey. (Durum İsa için
de böyle ama, bu başka bir konu...)
Seçtiğimiz kişiler arasından bazılarının doğum ve ölüm tarihlerini
biliyoruz. Boskoviç ya da Heaviside gibi, kimileri de
bilimler tarihinin uzmanlarınca pek tanınmışlardır.
Ama burada onlardan, kuşkusuz, bilim tarihçilerinin hiç onayım kazanmayan
bir görüş açısıyla söz edeceğiz. Bilim tarihçilerine çok yazık: Onlar, bir
zamanlar, Mısır Piramitleri'nin doğal bir olgudan doğmuş olduklarım, dört yüzlü
biçimde katılaşmış lâvlardan yapılmış olduklarım bildirdiler işte! Sonra
Troya’nın da bir efsane olduğunu...
AÇIKLAMALAR:
a.
Saroz Körfezi karşısındaki bu Semadirek
Adası'nda yapılan deniz savaşının anısını yaşatmak için, heykel.
b.
Stonehenge: İngiltere’de, Salisbury
Ovası’nda, dikili taşların bulunduğu yer.
c.
Camac (Kamak): Mısır’da Teb kenti
kalıntıları üzerinde kurulmuş tapınaklarıyla ünlü kasaba.
Melkisedek ilk kez Kutsal Kitap’ın Tekvin bölümünde ortaya çıkıyor. Burada
şöyle yazılıdır:
'Ve Melkisedek, Salem Kralı, ekmek ve şarap çıkardı. Yüce Tanrı’nın kâhini
idi. Ve onu mübarek kılıp, dedi: 'Göklerin ve Yer'in sahibi, Yüce Tanrı
tarafından (İbrahim) mübarek olsun. Ve kalkanlarım düşmanlarının elinden alıp
eline teslim eden, Yüce Tanrı mübarek olsun.’ Ve Abram her şeyden kendisine
ondalık verdi." (Tekvin, XIV, 18-20)
Dünya’nın yaratılışından aşağı yukarı 2200 yıl sonra geçiyordu bu olay.
İbranîler’in yıldan ve Dünya'nın yaratılışından ne anladıkları bilinseydi,
yararlı sayısal bir bilgi olabilirdi bu. Ne var ki, tartışmak yüzyıllar bu iki
deyimi açıklayamadı. Bu, Melkisedek'e bir tarih kondurmanın kesinlikle
olanaksız olduğunu gösterir.
Bununla birlikte, Kutsal Kitap’ın kısa bilgileri ilginçtir. İnsanlık
tarihinde, ilk kez, tüm-güçlü, göklerin efendisi ve Evren in sahibi, bir Tek
Tanrı söz konusudur.
Yükseklik söz konusu olduğuna göre, çağdaş uçan-daireciler bu Yüce Tanrı'da
bir dünya dişiliği görmek eğiliminde olacaklardı kuşkusuz! Ama bu şeyleri
bırakalım.
Yalnızca, geçerken, şu ilginç rastlantıyı belirtelim: Kuzey Amerika
kıtasının bir sömürgesinde kurdukları kenti kutsamak amacıyla, Püritenler'in,
Salem adım seçmeleri tamamen doğaldı. Bu kentin, büyücülük olaylarının, sonra
bütün Kuzey Amerika'daki en önemli karşı-büyücü davalarının merkezi olduğu
gerçektir. Filistin'deki Salem’e gelince, olup olmadığım, nerede bulunduğunu
hiç bilmiyoruz.
Melkisedek'in başından beri ilginç bir durumu var. Bir peygamber değildir.
Bir pîr hiç değildir...
İbrahim'e görünüyor; ve çok sade bir insan olarak, günümüzde bile,
dünyanın her yerinde biraz görünmeyi sürdürüyor. Böylece France Soir, 26 Kasım
1973’te görünüşlerinden birini anlatıyor; doğrusu oldukça garip. Gazeteye göre,
bir çeşit büyücü olan adam şimdiki hâlde bir psikiyatri hastanesinde olacak...
"Prens Charlemagne, Esses dedirtiyor kendisine. Ama hiç bir araştırma,
gerçek kimliğini saptamaya olanak vermedi. Kim olduğu, nereden geldiği
bilinmiyor. Müritlerinden birine, Cyna adlı, tozutmuşa benzeyen, elli ikilik
bir kadın ozana göre bu gizemli kişi, İbrahim'in bir çağdaşından, Salem
Kralı Melkisedek'ten, dünyayı düzeltmekle görevli bir ölümsüz Mesih’ten
başkası değilmiş."
Fazlasını öğrenmek, istesek de olası değil. Böyle bir olay, buzdağının
ucuyla karşılaştırılabilir bir olaydır. Suyun altında kalan bütün parça, bizim
için her zaman bilinmedik kalacaktır.
Charlemagne Esses takma adının anlamı iyice açıktır: Hitler'e karşı savaşan
Fransız birliğinin adı, S.S. Charlemagne'dan geliyor.
İşte, Melkisedek'in dönüşünün, hiç garip yanı olmayan, ama tersine, bir
çeşit destansı büyüklük taşıyan başka bir örneği. Betimlemesi bize büyük bir
yazar da olan, büyük gazeteci tarafından, Arthur Machen tarafından bırakıldı.
Olay 1917'de Galler ülkesinde, küçük bir balıkçı köyünde, Llandrisant'ta
geçmiş.
Birçok günden beri köye yabancılar gelmiş ve Ffeiriadwyr Malcisidec’in,
yani Melkisedek rahipliğinin üyesi olduklarını ileri sürüyorlarmış. 1917
Haziranında, Llandrisant'ın protestan kilisesinde, Kutsal Graal (a) törenini
kutlamışlar. Bu törenin tanıkları, Uandrisant’ta kimsenin bilmediği, eski
Yunanca sözler işitip tekrarlamışlar. Soma mucizeler olmuş köyde. Mucizeler,
köydeki yabancılarca bile doğrulanmış. Kilisenin kubbesinde bulunan, pınl
pırıl büyük bir gülbezek (Gülbezek (Rosace, gülçe): Çember biçiminde
düzenlenmiş, gülü andıran mimarlık süsü. Gül şeklinde bezeme.) bölgeyi
aydınlatmış; aydınlık özellikle İngiliz Yüksek Komutanlığının dikkatini çekmiş.
Komutanlık aydınlığı önce Alman denizaltıları için ışıklı bir işaret sanmış.
Askerler, denizciler, komşu köylerin insanları, gece yarısı 0.20 sularında
başlayan olaya tanık olmuşlar.
O gece, elli kilometre kadar bir bölgede, birçok hasta iyileşmiş. Hele bir
genç kız, Llandrisant yakınındaki Croeswen'de, veremden yatan Olwen Phillips,
ölmek üzere bulunuyormuş ve ertesi sabah ölüm belgesini imzalamak için gelen
hekim, kızı tamamen iyileşmiş bulmuş. Bunun bilimsel bir olanaksızlık olduğunu
söylemiş ve olayı somadan bir tıp dergisine yazmış: "Olamazdı: Verem
vücudu tamamen kemirmişti.'" Oysa genç Olwen, o gece, yaptığı tanımı
Graalınkine uyan bir nesne taşıyan üç adamın vizyonunu görmüş. Ve Graaldan söz
edildiğini ömründe duymamışmış.
Top atılsa duymayan sağır bir kadın, Melkisedek rahiplerinin törenlerini
kutsadıkları sırada kilisenin çanlarının çalındığını duyarak iyileşmiş gene.
Arthur Machen, iyileşen bütün hastaların, Meskalin’in ya da Anhelonium
Lewinii'nin (b) yarattıklarına benzer vizyonlar gördüklerini söylediklerini
gözlemliyor. Ama, 1917’ de, Aldous Huxley'in "Algının Kapıları “ın yazması
için kırk yıl daha gerekti; Llandrisant'ta birinin, meskalin yapabilmesi,
biraz olasıdır; LSD’ye gelince, henüz bulunmuş değildi.
Denizciler, kıyı koruyucuları, kuşkusuz meskalinin etkisinde değillermiş,
ama gene de alev alev yanan gülbezek görmüşler. Bir çan sesi de duymuşlar:
Kilisenin küçük çanını değil; tanıklara göre, "meleklerin sürekli
korosuna benzeyen" büyük bir çan sesi.
Tanıklar, kilisede bile, köy papazının, kötü türden akılcı bir protestanm,
şunu dediğini işitmişler. "Melkisedek rahipleridir bunlar; kutsal ruhlu
üç günahkâr aramızda. Yaşasın! Yaşasın!" Ve bu dua sırasında, üç kişi
görmüşler: İnsanın, üzerlerine çevrilmiş gözlerini alamayacağı kadar ışıklı
insan gölgeleri. Ve bu üç kişi kesinlikle seçilemeyen, ama Graal’ın tanımlarına
uyan şekilsiz bir nesne taşıyormuş.
Birçok kez Melkisedek sözünün ve eski Yunanca sözlerin söylendiğini
duymuşlar.
Arthur Machen yargıya varamıyor; ortaklaşa telepatik sanrılar olduğunu, ama
bazı olayların geçtiğini ve bilgimizi aştığım anımsatmakla yetiniyor. Ve şunu
ekliyor: "Kipling’in yaşamın ve ölümün sahipleri adım verdiği
kişiler, görmek hakkına sahip olamadığımızı görmemize engel olmakta özen
gösteriyorlar."
1972'de Flying Saucers Review, 1917'deki Llandrisant olayını ele
alarak, 1905'teki benzer bir olayı da anımsatarak, bize en sonu akla yakın bir
açıklama yapıyor "Bunlar uçan-dairelerdi sadece! Fatima'daki gibi."
diye ekliyor içe işleyen bir saflıkla dergi.
Neden olmasın? Ama kıyametteki yargı günü de neden olmasın?
Geoffrey Ashe, Kral Arthur’un Yuvarlak Masası’ın ve başka Avalon
kalıntılarını (c) bulan İngiliz arkeolog, yeni kitabında, "Parmak ve
Ay*,’da, çağdaş akılcılığın "bu ancak... ın felsefesi" gibi
tanımlanmış olabildiğini pek yerinde olarak ileri sürüyor.
Melkisedek'in görünüşleri tarihin her çağmda ortaya çıkıyor. Orta Çağ da,
İran'da, Yakın Doğu'da. Orta Çağ’dan başlayarak yerleşmiştir efsane. Efsane,
Melkisedek'in, İlyas ve Enok peygamberler (d) gibi, bu dünyada değil, ama başka
yerde bulunduğunu söylemiştir. Ve zaman dışı olduğunu söylemiştir;
Yahudi geleneklerinde anlatım birçok kez tekrarlanıyor.
İşte nedeni. Kutsal Kitap, bütün tarih kitaplarımız gibi, çizgisel bir
kronolojiyi izler Geçmiş, kendi de gelecekten önce gelen şimdiden önce gelir.
Buna karşılık Ölü Deniz (e) Elyazmaları devri, bir kronolojiye göre işler.
Devirler, önceki devirlerden değişik olarak tekrarlanır. Son devir, Aydınlık’ın
Oğullarıyla Karanlıklar'ın Oğulları arasındaki, kırk yıllık bir savaşla
sonuçlanan öcün devri olacak. Üç kez, Aydınlık’ın Oğulları kazanmak
üzeredirler, üç kez Karanlıklar’ın Oğulları nerdeyse yenmeyi başarıyorlar.
Yedinci kez, Aydınlık’ın Oğulları, Dünya'nın çevresinde yıldızlarla bezenmiş
uzayda son zaferi kazanıyorlar.
Bundan soma Tanrısal iyiliğin saati gelecek: Tanrı yeniden halkıyla
birliği kuracak, devirler de sonuçlanmış olacak.
Öyle görünüyor ki, Doğruluk Sahiplerinin Sahibi'ne, Melkisedek'e
ilişkin çeşitli imalar, çizgisel bir tarihe yerleştirilebilir olmadıklarından,
pek işimize yaramazlar.
Benzer biçimde. Ölü Deniz Elyazmaları’nı Hristiyanlık öncesi bir anlamda
bütün yorumlama girişimleri boşa çıkmıştır.
Garip rahip Tritheme [Bkz. Les Livres Maudits adlı kitap.] Melkisedek'i
bir el-dil, yani Tanrı'dan aşağı, ama meleklerden üstün bir yaratık
olarak gösterir.
Bu kategoriyi XII. yüzyılda, Natvilius'ta, sonra XX. yüzyılda C.S.
Lewis'te (f) buluruz gene. Lewis, Natvilius'u anarak, bir el-dilin ne
uzayda, ne de zamanda bulunmuş olamayacağını belirtir.
Yahudi Orta Çağı rabbinlerine (g) ya da Kabala araştırıcılarına göre bile,
Melkisedek'in birçok görünüşünü, milâdın VII. ve XVIII. yüzyılları arasında
beliren görünüşleri bildirir. Gerçek, her kez Melkisedek’in dilediği gibi
başka yerden gelip, gene oraya döndüğünü göstermiştir.
Bu olayı, geçmiş içinde bir yolculuk düşüncesinin Yahudi kökenli olduğu
olgusuyla karşılaştırmak gerekir; buraya gene döneceğiz.
Melkisedek’in tarihini, Hanok'un Kitabı'yla karşılaştırmak
ilginçtir. İşin sıkıcı yanı, bu kitabın gerçekliğinden pek emin olmadığımızdır.
İşte, bu konuda Edmond Fleg'in, "Anthologie Juİve" inde
(Flammarion Yayınları.) yaptığı resmî çeviri şöyledir:
"Hanok'un Kitabı, değişik bölümleri, İsa'dan önce 170’le 64
arasında Filistinli Yahudiler’ce, İbranice düzeltilmiş olan, ancak Habeşçe bir
çeviriden de bize ulaşan uydurma (h) yapıt. Burada Melekler'in dönüşü, Fırtına
ve Aydınlık Ülkesi’ne götürülen Hanok, dönme Dinsizler'in gerçek Tanrı'nın
önünde eğilecekleri Yeruşalim, Kötüler'in cehennemlik oluşu ve Sevgili
Kullar’ın sevinci, nicesi görülür. Bu yapıt, doğan Hristiyanlığın ve Kilise
Babaları'nın üzerinde derin bir etki bırakır. Aziz Irenaeus'un, Aziz Titus
Flavius Clemens’in, Tertullianus'un, Origenes’in, Lactantius’un, Aziz
Hilaire'in, Aziz Hieronymus ve Augustinus’un, vb.nin yapıtlarında bıraktığı
birçok izi saymazsak, benzerleri Yeni Ahit'in yazılarında bulunan Hanok’un
Kitabinin 70’i aşkın methi sayılır."
Buna karşılık, birçok tarihçi gerçek Habeşçe çevirinin hiç bir zaman
bulunmadığını ve elimizdeki İngilizce çevirinin ise İsa'dan sonra XVIII.
yüzyılın bir düzmeciliği olduğunu düşünüyor. Bu durumda Hanok’un Kitabı bütün
ilgiyi yitirir.
Ama kitap söylendiği kadar eskiyse, çok ilginç bir olayı anlatır. Hanok
kendisine birkaç aydan fazla gelmeyen sürelerde yolculuk eder, sonra, geriye
döndüğünde, nice yüzyıl geçmiştir. Biz, bu geçişte, zamanın göreceli
kasılmasının belli bir kanıtını gördük. Bu, özellikle birçok Rus
araştırıcısının tezidir. Bunda, zaman içinde geçmişten geleceğe doğru bir
yolculuğun ilk tasviri de görülebilir.
Ama biz Melkisedek'e dönelim.
İsrail’de yapılmış birçok kazıya göre çağdaş akılcı eleştirinin, bize bu
kişiye ilişkin önemli bilgiler getirmiş olacağı düşünülmüş olabilirdi. Hiç de
öyle değil.
Söz gelimi Upsala Üniversitesinde ders veren Prof. Helmer Ringgren, hiç bir
yerde, alan ve zaman açısından, Salem kentinin izini bulamadı. Hiç sınırlama
olmaksızın, Salem'le Yeruşalim'i özdeşleştirerek bu sonuca varıyor ([H.
Rinqqren : La religion d’lsrael, Payot yay. 1966.]).
İbranice ve Ermenice bilinince, benzerliğin körlemesine olmadığı söylenebilir.
Seçkin Prof. Ringgren, Melkisedek'in öyküsünün milâttan önce X. yüzyılda,
Kral Davud zamanında doğmuş olduğunu ve zamanın siyasal durumunu yansıttığını
da düşünüyor. Ona göre Melkisedek, El Elyon'un, yerel tanrının kâhini olarak
sayılmıştır.
Bununla birlikte Tekvin, El Elyon’u "göğün ve yerin efendisi"
diye ifade eder. Yıldızlar'ın Yaratıcısı değilse de, en azından (uyan Anatole France'ındır) gökada (galaksi) imparatorluğunun
önemli bir prokonsülüdür. (i)
Prof. Ringgren'in hak ettiği bütün saygıya karşın, tezi, Stonehenge
dizilerini fatih Guillaume’a (j) borçlu olduğumuzu ileri sürmek kadar akla
yakındır. Kral Davud’un zamanında Melkisedek'ten söz ediliyorduysa, 1917'de de,
1973'te de söz ediliyordu. Buradan Melkisedek'in, France-Soir tarafından
uydurulmuş olduğu sonucunu çıkaramayacağız! H. Ringgren'in, Melkisedek'in adı
üstüne yaptığı yorum, düpedüz saçmadır. Bu ad "Bilgeler İmparatoru” anlamına
gelirken, o bunu "Kralım Sedek’tir" diye çeviriyor ve buradan
bir "Tanrı Sedek "in varlığı sonucuna vanyor. Mark Tvvain,
Mendelsohn'u Musa yerine geçirtmek yettiğinden, Mendelsohn'un Musa'dan
geldiğini söylüyordu böylece!
Öyleyse çağdaş akılcılık, bize Melkisedek üstüne pek bir şey getirmiyor.
Hele, Melkisedek'in yalnız Yüce Tanrı'nın rahibi değil, El Shaddai’nin de
rahibi olduğunu söyleyen değişik Yahudi metinleri üzerinde durmuyor. Bununla
birlikte, ilginç olan şu var: Ringgren'in kendisine göre Shaddai Güç ve Enerji
Tanrısı'ymış.
Bir İskenderiye metni şunu diyor: "Melkisedek ve Shaddai adına
göre, yukarıda olan aşağıda olan gibidir."
Gene Ringgren'e göre, Shaddai adı, Tunç Çağı’nın sonundan itibaren
görünüyormuş. Bu konuda elimizde sağlam kaynakça olmadığını, bereket versin,
notla gösteriyor.
Melkisedek ne olursa olsun, akılcı eleştiriye göre bile, Tanrı'yı bulan
insan olarak görünüyor. Ringgren, Tanrı'yı belirten ve anlamını bilmediğimiz YHWH baş harflerini kullanarak şunu yazıyor: 'YHWH
hazır ve nazırdı, ama görünmüyordu ve Tanrı'ydı ve ona göre İsrail
güçsüzdü."
Bu düşüncesi, ya da bilgileri olan, böylesine olağanüstü insan, belli
soydan değildi kuşkusuz. Bulunmayan bir kentin kralı, yeni ve korkunç bir
Tanrı’nın rahibi olarak, belirleyici özellik açısından, ayrıca, zaman içinde
pek az görülen bir hareketliliği vardır.
Mircea Eliade "Le Temps Peut-être Maîtrisé" (Zaman Durmuş Olabilir) adlı kitabının bir
bölümünde (Aspects du Mythe (Collection Idées. Gallimard 1973).), pek haklı
olarak şu sözleri yazıyor:
"Burada sırf efsaneyi anlama açısından değil, özellikle efsane
düşüncesinin sonraki evrimi açısından da önemli bir soruna değiniyoruz.
Nesnelerin (k) kökeni ve örnek olabilen öyküsüne ilişkin bilgi, evrenin kaynağı
ve yapılan konusunda körü körüne kurgulara da yol açar. Bu konuya yeniden
döneceğiz. Bununla birlikte, şu andan tezi yok, hafızanın en üstün bilgi diye
düşünülmüş olduğunu belirtmemiz gerek. Yeniden hatırlamak yeteneğini
gösteren kişi olayların kaynağım bilen kişiden daha da değerli
büyüsel-dinsel bir güce sahip olur."
Ve Lovecraft (l) şunu söylemiştir: "İnsana yakışan tek etkinlik,
zamana karşı savaştır."
Yapıtımızın tezi şudur: Uzak bir geleceğin insanları bu savaşı kazandılar;
ve çağımıza haberciler gönderebilirler. Melkisedek bu habercilerin ilkidir;
başkalarının da ortaya çıkacağım göreceğiz.
NOT:
Bütün dinsel düşünceden bağımsız olarak, CAL'in Evrensel İncili'nin
Melkisedek üstüne düşüncesini anmak ilginç gibi geliyor bize: Melkisedek,
kral-rahip, İsa'nın kâhince bir simgesidir. Ataları ve soyları üstüne Kutsal
Kitabın anlaşılmadık suskunluğu (Tek. 14), onun temsil ettiği görevin ölümsüz
olduğunu uyandırıyor.
AÇIKLAMALAR:
a.
Kutsal Tas; İsa’nın son yemeğinde, içine
şarap koyup içtiği tas. İsa’yı tutuklamaya gelen askerler, bu tası alıp
götürmüşlerdir. Tas bugün bile, aranmaktadır; destanlara konu olmuştur.
b.
Meskalin ve Anhelonium Lewinii: Net görme
sanrıları meydana getiren şiddetli alkaloidler.
c.
Kuzey Amerika'da, Yeniel adasında.
d.
Yahudi peygamberler.
e.
Lût Gölü yöresi.
f.
İngiliz yazar (1898-....).
g.
Varlıklı, saygıdeğer kişiler.
h.
Sahte kitabe.
i.
Konsül yetkisini taşıyan vali.
j. İngiltere kralı
(1027/1028-1087).
k. Olayların, olguların, gerçeklerin
de denebilir.,
l. Lovecraft, Howard Phillips:
Gizemci Amerikalı yazar (1890-1937).
Sh:
9-27
Kaynak: Jacques BERGIER, ZAMANIN GİZLİ SAHİPLERİ, Kitabın
Orijinal Adı LES MAÎTRES SECRETS DU TEMPS, Çeviren: Vedat Gülşen ÜRETÜRK, 2.
Baskı 1990, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar