ZİKİR YAPANLAR İÇİN
Felaha
Anahtar - İmam Âtaullah Îskenderî
Zikir kalbe yerleştikten sonra ondan
bir nur meydana gelir. Kalbin bu nuru, yersiz arzuları, şeytanî duyguları yakar,
yok eder. Zira kalb, zikrin istilâsına uğramıştır. Bu durumda dille yapılan
zikir, kalb zikrine göre zayıf düşmüştür.
Kalble yapılan zikir ağır bastığı
zaman; organlar, çevreler nurlarla dolar. Yüce Hakk’ın zatına yabancı
düşünceler kalbden temizlenir. Vesveseler de kalmaz. Kalb sahasında artık
şeytan barınamaz.
Bundan sonra kalb, ilâhÎ varidata bir
yer olur. Kutsal bilgilere, ilâhî tecellilere parlak bir ayna hâline gelir.
Zikir hali kalbe yürüdüğü, dış
organlardan yayılmaya başladığı zaman; hemen her organ, kendi halince
zikirlere, Yüce Hakk’ı anmaya başlar.
Cerirî şöyle anlattı:
— Arkadaşlarımız
arasında biri vardı; çok çok:
— Allah
Allah,.
Diyerek zikir eder, Yüce Allah’ı
anardı. Günün birinde başına bir hurma dalı düştü, başı yarıldı. Başından akan
kanlar yere yayıldığı zaman; Allah Allah, yazdığı görüldü.
**
Zikir; haram lokmalardan meydana
gelen, aşırı yemeklerin oluşturduğu cesetteki fazlalığı giderir. Ancak, helâl
yemeklerden meydana gelen bedenin etine, yağına eli varmaz
Vücuttaki pis parçalar yanıp gittiği
zaman, temiz parçalar kalır. İşte o zaman,
vücudun her parçasından zikir duyulmaya başlanır. Sanırsın ki, bir borazana
üflüyor.
Zikir öncelikle baş kısmına geçer .
Oraya-geçen zikirden borozana üflenen sese benzer ses duyulur. Bazan da billur
kaba dokununca çıkan sese benzer ses duyulur.
Zikir bir sultan gibidir. Sultan bir
konağa yerleştiği zaman oraya borozanları ile, billur kadehleri ile gelip
yerleşir.
Zikir, Yüce Hakk’ın zatına yabancı
kalan her şeyin düşmanıdır. Bir yere indiği zaman, orada zıd sayılan her şeyi
atmakla meşgul olur. Bu zıtlık, dıştaki misaline göre su ile ateşin durumu
gibidir ki; birinin olduğu yerde diğeri olmaz
İnsan bedeni; üstün,
düşük maddelerden meydana gelmiştir. Bunlar topraktan, sudan, ateşten, yerden,
gökten alman şeylerdir. Onda yer-gök arasında bulunan şeyler de bulunur.
Anlatılan sesler ise, insanda bulunan maddelerin ağır basan kısmından gelir.
Ağır basan maddeler zikir sesini duydukları zaman, hemen her diIde tesbih
okurlar.
Bütün bu anlatılan durumlar, tam
manası ile Yüce Hakk’ı dille zikir edip anmanın iyi sonucudur. Bütün bu
anlatılan durumlar, tam manası ile Yüce Hakk’ı dille zikir edici anmanın iyi
sonucudur. Dille yapılan zikrin sonucu olarak insan öyle bir hale gelir ki:
Zikri dilinden düşürüp sussa dahi, göğsündeki kalbi harekete geçer. Ana
karnındaki bebek gibi oynar; zikrin devamını ister. Zikri anlatan büyükler
şöyle dediler:
— Kalb, Meryem’in oğlu İsa
aleyhisselâm gibidir; zikir ise onun sütüdür. Kalb çocuk orada büyüdükçe,
güçlendikçe ondan, Yüce Hakk’a doğru ağlamalar, inlemeler yükselir. Zarurî
olarak sesler, bağırmalar çıkar. Bütün bu olanlar; onun zikre karşı, zikri
edilen zata aşkından şevkinden ileri gelir.
«Anlatılan durumdan sonra zikre dönmek
durumu ortaya çıkarsa., ya da kalbe dönmek arzusu doğarsa bu gereksiz bir perde
olur.
Zikri edilen zatın kalbe yerleşmesi,
zikre, kalbe bakmamak haline şu isim verilir: Fena
Bu durumda insan kendinden geçer, dış
organlardan yâna hiç birine sahib çıkamaz, kendi dışında kalan.. Eşyayı da
göremez, içine doğan gereksiz şeylerden de haberi olmaz. Kendisi her şeyden
yana kayıplara katışır; her şey de onun gözünde o, kayıptır yolcudur; sonra,
bir daha Rabbına yolcudur.
Bir kimse, kendi maddî varlığını
gönülden sildikten sonra, bazı şeyler gelirse., o bir şektir, şüphedir,
karalıktır. Bu işte asıl mükemmellik de; insanın kendi varlığını yok
bilmesidir. Sonra bu yok bilmeden de geçmesidir. Hatta, ikinci buutlu, üçüncü
buutlu yok bilmesidir.
**
Zikirlerin en büyüğü şudur:
(Hayy Kayyum isimlerinin de sahibi
Yüce Allah’tan başka ilâh yoktur)..»
Bu bir âyet-i kerime meâli olup
Kur’an’da 2. sırayı alan Bakara süresinin 255/âyetinin-başıdır; âyet’el-kürsî
olarak bilinir.
Bu âyet-i kerimede, özellikle buraya
alman kısımda Yüce Allah’ın en büyük ismi İsm-i Azam vardır. Bu manada, Hz.
Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa
salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; Allah ona salât Ve selâm eylesin:
— «Allah’ın
en büyük ismi İsm-i Azam âyet’el-kürsî’nin, Âl-i İmran suresinin başındadır.»
iki âyetin ortak noktaları da,
anlatılan kısımlardır. Burada bir incecik perde vardır; onu anlamak senin
zihnine göre değildir. Ancak şu kadarına işaret edilebilir ki:
—Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka
ilâh yoktur).. Demen, tevhidi anlatır. Yüce Allah hakkında tevhidin manası
zatta da, rütbede de gerçektir; yoruma tabi değildir. Fakat başkaları hakkında
yoruma tabi olup manası maddîdir.
— Hayy..
Derken de, durum
budur.
— Hayy..
Demenin manası odur ki: Bizzat, duyar,
görür, bilir.. Ölü de odur ki: Kendinden haberi olmaya.. Bu da, Yüce Allah için
gerçektir, başkaları için değil.. Böyle bir şey başkalarında bulunmaz.
Rahim, muksit, cami, adi vb.
isimlerden fiillere delâlet eden isimlere gelince bunlar sıfatlara delâlet
etmezler. Asıl, sıfat, fiillerin çıkış merkezidir. Sıfat asildir, fiiller ise,
ona tabidir.
Bunlardan başka Yüce Allah için sabit
olduğu zannedilen; kudrete ilme, iradeye, kelâma, sem’a, basara delâlet eden
sıfatlar, dış anlamına göredir; esastan-uzaktır. Zira bunlar, dış anlamı ile
insan sıfatına benzer; meselâ: İnsanın görmesi, işitmesi, bilmesi, gücü,
konuşması gibi.. Elbette bunların birer hakikati vardır, insan için sabit
olması, mümkün değildir. Bu isimlerden, bir yorum da çıkabilir; yani: İnsan
lehine..
Üstte anlatılana:
(Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
Allah’a hamd olsun. Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür).
Çümlesi de yakındır. Çünkü:
— Sübhanellah
(Allah noksan sıfatlardan münezzehtir) .
Cümlesi, Yüce Allah’ın kutsallığını
anlatmaktadır. Bu mana, Yüce Allah hakkında gerçektir. Zira gerçek kutsallık,
ancak onun için tasavvur edilebilir.
— Elhamdülillah
(Allah’a hamd olsun).
İşte anlatılan manadan ötürü, Yüce
Allah hamd edilmeye lâyıktır.
— Allahu
ekber (Allah en büyüktür).
Derken de, bunun anlamı şu değildir:
— Allah
başkasından büyüktür.
Çünkü, onunla beraber bir başkası
yoktur. Evet, onunla beraber bir başkası yoktur ki:
— Allahu
ekber (Allah en büyüktür)..
Densin.. Elbette ondan başka her şey,
onun nurundan gelmektedir. Güneşin aydınlığı ile, güneşin kendisinin ne gibi
bir ortaklığı olabilir. Bunda bir beraberlik rütbesi de yoktur ki:
— Güneşin
nuru güneşten büyüktür.
Densin. Olsa olsa, Yüce Allah için:
— Allahü
ekber (Allah en büyüktür).
Demenin anlamı şu olur: O, dış
organlarla kavranamaz, akılla esas zatı bilinemez, bir ölçekle ölçülemez. Hatta
zatından başkası tarafından tam bilinmesinden yana da en büyüktür; zira Allah’ı
ancak Allah bilir.
**
1. Yapılan işi görmek, yani: Büyük
görmek..
2. Uzun emelli olmak, ömre sığmayacak
işler peşini de koşmak..
3. Velî olduğunu kendi kendine sanmak..
4. Halkın yüz vermesine aldanmak..
5. Rüyalarla, düşlerle yetinmek..
6. Gönüle gelen boş halden hoşlanmak..
7. Gelen ilhamlardan aşırı lezzet almak..
8. Vaada aldanıp amelden kalmak,.
9. Yersiz kanaata sahip olmak..
10. Allah büyüktür, deyip kalmak..
1. Nefisten razı olmak..
2. Allah’tan razı olmamak..
3. Kaza kader üzerine halka şikâyette
bulunmak,.
1. Yersiz hazları bırakmak..
2. Yüce Allah’ı anarak oturup kalkmak..
3. Allah için halka tevazu göstermek..
1. Anlayacağını, Yüce Allah’tan anlamak..
2. Dinleyeceğini, Yüce Allah’tan
dinlemek..
3. Alacağını, Yüce Allah’tan almak..
1. Tercihi bırakmak..
2. Tedbirden soyunmak..
3. İradeden geçmek..
1. Gidici sıfatları, kalıcı sıfatlarla
değiştirmek..
2. Gidici vasıfları, kalıcı vasıflarla
değiştirmek..
3. Gidici Zatı, kalıcı Zatla değiştirmek..
Allah mülkünü dilediğine verir; Allah çok geniştir, sonsuz bilginin sahibidir.
1. Tercihsiz olmak.. Kader namına ne
gelirse, kabullenmek..
2. Hemen her şeyde sevgilinin mükemmelliğini
görmek, ondan razı olmak..
3. Hemen her işte, ona teslim olmak..
1. Her ne olursa olsun, ondan hoşnut
olmak..
2. Ondan gelecek söze kulak vermek..
3. Gönülü
onun hikmet kokulu hükmüne vermek.. Unutmamalı ki: Hemen her şey, onun
büyüklüğünü gösterir.
**
Kaynak: TACEDDÎN İmam Âtaullah İskenderî, FELAHA ANAHTAR
Zikirler –Duâlar, Arapça Aslından Türkçeye Çeviren: Abdulkadir AKÇİÇEK, 1987, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar