DERTLİ DENGBEJ MOHSEN NAMJOO...DOĞU’NUN LİRİK OZANI
Bir gün tüm şairlerin bir araya gelerek
toplanacağı o bereketli bahçenin garip bahçıvanı Hafız-ı Şirazi, tam bin
yıl önce anlatmıştır bu toprakların tutkulu hikâyesini; şiirle, şiir gibi,
şiirden yana. Beyitlerinden sayfalara dökülen kurumuş gül yaprakları,
mürekkebinden kâinata yayılan baş döndürücü hakikat sancıları ve hüznün
Farsçası sayılan o uzak ülke gazelleri…
Pers coğrafyasının kadim geleneğine ait
işte tüm bu izler, modern dönemde İran kültür havzasında birikmiş sanatsal
ilham’ın da omurgasını oluşturmuştur. Yalnızca Hafız’ın değil, Sadi’nin,
Ferîdüddîn-i Attâr’ın, Rumi’nin, Hayyam’ın, Firdevsî’nin ve Hemedani’nin
taşıdığı klasik Pers felsefesi ve edebiyatının, Abbas Kiyarüstemi’den
başlayarak tüm İran sinemasına -dil’ini ve kimliğini bulması noktasında- büyük
katkılar sağladığı yadsınamaz bir gerçektir. İran sinemasının ayakta durmasını
sağlayan önemli ve sağlam bir sütun olan bu bin yıllık sözlü ve yazılı kadim
edebiyat geleneği, sinema için olduğu gibi müzik için de özdeş anlamlar içeren
bir kaynak / dayanak olmuştur.
İran Klasik müziğinin öncülleri arasında
gösterilen Gulam Hüseyin Benan ile İran klasizminin yaşayan devleri Sima Biba,
Muhammed Rıza Şeceryan ve Şehram Nazeri gibi isimler müzikal damar itibariyle
bu kadim geleneğe ait sanatçılardır. Klasik İran müziğinin -geçtiğimiz yüzyıl
boyunca- Sadi'nin ve Hafız’ın şiirlerindeki anlam dünyası üzerine bina edilmiş
olması, genel yapının -yalnızca bu yüzden- hüzün ve kederle örüldüğü
düşüncesini akla getirir. Ama İran’ın toplumsal köklerinin Kerbela ağıtlarından
mülhem keskin bir matem havası ve hüzün kültürüyle birlikte derinleşmiş
acılarla hemhal olduğu gerçeği ve meselenin böyle bir kodla okunması
gerekliliği de, asla gözden kaçırılmamalıdır. Notalara sızmış bu derin keder,
oldukça anlaşılır ve kabul edilebilir aslında. Sözgelimi Şehram Nazeri’nin de
Sadi / Hafız yerine Rumi / Firdevsi çizgisini iradi olarak tercihi, müzikal
tavrı açısından hüznün yanında coşku’yu da öncelediğinin bir göstergesi
sayılır.
Son dönemde İranlı
müzisyenlerin dünya çapında artan popülariteleri ile oldukça dikkat çekmeye
başlamaları gözlerin yeniden Pers topraklarının mümbit hazinelerine
çevrilmesine yol açtı. Kemençe üstadı Kayhan Kalhor ve Keman virtüözü Farid
Farjad gibi isimlerin, tek bir enstrümanla dünyayı kendilerine hayran bırakacak
kadar önemli işler yapmalarıyla, Batı’nın -bir bakıma- oryantalist olmayan
gözlerinde adeta bir kıvılcım gibi hissedildiler. Geleneğin üzerine
farklı formlarla gidilerek oluşturulan bu müzikal yapı, bir anlamda dervişane
bir üslupla susuzluğunu gidermeye çalışan müzisyenlerin otantik bir arayışı da
sayılabilirdi. İran müziğinin modern dönemdeki en önemli ve en dikkat çekici
genç temsilcilerinden Mohsen Namjoo’yu da yine bu ‘suyunu arayan derviş’lerden
birisi olarak kabul edebiliriz.
İran’ın geleneksel müziğini; rock, caz,
blues ve etnik-pop ile birleştirerek / harmanlayarak kendine özgü bir sesleniş
biçimi ortaya koyan Namjoo’nun türler arasındaki bu gezintisini kendi kişisel
müzik yolculuğu içersinde değerlendirmek yaptığı işi daha iyi anlayabilmemizi
sağlayacaktır. İran sonuç olarak, şiir’in güncel iktidarı yakalayabildiği bir
ülke. Günlük konuşma diline sirayet eden dizeler, halkın ezberden şiirler
okuduğu meydanlar, şair büstleri, Cumhurbaşkanlarının mitinglerde halka Türkçe
şiirlerle seslenmesi, Şiraz şehri, Hafız’ın görkemli kabri, şiir albümleri,
şiir festivalleri ve hala büyük kalabalıklar toplayabilen meşhur şiir geceleri
ile şiire / şairlerine / şiir geleneğine sıkı sıkıya bağlı bir ülkeden söz
etmek çok mümkün, ayrıca şiir’in sokağa çıktığı ve daha da önemlisi sokakta
kalabildiği bir ülke olabilmiştir İran. Bu bağlamda şiir’in genel’e hitap
edebilme meselesinin halledilmesi ve neredeyse kültürel bir mesele olmaktan
çıkarak olağan devinime dâhil bir sosyoloji haline gelmesi, coğrafya üzerinde
icra edilen tüm sanatsal faaliyetleri de doğal seyrinde fazlasıyla
etkilemiştir.
Namjoo bu durumu şöyle açıklar mesela; ‘’Müziklerin
ve şiirlerin kaynağı uçsuz bucaksız İran kültürü ve tarihidir. Bu ezgiler ve
sözler, 400 yıldır çarpışan modernite ve geleneğin savaş alanı İran’dan
bahseder ve İran kültüründe bulur anlamını’’ Onun müziği de sırtını bu öze yani
bin yıllık (İslam sonrası dönem) Fars şiir geleneğine yaslamıştır. Namjoo,
Sadi / Hafız çizgisine yakın bir müzisyen olduğu için gerek onların
şiirlerinden bestelediği eserlerinde, gerek de kendi yazdığı sözlerinde, hep
çok derin bir kederin izleriyle hemhal olduğu hissedilir. Müziğinin hüzünle
eşdeğer bir çizgide ilerlemesi tercih ettiği kapı’nın, açıldığı deniz’in ve
yürümeye talip olduğu yol’un kısmetidir biraz da.
Kendi yaşantısını, ezberlenen bir
şiirdeki yalnız ama mutlu bir mülteci olarak özetler Namjoo, evet hikâyesinin
özeti budur; ‘’1976 yılında torbate jam’de doğdum. İşler hiç tahmin ettiğim
gibi yürümedi. Tahran Üniversitesi’nin eğitim sistemi beni hayal kırıklığına
uğrattı. Başlangıçta müzik aşkımdan dolayı müzik okumaya karar vermiştim,
sonunda müzik aşkım için müzik okumayı bırakmak zorunda kaldım. Sonunda,
felaket yıllarımın ardından, müzik benim tek işim haline geldi.
Eserlerim (100′den fazla), müzikle olan
18 yıllık yolculuğumun sonuçları. Toplumumdaki çelişkilere karşı, blues
müziğinin gülen gam’ını ve söyleyişini kullanırım; harmanlayarak İran gamıyla
ve söyleyişiyle. Anlatmak istersem eğer kederimi; İran söyleyiş tarzıyla
Blues’a doğru yol alırım ya da bir mülteci olarak bulurum kendimi ezberlenen
şiirlerde. Zor iştir birisi hakkında konuşmak, dolayısıyla emin değilim size
söylediklerimin, söylemem gerekenler olduğundan…’’
Onun, geleneksel İran müziğine yaptığı
modern dokunuşlarla kendi sesini bulma çabalarının ilk başta çok fazla kabul
görmemesi ve halkta bulduğu karşılığın da cılız kalması, her yeni sancı gibi
geçici olacaktı. İran müziğini alışılageldik kalıpların dışında bir formla
sentezlemesi ve şarkılarının geleneği zorlayan bir tarza sahip olması nedeniyle
üçüncü yılında üniversiteden atılması, Namjoo’nun müzikal kariyeri açısından
her şeyin başlangıcı sayılabilirdi. Terk ettiği akademik ruh, başka bir
dünyanın kapısını aralamıştı aslında ona. Üniversiteden atıldıktan sonra
Tahran'da peş peşe verdiği üç konser; ‘eserlerinin güçlü lirizm’i ve sanki
Mezopotamya’nın tüm ateşini bağrında taşıyormuşçasına yankılanan o kederli
sesiyle’ tüm dikkatleri üzerine çekmesini sağlamıştı. Yıllar sonra New York
Times tarafından ‘Acem- Bluses’ olarak adlandırılacak müzikal tavrının
temelleri terk ettiği akademi hayatı sonrasında verdiği bu ilk konserlerinde
atılmıştı aslında. (Küresel köyümüzde son dönemde ortaya çıkan world müzik
meselesi, paket sanat seviciliği ve etnik-haplardan oluşan 'oldukça şematik'
proje müziklerinin global bir dolaşımla hızla tüketime sunulması mevzusu
'değişik bir şeyler çal' diyen modern insan'ın iştahını kabartsa da,
şablonlardan uzak durarak yapılan esaslı müziğin ruhu’nu yaralamayı henüz
başaramıştır.)
Akademik ruh’un getirdiği müzikal disiplinden bile-isteye vazgeçen Namjoo, kendisini tamamıyla serbest bıraktığı bazı eserlerinde; bir takım deneysel çalışmalar, gırtlak oyunları, nağmeler, esler, iniş-çıkışlar kullanarak adeta bir gerilla gibi kendi müziğini sabote edecektir. Bu kasıtlı sabotaj onun müzikal algısına dâhil bir şeydir aslında. Namjoo, Val Sakhi ve Gees isimli eserlerinin bir kısmında kullandığı sure’leri, ‘’sünnet olan değil, İslam’a uygun olmayan yöntemle’’ teganni ederek, yani tecvide uymadan, kelimelerin ritmini bozarak okur. Bunun sonucunda -daha sonra amacının asla bir saygısızlık yapmak olmadığını belirten bir özür mektubu yayınlamış olsa da- beş yıl hapis cezasına çarptırılarak, çok uzaklara sürgün edilmiş bir ses olmuştur. [9 Haziran 2009'da şarkıcı Mohsen Namjoo , bir şarkıda Kuran'ı alaya aldığı için gıyaben beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2008'de Namjoo, asla halka açıklanmadığını iddia ettiği şarkı için özür diledi.Wikipedia site:cekmekoyevdenevenakliyat.org] İranlı bir Sünni olan Namjoo, müziğe ve Allah’a duyduğu aşkı geleneğin tanıdığı özgürlükler çerçevesi dışına taşıyarak hata yaptığını kabul etse de, memleketine dönüşü neredeyse imkânsızdır artık, evet gurbetine sürgün değmiştir.
Klasik İran şiiri ve modern dönem İran
şiiri’ ile kendi şiirini harmanladığı aşk ve keder dolu şarkı sözlerini
hançeresine doldurduğu bin yıllık Pers ateşiyle ruhumuza üfleyen, yitik doğu
ezgilerinin itibarı için kendi kapısında nöbet bekleyen, belki de bu yüzden
akademik bir müzik penceresinden asla görülemeyen bir nefestir Namjoo. Doğu’nun
tüm acılarına değen sesine dertli bir dengbej takılmış gibidir sanki ya da bir
rockçı, bir cazcı, bir mevlithan ve bir ölümlü…
Meşhed’ten esen rüzgârların, damarın
doruklarında gezinen şarkılarına ve mutlak hüzünlere çıkan notalarına söyleyeceği
bir şey vardır. Kor’a söz verilmiştir, gırtlağı ateşe kesmiştir bu yüzden.
İran’ı ve Pers topraklarını ayakta tutan güç de budur; Hafız’dır, gelenektir,
kadim kültüre duyulan keskin bağlılıktır. Asıl sütun, asıl ittifak, asıl güç ve
gerçek zenginleştirilmiş uranyum bura’sıdır aslında. İran bu yüzden üç bin
yıldır ayakta ve yıkılmayacaksa da bu yüzden yıkılmayacak.
Namjoo, hiç dinmeyen bir uzunhava gibi
ciğerlerimizi delip geçen bir ses olur. O şarkısını söyleyince anlarız;
yalnızca yağmurun sesidir bu içimize dökülenler.
Namjoo, Doğu’nun bereketli ezgilerini
söylerken, gökyüzünde Doğu ile Batı arasında dolaşan bir seyyah durur. Batı’nın
da Rabbi Allah, der gibi mırıldanarak...
Ama şüphesiz Doğu’ya ait, Asya’ya ait
bir kederdir onun ki; ‘’Jabre Joghrafiai’’ şarkısının sözlerinde saklıdır tüm
Ortadoğu; ‘’Ellerini başlarının üstüne koyuyorlar / Senle hiç bir işleri yok
/ Seni oyunlarına almıyorlar / Seninle dalga geçiyorlar / Asya’da doğmana
coğrafyanın zulmü derler / Kaderin azizliğidir / Kahvaltın çay ve sigaradan
ibarettir…’’
Bu coğrafyayı sesiyle sakinleştirmeye
talip bir dengbej ve bahçıvan’a yüz süren bir toprak gibi, hüznün Farsçasıdır
ya da sadece, yazıldığı gibi hiç okunamayan...
Acının dili hep aynı, kalplerin
sürgünlüğü de. Bir tufan inşa ederiz sonra içimizdeki tüm Nuh’un gemilerine,
bir gün tüm kavgalar, tüm savaşlar ve tüm ölümler sustuğunda duyulacak diye, o
güzel şarkıların sesi.
Ey sareban!(kervancı) bir büyücünün âşık
olduğu iri zeytin gözlü Pers kızlarının hikâyesini anlat bize. İran’da bir
Sünni’yi anlat ve kederli o Kürt çocuğunu en çok! Leyla’mızı götürmeden,
Leyla’ya çıkan tüm yolları anlat bize. Her gün aşura’yı anlat, her yer
Kerbela’yı…
Hazar kıyısında koşturan çocukların ayak
seslerine, Nakş-ı Cihan’da su seslerine, Siesapol’da çay kaşıklarının unutulmuş
seslerine, İsfahan’da Zayende nehrine bakıp hayal kuran Sadi’nin hüznüne…
Hz. Hüseyin aleyhisselâmın
atının sendelediği o dünyanın en kahredici, en kalplere sığmayan kederini anlat
bize!
Gülüşlerini yere
düşürmeyen çocukların kokusuna, Şiraz’da Hafız’ın kabrine dökülen güllerin
ruhuna, Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anhin gözlerindeki hiç bitmeyen
o sükûta götür bizi ey Sareban!
Herkese iyi pazarlar.
Kaynak: Güven Adıgüzel – İtibar dergisi
Erişim: https://farsdili.emsile.com/node/264
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar