Print Friendly and PDF

[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] YÜZ ON BEŞİNCİ KISMI


Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

VASIL

Hakkın Gelin Oturaklarında Aşık-Âriflere Sevenlerin Sevgideki Özelliklerini Kendilerine Vermek Üzere Olan Tecellileri

Bu bölümü, Hakkın âşık-âriflere tecellilerinden söz eden bir bö­lümle bitiriyoruz. Oturak ve tecelligah, sevenin niteliğidir. Bu, onun öldürülmüş olmasıdır, çünkü seven doğa ve ruhtan bileşiktir.

Ruh nurdur, doğa karanlık

Her ikisi de kendiliğinde birbirine zıt

İki zıt birbirini iter ve birbirinden kaçar. Her birisi diğerini kontrol etmek için ve yönetimi ele geçirmek için ötekiyle didişir. Seven ise ya doğanın kendisine hakim olması ile karşılaşır. Bu durumda bedeni ka­ranlık olur. Böylelikle yaratıklarında Hakkı sever. Ardından nur asla itimat ederek karanlıkta derece derece yükselir. Bu durum, ‘Onlar için bir ayet de gecedir. Ondan gündüzü çıkartırız, bir anda karanlıkta kalırlarHİS ayetinde belirtilir. Gündüz ışıktır. Böylelikle gece ve gündüzün birbirine zıt olsalar bile komşu oldukları bilinir. Birisinin diğerinden gizlenmesi mümkündür. Dolayısıyla iki durumu bir araya getirmem nedeniyle Hakkı yaratıklarda sevmek bana zarar vermez. Sevene hakim olan şey ruh olursa bedeni ruhanî olur ve böylelikle hakta sever. Bunun kaynağı ‘size verdiği nimetler nedeniyle Allah Teâlâ’yı sevin’ hadisidir. Böyle­likle kendi emriyle verdiği nimetleri için Allah Teâlâ’yı sever. Bu durumda ise Hakkı müşahede eder. İki zıt arasmda her ne zaman gayret meydana gelir de ve her bir zıt talep ettiği şeyi kendi zıddına ait olduğunu gö­rünce şöyle diyecektir: Onu öldürün ki, zıddım ben olmaksızın onula ortaya çıkmasın. Doğa onu öldürürse, o da ölür. Bu durumda o, var olanları seven biridir. Ruh onu öldürürse, Rabbinin nezdinde rızıklanan diri bir şehit olur. Bu kişi, her durumda öldürülendir. Alem­de seven herkes böyledir, farkında olmasa bile böyledir!

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin telef olması bakımından niteliği: Allah Teâlâ onu zâhir ve bâtın isminden yaratmış, onu gayb ve şehadet âlemi diye yaratmış ve onun için sayesinde iki hükmü ayırt ettiği bir akıl yaratmıştır. Bunun amacı zatındaki iki âlem arasmda ölçüyü yerleştirmektir. Sonra Allah Teâlâ ona ‘O’nun benzeri bir şey yoktur416 özelliğinde tecelli ederek onu şaşırtır. Bu tecelli ona terazi ortaya koyma imkânı vermez. Ardından Allah Teâlâ ‘O işiten ve görendir5417 buyurur. Bu durumda, adaleti ve terazi koymayı gerekti­ren bir hal göremediği için, telef olarak yükümlülük sınırının dışmda kalır. Çünkü sadece aklıyla sınırlanan akıllı yükümlüdür. İşte bu, telef olması anlamında sevenin niteliğidir.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği, isimleriyle Allah Teâlâ’ya yolculuk yapmasıdır. Allah Teâlâ

âlemin isimlerinde kendisine tecelli ettiği gibi güzel isimlerinde de ona A . . . tecelli eder. Alemin isimleriyle gerçekleşen tecellide seven, onun kendisi

için Haktan gelen bir iniş olduğunu zanneder. Bu ise, onun ufkundan

meydana gelmez. Allah Teâlâ’nın güzel isimleriyle ahlaklandığında ise, Allah Teâlâ

ehlinin yolunun Allah Teâlâ’nın ahlakıyla ahlaklanmak şeklindeki uygulamaları

onda hakimdir. Böyle biri, alemin isimlerinin -Allah Teâlâ için değilkendisi

için yaratıldığını zanneder. Ona göre bu isimlerde Hakkın yeri, ilahi isimlerde kulun yeri gibidir. Bunun üzerine şöyle der: Allah Teâlâ’nın huzuru­na sadece kendi isimlerimle girerim. Yaratıklarının yanma çıktığımda ise, onlara Allah Teâlâ’nın güzel isimleriyle ahlaklanmak için çıkarım. Kendi isimleri olduğunu zannettiği isimlerle Hakkın huzuruna girdiğinde -ki ona göre bu isimler âlemin isimleridirnebilerin isra yolculuğunda, ufuklarda ve nefslerindeki miraçlarında gördükleri ayederi görür. Bu durumda hepsinin Allah Teâlâ’nın isimleri olduğunu, kulun isminin olmadığı­nı, hatta ‘kul’ isminin bile ona ait olmadığını, tıpkı diğer güzel isimler gibi onunla ahlaklandığmı öğrenir. Bu durumda Allah Teâlâ’ya gitmenin, hu­zuruna girmenin ve nezdinde bulunmanın ancak O’nun isimleriyle ola­bileceğini öğrenir. Âlemin isimleri de Allah Teâlâ’nındır. Yaptığı ihmalden sonra hatasmı anlar. Bu müşahede, kendisiyle ibadet ettiği zatı ayırdı­ğında kaçırdığı şeyleri telafi etmesini sağlar. İşte bu, büyüklük otura­ğında yüce bir tecelligahtır. Ebu Yezid el-Bestami’nin ulaştığı son mer­tebe bunun altındaydı. Çünkü onun ulaştığı son hal, kendinden aktar­dığı kadarıyla, ‘bana ait olmayan şeyle bana yaklaş’ ifadesidir. Bu, onun Rabbinden olan payıydı. O ise, bunu bir gaye olarak görmüştü ki, (gerçekte olmasa da ona göre) öyleydi, çünkü (ulaştığı) bu yer, Ebu Yezid’in gayesiydi, yoksa gerçekte son ve gaye değildi. İşte bu, başka bir tarzdır. Nebiler ve resullerden başka, veliler arasmda onu tadanı görmedim. Onlar ise bunu bu özel tecelliden tatmış, Allah Teâlâ’yı şekilcilerin ilminde ‘teşbih’ sıfatları diye isimlendirilen özelliklerle nitelemiş, böyle­likle Hakkın kendisini yaratıkların nitelikleriyle nitelediğini zannetmiş­ler, ardından onları tevile kalkışmışlardır. Bu müşahede ise, âlemdeki her bir (şeyin) adının gerçekte Hakka ait olduğunu belirtir. Her isim yaranklara -mana yönünden değillafız bakımından verilebilir ve yara­tıklar o isimle sadece ‘ahlaklanmıştır.’ Bunu anlayınız!

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin özelliği uçuculuktur:

Doğru bilgidir bu, üzerinde toz yok

İrademiz dışında söylediğimiz bu mısra, âlemin isimleri hakkında zikrettiğimiz şeyi ifade eder. (Kuşa benzetilen) Aşık, ilahi isimlerin onun yuvası olduğunu zanneder. Yuvasından başka bir yerde olduğu kendisine açıklanınca, ortaya çıkar ve varlığından uzaklaşır, kendi olu­şunun havasında hakkının ismiyle dolaşır. Bu kişi, her nefes başka bir nefese kanadanır. Çünkü bütün isimler ‘O her gün bir iştedir’4'* denilen kimseye aittir. Öyleyse seven, her gün bir işten diğerine uçar. Onun müşahedesi bunu gerektirir.

OTURAK VE TECELLİGAH

Başka bir özellik, sevenin sürekli uykusuzluğudur. Bunun nedeni, sevilenin ‘uykunun ve dalgınlığın tutmadığı4'9 kimse olmasıdır. Seven, Hakta bu özelliğin O’nun âlemi korumak için onu sevmesinden kay­naklandığını bilir ve bu bakışa Hakkın sûreterde tecellisi kendisini ça­ğırmıştır. Söz konusu suretlerin hükümleri vardır ve bazı suretlerin hü­kümlerinden birisi de uyumaktır. Hakkı böyle bir surette, o suret yö­nünden ‘uyku ve dalgınlığın tutmadığı420 kimse olarak görür. Bunun âle­mi korumayı sevmesinden kaynaklandığını anlar. Seven sevgilisiyle otu­ran ve sevdiği de bu nitelikteyse, uyku kendisine haramdır! O halde se­ven, ayrılık halinde bile uykunun kendisine haram olduğunu söyler. Hal böyleyken, kendisini görürken ve kendisiyle otururken nasıl uyuyabilir ki? Şair, ayrılık uykusuzluğu hakkında şöyle der:

Sizden sonra uyku bana haram Dostlardan ayrılan nasıl uyur ki?

O halde müşahede varken uyku âşığa daha da uzaktır.

Yüz On Beşinci Kısım 253

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin başka bir özelliği de, gamını gizlemektir. Başka bir ifadey­le, onun tasası gizlidir ve görünmezdir. Bunun nedeni, ‘Allah Teâlâ’yı hakkıyla takdir edemediler’42' ayetidir. Müşahedede her zerrenin Allah Teâlâ’nın izniyle hareket ettiğini görür, çünkü (bütün) hareketlerinde onu hareket etti­ren, Allah Teâlâ’dır. Ayrıca âlemin (kendisine böyle davranan) Yaratıcısına saygısızca ve Hakka nitelik olmaya yaraşmayan şeylerle -ki bunlar med­lulü yokluk olabilecek şeylerdirkarşılık verdiğini müşahede eder. Bu­nun üzerine konuşmak ve muhabbetin gerektirdiği (sevilen hakkındaki) kıskançlık gayreti göstermek ister. Sonra görür ki, bu da Hakkın izniyledir. Çünkü o, eşyadan önce Allah Teâlâ’yı görenlerdendir -ki bu, Ebu Be­kir’in makamıdır. Böylelikle, susar ve gamını, üzüntüsünü gösteremez. Sevgi, sevilene karşı yapılan davranışın O’na yaraşmadığını ona kabul ettirir (üzüntünün kaynağı budur). (Gizlemeye gelirsek) Fakat Görür ki onlara söylettiği sözlerle yaratıklarını kendisine musallat eden Haktır. Hakk, onlarm önüne bir perde çekmiştir. Böylelikle sevenin gamı, dün­yada gizlenirken ahirette üzüntüsü yoktur. Bu nedenle de dünyadan ay­rılmak ister.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin başka bir özelliği, dünyadan çıkarak, sevgiliye kavuşmayı arzulamasıdır. Bununu nedenini önceki bölümde açıklamıştık: Nefs, dinlenmek ister. Üzüntü yorgunluk iken onun gizlenmesi daha da yo­rucudur. Dünya, üzüntülerin yeridir. Bu oturağın ait olduğu şey, seve­nin sevgilisine kavuşmayı istemesidir. Bu ise, Hakkın belirlediği özel kavuşmadır. Çünkü her durumda müşahede edilen O’dur. Fakat Hakk mertebelerden dilediğini belirlediğinde ve onu özel bir kavuşmanın mahalli yaptığında o yerde Hakla talep ederiz. Ona ise ancak bu ka­vuşmayla çelişen dünya hayatından çıkarak ulaşabiliriz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem dünyada kalmayla ahirete göçmek arasında serbest bırakıldığında, ‘en yüce dost’ demişti, çünkü dünya hayatmda ‘düşük dostluk’ ile birliktey­di. Bir rivayette şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’ya kavuşmayı -yani ölümükim is­terse, Allah Teâlâ ona daha çok kavuşmak ister. Kim Allah Teâlâ’ya kavuşmayı sev­mezse, Allah Teâlâ da ona kavuşmak istemez. Böylelikle sevmediği şekilde onunla ölümde karşılaşır. Bu ise kendisinden perdelenmesidir. Hakk kendisine kavuşmayı isteyenlere tecelli eder. Ölüm ile Hakka kavuşma­nın bir tadı vardır. Bu tat, dünya hayatında Hakka kavuşmada bulun­maz. Öyleyse bizim ölüm ile Allah Teâlâ’ya kavuşmamız ‘Sizin için boşaltacağız (fariğ)’422 ayetine benzer. Bizim için ölüm, ruhlarımızın bedenlerini yö­netmekten ‘fariğ olmasıdır.’ Onlar, sevenin bu hali zevk yoluyla elde etmesini kast etmişlerdir. Bu ise, ölerek -hal ile değildünya hayatından çıkmayla mümkün olabilir. Ölüm, doğumdan itibaren kendisiyle bu ta­nışıklığın gerçekleştiği ve ortaya çıktığı bedeni terktir. Hatta beden, ru­hun ortaya çıkmasının sebebidir. Hakk ruh ile bedeni aralarındaki ilgi sabit olduğu için ayırmıştır. Bu ise, kendilerine olan sevgisi nedeniyle, Allah Teâlâ’nın kullarına olan gayretinden kaynaklanır. Allah Teâlâ, onlar ile başkası arasında bir ilgi ve alakanın olmasını istemez. Bu nedenle Allah Teâlâ ölümü yaratmış, kendisini sevme iddialarını sınamak üzere, ölümle onları sı­namıştır. Ölümün hükmü sona erince, Yahya Peygamber cennet ile ce­hennem arasında ölümü kurban eder. Artık cehennem veya cennet eh­linden kimse ölmez. Âşıkların dünyadan çıkarak sevgiliye kavuşmayı is­temelerinin nedeni budur. Çünkü gayret bir yorgunluktur. Ölüm ise, kurban edilmekle özel bir hayat yaşar. Nitekim ölüm sonrası hakkında böyle hüküm verdik, insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, sevdiğiyle arasına giren şeylerle arkadaşlık­tan sıkılmasıdır. Sevende bu nitelik ilkinden daha geneldir. Çünkü arif ile sevgiliye kavuşmak arasına sadece yokluk girebilir ve o ise burada yoktur. Varlık, O’ndan başkası değildir. Öyleyse ârif gördüğü her var­lıkta Hakkı görür. Dolayısıyla seven ile sevilen arasında sadece yaratıl­mış perdesi bulunur. Seven bir Yaratan ve yaratılmış bulunduğunu bilir ve bu hakikatin kendisine eşlik etmesini ortadan kaldıramaz. Çünkü o, onun aynıdır ve bir şey kendinden uzaklaşamaz. Kendisi, sevgilisine ka­vuşmak ile arasında bir engeldir. Bu nedenle seven, yaratılmış olduğu için, kendisinden sıkılır. Onun kendi varlığıyla beraberliği ise, özünden kaynaklanır ve hiç bir zaman ortadan kalkmaz. Dolayısıyla seven, her zaman sıkılır ve nedeni de budur. Çünkü şöyle zanneder: Bedenden ay­rıldığında, bileşikliği terk etmiş olacak ve bu durumda -İkincisi olma­yanbasite dönüşecek, kendi salt birliğiyle tek kalacaktır. Bu birliği Hakkın birliğiyle çarptığında ise -ki kavuşma demektir-, çarpımdan or­taya çıkan Hakk (kendisi) olur, yoksa O olmaz. Bu ise, onu sıkar. Sevenârif ise bundan sıkılmaz. Çünkü ârif, htihad risalesinde belirttiğimiz üzere, işin kendiliğindeki durumunu bilir.

OTURAK VE TECLLİGAH

Sevenin bir özelliği de, çokça ahlanmak ve vah etmektir. Bu du­rum, ‘İbrahim vah ederdi, hilim sahibiydi423 ayetinde dile getirilir. Hakkın Rahman ismi yönünden niteliği, O’nun bir nefesinin olmasıdır. Bu ner fes sayesinde Allah Teâlâ, kullarının güçlüklerini açar. Alem bu nefeste ortaya çıkmış, bu nedenle âlemin yaratılışı ‘ol (kün)’ sözüne bağlanmıştır. Harf, havanın kesifleridir ve harfi meydana getiren şey -kendisi değilhavadır. Çünkü harf havanın (boğazda) kesilmesi esnasmda ortaya çı­kabilir ve hava nefestir. Bu nedenle unsurlar arasmda hava, doğanın kendisidir ve bu nedenle harfleri kabul eder. Bu, esinti esnasmda kendi­sinde ortaya çıkan seslerdir. Seslerden ortaya çıkan ise, he, hemze harfi­dir. Bu ikisi, mahreçlerin en aşağısındadır, çünkü bu ikisi, kalpten sonra gelir. Bunlar, boğaz harflerinin ilki, hatta göğüs harfleridir. Bu ikisi, üf­leyenin şekillendirdiği ilk harflerdir. Çünkü o ilktir. Bunun nedeni, nef­sin ortaya çıktığı yer olan kalbe yakınlığıdır. Âlem ‘ol’ sözüyle yaratıla­rak ortaya çıktığı gibi bütün harfler de ondan (hemze) ortaya çıkmıştır. Bu, Allah Teâlâ izin verirse, nefes bölümünde zikredeceğimiz garip bir du­rumdur. Hakk sevenin kalbinde tecelli ettiğinde, basiret gözü kendisine bakar -çünkü kalp Hakkı sığdırmışdr-. Bu esnada seven, doğal yaratılı­şın kmamışhğmı görür. Halbuki o, bu ilahi sırları içermektedir. Seven, bu doğanın âlemde Rahman’m nefesinden ortaya çıktığını görür. Buna rağmen kınanmıştır ve değeri bilinmemiştir. Bunun üzerine seven, bu konuda gördüğü açıklık ve duruluk nedeniyle, bu (doğanın değerini) zedeleyici Hakk karşı çokça ah eder. İnsanlar ise, bu açıklığı göremez ve ondan perdelenmişlerdir. Seven, Allah Teâlâ hakkında gayrete gelerek, perdeli insanlara şefkat eder, (doğanın durumu hakkmda ise) vahlanır. Şefkatin nedeni, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in imanın kemalini ‘müminin kendisi için sev­diğini kardeşi için de sevmesi’ diye nitelemesidir. Seven, Allah Teâlâ’nın bu müşahededen mahrum bıraktığı insanlara karşı üzülür ve vahlanır. Bu­nun nedeni, sevgilisine duyduğu sevgidir. Çünkü o, yaratıkların sevgili­sini görmediklerine tanıktır. Sevginin bir özelliği de, sevilene karşı şef­kattir, çünkü sevgi bunu gerektirir.

OTURAK VE TECELLİGÂH

Sevenin bir özelliği de, sözünü ve zikrini okuyarak sevgilisini yâd etmeye kendisini vermesidir. Allah Teâlâ ‘Biz zikri indirdik424 diyerek sözünü ‘zikir’ diye isimlendirdi. Bilmelisin ki, oluşun varlığının esası -başka bir özellikten değilbilhassa kelam özelliğinden meydana gelmiştir. Çünkü oluş (âlem), Allah Teâlâ’nın sadece kelamını bilir ve onu duyar (sema’). Du­yarken de haz alır. Bu nedenle âlem, ‘ol’ emri karşısında olmaktan başka yol bulamamıştır. Bu sema’ (duyma), harekete, titreşmeye ve yer değiş­tirmeye yol açar. Çünkü duyan kişi, ‘ol’ sözünü duyunca, yer değiştirir, yokluk halinden varlık haline geçerek meydana gelir. Sema’ yapanların hareketlenmesinin kaynağı budur. Onlar, vecd sahipleridir ve vecdin kimin hakkında olduğu önemli değildir. Çünkü vecd, özü gereği neyi gerektiriyorsa onu gerektirir. Sevilen ise değişir. Çünkü sevgi, vecd, şevk ve sevginin bütün nitelikleri -sevilen her kim olursa olsunsevgi­nin özelliğidir. Şu var ki biz bu kitapta -gerçekte sevilen olanAllah Teâlâ sevgisini inceliyoruz. Bununla birlikte bazı insanlar, gerçekte sevilenin Allah Teâlâ olduğunun farkına varamazken bazıları bunun farkındadır. Farkı­na varanlar, âriflerdir. Onlar, canlarını, ailelerini ve arkadaşlarını sevmiş olsalar bile, gerçekte sadece Allah Teâlâ’yı sevmişlerdir. Öyle ki salih insanlar­dan birisinin şöyle dediği bize aktarıldı: ‘Mecnun Kays, Allah Teâlâ’yı seven­lerdendi. Leyla’yı ise bu sevgisine perde etmişti. O, aşka tutulanlardan­dı.’ Bu sözün doğruluğunu Leyla’ya söylediği şu sözünden çıkarttım: ‘Benden uzak dur, çünkü seni sevmek, beni senden uzaklaştırdı.’ Onu kendisine yaklaştırmadı ve getirtmedi. Sevginin bir özelliği de, sevenin sevgiliye kavuşmayı istemesidir. Bu davranış, sevgiyle çelişir. Sevenin bir özelliği, sevilen ansızın geldiğinde, bayılması, düşmesi ve dehşete kapılmasıdır. Burada seven sevdiğine şöyle der: ‘Benden uzak dur!’ Halbuki Mecnun, dehşete kapılmamış ve kendinden geçmemiştir. Bu davranışıyla -bana göreo arifin Mecnun hakkında söylediği sözün doğruluğu ortaya çıkar ki, bu, uzak bir ihtimal değildir. Allah Teâlâ’nın kulları arasında gizledikleri vardır. Buradan sevenler, sevgilinin zikrine ve ke­lamına yönelirler. Kuran Allah Teâlâ’nın kelamıdır ve o bir zikirdir. Dolayısıyla sevenler, hiçbir şeyi Kuran okumaya yeğlemezler, çünkü onlar, Kuran okurken kendilerinden geçerler. Sanki konuşan onlar değil Allah Teâlâ’dır! Bir ayette ‘Onu komşu edin, belki Allah Teâlâ’nın kelamını duyar425 denilir. Halbuki okuyan peygamberdi. Kuran ehli, Allah Teâlâ’nın ehli ve seçkinlerdir. Onlar, seven âşıklardır.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevgilinin bir özelliği de, sevdiğinin sevdiklerine uymasıdır. Bu, ancak özel olarak Allah Teâlâ’yı sevenlerin niteliklerinden birisi olabilir, çünkü Allah Teâlâ, sınırlanmaz ve belirlenmez. Allah Teâlâ el-Karib isminde tecelli ettiği gibi el-Baid isminde tecelli eder. Dolayısıyla Allah Teâlâ, Karib-Baid’dir (Yakın-Uzak). Seven şöyle der:

Sevgilinin yaptığı her iş sevimlidir.

Sevenin (sevdiği) fiil uzaklık ise, seven de sevgiliden uzaklığı sever, çünkü sevgili onu istemiştir. Bu esnada uzaklığı -kendisi için değilsev­diğinin (onu) sevmesi nedeniyle ister. Başka bir ifadeyle uzaklığı ken­dinden dolayı değil, sevilen onun niteliği haline gelsin diye, sevgilisinin onu sevmesi uğruna sever. Sevgili sevenin niteliği olunca, seven artık onunla ayakta durur. Bu durumda ise, uzaklıkta kavuşma gerçekleşir ve yakında olduğundan daha çok ulaşmıştır sevgiliye. Çünkü yakınlıkta kendi niteliğiyle bulunur, sevgilisinin niteliğiyle değil! Çünkü bir ma­halde bir nedenlinin (malul) iki illeti olamaz, böyle bir şey geçersizdir. Öyleyse seven yakınlığı (sevgiliden dolayı değil) kendisinden dolayı sevdiği gibi, uzaklığı sevgilisinin (onu istemesi) nedeniyle sever. Binae­naleyh seven, uzaklığın sevilmesinde yakınlığı sevmesinden daha yetkin bir sevgiye sahiptir. Bu anlamda şu mısraları söyledik:

Arzu güzellik ve parlaklık arasındadır Güçlü adamlar ona direnebilir

Kalbi zayıflar ondan acizdir Nimet ve nazda kalbi (zayıflamış olan)

Ayrılıkla birlikte benim değişmem Vuslatta kucaklaşmamdan daha tatlıdır

Çünkü vuslatta ben nefsimin kuluyum Ayrılıkta ise Mevla’nın kulu!    '

Sevgiliyle meşguliyet her bakımdan Kendi halimle ilgilenmekten daha iyi gelir

Bu şiirde sevgilinin tercih ettiği şeyleri tercih dile getirildiği gibi daha önce işaret ettiğimiz hususlar da yer alır. ‘Sevilen sevenin özelliği­dir’ ifademize gelirsek, bu durum, ‘Onu sevince, duyması ve görmesi olurum’ kutsi hadisinde belirtilir. Allah Teâlâ kendi gözünü kulun gözü ve kulağı yaparak onun niteliği olduğunu tespit etmiştir. O halde seven, uzaklığı sadece sevgili onu istediği için sever. İşte bu, uzaklıktaki nihai vuslattır.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, hizmeti yerine getirirken saygılı davranıp davranmadığından korkmaktır. Gerçi bundan orta derecedeki ârif kor­kar. Söz konusu kişi, mârifette tahkik derecesine ulaşmamış, şuur zev­kinden başka zevk olmaksızın onun farkına varmıştır. Böyle biri seven­dir. Seven ise, sevgilisinin bütün emirlerine itaat eder. İşin gerçeği şu­dur: Emreden emredilenin aynı olduğu gibi seven sevilenin aynıdır. Ancak zâhir, mazharın hakikatine göre zuhur eder. Mazharlar ile zâhir-


de türler ortaya çıkar, hükümler ve isimler farklılaşır, itaatkâr ve günah­kâr birbirinden ayrılır. O halde şuur makamında olup zuhur eden (için) eşyayı yerli yerine yerleştirmeyen kimse, hizmette saygıyla çelişen dav­ranışın kendisinden ortaya çıkmasından korkar ve şöyle der: ‘O vardır.’ Varlıkların tek hakikat olduğunu düşünenler de bu görüştedir. Fakat söz konusu kişi, bunun nasıl olduğunu bilemez ve dolayısıyla sürekli edebe aykırı hareket eder, çünkü o, bir zevk olmaksızın bunu elde et­miştir. İnsanların bedenlerini yönetenin tek bir ruh olup Zeyd’in ruhu ile Amr’ın ruhunun aynı olduğunu ileri sürenlerin görüşü budur. Bu konuda başka pek çok yerde zikrettiğimiz büyük bir hata vardır. Çünkü böyle bir durum, Zeyd’in bildiğini Amr’ın bilmesini gerektirir, çünkü her birinde bilen, onların ruhudur ve (bu iddiaya göre) o da tektir. Bir şey, bir konuyu hem biliyor hem bilmiyor olamaz. Böylelikle seven, ha­ta ve yanılgıyla kendisinden az bir hürmetsizlik çıktığında, gerçekleşen bu hataya karşı belirttiğimiz gerekçeye dayanmaktan korkar. Bu du­rumda -üzerinde gözükendikkatsizliğe düşer. Sevgi ise, sevilene hür­mette diretir. Seven -sevginin fazlalığı nedeniylenaz halindeyse ve kendisini sevilenin aynı görüyorsa, ‘ben sevdiğimim, sevdiğim bendir’ diyecektir. Sevenin korkmasının nedeni budur.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de Rabbi hakkında kendinden meydana gelen çok şeyi azımsamasıdır. Buna karşın sevgilisinden meydana gelen az şe­yi çok sayar. Böylece o, seven olması bakımından, kendinde gördüğü kırıklık, horluk ve sevginin sevenlerde etkisi olan hayreti ayırır. Buna karşı sevilenin büyüklüğünü, haşmetini, üstünlüğünü, önderliğini ve şaşırtıcılığını görür. Sahip olduğu her şeyi verse bile, verdiğinin verdiğine göre pek az olduğunu düşünür. Sevgilisinin hakkı, ona göre, kendi hakkından büyüktür. Daha doğrusu, kendi adına bir Hakk görmez. Bu­nunla birlikte seven gerçekte nefsinin hakkı için çalışır. İşte, muhabbe­tin gereği budur.                                                    .

Bir hükümdarın İyas adlı çok sevdiği bir kölesi varmış. Bir gün bir arkadaşı hükümdarın huzuruna girmiş, kölenin ayaklarının hükümdarın


 

kucağında olduğunu, hükümdarın ise onları ovduğunu görmüş. Şaşı­rınca İyas şöyle demiş: cNe oluyor? Bunlar İyas’ın ayakları değil, hü­kümdarın kalbi! Onları kucağına koymuş ve ovuyor.’ İşte bu, ‘seven kendisi için çalışır’ derken kastettiğimizdir. Çünkü bu davranışta sevenin sadece bu fiille ulaşabileceğibir haz vardır. Gerçekte sevgili, kendisinden elde ettiği hazzı ona ihsan etmiş olmakla, sevene ihsan eder. Seven, sevgiliden gelen her şeyin çok olduğunu görür, çünkü o, efendinin köleye ihsanıdır. Sevenin sevgili için yaptığı her şey -ki onu memnun etmek üzere can vermek de olabilirmutlaka azdır, çünkü böyle bir davranış, kölenin cömert Efendisine itaatidir. ‘Allah Teâlâ’yı hakkıyla takdir edemediler.’426 Öyleyse sevilen hiçbir şeye muhtaç değildir ve bu nedenle verdiği az, çoktur. Seven ise, muhtaçtır ve (verdiği) çok, azdır. Sûfilere göre, bu nitelik sevenin niteliği olsa bile, buradaki seven, bilgisi az ve sevgisi çok olan biridir. Söz konusu kişi, kör bir şekilde sevendir. Çünkü bir yaratılmışın sahip olacağı bir şey yoktur ki, seven onu kü­çümsesin veya fazla görsün! Seven Allah Teâlâ ise, kulunun az yaptığını çok görür. Bu durum ‘Gücünüz ölçüsünde Allah Teâlâ’dan korkun427 ve ‘Allah Teâlâ insanı güç yetirebildiği şeyle yükümlü tutar428 ayetlerinde dile getirilmiştir. Allah Teâlâ’nın sevdiği kulları hakkında çoğu azımsamasına gelirsek, Allah Teâlâ’nın nezdinde varlığa girmesi mümkün olmayacak nihayetsiz şeyler bulunur. Varlığa giren her şey sonludur. Sonlu, sonsuz ile kıyaslandığında -az veya çok olsa bilebir hiçtir. Burada uzun sürecek açıklamalar olabilir, fakat biz kısa tuttuk!

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özeliği de, sevgilisine itaatle bağlanmak, ona karşı gel­mekten uzaklaşmaktır. Şair şöyle der:

Sevdiğini söylüyorsun da İlah’a asisin  Böyle bir sevgi intkânsız

Sevgin dürüst olsaydı, itaatkâr olurdun Seven sevdiğine itaatkârdır

Seven köle ve kuldur. Kul ise, Efendinin emirlerinin sınırında du­ran, emirlerine ve yasaklarına karşı gelmekten sakınan kişidir. Efendi onu yasakladığı bir yerde görmez veya kendisine emrettiği bir yerde onu aramaz. Kul, O’nun önünde hazırdır. Efendi bir şey emrederse, se­ven, Efendisi onu kullanıp kendisine emir verdiği için bunu bir ihsan sayar. Çünkü böyle bir emir, Efendinin kuluna ve kölesine ilgisini gös­terir. Köle ilgilendiği işte Efendisini görmekten ve müşahededen mah­rum kalırsa, Efendisinin emirlerinde ve O’nun izniyle tasarrufta bulun­ması nedeniyle haz alır ve nimedenir. Seven Allah Teâlâ ise, sevilenin ona verdiği emir, dua ve kendisini ilgilendiren ve sevdiği işleri arzulamaktır. Kul bazı şeyleri nahoş bulur. Allah Teâlâ’ya yasaklama kipinde dua ederek ‘Kalplerimizi saptırma’*29, ‘bize yük yükleme’™, ‘taşıyamayacağımız şeyi bi­ze yükleme431 gibi ifadeler kullanır. Bu, yasaklama tarzındaki bir dilektir. Böylece efendisine karşı olumlu ve olumsuz emir gerçekleşmiştir. Hak­kın sevdiği kuluna olumlu karşılık vermesi ise, kulun Efendinin emirle­rine itaatine ve O’na itaatsizlikten sakınmasına benzer.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir niteliği de, bütünüyle kendinden çıkmaktır. Bilmelisin ki, bir şahsı yaratıkların çoğundan farklılaştıran nefsi, onun iradesidir. İradesini sevgilisinin iradesi nedeniyle terk eden insan, bütünüyle nef­sinden çıkmış sayılır. Dolayısıyla onun tasarrufu yoktur. Sevgilisi ona bir şeyi emreder ve bu seven sevgilisinin ondan (yerine getirmesini) is­tediği veya vasıta olmasını istediği şeyi öğrenirse, onu kabul etmek üze­re koşar veya hazırlanır. Görür ki bu hazırlanma ve koşma da (ondan değil), kendisinde egemen olan sevginin otoritesinden imiş! Sevilen de, kendisinden istediği veya vasıta olmasını istediği bir işe karşı sevende direnç gösterecek bir irade görmez. Çünkü seven, sevgili uğruna bütü­nüyle kendinden çıkmıştır. Artık onun sahip olduğu bir iradesi yoktur. Fakat nefsi vardır ve sevgiliye kavuşmak istemektedir. Böyle olmayan ise, iradesiz donuk mesabesindedir. Onun tek hazzı, sevgilisinin kendi­sinden gördüğü kabulden haz almayla ilgili olan hazzıdır. Seven Allah Teâlâ olunca, bu özellik şöyle ortaya çıkar: Allah Teâlâ Musa Peygambere şöyle vahyetti: ‘Eşyayı -yani dünya ve ahiretisenin için yarattım.’ Çünkü in­san amaçlanan varlıktır. Sevenlerin önderi ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Hep­si, yani felekler ve içerdikleri şeyler, yıldızlar ve hareketlerinde bulunan şeyler, bu beşeri yaratılışa amadedir. Bu durum dünya hayatındadır. Ahirette ise, gözün görmediği, kulağın duymadığı ve kimsenin akima gelmeyen şeyler insana sunulur. En sonunda gerçekleşecek büyük ziya­retteki ilahi tecelli de buna dahildir. İşte bu, sevilenin kendisine muhtaç olabileceği bütün hususlarda sevenin kendisinden bütünüyle çıkmasının anlamıdır. Sevilenin muhtaç olmadığı ya da ona dönen bir hazzın ve sevincin bulunmadığı hususlar ise bu konuya girmez.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, ölümü karşılığında diyet istememektir. Da­ha önce seveni ‘öldürülmüş’ olmakla niteledik. Sevenin ölümü şehitlik­tir. Öyleyse onun ölümü, hayatıdır. Dirinin ise diyeti olmaz. Sadece ölmüş maktulun diyeti olabilir ve diyet onun için gerekir. Seven Allah Teâlâ olunca (bu özellik), kulun sevilen ve iradesi etkin olması şeklinde teza­hür eder. Bu esnada sevenin sevilenin iradesiyle çelişen bir iradesi yok­tur. Öldürülen kimse, iradesizdir. Sevgilinin iradesine göre yaşayan in­sanm ise iradesi yoktur. İradesi var ise diyeti yoktur. Çünkü yaşayan in­sanm diyeti yoktur ve zâti hayat ona aittir. Burada söz konusu olan, farz ibadetlerin neticesindeki sevgidir. Kul bunları yerine getirdiğinde, Allah Teâlâ kendisini sever. Nafile ibadetlerde Allah Teâlâ ‘kulun görmesi ve duy­ması’ olurken farzlarda kul ‘Hakkın görmesi ve duyması olur.’ Bu ne­denle âlem sabit olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ âleme bu kulun gözüyle bakar. Dolayısıyla âlemi ancak bir ilişki nedeniyle yok eder. Aleme kendi gö­züyle bakmış olsaydı, hiç kuşkusuz âlem, O’nun yüzünün tecellileriyle yanardı. Bu nedenle Hakk âleme ‘sureti üzerinde yaratılmış’ kâmil insa­nın gözüyle bakmıştır. Kamil insan, âlem ile yakıcı tecelliler arasındaki perdedir.

Sevilenin bir özelliği de (beşerî) doğanın kaçındığı zarara karşı sa­bırdır. Seven, sevgilisi (bedenin ve doğanın) yönetimiyle kendisini yü­kümlü tuttuğunda belaya sabreder. İnsan, doğanın ve nurun bir topla­mıdır. Doğa kendisini talep ederken nur da onu talep eder. Nurun giz­lenmesi ve kendisine gereken şeylerin çoğunu terk etmesi gerekir, insa­nın hakikati ise, doğasının talep ettiği yararlar nedeniyle, nuru ister. İşte Allah Teâlâ nura -ki ruhturhakkını insana ödemesini emretti. Bu durum, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından ‘en çok iyilik kime yapılır?’ diye soruldu­ğunda üç kez ‘anne’ diye cevap verdiği hadisinde dile getirilir. Dördün­cüde ‘sonra babana’ demiş, böylelikle annenin iyiliği babanın iyiliğine dönmüştür. Doğa bir annedir. Bu durum Peygamberin ‘Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır’ -Ki hayvanı nefstir‘gözünün senin üzerinde hak­kı vardır’ hadisinde dile getirilir. Bütün bunlar, insanın doğası olan an­nenin haklarındandır. Babası ise, ilahi ruhtur ki, o da nurdur. İnsan nuraniliği yönünden sevdiklerinden pek çok şeyi terk ederse, zarara uğra­mış diye nitelenir ve bu durumda insana sabretmesi emredilir. İşte bu ‘sıkıntıya sabreder’ sözünün anlamıdır. İnsanın hakikati bundan nefret ediyor olsa bile, Allah Teâlâ’nın emrine uymak zorunludur.

Sabrı karşısında Allah Teâlâ kendisine ‘Sabret senin sabrın Allah Teâlâ iledir432 der. Çünkü Allah Teâlâ es-Sabur ismiyle isimlenmiştir. Adeta Allah Teâlâ kendisine şöyle der: ‘Ben -şanıma yemin olsun kikendimi eziyet gören diye nite­ledim. Ben bana eziyet edeni bağışlarım, sabrederim ve bu nedenle esSabur (sabreden) diye isimlendim. Bana emir verilemez ve ben sınır­lanmam. Buna rağmen kendimi yaratıklarımın sevdikleri şeylerin (bana verdiği sıkıntının) altına soktum. Bana yaraşan şeyleri -yaratıklarımı tercih ederek ve onlara merhamet ederekkendilerine yakışan şeyler ne­deniyle terkettim. Sen sıkıntıya sabra benden daha layıksın. Yani ben­den kaynaklanan ve -şanımın gerektirmediği bir özellikle beni niteledik­lerinde* yaratıkların bana verdiği eziyete karşı sabreden olmam nedeniy­le, sabırla senin nitelenmen daha yerindedir.’ İşte, bu tecelligahta Allah Teâlâ’nın sevilen olmasının anlamı budur. Kulun sabırlı olması ise sevgili­sinin onu doğal bedeni idareyle yükümlü tuttuğunda söz konusudur. Sevilen yaratılmış, seven Hakk olduğunda yükümlülük, kulun Efendi-


sinden talep ettiği şeyle gerçekleşir. Kul istediği şeyin, Efendisinin de sevdiği kulun yararlarını yönetmek olduğunu bilir. Fakat bunlar, kulun gayesine ve arzularına uygun olmalıdır. Bu durumda Hakk onun için bu talebi yerine getirir. İşte bu, sevilenin kendisiyle nitelendiği özelliğin anlamıdır.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, kalbinin hayrette olmasıdır. Kalbin (değiş­mek anlamındaki) bu adı almasının nedeni, tasarruflarının çokluğu ve sürekli başkalaşmasıdır. Bu nedenle kalbin (kendisiyle yöneldiği) yüzleri ve yönelimleri artar. Hayretteki kişinin özelliği de budur. Bilhassa Hakk, kendisine yöneldiği her yüzde, tasarruf ettiği her işte ona zuhur eder. Çünkü o, her yüzde sevdiği Hakka bakar. ‘Her gün bir iştedir.*33 Kutsi hadiste Allah Teâlâ ‘yaptığım hiçbir işte tereddüt etmedim’ der. Bir işteki yönlerin çokluğu, -hepsi sevgilinin beğendiği iş olsa bilehangisini yapmak gerektiği hakkında bir tereddüde yol açar. Kendimiz en çok beğenileni bilmesek bile, Allah Teâlâ bizden en çok razı olacağı davranışı bi­lir. Biz nafile ve farz ibadeder arasında Hakkı en çok razı edecek fiili bi­lir ve şöyle deriz: ‘Farzlar Allah Teâlâ’yı daha çok razı eder.’ Fakat keffaret gibi serbest bırakılan bir hüküm farzlarda söz konusu olduğunda, Hakkı ra­zı edecek fiil, yeni bir tarifle bilinebilir. Nafile ibadederde Hakkı razı edecek ibadet de, Allah Teâlâ’nın belirlemesiyle bilinebilir. Nafile ibadeder çoktur ve bir kısmı bir yönden Hakkı razı ederken, bir kısmı bir yön­den daha çok razı eder. Öyleyse yeni bir tarif zorunludur. Böyle bir du­rumda sevenin kalbi ‘heyman’ özelliğine sahiptir, yani halden Hakk gir­diği yönlerde hayrete düşer.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, beraber olduğu her şeye karşı sevileni ter­cihtir. Bütün âlem ve onun her bir parçası, insan için bir emanettir ve insana emaneti sahibine vermek emredilmiştir. Onun emanetleri ise, pek çoktur ve sahiplerine verilmesinin belli bir vakti vardır. Her vakitte insana ait bir emanet vardır. Bunların bir kısmına Ebu Talib el-Mekki ‘Felek insanın nefesleriyle akar, hatta her nefes alıp verenin nefesiyle akar’ derken işaret etmiştir. Kastedilen, bilhassa insandır, çünkü onun intikaliyle yönetim (ahirete) geçer ve insan her nerede bulunursa kendi­sini takip eder. Dolayısıyla âlem, bu sebeple insana eşlik eder. Sonra, insan âlemdeki emanedere muhtaçtır, çünkü Allah Teâlâ adamlarından sevenârifler, kendilerini Allah Teâlâ’nın emrettiği şeyle meşgul etmişlerdir. Öyleyse onlar, severek ve hayrete düşerek, Allah Teâlâ’ya bakarlar. Allah Teâlâ ise sevgisiyle onları kuşatmış, uzaklık ve yakınlığın arasında hayrete düşürmüştür. Buradan onlar, beraber oldukları her şeye karşı ‘Allah Teâlâ’yı tercih edenler’ diye nitelenmişlerdir. Çünkü onlarla birlikte olan, gerçekte Allah Teâlâ’dır. Bu durum ‘Her nerede olursanız, O sizinle beraberdir3434 ayetinde dile getiri­lir. Allah Teâlâ âlemdeki herkese -elindeki emanet nedeniyleeşlik eder. Bu nedenle insan Allah Teâlâ’ya olan sevgisi nedeniyle O’nun mertebesini beraber olduğu her şeye tercih eder. Sehl’e ‘Besin nedir?’ diye sorulmuş, o da ‘Allah Teâlâ’dır’ diye cevap vermiş. ‘Biz hayatın kendisiyle ayakta durduğu şeyi kastediyoruz’ dediklerinde, yine ‘Allah Teâlâ’dır’ demiş, çünkü sadece Allah Teâlâ’yı görüyordu. Israrla ‘Biz bedenin canlı kalmasını sağlayan şeyi soruyoruz’ dediklerinde ise Sehl, söylediğini anlamadıklarını görünce başka bir ce­vaba dönerek şöyle demiş: ‘Bu diyarı yapanına bırak! Dilerse harap eder, dilerse imar eder.’ Başka bir sözünde şöyle der: ‘İnsan latifesinin özelliği, bedene eşlik etmek değildir. O, sevgilinin kendisini yükümlü tuttuğu işle ilgilenmelidir. Onun hayatı ve varlığı budur. Sevgili hangi evde onu yerleştirirse, oraya yerleşir.’ Bizim de kabul ettiğimiz ve keşfin verisi olan hükme göre, doğal yaratılıştan soyudanmanın olamayacağını söylediğinde durum, böyledir. Doğadan soyutlanılabileceğini ve (beden ile ruh arasındaki) ilişkinin kesilebileceğini ileri sürerse, beraber olduğu herkese karşı Allah Teâlâ’yı yeğleyenlerdendir.

Seven Allah Teâlâ ise bu özellik şöyle tecelli eder: Allah Teâlâ, sevgilisi olması yönünden insanı bütün âleme yeğler ve ona kâmil sûreti verir. Halbuki bu sûreti âlemdeki sınıflardan herhangi birine vermemiştir. Allah Teâlâ’yı tes­pih eder ve O’na itaat ederse, Allah Teâlâ’yı beraber olduğu her şeye tercih et­miş demektir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Rabbin meleklere yeryüzünde bir halife ya­ratacağım dediğinde...3435 Allah Teâlâ ona bütün ilahi isimleri vermiş, insan Allah Teâlâ’ya ait her ilahi isim ile O’nu tespih etmiştir. Söz konusu isimlerin oluşla ilgisi vardır. İnsan bu isimle Allah Teâlâ’yı yüceltmiş ve tazim etmiştir. Yoksa işlerin değerini bilmeyenlerin ileri sürdüğü gibi, ‘kap kacak’ is­miyle övmemiştir. Bu nedenle melekler ‘Senin övgünü tespih eder ve seni takdis ederiz5436 demişlerdir. Allah Teâlâ sadece kendi isimleriyle tespih ve tak­dis edilir. Allah Teâlâ meleklere âlemde meleklerin kendisiyle Hakkı tenzih ve takdis etmedikleri isimleri olduğunu bildirmiş ve bu isimleri Adem’e öğretmiştir. Allah Teâlâ, haklarında meleklerin bilgisi olmadığı yaratıkların­dan dilediklerini oraya topladığında, Meleklere, ‘şunların isimlerini bana bildirin437 demiş, Melekler ise ‘bizim bilgimiz yoktur’43" demişler, Allah Teâlâ Âdem’e: ‘Onların isimlerini anlat, demiştir. Adem onlarm isimlerini onlara anlatınca439 Melekler de, ‘haklarında bir bilgilerinin olmadığı’ Allah Teâlâ’nın isimleri olduğunu öğrenmişlerdir. Söz konusu isimler vasıtasıyla kendi­lerini yarattığı kimseler, Allah Teâlâ’yı tespih eder. Âdem, o isimleri öğrenmiş

#                                                                                                                                                               A

ve onlarla Allah Teâlâ’yı tespih etmiştir. Nitekim Adem kendisine Ev’i (Kâbe) tavaf ettiren meleklere şöyle der: ‘Siz (tavafta) ne diyordunuz?’ Melek­ler ‘Tavafta senden önce ‘Subhanallah, elhamdü lillah vela ilahe illAllah Teâlâ’ diyorduk demişler. Âdem ise, ‘ben sizin söylediklerinize ‘La havle ve la kuvvete illa billah’ ifadesini ekleyeceğim’ demiştir. Allah Teâlâ, bu ifadeyi Arş’ın altındaki bir hâzineden Âdem’e vermiştir. Melekler ise onu bil­miyordu. Müfessir ‘kap kacak’ derken küçük ve büyük şeylere yönelen ilahi ismi kastediyorsa, haklıdır. Çünkü küçük olan küçültülüşünde bü­yüğün kendisiyle Hakkı tespih edemediği bir isimle Hakkı tespih eder. Bu durumda ‘kap kacak’ lafzını kastetmiştir ki, böyle bir şey anlamsız­dır. Çünkü bu, buradan türetilen terimle ilgilidir. Çünkü onun her bir dilde çeşidi harflerden oluşan ve diğer isme benzemeyen bir adı vardır.

ı                                                                                                                                                                                                                                                  A

Burada amaç, faydanın kendisiyle gerçekleştiği şeydir. Böylelikle Adem, meleklerin övünürken söyledikleri Hakkı tespih ve takdis ettikleri sözle­rine karşılık verebilir. Allah Teâlâ onlara iddia ettikleri yönden Âdem’in üs­tünlüğünü göstermiştir. İşte bizim zikrettiğimiz budur, başka bir şey değil! Yaratıklar içersinde melekten daha şereflisi yoktur. Bununla bir­likte insan-ı kâmil isimlerin bilgisiyle ondan üstündür. Öyleyse o, bu mertebededir ve bu makam daha üstündür. İşte Hakkın insanı tercih etmesinin anlamı budur.

Seven ispat halinde mahv (silinme) özelliğiyle nitelenmiştir. İspat, sevenin yükümlülük konularında ve (sözgelişi) namazdaki fiilî ibadetle­rinde ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Allah Teâlâ, namazı kulu ile arasında bö­lerek, kulunu var saymıştır (ispat). Bu ispattaki mahv yönüne gelirsek, Allah Teâlâ ‘Sizi ve amellerinizi Allah Teâlâ yarattı5440 buyurur. Başka bir ayette ‘bu iş­te senin yapacağın bir şey yoktur5441 buyrulur. Bir başka ayette de ‘İş ta­mamen Allah Teâlâ’ya aittir442 buyrulur. Bir diğer ayette ise ‘Sen atmadın, attı­ğında, fakat Allah Teâlâ attı443 buyrulur. Başka bir ayette ise ‘Sizi halife yaptığı şeylerden infak ediniz5444 buyrulur. Bu ayet, Allah Teâlâ’nın kitabında ‘ispattaki mahvı’ gayet güzel açıklayan bir ifadedir. Öyleyse sevenin Hakkın im­kân verdiği işte tasarrufu olabilir. Artık sevgisi onu hayrete düşürmüş, şimdi hakkında irade edilenden başka bir şeyi irade etmektedir. Gerçek­te ise, ancak bu olabilir. İnsandan gerçekleşen her iş, Allah Teâlâ tarafından yaratılmıştır ve insan fiilde araçtır, fail değildir. Öyleyse insan, işlerin üzerinde gerçekleştiği bir yerdir. Bu ise ‘ispattaki mahvdır.’ Seven Allah Teâlâ olunca, ‘ispattaki mahv* kulun fiili üzerinde gerçekleşebilir. ‘Hakkın mahvı (kulun fiilinde gizlenmesi)’ bu demektir. Akıl ve keşf, Hakkın varlığını bildirirken kulun ve âlemin varlığı yoktur. Bu ise Hakkın ispa­tıdır. Öyleyse bu, şehadet âleminde mahv iken müşahede mertebesinde ispattır.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, kendisini Hakkın iradesine teslim etmesi­dir. Sevgi, sebepleri görmek ile arasına girdiğinde seven sadece Sevgili­nin mertebesine bakar. Bu durumda ise âlemin (içindeki tikellerin) kendisinden ne istediğini bilemez. Halbuki âlemin ondan istediği hakla­rı (emanet olarak) yerine getirmesi gerekir. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Zevr’iniri (ziyaret) da üzerinde hakkı vardır’ der. Burada bütün âlemin dahil olabileceği bir kelime kullanmıştır ki, ziyaret demektir. Böyle bir kelime kullanmak, Peygamberin ‘cevamiü’l-kelim’ özelliğini gösterir.


Seven, kendini Sevgilinin iradesine bırakır. Bu durumda ise, Sevgilisi­nin onunla ilgili iradesi yönünden, kendisini dilediği yerde kullanması itibarıyla âlemin kendi üzerindeki haklarını öğrenir. Hakk, hikmet sahi­bidir, dolayısıyla onu ancak özel bir fiilde harekete geçirir. Başka bir ifadeyle Hakk, seveni o vakitte âlemdekilerin kendisinden istedikleri özel hakkı yerine getirmek üzere görevlendirir. Böylelikle seven, âlemi Allah Teâlâ’dan öğrenir. Bu durum Ebu Bekir’in söylediği ‘Gördüğüm her şey­den önce Allah Teâlâ’yı gördüm’ sözünde dile getirilir. Ebu Bekir âlemi görür­ken Allah Teâlâ’yı görmüştü.

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle ortaya çıkar: Gerçekte Haldcın zatı, hareketi kabul etmez. Halbuki Allah Teâlâ âlemdeld şeylerin nefsleri için; onların bekaları, yararları ve amaçlarının gerçekleşmesine bağlı olan işlerde muhtaçlığı yarattı. Böylelikle Hakk, sanki kendisini kendisinden ve O’nun vasıtasıyla istedikleri şeylere kendisini teslim et­miştir. Bu nedenle vakti gelmemiş bir konuda kendisinden dilekte bu­lunduklarında Hakk onlara ‘Sizin için boşaltacağız445 der. Bütün durum­larda fail, Allah Teâlâ’dır. Zatı ise, eserlerin zuhur edeceği bir yer değildir. Bi­naenaleyh Hakk için teslim olmak -kendisi için değilâlemin muhtaç ol­duğu şeylere hazır olmak şeklinde gerçekleşmiştir. Allah Teâlâ’nın yarattığı her şeyin bir tespihi vardır ve o tespih söz konusu varlığın gıdasıdır. Bu ne­denle Allah Teâlâ ‘Her şey O’nun hamdini tespih eder’ buyurdu. Fütüvvet makamında bu hususu belirtmiştik.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de niteliklerinin iç içe girmesidir (tedahül). Se­ven sevgiliyle birleşmek ve onun iradesine uymak ister. Sevilen, bazen birleşmeyle çelişen şeyleri isteyebilir. Bu durumda sevenin nitelikleri iç içe girer.

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle gerçekleşir: Allah Teâlâ, el-Ahir olduğu yönden el-Evvel’dir. Böylece Ahir olması Evvel olmasına gir­miş, Evvel olması Ahir olmasına girmiştir. Gerçekte O’nun kendisinden başkası yoktur. Allah Teâlâ’nın ilk oluşu O’nun aynı iken son olması kuludur ki O’nun sevgilisidir. Bu durumda O’nun nitelikleri, sevdiğinin nitelikle­riyle iç içe girmiştir. ‘Kul’ dersen, saf olarak kul diye bir şey yoktur. ‘Efendi’ dersen, saf bir halde efendi yoktur. Her iki durumda da doğru söylersin. İşte bu, iç içe girmenin sonucudur.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de sevgilisi karşısında nefesinin olmayışıdır. Başka bir ifadeyle, sevgilisi karşısında rahat edemez, çünkü her nefes sevgilisini gözetir, sevdiği şeylerin nerede olduğunu araştırır ve onları yerine getirmeye çalışır. Dolayısıyla sürekli sevdiğini razı edecek husus­larda gayret göstermekle ilgilenir. Sevgilinin razı olacağı şey ise biline­mez ve bu nedenle seven rahat değildir. İşte ‘sevenin nefesi yoktur’ bu demektir. Yani, güçlüğü ve sıkıntıyı izale edecek teneffüsle rahatlayamaz. Sevgisinde dürüst sevenin özelliği budur.

Seven Allah Teâlâ ise bu durum ‘0 her gün bir iştedir5446 ayetinde dile geti­rilir. O, sadece kullarının hakkında tasarrufta bulunabilir. Allah Teâlâ kulları­nın arasından sevdiklerini amaçlar ve diğerleri bundan dolaylı yararla­nır. Başka bir ifadeyle onlar, Allah Teâlâ’nın seçtiklerinin sofralarının artıklarını yerler. Allah Teâlâ dünyada ve ahirette onların yararlarıyla ilgilenir. Şu var ki Allah Teâlâ, boş iş yapmakla nitelenemez. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Gökleri, yeri ve arasındakileri altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk dokunmadı.’447 Başka bir ayetteise ‘İlk yaratma ile yorulu mu verdik? Doğrusu onlar yeni yaratı­lış hakkında şüphe içindedirler5448 buyurur. Allah Teâlâ, her nefeste kulları hak­kında yeni bir yaratma içindedir. Bu durum ‘O her gün bir iştedir449 aye­tinde dile getirilir. Mutlular hakkında ise ‘Orada onlara güçlük dokunmamıştır450 der. Bununla birlikte onlar, kendileri hakkında değil, Allah Teâlâ hakkında tasarrufta bulunur. Sonra, bu durum onlara döner. Onlar ise, kendilerine dönmüş olduğu için, onu .amaçlamazlar.Aksine hakikatler bunu verir. Bu nedenle seven sevgilisi karşısında rahat olmamak özelli­ğiyle nitelenir.

Sevgilinin bir özelliği de, bütününü sevgilisine adamasıdır. O bir toplamdır. Toplanmışlığı sayesinde ise, onun dış varlığı ortaya çıkar. O’nun (bu toplamı oluşturan) tekleri (parçaları) Allah Teâlâ’ya aittir, çünkü teklik, Allah Teâlâ’ya aittir. Toplam ise, bu teklerden başka bir şey değildir. Öyleyse bütünü Allah Teâlâ’ya aittir. Toplamı oluşturan her bir, bir ile çarpıl­dığında, bundan çıkacak sonuç, Hakkın birliğidir. İşte bu, ‘onun bütü­nü sevgilisine aittir5 sözünün anlamıdır. Seven, toplamın biridir, çünkü toplamın da bir birliği vardır ki toplam, bu birlik sayesinde dışta var olur.

Seven Allah Teâlâ ise bu özellik şöyle ortaya çıkar: Mutlak birliğine rağ­men Allah Teâlâ için ‘tüm’ ilahi isimler demektir. Bu isimler, doksan dokuz tanedir. Böylelikle isimlerde birçokluk ortaya çıkmıştır ve bu sayede (Allah Teâlâ hakkında) ‘tüm (kül)’ ismi geçerli olmuştur. Bu tümün bireyleri ise tek başına her bir isimdir. Söz konusu isim kuldan tek bir hakikat is­ter. Onun otoritesi ise bu hakikatte ortaya çıkar. İsimler, ancak bir ola­bilir. Öyleyse biri bir ile çarparsan, dışta ‘kulun birliği’ ortaya çıkar. O ise, sevilendir. Hepsi Allah Teâlâ’ya aittir, çünkü bütün isimlerin hükümleri, akılda ortaya çıkar. İsimler ise Allah Teâlâ’ya aittir. O halde hepsi, Allah Teâlâ nez­dinde sevilen kula aittir. Bu yönüyle ilahi mertebedeki her şey, sevilen kula aittir. Çünkü Allah Teâlâ özü gereği ‘âlemlerden müstağnidir.’ Binaena­leyh Allah Teâlâ, çokluktan ve kendisine delil olunmasından münezzehtir.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, sevgilisi uğruna kendini kınamasıdır. Seven sevgilisinin üzerindeki hakları yerine getirmekten kendini aciz görür. Bu hakları sevgi zorunlu yapmıştır ve sevgilisinin neleri sevdiğini tam bilemediği için bildiği ölçüde davranmak üzere gayret harcar. Sonra kendine şöyle der: Sevginde dürüst olsaydın, sevdiği her şeyi sana gös­terirdi, çünkü sen, yükümlülük diyarındasın. Burası sınırlı bir yerdir ve sevgilinin orada sevdiği şeyler bellidir. Ahiret ise, öyle değildir. Orada


serbestsin ve oradaki her şey, sevgilinin sevdikleridir. Dolayısıyla orada kınama yoktur! Sevenin sevgilisi karşısında kendini dünya hayatında kınamasının nedeni budur.

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle tezahür eder: Allah Teâlâ, kendi­sini mümin kulunu sevmek nedeniyle, onun (canını alırken) ‘tereddüt’ etmeyle nitelemiştir. Çünkü sevgi, sevilenin beğenmeyeceği işi yapma­mayı gerektirir. Sevilen ölümü nahoş görürken Hakk -kendisini sevdiği içinkulun (ölümünün) gecikmesini istemez. İşte Hakk için (sevdiği hakkında kendini) kınamanın anlamı budur. Halbuki ilahi ilimde takdir edildiği üzere, insanın ölümü kaçınılmazdır. Fakat kul, Allah Teâlâ’ya kavuş­mada elde edeceği yararı bilmez. Sevenler ise böyle değildir, çünkü on­lar -dinlenmek üzere değilSevgiliye kavuşmak amacıyla ölümü sever­ler. Sevenlerin bir kısmında hakim olan duygu, Sevgiliyi razı etmektir. Bunun ise sınırlamanın varlığı ve razı olunan işler ile kızılan işlerin ay­rışması esnasında, sevilenin sevgisinin kadrinin bilineceği bir halde ger­çekleşeceğini görür. Bu durumda Sevgiliyi razı etmek ancak yükümlü­lük ve teklif diyarında gerçekleşebilir. Ahirette ise sınırlama yoktur. Bu nedenle (bütün işlerde) eşitlik gerçekleşir, sevenin eylemlerinde (sevgi­sinin) kadrinin farklılaşmasını (gösteren durum) ortadan kalkar. Aynı hal Sevenden ise kalkmaz. Bu nedenle sevenlerin bir kısmı, ölümü kerih görür. Bu durum, onların sevgilerindeki dürüstlüklerinden kaynaklanır.

Seven Allah Teâlâ ise bu özellik şöyle tecelli eder: Allah Teâlâ, bütün varlıklar üzerinde ölüm hükmünü vermiştir. Bu özel gurubun amacı ise -ki onlar temyizi isterkendilerinden sınırlamanın kalkmamasıdır. Böylelikle diğer gruplara karşıEfendilerinin sevgisinin değerini öğrenmek ister­ler. Gerçekleşmesi takdir edilen bir iş mutlaka gerçekleşir. Bu ölçü, Hakk için kınama diye isimlendirilen şeydir. Allah Teâlâ ‘dilediğini yapandır.'451 Hatta O, özellikle onu ayırır ve seçer. ‘Dileseydi452 ayetinden de bu anla­şılır. Bu ve benzeri ifadeler, -irade veya bilgi değil, çünkü hüküm onlara aittirkınamayı gerektirir.

Öyleyse ifade etiğimiz hususu iyice düşün! Bütün bunlar, ilahi sır­lardır. Arkadaşlarımız -değerlerinin büyüklüğünü görünceonlara karşı koruyucu davranmışlardır. İş onların dediği gibidir. Burada bizim orta­ya koyduklarımız, Allah Teâlâ’ya dair bilgide sahip olduğumuza göre kabule gibidir. Bu sırları izhara teşebbüsümüzün nedeni bu olduğu gibi onu açıklamada kulların yararı vardır.

OTURAK VE TECELLİGÂH

Sevilen ‘dehşette haz alan’ diye nitelenir. Bunun nedeni, sevgilinin kendisine ansızın çıka gelmesidir. Bu hal, hücum diye ifade edilir. Bu kitapta bununla ilgili bir bölüm gelecektir. Hakk kullarının kalplerini kendisine davet ederek, onlar için meşru-ulaştırıcı bir yol belirlemiş, de­lilleriyle onlara tanınmıştır. Onlar da Allah Teâlâ’yı bilmiştir. Allah Teâlâ nimetleriy­le onlara kendisini sevdirmiş, onlar da Allah Teâlâ’yı sevmiştir. Huzuruna gir­diklerinde -bir vaatleşme olmaksızınkendilerine tecelli ettiğinde, huzu­runa girme halinde olduklarını bilemezler. Böylelikle ansızın tecelli kendilerine gelir ve sahip oldukları alamet vasıtasıyla da tecelliyi tanır­lar. Tecellinin ansızın gelişiyle dehşete kapılır ve nefslerindeki alamet vasıtasıyla O’nun sevgilileri ve (ulaşmak istedikleri) amaçları olduğunu öğrenerek haz alırlar. Onların dehşetteki hazları budur.

Seven Allah Teâlâ ise, bu durum şöyle gerçekleşir: Allah Teâlâ kendisini dileme (ihtiyar) özelliğiyle niteler. Allah Teâlâ her şeye kadirdir ve bir şey dilerse, yapar, O’nu zorlayacak hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ sözünde ve hakkında verdiği hükümde doğru sözlüdür. Bununla birlikte, cezalandırandır. Allah Teâlâ, işleri hikmete göre düzenler. Hükmünü geri çevirecek kimse yok­tur. Allah Teâlâ, her halde o Hakk uygun ve mertebeleri bilen hikmet sahibinin davrandığı gibi davranır. Bu bağlamda dilek sahiplerinin dilekleri ken­disine gelir ve bu istek, kendisine olumlu karşılık vermenin vaktiyle uyuşmaz. Daha önce Hakkı bir zorlayan olmadığını belirtmiştik. Böyle bir dilek esnasında ise, beklemek zorunludur, çünkü ona olumlu karşılık vermek, hikmetin tertibiyle çelişir. İşte bu kadarlık bir durum (Allah Teâlâ hakkında) ‘dehşet’ diye isimlendirilir. Hakkın ondan haz almasına gelir­sek, bu esnada dilekte bulunan kişi, sevinir. Allah Teâlâ kulunun dilekte bu­lunmasını ve -bir rivayette geçtiği üzeredua etmesini sever. Bir riva­yette, Allah Teâlâ’nın sevdiği ve sevmediği iki şahsın ihtiyaçlarını dile getirdik­leri zikredilir. Allah Teâlâ bir meleğe sevmediği kulunun ihtiyacını hemen karşılamayı vahyeder. Böylece sevmediği kulunun dileğiyle meşgul ol­mak ve sesini duymak istemez. (Diğer kulu hakkında ise) meleğe şöyle der: Talanın ihtiyacını beklet! Çünkü ben onun sesini duymayı ve di­lemesini seviyorum, çünkü onu seviyorum.’ İşte bu kişi, sevilmese de ihtiyacı karşılanan, diğeri ise sevilmesine ve ilgi görülmesine rağmen ih­tiyacı karşılanmayan kişidir. Allah Teâlâ, karşılık vermeye gecikmesi esnasında sevdiği kuluna bu sırrı gösterseydi, onun bu konudaki sevincini hiçbir şey sığdıramazdı. Öyleyse karşılık vermeden geri durmak, dehşete kapı­lanın geri durması gibidir. Bunun nedeni, Allah Teâlâ’yı zorlayan birisinin ol­madığı konusundaki sözünün doğruluğudur. Hakkın haz alması ise ku­lunun talep ettiği şeye ulaşması ve onunla sevineceğini bilmesidir. Öy­leyse, Aziz ve Hakim Allah Teâlâ’yı tenzih ederim!

OTURAK VE TECELLİGAH

'                                                                                       I

Sevenin bir özelliği de, kendilerini koruduktan sonra, sınırları aş­maktır. İşte bu, Bedir savaşına katılan sevenlerin bir özelliğidir. Onlar, kendilerini koruduktan sonra sınırlarını aşanlardır. Allah Teâlâ onlar hakkında ‘dilediğinizi yapın, sizi bağışladım’ demiştir. Genel içinde belirlenmemiş olanlara gelirsek, onlar, seçkinlerde belirlenmiş kimselerdir. Hakk, onla­rın sınıflarını belirlemiştir. Bu durum kutsi hadiste ‘Kulum bir günah işlemiş, bilir ki, günahı bağışlayan ve cezalandıran bir Rabbi vardır5 şek­linde dile getirilir. İkinci veya üçüncü kez işlediğinde ise, Hakk kendisine ‘dilediğini yap, seni bağışladım’ der. Böylelikle kuluna mubah kılar ve onu dünyada sınırlanmanın dışına çıkartır. Allah Teâlâ taşkınlığı emretmeye­ceğine göre bu nitelikteki bir insan, Allah Teâlâ’ya asi olmaz. Bunun yerine Allah Teâlâ’nın mubah kıldığı işlerde tasarruf eder. Bu nitelikten önce ise, sınır­lananlardandı. Böylelikle kendini koruduktan sonra sınırları aşmıştır. Bunu ona veren ise, yükümlü olmasını gerektiren aklının varlığıyla bir­likte, bilginin şerefidir. Hal sahibi ise, böyle değildir, çünkü hal sahibi ‘kendisinden kalem kalkmış’ deliyle aynı hükme sahiptir. Delinin lehin­de veya aleyhinde bir şey yazılmaz. Bu kişinin ise, aleyhinde yazılmaz­ken lehinde yazılır. Bilgiyle hal arasındaki fark budur! Bilgi ne kadar şe­reflidir! Sevenin bilgili olması, hal sahibi olmasından yetkindir. Dünya hayatında hal eksiklik iken ahirette tamlıktır. Burada bilgi tamlık iken, ahirette tamlık ve mükemmelliktir.

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle ortaya çıkar: Allah Teâlâ, kendi­sini seven kullarının onlar adına üzerine zorunlu kıldığı şeyleri O’ndan talep etmediklerini bilir. Onlar, kendilerini koruduktan sonra sınırları aşarlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, kendilerine (onlar adına) zorunlu kıldığı ihsanı onlara verir (yani ibadetler karşılığında belirlediği sevabı). Bu ise ‘sınırları korumasıdır (belirlediği ölçüde verir).’ Sonra onlara hesapsız verir. Bu ise, ‘sınırları aşması’ demektir, çünkü bir iyiliğin sınırı, on ka­tından yedi yüz katına kadardır. Sınırları aşmak ise ‘Güzel ameller ya­panlar için daha güzeli, bir de fazlası vardır5453 ayetinde dile getirilen ila­vedir. Burada belirtilen şey sınırı korumak iken ilave ise sınırı aşmaktır. ‘İşte bu bizim ikramımızdır.’ Dilersen ihsan et, dilersen hesapsız olarak onu tut!

OTURAK VE TECELLİGAH

Seven sevdiğine karşı ‘kıskanç’ diye nitelenir. Bu durum, Allah Teâlâ’yı se­ven hakkmda olabilecek en doğru haldir. Bu makam, imam Şibli’nin makamıydı ve onu buna gönlünde sevgilisinin büyüklüğü ve kendi de­ğerinin küçüklüğü (hakkındaki inanç) sevk etmişti. Bu esnada ise, se­venlerin nazıyla bu yüce mertebeye kendisini layık görmemişti. Çünkü sevenler, ilahi mertebede naz sahibidir. Bunun istisnası, gayret ve kıs­kançlık özelliğiyle nitelenen sevenlerdir. Onlarm üzerinde Hakkın bü­yüklüğü hakim olduğu için, naz bilmezler. Öyleyse onlar, gizleme özel­liğiyle nitelenmişlerdir. Bunun nedeni ise, kıskançlık ve gayrettir. Gay­ret, sevginin özelliklerinden biridir. Onlar, âlemde ‘sevenler’ olarak gö­zükmezler. Peygamberin makamı buydu. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem sahabeden Saad’ı kıskanç diye niteledikten sonra, kendisini ‘ondan daha kıskanç’ diye nitelemişti. Böylece onun kıskançlığını belirtirken mübalağa kalı­bını getirmiş, kendisini ondan daha kıskanç saymıştır. Bununla birlikte sevgideki coşkusunu, küçüklerle oynama, mizah yapma, eşlerine, saha­besine ve çocuklara sevgi göstermekle sevgisini gizlemişti. Bütün bun­lar, gayret kapsamındadır. Ayette (Peygamberin) ‘Ben bir beşerim*54 de­diği aktarılır. Halbuki kendisini ‘sevenlerden’ saymamıştır. Bunun üze­rine doğası kendisini bilememiş, onun kendisi için çalıştığını veya onu tercih ettiğini gördüğünde, kendisiyle birlikte olduğunu zannetmişti. Halbuki doğa, peygamberin bu davranışının Sevgilisinin emrinden kaynaklandığını anlamamıştı. Bu bağlamda şöyle denilir: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Aişe’yi, Hasan’ı ve Hüseyin’i severdi. Cuma günü onlar yerde elbi­seleri yerlere sarkmış halde oynarken, hutbeyi bırakır ve onların yanına iner, sırtına alır, sonra hutbeyi tamamlardı. Bütün bunlar, saygınlığı zedelenmesin diye, Sevilene karşı duyulan kıskançlık kapsamında oldu­ğu gibi en yüce mertebeyi yüceltmek amacıyla gerçekte işin olması ge­rektiği haldir de. Öte yandan bu saygı, âlemden ortaya çıkmaz. Bu ne­denle Allah Teâlâ kendisini seven kullarının kalplerine kıskançlık perdesini çekmiştir.

Seven Allah Teâlâ olunca, bu özellik şöyle tecelli eder: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem hadisin devamında ‘Allah Teâlâ ise benden daha kıskançtır’ der. Bu bağlamda Allah Teâlâ, kıskançlığı nedeniyle taşkınlıkları yasaklamıştır. Böylelikle onu sevdiklerini iddia eden sevenlerin bu sevgideki durumları ortaya çıkar. Allah Teâlâ bir yalancının onu sevdiği hakkında doğru bir iddiada bulunma­sını kıskanır. Burada ise, iki iddiayı ayırt edecek bir terazi yoktur. Bu nedenle Allah Teâlâ taşkınlığı yasaklar. Öyleyse kim O’nu sevdiğini iddia ederse, O’nun sınırlarında durur. Bu durumda, doğru sözlü yalancıdan ayrılır. Binaenaleyh hepsi, Allah Teâlâ ile var olur. Bu nedenle Allah Teâlâ sevdiğine karşı kıskançtır ve bütün fiilleri -eksiklik kula nispet edilmesin diyeku­la değil, kendisine izafe etmiştir.        •

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, sevgisinin, kendisine aklı ölçüşünce hakim olmasıdır. Akıl kendisini sınırlar ve aklı onun bağıdır. Allah Teâlâ ise akıl sa­hiplerine hitap etmiştir. Onlar, nitelikleriyle sınırlanan ve bunları Yara­tıcılarının niteliklerinden ayıranlardır. Bir ayrışma gerçekleştiğinde ise, sınırlama da gerçekleşir ve akıl ortaya çıkar. Bu nedenle aklın kanıtları, Hakk ile kul, Yaratan ile yaratılan arasındaki ayrışmayı gösterir. Bu ne­denle severken aklıyla hareket eden kişi, sevgini otoritesini ancak teorik delilin gerektirdiği ölçüde kabul edebilir. Aklının deliliyle değil, kabul etme gücüyle hareket eden ise, Hakkın kendisini nitelediği (ve akılla çe­lişen) bilgileri kabul eder. Böyle bir insanda sevginin otoritesi aklının Haktan kabul ettiği şey ölçüşünce ortaya çıkar. Akıl, araştırma ve kabul arasında bulunur. Bu durumda sevgi, araştıranın ve kabul edenin aklın­da eşit derecede değildir. Burada bir takım sırlar vardır.

Seven Allah Teâlâ olduğunda, bu özellik şöyle ortaya çıkar: Aklın bizimle ilişkisi, bilginin Allah Teâlâ ile ilişkisi gibidir. Dolayısıyla bilginin belirlediği gerçekleşebildiği gibi bizden de aklımızın gerektirdiği bir şey meydana gelebilir. Öyleyse Allah Teâlâ’nın sevgisinin yaratıklardaki hükmü onun bilgi­sini aşamaz. Bizim O’nu sevmemizin hükmü ise araştıran veya kabul eden yönünden aklımızı aşamaz.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, yarasının (kendisini) tıpkı bir hayvan gibi, zorba yapmasıdır. Şöyle anlatılır: Hırsızın biri sevdiği başka bir kadın hırsızı Süleyman’ın kubbesinde ziyarete gitmiş. O esnada kubbede bu­lunan Süleyman hırsızın kadına şöyle dediğini duymuş: ‘Sana sevgim öyle bir dereceye ulaştı ki, bana bu kubbeyi Süleyman’ın başına yık de­sen yaparım.’ Süleyman adamı çağırmış ve ‘Duyduklarım da nedir böy­le?’ deyince, adam şöyle demiş: ‘Hakkımda peşin hüküm verme! Seve­nin bir dili vardır ki, onunla ancak deli konuşur. Ben bu kadını seviyo­rum ve duyduklarını ona söyledim. Âşıklara bilgi ve akıl diliyle değil, sevgi diliyle konuşur.’ Bunun üzerine Süleyman gülmüş, adama acımış ve cezalandırmamış. İşte sevgi, adamı zalimleştiren ve zorbalaştıran bir yaradır ve onu perişan etmiştir. Bundan dolayı Süleyman adamı cezalandırmamıştır. Allah Teâlâ’yı seven kişi de böyledir. Sevginin ve dosduktaki dürüsdüğünün yol açtığı naz ve benzeri şeylerden dolayı seven cezalan­dırılmaz. Çünkü bu hal, sevginin hükmüdür ve sevgi aklı giderir. Allah Teâlâ akıllıları cezalandırır, sevenleri değil! Çünkü onlar, sevginin esareti ve otoritesinin hükmü altındadır.

Seven Allah Teâlâ olduğunda, O’nu bir zorbanın yaralaması şu demektir: Allah Teâlâ doğru sözlüdür ve hatayı belirlediği bir cezayla cezalandıracağını bildirmiştir. Sonra hatayı affetmiş ve günahkâr tövbe etmeden ihsanıyla ve lütfuyla onu bağışlamıştır. Günahkârın bir zorba olarak işlediği gü­nah Allah Teâlâ’yı ‘yaralar.’ Çünkü intikam alacağını vaat etmiştir ve bir sebep olmaksızın kulunu bağışlamıştır. Hayvan, insanlara bir fayda veya zarar vermeyi amaçlayamaz ve düşünemez. Onun yarası zorbadır. Seven hükme konu olandır. Başkası ise, katildir. Öyleyse onun yarası, zorba­dır. ‘Kesin kanıt Allah Teâlâ’ya aittir. Dileseydi hepinize hidayet ederdi.*155

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir Özelliği de, sevgilinin ihsanı nedeniyle, sevgisinin artışi veya verdiği sıkıntı nedeniyle eksilmeyi kabul etmemesidir. Bu hüküm, bir tecelli nedeniyle özü gereği Hakkı sevende gerçekleşebilir. Söz ko­nusu tecellide Hakkın el-Cemil ismiyle tecelli eder. Böyle bir sevgi, iyi­lik nedeniyle artmayacağı gibi yüz çevirmeyle eksilmez. İhsan ve nimet­ten kaynaklanan sevgi ise farklıdır, çünkü o, artış ve eksilme kabul ede­bilir. Çünkü bu, nedenli bir sevgidir. Aşık bir kadın şöyle der: ‘Beni parça parça kessen, sadece Sana olan sevgim artar.’ Yani sevgimiz ek­silmez. Bu söz, âşık bir kadının, bir rivayete göre meşhur Rabiatü’lAdeviyye’nin sözüymüş. Rabia, erkeklerden hal ve makam bakımından daha üstündü. Bu sevgiyi ayrıntılı bir şekilde açıklayarak şöyle demiştir ki, sevgiyi anlatmada en güzel yollardan birisi budur:

Seni iki sevgiyle seviyorum, arzu sevgisidir biri Bir de ehil olduğun için seviyorum Seni

Arzu sevgisine gelirsek

Senin zikrin beni başkalarından ah koydu

Senin ehil olduğun sevgiye gelirsek Seni göreyim diye perdeleri kaldırdın

Ne onda ne bunda bana övgü yok Her iki sevgide de övgü sana!

Başka biri, Atabü’l-Katib’in cariyesi şöyle demiş:

Ey kalplerin sevgilisi! Senden başka kimim var ki?

Bugün sana ziyaretçi olarak gelene merhamet et

                  Sen benim arzum emelim ve sevincimsin

Kalbim senden başkasını kabul etmez

Ey ihsan sahibi, efendim ve güvencim

Özlemim arttı, ne zaman sana kavuşacağım

Cennetten nimet beklentim yok

Seni göreyim diye om istiyorum

Biz de bu nitelik hakkında şu mısraı söyledik:

Nimetin ve azabın benim için bir

Senin sevgin kaybolmaz ve artmaz

Benim sevgim benden irade ettiğin şeydedir

Senin sevgin benim için yeni bir yaratılış gibidir

İşte bu, itidal mizanı ve geçici şeylerin etkilemeyeceği ilahi terazi­dir. Bu terazi, haller nedeniyle etkilenmez.

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle ortaya çıkar: Allah Teâlâ itaatten dolayı bir yarar görmeyeceği gibi itaatsizlik nedeniyle de zarar görmez. O’nu seven kullarına günahlar zarar veremeyeceği gibi mertebesine de zarar veremezler. Aksine Allah Teâlâ onları müjdelemiş şöyle buyurmuştur: ‘Allah Teâlâ seni bağışlasın! Niçin onlara izin verdin ki?,4S6 Allah Teâlâ bağışlamayı bize göredileğin, başkalarına göre ise azarlamanın önüne almıştır: ‘Allah Teâlâ bağışlasın, senin geçmiş ve gelecek günahlarını.’457 Burada ise mağfiret günahtan önce zikredilmiştir. Halbuki peygamberin günahı yoktu. Böyle demesinin nedeni, sevdiklerine dönük inayetini bildirmektir. Sevgilinin bir günahı olmadığı gibi kendiliğinde sevenin de bir iyiliği yoktur. Her şeye rağmen sevgi, gizli, kapalı ve sevende hızla değişen bir makamdır. Her nefes onda bir talep tasavvur edilir. Sevdiğini iddia eden kişi, sevginin terazisini korumalıdır. Onu ihlal ederse, her iki yön­den aleyhine delil vardır. Dolayısıyla onu tam marifet ile dürüst ve hükmü sabit sevgi sahibi koruyabilir.

OTURAK VE TECELLİGÂH

Sevenin bir özelliği de, adap ile yükümlü olmamaktır. Adap ile yü­kümlü olan, akıllı kişidir. Seven ise hayrettedir ve aklı yoktur. Dolayı­sıyla onun tedbiri de yoktur. Öyleyse seven, kendisinden ortaya çıkan hiçbir davranışla yükümlü değildir.

Seven Allah Teâlâ olunca bu özellik şöyle tecelli eder: Allah Teâlâ Kebir ve Malik’tir. O, akıl sahiplerinde edepleri belirleyen ve ‘Beni Allah Teâlâ terbiye etti, ne güzel terbiye etti’ denildiği gibi, dostlarını terbiye edendir. Efendiye kölesi karşısında ‘edepli davranmış’ denilemez. Ona ‘nezdinde sevdiği ve değerli bulduğu kölesine Hakk ettiği şeyi ihsan ve lütfiıyla verdi’ deni­lir. O halde efendi, kölesi karşısında kendisini sevse bile, edeple yüküm­lü tutulamaz.

OTURAK VE TECELLİGÂH

Sevenin bir özelliği de kendi payını ve sevgilisinin payını unutma­sıdır. Onu bütünüyle sevgi kaplamış ve bu sevgi sevgiliyi unutturduğu gibi kendisini de unutturmuştur. İşte ‘sevginin sevgisi’ bu demektir. Bu hakikatin kendisinden meydana çıktığı ilahi hakikat ise, nakledilemez. Daha doğrusu nakledilse bile, açıklanmayacak sırlardandır. Onları keş­feden kendilerini bilirken, (keşfi olmayanlara) bildirmesi caiz değildir. Allah Teâlâ’nın kitabından bu unutmanın delili ise ‘Allah Teâlâ’yı unuttular, Allah Teâlâ da onları unuttu5458 ayetidir. O’nun sûretini unutan kimse, kendini de unu­tur.

Seven kişi, niteliklerinden soyutlanmıştır. Onu sınırlayan bir niteli­ği ve özelliği yoktur. Çünkü o, sevgilisi kendisini nereye yerleştirirse oradadır. Onun niteliği kendisinden istenilen şeydir. Ondan istenileni ise, bilemez. Öyleyse seven, niteliklerinden soyutlanmıştır. Seven Allah Teâlâ ise, O, özü gereği kâmildir. Allah Teâlâ dıştan bir şeyle kemale ermeyeceği gibi O’nun nitelik veya özelliği yoktur. Çünkü cO’nun benzeri bir şey yoktur.,4S9 ‘Rabbin onların nitelemelerinden münezzehtir.’460                                                                             ,

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, isimlerinin bilinmiyor olmasıdır. Şair şöyle

der:

Beni O’nun kölesi diye çağır Çünkü en şerefli ismim odur

Bu özellik, ‘sevenin niteliklerinden soyutlanması’ diye ifade ettiği­miz özelliğe benzer. Öyleyse kulluk, onun için zâtî bir niteliktir. Dola­yısıyla sevenin sevgilisinin kendisini isimlendirdiğinden başka bir ismi yoktur. O halde hangi isimle onu isimlendirir ve çağırırsa, ona karşılık verir ve ‘buyur’ der. Sevene ‘ismin nedir?’ diye sorulduğunda, şöyle der: ‘Sevgiliye sor! Beni neyle isimlendirirse, adım odur, başka adım yoktur. Ben bilinmeyen meçhulüm, tanınmayan belirsizim.’ Seven Allah Teâlâ oldu­ğunda ise, O’nun zatını gösterecek bir ismi yoktur. Meluh ise -onun sevdiğidirAllah Teâlâ’ta kendisine ait bir iz arar ve böylelikle kendi izleriyle ve eserleriyle O’nu isimlendirir. Hakk da meluhun kendisini verdiği ismi kabul eder. Böylelikle meluh ‘Allah Teâlâ’ der, Allah Teâlâ da ‘buyur’ diye karşılık verir. Merbub ‘Rab’ der, Rab ‘buyur’ diye karşılık verir. Yaratılmış ‘Ya­ratan’ der, Yaratan ‘buyur’ diye karşılık verir. Rızıklanan ‘Rezzak’ der, Rezzak ‘buyur’ diye karşılık verir. Zayıf ‘Kavi’ der, Kavi ‘sana karşılık verdim’ diye cevap verir. Öyleyse hallerimiz, gerçek bir çağrıyla O’nu çağırırken O da bunları kendisine isim edinir. Bu nedenle bu isme ait


lafızlar ve kelimeler, yaratıkların nezdinde o isme ait bir anlamı gerekti­ren dil ve manaya göre farklılaşmıştır. Böylelikle Arap, İranlı’nın Huda, Rum’un İşa, Ermeni’nin İsfac, Türk’ün Tanrı, Fransız’ın Creator, Ha­beşi’nin Vak dediği kimseye ‘Allah Teâlâ’ der. Bunlar, bütün yaratıkların amacı olan bir anlama söylenmiş farklı sözlerdir. Bu nedenle O’nun isimlerinin meçhul olduğunu söyledik, çünkü isimler delillerdir. O hal­de sevilen hangi isimle sevgilisine hitap ederse, sevgilisi kendisine karşı­lık verir.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, unutmuş değil iken adeta unutkandır. Bu özellik, susma ve hareketsizlik diye isimlendirilir. Bu özellik, sevgiliyi sevmede kendinden geçerken gerçekleşir. Öyle ki, sevgilisi onun karşısındadır fakat o bunu bilemez. Sevgilisi onu çağırır, o ise kendisine ba­karken sesini tanımaz. Öyleyse o, sevgilisinde büsbütün hayrette oldu­ğu halde sanki onu unutmuş gibidir. Seven Allah Teâlâ olduğunda, bu özellik şöyle ortaya çıkar: Allah Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ âlemlerden müstağnidir.’461 Allah Teâlâ, O’nu zikrederek nefes alıp versinler diye, nefeslerini (böyle alıp al­mamakla onları) yükümlü tutar, duayı işittiğini onlara duyurur.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelüği de, sevgilisinin sevgisiyle meşgul olduğu için, kavuşma ve ayrılığı ayırt etmeyişidir. O, daima sevgilisini müşahede eder. Şairin söylediği haldedir:

Vuslat halindeki gecem ayrılıktaki gecem gibi Kısalıktan değil, uzunluktan şikayet ederim

         Seven, her iki durumda da şikayetçidir ve sürekli bir azap içinde durumu değişmez. Bize gelirsek, biz, birinci görüşe göre O’nunla ilgi­leniriz. Biz O’nu müşahede eder, O’ndan başkasını tanımayız ve gör­meyiz. Bu konuda şu mısraları söyledik:

O’nunla ilgiliyim, ayrılsam bile, geceleyin O’na ulaştım Gecenin uzunluğuna veya kısalığına değer vermem

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle tecelli eder: İlahi kelime, tektir. Allah Teâlâ, ‘Bizim işimiz göz açıp kapatmak gibi tek bir iştir5462 bu­yurur. Burada Allah Teâlâ nezdinde bir farklılık yoktur. O’nun uzaklığı yakın­lığının yakınlığı uzaklığının aynıdır. Allah Teâlâ, uzak ve yakın olandır. Allah Teâlâ’ta bize ulaşıp sonra ayrılacak veya ayrılık olup sonra kavuşacak bir hal yoktur. Öyleyse:

Hakta vuslat, ayrılığın ta kendisidir Bunu ise O’nu gören bilir.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, naz sahibi iken kara sevda sahibi olmaktır. Sevgi onu köleleştirmiş ve zelil etmiştir. Bununla birlikte kendinde se­bebini bilemediği bir naz bulur. Bildiği tek şey, hakikatlerin bildirdiği üzere, sevenin Sevilene kendi üzerinde efendilik kazandırdığıdır. Adeta Sevgili, onu görevlendirmiştir. Hali böyle olan insandan bir naz koku­sunun yayılması kaçınılmazdır. Bunu ise, sevgi makamı gerektirir.

Seven Allah Teâlâ olduğunda bu özellik şöyle ortaya çıkar; Allah Teâlâ şöyle der: ‘Kulum! Acıktım, beni doyurmadın. Susadım bana su vermedin. Hasta oldum ziyaret etmedin.’ Başka bir kutsi hadiste ‘Bana bir karış gelene, bir arşın yaklaşırım’ denilir ve miktar sürekli artırılır. Bir ayette ‘Güzel borç verenin verdiği artırılır, onun adma bol ecir vardır63 denilir. Ecrin artışı, bir naz iken, istek ise sadece istektir.

Sevenin bir özelliği de, dengesizliktir. Bunun nedeni, sevilenin içinde neyin bulunduğunu bilmeyişidir. Bu nedenle onun karşısında hangi halde olacağını bilemez. Hakk onun sevgilisi olduğunda ise, Hak­kın onun adına yasa yaptığı şeyi bilir. Dolayısıyla kalbinde bir dengesiz­lik kalmaz. Kalbinde sadece Allah Teâlâ’nın kendisine ihsan ettiği sırlar, onu kuşattığı latifeler vardır. O, bütün kalp ve himmeder etrafında toplan­sın diye, kulunun kendisini yaratıklarına sevdirmesini ister. Bunun ger­çekleşmesi ise, sırları yaymaya bağlıdır. Nefsler ihsan, hibe ve ikramları sevme özelliğinde yaratılmıştır. Sonra, seven şunu bilemez: Bu sırları yaymak, Rabbi razı eder mi, etmez mi? Bu da, Allah Teâlâ’yı sevenlerin kalple­rinin dengesizliğinin bir nedenidir.

Seven Allah Teâlâ olunca, bu nitelik şöyle tecelli eder: ilahi emir, hak­kında bilginin öne geçtiği kimsenin iman etmemesini gerektirir. Allah Teâlâ’nın sözü ve bilgisi ise, birdir. Allah Teâlâ hangi hakikatten emir verendir? Kim O’nun emrine bağlanmayı bilirse, o günaha düşer. cO hakim ve alimdir.’464 Buradan âlemde dengesizlik, amaç ve gayelerin farklılığı or­taya çıkar.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, teraziden çıkmış olmaktır. Hikmette geçerli teraziye göre davranmak, doğru düşünmeyi gerektirir. Seven ise oluşu idare ederken herhangi bir fikre sahip değildir. Onun yegâne işi, Sevgi­lisinin zikriyle ilgilenmek ve O’na yönelmektir. Böylece kendisinde ha­yal ifrata ulaşır. Böyle bir insan, ölçüleri bilemez. Sevdiği Allah Teâlâ oldu­ğunda ise, insanın kalbi Allah Teâlâ’yı sığdırır ve O ölçünün dışındadır. Dola­yısıyla hiçbir şey O’nu tartamaz. Bakınız! Allah Teâlâ’nın zikrini söylemek -ki o La ilahe illAllah Teâlâ (Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur) demektir(kıyamette) te­raziye girmez. Onun ağırlığı, mizanda ‘sicil sahibi için’ yazılı olması ba­kımından girdiğinde, sicil taşar ve onu hiçbir şey tartamaz. Alemin bü­tün sınıfları teraziye konulsaydı, yine onu tartamazdı. Sevgiyle nitelen-


memiş bir insanın bu lafzı telaffuz etmesinin sonucu böyle iken seven söylerse, durum nasıl olabilir? Onun hali hakkında ne zannedersin? Allah Teâlâ’nın rahmetinden bile geniş kalbi hakkında ne zannedersin? Kalbin genişliği, Allah Teâlâ’nın rahmetindendir. Varlıkta ortaya çıkmış en garip iş, kalbin Allah Teâlâ’nın rahmetinden bile geniş olmasıdır. Kalp Allah Teâlâ’nın rahme­tinden geniştir. Ebu Yezid şöyle der: ‘Arş ve bütün içerdikleri yüz bin katıyla birlikte arifin kalbinin bir kenarına bırakılsaydı, ârif onların far­kına varamazdı. Seven nasıl olabilir, hesap et?’

Seven Allah Teâlâ olduğunda ise bu nitelik şöyle tecelli eder: Hakkın sevgilisi, O’nun nezdindedir, çünkü seven sevdiğinden ayrılmaz. O’nun nezdinde bulunan ise, bakidir. O halde sevilen bakidir. Baki olanı ise fani tartamaz.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özeliği de, kendisinden ‘sevgilisinin aynı’ diye söz et­mesidir. Çünkü o, sevgilisinde yok olmuştur ve başkasını göremez. Bi­risi bu konuda şöyle demiştir:

Ben sevdiğimim, sevdiğim de ben. Ebu Yezid’in hali böyleydi. Se­ven Allah olduğunda bu özeUik şöyle tecelli eder: Allah Teâlâ (kutsi hadiste belirtildiği gibi) sevdiği kullarının duyması, görmesi ve bütün güçleri­dir.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, kendinden çekilip alınmasıdır. Seven, yor­gundur. O, sevgilisine ‘niçin şöyle yaptın, niçin bunu söyledin’ demez. Enes b. Malik şöyle der: ‘Peygambere on yol hizmet ettim. Bana yaptı­ğım bir iş için ‘niçin yaptın?’ veya yapmadığım bir iş için ‘niçin yapma­dın’ demedi.’ Çünkü peygamber, Sevgilisinin o işte tasarruf ettiğini gö­rüyordu. Sevgilinin sevende tasarrufunun bir nedeni olmaz. Aksine; se­ven bu tasarrufu teslimiyetle karşılar, hatta ondan haz alır. Çünkü se­ven, kıskançlık nedeniyle Sevgilisinden başka kalbindeki her şeyi yakan bir ateşle kendinden çekip alınmıştır. Böylece bütün gayretini harcaya­rak yine sevginin hakkını yerine getirdiğini düşünmediği gibi sevgilisini razı ettiği işlerde hareket ettiği de aklına gelmez.

Seven Allah Teâlâ olunca, bu özellik şöyle tezahür eder: Her zerre Allah Teâlâ’nın izniyle hareket eder. Öyleyse Allah Teâlâ, -kendisinden başka fail yok iken‘niçin?’ sorusunu nasıl sorabilir? Seven sevgilisine ‘ben sana gerek­li elinim.’ O’nun her sevilende başkasına ait olmayan bir tecellisi vardır. O’nun nezdinde iki kişi bir araya gelmez ve böyle bir şey doğru değil­dir. İşte bu, çekip alma ve onun çabayla nitelenmesi, Hakk ile ilgili te­reddüttür.

OTURAK VE TECELLİGÂH

Sevenin bir özelliği de perdesinin yırtılmış, gizlisinin açığa çıkmış, gizlemek bilmeyen ‘zamanın rezili’ olmasıdır. Dürüst âşık şöyle der:

Hakkında kuşkuya kapılınsın diye Sevgisini gizleyeceğini iddia eden yalancıdır

Sevgi zorlayarak kalbe hakimdir Örtünün sevgide yeri yoktur

' Aklın sırrı ortaya çıktığında

Ortaya çıkar çıkmaz feta mağlup olur

Ben arzu duyana haset ederim, korunarak Kalpler ve gözler onu itham etmez

Sevgi, her perdeyi parçalayan ve her sırrı ilan eden bir zorbadır. Onun çığlıkları yükselir, ibret (aldığı işler) art arda gelir. Sevginin bu­lunduğu organlar, taşıdıkları hastalık, uykusuzluk ve sevgiyle gelişen halleriyle ona tanıklık ederler. Seven konuşursa, anlaşılmaz bir şey söy­ler. Sabrı ve gücü yoktur. Gamları art arda gelir, tasaları sürekli artar.

Seven Allah Teâlâ olduğunda durum şöyledir: Allah Teâlâ bir kulunu sevince, meleğine göklerde ‘Allah Teâlâ falanı seviyor’ diye bağırmasını vahyeder. Bu­nun üzerine göktekiler de onu sever. Göktekiler onu sevince, o kişi yer­yüzünde de makbul olur ve bu durumda kalpler onu kabul eder. Bu­nunla birlikte bazı insanların zahirleri onu yadırgayabilir. Bu yadırga­manın nedeni, kendilerindeki bir takım amaçlardır. Bu esnada onlarm hali, her şeyin Allah Teâlâ’ya secde ettiği bir durumda çoğunun secde etmediği insanların haline benzer. Allah Teâlâ burada ‘İnsanların tümü’ dememiştir. Allah Teâlâ’nın sevdiği insanın onların kalplerindeki sevgisi de böyledir. Yer­yüzünde o insan hakkında kabul özelliği yerleştirilince, bütün yeryüzü halkı ve içindekiler onu sever. Buna karşılık, insanların çoğunluğu onu sever. Bu sevgide insanlar, Allah Teâlâ’ya secde ederkenki asıllarına göre dav­ranır.

OTURAK VE TECELLİGAH

Sevenin bir özelliği de, çok hasret çeken âşık olduğunu bilmeyişidir. O, bu büyük vecdi kimin için ve kim hakkında çektiğini bilmez. Sevgili seven için belirginleşmez çünkü aşırı yakınlık, bir perdedir. Bu­na mukabil seven, sevginin izlerinin sevgilisinin hayalinde hakim olacak sûretini kendisine giydirdiğini görür. Bunun üzerine, dıştan onu arar. Fakat zâhirin, bâtının latifliğinden yoksun olması nedeniyle, içindeki suretten kendisine sarılabileceği (dışta) bir şey bulamaz. Seven, sevgili­den alıp nefsinde yükselttiği manayla birliktedir. Sevgiliden alınmış ve seven nezdinde yükseltilmiş bu mana, seveni sıkan ve geren şeydir. Öy­leyse bu mana, sevenin kendisindedir, fakat onun kendisinde bulundu­ğunu bilemez. Sevgiliyi ise ancak bu manayla talep eder. Latif, duyu­lardan habersizdir. Konuşur, fakat söylediği anlaşılmaz. ‘Kalbim sevgi­limin nezdindedir’ sözü de anlaşılmaz.

Kalbim daraldı, nerede onu arayayım?

Cismim onun vatanı değil

Sevenin şu sözü de anlaşılmaz: ‘Sevgilim kalbimdedir. Hangi halde daha doğrudur bilemem. O, iki zıddı bir araya getirir. O bendedir ve bende değildir.’

Seven Allah olunca bu özeUik şöyle ortaya çıkar: Allah, Âdem’e iki eli kapalıyken görünmüş ve ‘Dilediğini seç’ demiş, Âdem ‘Rabbimin sağ elini seçtim, gerçi O’nun her iki eli de sağ el ve mübarektir’ demiş­tir. Allah elini açtığında ise, elinde Âdem ve zürriyeti var imiş! Öyleyse Âdem hem ‘avuç içinde hem avuç dışındaydı.’ Sevileni sevendeki sureti de böyledir: Hem ondadır, hem onda değildir!

Sevenlerin nitelikleri sayısız olduğu gibi onların bir sınırı da yok­tur. Araştırma ve incelemeyle bir noktada bitmez. Fakat sevgideki meş­repler, sevilenin değişmesiyle değişir. Söylediklerimi anladıysan, seni yola yönlendirdim demektir. Sen de benzetme yapmaktan kaçın. Sevgi, vecd, özlem ve keder tek bir hakikattir. Onların ilgileri değiştiği için farklı nispederi vardır. Bunlar, otoriteleri bulundukları kimsede hüküm süren niteliklerdir. Bunların içinden sevgüiye bir niteUk dönmediği gibi sevgüinin de onlarda hükmü yoktur. Onun tek özeUiği, seven olması­dır. Her iki yönde de (Allah ve insan) sevenlerin nitelikleri hakkında bu kadar özet açıklama yeterlidir. ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır

Yüz on beşinci kısım sona erdi.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar