Print Friendly and PDF

[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] YÜZ ON YEDİNCİ KISMI

Bunlarada Bakarsınız

 




Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

YÜZ SEKSEN SEKİZİNCİ BÖLÜM

Sahih Rüyaların Bilinmesi (Mübeşşirat)

Doğru sözlü adamların rüyası da doğrudur Doğru sözlü olmayanın, rüyası doğru çıkmaz

Ahiret hayatının doğruluğu onun menzilleri Zıddı ise dünya hayatıyla onun zıddıdır

Doğru rüyalar, nebiliktir, fakat eksiktir Şeriatı neshedemez, yüce bir mertebedir o

Heva için kılıçların çekildiğini gördüm

Sağ elimde ise dünyada heva için bir kılıç vardı

Onun ne varlığını ne izini bıraktım

Eldeki kılıçla dünyada ve ahirette                                        .

Allah Teâlâ sana yardım etsin ki, bilmelisin ki, insanın iki hali vardır: Bi­rincisi uyku, diğeri uyanıklık diye isimlendirilir. Her iki halde de Allah Teâlâ, onun adına eşyayı idrak etmesini sağlayan bir idrak yaratmıştır. Uya­nıkken bu idrak ‘duyu’ diye isimlendirilirken uykuda ‘hiss-i müşterek’ diye isimlendirilir. İnsanın uyanıkken gördüğü her şey ‘görme’ diye isimlendirilirken uykuda gördükleri rüyadır. Uykuda idrak ettikleri ise, hayal gücünün uyanıkken duyulardan zabtettiği şeylerdir. Bu ise, iki türlüdür: Birincisi, sûretini duyuda idrak ettiği tarzda iken, diğeri, sürerinin parçalarını -ki onları uykuda duyuyla idrak etmiştirduyuyla idrak ettiği şeylerdir. Duyuların idrakinde yaratılıştan gelen bir eksiklik var ve uyanıkken duyusal anlamı idrak edememişse, uykuda da onu id­rak edemez. Dolayısıyla uyanıkken dışta idrak edemediği şeyi, uyku­sunda idrak edemez. Öyleyse asıl olan, duyudur ve uyanıkken ve hayal­deki idrak, duyuya tabidir. Bazen idrak insanların bir kısmında güçlenir ve yakaza halinde uykuda idrak ettikleri şeyi idrak ederler. Bu ise, ender gerçekleşir ve bu yol ehlinden olan nebi ve velilere aittir. Biz onu böyle gördük.

Bunu öğrendiğinde bilmelisin ki: Nebilik (haber vermek), uyku veya uyanıklıktan ibaret bu iki halden birisinde Allah Teâlâ’nın dilediği kulları­na dönük hitabı veya sözüdür -hangisini istersen onu söyleyebilirsin-. Nebilik denilen bu ilahi hitap, üç türdür: Birincisi vahiy diye isimlendi­rilirken diğerinde O’nun kelamı perde ardından duyulur. Diğer bir tür ise, elçi vasıtasıyla gerçekleşir. Melek veya insan olan elçi, -Allah Teâlâ’nın iz­niyledilediğini elçi olarak gönderildiği kimseye vahyeder ki bu vahyedilen, Allah Teâlâ’nın kelamıdır. Çünkü peygamber Allah Teâlâ’nın sözünü dile getirmektedir. Allah Teâlâ ‘Kimse vahiy veya perde ardından veya elçi olmaksızın Allah Teâlâ ile konuşamaz,48‘ buyurur. Vahyin bir yönü de, kulların kalplerine vasıtasız aktarılmıştır. Böylelikle onların kalplerine nasıl duyulduğu bi­linmeyen bir söz duyurur. Onu tanımlamak mümkün olmadığı gibi ha­yalin onu tasviri de mümkün değildir. Bununla birlikte peygamber onu ‘akleder.’ Fakat nasıl, nereden ve niçin geldiğini bilemez. Perde ardın­dan kendisiyle konuştuğu şeyin sûretiyle konuşur. Bazen perde, beşeri­yet olabilir. Nitekim Allah Teâlâ Musa ile Tur-ı eymen (sağ Tur) tarafından ağaçtan konuşmuştur. Çünkü sol -ki kalp yönüdüryönden konuşsaydı, belki iç konuşmasıyla vahiy belirsizleşebilirdi. Bu nedenle konuşma, âdeten nefsin kendisinden konuşmadığı (sağ) yönden gelmiştir. Bazen bir melek elçinin vasıtasıyla Allah Teâlâ insan ile konuşur. Nitekim ‘onu senin kalbine Ruhu’l-Emin (Cebrail) indirdi4"2 buyurdu ki burada Allah Teâlâ kelamı olan Kuran kastedilir. Bazen bir beşer vasıtasıyla gerçekleşir. Bu ise ‘Onu komşu edin ki, Allah Teâlâ’nın kelamını duyabilsin4113 ayetinde dile getirilir.

Burada kelam Allah Teâlâ’ya izafe edilmiştir. Sahabe veya o bedevinin duydu­ğu söz ise, peygamberin dilinden duyulmuştu.

Nebilik, bu kısımlarıyla ilahi bildirime ilave bir şey değildir. Kuran, Allah Teâlâ’nın haberidir ve bütünüyle nebiliktir (bildirme, haber verme). Çünkü Kuran, Allah Teâlâ’nın bildirdiği her şeyi içerir. Bir hadiste ‘Nebilik, Kuranı ezberleyenin iki yanı araşma girmiştir’ denilir. Zikrettiğimiz du­rum ortaya çıkınca bilmelisin ki: Vahyin başlangıcı, doğru rüyadır ve o uykuda olabilir. Hz. Aişe şöyle der: ‘Peygambere gelen ilk vahiy, sadık rüya idi.’ Peygamberin gördüğü rüya, sabah aydınlığı gibi çıkardı. Bu­nun nedeni, onun doğru sözlü olmasıydı. Çünkü Peygamber ‘Rüyası en doğru olanınız, sözü en doğru olanınızdır’ der. Peygamber, kimseye içinden uydurduğu yalan bir söz söylememiştir. O, duyusal güçlerinden birisiyle veya bütünüyle idrak ettiği bir şeyi söylerdi. Yoksa, (beşeri) amaçla konuşmaz, olmamış bir şeyi söylemez, uyanıkken hayalinde ta­savvur edip rüyaya ait dışta bir gerçeklik görmediği şeyi söylemezdi. İş­te bu, onun rüyasının doğruluğunun nedenidir. Vahiy, his ile değil, rü­ya ile başlamıştır. Çünkü akledilir manalar, histen daha çok hayale ya­kındır. Duyu daha yakın uç iken mana daha üstün uçtur ve daha latiftir. Hayal ise, bunların arasmdadır. Vahiy bir manadır. Mana duyuya in­mek istediğinde, duyuya ulaşmazdan önce hayal mertebesini geçmeli­dir. Hayal, kendinde gerçekleşen her şeyin duyulur surette suretlenmesini gerektirir ve bu kaçınılmazdır. İlahi vahiy uyku esnasm­da gelirse, ‘rüya’ diye isimlendirilirken uyanıkken gelirse ‘tahayyül’ diye isimlendirilir. Burada tahayyül, ‘hayal gibi göründü’ demektir. Bu ne­denle, vahiy hayal ile başlamış, sonra dıştan gelen meleğe doğru intikal etmiş, melek peygambere duyuyla algılanan bir adam veya şahıs şeklin­de suretlenmiştir. Söz konusu elçiyi vahyin ulaştırılması istenilen şahıs yalnız başma görebileceği gibi bazen yanındakiler de onu görebilir. Bu esnada elçi peygamberin kulağına Rabbinin sözünü aktarır ki, vahiydir. Bazen kalbine iner. Kalbine indiğinde, peygamberi sıkıntı basar ve bu ‘hal’ diye ifade edilir. Çünkü doğa ona uygun değildir ve bu nedenle peygambere ağır gelir ve mizacı ondan dolayı bozulur. Vahyedilen şey, vahyedilinceye kadar böyle sürer. Sonra bu hal, ondan ayrılır ve kendi­sine söyleneni haber verir. Bütün bunlar, velilerden Allah Teâlâ adamlarında gerçekleşir. Burada -veliye olmaksızınsadece peygambere özgü olan, şeriat bildiren vahiydir. Binaenaleyh sadece peygamber şeriat getirebi­lirken bilhassa resul şeriat koyabilir. Resul mubah yapar, helal ve haram kılar, böylelikle vahyin bütün türlerini getirir. Veliler ise, peygamberin getirdiği ve açıkladığı şeyin doğruluğunu bildirir. Böylelikle (resule) tabi veli, peygamberin diliyle Rabbine yaptığı ibadetinde basirete sahip­tir. Veli peygamberin zamanına yetişmemiştir ki, sahabenin duyduğu gibi, onun sözünü duymuş olsun. Veli bu tür bir hitap ile şeriat yaptığı şeyi Allah Teâlâ’nın peygamberinden dinleyen sahabe konumundadır. Bu ne­denle Kuran’da ‘Basiret üzere ben ve bana uyanlar Allah Teâlâ’ya çağırırız5484 de­nilir. Onlar, zikrettiğimiz bu kimselerdir. Nice hadis vardır ki rivayet yolu bakımından sahih ravileri de güvenilirdir, fakat bize göre gerçekte sahih değildir. Biz -bilgiyle değilgüçlü zanna dayanarak o hadisi kabul ederiz. Zikrettiğimiz bu grup ise bu yoldan hadisi alırlar. Böylelikle biz, sahih haberin bizde doğru olmayışı nedeniyle, basirete sahip oluruz. Bi­liriz ki, gerçekte sahih değildir. Bazen bunun tersi de gerçekleşebilir. Bu ise, hadisin geliş yolunda uyduran veya karıştıran ravinin bulunmasıdır. Gerçekte ise, hadis sahihtir. Bu grup hadisin sahih olduğunu bilir ve hadis hakkında basiret taşır. İşte bu ‘Ben ve bana uyanlar Allah Teâlâ’ya basiret üzere çağırırız,4SS ayetinin anlamıdır. Onlar, bu insanlardır. Onlar ha­berde ortak oldukları için, peygamberlerin varisleridir. Nebiler ise şeriat getirmeyle farklılaşır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ruhu emrinden dilediği kullarına aktarır.,4a6 Burada ‘o kimseler ki’ (men) edatı gelmiştir ve belirsizdir. ‘Korkutması için...’41'7 Burada ise, şeriat olmayan şeyi ya da hüküm ol­mayan şeyi getirerek, ‘korkutma’ demiştir. Bazen veli, korkutucu ve müjdeleyici olabilir, fakat şeriat getiren olmaz. Çünkü risalet ve teşriî nebilik, kesilmiştir. Artık bir resul ve nebi gelmeyecektir. Başka bir ifa­deyle, şeriat getiren bir nebi olmadığı gibi, yeni bir şeriat da olmayacak­tır. Bunu bilmelisin!

Baştaki konuya dönebiliriz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle dediği sabittir: ‘Risalet ve nebilik kesilmiştir. Benden sonra resul ve nebi yoktur.’ Bu ifade insanlara ağır gelmiş, sonra peygamber şöyle demiştir: ‘Fakat müjdeli rüyalar (mübeşşirat) vardır.’ Bunun üzerine sahabe ‘mübeşşirat da nedir?’ diye sorunca, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Müslümanın rüyasıdır, rüya nebiliğin bir parçasıdır’ diye cevap vermiştir. Bu, Enes’ten aktarılan sahih-hasen hadistir. Hadisi bize Mekke’de Harem’in önünde Hacer-i esved’in bulunduğu Rükn-i Yemani’de altı yüz dört yılında şeyhimiz Mekinüddin Ebu Şuca Zahir b. Rüstem el-İsfahanî el-Bezzar ve başkalan aktarmıştır. Onlar ise hadisi Ebu’l-Feth Abdülmelik b. Ebi’l-Kasım b. Ebi Selh el-Kerhi el-Herevi’den aktarmıştır. Herevi şöyle demiştir: Bana Ebu Âmir Mahmud b. el-Kasım el-Ezdi, Ebu Nasr Abdülaziz b. Muhammed et-Tiryaki, Ebu Bekir Ahmed b. Ebu Hatim Gavreci ak­tarmıştır. Şöyle demişlerdir: Bize Muhammed b. Abdülcabbar elCerrahi aktardı: Bana Ebu’l-Abbas Muhammed b. Ahmed el-Mahbûbî aktardı: Bize Ebu İsa Muhammed b. İsa et-Tirmizi aktarmıştır: Bize Hasen b. Muhammed ez-Zağferani aktarmış ve şöyle demiştir: Bize Affan b. Müslim, ona Abdülvâhid, ona Muhtar b. Fülfül, ona Enes b. Ma­lik aktararak şöyle demiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki...’ diyerek ha­disi zikretmiştir. Bu senette Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Ummü Kerz de vardır. Kısaca peygamber, rüyanın nebiliğin parçası olduğunu bil­dirmiştir. İnsanlar için nebilikten bu ve benzeri şeyler geride kalmıştır. Bununla birlikte, nebi ve resul adı, şeriat getirene verilebilir. Bu isim, özel bir kesime tahsis edilmiş ve nebilik içinde özel bir nitelik haline gelmiştir. Özel niteliğin bulunmadığı nebilik ise, sınırlanmamış, sadece ismi sınırlanmıştır. Biz de edepli davranır ve söylediğini, genel veya sı­nırlı kullandığı şeyi öğrendikten sonra Peygamberin durduğu yerde du­rur, durumumuz hakkında açık bir delile sahip oluruz.

Bunu öğrenince, şöyle deriz: Rüya üç türdür: bir kısmı müjdeli rüyalardır. Bu, bu bölümde ele aldığımız kısımdır. İkincisi ise, kişinin uyanıkken yapıp hayaline nakş olan iç konuşmalardır. Uyuduğunda, hiss-i müşterek ile onları idrak eder. Çünkü onu uyanıkken tasavvur etmiş ve hayalinde resmedilmiş halde kalmıştır. Uyuduğunda ve duyu­lar hayal hâzinesine yöneldiklerinde, onu görürler. Bütün bunların nasıl olduğu daha sonra gelecektir. Üçüncü rüya türü ise, şeytandandır.

Bu konuda bize Ebu İsa et-Tirmizi’den sahih bir hadis aktarılmış­tır: Bize Nasr b. Ali, Abdulvahhab Sekafı’den, o Eyyub’dan, o Mu­hammed b. Sirin’den, o Ebu Hureyre’den aktarmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Kıyamet yaklaşınca, müminin rüyası yalan çıkmaz. Mümin­lerin içinde rüyası en doğru olanı, sözü en doğru kişidir. Müslümanın rüyası, nebiliğin kırk altıda birlik parçasıdır. Rüya üçe ayrılır. Salih rüya Allah Teâlâ’dan müjdedir. İkincisi şeytanın üzmesinden ibarettir. Üçüncüsü ise insanın iç konuşması şeklindeki rüyadır. Biriniz hoşlanmadığı bir rüya görünce, kalksın nafile kılsın ve rüyasını kimseye anlatmasın.’ Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Ebu Katade’nin aktardığı hadiste ise şöyle denilir: ‘Aranızdan biri nahoş bulduğu bir rüya görür­se, üç kez soluna tükürsün ve şeytanın şerrinden Allah Teâlâ’ya sığınsın. Böyle yaparsa, şeytan ona zarar veremez’ demiştir. Başka bir sahih hadiste ise ‘Müslümanın rüyası, anlatmadığı sürece bir kuşun ayağındadır. Rüyası­nı anlatınca, gerçekleşir.’

Bilmelisin ki, Allah Teâlâ’nın rüyayla görevli bir meleği vardır. ‘Ruh’ diye isimlendirilen bu melek yakın semanın aşağısındadır ve uyuyanın kendi­sini ve başkasını kendilerinde idrak ettiği bedenlerin sûreteri onun elindedir. O sûreterden meydana gelen varlıkların sûreteri de meleğin elindedir. İnsan uyuduğunda ya da gaybet veya fena haline geçtiğinde veya uyanıkken duyulur şeylerin meleğin elindeki sûreteri algılamasına engel olmadığı derecede güçlü bir idrak düzeyindeyse, uyuyanın uyku­sunda gördüğü şeyleri (uyanıkken) algılar. Şöyle ki: İnsanın hakikati, güçleriyle duyulurların mertebesinden ona bitişik hayal -ki yeri dimağın önüdürmertebesine intikal eder. Sûreüerle görevli ruh, ayrık hayal mertebesinden -Allah Teâlâ’nın izniyleHakkın uyuyana ya da (duyularından) gaybet halinde olana veya kendinden geçene veya güçlü olana, sûreterde bedenlenmiş manaları gösterir. Meleğin elindeki sûreterde bulunan manaların bir kısmı Allah Teâlâ ile ilgiliyken bir kısmı Allah Teâlâ’nın ken­disiyle nitelendiği isimlerle ilgilidir. Böylelikle kişi Hakkı bir sûrette id­rak eder veya Kıîran’ı veya bilgiyi veya şeriatına uyduğu peygamberi (bir sûrette) görür.

Bu esnada rüya gören insan adına üç mertebe veya onlardan biri gerçekleşir. Birincisi, İçişinin menzillerinden birisine ve ona ait nitelikle­re göre, idrak edilen sûretin görene dönmesidir. Bu, kendisine döndü­ğü haliyle, bir şeyi bulunduğu halde idrak etmektir. İkincisi ise, görülen sûretin görenin kendiliğindeki haline dönmesidir. Üçüncüsü ise, görü­len sûretin meşru hakikate ve vaat edilen yasaya dönmesidir. Başka bir ifadeyle o, sûretin görüldüğü bölgede geçerli yasaya döner. Söz konusu olan, bölgenin yönetimini elinde tutan ve yasayı uygulayan valilerden birininbölgesidir. Zikrettiklerimizin dışmda dördüncü bir mertebe yoktur. Birincisi -ki sûretin bizzat görülene dönmesidir-, tamdır ve iyi­dir, çirkinlik veya eksiklikle nitelenmemesi gerekir. Diğer iki mertebede ise görülen sûret, güzellik, çirkinlik, eksiklik ve kemal gibi hallerle orta­ya çıkar. Böyle bir sûretten hitap gelirse, hitap, gerçekleştiği Hakk göre ve onu anlaması ölçüşünce değerlendirilir.

(Böyle bir rüyadan sonra) Duyu âlemine döndükten sonra tabire güvenilmez, fakat kişi tabiri biliyor veya bu konuda bilene sorarsa, du­rum farklıdır. Aynı zamanda onun hareketine bakılmalıdır. Kastettiğim, görenin gördüğü sûret karşısındaki saygı ve hürmet vb. davranışıdır. Onun hali, surete karşı kendisinden ortaya çıkan davranışla irtibatlıdır. Çünkü görülen, her bakımdan gerçek bir surettir. Bazen bu mertebeyi elinde tutan ruh görülebilir bazen görülmez.

Bu tarzın dışındaki rüyalar ise -üzücü rüyalar iseşeytandan veya kişinin uyanıkken yaptığı iç konuşmalardan oluşur. Böyle rüyalara gü­venilmez. Güvenilmese bile bu tarz bir rüya tabir edildiğinde, bir hük­mü olur ve bu hükmün onun adma -kendisinden değiltabirin gücü nedeniyle ortaya çıkması kaçınılmazdır. Rüyayı yorumlayan kişi, kendi­sini anlatandan (alarak) hayalinde tasavvur etmeksizin tabir edemez. Tasavvur ettiğinde ise rüyada görülen bu sûret, iç konuşması veya şey­tanın üzmesi şeklinde bulunduğu (rüyayı gören) kişinin algısından tabircinin hayaline geçirir. Tabirci için rüya, artık bir iç konuşması değil­dir ve zatında resmedilmiş gerçek bir sûret hakkında hüküm verir. Böy­lelikle rüyanın bir hükmü ortaya çıkar. Bu hükmü söz konusu sûretin tabircinin nefsinde meydana gelmiş olması gerçekleştirmiştir. Yusuf un hapishanedeki iki adamla yaşadığı hadisede bu durum zikredilir. Onlar, Yusufa anlattıkları rüyalarda yalan söylemişlerdi. Böylece onların rüya­ları, bir iç konuşmasından ibaretti ve -rüya görmeksizinonu tahayyül etmişlerdi. Konuyla ilgili en uzak durum budur. Çünkü rüya olsaydı, tabir kapsamına sokmuş olurdu. Adam hikayesini Yusufa anlattığında, Yusufun hayalinde anlatılandan bir sûret meydana gelmiş. Söz konusu sûret, Yusufun kendi kendine bir (iç) konuşması olmadığı için, sûret Yusuf adma ‘gerçek’ olmuştu. Sanki o adam için rüyayı gören Yusuf idi. O iki adam ise Yusuf için ‘rüya sûreterini elinde tutan melek’ konu­mundaydı. Rüyalarını tabir ettiğinde adamlar Yusufa şöyle demişti: ‘Biz seni sınadık, rüya falan görmedik.’ Yusuf ise ‘Hakkında görüş sordu­ğunuz konuda hüküm verildi5488 demiş, hadise, tabir edildiği gibi dışta or­taya çıkmıştır.

Bir insan rüya gördüğünde, gördüğünün gerektirdiği duruma gö­re, rüyada iyilik veya kötülükten payı vardır. Ya da payı, o bölgedeki geçerli yasaya göredir. Görülen sûrete gelirsek, onda görenin payı yok­tur. Allah Teâlâ o payı bir kuş sûretine çevirir. Gerçekte o, kuş şeklindeki me­lektir. Nitekim Allah Teâlâ amellerden, ruhanî, bedenli ve berzahî melek suretleri yaratır. Allah Teâlâ onları kuş suretinde yaratmıştır, çünkü şöyle de­nilir: ‘(Talih) kuşu ona şöyle bir pay getirdi.’ Kuş, pay demektir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sizin tair’iniz (uğursuzluk, talih, kuş) sizinle beraberdir.’489 Baş­ka bir ifadeyle iyi veya kötü nasibiniz ve payınız, sizinle birliktedir. Allah Teâlâ rüyayı o kuşun ayağına bağlar ki o, kuşun kendisidir. Kuş yerden bir toprak almak isteyince, onu ayağıyla alır, çünkü onun eli yoktur, kanadan ise yerden bir şey almaya imkân vermez. Bu nedenle rüya, ku­şun ayağına bağlanmıştır. Öyleyse kuşun ayağı bağlanılan yerdir ve ku­şun kendisidir. Tabir edildiğinde ise, rüya anlatıldığı için, oradan düşer. Rüya düşünce, kuş da yok olur, çünkü o, rüyanın kendisidir. Dolayısıy­la onun düşmesiyle, kuş da ortadan kalkar. Bu sûret, duyu âleminde rü­yanın kendisinde gözüktüğü Hakk göre tasavvur edilir. Böylelikle rüya­nın sûreti, halin kendisine döner. Söz konusu hal, ya bir araz veya cev­her veya vilayet nispeti veya başka bir nispettir ve o rüyanın sûreti ve (aynı zamanda) bu kuşun kendisidir. Bu hal ondan yaratılmıştır ve onun, yani sûretin cisim veya araz veya nispet olması birdir. N i telcim

a                             t                                                                                                             .                                                     #

Adem bir topraktan yaratılmış iken biz kokuşmuş bir sudan yaratıldık. Rüya bir çocuğun var olacağını gösterdiğinde, çocuk rüyadan babasının sulbünde ‘su’ olarak yaratılmıştır. Su rahme yerleşmişse, bu rüya çocu­ğu suretlendirir. Öyleyse o çocuktur. Rüyadan önce rüya yok ise, çocuk diğer çocuklar gibi ilk yaratılışına göre doğar, bunu bilmelisin! Bu ga­rip bir sır ve doğru keşftir.

Rüyadan meydana gelen her çocuğun başkasından farklılığı görü­lür ve diğerlerine göre o ruhlara daha yakındır. Aklını bu konuya verir­sen, meseleyi anlarsın! Rüyadan meydana gelen bir hal veya araz veya bir nispetten yaratılmış her şeyin rüyadan meydana gelmeyene karşı bir ayrıcalığı vardır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin annesi Amine’nin rüyasında bu me­seleyi incelersen, zikrettiğimiz konunun doğruluğunu görürsün. Pey­gamber annesinin rüyasının ta kendisiydi! O, annesinin gördüğü sûret ile babasının suyunda zuhur etmişti. Bu nedenle onun hakkındaki rüya­lar artmış ve başkasına göre ayrıcalıklı olmuştur. Söylediğimiz meseleyi ancak bilgi sahipleri keşf sayesinde öğrenebilir. Bu, Allah Teâlâ’nın yaratıkla­rındaki sırlanndandır. Zikrettiğimiz meseleye aşina olmak istersen, do­ğa ilmine bakmalısın! Kadın hamileyken bir şeye arzu duyarsa, çocuk o şeye benzer doğar. Cinsel ilişki esnasmda kadın (birine) bakar veya me­ninin rahme düşmesi ve suyun inmesi esnasında (birini) tahayyül eder­se, çocuk tahayyül ettiği kişinin huyunda doğar. Bu nedenle hakimler, büyük hakimlerden erdemli insanların resimlerinin mekanlara çizilme­sini tavsiye etmiştir. Kadın ve erkek cinsel ilişki esnasında onları görür, görülen sûret hayale kazınır, görenin doğasını etkiler. Ardından, sûretin sahip olduğu güç, o sudan (meni) doğan çocukta ortaya çıkar. İşte bu, doğa ilmindeki garip sırlardandır.

Meryem’in Cebrail’i beşer sürerinde görmesi nedeniyle, Hz. İsa’nm ölüleri dirilten bir ruh ile beşeriliği kendinde nasıl topladığına bakınız! Çünkü ruh vasıtasıyla doğal cisimler hayat bulur. Bundan daha güçlüsü ise, Samiri’nin Cebrail’in ayak izinden aldığı bir tutam toprak ile yaptı­ğıdır. Samiri, ruhun yerleştiği her yerde hayatm kendisine da eşlik etti­ğini biliyordu. Bu nedenle aldığı tutamı, buzağıya bırakmış, buzağı ru­hun ayak izinden alınmış tutamın etkisiyle böğürmüştü. Onu atın sürerine atsaydı, at kişner veya insanın sûretine atsaydı insan konuşur­du. Çünkü istidat hayat ile ortaya çıktığında, kendisini kabul edene gö­re tezahür eder. Burada mazharlarda zuhur edenin nasıl zuhur ettiği öğrenilir. Mazharlar, istidadarıyla, kendilerinde zuhur edene kendisiyle zuhur edeceği taşman ve taşıyan sûreteri verir. Bu nedenle Allah Teâlâ bu hikmeti izhar etmiştir ki, buradan işin kendiliğindeki durumu öğrenil­sin!

Peygamber rüyaları müjde ve ‘mübeşşire’ (deri anlamındaki beşer’den türetilerek müjde) diye isimlendirdi. Bunun nedeni, onların in­sanın derisindeki etkileridir. Çünkü beşeri sûret, tahayyül ettiği veya duyduğu hüzünlü veya sevinçli bir kelime nedeniyle başkalaşır ve deği­şir. Bunun sonucunda ise, deride bir etki ortaya çıkar ki bu zorunludur. Çünkü bu, Allah Teâlâ’nın doğaya yerleştirdiği doğal bir hükümdür. Öyleyse ancak böyle olabilir.

TAMAMLAMA

Rüyanın Yeri, Mekanı ve Hali

Rüya hali, uykudur. Uyku, yaratılışın uyanıkken yaptığı hareketle­rin yol açtığı yorgunluktan dinlenmek üzere, bedenin duyulurlardan uzaklaşmasıdır. Beden kendi arzusu peşinde hareket etse bile, yorulur. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Uykunuzu dinlenme yaptık.’490 Burada Allah Teâlâ şöyle de­mektedir: Uykuyu sizin için nefslerin rahatlayacağı bir dinlenme vakti yaptık. Uyku iki kısımdır: Birincisi, intikaldir. Bunda kısmi bir rahat­lama veya bir amaca ulaşma veya yorgunluk artışı vardır. Diğeri ise, özel anlamda rahatlık içerir. Bu ise, Allah Teâlâ’nın kendisinde rahatlık bulun­duğunu zikrettiği doğru ve saf uykudur. Rahadamanın gayesi, uyanık­ken bedenin organlarının ve araçlarmın yorulmasıdır. Allah Teâlâ uykunun vaktini gece yapmıştır. Bununla birlikte, gündüzde uyunabilir. Nitekim Allah Teâlâ gündüzü geçinme zamanı olarak belirlemiş, halbuki geceleyin ge­çinme için çalışabilir. Fakat hüküm, yaygın olana göre verilir.

İntikal şeklindeki uyku kısmına gelirsek, bu uyku, kendisiyle birlik­te rüyanın bulunduğu uykudur. İdrak araçları, duyuların duyulurlardan aldıkları algıları ulaştırdıkları ve musavvire gücünün -Ki o da bu hâzine­nin hizmetçilerinden biridirtasvir ettiği şeylerden hayale sabit olanları görmek amacıyla, duyunun zahirinden bâtınına geçerler. Bu sayede Allah Teâlâ’nın kendisini bu şehrin sahibi yaptığı nefs-i natıka (düşünen nefs), hâzinesinde yerleşmiş şeyleri görür. Hükümdarlar da böyle yapar. On­lar, yalnızken hâzinelerine girer ve orada bulunan şeyleri öğrenmek is­terler. Yaratılışın araçları ne ölçüde yetkin ise -ki onlar, organlar ve du­yusal güçlerden ibaret olan yardımcılardırsaklama o ölçüde tamdır. Hayatın yetkinliği nedeniyle (bazı insanlara ait) yetkin hazineler olduğu kadar renk körleri gibi (kimselere ait olan) eksik hazineler de vardır. Çünkü o, renklerin sûreterini hayaline aktaramaz. Dilsiz ise, hayal hâ­zinesine seslerin suretlerini veya lafzı harfleri taşıyamaz. Bütün bunlar, ilk yaratılışta eksik ise böyledir. Bir afet nedeniyle dilsiz veya renk körü olmuşlarsa, durum değişir. Öyle bir insan, uykuyla yaratılışının bâtınına geçip (hayal) hâzinesine girdiğinde, orada afetten önce sakladığı renkle­rin sûretlerini bulabileceği gibi memleketin vergidarları olan duyu güç­lerinden herhangi birinin verilerini de orada bulur. Allah Teâlâ, bu hâzinede doğal bir sûrette doğal niteliklerle tecelli eder. Örnek olarak ‘Rabbimi bir gencin sürerinde gördüm’ hadisini verebiliriz. Bu, uyuyanın uyku­sunda gördüğü duyulurların sûreterindeki anlamlardır. Çünkü hayal, beden olma özelliğine sahip olmayan bir şeyi bedenlendirmek özelliğine sahiptir ve hayalin mertebesi bunu gerektirir. Alemin tabakalarında, hayal mertebesinin dışındabir şeyi bulunduğu Hakk göre verebilecek başka bir mertebe yoktur. Hayal, iki zıddı bir araya getirir ve hakikatler onda bulundukları halde ortaya çıkar. Çünkü eşyada ve işlerde Hakk (veya gerçek) şöyle bulunur: Gördüğün veya idrak ettiğin -idrak hangi güç vasıtasıyla gerçekleşirse gerçekleşsinbütün işlerde Hakk, ‘odur ve o değildir.’ Nitekim Allah Teâlâ şöyle der: ‘Sen atmadın, attığında...’491 Halbuki rüya esnasında gördüğün suretin sana ‘odur’ denilen suret olduğundan kuşku duymazsın. Uyandığında ise, tabirde gördüğünün ‘o’ olmadığın­dan da kuşku duymazsın. Doğru düşüncede bir şeyin ‘odur ve o değil­dir’ olduğundan kuşku duymazsın. Ebu Said Harraz’a şöyle denilmiş: ‘Allah Teâlâ’yı neyle bildin?’ ‘İki zıddı birleştirmesiyle bildim?’ demiştir. Varlık ile nitelenen her hakikat ‘odur ve o değildir.’ Bütün âlem ‘odur ve o de­ğildir.’ Sûret ile zuhur eden Hakk, ‘O’dur ve O değildir.’ O, sınırlanmayan-sınırlanmış, görünmeyen-görünendir. Bu ise, hangi tür olursa ol­sun, uykuda veya duyulurlardan uzaklaşma halinde hayal mertebesinde gerçekleşebilir. Bu uzaklaşma uykuda daha yetkin ve geneldir, çünkü o, ariflere ve sıradan insanlara aittir. Uykunun dışında gaybet, fena, mahv ve benzeri haller ise Hakka ait (hususları görmek için) sıradan insanlar­da gerçekleşmez. Allah Teâlâ, âlemdeki hiçbir şeyi kendiliğinde bulunduğu Hakk göre yaratmadı. Bunun istisnası, hayaldir. Bu mertebe, her iki uçta da, genel hüküm sahibidir. Nitekim mümkün de iki zıddı kabul ederek ‘zevk’ yoluyla (gerçeğin kendiliğindeki durumu olan iki zıt ile nitelen­meyi) idrak eder. Hakkında yokluğun imkânsız olduğu şeyin yokluk hakkında bilgisi olsa bile, bu bilgi, zâtı bir bilgi değildir. Zâtı bilgi zevk diye isimlendirilen şeydir. Mümkün ise böyle değildir, çünkü yokluk, onun adına bir zevk (bilgisidir). Var olması ve varlığı bilmesi mümkün olmayan ise, varlık hakkında kendiliğinden bir ‘zevki’ yoktur. Mümkü­nün ise, varlık hakkında ‘zevki’ vardır. Allah Teâlâ, işin -ki o asildirkendili­ğinde bulunduğu duruma göre onda ortaya çıksın diye, bu hayal mer­tebesini var etti.

Bilmelisin ki, mazharlarda, yani varlıkların (a’yan) mazharlarında zuhur eden şey, (bir yandan) Gerçek Varlık iken (öte yandan) müm­künlerin özellik ve şekilleriyle zuhur ettiğinde, ‘O’ değildir (O’dur ve O değildir). Bu mertebeyi ise, bir kısımdan diğerine geçilebilsin diye, iki durum arasında bir köprü olarak yarattı. Böylelikle Allah Teâlâ uykuyu bir köprü yapmış, onun üzerinde yürümeyi ‘tabir’ diye meydana getirmiş­tir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Rüyayı tabir ediyorsanız...’492 Onu idrak ise ‘rahadık’ diye nitelenen bir halde gerçekleşir. Rahatlık uykudur. Allah Teâlâ ‘Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık493 buyurur. Bu­rada Allah Teâlâ, ameli kendisine izafe etmiş, yaratmayı ise ‘İki eliyle’ veya ‘el­lerle’ veya ‘eliyle’ veya ‘sözüyle yaratma’ diye zikretmiştir. Sonra, amel yapsa bile, kendisine bir yorgunluğun ilişmediğini belirterek ‘Bize yor­gunluk bulamaz494 buyurdu. Başka bir ayette ise ‘Onları yaratmakla yo­rulmadı...’495 demiştir. Yorucu, ağır ve büyük ameller bedenin rahatlığı olan uykuda bu hakikatten ortaya çıkar. Yani doğa, uykuda zâhiriduyusal hareketlerden uzaklaşmıştır. İşte bu -rahatta olduğu fark edil­medenrahadıktaki ‘büyük ameldir.’ İnsan uykuda korkutucu, endişe verici şeyler görür, uyandığında ise rahatlama bulur, farkında olmadan rahadıkta olduğunu anlar. İnsanların bir kısmı ise, uykusunda uyudu­ğunu bilir. Bu konuda insanlar kısım kısımdır: Bu hali ‘intikal’ diye isimlendirdik, çünkü anlamlar, maddelerden soyudanırken (başka) maddelerin kisvelerini (giymeye) intikal eder. Bu durum, Hakkın cisim­lerin sûreüerinde veya bilginin süt vb. suretlerde gözükmesine benzer.

İkinci intikal ise, duyuların duyulur ve zâhir olandan duyulur ve zâhir olan ile bu mertebeye intikalleridir. Fakat bu mertebede yakaza halinde kendisine ait olan sübutu vardır. Çünkü hayal, bu mertebede hızla değişir. Nitekim ‘yakaza’ halinde de -zâhirinde değilbâtınında farklı sûretere girer. Öyleyse onun yakaza halindeki bâtını, bu merte­benin kendisidir. ‘Allah Teâlâ sizin için geceyi elbise yaptı.’496 Gece kendisine ba­kana kendinden başkasını vermez. Gece idrak eder, fakat onunla idrak gerçekleşmez, çünkü o, gayb ve karanlıktır. Gayb ve karanlık ise idrak eder, fakat kendileriyle idrak gerçekleşmez. Işık hem idrak eder ve hem idrake vasıtadır. Bu ise, uyanıldık halidir. Bu nedenle rüya tabir edilir­ken, duyuyla algılanan şey tabir edilmez, insan mârifet derecelerinde yükseldiğinde, bilinen yakaza halinde de (gerçekte) uyuduğunun farkı­na varır. Görür ki, içinde bulunduğu durum bir rüya imiş! Bunu, iman ve keşf yoluyla öğrenir.

Allah Teâlâ duyuda bir takım durumlar zikrederek şöyle der: ‘İbret alı­nız.’497 Başka bir ayete ise ‘Bunda ibret vardır5498 der. Yani, size gözüken şeylerden, o şeyin getirdiği ve kendisinde gizli olanı öğrenmeye geçin ve ulaşın. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar.’ Fakat bunun farkına varmazlar. Bu nedenle ‘iman yoluyla’ öğrenirler dedik. Bu bahsi kitabın mârifet bölümünde -daha önce geçen yüz yetmiş yedinci bölümdürzikretmiştik. Bütün varlık, uyku halinde olduğu gibi uyanıklığı da uykudur. O halde bütün varlık, rahattadır. Rahatlık ise, rahmettir. O halde rahatlık ve rahmet, her şeyi kuşatır ve son da ona varır. Melekler ‘Sen her şeyi rahmetin ve bilginle kuşattın’ demiştir.

Burada incelediğinde kendisine ulaşabileceğin bir sır vardır. Bu ise eserlerinin zuhur edişinde Allah Teâlâ’nın esma-i hüsna’sına (güzel isimler) dönük rahmetidir. Binaenaleyh O’nun bilgisinin sonu, rahmetinin so­nudur.

Konuya dönüp deriz ki: (Allah Teâlâ’ya giden) Yolda bir yorgunluk ger­çekleşirse, o, rahattaki yorgunluktur. Bu durumda insan, yorgunluğu taşıyan veya içinde ücret almanın rahatlığı bulunduğu için, yorgunluk­tan haz alan ücretlinin durumuna benzer. Söz konusu kişi, bu hazzın gerçekleşmesi için çalışmış, yorgunluktaki ücret rahadığının varlığı onu perdelemiştir. Ücreti alınca, geceleyin uyumanın rahatlığına girmiş, böylelikle organları hareketten kesilerek rahatlamıştır. Bu durumda ise, ücret (almanın) rahadığından uyku rahatlığına intikal eder.

Gerçekte, Hakkın el-Bâtın ismi karşısmda âlemin sûreteri, uyuyan karşısmda rüyadaki sûretere benzer. Onlarm tabiri ise, söz konusu sûreterin O’nun halleri olmasıdır, O’ndan başkası değillerdir! Nitekim rüyadaki sûreter de, görenin halleridir, ondan başka değillerdir. O hal­de rüya gören insan, kendisini görmüştür. ‘Allah Teâlâ gökleri, yeri ve onlarm arasındakileri ‘Hakk’ ile yarattı499 ayetinin anlamı budur. O Hakk, O’nun aynıdır. Bu, Allah Teâlâ’nın ârifler hakkmda söylediği ‘Onlar Allah Teâlâ’nın apaçık Hakk olduğunu bilir500 ayetinde dile getirdiği durumdur. Başka bir ifadeyle O, zuhur edendir. Hakk, bir ve çoktur. Rüyayı dikkate alan kimse, korkutu­cu bir şey görür ve kendisine başka bir şekilde idrak edemeyeceği şeyler gözükür. Bu nedenle Peygamber, sabahleyin sahabesine ‘Aranızdan rü­ya gören var mı?’ diye sorardı. Çünkü rüya, bir nebiliktir (haber ver­me). Peygamber, ümmetinin içinde ona tanık olmayı severdi. Günü­müzde insanlar, Peygamberin ilgi gösterdiği ve her gün sahabeye sor­duğu rüyanın bu mertebesinden habersizdir. Dönemimizdeki cahiller, uykuda gerçekleşen bir şey duyduklarında onu tümden reddetmezler. Uyku ile bunun hayal olduğu hükmünü verirler. O ise rüyadan ibaret­tir. Rüyayı gören insan rüyasına itimat ederse, onu hafife alırlar. Bütün bunlar, söz konusu insanların rüyanın makamını bilmeyişinden olduğu kadar uyanıkken ve rüyadaki bütün tasarruf ve hareketlerinde ‘rüya içinde rüyada’ olduğunu bilmemelerinden kaynaklanır. (Yakaza halin­de) insan, uykusunda uyandığını görene benzer, halbuki hala uykuda­dır. Bu durum, peygamberin ‘İnsanlar uykudadır’ hadisinde dile getiri­lir. O halde nebevi haberler ne güzeldir! Bu haberler, gerçekleri bulun­dukları hal üzere açıklamıştır ve sınırlı aklın küçümsediği şeyi yüceltmişlerdir. Çünkü bu haberler Yüce’den ortaya çıkmıştır ki, O da Hak­tır. İşte bu taksimde söylediğimiz ‘intikal’ kısmıdır.

Uykunun diğer kısmı ise, rahadıktır. Bu, içinde rüya görülmeyen uykudur ve sadece bedenin dinlenmesi içindir. İşte (kısımlarıyla birlik­te) rüyanın durumu budur.

Geride rüyanın görüldüğü yerin ve mekanın bilinmesi kalmıştır. Yer, unsûrî yaratılıştır. Rüyanın başka bir yeri yoktur. Melek rüya gör­mez. Rüya, bilhassa hayvanı unsurdan oluşan yaratılışa aittir. Onun ila­hi ilimdeki yeri ise tecelli sûreterindeki başkalaşmalardır. İçinde bulun­duğumuz her durum bir rüyadır. Hakk ise yorgunluğun ve bıkkınlığın kalkması rahadığı içindedir.

Rüyanın mekanına gelirsek, mekan, özellikle Ay feleğinin zemini­nin altıdır. Ahirette ise, sabit gezegenler feleğinin altıdır. Şöyle ki: Çünkü cehennemde de bazı vakitlerde uyku olacaktır. Özellikle büyük günah işleyen müminlerde uyku hali olacaktır. Yıldızlar feleğinin üze­rinde ise, uyku yoktur -ki örfte bilinen uykuyu kast etmekteyim-. Uy­kunun hali hakkında daha önce vardığımız görüşe gelirsek, bu, daha önce açıkladığımız başka bir meseledir. Onun yeri de böyledir. Bu ko­nudaki açıklamaya hamişte bakılabilir. Rüyanın mekanının durumu şöyledir: Bu mekan bir boynuza benzer ki sûreter demektir. Yukarısı geniş, aşağısı dardır. Yapısı ise ters çevrilmiştir. Çünkü onun başına ba­kan tarafı yukarısı ve en geniş yeridir. Dar olan kısım ise, aşağı kısım­dır. O kökten sonra gelen kısımdır. Bu boynuz, rüyanın mekanının (ye­rini anlatan bir örnektir). Bu sûreterin dışına çıktığında ise, örfte bili­nen rüya mekanının dışına çıkar ve bundan sonra rüya görülmez. Çün­kü onda uyku niteliği yoktur. Böyle biri, sürekli rahatlıktadır.

Rüyanın makamının öğrenilmesi hakkındaki amacımızı açıklamak üzere bu kadarlık açıklama yeterlidir. ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğruya ulaştırır.’ Burada dile getirmediklerimiz daha çoktur. Çünkü insanların çoğunda fikir gücü, onu tasvirden acizdir. ‘Fakat insanların çoğu bil­mez501 ve ‘İnsanların çoğu inanmaz.’502 Anlayış ve akıl, bilgiye döner. Bu durum ‘anlamazlar503 ve ‘düşünmezler504 ayetlerinde dile getirilir.

Yüz on yedinci kısım sona erdi.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar