Print Friendly and PDF

Sevgilinin Sarhoşuydum

 


XCVIII

“Tercî-i Bend”

Gece, sevgilinin sarhoşuydum, onun havasına kapılmıştım, onun hay-huyuna uymuştum, o güzel yüzüne, o güzelim işvelerine, edalarına hayran olmuştum.

Gâh ne de güzel vakit, ne de hoş bir zaman diye el çırpmadaydım, gâh sarhoş bir halde ay aklarının bastığı topraklara y ıkılmaday dım.

Yedi gök de ona bir kol çengi olmuş, aşkla oynamada; hepsi de onun cana canlar katan şarabıyla semirmiş, gelişmiş.

Akıllar fikirler, olasıya kendinden geçmiş; kulaklar onun çağırı sesleriyle dolmuş.

Adaleti sayesinde her kuzu arslanın kulağını tutmuş, çekip sürümede; her zerre onu övmek için ağız açmış, dil kesilmiş.

Her yerde vefa var, vefakârlık var; nerde bir vefakâr varsa onun vefasını görmüş de utancından yanmış, erimiş.

Gün değirmisine baktın mı gözün kamaşır, göremezsin; güneş gibi yüzlercesi onun yüzüne bakamıyor, gözleri kamaşmış;

Öylesine kamaşmış ki bir gün lütfedersin, kerem buyurursun da izinin tozunu tutya gibi belki gözlerine çekersin de görürler, hepsi bu ümide kapılmış.

Önüne serdiğin o kalp akçeler, kimyana kavuşup altın olmak için cıva gibi oynamada.

Şunun bunun hayalleri seni her yana çekip durmada; fakat vallahi onun dileğinden başka çeken yok, hep o çekiyor seni.

Her birimiz gemilere benziyoruz, dalgalanıp duruyoruz, birbirimize çarpıyoruz, kerem denizi o, bizse o denizde yüzmedeyiz.

Bana sensin can veren, fakat öldürmüyorsun da; öldüreceksen söyle, kaç keredir canımın kan parasından geçtim, çoktan bağışladım diyetini.

Müridin, irâdesini sana verenin çalışıp çabalaması, senin inayetlerinin eseri; onun ağ lay ıp inlemesi, yalvarıp dua etmesi, onu çağırdığından meydana gelmede.

Senin suyuna kavuşmak ümidiyle seraba mey lediy or; senin geçer akçeni elde etmek için kalp akçeye yöneliyor.

A gerçek mürit mademki aşk tacı başında; sarhoçasına onun bayrağı altına salına salına yürü.

Gene bir tercî söyleyeyim, çünkü sevgili öyle istedi; söylediğim her eğri sözü sevgili düzeltir elbet.

*

Bu yıl, zevk yılı, işret yılı; devlet, ikbal tam yerinde. Ay gibi talihli kişiye ne mutlu.

Zühre, tefi altüst ederek, oynayıp oynatarak çalıyor; çengi gâh başına almada, gâh yanına, gâh da boynuna dayamada.

İnsana binlerce coşkunluklar vermede; neye nefesleriyle güzel sesler üfürmede.

Öylesine bir zevk, öylesine bir neşe kurulmuş, düzenmiş ki dünya görmemiş onu; zaten Güneş’in ıssılık vermekten, her yanı ışıtmaktan başka ne kârı var?

Zühre talihliy sen bu yıl senin yılın; Zühre bile bu müjdeyi duydu da eline, ayağına kınalar y aktı.

Tanrı, ebedîlik sofrasını yaydı, bir yeni temel, bir yeni düzen koydu; Tanrı’dan çekindim de onun için yıl dedim, ay dedim ben.

Padişahım, sarhoşlukla külâhını öylesine yıktın, öylesine eğri giydin ki bittik; artık kaç defa hırkamız meyhaneye rehin olacak, bilmem.

Canlar feda olsun Tanrı’nın onlara sunduğu kadehe; düşüncelerden de kurtulmuşlar, savaşlardan da, olaylardan da.

Şu hayli uzun süren gurbette nasıldınız, ne âlemdeydiniz der; derler ki: Devâsı bulunmayan derde düşülür ya, işte tıpkı o derde düşmüştük;

Sıcak kumlar üstünde çırpınan balıklara dönmüştük, sana kavuşmaktan uzaktık, senden ay rılmıştık ey ululuk denizi.

Denizde doğmuşuz da sonra karaya düşmüşüz; a onun vefasından doğan, şu cefa içinde nasılsın sen?

Hamd olsun Tanrı’ya ki gene döndük, denize geldik; artık sûfîler gibi yum ağzını, geçmişten bahsetme.

Dertten bahsetmek, barıştan sonra savaşı anmak, yeni bir derttir, yeni bir savaş; böyle söylemiştin bana.

Erenler meclisinde ne bozulup sınmak var, ne kavgaya, savaşa girişmek; Tanrı harmanında ne ucuzluk var, ne pahalılık.

Orda öylesine bir kutluluk var ki hiçbir şeyle kıyaslanamaz; orda her an yeniden yeniye yücelme var.

Üçüncü tercî bu; Tanrı istemeseydi canın haddine mi düşmüştü şiir söylemek?

*

Çiçek bahçesinde sağa sola gezip durmadasın; bilmem ki şu çiçek demetini kime yapıyorsun, kime sunacaksın?

Çiçek demeti, ufûnetli havada dayanmaz; onu buraya getirmek hem yanlış bir iştir, hem doğru değil.

Zincirden boşanır, aslına gider; çünkü o mülay im, o güzel havada yetişmiş, gelişmiştir o.

Burada elbisesinden bahsetmek, sözden ibaret, fakat Yusuf’un gömleği can gözüne tutyadır.

Kendine gel de sen de elbiseni soymaya gayret et; denizde elbisesiz olman, yüzmenin şartıdır.

A bir kat elbise giyinen, kat kat elbiseler giyme; deniz adamıysan bezenip giyinmek, y astır sana.

*             Tanrı elçisi, yokluk övüncümdür dedi, bu yüzden Mustafâ yürük ata binmiştir, yürütür de yürütür; bütün yüzenlerin de padişahıdır o, denize at sürer gider.

Gemisi vardır amma anlayışsızlar sürçmesinler diyedir bu; yaya için sen de yaya olsan, onunla yolculuk etmek için attan insen yerinde bir iştir bu.

*             Hile, düzen yeter amma, sen gemiyi tanımaya bak; çünkü düny anın işi büyüdür, simyadır.

Dünya kehribardır, hep saman çöpünü çeker, fakat buğdayı olan sap, kehribara aldırış bile etmez.

Kim deniz yolculuğuna düşerse gemide oturur durur, oturduğu halde yol alır gider, yoldaşları peygamberlerdir.

Ekmek için, yiyim için karada çok yolculuk ettin, gezdin, derdin devşirdin, denizde de yola düş;

Deniz yolculuğundan sonra kat kat yücelirsin, fakat en yüce mertebe, yüceliklerden de ayrıdır, dışarıdır.

Kılavuzun razılık oldu mu bu upuzun yolu bir adımda alırsın; şu bahçe, uzak değildir sana.

* Evet, uzak, yakın beden içindir, Tanrı’ya ne sabah vardır, ne akşam.

Yol, ister cefa ile alınsın, ister vefa ile; canından canınadır, senden sanadır, senden nereye gidecek ki?

XCIX

(s. 123) Güle bak, lütfetti, kerem buyurdu da dikenin yanına geldi; gönül naza, edaya başladı, açılıp saçıldı, çünkü sevgili geldi.

Ay’ı seyret, eteğini çemredi de ışıklar âleminden çıkageldi, doğdu da geceye konuk oldu.

* Güneş’e bak hele; yıldızların padişahıyken tuttu da bez yıkayandan özür dilemek için çıkageldi.

Noktayı hor görme; sen şuna bak: Sevgili, noktanın çevresini dönüp dolaştı, âdeta pergele döndü.

Bütün dilberlerin gönüllerini kapan o dilber, şu hasta gönülle ahde, mîsâka girişmeye geldi.

Şu cana benzeyen aşk, Mustafâ’ya benzer, kâfirleri imana getirmek için kalktı da gurb ete düştü, şu toprak yurda geldi, kondu.

O güzellik ilkbaharı, kuru ağaçlarımızı yeşertmek için lûtuflar etmeye, bağışlar saçmaya geldi bize.

Bahar gizlidir amma ettiği işlere bak; bağ bahçe onun yüzünden dirildi, onun yüzünden gelişti, yeşerdi.

Canı görmüyorsan güzellere bak, selvi boylarıyla, nar çiçeğine benzer yüzleriyle nasıl da bezenip geldiler.

Aşkı görmüyorsan âşıklara bak. Hepsi de Mansûr gibi darağacına neşeli bir sûrette geldiler.

Sevgiliyi gören, onunla buluşan, bu lûtfa eren kaynak, ölümün ta kendisinde ab ıhay at kaynağını buldu, ölümsüzlüğe erdi.

Aşk baharı geldi, can bahçesine gel de seyret; dallara, yapraklara bak, hepsi de bunu bildirmede, söylemede.

Bildiriyorlar, söylüyorlar, kıyamet koptu diyorlar, bahçenin ölüleri tekrar dirildi diyorlar.

A gönül, kendinden haberin varsa yürü, sus; haberi yokken duyup gelen, söyleyip duran adama dönme.

Kaynak: Cilt 2

Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar