Ermeni Görüntülü Gizli Yahudiler.... Pakraduniler
“Pakraduni”ler, Anadolu’nun
İslamlaşması ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet
gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915
olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi
zihniyetini nesilden nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmaktadır.
Fanatik Ermeni karşıtlığıyla Türk
ırkçılığını (Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam’a saldırarak, sosyalist
ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alameti farikasıdır. Ama sadece solcu
değil, sağcı partilere; hatta Milli Görüş’e de sızanlar vardır. Örneğin, “Durmuş Durduyan” iken
Oğuzhan Asiltürk’e dönüşen Pakradunilere rastlanmaktadır.
Asırlarca
Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı ‘Pakraduniler’in hikâyesi yeni yeni
günışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabetaycılar, İspanyol
Maranolar ve İranlı Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir
unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Pakraduniler
(Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten
cemaatin hikâyesi M.Ö 730 yılında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır. Bu
iddianın sahiplerinden birisi de araştırmacı-yazar Levon Panos Dabağyan’dır. Yahudi
asıllı Pakradunilerin M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri “acımasızca”
yönettiğini ifade ederek, iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden
Prof. Dr. Abraham Galante’yi gösteriyor. Galante, “Pakraduniler veya Bir
Ermeni-Yahudi Tarikatı” adlı kitabında, “Pakraduniler, varlıklarını Juda
İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’nci yüzyıla dek sürdürmüş
olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir” saptaması yapmaktadır.
Bizans’ın kendi krallıklarına son
verdiği Pakraduniler, Selçukluların hakimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza
kadar hayatiyetini cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında
başlıyor. O tarihte, Ermeni Kralı Sannasar, Filistin’e yaptığı seferde İsrail
Kralı Osee’yi öldürerek, 10 Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları
Fırat’ın ötesine, Güney Ermenistan’a yerleştiriyor. M.Ö. 700’lerde, bu kez
Babil Kralı Nabukadnezar, Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir
savaş açıyor. Söz konusu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir
ordu ile katılıyor. Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı,
Nabukadnezar’ı fazlasıyla memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi’nin
yarısını Kral Hıraçya’ya hediye veriyor. Bu esirler arasında İsrailoğulları’nın
önemli şahsiyetlerinden Prens Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor. Şampat, kısa
zamanda Hıraçya’nın takdirlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli
mevkilere yükseliyor.
Esirlikten soyluluğa: Pakraduniler
(Ermeni Görüntülü gizli Yahudiler) M.Ö. 150’lerde soyunun Hz. Davud’a (aleyhisselâm)
dayandığını iddia eden ve adı “Pakarad Şampa” olan bir Yahudi, zamanın
Ermenistan Kralı Vağarşak’a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde
bulunuyor. Dikkat çekme ve kendini sevdirme açısından Prens Şampat’ı dahi
gölgede bıraktığı kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak’ın en yakın bendeleri
mevkiine erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları’na taç
giydirme imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. M.Ö.
90-36’larda Ermeni krallarından Dikran II. (Büyük Dikran) İsrailoğullarına
yönelik yeni bir sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı
binlerce Yahudi’yi o da ülkesine götürüyor. Esirler arasından seçtiği “Aşod”
adında bir asil Yahudi’yi özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucunda
Ermenistan’a yerleşen ve zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün
yıllarının sembol ismi Prens Şampat’ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilâtlanıp
millî varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişiyor. Zamanla Ermenilerin
yönetimini ele geçiren Pakraduniler M.S. 1045’e kadar Ermenistan’da saltanat
sürmeyi başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam
ediyor “Kripto Yahudilik”konusunda uzman olan Türkiyeli Yahudi Prof. Abraham
Galante, “Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive/ Pakraduniler veya Bir
Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca İst.” adlı eserinde bu konuda
hayli enteresan bilgiler veriyor:”Pakraduniler varlıklarını Juda
İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’inci yüzyıla kadar sürdürmüş
olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. Eğin’de, ‘Erzurum-Sivas arasında’
(Malatya Balaban-Hekimhan, Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi’nin
Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler,
26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle
Portekizli Marano’lar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi
kökenli topluluklar arasında sayılabilirler.”
Malatya tarafından Darende’nin
Balaban kasabasına girişte ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı
yapı incelemeye ve irdelemeye değerdir.
Dabağyan, Pakradunilerin kullandığı
isimlerin Ermenilerden farklı olabildiğini söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos
Ğorenazi’den şu nakilde bulunuyor: “Simpat adını, ‘Pakraduniler’ oğullarına
verirler. Bu isim İbranice’den geliyor ve aslı ‘Şampat’tır. Ermeniler arasında
asırlarca pek revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit’
gibi isimlerin Ermeni menşe’li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır.”
Dabağyan, Bizanslı tarihçi
Pavstos’un, 3. Asır’da bölgede iskân edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş
Yahudilerin miktarını 400 bin olarak verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi:
“Pakraduniler domuz eti yemezler, oysa Ermenilerde serbesttir” diyor.
Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi
cemaatleri konusunda uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi,
Pakradunilerin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle
Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni adı Kemaliye) arasındaki bölgede
varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor. Nassi’ye göre cemaatin yayılımı,
Arapkir, Hekimhan Kapadokya ve Kilikya/Çukurova’ya kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin
fiziki görünüşlerinin Ermenilerden ayrıldıklarını, kafa yapısı olarak Yahudiler
gibi Dolikosefal olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni’nin evinde vefat
gerçekleştiğinde, evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su
kullanmadıklarını, çünkü ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine
inandıklarını belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas
tuttuklarını da belirtiyor. Nassi, Pakradunilerin Yahudiler gibi asla domuz eti
yemediklerini, cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde
cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak
şekilde verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında “Yahudiliğin bir
uzantısı” olarak değerlendirildiğini söylüyor. Nassi, Pakradunilerin, siyaset,
ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken, benzer bir grubun
da geleneklerini koruyarak 19’uncu yüzyıla kadar Gürcistan’da Gürcüler içinde
hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Aleviliği istismar eden Rafızî
Ermeniler kimlerden oluşuyor?
Fransız Mareşali Horace Sebastiani,
Türkiye Ermenileriyle ilgili 1814 tarihli raporunda: Ermenileri normal
Ermeniler ve “Rafiziyyun/Rafiziler” olarak ikiye ayırır. Dabağyan “Osmanlı İmparatorluğunda
Şer Akımlar” kitabında bu raporu değerlendirirken, Fransızların Türkiye’deki
etnik yapıya daha 1800’lü yılların başında bile ne kadar hâkim olduklarının
anlaşıldığını ifade ederek şöyle tepki veriyor:
“Selçuklular devrinde, Alparslan’ın
saflarına geçerek, Bizans’a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden
Ermenilerin büyük bir kısmı, bilahare ‘Alevi Mezhebi’ne geçmiş ve öyle
kalmışlardır.
(Yaptıkları isyan ve taşkınlıkları da
saf Alevi Müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.) Demek ki, Mareşal Horace
Sebastiani,
Fransa’nın Türkiye üzerinde taşıdığı
gizli emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında
yaşayan bilumum unsurlardan istifade edebilmek için Anadolu topraklarında
yaşayanları da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiş!” diyor.
Ermeni asıllı Türk vatandaşı yazar
Torkom İstepanyan ise Pakradunilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:
“Türk-Ermeni kardeşliğinin başlangıcı 11’inci yüzyıl ortalarına dayanır.
1064’te Pakraduni Ermeni Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince,
Bizans zulmüne dayanamayan Ermeniler Türklerin himayesine sığınmışlardır.
Bu devre onlar için huzurlu
yıllardır. Vatanlarına sımsıkı bağlanmışlardır. Türkler tarafından bunlardan
bazılarına “Paşa”lık unvanı bile takılmıştır. Böylece ilk Türk-Ermeni
dostluğunun temeli atılmıştır. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın
dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek varlığını sürdüren
Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu halde dünya
Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I’in soyadı ‘Balcıyan’dır.”*
Ermeni isyanlarının arkasında
Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni
meselesinin can damarını teşkil eden “1. Zeytun İsyanı’nın” arkasında Fransa ve
Vatikan’ın bulunduğunu, isyanın düzenleyicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri
sürüyor. Dabağyan, Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor: “Ani
Beldesi’nin Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından
sonra, Anadolu’nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı’ mensupları
Haçin ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa’nın gönderdiği
Katolik Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en
münasip bölgeleri seçmiş demekti. Zira, Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım
entrikalara müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi” diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895’te iki kez
denenen isyanın ise Türkiye’ye sadık Gregoryan Ermenilerin destek vermemesi
üzerine akamete uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu
belirtiyor: “Hâlâ varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler
içinde yer almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!’
dedin mi, bu hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda,
‘Pakradunisin ulan sen!’ derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları,
müztehzi bir bakışları, hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve
zenaattan çok hep ticaretle, para/finans işleriyle uğraşmışlardır.”
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve
seviyeli bir aydınımız olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden
bağlı, hepimizin ortak üst kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir
Ermeni vatandaşımızın bu gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem
kazanmaktadır.
PAKRADUNILER HANEDANI VE ERMENİLER
“Selçuklular ve Öncesi Devirleri”
(859-1045)
Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni
kitaplarda, “Ermeniler ve Ermenistan” konusuna temas eden bölümlere dikkatle
bakılarak olursa, şu garip durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı
işler
yapmış olan Ermeni büyükleri
kötülenir ve bilhassa “Türklere ihanet etmiş” olanlar ise, “doğrudan Ermeni
gösterilir.” Bu durum ise Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman oldukları
intibaını uyandıran bir taktiktir!.
Gerçi böylesi icraatların gerçek
çehresini açıklığa kavuşturan, “siyaset dışı” tarihi kaynak ve eserler
mevcuttur. Ancak, ne yazık ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az
olduğundan gözlerden uzak kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu
garabetli işe Türk-Ermeni münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen bir
takım “gizli ellerin karıştığı” ve tarihi tahrif yolu ile, sinsi maksatlar
güttükleri inancıyla bakmaktayız.
Meselâ; Kars-Ermeni kralı Kakik II’nin, Sultan
Alp-Arslan’ın samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; “Ermeni
samimiyetsizliği, Ermeni ihaneti” olarak birçok tarihi kaynak ve
eserlerde geçmektedir. Peki bu doğru
mudur? Hemen cevaplayalım: Hayır, doğru değildir! Tam aksi; “Tarihi bir yanlış
veya tahrifattır.”
Zira Kakik II’nin saltanat sürdüğü
dönem olan (1042-1045) tarihleri arası, “Doğu-Ermenistan”ın külliyen
“PAKRADUNİLER HANEDANI HAKİMİYETİ”nde olduğu tarihi kaynaklarca sabittir.
Kral Kakik II ise; tam iki asır
Ermenistan’a hükümran olan ve aslen Ermeni asıllı olmayan, Pakraduniler
Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok
ağır bir hata işlemiş olduğunu anlayarak, Sultan Alp-Arslan’dan af dilemiş ve
Yüce Türk Hakanı onun özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve
fakat, ardarda
meydana gelen aksilikler, Kral Kakik
II’nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini önlemiştir ve öyle sanıyoruz ki,
şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki hazin durumda olmayacaktı!.
O asırların Ermenilerine gelince, bu
bahtsız kavim kendi ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu
altında inim inim
inleyip durmuştur. Bir başka ifadeyle
kendi hayatları, kendi yaşantıları hususunda tek bir söz dahi söylemeye hakları
yoktu. Yani açıkçası
kendi ülkelerinde, bir başka kavmin
esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya
bilhassa tahrif kanalı ile gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç
tahrifatlarını meydana çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek,
Türk-Ermeni
münasebetlerinin düzeltilebilmesi
açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur, diyebiliriz. Çünkü, Sultan
Alp-Arslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni münasebetleri bahsinde hiç
de kulak arkası edilecek bir vaka değildir. Çünkü, günümüzdeki bağımsız
Ermenistan başta olmak üzere, batı ülkelerinde emperyalist devletlerin ücretli
maşası Ermeni bozuntuları da dahil. Ermeni milleti bir bütün olarak varlığını külliyen;
“Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve dolayısıyla da, yüce Türk milletine
medyundur.” Bunun aksini iddia edenler ya cahil veya hamaset duygularıyla
körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü, tarih hemen her meselenin doğrusunu
gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı dürüst kullanan, hakikatlerin nurlu
ışığını rahatlıkla görebilir!.
“Pakraduniler’in Ermeni soyundan
gelmedikleri bahsine temas
etmeden, şu noktayı bilhassa
belirtmek isterim ki; “Pakraduniler’in menşeine temas ederken, hiçbir surette;
“ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere saplanmış değilim.” Irki
mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi vakaları tüm yönleriyle
meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih meraklılarına, Ermeniler
konusunda en sağlam kayıtları sunabilmektir. Kaldı ki, tarihi
mevzularda, vakaları gün ışığına
kavuşturabilme uğraşında daha başka bir sistemin var olduğu asla söylenemez.
Çünkü, öyle bir sistem mevcut değildir. Dahası tarih bir hadiseyi gün ışığına
çıkartıp, aydınlığa kavuşturabilme çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği
düşüncesiyle hareket edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış
olur, böylece onca emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini
yitirmiş olur.
Dolayısıyla “Türk, Ermeni, Yunan,
Rum, Süryani ve Musevi’ler başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu;
eserimizde yer alan vakalar içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara
rastladığı zaman asla gocunmamalıdır. Dahası bu kitapta ana temayı temsil eden
konu her şeyden evvel yüce Türk millet ve devletinin millî menfaatleri başta
olmak üzere; süper devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi
kullanılan, Ermeni milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer
alan vakalar içinde geçen her kavmin millî haysiyeti özellikle düşünülmüş ve
doğrudan şahısların icraatları üzerinde durulmuştur. Yer yer rastlanacak olan
menfi değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira,
bizzat o çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki;
bu durum karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lâzımdır!. Dahası;
“Rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını” peşinen
kabullenmek elzemdir. Çünkü, kaçınılmaz bir gerçektir!.
Hele hele FRANSIZLAR, İNGİLİZLER,
RUSLAR ve AMERİKA BİRLEŞİK
DEVLETLERİ, bu hususta hiç mi hiç
alınmasınlar. Zira; bir buçuk milyon Ermeni’nin Türkler tarafından kesilmiş
olduğu iddiasını; yıllar yılı çeşitli entrika ve propagandalarla Ermenilerin
kafalarına sokan ve bu uğursuz propagandayı hâlâ sürdüren bizzat kendileridir.
Dahası Ermeni-komite artıklarının meydana getirdikleri, acımasız cinayet
şebekelerini; madden ve manen besleyen ve de ülkelerinde barındıranlar yine
kendileri olmuş ve olmaktadır!.
Bu konuda son bir hususa daha temas
etmek isterim ki, gerçekten bu babda pek üzgünüm. Daha doğrusu, “Türk-Ermeni
cemaati olarak” son derece üzgünüz. Durum aynen şudur:
Yıllar yılı gizli gizli Ermeni
cemaati aleyhinde bulunan ve bilhassa bazı Bab-ı Ali gazetelerince
Türk-Ermenisini de rahatsız eden yalan yanlış beyanlarla, Türk-Ermenileri
aleyhinde bir cereyan meydana getirmeye çalışan ve bizler gibi dinen azınlık
bir kavim, bu durumu günümüzde daha da hızlandırmış ve bizleri kötüleyebilmek
için her ne melânetlik var ise sergilemektedir!.
Bu entrikacı kavmin asıl hedefi ise
Türkiye’de bir tek Ermeni’nin kalmamasına dayanmaktadır. Bunu istemesinin hem
de pek derin bir arzu ile istemesinin yegâne sebebi ise “Ermenilerin
gitmesinden sonra, ülke ticaretini külliyen ele geçirebilmesi gayesine”
dayanmaktadır!.
Bunda muvaffak olabilirler mi,
olamazlar mı orasını bilemem ama yazar Ali ULUSAL Beyin şu değerli uyarısı, bu
doymaz kavme, herhalde bir nebze olsun nasihat yerine geçer diye düşünmemekte,
doğrudan niyaz etmekteyim.
“Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın
ayrı bir hesabı vardır.” PAKRADUNILER’İN MENŞEİ VE SAHNEYE ÇIKIŞLARI
M.Ö. 730 tarihinde Kral Sannasar,
Beni İsrail’e yaptığı seferde; Beni İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, Samarie’de
taş üstünde taş bırakmamış ve “10 Musevi kabilesi’ni esir alarak, Fırat’ın
ötesine, Güney- Ermenistan’a yerleştirmişti ve bu bir başlangıçtı.
Yine M.Ö. 700’lerde Kral
Nabukadnezar; Mısır Kralı Necho ve Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir sefer açmış
ve bu sefere, Doğu-Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile iştirak
etmişti.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği
olağanüstü dövüş gücü, sadakat ve kahramanca saldırıları, Kral Nabukadnezar’ın
pek hoşuna gitmiş ve Kral Hıraçya’yı takdirle, esir almış olduğu 10.000
Musevi’nin yarısını ona hediye etmişti ve bu esirlerin arasında ilerde
Ermenileri külliyen hâkimiyetleri altına alacak olan bir esrarengiz kavmin ünlü
prenslerinden Şampat da bulunuyordu. Zeki ve becerikli olan bu
Prens, zamanla Kral Hıraçya’nın sevgi
ve takdirini kazanarak, “Devlet Hizmeti’ne alınarak önemli mevkilere
yükseltildi ki, bu durum bizzat bir Ermeni Kral tarafından, bilemeden kendi
milletine yaptığı bir yanlışın doğrudan kendisi idi!..
Daha sonra M.Ö. 150-128’lerde; aile
menşeinin Hz. Davud Peygambere dayandığını iddia eden ve adı PAKARAD ŞAMPA olan
bir Yahudi, Ermeni Kralı Vağarşak’a müracaat ile, saray hizmetine girebilme
dileği ile bin bir dil dökerek, kabul edilmesi için adeta yalvardı…
Bu garip ve son derece esrarengiz
yabancının nasıl birisi olduğunu ve söylediği gibi gerçekten hayli maharetli
olup olmadığını merak eden Kral Vağarşak, Kral Hıraçya’ya hizmet veren Prens
Şampat’ın, kralı son derece memnun kılmış olduğunu da dikkate alıp, bu yabancıya
bir şans tanımayı uygun bulmuştu. Zira, kendisine müracaat eden
yabancı da aynı ırka yani diğerinin
ırkına mensuptu. Dolayısıyla bu esrarengiz Prens, Pakarad Şampa da böylece
hizmete alınmış oldu.
Ne var ki, bu yabancı Prens, diğer
ırkdaşından daha atak ve daha cüretkârdı. Nitekim, devlet hizmetindeki üstün
başarıları o derece fayda temin etmişti ki, Kral Vağarşak bu Yahudi Prensini
kendi gözdeleri arasına kattı ve böylece Pakarad Şampa Ermeni Krallarına taç
giydirme imtiyazı ile “10.000 Süvariye” komuta etmek hakkını elde etmişti.*2+
Bütün bu hadiselerin zuhur ettiği
dönem içinde Kral Vağarşak, yeni bir Mabet inşa ettirmiş ve Mabedin iç dizaynı
çalışmalarında duvar süslemelerinde “Güneş, Ay ve atalarının tasvirleriyle”
bazı konularla alakalı motifler işletmişti ve inşası iç tezyinatla birlikte
tamamlandıktan sonra, Mabedin açılışı göz kamaştırıcı bir muhteşemlik içinde
icra edildiğinde, Mabede gelen Kral Vağarşak, sevinç ve gururla ilerlerken,
önünde yürüyen merasim kıtası, son derece nefis bir sanat eseri olan “altın bir
kartal” taşımaktaydı ki, bu adet ananevi idi. Ermeni krallarının önünde
muhakkak altından imal edilmiş bir kartal taşınırdı.
Muhteşem bir merasimle Mabede giren
Kral Vağarşak, Pakarad Şampa’ya; “Kendisi ile birlikte tanrılarına ibadet
etmesini teklif
etti.”Ne var ki, Pakarad bu isteği
kesinlikle reddedince, Kral Vağarşak bu bendesini daha ziyade sevdi. Zira,
karşısındaki bir kral dahi olsa, dininden dönmeyi kabul etmemişti. Bu onun son
derece dürüst olduğunu tekrar tekrar ispat etmekteydi. Dolayısıyla O’nu
affetti.
Ancak, bu durum zaman içinde bir
başka boyuta dönüşünce, karşılıklı saygının yerini sinsi bir düşmanlık almıştı.
Şöyle ki, Kral Vağarşak’ın mahdunu, Arsak I, babası ile aynı düşünceye sahip
değildi ve bu esrarengiz Yahudi’den hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Dahası, onu
gördüğü zaman, manasını bir türlü kavrayamadığı garip bir sıkıcı his bütün
benliğini kaplamaktaydı!.
Böylesi karmaşık hisler içinde
bocalayan Arsak I, mezkûr Pakraduni’nin mahdunlarına aynı teklifi tekrarladı ve
kendi inandığı tanrılara tapınmalarını emretti. Ancak, Pakarad’ın mahdunları
emri şiddetle reddettiler. Bunun üzerine gazaba gelen Kral Arsak I, gözlerinde
şimşekler çakarak, kızgınlık içinde şunları söyledi, daha doğrusu adeta
haykırdı:
– Güneş ve Ay Tanrılarına
tapınmayanlar dinsizdir ve ölümü hak etmişler demektir! diyerek her iki Musevi
gencin başlarını vurdurdu. (M.Ö. 128-115)
Kral Arsak I’den sonra ise aynı
şiddeti gösteren, ünlü Ermeni Krallarından, Dikran II (Büyük Dikran diye
bilinir), İsrail’e yeni bir sefer hazırladı ve bu sefer esnasında (M.Ö. 90-36)
aynen Kral Hıraçya gibi, binlerce Musevi’yi tutsak alarak ülkesine götürdü ki,
ülkesine döndüğü zaman atının iki tarafında yürüyen Musevi Prensleri, onun
muzaffer dönüşünü müjdeleyen birer belge nişanesini temsil etmekteydiler.
Bunların içinden seçtiklerini kendi hizmetine alan Kral Dikran II hizmetinde
bulunan Aşod adındaki Musevi’ye:
– Şahsın ve soydaşların, benim
milletimin inandıkları tanrılara inanıp, tapınacaklar. Emrim derakap
uygulanacak! dedi. Ne var ki, Aşod da diğerleri gibi, dinini değiştirmeyi kabul
etmedi ve kesinlikle reddetti. Bunun üzerine gazaba gelen Büyük Dikran; Aşod’un
dilini kestirdi ve ülkesinde bulunan bütün Musevileri, kendi adına inşa
ettirmeye başlattığı, “DİKRANAKERD” – “DİYARBAKIR SURLARI” inşaatında çalıştırmaya
karar verdi ki; mevzubahis surların ve şehrin inşasında, Kapadokya seferinden
getirmiş olduğu 300.000 esir çalıştırılmaktaydı. Tutsak Museviler
Teşkilatlanıyor
Ancak, o asırlarda belki geçerli olan
ve fakat tamamen vahşeti temsil eden bu trajik vakalar, Musevileri bir yerde
aralarında birleşmeye doğru gitmiş ve böylece teşkilâtlanmaya başlamışlardı… Hani
hakları da yok değildi. Bu diyarlara gönül azalarıyla gelmemiş, tutsak olarak
getirilmişlerdi. Dolayısıyla, yurtlarından edildikleri yetmezmiş gibi, bir de
“sadece kendilerine özgü, müstakil dinlerinden de olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmaktaydılar!.. Böylece her birisi,
yekdiğerine tam bir içtenlikle
sarılarak; İsrail Prensi Şampad’ın hatırasını kendilerine başlıca rehber
edindiler ve Pakarad Şampad’ın liderliğinde, gizlice teşkilâtlanmaya
başladılar. Teşkilâtlandıktan sonra, kin ve intikam hırsı içinde öylesine
zekice bir plân hazırladılar ki, plânın mükemmelliği karşısında kendileri dahi
adeta şaşkına dönmüşlerdi!.
Plâna göre, kademe kademe
ilerleyerek, Ermenistan Sarayını külliyen ele geçirecek ve böylece devletin
kilit noktalarına erişerek, ülkeyi tamamen hâkimiyetleri altına alacaklardı.
Ermenilere gelince, onlar bu durumun
hiç mi hiç farkında değildi ve son derece temkinli hareket eden Musevilerin
hizmetlerinden son derece memnundular. Ancak, bu memnuniyetleri ve Musevilere
karşı umursamaz bir tavır almaları, daha sonraki yıllarda Ermenilere pek
pahalıya mal olacak ve Ermenistan’ı külliyen ele geçiren Museviler; tamamı
tamamına “İki Asır”, Ermeni milletine adeta kan kusturacak
ve de Ermenistan’ın sükutuna kadar,
Ermenilere; kendi vatanlarında tutsak hayatı yaşatacaklardı…
Pakraduniler’in Hakimiyete Geçiş
Devri Başlıyor (M.S. 859-885)
Kral Vağarşak döneminde başlayarak,
sistemli şekilde ve hiç mi hiç sezdirmeden, tüm tasavvurların fevkinde servet
edinip, ülkenin “iktisadiyatına” tesir edebilecek seviyeye yükselen Museviler,
yine kendilerine has bir sabırla hemen her engeli bertaraf ederek, zamanla elde
ettikleri muazzam servet sayesinde “ARARAT’-TAYK VİLAYETLERİ’nin yarısından
fazlasını satın almışlardı. Mesela Durperan’da, yüksek Ermenistan’da ve
Gugark’ta gayet muazzam ve şaşaalı mülkleri bulunuyordu. Sekizinci asırda ise,
Pakraduni zürriyetinin emlâkine: “Bâyezid, Bagaran, Muş, Kulb, Kars,
Shirakavan, Ani, ispir, Ahısha, Artvin ve Ardahan şehirleri” de ilave
edilmişti.*3+
(M.S. 637 tarihinden itibaren “Arap
hâkimiyetine” giren Ermenistan, o tarihlerde tam bir kargaşalık ve anarşi
içindeydi. Gerçi hakiki Ermeni halkı henüz çoğunluktaydı ama, Ermenistan’da
gerçek mânâda söz sahibi olanlar “PAKRADUNİLER” yani, “Musevi dönmeleri” idi.
Velhasıl, Ermeni milleti çoktan
hükümranlığını yitirmiş; fukaralık ve sefalet içinde kıvranarak, kendi
ülkelerinde adeta tutsak hayatı yaşamaktaydılar. Bir başka ifadeyle de;
“Doğu-Ermenistan, Ermenistan olmaktan çoktan çıkmış; “Yahudistan” şekli
almıştı!.. İşin en enteresan ve hazin tarafı da, Ermenilerin bu durumun
farkında olmayışlarıydı ve acı gerçeği öğrendikleri zaman ise, iş işten çoktan geçmiş
olacaktı…
Böylesi bir garip şerait içinde
Araplarla anlaşan Pakraduniler, Araplara ağır vergiler vermeyi kabullendiler.
Zira, nasıl olsa bu ağır vergileri kendi keselerinden ödemeyip, sahipsiz halkın
sırtından elde edeceklerdi. Yani bu ağır yükün altına giren, doğrudan doğruya
“Turan-Ermenileri” olacaktı.. Nitekim bin bir yokluk içinde kıvrım kıvrım
kıvranan bu zavallı ahaliye; “Pakraduniler ve Araplar” adeta kan
kusturacaklardı…
Vergileri toplama görevi Araplar
tarafından, “Aşod Pakraduni’ye verildi ve “Prensler Prensi” unvanı ile
Ermenistan’a vali tayin edilen Aşod Pakraduni, bu görevinde beklendiğinden
ziyade başarılı oldu ve böylece; değil vergi ödemek, yiyecek ekmeğini zor temin
edebilen Ermeniler’in, ellerinde, avuçlarında her ne var ise alındı, daha
doğrusu cebren gasp edildi…*4+
Yazar Nejat HAKKUL
*1+ (Sorun olan Ermeniler / Suat
Akgül, Ali Güler, Türkar Yay. İst. 2003. s: 402)
*2+ Ermeni kaynakları, Pakraduniler
soyundan, daha doğrusu liderleri olan Prens Şabad ve Pakarad Şampa’nın Ermeni
Krallarına son derece hizmet vermiş olduklarını, adeta söz birliği etmişçesine,
sonsuz methiyelerle bezenmiş kayıtlar düşmüşlerdir.
Lâkin ne gibi meselelerde, nasıl
hizmetleri geçmiş ise, sarih şekilde meydana koyan herhangi bir kayda
rastlamadık!. Dolayısıyla, bu hususun ayrıca tetkiki elzemdir inancındayız!.
Bizans tarihçisi, Pavstos bu konuda
III’ncü asırda Ermenistan’da iskân etmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Musevilerin
miktarı, “400.000 nüfusu” bulmuştu kaydını geçmektedir.
Büyük Ermeni tarihçisi ve din adamı,
ünlü “MOLSES GATOGİGOS
GORENAZİ’nin bu konudaki kaydı da son
derece önemlidir ve şu kayıt geçmiştir: -S1MPAD adını, PAKRADUNİLER
mahdunlarına verirler. Bilesiniz ki, isim İbranice’den geliyor ve aslı
“ŞAMPAD”dır.
Kars, Ani ve Gürcistan’da
PAKRADUNİLER zürriyetinden krallar
çıkmıştır. Bu vaziyete göre Ermeniler
arasında asırlar boyu pek revaç görmüş olan: “PAKRAD, SIMPAT, AŞOD ve MOLSES”
vs. gibi isimlerin
tamamı, Pakraduniler’den, Ermenilere
geçmiş ve aslen Ermeni kökenli isimler olmadığı bariz olarak görülmektedir.
*3+ Bu hususta daha geniş bilgi için
bakınız: “ŞAHNAZARYAN-ERMENİ TARİHİ”, Baskı: Paris-Fransa. Baskı tarihi: 1859,
sayfa: 32, “Ermenice”
*4+ (Emperyalistlerin Kıskacında
ermeni Tehciri, IQ Kültür Sanat yy., 1. Bas. Nisan 2007 İST.)Ermeni-Yahudiler
“Pakraduniler” Kim (1-2) 2016-01-05 Selçuk Silsüpür
Pakradunilerin 2500 yıllık tarihi ve
macerası hakkında yabancı dillerde yazılmış birkaç araştırma kitabı var. Doğu
Anadolu’da bağımsız devletler bile kurmuşlar. Sonra izleri silinmiş… Dıştan
Ermeni görünürken bir kısmı Kürt ve Müslüman kimliğine bürünmüş. Kürtlükleri, Müslümanlıkları
samimi midir? Pakradunilerin, asıl Ermenilere çok işler ettiklerini duydum.
Aynı işleri şimdi Kürtlere, Müslümanlara etmesinler. üç kimlikli, sır içinde
sır, gizli mi gizli, görünmez bir grup. Pakraduniler ise üçlü oynuyor. Dıştan
Müslüman görünüyorlar… Bir alttaki ikinci kimlikleri Kripto Ermenilik… En alttaki Yahudilik…” diye yazmaktadır.
(1100 yıl gizlenen üç katlı tarikat masalına
inanmak için farklı bir kafa yapısı gerekir. HYETERT)
***
Mehmed Şevket Eygi, Pakradunilerin
rolü nedir? Adlı makalesinde; “Kafası çalışan Müslümanların bu konuyu bilmesini
istiyorum. En azından Türkiye’de Pakradunilerin olduğunun, bazılarının mühim
nüfuz ve tesire sahip olduğunun, önemli roller oynadıklarının bilinmesi…
Pakradunilerin 2500 yıllık tarihi ve macerası hakkında yabancı dillerde
yazılmış birkaç araştırma kitabı var. Doğu Anadolu’da bağımsız devletler bile
kurmuşlar. Sonra izleri silinmiş… Dıştan Ermeni
görünürken bir kısmı Kürt ve Müslüman kimliğine bürünmüş.
Kürtlükleri, Müslümanlıkları samimi
midir?
Pakradunilerin, asıl Ermenilere çok
işler ettiklerini duydum. Aynı işleri şimdi Kürtlere, Müslümanlara etmesinler.
üç kimlikli, sır içinde sır, gizli mi gizli, görünmez bir grup. Pakraduniler
ise üçlü oynuyor. Dıştan Müslüman görünüyorlar… Bir alttaki ikinci kimlikleri
Kripto Ermenilik… En alttaki Yahudilik…” diye yazmaktadır. (1)
Mustafa Aydın’da 2006 tarihli Aksiyon
Dergisinde yayımlanan “Ermenileri Yöneten Yahudiler” adlı makalesinde
“Selanikli Sabetaycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı Meşhedilerden sonra Ermeniler
içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü
ortaya çıktı. Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca
ermeni toplumunu yöneten cemaatin hikayesi M.Ö 730 yılında başlıyor ve günümüze
kadar uzanıyor. Bizans’ın krallıklarına son verdiği Pakraduniler, Selçukluların
hakimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini cemaat içinde devam
ettiriyor.
Ermeni Kralı Sannasar, yaptığı
seferde İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, 10 Yahudi kabilesini esir alır ve
onları Fırat’ın ötesine, Güney Ermenistan’a yerleştirir. M.Ö. 700’lerde, bu kez
Babil Kralı Nabukadnezar, Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir sefer
açar. Söz konusu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile
katılır. Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar’ı
fazlasıyla memnun eder ve esir aldığı 10 bin Yahudi’nin yarısını Kral
Hıraçya’ya hediye eder. Bu esirler arasında İsrailoğulları’nın önemli
şahsiyetlerinden Prens Şampat da vardır. Şampat, kısa zamanda Hıraçya’nın
takdirlerine mazhar olur. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere yükselir”
demektedir.
KAYNAKÇALAR: 1-Mehmed Şevket Eygi
Pakradunilerin Rolü Nedir? Milli Gazete/ 25 Ocak 2014, 2-Mustafa Aydın,
Ermeniler’i Yöneten Yahudiler/ Aksiyon Dergisi 03 Nisan 2006/
ERMENİ- YAHUDİLER “PAKRADUNİLER” KİM?
(2)“
Araştırmacı-yazar Levon Panos
Dabağyan, Yahudi asıllı Pakradunilerin M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri
“acımasızca” yönettiğini ifade ederken, iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü
Yahudi tarihçilerinden Prof. Dr. Abraham Galante’yi gösteriyor. Galante,
“Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı” adlı kitabında, “Pakraduniler,
varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’nci
yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir.” diyor. (3)
“Kripto
Yahudilik” konusunda uzman olan Türkiyeli Yahudi Prof. Abraham Galante, “
Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı adlı eserinde bu konuda hayli
enteresan bilgiler veriyor: “Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun
sonlarından (M.ö. 7. yüzyıl), 20’inci yüzyıla kadar sürdürmüş olan
Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. ‘Erzurum- Sivas arasında’, Marmara
Denizi’nin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış oldukları bilinen
Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi
yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Marano’lar,
Selanikli Dönmeler ve İranlı
Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında sayılabilirler.” (4)
Dabağyan,
Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden farklı olabildiğini
söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi’den şu nakilde bulunuyor: “Simpat
adını, ‘Pakraduniler’ oğullarına verirler.
Bu isim İbranice’den geliyor ve aslı
‘Şampat’tır.Ermeniler arasında asırlarca pek revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat,
Aşot, Kakik, İsrael, Tavit’ gibi isimlerin Ermeni menşe’li olmadığı bariz
şekilde meydana çıkmaktadır.” Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavstos’un, 3. Asır’da
bölgede iskan edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin
olarak verdiğini de kaydediyor. (5)
KAYNAKÇALAR:3- Levon Panos Dabağyan,
Osmanlıda Şer Hareketleri ve II.Abdülhamid Han, IQYay.İst. 2005; 4- Prof.
Abraham Galante, Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı, İst. 1933;
5-Dabağyan a.g.e.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar