AHLÂK-I ALÂÎ -Kınalızade Ali Efendi
Hzl: Enfel
DOĞAN
Kınalızade Ali Efendi
Türk medeniyetinin en kudretli zamanı olan XVI. yüzyılın önde gelen
âlimlerinden birisidir. Osmanlı bürokrasisinin çeşitli kademelerinde
müderrislik, kadılık ve kazaskerlik görevlerinde bulunmuştur. Ahlâk-ı Alâî
onun bu parlak ilmî kariyerinin en son ve en kıymetli semeresi olmuş ve bilim
literatüründe Türkçe kaleme alınmış ilk ahlâk felsefesi kitabı olarak
nitelendirilmiştir. Yurt içinde ve yurt dışında yüz elliye yakın nüshasının
bulunduğunu tespit ettiğimiz bu eser 1833 yılında matbu olarak da yayımlanmıştır.
Ahlâk-ı Alâî üzerinde makale, tez ve kitap düzeyinde
birçok konu çalışması yapılmıştır (“Kınalızade’ye Göre Hikmet Kavramı”,
“Ahlâk-ı Alâî’de Eğitim Anlayışı” vs. gibi). Ancak bunların hiçbirinde eser
orijinal diliyle yeni harflere aktarılmamış, yani bilimsel bir metin neşri
gerçekleştirilmemiştir. Bu tür çalışmalarda genellikle Hüseyin Algül ile Ahmet
Kahraman’ın, kısaltılmış ve sadeleştirilmiş Ahlâk-ı Alâî yayımları
kullanılmıştır. Bazı araştırıcılar da eseri Bulak baskısından okuyarak üzerinde
konu-içerik çalışması yapmışlar, ancak okudukları metni çalışmalarına
koymayarak sadece Bulak baskısından sayfa numaralarını referans
göstermişlerdir. Yani Ahlâk-ı Alâî ilk olarak bu tez çalışmasında
orijinal diliyle yeni harflere aktarılmış olmaktadır.
Tez çalışmamız esas
olarak Osmanlı Türkçesinin XVI. yüzyıldaki söz dizimsel ve sözlük bilimsel
özelliklerinin tespitine katkıda bulunmak amacıyla yapılmıştır. Bu amacı
gerçekleştirmek için de Ahlâk-ı Alâî malzeme olarak seçilmiştir. Bu
seçimde eserin çok okunmasının, tanınmasının ve bilim dünyası tarafından da
eserin, döneminin dil özelliklerini bütünüyle yansıttığına genel bir kanaat
getirilmiş olmasının etkisi olmuştur.
Çalışmamızın birinci
bölümünde, Kınalızade Ali Efendi’nin hayatı ve eserleri tezkirelerden ve diğer
biyografik eserlerden faydalanılarak ortaya konulmuştur. Ahlâk-ı Alâî
hakkındaki bilgiler de bu bölümde verilmiştir. Buna göre eserin adı, yazıldığı
yer, yazım tarihi, yazılış sebebi, konu başlıkları ve nüshaları ile eser
üzerinde yapılan çalışmalar ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
İkinci bölümde, eserde
geçen Türkçe yapılı cümleler tespit edilerek bu cümle yapıları hakkında bilgi
verilmiş ve gerekli sınıflandırmalar yapıldıktan sonra metinden seçilmiş
örneklerle bu bilgiler desteklenmiştir.
Üçüncü bölümde, bir
önceki bölümde yapılan işlemler metindeki Farsça yapılı cümleler için
gerçekleştirilmiştir.
Çalışmamızın dördüncü
bölümü metin bölümüdür. Metin kurulurken en eski tarihli ve güvenilir iki
nüshadan yararlanılmış ve nüsha farkları her sayfanın altında varak ve satır
numaraları belirtilmek suretiyle gösterilmiştir. Çalışmanın metin aşamasında,
Revan nüshasına göre 333 yaprak, Ayasoyfa nüshasına göre de 373 yaprak tutan
metnin tamamının ilk okuması yapılmış, fakat ikinci nüsha ile karşılaştırması,
yani ince işçiliği yapılmamıştı. Ortaya konulacak bu kadar hacimli bir malzeme
üzerinde yeterli ve gerekli dil incelemesinin yapılmasındaki güçlükler göz
önünde bulundurularak yine Revan nüshasına göre ilk 187, Ayasofya nüshasına
göre de ilk 217 yapraktan ibaret olan bölümün nüsha karşılaştırması yapılmış;
söz dizimsel ve sözlük bilimsel incelemeler metnin bu kısmı üzerinde
yapılmıştır.
Beşinci bölümde eserin
kelime ve ekler dizini yapılarak metinde geçen bütün kelimeleri içeren bir
sözlük ile şahıs adları dizini hazırlanmıştır.
Sonuç bölümünde de
çalışmamız süresince edinmiş olduğumuz bazı kanaatler ve tespit ettiğimiz bazı
noktalar ortaya konulmuştur.
Tez çalışmalarımın her
aşamasında bana çok yardımcı olan tez danışmanım ve hocam Prof. Dr. Mustafa Özkan’
a teşekkürü bir vazife bilirim.
Ayrıca; ilgi, dikkat ve
yönlendirici görüşlerinden dolayı Anabilim Dalımız öğretim üyeleri Prof. Dr.
Muhammet Yelten’e, Doç. Dr. Musa Duman’a, Yard. Doç. Dr. Hatice Tören’e... tez
izleme komitesi üyesi Doç. Dr. Mustafa Çiçekler’e... metinde geçen çok sayıdaki
Farsça nazmın okunması ve anlamlandırılması sırasında büyük emeği geçen Arş.
Gör. Dr. Abid Nazar Mahdum’a; Arapça nazım ve ibarelerin okunması ve
anlamlandırılmasında yardımcı olan Dr. Sabri Hammam’a, Ramazan Şahan’a ve Arş.
Gör. İbrahim Şaban’a... ve adlarını burada anamadığım değerli dostlarıma ve
mesai arkadaşlarıma şükranlarımı sunarım.
Enfel Doğan
İstanbul, Eylül 2006
Kaynaklarda tam adı Ali Çelebi ibn Emrullah ibn Abdülkadir-i Hamidî
veya Alâüddin Ali bin Emrullah olarak geçen Kınalızade Ali Efendi hicrî
916 (1510/1511) yılında İsparta’da doğdu. Babası Mîrî Emrullah Efendi, dedesi
ise Abdülkadir-i Hamidî’dir. Babası Mîrî Efendi Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde
kadılık yapmış olup aynı zamanda kendisine ait bir divanı da olan bir şairdir.
Dedesi ise bir ara Fatih Sultan Mehmed’e de hocalık yapmış olan bir âlimdir.
Abdülkadir Efendi âdeti üzere sakalına kına yaktığı için o ve onun neslinden
gelenler Kınalızade (Arapça: Hınnâî/Hınnâvî) lakabıyla anılmışlardır.[1]
Kınalızade Ali Efendi’nin Mehmed Fehmi, Hüseyin Fevzi ve Hasan Çelebi
adlarında, her biri de müderris ve kadı olarak görev yapmış, üç oğlu vardır.[2]
Mehmed Süreyya, Kınalızade’nin Abdürrahim Kirâmî (müderris/kadı) ve Mustafa
Vasfî (müderris) isimlerinde iki oğlu daha olduğunu söylese de,[3]
adı geçen bu kişiler Kınalızade’nin kardeşi ve yeğenidir.
Kınalızade eğitimindeki ilk aşamaları İsparta’da tamamlayarak tahsil için
İstanbul’a akrabalarından Kazasker Kadri Efendi’nin yanına gitti. Burada bir
süre kaldıktan sonra 938 yılı sonlarında (1532) Mahmud Paşa Medresesi müderrisi
Mâlûl Emir Efendi’den, daha sonra da sırayla Davud Paşa Medresesi müderrisi
Sinan Efendi’den, Atik Ali Paşa Medresesi müderrisi Merhabâ Efendi’den ve Sahn
Medresesi müderrisi Kara Salih Efendi’den ilim tahsil etti. Kara Salih
Efendi’nin muîdi oldu. 944 yılında (1537/1538) Sultan Süleyman Han’ın
düzenlediği sûr merasiminde akdolunan imtihan meclisinde hocası Salih
Efendi’nin “Eyüp Ali’sine” mağlup olup o anda aşırı hüzün ve melalden dolayı
baki âleme irtihal etmesi üzerine “Mağluben vefat eden bir kimsenin muîdi
olarak mülazım olup sıra beklemekten ar edip”[4] Anadolu
Kazaskeri Çivîzade Muhyiddin Mehmed Efendi’nin hizmetine girdi ve onun muîdi
oldu. 945 Şevvalinde (1539) Şeyhülislâmlığa terfi eden hocası Çivîzade
tarafından mülâzımlığa yükseltildi ve müderrislik için sıra beklemeye başladı.
Kınalızade’nin bu bekleyişi -müderris tayinlerine bakan- Rumeli Kazaskeri
Ebussuud Efendi ile hocası Şeyhülislâm Çivîzade’nin araları açık olduğu için
uzun sürer. Bunun üzerine Kınalızade kaleme aldığı Tecrîd Hâşiyesi, Metâli
Hâşiyesi ve Mutavvel Hâşiyesi adlı eserleri yanına alarak Ebussuud
Efendi’nin huzuruna çıkar ve “Bizim bu kitaplardan gayrıya istinat ve
intisabımız yoktur. İlimle bu derece iştigal edenlere hakkını vermeyecekseniz
bari bu kapıyı kapatıp başka kapıya müracaat edelim” der. Kınalızade’nin bu
tavırları ve sözleri Ebussuud Efendi’nin hoşuna gider ve “Makam mansıp gemisini
bu şekilde almak lâzım. Bir alay şefaat erbabının zilletleri ile mansıp almak
ne kadar çirkindir”[5]
diyerek onu yirmi akçe ile Edirne’deki Hüsâmiye (Hüsâmeddin) Medresesi’ne
müderris olarak tayin eder (950/1543-44).[6]
Kınalızade üç yıl sonra -oğlu Hasan Çelebi’nin doğduğu sene- yirmi beş akçe
ile Bursa’daki Hamza Bey Medresesi’ne tayin edildi (953/1546-47).
İki yıl sonra otuz akçe ile yine Bursa’daki Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa
Medresesi’ne tayin edildi (955/1548-49).
957 (1550/1551) yılında kırk akçe ile Rüstem Paşa’nın Kütahya’da yeni
yaptırdığı medreseye tayin edildi.
958 (1551) yılında elli akçe ile İstanbul’daki Rüstem Paşa Medresesi’ne
tayin edildi.
960’ta (1552/1553) Haseki Medresesi’ne, 963 Saferinde (1556) Sahn-ı Semân
(Semâniyye) Medresesi’ne, 966 Muharreminde de (1558) Sultan Süleyman Han’ın
yeni yaptırdığı çifte medreselerin kuzey tarafta olanına -müderris olarak-
tayin edildi (bu çifte medreselerin güneyde olanına Şah Efendi tayin
edilmiştir).
Süleymaniye Medresesi’nde beş yıl müderris olarak görev yapan Kınalızade,
970 Zilhiccesinde (1563) Şam kadısı olarak görevlendirildi. Ahlâk-ı Alâî’yi
burada kaleme aldı.
974 Cemaziyelevvelinde (1566) Kahire kadısı oldu. Aynı senenin Zilhicce
ayında Bursa kadısı olarak tayin edildi (1567). 976 Recebinde (1569) Edirne
kadılığına tayin edildi. 978 Cemaziyelahirinde (1570) İstanbul kadısı oldu. 979
Muharreminde (1571) Anadolu kazaskerliği görevine tayin edildi. Bu görevi ifa
ederken Sultan II. Selim’le beraber Edirne’ye gitti. Dönüşte, daha önce
yakalanmış olduğu nikris/gut hastalığının nüksetmesi üzerine vefat etti (6
Ramazan 979/22 Ocak 1572).[7]
Cenazesi İstanbul yolu üzerindeki Seyyid Celâlî Türbesi civarındaki Nazır
Mezarlığı’na defnedildi.[8]
Kınalızade’nin ölümüne düşürülen tarihler şunlardır:
Kâdîasker-i İslâm-ı güzîn
Ol Alî nâm reîsü’l-fuzalâ
Nakl idicek didiler târîhin
İrtihâl eyledi kutb-ı ‘ulemâ (979)
Elin Hınâlızâde yudı gör âb-ı hayâtdan (979)[9]
Kınalızade Ali Efendi’nin oğlu Hasan Çelebi, babasını; “Tefsir ilminde
benzersiz bir imamdır. Kadılıkta çok derindir. Heyet (astronomi) ilminde zemin
yüzünün Cemşîd’i ve Anadolu’nun Kadızâde’sidir. İleri gelenlerin vefiyatlarının
ve zaman u zeminde vuku bulan hadiselerin zaptında İbn Kesir’den ileridir. İnşa
fenninde dahi çok ileridir. Hafızası çok güçlüdür, ezberinde binlerce Arapça ve
Farsça beyitler vardır. Arapça ve Farsça’yı Arap ve Acem ulemasından daha güzel
kullanır.”[10]
şeklindeki ifadeleriyle anlatır.
Hasan Çelebi babasının bazı hatıralarını da anlatmak suretiyle onun ilim,
irfan ve şahsiyet bakımından insanları kendine hayran bırakan üstün
niteliklerini ortaya koymaya çalışır. Bu hatıraların bazıları şunlardır:
Kınalızade, ders arkadaşlarıyla Şerhü’l-Azud’dan ders okuduktan
sonra kaleme aldığı bir risaleyi hocası Çivîzade’ye hediye eder. Çivîzade
risaleyi okuduktan sonra “Elhamdülillah! İlim ve kemal güneşine zeval
erişmemiş, fazilet ve irfan binası yıkılmamış” diyerek, ona iltifatlarda
bulunur.[11]
Yine Çivîzade’nin, çok sevdiği iki başarılı talebesi için, “Bir gözüm Şah
Çelebi ve bir gözüm de Ali Çelebi’dir” dediği rivayet edilir.[12]
Bir gün Kınalızade Ali Efendi dostlarıyla seyir ve sohbet için bir
gülistana giderler. Dostlarından birisinin yanında Molla Camî’nin Bahâristân’ı
vardır. Kınalızade bu eseri eline alır ve okumaya koyulur. Bazı dostları
Kınalızade Ali Efendi’ye “Baharistân’ın filân hikâyesini gördünüz mü?”
diye sorunca “Evet, hepsini okudum ve ezberledim” diye cevap verir. Arkadaşları
buna inanmazlar ve onunla alay etmeye başlarlar. Kınalızade kitabın kıta, beyit
ve hikâyelerini ezberden okumaya başlayınca arkadaşlarının her birinin
şaşkınlıktan ve hayranlıktan dili tutulur. Neticede hepsi Kınalızade’nin
fazilet ve irfanına iman getirirler.[13]
Kınalızade Şam kadısı iken Mağrip ulemasının büyüklerinden Şeyh
Ebü’l-Feth-i Mâlikî bir gün onun ziyaretine gelir. Ali Efendi, ona Mağrip
beldelerine dair tarihî, coğrafî o kadar malumat verir ki ilmî şöhreti bütün
cihana yayılmış olan Şeyh Mâlikî hayretler içerisinde kalır. Hele Mağrip
şehirlerini gözüyle görmüş, uzun müddet oralarda ikamet etmiş gibi ayrıntılı
olarak tasvir eylemesi şeyhi büsbütün şaşırttığından Ali Efendi’ye “Efendi, siz
bu memleketleri ne zaman gördünüz?” diye sorar. Kınalızade ona “Oralara
gitmedik, fakat kitaplarda gördük” diye karşılık verir.[14]
Yine Hasan Çelebi’den, Kınalızade Ali Efendi’nin gıybeti ve kovculuğu hiç
sevmeyen, “meclisinde her daim maarif ve letayif söylenen”, kalp kırmaktan çok
korkan, “hiçbir müminin şîşe-i dilini seng-i nemîmet ile münkesir kılmayan” bir
kimse olduğunu öğreniyoruz.[15]
Kınalızade Ali Efendi’nin ilmine itimadım ve mütevekkilce edasının
derecesini göstermesi açısından şu anekdotu da burada aktarmayı uygun
görmekteyiz:
Kınalızade Edirne kadısı iken, İstanbul kadısı olan Şah Efendi ile şer’î
bir meselede münazaa ederler. Bu canipte olan dostların çoğu, meselede Şah
Efendi’nin haklı olduğunu iddia ederler; üstelik el birliğiyle ve çeşitli hile
ve tezvirlerle Kınalızade’nin azledilmesi için çalışırlar. Kınalızade bunu
haber alınca üzülür, ancak Allah tealâya tevekkül üzere olup Kur’an-ı Kerim’den
tefeül eder. Tefeülde “Mutlaka biliyoruz ki sen onların söyledikleri
şeylerden dolayı kalbini daraltıyorsun. O halde Rabbine şükret ve secde
edenlerden ol ve ölünceye kadar Rabbine kulluk et (Hicr Sûresi, 15/97-99)”
ayeti çıkar. Hemen o anda şükür secdesi ederek zihnindeki kötü düşünceleri
atar. Çok zaman geçmeden Şah Efendi ile aralarındaki niza ve husumet ortadan
kalkar. Kınalızade bir süre sonra İstanbul kadısı olur.[16]
Kınalızade Ali Efendi hakkında oğlu Hasan Çelebi’den sonra en doğru ve
teferruatlı bilgileri veren Atâyî’ye göre ise Kınalızade “Rum (Anadolu)
ulemasının başta gelenlerinden biriydi. Tefsir, hadis ve cedel (münazara)
ilimlerini iyi biliyordu. Fenn-i tefsirde mücahit, fıkıhta müçtehit (içtihat
sahibi) idi. Her türlü fıkhî meseleye hâkimdi. Belagat vadisinde İbn Mühennâ
gibiydi. Hikmet (felsefe) ilminin de İbn Sînâ’sı olmuştu.”[17]
Şam’da sık sık Kınalızade’nin ilmî sohbetlerine katılan Gelibolulu Âlî
Efendi, onun hakkında çok sitayişkâr ifadeler kullanmıştır: “Kınalızade Şam’da
iken haftada bir defa şehrin ileri gelenlerini bir araya getirdiği toplantılara
beni de çağırırdı. Telifine meşgul olduğum Enîsü’l-Kulûb adlı kitaptan
bir fasıl dinlerlerdi. Kendileri de Ahlâk-ı Alâî’den bir fasıl okuyup
‘Bir itiraz noktası varsa söyleyin, telife düşman gözü ile nazar edin’ derdi.
Kendilerinde cidden kibir ve ucb yoktu.”[18]
Âşık Çelebi ise Kınalızade’nin takrîr-i usûlde Peydûz’dan daha önde
olduğunu, ma‘ânî ilminde Sâib’i geçtiğini, aruzu kullanmak bakımından
Sîbeveyh’le denk bulunduğunu, Arapça bilgisinin de Zemahşerî ayarında olduğunu,
İbn Sina’nın hikmette onun yanında susup kalacağını söylemektedir.[19]
Ahdî, Kınalızade’yi “İnciler saçan kabiliyeti nazım vadisinde üç dilde şiir
söylemeye kudretli, her ilme şerh ve haşiye yazmakta maharetli, aruz ve muamma
fenlerinde de çok yetenekli.”[20]
cümleleriyle nitelendirir.
Beyânî, tezkiresinde “Fazilet ve bilgi bakımlarından zamanın yegânesidir.
Bütün ilimlerde okyanus gibidir. Kerem ve güzel ahlâkta apaçık bir nurdur.
Nesir ve inşada benzeri gelmemiş, nazım ve şiirde misli vücut bulmamıştır.
Muammada dahi yetkindir.”[21]
ifadelerini kullanır.
Peçevî tarihinde geçen “Eğer ömrü yetseydi kuşkusuz şeyhülislâmlığa
yükselir ve birçok ilmi eserler yazardı. Ebussuud Efendi, Muhaşşî Sinan Efendi
ve Bostan Efendi gibi çok sivrilmiş, üstün yetenekte bilginlerin çağdaşı
olduğundan, bunlar arasında onun ışığı pek yayılamadı. Yoksa onlara denk
olduğuna, hatta birçok bilimlerde onlardan daha da üstün tutulduğuna şüphe
yoktur.”[22]
ifadeleri onun ilmî seviyesini ortaya koymaktadır.
Dürr ü la‘lini
sirişküm işüginde nice yıl
Şöyle harc eyledi ki
âkıbet oldı sâyil
Umarum mûr-ı gam-ı
hattuna ser-menzil ola
Ten-i zâre olıcak
hâk-i lahd ser-menzil
Gül açıldı sanemâ
açılalum gel çemene Sen dahı güller ile bir iki gün açıl
Bir iki gün ser-i
kûyında olurdum sâkin Olmasa kâfile-i ömr-i revân müsta‘cil
Biçiyor dâs-ı felek
küşt-i hayâtun şeb u rûz Mezra‘-i sebz-i tarabdan ne umarsın hâsıl
Yâr bezminde Ali ister isen hâk öpmek
Varıcak meclise cür‘a gibi dökül saçıl
ıı[24]
Bir saâdetlü bâba
mensûbuz
Der-i devlet-meâba
mensûbuz
Katreyüz bahredür
taallukumuz
Zerreyüz âfitâba
mensûbuz
Diyü gamdan Alî ne
gam bize
Âsaf-ı Cem-i cenâba
mensûbuz
III[25]
Kabâ-i lâle-gûnun
üzre zerrîn hançerün cânâ
Şafakda âşikâr olmuş
hilâl-i îddir gûyâ
Ne denlü kendüyi
ârâyiş itse ol elif-kâmet
Dahı mevzûn olur kim
zîb ile olur elif zîbâ
Garaz nakş-ı cihânda
sûretündür kilk-i tekvine
Cihân arada bir sûretdür ey mâh-ı cihân-ârâ
Alî’nin sînesinden
zâhir olan nevg-i peygânlar
Meğer nev-res
çemenlerdür ki olmış hâkden peydâ
IV[26]
Sîne mihnet-hânesi
derd ü belâ tüccârıdur
Tâze dâğum câbecâ
anun ser-i mismârıdur
Su gibi taş yasdanup
toprak döşensün rûz u şeb
Kim ki ol serv-i
revânun âşık-ı dîdârıdur
Kûy-ı dilberde
ağarmış üstühânum câbecâ
İtlerine her biri
mihr ü vefâ tûmârıdur
Rûy-i yâr üzre
görinen hatt-ı müşgîn sanmanuz
Hüsn-i mir’atına
aks-i zülf-i anber-bârıdur
Sükker-i Mısr’ı
hacâlet bahrine gark eyleyen
Vasf-ı la‘linde
Ali’nün âbdâr eş‘ârıdur
Rûy-i zerdüm şem‘
idüp cân riştesin kıldım fitîl
Da‘vî-i ışka ikâmet
eyledüm Rûşen delîl
Gülşen-i kûyundurur
“cennâtü adnin hâlidîn”
Kevser-i la‘lündürür
“aynen tüsemmâ selsebîl”
Nûr-ı dîdârunda ol
zülf-i nigârı dir gören
Yandı gâyet kurbdan
gûyâ ki perr-i Cebreîl
Âb içün ayrıldı
dîdârundan ayrıldı ey mihr-i cemâl
Döğünüp taşlarla endâmın
serâser itdi nîl
Ey Ali çün dîdeden
dûr oldı ol Yûsuf-cemâl
Çâre yokdur sana bu
gamdan meğer sabr-ı cemîl
VI[28]
Cihânda sohbet-i
işret şarâb ile yaraşur
Şarâb sohbeti nukl u
kebâb ile yaraşur
Şarâb-ı sâfî vü nukl
u kebâb meclisde
Simâ‘-i nağme-i çeng
ü rebâb ile yaraşur
Ali çü şîb irişdi bu
cümleyi terk it
Didüklerün kamu
ahd-i şebâb ile yaraşur
VII[29]
Hüsn-i hâl anlayup
sıfâtunda
Mu‘cib olma ki
hüsn-i hâl budur
Hünerüm var dime
hüner oldur
Anla noksânunı kemâl
budur
VIII[30]
Her sabâh a‘zâ-yı
âdem dir lisâna ey lisân
Sâkit ol kim ten
selâmet bulmaz olmazsan selîm
Geçerüz biz cümleten
kec-rev olursan sen bu gün
Müstakîmüz cümlemüz
ger sen olursan müstakim
Kınalızade Ali Efendi Türkçe ve Arapça, irili ufaklı kırk civarında eser
kaleme almıştır. Bunların bir kısmı müstakil ve hacimli kitap çalışmalarıdır.
Ancak eserlerinin çoğu, sayfa sayıları fazla olmayan haşiye ve risalelerdir.
Ali Efendi’nin eserlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: [31]
1-Ahlâk-ı Alâî (Bkz. “1.4. Ahlâk-ı Alâî” bahsi).
2-Münşeât-ı Kınalızâde: Ali Efendi’nin inşâ türündeki yazılarını
bir araya getiren müstakil bir kitaptır. (Süleymaniye K., Esad Efendi, nr. 3300
(97 vr.), 3314 (69 vr.), 3327 (104 vr.); İÜ Yazma Eserler K. nr. 3797, 1987;
Nuruosmaniye K., nr. 3767, 4289)
3-Muammeyât: Ali Efendi’nin kaleme aldığı muammalardır. Müstakil bir eser olmayıp bir
muamma mecmuası içerisinde derc edilmiştir. (Nuruosmaniye K., nr. 4965)
4-Tarih-i Kınalızade / Siyer-i Nebî ve Târîh-i Hulefâ: Eser, Hz.
Peygamberin siyer ve gazaları ile ilk dört halife ve Emevî, Abbasî halifeleri
hakkında tafsilatlı bilgileri içermektedir. Nüshaların üst yapraklarında
kitabın adı olarak büyük harflerle “Tarih-i Kınalızade” yazılıdır. Fakat bu
Kınalızade’nin “Ali Efendi” olup olmadığı konusunda kesin bir yargıda bulunmak
çok güçtür. Süleymaniye nüshasının ketebe kaydında herhangi bir tarih vs.
bilgisi yoktur. Topkapı nüshasında ise ancak istinsah tarihi vardır. Nüshalarda
bir sebeb-i telif bölümü de yoktur; doğrudan konuya girilmiştir. Eserin kime
ait olduğu konusunda yazmaların kesin bir fikir vermemesinden başka, Kınalızade
Ali Efendi hakkında temel başvuru kaynakları olan Kınalızade Hasan Çelebi
de, Âşık Çelebi’de ve Atâî’de de bu eserin Kınalızade’ye aidiyeti
konusunda bir bilgi yoktur. Bütün bu sebeplerden dolayı Tarih-i Kınalızade'nin
Ali Efendi’nin eseri olduğu konusunda ihtiyatlı davranmakta yarar vardır.
(Süleymaniye K. Ragıb Paşa, nr. 984, 396 vr.; Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi, R. 1327, 366 vr., h. 1137’de istinsah edilmiş.)
5-Dîvân: Kaynaklarda Kınalızade Ali Efendi’nin mürettep bir divam olduğu bilgisi
geçmekle beraber divanın yazma nüshası elde yoktur (Bkz. Osmanlı
Müellifleri, s. 401; Filiz Kılıç, a.g.e., s. 611). İstanbul Üniversitesi
Yazma Eserler Kütüphanesi Türkçe Yazmalar 3834 ve 3452 numaralarda kayıtlı
“Mecmuatü’l-Eş‘âr” adlı eserin müellifi katalogda Kınalızade Ali Efendi olarak
görünmektedir.[32]
6-Risâle-i Vücûd (Süleymaniye K. Reşid Efendi, nr. 446/1)
7-Kasîde i Medhi’n-Nebî: Mülemma naat. Hasan Aksoy tarafından
yayınlanmıştır.[33]
(Süleymaniye K. Esad Efendi, nr. 3441/2; Fatih, 5431/10, 5425; Şehid Ali Paşa,
nr. 2790/7; Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, 05 Ba 1871/12, 79b-81a vr.)
Hâşiye ale’l-Hidâye ve’l-İnâye (Murad Molla K., nr. 789)
Hâşiye ale’d-Dürer ve’l-Gurer (Beyazıt Devlet K., Veliyyüddin Efendi,
nr. 1107, 1115; Süleymaniye K., Şehid Ali Paşa, nr. 749; Yeni Cami, 397/1;
Kasidecizade K., nr. 243; Veliyyüddin Efendi K., nr. 1115, 1107)
Hâşiye ale’l-Keşşâf (Süleymaniye K., Mihrişah Sultan, nr.
3913; Esad Efendi, nr. 1556/1)
Hâşiye ala Kitâbi’l-Kerâheti mine’l-Hidâye
Hâşiye alâ Hasan Çelebi li-Şerhi’l-Mevâkıf
Hâşiye Şerhu’l-Kâfiye li’l-Molla Abdurrahman Câmî
Hâşiye-i Tecrîd (Hâşiye alâ Şerhi Tecrîdi’l-Akâid li-SeyyidŞerîf Cürcânî)
Hâşiye alâ Envâri't-Tenzîl ve Esrâri't-Te'vîl (Süleymaniye K.,
Şehid Ali Paşa, nr. 316)
Hâşiye ale ’l-Mutavvel (Süleymaniye K. Yeni Cami, nr. 1027,
1028, 1029)
Risâle f
Vakfi’n-Nukûd (Süleymaniye K., Düğümlü Baba, nr. 446/9; Âtıf Efendi K., nr. 1778/6;
Topkapı Sarayı K., III. Ahmed, nr. 1541/166)
Risâle fî Beyâni’l-Istılâhâti’l-Mütedâvilât fi Kütübi’l-Fıkh (Süleymaniye K.,
Esad Efendi, Nr. 3782/19; Âtıf Efendi, nr. 2825/3)
Risâletü Letâifü’l-Hamse (Nuruosmaniye K., nr. 4345/5, 4909;
Süleymaniye K., Nafiz Paşa, nr. 1350/5; Millet K., nr. 4313/33)
Risâletü’l-Kalemiyye (Topkapı Sarayı K., Koğuşlar, nr. 1206/1;
III. Ahmed, nr. 1541/47; Hazine, nr. 162/45; Âtıf Efendi K., nr. 2851/11;
Nuruosmaniye K., nr. 4345/50; Süleymaniye K., Servili, nr. 245/1; Aşir Efendi,
nr. 417/4, 290/4)
Risâletü’s-Seyfiyye (Topkapı Sarayı K., III. Ahmed, nr.
1541/310; Süleymaniye K., Esad Efendi, nr. 3331/2; Ragıb Paşa, nr. 1293/1)
Tabakâtü’l-Hanefiyye (veya Tabakâtü’l-Müctehidîn)
(Süleymaniye K., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4662; İstanbul Arkeoloji Müzesi K.,
nr. 411; Millet K., nr. 2511 / Süleymaniye K., Yazma Bağışlar, nr. 2172/7)
Ta‘lîkât alâ Sadri’ş-Şerîa (Süleymaniye K., Fazıl Ahmed Paşa, nr.
556)
Ta‘lîkât alâ Hâşiyeti’l-Beyzavî (Veliyyüddin Efendi K., nr. 81; Topkapı
Sarayı K., III. Ahmed, nr. 1541/47; Süleymaniye K., Mihrişah Sultan, 39/2)
Risâle fi Müfâharati’s-Seyf ve’l-Kalem (Süleymaniye K., Esad Efendi, nr. 3724/3;
Millet K., nr. 433/2)
Risâle fîİ‘râb (Süleymaniye K., Atıf Efendi, nr. 1928)
Risâle fi’l-Muhâkeme Beyne Ebî Hayân ve Tilmîzihî (Süleymaniye K.,
Mihrişah Sultan, nr. 39/3, 39/4; Süleymaniye K., Esad Efendi, nr. 3556/1
el-İstiskâf f (Umûri’l) Ahkâmi’l-Evkâf (Süleymaniye K., Şehid Ali Paşa, nr. 185;
Hacı Mahmud Efendi, nr. 1076)
Risâle f Ba‘di’l-Ahkâm ve’l-Evkâf (Süleymaniye K., Şehid Ali Paşa, nr. 785;
Topkapı Sarayı K., III. Ahmet, nr. 1541/166)
Risâletü’l-Vâlideyn Te’dîbü’l-Mütemerridîn (Süleymaniye K.,
Hasan Hüsnü Paşa, nr. 471, 63-81 vr.)
Risâle f Beyâni’l-Hakkı’t-Tasrîh (Süleymaniye K., Âtıf Efendi, nr. 1778)
Risâle fî Tabakâti’l-Mesâili Hanefiyye (Süleymaniye K., Ayasofya, 3401; Âtıf
Efendi, nr. 2825; Mihrişah Sultan, nr. 98; Şehid Ali Paşa, nr. 653)
Risâletü’l-Kelâmiyye (Süleymaniye K., Âtıf Efendi, nr. 1928,
2851; Reisülküttab Mustafa Efendi, nr. 748)
Risâle f Kitâbi’l-Gasb mine’l-Hidâye (Süleymaniye K., Süleymaniye, nr.
708)
Risâle fi’l-Hikmet (Süleymaniye K., Damat İbrahim Paşa, nr.
839)
Risâle f Secdeti’s-Sehiv
el-Muhâkemâtü'l-Aliyye fi'l-Ebhâsi'r-Radaviyye (Süleymaniye K.,
Esad Efendi, nr. 3556)
Şerh-i Kasîde-i Bürde
Kınalızade metinde iki kez esere verdiği adı açıkça zikretmektedir. Bu
mısralarda eserin Veziriazam Semiz Ali Paşa’ya ithaf edildiği de açık olarak
ifade edilmektedir:
“La-cerem bu kitâb ki ‘ilm-i te’lifi kulle-i hişar-ı hikmet-i ‘ameliyye
üzerinde
manşübdur, ism-i ‘ilm-i ‘alem-arasına ki “
‘ala ”dan müştakkdur, mensüb olup;
Nikat-ı hikem ü
esrar-ı fenne İdüp elfaz-ı pakiyle şalayı Sürüş-ı mülk-i gaybı güş-i cana Didi
adını Ahlâk-ı ‘Ala ’T (8b/6-9)
“Emin-i dergeh-i
sultan mu‘in-i millet-i Yezdan Müfızu’l-cüdi ve’l-ihsan penah-ı din ‘Ali
Paşa” (8a/11)
“Eyledüm taze-ten ol
cameleri Zer-keş-i Rümi-i ziba-y-ile ben
Nükhet-i hulk-ı ‘Ali
Paşadan Oldı çün müşg-feşan-ı ceyb-i zemen
Büy-ı lutfi-y-ile
mu‘attar kıldı ‘Âlemi zülf-i ‘arüsan-ı sühan
Eyledi bende ‘ Ali
ahlakın Nam-ı a‘lasına a‘la kamudan
La-cerem hatmine
târih anun
Oldı “Ahlâk-ı
‘Alâyi ahsen” (8b/17 - 9a/3)
Kınalızade’nin eserin adında tevriyeli bir kullanıma gittiğini düşünerek
“Alâî” kelimesiyle hem Semiz Ali Paşa’ya olan nispetini bildirmekte olduğunu
hem de eserin kendine aidiyetini ortaya koymayı hedeflediğini söyleyebiliriz.
Eserin
Yazıldığı Yer ve Tarihi
Kınalızade eseri Şam kadısı olarak görev yaparken kaleme aldığını eserinde
açıkça belirtmektedir : “...hıtta-i Şam-ı ‘anber-meşammda... (7a/9)”
Kınalızade eseri ne zaman yazmaya başladığını ve zaman bitirdiğini kitabın
baş kısmında ebced hesabıyla ifade etmiştir: “Ta ol tarih-i mübarekde ki
sal-i 8 ferruh-fal
hisab-ı hicretden
vasıl-ı ‘aded-i lafz-ı ferruh-sal oldı, ... evahir-i sal-i mezburda şari‘-i
şer‘e girilüp evayil-i sal-i ayendede bi’l-cümle ve bi’t-tamam encam ü itmama
irildi.
(7a/7-12)” Burada
yazar, “ferruh-sal” kelimesi ile ebced değeri ifade edilen hicrî 971 senesinin
sonlarında kitabını yazmaya başladığını, gelen senenin (972) başlarında
tamamladığını ifade etmektedir. Kınalızade ayrıca eserinin bitiş tarihini de
ebced hesabıyla düşürmüştür: “Lâ-cerem hatmine târih anun / Oldı ‘Ahlâk-ı
‘Alâyi ahsen’ (972)” (9a/2-3)
Bir tarih de kitabın sonunda geçmektedir. “Ve sevaddan beyaza nakl ve intihaz
ol sa ‘at oldı ki rabi ‘a-i nehar cum ‘a-i hamisi ‘ışrin safer sene şelaşe ve
seb‘in ve tis ‘a- mi’e idi (333a/14-16)” “Yani 973 Saferinin 25’inde (21
Eylül 1565), ayın dördüncü Cuma gününde müsveddeden temize çekildi”
Görüldüğü gibi, burada, verilen iki hatta üç tarih arasında altı-yedi aylık
bir zaman farkı vardır. Çelişki gibi görülen bu durum, “verilen ilk iki
tarihin, kitabın müsvedde hâlinde tamamlanışı tarihi”, kitabın sonundaki
tarihin de -zaten açıkça belirtildiği gibi- “kitabın son düzenlemelerle
birlikte müsveddeden temize çekilişinin bitirilişi tarihi” olarak kabul
edilmelidir.
Kınalızade, “dâiye-i telif’ bölümünde (6a/14 - 9a/9), ilm-i ahlâk, tedbîr-i
menzil ve siyâset-i medeniyyeden ibaret olan amelî hikmetin insanları mutluluğa
ulaştıran çok önemli bir ilim olduğunu ifade ederek sözlerine başlar. Bu
ilimlerin nüktelerine ve inceliklerine vâkıf olmayan hiçbir kimsenin hakiki
kemalât mertebelerine yükselemeyeceğini; büyük âlimlerin ve kıymetli hakîmlerin
mutlaka bu sahada çok kıymetli eserler kaleme aldıklarını ifade eder.
Kınalızade sözlerine şöyle devam eder:
“Öncelikle fazıl feylesof Nasireddin Muhammed-i Tûsî Ahlâk-ı Nâsırf4
adlı eserini kaleme aldı ve daha önce yazılan ahlâk kitaplarının hükmünü
kaldırdı. Daha sonra müdakkik âlim Celâleddin Muhammed-i Devvânî Ahlâk-ı
Celâlî’ yi yazarak hikmet kütüphanesine süs oldu. En sonunda da meşhur
beliğ ve fasih Mir Hüseyn-i Vâiz Ahlâk-ı Muhsinî’yi[34] telif
etti. Her ne kadar bu kitabın üslubu evvelkiler gibi hikemî tahkikler ve ilmî
tetkikler üzerine kurulmamışsa da terkipleri ve manaları açık, lafız ve
ibareleri de tatlı ve kolayca anlaşılır bir eser olduğu için Ahlâk-ı Nâsırî
ve Ahlâk-ı Celâlî’den daha ziyade meşhur olmuştur.”
Kınalızade bu mülâhazalar içerisinde, Anadolu Türkçesiyle (zebân-ı Türkî-i
Rûm üzre), amelî hikmetin maksatlarını tamamen içerecek ve bu ahlâk
kitaplarının dördüncüsü olacak bir eser yazmayı istemektedir. Fakat ilim-irfan
işlerindeki yoğunluğundan dolayı bir türlü bu isteğini gerçekleştirememektedir.
Ne zaman ki “Şam- ı anber-meşâm”a kadı olarak tayin edilir, bu hedefini
gerçekleştirecek zaman ve zemini elde eder. Şam’da vazifeli iken bu eserini
yazmaya başlar ve yine buradayken telifi tamamlar.
Kınalızade eserin hakiki sebeb-i telifini ise şöyle açıklar (7a/15 -
8b/19): “Veziriazam Semiz Ali Paşa sadaret makamında oturmaktadır. O, Sultan
Süleyman’a yaptığı sadaret ve vezaretiyle tıpkı Hz. Süleyman Peygamberin veziri
Asaf’ı andırmaktadır. Hz. Yusuf Peygamberin kardeşleri tarafından tâbi
tutulduğu muameleye, kendisi de (Kınalızade) zamanın ve devranın kardeşleri
tarafından tâbi tutulmakta; ancak Ali Paşa -Mısır azîzinin[35] Hz.
Yusuf Peygamberi Mısır’da kollayışı gibi kendisini riayet ederek korumakta ve
himaye etmektedir.
Öyleyse; Tûsî nasıl Nâsır adına Ahlâk-ı Nâsırf yi, Hüseyn-i Vâiz de
nasıl Muhsin bin Hüseyin Baykara namına Ahlâk-ı Muhsinî'yi kaleme
almışsa, o da Ali Paşa namına yeni, Türkçe bir ahlâk kitabı yazacaktır. Çünkü
evvelki mezkûr kitapların dili Farsçadır ve artık “ahlâk-ı kühen” olmuş, yani
modaları geçmiştir.”
Kınalızade insanların kalplerinde bu kitabın evvelki ahlâk kitaplarından
daha fazla yer etmesi ve kemal ehlinin yeni baş tacı olması ümidiyle Ahlâk-ı
Alâî yi kaleme almaya başladığını ifade ederek sebeb-i telif bölümünü sona
erdirir.
Eser Allah’a dua başlamakta ve Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme
salavat ile devam etmektedir. Çok kısa olan bu bölümü takip eden bölümler ve
konu başlıkları aşağıda verildiği gibidir:
Zikr-i Mehâmid ve Neşr-i Medâyih-i Hazret-i Hilâfet-penâhi-i
Sa‘âdet-Dest-gâhi (Sultan Süleman-ı Kanunî) (2b/6)
Şecere-i hilafete semere-i cüd u re’feti muttasıl kılmak, ya‘ni du‘a-yı
Hazret-i Saltanat- penahiden sena-yı Cenab-ı Şehin-şahi’ye müntakil olmak
(5b/16)
Bu da‘iye dâ‘iye-i te’lif ne oldugın beyan ve ba‘zı ahlak-ı kerime-i
şahib-i sahib- sa‘adeti fi’l-cümle zahir ü ‘ayan kılmakdur (6a/14)
MUKADDİME (ol umürun beyanındadur ki bu kitabda beyan olınacak fünün ol
umürun ma‘rifetine mevküf yahud mevküfun-‘aleyh degülse, bari fi’l-cümle müfıd
ü mu‘ayyin olmag-ile mevşüfdur.) (9a/10)
Bahs-i evvel: “Hikmet-i ‘ameliyyenün mutlaka ve ‘ilm-i ahlak ve ‘ilm-i
tedbirü’l- menzil ve ‘ilm-i siyasetü’l-müdün nice ilmlerdür? Ta‘rif-i isimleri
nedür?” anun beyanıdur (9b/5)
Ta‘rif-i hikmet ve taksim-i ü bi-aksam-ı meşhüre (9b/13)
Bahs-i sâni: Fenn-i makşüd ve ‘ilm-i matlübun -ki hikmet-i ‘ameliyyedür-
fayide-i müterettibe ve gayet-i müteahhiresi ne nesne idügin beyan itmekdür
(13b/14)
Bahs-i sâlis: Hikmet-i ‘ameliyye ki üç ‘ilmdür, mevzü‘ları ne nesnelerdür,
anları beyan itmekdür (18b/14)
Makâm-ı evvel: Nefs-i insani ki nefs-i natıka ile ta‘bir olınur, ne
nesnedür, anun beyanındadur (20a/2)
Makâm-ı sâni (Nefs-i nâtıkanun vücüdı helâk-i bedenle zâyil ve inniyyet-i
zâtı inhidâm-ı bünyâd-ı cesed ile bâtıl olmayup, belki ba‘de-müfârakatü’l-beden
dâyim ü bâki, ve ‘âlem-i mücerredâta muttasıl u mülâki olup ebedü’l-âbidin
zümre-i “hâlidin”den oldugınun beyânı) (22b/2)
Makâm-ı sâlis, nefs-i nâtıka-i insâniyyenün kuvvetlerin beyân ve sâyir
hayvânât kuvâsından temyiz ü ‘ayân itmekdür (24a/10)
Kuvây-ı nefs-i nebâti (25a/14)
Kuvây-ı nefs-i hayvâni (27b/9)
Kuvâ-yı muharrike (28b/16)
Kuvây-ı nefs-i insâni (29a/9)
Hâtime-i mukaddime (bir niçe umürun beyâmndadur ki mühimm ü lâzımdur ve ş
âri ‘ -i maksûda nâfi‘dür) (31a/3)
Emr-i evvel, insân mürekkebât-ı ‘âlem-i ‘unsurinün ekmel ü eşrefi idügi
beyânındadur (31a/4)
Emr-i sâni anun beyânındadur ki nefs-i nâtıka-i insâniyyenün kemâli vü
noksânı ne nesnedür ve ne nesnededür, ve hayr u sa‘âdet ve şerr ü şekâvetinden
garaz nedür? (36b/6)
KİTÂB-I EVVEL: İLM-İ AHLÂK BEYÂNINDA VE ŞERH-İ RUMÜZINDADUR (43b/12)
Bâb-ı Evvel: Hulkun Aksâmına Taksimi Beyânında ve Ecnâs-ı Fezâyil ü Rezâyil
Ne İdüginün Şerh u ‘Ayânındadur (44a/4)
Taksim-i Hulk
(44b/7)
Bâb-ı Sâni: Ecnâs-ı Fezâ’il-i Mezkürenün Tahtında Münderic Olan Envâ‘
Beyânındadur (47a/10)
Evvelâ, cins-i
hikmet tahtında olan envâ‘ yedi nev‘dür (47a/15)
Ammâ şecâ‘at
tahtında olan envâ‘ on bir nev‘dür (47b/18)
Ammâ ‘iffet tahtında
olan fezâyil on ikidür (49a/13)
Envâ‘-i fezâyil ki
sehâ tahtında mündericdür, sekiz nev‘dür (50a/19)
Ammâ ol envâ‘ ki cins-i ‘adâlet tahtında mündericdür, on iki nev‘dür
(50b/17) Bâb-ı Sâlis: Aksâm-ı Fezâyilün Ezdâdı Olan Aksâm-ı Rezâyil
Beyânındadur (52b/6) Bâb-ı Râbi‘: Fezâyile Müştebih Rezâyilün Temyizindedür
(57a/19)
Bâb-ı Hâmis: Fazilet-i ‘Adalet
Beyanındadur (62b/2)
Bâb-ı Sâdis: Aksam-ı Faziletün
Beyanındadur (66a/3)
Bâb-ı Sâbi‘: Tahşil-i Fezayil ve İktisab-ı Sa‘adat İtmenün Tarik-ı Müşılı
Nedür ve Tertib-i Esbabı Nice Olmak Gerek? Anun beyanındadur (71a/7)
Bâb-ı Sâmin: Hıfz-ı Sıhhat-i Nefs ki Fezayili Dayim ü Baki Kılmakdur, Anun
Beyanındadur.
Bâb-ı Tâsi‘: Emraz-ı
Nefsaniyyenün Ferden Ferda ‘İlacları Beyanındadur (75b/2) Emraz-ı kuvvet-i
gazabiyye (86a/13)
Emraz-ı kuvvet-i
şeheviyye (86b/6)
Emraz-ı kuvvet-i
temyiz (89a/3)
‘İlac-ı cehl-i
mürekkeb (90b/17)
‘İlac-ı emraz-ı
kuvvet-i gazab (91b/6)
‘İlac-ı mübahat
(97a/5)
‘İlac-ı mira
(99a/12)
‘İlac-ı mizah
(99a/16)
‘İlac-ı tekebbür
(100a/8)
‘İlac-ı kibr
(101a/8)
‘İlac-ı istihza
(102a/6)
‘İlac-ı bed-dili
(108a/4)
‘İlac-ı havf
(109a/4)
‘İlac-ı havf-ı mevt
(109b/15)
‘İlac-ı emraz-ı
şehvet (114a/6)
‘İlac-ı batalet ü
kesel (121a/13)
‘İlac-ı maraz-ı hüzn
(123b/1)
‘İlac-ı maraz-ı
hased (127b/6)
Zikr-i bakiyyetü’l-kelam fi tathiri’l-kalbi ve’l-cesedi min da’i’l-münafeseti
ve hubsü’l-hased (132a/11)
Zikr-i emraz u
afat-ı lisan (136b/5)
Evvelki afet, “malaya‘ni”dür (138b/7)
İkinci afet, fuzül-i kelamdur (139b/13)
Üçinci afet, havz-ı
batıldur (140a/1)
Dördinci afet, mira
ve cidaldür (140a/9)
Beşinci afet,
huşümetdür (140b/4)
Altıncı afet,
taşannu‘-ı kelamdur (141a/1)
Yedinci afet, fuhş
ve sebb ü şetm ve kazf itmekdür (141b/15)
Sekizinci afet,
la‘n-ı insan ya hayvan ya cemaddur (142b/13)
Tokuzıncı afet, gına
itmek ve şi‘r söylemekdür (144b/16)
Omncı afet, mizahdur
(149b/7)
On birinci afet,
temeshur u istihzadur (149b/8)
On ikinci afet,
ifşa-yı sırr-ı aherdür (149b/10)
On üçinci afet,
va‘d-i kazibdür (150a/1)
On dördinci afet,
kizbdür (150a/10)
On beşinci afet
gıybetdür (151a/15)
‘İlac-ı gıybet (154a/7)
Beyan-ı keffaret-i gıybet (156b/17)
On altıncı afet,
nemimetdür (157a/4)
On yedinci afet, iki
dilli olmakdur (159a/5)
On sekizinci afet,
medh-güylıkdur (159a/19)
On tokuzıncı afet,
kelamda vaki‘ olan dekayık-ı hata vü haleldür (161a/3)
Yigirminci afet, ‘avamun dekayık-ı ‘ulüm ve müteşabihat-ı Kur’an ve sırr-ı
kaza vü kader ve müşkilat-ı esrar-ı hikmet ü şeri‘atden su’al itmesidür
(162a/14)
Zikr-i rezilet-i
şalef (167b/13)
Zikr-i rezilet-i
buhl ü hisset (167b/19)
Beyan-ı esbab-ı buhl (169a/10)
Beyan-ı ‘ilac-ı buhl (170a/12)
Zikr-i maraz-ı riya
(177b/17)
Beyan-ı hakikat-i riya (179a/10)
Beyan-ı habt-ı ‘amel-i sebeb-i riya
(182b/10)
Beyan-ı ‘ilac-ı rezilet-i riya (183b/18)
HATİME (186a/16)
KİTÂB-I SÂNÎ:
RİSÂLE-İ AHLÂK-I ‘ALÂ’Î’DEN ‘İLM-İ TEDBÎRİ’L-MENZİL BEYÂNINDADUR[36]
(187a/1)
KİTÂB-I SÂLİS:
RİSÂLE-İ AHLÂK-I ‘ALÂ’t’DEN ‘İLM-İ TEDBÎRİ’L-MEDÎNE BEYÂNINDADUR[37]
(294b/3)
HÂTİME-İ KİTÂB VE FEZLEKE-İ HİSÂB (327b/3)
Veşâyâ-yı Eflâtün-ı İlâhi (327b/9)
Veşâyâ-yı Mu‘allim-i Evvel Aristatalis
Hakim (329a/2)
Dâyire-i ‘Adliyye (331a/12)
HÂTİMETÜ’L-HÂTİME (331b/1)
ZEYL-İ HÂTİMETÜ’L-HAVÂTİM (332b/14)
Kınalızade Ahlâk-ı Alâî’yi kaleme aldığında elli altı yaşında idi.
İlim tahsilinde gerekli aşamaları tamamlamış, Osmanlı’nın büyük medreselerinde
müderris olarak vazife icra ettikten sonra kadı olarak ilk görev yeri olan
Şam’a tayin edilmişti. Yani adeta Ahlâk-ı Alâî’yi yazmak için bütün
gerekli donanımlarını tamamlamış, bilimsel olgunluğa erişmişti.
Kınalızade eserini yazarken -sebeb-i telif bölümünde de ifade ettiği gibi- Ahlâkı
Nâsırî, Ahlâk-ı Celâlî ve Ahlâk-ı Muhsinîyi takiben dördüncü kitap
olmayı hedeflemiştir. Bu bağlamda Kınalızade eserinde bu üç kitabı şekil ve
muhteva bakımından kendisine örnek almıştır.[38] Ayrıca
eseri içerisinde bu kitaplardan çok sayıda alıntı da yapmıştır. Müellif bu
kitapların yanı sıra, İmam Gazzâlî, İbn Sînâ, İmam Râzî, İmam Taftazânî vs.
gibi âlimlerin eser ve görüşlerinden de yararlanmıştır (Bkz. “5.6. Şahıs Adları
Dizini”).
Kınalızade eserini yazarken birçok hikâye ve ibretlik kıssalar da anlatarak
bahsettiği mevzulara derinlik ve tesir kazandırmıştır. Ayrıca eserinde
-incelememize konu olan Mukaddimede ve Birinci Kitapta (İlm-i Ahlâk bahsinde)-
doksan altı adet ayete, doksan yedi adet de hadis-i şerife yer vermiştir.
“Kınalızade’nin, kullandığı hadislerin ekseriyetini sahih hadis kaynaklarından
aldığını söylemek mübalağalı bir ifade olmayacaktır. Ancak bu titizliği,
kullandığı her hadiste gösterdiği söylenemez. Aldığı bazı rivayetlerin kaynağı
tespit edilemediğinden bunların sıhhatine hükmedilemediği gibi bunların hadis
olup olmama konusunda da bir karara varılamamaktadır... Kınalızade ahlâkçıların
genel tutumuna uymakta ve kullandığı hadislerin kaynağını zikretmemektedir.
Onun bu uygulaması hadis ilmi açısından bir eksiklik olarak
değerlendirilebilir.”[39]
“Kınalızade’nin ahlâktaki mesleği, vaktiyle Aristo tarafından vaz edilerek
Kant’a gelinceye kadar eski filozofların ekserisi tarafından kabul edilmiş olan
Eudomenisme (Bu akıma göre, gerek ferdî ve gerek umumî saadet, hayr-ı âlâdır)
yoludur. Ancak Kınalızade saadete, hayr-ı âlâya erişmek için iktiza eden
kuvvetin çoğunu ilâhiye mesleğinden almakta, her bahsi ayetler ve hadisler ile
tezyin ve teyit ettikten sonra kendi düzgün ve özlü mülahazalarıyla da meseleyi
mükemmelen izah etmektedir.”[40]
Kınalızade umumiyetle ağır ve ağdalı bir dil kullandığı eserinde sık sık
Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlere yer vermiştir.[41]
Bunlardan Türkçe olanların tamamı ona aittir ve dil bakımından çok sadedir.
Arapça ve Farsça şiirlerden de Kınalızade’ye ait olanları vardır. Arapça ve
Farsça şiirlerin bir kısmının Molla Câmî, Şeyh Sa‘dî, Hâfız, Ömer Hayyâm,
Senâî, Zuheyr-i Fâryâbî, İbn Yemîn, Mütenebbî ve Nâbiga gibi şairlere ait
olduğunu bizzat eserden öğreniyoruz. (Bkz. “5.6. Şahıs Adları Dizini”). Bununla
beraber birçok şiirin kime ait olduğu da belli değildir.
Netice olarak; Kınalızade daha önce yazılmış ahlâk kitaplarından ve diğer
eserlerden de faydalanmak suretiyle orijinal, yeni bir eser meydana getirmiş;
bu eserini hikâye, ayet, hadis, şiir ve kelâm-ı kibarlar ile süslemiştir. Bu
eseriyle Kınalızade, Osmanlı ilim dünyasında ahlâk sahasında yepyeni ve
orijinal bir çığır açmış, eseri Osmanlı coğrafyasında büyük ilgi görmüş, çok
okunmuş ve kendisinden sonra gelen Türkçe ahlâk kitaplarına kaynak olmuştur. Ahlâk-ı
Alâî Osmanlı’nın son dönemlerine kadar Osmanlı medreselerinde okutulmuş,
muhtasar baskıları da mekteplerde mühim vazifeler icra eylemiştir.
Çalışmamızın metin bölümünde “Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan
Bölümü, nr. 389”da bulunan ve yazılışından bir yıl sonra h. 973’te (1565-66)
Hüseyin bin Veli eliyle istinsah edilmiş nüsha (R) esas alınmıştır. Bu nüshanın
fiziksel özellikleri şöyledir: “Aharlı kâğıt. 230 mm boy ve 145 mm eninde 333
yaprak. Sahifede talikle 74 mm uzunluğunda 19 satır. Serlevha müzehhep,
cetveller yaldızlı. Miklep ve şemseli kahverengi deri cilt.”[42]
Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Bölümü nr. 2826’da kayıtlı olup yine h.
973’te istinsah edilmiş olan yazmadan (A), çalışmamızda ikinci nüsha olarak
yararlanılmıştır (373 yaprak, 15 satır, nesih hat). Metin tespit edilirken
Revan nüshası (R) esas alınmış, Ayasofya nüshası (A) ise fark olarak
gösterilmiştir. Nüsha farkları her sayfanın altında varak ve satır numaraları
belirtilmek suretiyle gösterilmiştir.
Ahlâk-ı Alâfnin müellif nüshası bugün elimizde mevcut değildir. F. Babinger’in Ahlâk-ı
Alâî’nin müellif nüshasının Ragıb Paşa Kütüphanesi’nde bulunduğu şeklinde
verdiği bilgi yanlıştır. Çünkü burada (820/966) kayıtlı olan nüsha hicrî 1007
tarihlidir, yani eserin telifinden yaklaşık on beş yıl sonra istinsah edilmiştir.
Bursa Bölge Yazmalar Kütüphanesi katalogunda Hüseyin Çelebi Bölümü nr. 519’da
kayıtlı, 973’te istinsah edilmiş 268 varaklık nüshanın müellif hattı olduğu
ibaresi varsa da bu bilgiye ihtiyatla yaklaşmak lâzımdır.
Ahlâk-ı Alâî Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’mn himmetleriyle 1248 (1833) senesinde
Mısır’da Bulak Matbaası’nda basılmıştır (236+127+52 s.).
Ahlâk-ı Alâî, yazılışından yüzyıllar sonra bazı Osmanlı müelliflerince kısaltılarak ve
özeti yapılarak tekrar kaleme alınmıştır. Bu muhtasar kitaplar ve yazarları
şunlardır:
Yağlıkçızade Ahmed Rıfat Efendi, Bergüzâr, Girit-Hanya 1291 (1874).
Yağlıkçızade Ahmed Rıfat Efendi, Bergüzâr-ı Ahlâk, İstanbul 1292,
1315, 1318 (1874, 1897/1898, 1900/1901).
Abdurrahman Şeref, İlmü’l-Ahlâk, İstanbul 1308 (1891).
Osmanzade Ahmed Tâib, Hülâsatü’l-Ahlâk, İstanbul 1323 (1905)
Ahlâk-ı Alâî Türkçe kaleme alınmış ilk ahlâk (felsefesi) kitabıdır. Bu eser kendisine
has üslûbu ve özgün içeriğiyle toplumun her kesiminden büyük ilgi görmüş ve
asırlarca ellerden düşmemiş, kütüphanelerden eksik tutulmamıştır. Yurt içinde
Anadolu’nun muhtelif vilâyetlerindeki çeşitli kütüphanelerde 109 farklı
nüshasının, yurt dışında da 12 farklı ülkede toplam 32 adet nüshasının tespit
edilmiş olmasından da bu önemini ve Türk ahlâkına olan tesirini kolaylıkla
anlamak mümkündür.
Kataloglardan tespit ettiğimiz bu nüshaların bulundukları kütüphaneler ile
katalog numaraları aşağıda verildiği gibidir:
Atıf Efendi Kütüphanesi: 1724
Balıkesir İl Halk Kütüphanesi: 10 Hk 10
Beyazıt Devlet Kütüphanesi Beyazıd: 3876; 3877; 9429; 9431;
Veliyyüddin Efendi: 3596
Bursa Bölge Yazmalar Kütüphanesi Hüseyin Çelebi: 519 (müstensih: Müellif
hattı / tarih: 973 / 268 vr.)
Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesi: 16 Or 671
Edirne Selimiye Kütüphanesi: 1088
Hacı Selim Ağa Kütüphanesi Hacı Selim Ağa: 744
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Belediye Türkçe
Yazmaları:
0.117
İstanbul Sadberk Hanım Müzesi Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları:
S.H.M.H.K.Yaz. 175
İstanbul Üniversitesi Yazma Eserler Kütüphanesi Türkçe Yazmalar:
2700; 1717; 1596; 5605; 1301; 0539;0021; 4113; 1986;2703;5667; 0230 İzmir
Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: 1530
Kahramanmaraş Karacaoğlan İl Halk Kütüphanesi Hafız Ali Efendi:
02
Kastamonu İl Halk Kütüphanesi: 37 Hk 1252; 37 Hk 1315
Kayseri Raşit Efendi Eski Eserler Kütüphanesi: Râşid Efendi 1082
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi: 15 Hk 1979; 07 Tekeli 288
Konya Karatay Yusufağa Kütüphanesi: 42 Yu 405
Köprülü Kütüphanesi Mehmed Asım Bey: 396
Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Kütüphanesi: 972
Kütahya Vahitpaşa İl Halk Kütüphanesi: 43 Va 459; 718
Malatya Halk Kütüphanesi: 253
Manisa İl Halk Kütüphanesi: 45 Hk 6256; 45 Hk 6612
Mevlana Müzesi Türkçe Yazmaları: 1449
Millet Kütüphanesi Ali Emîrî: 643
Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu: 06 Mil Yz B 520; 06 Mil Yz A 339; 06 Mil Yz A 6274;
06 Mil Yz A 3287; 06 Mil Yz A 2687; 06 Mil Yz A 1975; 06 Mil Yz B 339; 06 Mil
Yz B 339
Murat Molla Kütüphanesi Murad Molla: 1236; 1237
Nuruosmaniye Kütüphanesi: 2248; 2249; 2250; 2251; 2252; 2253; 2254;
2255; 2257; 2258;2259;2260
Ragıb Paşa Kütüphanesi: 966
Süleymaniye Kütüphanesi Tercüman Gazetesi Kütüphanesi Türkçe
Yazmaları: Y-109; Halet Efendi ve Eki: 077; Şeyhülislam Esad Efendi Medresesi:
126; Mihrişah Sultan: 156; 157; Beşir Ağa: 199; Çelebi Abdullah Efendi: 236;
237; Lala İsmail: 238; Hüsrev Paşa: 283; 284; Halet Efendi: 309; Pertev Paşa:
383; Reisülküttab Mustafa Efendi: 383; Hekimoğlu Ali Paşa ve Camii: 548; 549;
Hamidiye: 626; H. Hüsnü Paşa: 638; 638; Kılıç Ali Paşa: 718; Nafiz Paşa: 838;
Reşid Efendi: 1081; Laleli: 1602; Hacı Mahmud Efendi: 1757; Esad Efendi: 1804;
1805; Ayasofya: 2824; 2825; 2826; Yazma Bağışlar: 3400; 4024
Tokat İl Halk Kütüphanesi: 60 Hk 177
Topkapı Sarayı Müzesi Türkçe Yazmaları: R. 486; R. 391; R. 389;
R. 387; R. 388; R. 390; E.H. 1314; E.H. 1315; E.H. 1316; M.R.753; A. 2664; H.S.
374
Almanya Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: Ms.or.oct.3510;
Ms.or.oct.1872 Avusturya Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: Mxt. 146;
Mxt. 729 Bosna Hersek Gazi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: 3837;
696; 2129; 2230;3312;6352
Fransa Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: Regius; Gaulmin;
Regius, 1340; Decourdemanche
İngiltere Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: Or. 7275
İran Kum şehri Kitabhane-i Umûmî-yi Hz. Ayetullah Necefi Maraşi Kütüphanesi
Türkçe Yazmaları: 1086
İran Sipehsalar Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: 8120 İran Tahran
Milli Kütüphane Türkçe Yazmaları: 1988 / F KKTC Kıbrıs
Kütüphanelerinde bulunan Türkçe Yazmalar: II. Mahmud Ktp. 794; II. Mahmud Ktp.
1325
Mısır Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: Ahlâkı Türkî Talat 32;
Ahlâkı Türkî Talat 13; Ahlâkı Türkî Talat 33; Ahlâkı Türkî Talat 28; Ahlâkı
Türkî Talat 16; Ahlâkı Türkî Talat 25; S 4486; Tasavvufı Türkî 26; Tasavvufı
Türkî 56; Tasavvufı Türkî 25 Vatikan Kütüphanesi Türkçe Yazmaları: Vat.
Turco 162
Zürih Boşnak Enstitüsü Türkçe Yazmaları: Ms 396
Adnan Adıvar Ahlâk-ı Alâî nin kısmen batı dillerine tercüme
edildiğini ifade ederek Venedikli tercüman Giovanni Medun tarafından yapılan
bir çevirinin Bonn Üniversitesi kütüphanesinde yer aldığını, G. B. Toderini’nin
Letteratura Turchesca (Venedik 1787) ve R. Reiper’ın Stimmen aus dem
Morgenlande adlı eserlerinde bu çeviriden bahsedildiğini belirtmektedir.[43]
Osmanlı coğrafyasında Ahlâk-ı Alâî’nin matbu olarak basılışı veya
eserin muhtasar nüshalarının yazılışı hakkında yukarıda bilgi verilmişti.
Türkiye’de Kınalızade Ali Efendi’nin hayatı ve ilmî yönü ile ilgili birçok
çalışma yapılmıştır. Bunlar aşağıda gösterilmeye çalışılacaktır. Ancak eser
bugüne kadar orijinal diliyle yeni harflere hiç aktarılmamış, yani bilimsel bir
neşri yapılmamıştır. Bununla beraber Ahlâk-ı Alâî’yi sadeleştirerek ve
kısaltarak eserin popüler neşrini yapan iki isimden burada bahsetmek lâzımdır
(Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî - “Ahlâk”, Baskıya Haz.: Hüseyin
Algül, Tercüman 1001 Temel Eser, nr.:
30, İstanbul, t.y.; Kınalızâde Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlâkı,
Baskıya Haz.: Ahmet Kahraman, Tercüman 1001 Temel Eser, nr.: 69, İstanbul,
t.y.). Türkiye’de bu eser hakkında yapılan bazı çalışmalarda veya bu eserden
yapılan alıntılarda genellikle bu iki yayın referans gösterilmiştir. Kimi
araştırmacılar da tez çalışmalarında eseri Bulak baskısından okuyarak üzerinde
konu-içerik çalışması yapmışlar, ancak okudukları metni çalışmalarına koymamışlar,
sadece Bulak baskısından sayfa numaralarını referans göstermişlerdir.
Ahlâk-ı Alâî ve yazarı Kınalızade Ali Efendi üzerinde yapılan çalışmalardan tespit
edebildiklerimiz aşağıda kronolojik olarak sıralanmıştır:
Muharrem Aktuğ, Kınalızâdeler, Mezuniyet (lisans) tezi, İstanbul
1949.
Hasan Aksoy, Kınalızâde Ali Çelebi, Hayatı, İlmi ve Edebî Şahsiyeti,
Arapça Eserlerinin İstanbul Kütüphanelerinde Mevcut Nüshaları, Mezuniyet
(lisans) tezi, İstanbul 1976.
Yaşar Kurtuluş, Kınalızade Ali Efendi ve Platon’a Göre Devlet Yönetimi
ve Devlet Adamı, Yüksek lisans tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara 1984.
Hüseyin Öztürk, Kınalızade Ali Çelebi’de Aile Ahlakı, Doktora tezi,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1988 (Kitap olarak
yayımlanmıştır).
Ali Köse, Ahlâk-ı Alâî’nin İkinci Kitabı İlmü Tedbiri’l-Menzil’de
Eğitim, Yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 1988.
Baki Tezcan, The Definition of Sultanic Legitimacy in the 16th century
Otoman empire: The Ahlak-ı Ala’i of Kınalızade Ali Çelebi (1510-1572),
Yüksek lisans tezi, Princeton Univ., 1996, VII+147 s.
Ayşe Sıdıka Oktay, Kınalızade Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî, Doktora tezi,
Marmara Üniversitesi, İstanbul 1998 (Kitap olarak yayımlanmıştır).
Muhammet Yılmaz, Kınalızade Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî Üzerine Bir
Araştırma, Yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din
Felsefesi ve Mantık Anabilim Dalı, Ankara 1987.
Zühdü Mercan, Ahlâk-ı Alaî’deki Hadislerin Tespiti ve Tahrici,
Yüksek lisans tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam
Bilimleri Anabilim Dalı, (tezin tamamlanıp tamamlanamadığı bilgisine
ulaşılamamıştır).
Abdullah Bozkurt, Ahlâk-ı Alâî’de Eğitim Felsefesi, Yüksek lisans
tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Bölümü (tezin tamamlanıp
tamamlanamadığı bilgisine ulaşılamamıştır).
Mehmet Ali Aynî: Türk Ahlâkçıları, 2. bs., Kitabevi, İstanbul 1993,
s. 73-96.
[Ali bin Emrullah]-Muhammed Hadimî, İslâm Ahlâkı, 53. bs., Hakikat
Kitabevi Yayınları, No: 4, İstanbul 2003 (Kitabın ikinci bölümü Ahlâk-ı Alâî’nin
birinci kitabı olan “İlm-i Ahlâk”ın sadeleştirilip yorumlanmasıyla oluşmuştur).
Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî - “Ahlâk", Baskıya Haz.:
Hüseyin Algül, Tercüman 1001 Temel Eser, nr.: 30, İstanbul, t.y.
Kınalızâde Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlâkı, Baskıya Haz.: Ahmet
Kahraman, Tercüman 1001 Temel Eser, nr.: 69, İstanbul, t.y.
Hüseyin Öztürk, Kınalızade Ali Çelebi’de Aile, Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları, nr. 3, Ankara 1990.
Kınalı-zâde Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998, Kayseri 1999.
Fahri Unan, İdeal Cemiyet, İdeal Devlet, İdeal Hükümdar - Kınalı-zâde
Ali’nin Medîne-i Fâzılası-, Lotus Yayınları, Ankara 2004.
Ayşe Sıdıka Oktay; Kınalızade Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî, İz
Yayıncılık, İstanbul 2005.
Ferid [Kam], “Kınalızâde Ali Çelebi”, Darülfünun Edebiyat Fakültesi
Mecmuası, Yıl 1, Sayı 4, İstanbul 1332 (1916), s. 357-379.
Yusuf Ziya [Yörükan], “İstanbul’da Yetişen İlk Filozoflarımızdan Kınalızâde
Ali Efendi’nin Terbiye Hakkındaki Efkâr ve Telakkiyatına Bir Bakış
(Kınalızâde’nin Terbiye Nazariyesi)”, Mihrab, Sayı 4, İstanbul 1340
(1924), s. 100-105.
Nafi Atuf (Kansu), “Kınalızade Ali Efendi, Ahlâkı ve Terbiyesi”, Terbiye,
C. VII, nr.: 36, Haziran 1931, s. 257-264.
Neşet Köse, “Kınalızade Mîrî ve Oğlu Ali Çelebi”, Ün, İsparta Halkevi
Mecmuası, C. I, Sayı 2, Temmuz 1934, s. 22-26.
Neşet Köse, “Kınalızade Ali Çelebi, Amcası ve Kardeşleri”, Ün, İsparta
Halkevi Mecmuası, C. I, Sayı 3, Ağustos 1934, s. 41-43.
Neşet Köse, “Kınalılara Ait Yazılarımıza Ek”, Ün, İsparta Halkevi
Mecmuası, C. II, Sayı 14, Mayıs 1935, s. 191-192.
Celal Saraç, “Ahlâk-ı Alâî”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, Sayı
1, Ankara 1959, s. 19-28.
Süha Dündar, “Kınalızade Ali Çelebi 1510-1572”, Ocak, C. 6, sayı 8,
Ankara 1973, s. 70-71.
El-hınnâî Ali Bin Emrullah, “Ahlâk-ı Alâî’den Çocuk Terbiyesinin Esasları”,
Ocak, Sayı 6, Ankara 1973, s. 71-78.
Hüseyin Algül, “Kınalızade Ali Çelebi’nin Hayatı ve Şahsiyetini Konu Alan
Makale Üzerine”, Nesil, C. III, sayı 5, İstanbul 1979, s. 28-32.
Enver Uysal, “Ferit Kam’ın Tercüme-i Hal Hakkındaki Düşünceleri ve
Kınalızade ile İlgili Bir Denemesi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı 1, Bursa 1986, s. 133-139.
Hasan Aksoy, “Kınalızâde Ali Çelebi ve Mülemmâ’ Na’tı”, Marmara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. V, Sayı 5, 1987-1988, s.
125-144.
İsmail Yakıt, “Kınalı-zâde Ali Efendi’nin Evrim Düşüncesi”, İÜ İktisat
Fakültesi Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi, Sosyoloji
Konferansları, XXIII, İstanbul 1991, s. 51-60.
İsmail Yakıt, “Kınalı-zâde Ali Efendi’nin Evrim Düşüncesi”, VIII. Milli
Türkoloji Kongresi, 14-18 Eylül, İstanbul, 1987, Sosyoloji Konferansları,
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları
Merkezi, 23. Kitap, İstanbul 1991, s. 51-60.
Şerafettin Severcan, “Kınalı-zâde Ali Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”, Kınalı-
zâde Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998, Kayseri 1999, s.
1-11.
M. Şevki Aydın: “Kınalı-zâde Ali Efendi’nin Eğitim Anlayışı”, Kınalı-zâde
Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998, Kayseri 1999, s. 12-29.
Celal Türer, “Kınalı-zâde’de Mutluluk”, Kınalı-zâde Ali Efendi
Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998, Kayseri 1999, s. 30-45.
A. Kamil Cihan: “Kınalı-zâde Ali Efendi’ye Göre Felsefe ve Bölümleri”, Kınalı-zâde
Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998, Kayseri 1999, s. 46-62.
Şükrü Selim Has: “Kınalı-zâde Ali Efendi’nin Vakfın İcaresi ile İlgili
Görüşleri”, Kınalı-zâde Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998,
Kayseri 1999, s. 63-71.
Habil Nazlıgül, “Ahlâk İlminde Hadis Kullanımı ve Ahlâk-ı Alâî’deki
Hadisler”, Kınalı-zâde Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998,
Kayseri 1999, s. 72-82.
Menderes Gürkan: “Müctehidlerin Tasnifinde, Kemal Paşazade ile Kınalı- zâde
Arasında Bir Mukayese”, Kınalı-zâde Ali Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17
Mart 1998, Kayseri 1999, s. 83-95.
Yunus Apaydın, “Kınalı-zâde’nin Hanefi Mezhebini Oluşturan Görüşlerin
Toplandığı Eserlerin Gruplandırılmasına Dair Bir Risale”, Kınalı-zâde Ali
Efendi Sempozyumu Bildirileri, 17 Mart 1998, Kayseri 1999, s. 96-100.
Ayşe Sıdıka Oktay, “Kınalızade Ali Efendi’nin Nefs Konusundaki Görüşleri”, Süleyman
Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 8, Isparta 2001, s.
93-120.
Ayşe Sıdıka Oktay; “Kınalızade Ali Efendi’nin Hayatı ve Ahlâk-ı Alâî”, Divan,
Sayı 12, İstanbul 2002/1, s.185-233.
Ayşe Sıdıka Oktay, “Kınalızade Ali Efendi’de Hikmet Kavramı”, Süleyman
Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 10, Isparta 2003, s.
25-36.
“Kınalızâde Ali Çelebi”, Türk Ansiklopedisi, C. II, Ankara 1948.
Adnan Adıvar, “Kınalı-zâde (Ali Efendi)”, İslam Ansiklopedisi, C.
VI, İstanbul 1955, s. 709-711.
Mehmet Çavuşoğlu, “Kinalizade”, EI2 (İng.), V, s.
115-116.
“Ahlâk-ı Alâî”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. V, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1977, s. 304-305.
“Ahlâk-ı Alâî”, İslâmî Bilgiler Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1981.
Atilla Özkırımlı, “Ahlâk-ı Alâî”, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, I,
İstanbul
1984.
Ahmet Kahraman: “Ahlâk-ı Alâî”, DİA, C. II, s. 15-16.
İbrahim Hakkı Aydın, “Kınalızade Ali Efendi”, Yeni Türk İslam
Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Burhanettin Çakım, “Ali Efendi (Kınalızade)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla
Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1999, s. 206-207.
Hasan Aksoy, “Kınalızade Ali Efendi” DİA, C. 25, Ankara 2002, s.
416-417.
Sh: 1-38
Kaynak: Enfel DOĞAN AHLÂK-I ALÂÎ
(METİN-SÖZLÜK-SENTAKS İNCELEMESİ), Doktora Tezi, T. C. İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, İstanbul 2006
[2] Kınalızade Hasan Çelebi,
Tezkiretü’ş-Şuarâ, C. II, Haz.: İbrahim Kutluk, Ankara, TTK Basımevi,1989, s.
779-784.
[4] Nev’izade Atâî,
Hadaiku’l-Hakaik fî Tekmileti’ş-Şakaik, Neşre Haz.: Abdülkadir Özcan, İstanbul,
Çağrı Yayınları, 1989, s. 165.
[6] Kınalızade’nin buraya tayin
ediliş tarihi Atâî’de “948 sonları” olarak ifade edilmektedir (Bkz. Atâî,
a.g.e., s. 165).
[7] Atâî, Kınalızade’nin, bir
Yahudî hekimin onun yaralarının üzerine ve deri gözeneklerine (mesâmm) çeşitli
zehirler ve neft yağı sürmesi neticesinde öldüğünü söylemektedir (Bkz. Atâî,
a.g.e., s. 166). Peçevî ise Kınalızade’nin siyatikten dolayı öldüğünü söyler
(Bkz. Peçevî Tarihi, Haz.: Bekir Sıtkı Baykal, 3. bs., C.I, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayınları, 1999, s. 438.).
[8] Evliya Çelebi,
Kınalızade’nin Nişancı Paşa Camii haziresinde medfun olduğunu söylemektedir
(Bkz. Seyahatnâme, C. I, Haz.: Orhan Şaik Gökyay, İstanbul, YKY, 1996, s. 155).
Ancak, Mehmed Süreyyâ’ya göre bu camiin haziresinde medfun olan zat
Kınalızade’nin kayınpederidir (Bkz. Sicill-i Osmanî, C. III, İstanbul, 1311, s.
501). İsmail Hakkı Uzunçarşılı ise, Kınalızade’nin mezarının Edirnekapısı
haricinde olduğunu ifade etmektedir (Bkz. Osmanlı Tarihi, 2. bs., C. II, Ankara,
TTK Basımevi, 1964, s. 674).
[12] Filiz Kılıç, Âşık Çelebi,
Meşâ’irü’ş-Şu’arâ, İnceleme, Tenkitli Metin, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1994, s. 610.
[16] Kefeli Hüseyin, Râznâme,
Haz.: İ. Hakkı Aksoyak, Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri
Bölümü, 2004, s. 281.
[18] Mustafa İsen,
Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara, AKM Başkanlığı Yayınları, 1994, s. 245246.
[24] Filiz
Kılıç, a.g.e., s. 611-612.
[31] Kınalızade Hasan Çelebi,
a.g.e., s. 651-691; Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 401; Hasan Aksoy,
Kınalızâde Ali Çelebi: Hayatı İlmî Edebî Şahsiyeti, Arapça Eserlerinin İstanbul
Kütüphanelerinde Mevcut Yazma Nüshaları, Mezuniyet Tezi, İstanbul, 1976; Hasan
Aksoy, a.g.m., s. 417; Ayşe Sıdıka Oktay, Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı
Alâî, İstanbul, İz Yayıncılık, 2005, s. 62-66; Şefaattin Severcan, “Kınalı-zâde
Ali Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”, Kınalı-zâde Ali Efendi Kongresi Tebliğleri,
Kayseri, 1999, s. 7-11; Carl Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur,
II, Leiden, 1938 .
[32] Yazma Eserler Kütüphanesi şu
sıralarda, bakım ve onarımı tamamlanan eski binasına taşınmakta olduğu için bu
eserleri inceleyemedik. Dolayısıyla bu eserin Kınalızade’ye aidiyeti ve
mürettep divanı ile bir ilgisinin olup olmadığı konularında kesin bir kanaat
bildiremiyoruz.
[33] Hasan Aksoy, “Kınalızâde Ali
Çelebi ve Mülemmâ’ Na’tı”, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C.
V, Sayı 5, İstanbul, 1987-1988, s. 125-144.
[36] “Kınalızade bu bölümde
Müslüman Türk ailesinin kuruluşu, aile reisinin görevleri, küçükten büyüğe
doğru aile fertlerinin hak, vazife ve mesuliyetleri hakkında bilgi vermiş,
ailede terbiye usullerini örneklerle anlatmıştır (Ahmet Kahraman, “Ahlâk-ı
Alâî”, DİA, C. II, İstanbul, 1989, s. 15).”
“İkinci kitap olan aile ahlâkıyla ilgili sekiz bölüm (bâb) vardır.
İlk dört bölüm aile, insanın aile içinde yaşamaya olan ihtiyacı, evin idaresi
ve evin geçiminin temin edilmesi konularına ayrılmıştır. Beşinci bölüm ise,
yede ayrı alt bölüme ayrılmıştır. ‘Evlat ve Ailenin Terbiyesi” ana başlığında
çocukların terbiyesi, söz söyleme ve yeme içme adabı, anne babaya saygı, hizmetçi
ve kölelerin terbiyesi, köle satın almanın kuralları ve insanların
memleketlerine göre karakteri hakkında bilgi verilmektedir. Altıncı bölümden
itibaren sonuna kadar devlet ahlâkını ilgilendiren konular işlenmektedir.
Altıncı bölüm “Ülkenin idaresi, memleketlerin zabtı, idarecilik kuralları ve
ilâhî kanunlar” adını taşımakta, ve fasıl adıyla iki alt bölüme daha
ayrılmaktadır. Bunların ilkinde insanın birlikte yaşamaya olan ihtiyacı,
diğerinde de sevgi konusuna yer verilmektedir. Yedinci bölüm ülke çeşitleri,
sekizinci bölüm siyaset çeşitleri ile ilgilidir (Bkz. Ayşe Sıdıka Oktay,
“Kınalızâde Ali Efendi’nin Hayatı ve Ahlâk-ı Alâî İsimli Eseri”, Dîvân - İlmî
Araştırmalar, Sayı 12, İstanbul, BİSAV, 2002/1, s. 215).”
[37] “Üçüncü bölüm (kitap) devlet
idaresi ve siyasî ahlâk ile ilgilidir. Bu bölümde müellif Türk milletinin
asırlardır içinde yaşadığı ve yaşattığı devlet modelini anlatmaktadır. Mülkün
korunması ve adaletin hâkim kılınması, devlet reisinin vasıf ve görevleri ile
devlet adamlarının seçiminde uyulması gereken kurallar, devletin halk ile
münasebeti, ordunun gücü vb. konular bu bölümün önemli mevzularıdır (Bkz. Ahmet
Kahraman, a.g.m., s. 15)”
“Üçüncü kitabın baş kısmında bâb, fasıl gibi herhangi bir ayrım
yoktur. Burada âdil devlet adamında bulunması gereken özellikler ve uyması
gereken kurallara yer verilmektedir. Bölümün sonuna doğru açılan iki kısmın
ilkinde sultanlara hizmet edenlerin uyması gereken kurallar, diğerinde de bütün
insanlara muamele adı altında dost ve dostluk hakkında bilgi verilmektedir
(Ayşe Sıdıka Oktay, a.g.e., s. 73)”
[38] Ahlâk-ı
Alâî ile bu üç kitabın konu bağlamında yapılan
karşılaştırılmaları için bkz. Ayşe Sıdıka Oktay, a.g.e., s. 90-94.
[39] Habil Nazlıgül, “Ahlak
İlminde Hadis Kullanımı ve Ahlak-ı Alai’deki Hadisler”, Kınalızade Ali Efendi
Kongresi Tebliğleri, Kayseri, 1999, s. 80-81.
[41] Mukaddime ve Birinci Kitapta
(İlm-i Ahlâk) yer alan şiirlerin (mısra, beyit, rubai, kıta, mesnevi) sayıları:
Türkçe 43 şiir. Farsça 218 şiir. Arapça 80 şiir. Ayrıca metinde 100’e yakın
Arapça kelâm-ı kibâr da geçmektedir.
[42] Fehmi Karatay, Topkapı
Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalogu, C. I, İstanbul, 1961, s.
494.
[44] İçerisinde Kınalızade Ali
Efendi veya Ahlâk-ı
Alâî başlıklı bir bölüm -başlık değil- geçmeyen eserler buraya
alınmamıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar