Print Friendly and PDF

AHMED SÜREYYA EMİN EFENDİ



Yahya Efendi Dergahındaki bir kabirden, yıllarca önünden bigane geçtiğim bir kuyuya ulaştım. Ahmed Süreyya Emin Efendinin kabrinden…
“Atiyye’m ta ezelden vechinin mecnunıyım billah.
Esiri zülfün hem gözlerinin meftunıyım billah.
Firakın hançeri saplandı ta bekabza cangâha,
Nasıl kan kusmayayım ben ki anın pürhunıyım billah.”
(Bu mısralar Süreyya Divanı, ilk varidatın başlangıç beyitleri…)
Sene 2002-2003. O zamanlar Burhaniye’de bir öğrenci evinde kalıyoruz. Bağlarbaşı’ndan Burhaniye’ye yürüdüğümüz yol üzerinde bir kuyu var. Bîruş Şifa- Şifa Kuyusu yazıyor üzerinde. Sürekli önünden geçiyorum bu kuyunun. Altta bir açıklama var ama durup bir kez olsun dikkatlice okuduğumu hatırlamıyorum…
Beşiktaş’da bir dergah
O dönem Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergahı ve etrafındaki kabristanın da müdavimi durumundaydık. Ziyaret edenler bilir; dergahın bahçesine adım attığınız anda, yokuşun aşağısında kalan dünyayla alakanız kesilir. Huzur dolu bir mekana dahil olursunuz. O tepeden İstanbul’a bakmak, geçmiş zamanın içinden İstanbul’a bakmak gibidir. Ölümle, kabirle, toprağın altıyla ünsiyet kurarsınız. Ölüm sizi korkutmaz orada, toprak müşfik bir ana kucağı gibidir. Yüksek ağaçların arasında fısıldayan rüzgar kabirdekilerin hikayelerini anlatır size. Tekkenin kedileri de hal diliyle zikre devam ederler, doğru ya, onlar için ne tekâya ne zevâya sedd olunabilir.
Ahmed Süreyya Emin Efendi Kaddesellâhü Sırrahu’l Azîz Kabri Saadeti
Ahmed Süreyya Emin Efendi Kaddesellâhü Sırrahu’l Azîz ve Ailesi
 Yahya Efendiye komşu bir gönül sultanı
İşte bu hazirede makamı bulunan sultanlardan biri de Ahmed Süreyya Emin Efendi (k.s)’dir. Hazret ile ilgili benim elimde iki matbu eser var. İlki 1960 senesinde, Efendi’nin halifesi Mehmet Ali Özkardeş Efendi (k.s) tarafından hazırlanmış, Süreyya Divanı namıyla meşhur eser. İkincisi de, 1998 senesinde yine Hazret’in yolunun büyüklerinden El-Hacc Hüseyin Vedad Efendi (k.s) tarafından hazırlanmış ve yeni bazı eklemeler ile zenginleştirilmiş, ikinci bir baskı niteliğindeki Süreyya Divanı. Ell-Hacc Hüseyin Vedad Efendi’nin ayrıca “Fethü’l-Ahfa” isminde Süreyya Divanı’nı şerh ettiği bir eseri de mevcut. Süreyya Divanı eserinin önsözünü, eseri yayına hazırlayan Mehmet Ali Özkardeş Efendi yazmış. Bu önsöz, hem Süreyya Emin Efendi’nin hayatı ve varidatlarının içeriği hakkında hem de tasavvufun ve tarikatın hakikatlerine dair önemli bilgiler sunuyor.
İki baskının önsözlerinden edindiğimiz bilgilere göre; Kadirî tarikatının dördüncü Pir-i Sânisi ve Hatemü’l-Pir olarak kabul edilen Ahmed Süreyya Emin Efendi, miladi 1849 yılında İstanbul’da doğmuş ve 1923 senesi Nisan ayında, Ramazan-ı Şerif’in dokuzunda yine İstanbul’da dâr-ı bekâ’ya intikal etmiş. Babası sır katibi Emin Bey, dedeleri Mihrişah Valide Sultan’ın yağlıkçıbaşısı el-Hacc İbrağim Ağa olup, aile kabristanında medfundur. Gençliğinde torna ve marangozluk zanaatında ustalığa ulaşıyor. 19 yaşında ilk seri ateşli topu icad ediyor ve üretimini yaptırıyor. Halen İstanbul Askeri müzesinde mahfuz edilen bu topun imalat resimleri, Hazret’in izni dışında, Padişah II.Abdülhamit’ten irade elde etmeleri suretiyle Alman mühendislerin eline geçiyor ve iki yıl sonra ilk seri ateşli Alman topunu üretiyorlar. Asıl mucid Süreyya Efendi olmasına rağmen, padişahın nakdi mükâfatı Alman Krupp fabrikasına gidiyor. Bir aferin dahi olsun dönemin hükümeti tarafından Süreyya Efendi’ye takdir sunulmuyor.
Riyazet yılları
Hz. Süreyya Efendi bundan sonra bir süre Posta ve Telgraf Nezareti’nin idare meclisi azalığında çalışıyor. Bu esnada muhterem refikaları Hatice Şerife Atiyyetullah hanımefendi dâr-ı bekâya intikal edince, azalıktaki işinden derhal istifa edip, dört sene boyunca emsali görülmemiş bir riyazette bulunuyorlar. Dört yıl sonunda rumi 15 Haziran 1319’da divanın ilk varidatına sevgili eşlerinin isimlerini zikrederek başlıyorlar. Bu noktada Mehmet Ali Özkardeş Efendi “muzmer-i zati” denilen manayı tarif ediyor. Muzmeri zati; Cenab-ı Hakk’ın aşkından belirip Cenab-ı Hakk’a cezbeden hüsn ve simaya deniyor. Nasıl ki Mecnun’un muzmeri zatisi Leyla ise, Hz. Sürayya Efendinin muzmeri zatisi de muhterem eşleri Atiyye Hanımefendi olduğundan, divan, o aşkı izhar ve ifade suretiyle başlıyor. Bundan devamla Hz. Süreyya Efendi erdikleri ilahi makamâtı lisân-ı ilâhi ile nutk ediyorlar. Buna göre divan, rumi 1319 ila 1330 tarihleri arasındaki manzum olarak varid olmuş nutk-u ilahileri kapsıyor. Divanın sonunda Süreyya Efendi’ye ait iki adet de nesir halinde varidat yazısı var, İlki Anglikan kilisesinden bir heyetin “İslam dini nedir?”, şeklindeki sorusuna verdiği cevabı içeriyor. İkinci yazı ise mürşidin hakikati hakkında.
İcraatımı beğenmiyorsan
Ahmed Süreyya Emin Efendi
Kaddesellâhü Sırrahu’l Azîz
Önsözde Efendi hazretlerinin silsilesi hakkında bilgiler de var. Buna göre, Hz. Süreyya Efendi’nin mürşidi, Kadiri tarikat-i celilesinin 3. pir-i sânisi olan Seyyid Ziyaeddin Abdurrahman et-Talebânî’nin halifelerinden Seyyid Bekrü’l-Cezbî hazretleridir. (Allah sırlarını mukaddes kılsın) Hz.Süreyya bu mübarek zata 31 yaşında iken intisap etmiş, yed-i feyzini tutmuş ve 45 yaşına kadar manevi terbiyesinde bulunmuş.
Eserde Hz. Süreyya Efendi’den mürşitleri Bekrü’l-Cezbî ile ilgili şöyle bir vakıa naklediliyor: “Bekrü’l-Cezbî’ye intisabımın ilk senesi idi. Kendisine dedim, Şeyhim, Allah’ın tuhaf işlerine hayret ederim, mesela hasta bir adamı senelerce yatakta biçare bırakır, kendisi ve bakanları nice elem ve zahmet çekerler ve sonra o hastayı öldürür, hemen öldürse de bu eziyetler olmasa ne olurdu?”
Hz. Mürşidi, “Neden böyle yapıyorsun? Allah’a sor. Bakalım ne cevap verecek” der.
Hz. Süreyya mürşidine, “Nasıl sorayım” diye sual edince, Hz. Bekr, “Gözünü yum, dediğini Allah’a içinden sor” der. Hz. Süreyya gözünü yumup sorunca, sadrında şu beyanı duyar, “İcraatımı beğenmiyorsan, mülkümden dışarı çık.” Gülerek gözünü açar ve duyduğunu şeyhine söyler. Şeyhi de, “Elbette Allah’ın mülkünden dışarı çıkamayız, O bizi sarmıştır.” der.
Bekrü’l-Cezbî’nin dâr-ı bekâya intikalinden sonra, Fatih türbedarı Ahmed Amiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz) iki sene kadar Hz. Süreyya Efendi’ye sohbet şeyhi olmuş ve Hz. Süreyya’nın riyazetteki emsalsiz durumu için kendisine şöyle demiş, “Evliya ervahı senin Hakk için yaptığın riyazet, say’ ve faaliyetlerine karşı mahcup oluyorlar, gıpta edip, zamanlarında neden daha fazla çalışamadık diye esef ediyorlar.”
Kaybolan ceset
Süreyya Emin Efendi zatî evliya’dır. Mehmet Ali Özkardeş Efendi, divanın önsözünde Hz. Süreyya Efendi’nin, büyük velilerin ekserisinin sıfati makamların yükseklerine erdikleri ancak zatî olamadıklarını, söylediğini naklediyor.
Yine Hz. Süreyya Efendi şöyle buyurmuşlar: “Zati evliyaullah’ın cesetleri toprakta kalmaz. Hz. Muhammed, Hz. İmam Ali, Hz. Abdülkadir Geylanî ve ben böyleyiz, intikalimde cesedim kırk gün toprakta kalır, kırkıncı günü gecesi sabah vakti ruhum, cesedime “gel bana” der ve cism-i maaruh sair olurum”
Mehmet Ali Özkardeş Efendi, Hz. Süreyya Efendi’nin intikalinden 19 sene sonra vefat eden oğlu Dr. Fuat Süreyya Paşanın tabutu aile merkadine konulurken Hz.Süreyya’nın tabutunun açıldığını ve içinin bomboş tertemiz görüldüğünü naklediyor.
Sanma yahu biz şu yerde tıkılup kalmışlarız
Adetullâha uyup bir lahzacık dalmışlarız
Arif ü kamil isen fehm eyle nutkumdan bizi
Kırk gün ancak eğlenüp seyrana emralmışlarız.
(Divan-ı Şeriften. Ayrıca bu kelam-ı nefsi hazretin kabrinde bir levhaya yazılı olarak asılıdır.)
Okuyanlar dikkatli olmalı
Süreyya Efendi’nin divanındaki nutk-u ilahileri tahkik etmek isteyenler Hazret’in bir zati evliya olduğu hep göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Çünkü varidatlar gayet dehşetengiz ve insanın takatini kesecek türden. Talip kişi bu nutuklarda nutkedenin Cenab-ı Hakk olduğunun idrakinde olmalı, varidatların künhüne eremese de en azından zevken anlamaya gayret etmelidir. İkinci baskının önsözünde Ell-Hacc Hüseyin Vedad Efendi, muhabbetli, arzulu ve bu bilgilere aşina kişilerin bile, Hazret’in makamını anlamalarının zor oluğunu söyleyerek ilgilenenleri ikaz ediyor.
Ell-Hacc Hüseyin Vedad Efendi’nin zikrettiği başka bir husus, Hz. Süreyya Efendi’nin muhterem eşleri Hatice Atiyyetullah hanımefendinin kabirlerinin Şehremini Zekaî dergâhının haziresinde olduğudur. Hanımefendinin soyu bu dergahın Ümmi Sinan (k.s)’dan sonraki şeyhi ve Ümmi Sinan’ın damadı Halepli Şeyh Arap Şerif Mehmed Halveti Efendi’ye ve Kureyş sülalesine dayanıyor. Bu dergâh İstanbul’daki ilk Ümmi Sinan dergâhı olan ve halk arasında Oruç Baba lakabıyla anılan Şeyh Mustafa Zekaî Efendinin adına izafeten, Şehremini Zekaî Dergâhı olarak biliniyor.
Bi’ru ş- şifa Şifalı su kuyusu
Gafletle yanından geçtiğimiz kuyu
İkinci Baskının sonundaki fotoğraf albümünde bir fotoğraf özellikle dikkatimi çekiyor. Yazının girişinde sözünü ettiğim Biruş-Şifa- Şifa Kuyusu’nun fotoğrafı. Ve yıllar önce önünden gaflet ile geçtiğimiz bu kuyunun, Hz. Süreyya Efendi tarafından, eşi Hatice Atiyyetullah hanımefendi’nin aziz hatırası için açtırılmış bir hayrat olduğunu, bu kitabın sayfalarından öğreniyorum.
Kim bilir, İstanbul’un kuyuları, camileri, çeşmeleri dergâhları hazireleri türbeleri arasında daha nice irtibatlar var. Son dönem betonlaşma neredeyse İstanbul’un tüm manevi haritasını tahrip etmiş durumda. Ama şükür ki ehil zatların himmetleri sayesinde o irtibatlar yeniden kuruluyor. İstanbul’un damarları yeniden açılıyor, şehir asli hüviyetine geri dönüyor.
Furkan Özüdoğru bir gönül sultanını anlattı



Ahmed Süreyya Emin Bey, 1848 yılında İstanbul’da doğmuş 1923 senesi Nisan ayında yine İstanbul’da intikalleri vaki olmuştur. Makamı Ortaköy’deki Yahya Efendi Camii’nin bulunduğu mezarlıkta aile kabristanındadır. İbtidai ve rüştiye tahsillerini İstanbul’da tamamlamıştır.
Babası, Enderunu Hümâyun’da yetişmiş olan Mabeyn-i Hümâyun baş kâtibi merhum Emin Bey’dir. Büyük babası Mihrişah Valide Sultan’ın yağlıkçıbaşısı El Hac İbrahim Ağa’dır. Ahmed Süreyya Emin Bey bir ara Posta ve Telgraf Nezareti İdare Meclisi azalığında bulunmuş, bilahare bu vazifeden kendi isteği ile istifa etmiştir.
Hatice Atiyetullah Hanımefendi ile evlenmiş iki oğlu dünyaya gelmiştir. Biri Dr. Fuat Süreyya Paşa’dır. Kadıköy’de Moda semtinde oturmuş Dr. Fuad Süreyya Bey’in Mehmed Kudretullah ve Fatin İsfendiyaroğlu adlı iki oğlu olmuştur. Fatin İsfendiyaroğlu elektrik mühendisi yetişmiş, 1957 yılında bekar olarak vefat etmiştir. Diğer oğlu Mehmed Kudretullah İsfendiyaroğlu Almanya’da makine mühendisi olarak mezun olmuştur. Bu zatın’da Ahmed Nejat İsfendiyaroğlu adlı bir oğlu olmuştur. Ahmed Nejat’da kimya mühendisi olarak yetişmiş,1987 yılında vefat etmiştir.
Ahmed Süreyya Bey’in diğer oğlu Münir Süreyya Bey, 1871 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlkokuldan sonra Mekteb-i Sultani’yi bitirmiştir.
13 Eylül 1892’de 22 yaşında Mekteb-i Sultani’de Fransızca öğretmenliği ile devlet memuriyetine başlamış, bu görevine ilaveten 26 Eylül 1892’de Hariciye Tahrirat Kalemine stajyer olarak atanmıştır. 9 Temmuz 1896’da gösterdiği başarılardan dolayı Nişan-ı Âlî-i Osmânî ile taltif edilmiş, 17 Ocak 1897’de ise rütbe-i Sâlise tevcih buyrulmuştur. 8 Kasım 1898’de rütbe-i Saniye sınıf-ı Sanisi tevcih edilerek, ünvanı Fransızca Başkâtip Muavinliğine yükseltilmiştir. 15 Ocak 1899’da üstün başarılarından dolayı kendisine üçüncü rütbeden Nişân-ı Âlî Osmânî verilmiştir.
Ahmed Süreyya Emin Bey’in oğlu Münir Süreyya Bey sırasıyla Barcelona, Siroz, Nis Başşehbenderliği, Viyana ve Brüksel sefareti Başkitâbeti, daha sonra da Brezilya, Sao Paulo, Tiflis ve Cenevre Başşehbenderliğine atanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra, 19 Ağustos 1927’de New York Başşehbenderliğine atanan Münir Süreyya Bey, en son olarak 1 Ağustos 1931’de Hariciye Vekaleti Protokol Umum Müdürlüğü görevine getirilmiştir. 10 Nisan 1932 tarihinde vefat etmiştir.
XIX. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun çöküş devri, önemli sorunların görüldüğü, ve bir o kadar da atılımların yapıldığı bir dönemdir. Osmanlı topçuluğunun, Avrupa topçuluğu karşısında gerilemesi uzun bir süre devam ettikten sonra; zaman zaman top ve silah yapımında silkinme ve atılımlar olmuştur.
Muharebe alanlarının güçlü silahı olan top, hedefi tahrip edecek bir mermi ve bu mermiyi hedefe ulaştırabilecek bir namlu olarak yüzyıllar boyunca ilkel bir yapıda ve bu etkisi ise ateş hızının azlığı oranında sınırlı kalmıştır.
Topların kullanımında ateş hızını artıran gelişme ilk kez 1868 yılında büyük bir Türk bilgini olan Ahmed Süreyya Emin Bey tarafından uygulanmış ve bu uygulamadan sonra toplar üstün nitelikleriyle muharebe meydanının hakimi durumuna geçmiştir. Toplara bu niteliği kazandıran buluş, adi ateşli evresinden seri “çabuk” ateşli evresine geçiş olarak nitelendirilebilir.
Mesela Hicri 1240 yılında Tersane-i Âmire Mühendishânesi Başhocası Gelembevizâde Mehmed Emin Efendi barut haznesi gayet san’atlı bir top icad ederken, Hicri 1296 yılında Tophâne-i Âmire Sanayi Alayı Kolağası Halil Bey’in dakikada otuz defa atış yapan bir tüfek icad etmiş, Hicri 1038 yılında ise Tüfekçi Ahmed Usta adı verilen bir zat kullanışlı bir tüfek icad etmiş ve bu tüfeğin seri üretimi için Tophâne-i Âmire’den izin almıştır.

Bütün bunların yanı sıra Ahmed Süreyya Emin Bey (1848-1923) seri atışlı bir top yapılabileceğini kanıtlayan dünyadaki ilk insan olarak parlak bir başarıya imza atmıştır. Dünyada ilk Seri Atışlı Türk modeli bu topun yapılmasının başarılması Ahmed Süreyya Emin Bey’in kişisel yeteneklerinin açık bir göstergesidir.
Halen İstanbul’da Harbiye Askeri Müzesinde sergilenen bu topun, ilk Türk icadı olarak kayıtlara geçen seri atışlı demontabl bir sahra topu olduğu görülmektedir . Bu topun ön tarafında, kalkan ile baskı teşkilatının birleştiği yerde sarı bir plaket üzerinde Osmanlıca şu ibare bulunmaktadır;
“Zeytinburnu Fabrikası Mamulâtı Muhterî Ahmed Süreyya Emin”
Marangozluk mesleğinin en zor ve en büyük kabiliyete mazhariyet icabettiren bölümü, kalıp marangozluğudur. Ahmed Süreyya Emin Bey bu yüksek yeteneği ile 19 yaşında başlayıp, 21 yaşına kadar iki sene müddetle çalışarak ve kendi parasını harcayarak 500 altın karşılığında, Zeytinburnu Fabrikasında İlk Türk yapısı, seri atışlı, demontabl sahra topunu icad etmiş ve imal ettirmiştir. Topun yanında Osmanlıca ve Latin harfleri ile şunlar yazılıdır;
Topa seri ateşli özelliğini kazandıran diğer özelliklerden birisi de, kamanın yalnız elle değil, alt tarafındaki pedala ayakla yapılacak az bir basıncın, kamayı seri olarak açması ve bu kolaylığın muhtemelen ilk defa uygulanmış olmasıdır.
Tekerleklerde ilk defa demir yerine kauçuğun takılmış olması , tekerlek çapının daha büyük ve parmakların demir çubuklardan olmasının yanı sıra, bu topun bir özelliği de, bütün aksamının demonte edilip katırlar üzerinde konulabilmesi ve istenilen bir tepeye çıkarıldıktan sonra, orada tekrar parçaların monte edilip gülle atma konumuna getirilebilmesi halinden ibarettir.
ALMAN KRUPP TOPU
Top’un mucidi Ahmed Süreyya Emin Bey’in izni dışında, II. Abdülhamid’den irade elde etmeleri suretiyle bu topun imalat resimlerini Alman Krupp Fabrikası mühendisleri alarak iki sene sonra onlar da ilk seri ateşli Alman topunu vücuda getirmişler ve Padişaha’a bir örneğini hediye edip aynı müzeye koydurmuşlar ve karşılığında II. Abdülhamid’in Krupp Fabrikası’na nakdi mükâfatı olmuş ise de, asıl top’un mucidi Ahmed Süreyya Emin Bey’e o zamanın hükümeti “aferin” diye bir takdir sözünü sarf etmemiştir. Bu dönemde Krupp fabrikasının başında Alfred Krupp bulunurken onun 1887 yılında ölümünden sonra fabrikanın başına geçen oğlu Frédéric Krupp zamanında da Osmanlı Devleti ile ilişkiler yoğun bir seyir izlemiş hatta Frédéric Krupp babasının ölümünden hemen bir ay sonra yaptığı ilk seyahat Balkanlara ve İstanbul’a olmuştur. İstanbul gazeteleri Frédéric Krupp’un 8 Eylül 1887’de Varna yolu ile İstanbul’a geldiğini ve hemen sonra da II. Abdülhamid tarafından kabul edildiğini yazarlar. Silah fabrikalarının satış müdürleri de yanındadır. Ertesi günü (9 Eylül) II. Abdülhamid, Cuma selâmlığından sonra Frédéric Krupp’u kabul eder, konuşurlar. Osmanlı padişahı kendisine nişanlar verir. 12 Eylül akşamı da Frédéric Krupp Yıldız sarayında yemeğe Abdülhamid’in davetlisidir. 16 Eylül’e kadar İstanbul’da kalan silah fabrikatörü, o gün Abdülhamid tarafından üçüncü defa kabul edilir, veda ederek İstanbul’dan ayrılır. . Osmanlı arşiv kayıtlarında yer alan Krupp fabrikasından sipariş edilen topların ve diğer askeri mühimmatın çokluğu bu ziyaretlerin gerekçesini ve sonuçlarını ortaya koymaktadır.
Ahmed Süreyya Emin Bey’in dünyada ilk olarak seri atışlı bir sahra topu icad etmesi onun fevkalâde üstün bir fıtri kabiliyete sahip olduğunu göstermektedir. Zamanın terakkisine en güzel ve en ileri ilhamlarla uyan bu zâtın manevi duyguları yüksek bir şahıs olduğu çok açıktır. Büyük keşifler ve terakkiler çoğunlukla harp ve zaruret zamanlarında ve ileriye gitme çabasında olan toplumlarda görülmüştür.
Ahmed Süreyya Emin Bey’in icadının Osmanlı İmparatorluğunun zor zamanlarında gerçekleştirmiş olması gerçekten anlamlıdır. Bir takım siyasi mülâhazalarla topun Osmanlı hizmetinde kullanılmasının engellenmesi İmparatorluğa bu buhranlı yıllarında çok şey kaybettirmiştir. Eğer gerekli özen gösterilmiş olsaydı Balkan Savaşları ve sonrasındaki I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu açısından farklı sonuçlar doğurabilirdi. Bugüne kadar ilim ve tekniğin daima batı mahreçli olduğu önyargısıyla dolmuş zihinlere insanın bir şey icad etmesinin ancak ilhamla mümkün olabileceğini anlatmak muhaldir. İslâm ülkelerinde yetişen Müslüman ilim adamları ilmi kendilerine mal etmemişler yapmış oldukları keşif ve icadları bilâbedel halkın hizmetine sunmuşlar ve kendi isimlerini öne çıkarma gayretinde bulunmamışlardır. Zamanının çok ilerisinde bir görüşe sahip medeni bir insan olan Ahmed Süreyya Emin Bey kendisine nasib olan bu büyük kabiliyetini insanların hizmetine sunmuş olması sadece Osmanlı toplumuna değil tüm insanlığa büyük bir ihsan ve ikramdır. Bu mütekâmil zâtın kendi devrinin ve zamanının çok fevkinde olduğu açıktır. Ahmed Süreyya Emin Bey bu seçkin özellikleriyle örnek bir insandır.
“Topların ateş edildikleri esnada falyalarından yüzde sekizden yüzde ona kadar nisbetde hârice gaz çıkarak ziya‘ vukû’ bulmakda ve bu dahi topların menzillerini ve binâ ‘en-aleyh mermiyyâtın sür ‘at ve kuvvetini tenkîs etmekde olduğu cihetleriyle şu mehâzîr-i mühimmi Fransa Devleti nazar-ı dikkat ve ehemmiyete alarak hurûcunu mânî‘ bir aletin ihtirâ ‘ına erbâb-ı sanâyi‘ geçen sene i‘lân-ı resmî ile da‘vet eylediği ve krupp topları kamalarından vukû‘bulup mehâzîr-i ma‘rûza ve meşrûhanın aynını müntic gaz kaçındılarının zuhûrunu mânî nev usul bir barut haznesi kapağının düvel-i ecnebiyye me ‘mûrîn-i askeriyyesi taraflarından taharrî edilmekde olduğu bundan çend mâh mukaddem vâsıl-ı sem‘î çâkerânem oldu sanâyi‘ce olan heves-i hulkiyye-i ubeydânem muktezâsı sabâvet-i çâkerânemden berü haddimce vukûbulan iştigâlât-ı zihniyye ve ameliyye-i nâçizânem ilca’âtıyle bu bâbda hasr-ı efkâr iderek şu mehâzir-i ma‘rûzaya min-gayr-i liyâkatin çâre buldum. Ya‘ni falyayı sed iderek ateş edici bir alet ile kuyrukdan zuhûra gelen gaz kaçındılarını mâni‘biri çelik ve diğeri tunç toplara mahsûs olmak üzere iki nev’ ‘gaz halkasıyla bir de ayrıca barut haznesi kapağının bi-mennihi‘l-kerîm ihtirâ‘ına muvaffak oldum Müste‘înen bi- tevfîkihî te’âlâ mevkî ‘ fi’l ve icrâya komağa cür’etle nân u ni’meti familyamız efradı kullarının tâ iliğine işlemiş olan metbû’-u müfahhamım devlet-i mu’azzama-i ebed-müddet-i Osmaniyye’ye maddî ma‘nevî mükellef bulunduğumuz hidmet-i mûcibü‘l-mefharet ez-her cihet menâfi‘-i zâtiyyeye müreccah ve her sûretle andan mukaddes olduğuna ve velîyyü‘n- ni’met –i cihân ve şehriyâr-i kadrdân efendimiz hazretlerinin kölezâdelerinden bulunduğuma binâ‘en mâruz- zikr alet ile ma‘a halka kapağının resm-i mükemmelleriyle sûret-i i‘mâl ve isti‘mâl ve fevâ‘idine dâ‘ir risâlesini mükemmel nevâkıs-ı umûr olan huzûr-ı azamet- nüşûr-ı hazret-i hilâfetpenâhilerîne bâ-kemâl-i tazîm ile arz u takdîme mütecâsir oldum muvafık-ı re‘y-i zerrin-i isâbet-karîn-i cenâb-ı tâcdârileri buyrulduğu takdirde min gayr-i haddin nezâret-i çâkerânem tahtında olarak biri dört fondluk çelik ve diğeri dahi çenberli tarzında olarak dökülmekde olan ve ta ‘lîmat-ı ubeydânem vechile inşâsı muktezî bulunan tunç toplara tatbîkan tersîm edilüp ira ‘e olunacak resimler mûceblerince birer kıt’asının i‘mâl ve inşâsının Tophâne –i Âmire Fabrika –i Hümâyûnu’na havâlesi ve ba‘de’l- hitâm tecrübelerinin sâye-i inâyet- vâye-i cenâb-ı zıllullahide Zeytinburnu Fabrika –i Hümâyûnu’nda ihtirâ‘-ı ubeydânem olarak i ‘mâl olunmakda olup derdest ikmal bulunan top kundağıyla berâber icrâsıyla lâzım gelen raportunun bâ- tanzîm hâk- pây-i tutyasây-i hazret-i hilâfet- penâhîlerine arz u takdimi husûslarına müsâ‘ade-i lûtf-âde-i cenâb-ı cihân-bânîleri erzânı ve şâyân buyrulmak bâbında ve kâtıbe-i ahvâlde emr u fermân ve lutf u ihsân-ı bî pâyân velî-nimet-i bî minnetimiz veliyyü‘n-ni’met-i alem Pâdişahımız efendimiz hazretlerinindir .
Fî 29 Mart sene (1)303 Emin Beğ merhûm kullarının
Mahdûmu kulları
(Mühür)
Ahmed Süreyya

 XIX.            yüzyılda ise Osmanlı Devleti'nin askeri malzeme ihtiyacını karşılamakta bir hayli zorlandığı ve bu tür malzemelerin çoğunlukla dışarıdan karşılandığı bilinmektedir. Bu dönemde Tophâne-i Âmire Müşirliğine bağlı bulunan harp sanayii ihtiyacı karşılamaktan uzaktı. Ordunun silah ve cephane gereksinimi, Fransız, Alman ve daha sonra Amerika'dan sağlanmaya başlanmıştı. Özellikle Kırım Savaşı sonrasında 1869'da ordu yeniden düzenlenirken, artan silah ihtiyacı Alman ve Amerikan şirketlerinden temin edilmekte idi.


            Resim 4: Ahmet Süreyya Emin BEY
Zaman içerisinde Tophâne-i Âmire binası işlevselliğini büyük ölçüde kaybetmiş,Zeytinburnu'nda bulunan dökümhane ağırlık kazanmıştır. Nitekim dünyanın ilk seri atışlı sahra topu 1866-68 yılları arasında Ahmed Süreyya Emin Beytarafından beş yüz altın mukabilinde Zeytinburnu Fabrika-i Hümayunu'nda dökülmüştür. Topun mucidi Ahmed Süreyya Emin Bey'in izni dışında, II. Abdülhamid'den irade elde etmeleri suretiyle bu topun imalat resimlerini Alman Krupp Fabrikası mühendisleri alarak iki sene sonra onlar da ilk seri ateşli Alman topunu vücuda getirmişler ve Padişaha'a bir örneğini hediye edip aynı müzeye koydurmuşdır. Buna mukabil II. Abdülhamid'in Krupp Fabrikası'na nakdi mükâfatı olmuştur.[14]
Resim 5: Harbiye Askeri Müzesi'nde bulunan Zeytinburnu Demir Fabrikası İmali İlk Seri Atışlı Sahra Topu
Resim 6: Topun namlu tarafında bulunan madeni etikette "Zeytinburnu Fabrika-i Humayunu Mamulatı  Muhterii: Süreyya Emin 01" yazmaktadır.

            Bu dönemde Krupp fabrikasının başında Alfred Krupp bulunurken onun 1887 yılında ölümünden sonra fabrikanın başına geçen oğlu Frédéric Krupp zamanında da Osmanlı Devleti ile ilişkiler yoğun bir seyir izlemiş hatta Frédéric Krupp babasının ölümünden hemen bir ay sonra yaptığı ilk seyahat Balkanlara ve İstanbul'a olmuştur. İstanbul gazeteleri Frédéric Krupp'un 8 Eylül 1887'de Varna yolu ile İstanbul'a geldiğini ve hemen sonra da II. Abdülhamid tarafından kabul edildiğini yazarlar. Silah fabrikalarının satış müdürleri de yanındadır. Ertesi günü (9 Eylül) II. Abdülhamid, Cuma selâmlığından sonra Frédéric Krupp'u kabul eder. Osmanlı padişahı kendisine nişanlar verir. 12 Eylül akşamı da Frédéric Krupp Yıldız sarayında yemeğe Abdülhamid'in davetlisidir. 16 Eylül'e kadar İstanbul'da kalan silah fabrikatörü, o gün Abdülhamid tarafından üçüncü defa kabul edilir, veda ederek İstanbul'dan ayrılır.
2.4.      ALMAN TEKNOLOJİSİYLE TEMAS
2.4.1.   KRUPP FABRİKASI VE SİLAH TEMİNİ
  1877-78 Osmanlı Rus Harbinin akabinde dağılan Osmanşlı ordusunun toparlanması ve modernizasyonu için Osmanlı Devleti Almanya'dan askeri danışmanlar talep etti. Askeri danışmanların Osmanlı'da görev almasıyla beraber Alman silah sanayiide ülke topraklarına girmiş oldu. Krupp, Loewe Mauser gibi büyük Alman silah üreticileri Osmanlı'nın ihtiyacı olan top,tüfek vb. Savaş ekipmanlarının tedariğine başladılar. Özellikle Krupp zamanla Osmanlı piyasasında tekel durumuna geldi.
  Zeytinburnu Demir Fabrikasının kuruluşunda daha çok İngiliz teknolojisi ve ustalarından faydalanılmıştır.  Sultan II. Abdülhamid döneminde ise, İngiliz ve Fransızların Türkiye’ye siyasî baskı uygulamaları ve iç işlerine müdahaleleri, Almanya ile siyasî ilişkilerin daha fazla gelişmesine sebep oldu. Almanya ile başlayan siyasî ilişkiler, zamanla ticarî, ekonomik ve askerî ilişkilerin de gelişmesini sağladı. Sultan, özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda dağılan Türk ordusunu yeniden düzenlemek için Almanya’dan askerî danışmanlar talep etti. Askerî danışmanların Osmanlı ordusunda görev alması ile Alman silah endüstrisi de ülkeye girdi. Krupp, Loewe ve Mauser gibi büyük Alman silah firmaları, Osmanlı ordusunun top ve tüfek vb. gibi önemli askerî teçhizatlarını karşılamaya başladılar.
  Alman silah firmalarının Osmanlı Devleti’ne silah satışlarının tarihi 1860’lara kadar gitmektedir. 1861’de denenmek amacıyla Alman Krupp firmasınailk top siparişleri verildi. Bunu 1863’de 48 ve 1864’de de 64 batarya sahra topunun yine Krupp’a siparişleri izledi. 1869’dan sonra, firmanın İstanbul’da temsilciliği açıldı ve Krupp toplarının Osmanlı pazarına girişi hızlandı.
  XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Alman-Türk siyasî ve ekonomik işbirliğinin artması ile birlikte firmanın Türkiye’ye top ihracı daha fazla arttı. Krupp'a ilaveten Schwaben’deki Oberndorf Mauser ve Berlin Lutwig Loewe gibi diğer büyük Alman silah firmalarının Osmanlı'ya silah ve cephane satışları başladı. Bu dönemde Alman silah sanayiinin Türk pazarına girmelerindeki etkenlerden birisi, 1870 Prusya-Fransa Savaşı öncesi ve esnasında kendi ülkeleri için ürettikleri silahların, savaşın bitimi ile ellerinde kalması idi. Bunların kısa sürede ülke dışına ihraç edilmesi gerekliydi.   
  Sultan II. Abdülhamid döneminde Alman silah firmaları ve bilhassa Krupp, Osmanlı Devleti’ne top ve diğer silah mühimmatı satarken, Alman diplomatlar, Goltz Paşa gibi askeri danışman/öğretmen subaylar ve sermaye grupları özellikle Deutsche Bank’ın başını çektiği konsorsiyum tarafından desteklenmiştir. Diplomatlar, siyasî zemini hazırlarken, Goltz Paşa orduda modernleşme adı altında yeni silah siparişlerinin verilmesinde etkili oluyor, malî sorunu da Deutsche Bank çözüyordu.
  1885 yılında Osmanlı Hükümeti, Çanakkale Boğazının tahkimatı için Essen'deki Krupp firmasına toplam 11 milyon mark tutarında çeşitli çaplarda top sipariş etti. Çanakkale Boğazının tahkimatında kullanılan bu toplar yaklaşık 30 yıl sonra Çanakkale Savaşında boğazın savunulmasında kullanılmıştır.
  Osmanlı pazarında Alman firmalarının üstünlüğüne rağman rakipleri de yok değildi. Türk pazarına top mühimmatı ihracı konusunda İngiliz firması Armstrong ile Krupp arasında rekabet yaşanıyordu. Bu rekabeti Türk askeri uzmanlar da kullanmaya çaba gösteriyorlardı.           
Erişim: http://medhaldergi.com/oku.php?makaleno=294

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar