AİLE VE TOPLUM DÜŞMANIMIZ TV DİZİLERİ
Artık birilerinin bu topluma acıma zamanı gelmedi mi?
Dışarıda geçim sıkıntısı, evde televizyon baskısı. Dizilerde cabası.
Milli ve dinî ahlakımızı bozacak ne varsa saat 20.00 den sonra vizyonda.
(Gündüz olan programları takip edemediğim için onlar hakkında yorum
yapamıyorum.)
Dil zaten katledildi. Yarım yarım kelimeler, bozuk bozuk cümleler.
Gençlerin anladığı dozajda kaliteli yeni düzmece küfürler. Şebekçe Türkçe nasıl
konuşursunun örneklemeside yapılıyor.
Kocasını aldatan kadınlar, tecavüz eden erkekler, hemcinslerine tepkilerini
ille de tokatla ifade eden kişiler.
TV kanalları kıtlığından mı nedir, aile ve toplumu kaosa götürecek
saçmalıklar yumağı olan senaryoları haftalarca ve günlerce kazançlar uğruna
sürdürdükleri üçer saatlik diziler ile başımıza bela oldular.
Bunlara kim dur diyecek?
Cevabı yok…
Son on yıldır bu durum perişan vaziyette gidiyor. Akademisyenler,
isimlerine yenisini eklemek için masalarından başlarını kaldırıp bu konularda
hiç fikir üretmeyecekler mi?
Çocuklarımızı çalıyorlar, geleceğimizi birleri birilerine feda mı ediyor?
Kültür yok, şahsiyet yok, fikir hiç de yok.
Varsa yoksa narsis emellerine ulaşmaya çalışan aşağılık kompleksi
içerisindeki insanlar.
Eskiden dünyayı kurtarmak için
anarşist, dünyayı fethetmek için faşist olmaya çalışan insanlar vardı.
Şimdi ise egosunu tatmin etmek için hedefi olan insanlar bile kalmadı.
Amacı amaçsızlık olan bir nesil, nereye doğru gidiyor?
Sormak lazım. Toplum mühendislerimiz nerede ve ne yapıyorlar?
Siyasetçilerimiz seçim dışında halkın derdine ne kadar nüfuz ediyorlar?
Hayatımız Hindistan’da çalışan trenlere döndü.
Düzen yok, düzelme yok.
Bu durumun derdini çeken kanaat önderi de yok.
Birileri kafası kafama uygun, bu olur, derken ötekisi hayır içinde; uzlaşma
yok. Sadece “gizli amaç” var.
Yürekleri fetheden, canları sevindiren, birbirini seven insanlar beş on
sene sonra kaybolacak, görüyor.
Sitelerinde emniyet içinde karınlarının gurultusunu duyacak kadar yalnız
kalacak bu insanlara ancak ağlamak için kendimi zorluyorum. Gözümden yaş
çıkmıyor. Öyle hale gelmişiz ki “kalpler hasta, ruhlar mahkum”
Yoksa Avrupalılar gibi uyuşturucuya mahkûm olmak için ne gerekiyorsa
yapalım-dan
çıkma zamanı gelmedi mi?
Aşağıda “KEVİN HAKKINDA
KONUŞMALIYIZ” (We Need to Talk About Kevin) adlı filmi seyretmenizi tavsiye
ederim. Bu film çaresiz kalmış toplumda ilişkilerin bittiği yerde yardım
etmeyen devleti anlatıyor. Aile içinde, çözüm yok. Bu çözümsüzlüğü çözecek okul
da eğitim de yok.
Bu filmde tek suçlu var o da devlet ve milletin kendisi. Aile yetersiz
kalınca, devletin yapacağı psiklojik terapiyi nasıl yapabilir ki?
İtiraf etmeliyim ki, gençlerde arkadaş çevresinden ve eğitmenlerinden
aldığı tavsiye daha etkili olurken, gelecekte dünyayı kurtaran narsist [1]
diktatörlere aday olmakta ebeveyn denetimini artık istememektedirler.
Konu üzerinde idealleri sadece dünya olan görüşten biraz uzaklaşıp “orta
yolu” bulan fikir, yönetim ve hedefleri olan bir millet olmak için gayret
göstermeli değil miyiz?
Pek umutlu görünmese de, geç kalmamak için “çok şeyler yapmak lazım”
diyebilirim.
İlk yapılacak şey öteki ile diğeri arasındaki uzlaşma sağlanmalıdır.
Vakıflar, cemaatler, dernekler en ince detaylarına kadar devlet tarafından
incelenmeli ve art niyetli kişilerin önüne geçilmelidir.
Okullarda kitap okuma alakalı yeni düzenlemeler getirilmeli, çocukları
dershanelerden kurtararak üniversite giriş sınavları için kaybedecekleri
zamanları telafi etmelerini sağlamalı ve giriş sınavlarında kültür seviyesi
üzerinden derecelendirilmeye gidilmelidir.
Okumayan nesiller yönetilmesi kolay olanlardır. Kimliği olgunlaşmamış
milletler emperyalist ülkelerin oyuncağı olur.
Allah Teâlâ milletimizi ve bütün insanlığı art niyetli olan şeylerden
muhafaza buyursun.
Amin
KEVİN HAKKINDA
KONUŞMALIYIZ (We Need to Talk About Kevin)
Vizyon tarihi 3 Şubat 2012
(1s 50dk)
Yönetmen: Lynne Ramsay
Oyuncular: Tilda Swinton, John C. Reilly, Ezra Miller devamı...
Tür: Dram, Gerilim
Ülke: ABD, İngiltere
Özet
Film,
İspanya'da yapıldığını bildiğimiz bir domates savaşı olayı ile başlıyor, Eva
(Tilda Swinton) büyük bir mutlulukla kıpkırmızı domateslerin arasında adeta
kayboluyor, düşüyor, kalkıyor, kayıyor, en sonunda birçok el Eva'yı yukarı
kaldırıyor, Eva çok mutlu, kendisini belli ki çok özgür hissediyor, sonra
birden uyanıyor Eva, evinde. (Bu domates savaşı belki bir rüyaydı, belki de Eva'nın
daha önce yaşadığı özgür hayattan hatırladığı bir andı.) Müstakil bir evde tek
başına yaşıyor Eva ve uyandığında camdan dışarı bakıyor, kırmızı boyalar
görüyor. Dışarı çıkıyor ve görüyor ki evine kırmızı boyalarla saldırılmış, her
yer kıpkırmızı olmuş, arabasına da aynı şekilde. Hiçbir şey yokmuş gibi
arabasına biniyor ve aklına daha önce koymuş olduğu belli bir şekilde gidip bir
iş başvurusu yapıyor, kabul ediliyor ve kısa süreli de olsa mutlu oluyor Eva.
Genelde ise bitkin, mutsuz.
Film
belirli aralıklarla zaman geçişleri yapıyor - bu değişik zamanları Eva'nın saç
şekliyle de takip edebiliyoruz. Filmi gizemli kılan taraf da filmin kronolojik
olarak düzensiz ve kolajsı kurgu yapısı. Çünkü başta tek bildiğimiz Eva'nın tek
başına yaşayan, mutsuz, bakımsız bir kadın olduğu ve geçmişinde sıkıntılı bir
şeyler yaşadığı. Daha sonra Eva yeni başladığı işinden bir günlük izin alıyor
ve hapishanede birini ziyaret ediyor. Bu ziyaretten sonra geçmişle ilgili daha
çok zaman sıçramaları yaşıyoruz ve artık Eva'nın hayatındaki sıkıntı tek tek
ortaya çıkmaya başlıyor. Eva özgürlüğüne düşkün, kariyer sahibi, ama âşık olmuş
ve evlenmiş bir kadın; hamile kaldığında bu durumundan pek mutlu olmadığını
hissediyoruz. Bebeği, doğduktan sonra ilk birkaç ay susmaksızın ağlayarak anne
Eva'yı daha da perişan ediyor. Eva adeta mutsuz, bitkin ve çaresiz bir hal
alıyor her geçen gün. Kocası ise abarttığını düşünüyor çünkü o eve geldiğinde,
oğlunu kucakladığında hiçbir sorun yok. Bebeğin tüm garezi annesine sanki.
Oğulları
Kevin altı yaşına geldiğinde hala anneye garezi sürmekte, tek kelime
konuşmamakta, annesinin "hadi bana geri yolla" diyerek bacaklarına
doğru ittiği topa karşılık vermemekte. Annesi çocuğun otistik olduğundan
şüphelenerek doktora götürüyor ama doktor da oğlunun gayet "normal"
olduğunu söylüyor. Eva adeta mutsuz bu cevaptan çünkü, biliyor ki oğlunda bir
sorun var. Sanki sadece onun görebildiği bir sorun.
Ergenlik
çağında Kevin artık isyankâr bir genç. Fakat genellikle alıp veremediği hep
annesinin üzerine. Eva belki bir şeyler değişir umuduyla yeniden hamile kalıyor
ve bu kez Kevin'in tam tersi kişilikte bir kızları oluyor. Kevin elbette bunu
da kendisine bir tehdit olarak görüyor ve kız kardeşine zarar verme potansiyeli
taşıyor.
Eva,
Kevin'in böyle sorunlu bir çocuk olmasında hiçbir şey söylemese de kendini
suçlamaktadır şüphesiz. Zaten filmin anlatmak istediği, kafamızda soru işareti
bırakarak günlerce düşünmemizi istediği şey de budur: Her şeyin bir sebebi var
mıdır? Kevin'in çocukluktan beri süregelen uyumsuz kişiliği ve sonunda da bir
canavara dönüşmesinin sebebi çocukluğunda yaşadıkları, annesinden aldığı
olumsuz tepkiler, hatta belki daha anne karnındayken sevilmediğini,
istenmediğini hissetmesi midir yoksa kendisinin de filmde cevapladığı gibi
bütün bunların bilinebilecek hiçbir anlamı ve hiçbir sebebi yok mudur... Bu
durumda sevilmediğini düşünen her çocuk potansiyel bir canavar mı olacaktır?
Büyük sevgiyle yetişmiş, çok normal ailelerin içinden çıkan nice katiller,
sapıklar yok mudur?
Filmin en korkunç gerçeği aslında doğumundan
beri bir türlü iyi geçinemeyen, günleri birbirlerine zindan eden anne oğulun
arasında aslında tam da bu sebepten dolayı oluşmuş muhteşem güçlü bağ bana
kalırsa.
Birbirlerini en iyi anlayan ve tanıyan anne-oğul'dur aslında ve bu
birbirlerinin en şeytani yönleri yoluyla da olsa aralarında bir bağ
sağlamaktadır. Oğlunun gerçek karakterini görebilen tek kişi annesidir, ne
babası ne de kardeşi, bu yüzden aslında Kevin için en önemli kişi annesidir. Ne
acı bir tutku ve bağ...
Filmin
feminist bir yanı olduğunu da düşünüyorum. Film bize tüm bunlarla birlikte aile
denen kavramda birilerinin mutlaka bazı kirleri örtmesi, bazı lekeleri silmesi
gerektiğini ve bunun da genelde "anne"ler olduğunu hatırlatıyor. Eva,
evinin duvarlarına dökülmüş olan kırmızı boyaları jiletle kazırken yönetmen
uzun uzun bunu izletiyor bize, biz rahatsız olana kadar, yani diyor ki bu harap
olmuş durum bir şekilde düzeltilmeli, birinin ortalığı toparlaması gerekiyor ve
bunu yapan da genelde kadınlar, anneler oluyor, toplum tarafından da onlardan
bu bekleniyor.
(Melis Z. Pirlanti-
blossomel@gmail.com-twitter:blossomel)
Yorum:
Gerçekten
Kevin’i ailesi kurtaramazdı. Birileri kurtarırdı. O kurtarıcı belki okulunda verilen eğitim olacaktı. Ancak
okul hayatı o çocuğa yardım etmedi. Sadece gurura odaklanmayı öğretmişti.
Kevin okul
katliamına giderken beslendiği fikri kapının üzerinde yazıyordu. “Sadece
benlik” kokan narsist fikirlerle dopdolu dizeler.
PRIDE[2]
FOCUS
A feeling
which makes you want to do your best all the time in everything you do
Concentration
of the mind such that nothing distracst[3]
you from your task
GURURA ODAKLAN
Eğer her şeyde her zaman en iyi
yapmak istiyorsan bir duygun olsun.
Zihnin böyle bir konsantrasyon
sağlarsa görev seni dağıtamaz.
--
Annesi
hapishanede Kevin’e soruyor.
Annesi-Tabii
ki, bugün olayın yıldönümü.
Kevin -İki
yıl.
Annesi-Düşünmek
için oldukça yeterli bir zaman.
Annesi-Bana
bunu neden yaptığını söylemeni istiyorum.
Kevin-Bildiğimi
sanıyordum ama şimdi o kadar emin değilim.
---
Başka bir zaman annesi Kevin’e
yanlış hareketini sorgularken sordu.
Annesi-
Neden böyle bir şey yaptın?
Kevin -
Sadece kolleksiyon yaptım.
Annesi-Kolleksiyon
yapmak için biraz tuhaf şeyler değiller mi?
Kevin
-Etiketlemeyi sevmem.
Annesi-Peki
amaç ne?
Kevin -Herhangi bir amacı yok. Amaç bu.
--
İşte
hedefi olmayan bir nesil, sür istediğin yere sür, sürülmek hakkı vardır.
[1] Narsisizm:
Narsisizm veya “benseverlik”, kişinin kendisine duyduğu cinsi arzu, kabaca
tabirle kişinin kendisine aşık olması benliğini putlaştırması olarak tanımlanan
bir terimdir. Farklı tanımları ve kullanımları mevcuttur.
[2] Pride: i. Gurur, kibirlilik, ağalık,
azamet, övünç, iftihar, haysiyet, kıvanç, övünç kaynağı, izzetinefis, onur,
şeref, kibir, kendini beğenmişlik, tafra, gösteriş, ihtişam, en parlak zaman,
aslan sürüsü
[3] Distract: f. DAĞIT: aklını başından al,
dağıt, avutmak; dikkatini dağıtmak, aklını karıştırmak; başka tarafa çekmek;
şaşırtmak, rahatsız etmek, delirtmek (Argo)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar