Print Friendly and PDF

AKADEMİK HÜRRİYET ve AKADEMİK ANARŞİ- Sidney HOOK

Bunlarada Bakarsınız



Çeviren Sencer TONGUÇ
SIDNEY HOOK (20 Aralık 1902 - 12 Temmuz 1989)
Columbia Üniversitesinde John Dewey’in öğrencisi olmuş, o zamandan beri tarih, felsefe ve eğitim konularında 35 kitap yazmış veya derlemiş, bilhassa her çeşit dogmatizm ve diktatörlüğe karşı çıkmıştır,
Kanaatince hiçbir şey zekânın yerini tutamazsa da sadece zekâ yeterli değildir.
“Zeki nice insanlar vardır ki medenî cesaret sahibi olmadıkları için zekâları işe yaramaz. Diğer taraftan, zekâ olmaksızın cesaret te tehlikelidir: fanatik insan yaratır. Eğitimin amacı zekâyı ve cesareti geliştirmektir.”
Daha önce olmasa bile, 2000’li yıllarda Amerikan eğitim müesseselerinin 1960 - 70 yılları arasındaki hali acayip bir manzara arz edecektir. Memleketin üniversite sistemi, hem program hem de organizasyon bakımından değiştirilmektedir ve bu, öğrencilerin eğitim bakımından gerçek ihtiyaçlarını karşılamak ve gelişmelerini sağlamak için değil de, öğrenci ayaklanmaları tehdidini karşılamak için yapılmaktadır. Eğitim reformu için ölçüler açıkça belirtilmektedir: Üniversitelerde sükûn nasıl sağlanabilir? Eğitim alanında kargaşalık nasıl sona erer?
Amerikan yüksek tahsil tarihi bir değişmeler tarihidir. Ders programları, şayanı kabul görünen şıkların çeşitli tesirlerinin müşahedesine dayanarak teklif edilmiş ve değerlendirilmiştir. Her ne kadar tatbikat hususunda bazen geri kalınmışsa da, bugüne kadar yapılan ders programı değişiklikleri için ileri sürülen sebep daima eğitimle ilgili olmuş, geçmişteki tecrübeleri, gelecek için de ümitleri nazarı itibara almıştır. Bunların başarısı da öğrencilerin entellektüel problemlere duydukları ilgi ve bu sahaya olan hâkimiyet dereceleri ve belirli formlara, hareketlere, renklere ve fikirlere olan hassasiyetleri ile ölçülür. Üniversitelerde kanun ve nizamları tesis etmedeki tesirlilikleri hiç bir zaman rol oynamamıştır.
Bugünkü durum ne kadar farklıdır! Memleketin bir ucundan öbür ucuna hocaları ve idarecileri meşgul eden önemli problemler “Modern kadın ve erkekler için en iyi eğitim nedir?” değil (ki eğitimciler için en temel sorunun bu olması gerekir), fakat “Akademik hayatı kesintiye uğratan şiddet hareketleri veya şiddet hareketleri tehdidine nasıl mâni olabiliriz?” dir. İkinci sorunun birincinin cevabı olduğuna inanan safdiller var, fakat esasında olsa olsa yeterli bir cevap için lüzumlu şartı sağlayabilir.
Programları sadece günümüzün problemlerine inhisar ettirmek isteyenler Oscar "Wilde’ın şu sözünü hatırlasınlar:
“Bugün bir kimse için var olan “tek şey”se, o içinde yaşadığı devir hakkında hiç bir şey bilmiyor demektir.” Üniversitelerdeki karışıklıkların baş sebebinin öğrencilerin eğitim ameliyesinden duydukları memnuniyetsizlik olduğuna dair elimizde katî deliller olsaydı, ders programlarının üniversiteleri yatıştırma problemine yönelmesi haklı görülebilirdi. Eğer öğrenciler eğitim programının modası geçmiş, dünyanın önemli problemleri ile ilgisiz, entellektüel açıdan kalitesiz ve hattâ alçaltıcı olduğunu, âciz hocalar yüzünden okuma haklarından tam mânasıyle istifade edemediklerini sahiden hissetseler, yetersiz bir eğitim ile öğrenci ayaklanmaları arasında bir bağ kurmanın imkânsız olmadığı akla gelebilirdi.
Öğrenci huzursuzluğunun varlığını herkes kabul etmektedir. Fakat bu huzursuzluğun kaynağının üniversite programlarından memnuniyetsizlik olduğuna, öğrencilerin derslerin kalite ve muhtevasına karşı boş yere şikâyet ve protestoda bulunduklarına dair en ufak bir delil dahi yoktur. Ancak böyle bir durum, eğitim reformları yoluyla öğrenci şiddet hareketlerine çare bulunabileceği faraziyesine kuvvet kazandırırdı.
Hâlbuki durumu yakından takip edebilen herkes Amerikan üniversitelerinde büyük ayaklanmaların ve şiddet hareketlerinin ders programlan ile pek az ilgisi olduğunu bilmektedir. İdare sisteminde veya derslerde yapılacak reformların bu şiddet hareketlerini durduracağını ummak hayal olur. Aralarında bağlantı olmayan olayların birbirine ne tesiri olabilir? Bu, daha iyi inşa edilmiş evlere kundak sokulamayacağını sanmaktan farksızdır. Evler eğer dış siyaseti protesto için ateşe veriliyorsa, onları daha iyi inşa etmek yakılmalarını önleyemiyecektir.
Üniversiteleri istilâ edip ele geçiren “eylemci” öğrencilere derslerin nasıl verildiği vız gelir. Kendilerinin de ifade ettiği gibi, onlar üniversitenin dışındaki toplumu cezalandırmak veya harekete geçirmek gayesini gütmektedirler.
Öğrenci ayaklanmalarının fırtınalı yılları eğitim sistemimizin önderliğini yapmak ödevini yüklenmiş olan kimseler arasında birçoğunun cesaretlerini kırmış, zekâlarım geçici olarak işlemez hale sokmuştur. Kuvvetli delil, gerçeğe dayanan iddia, objektif olmağa çalışma, ihtilâflarda dürüstlük gibi lâflar bugün kulağa çılgınca paradokslar gibi geliyor. Ne kadar aşırı olursa olsun, bugün inanılmayacak veya söylenmeyecek bir şey yok. Üniversitelerde sükûnun sağlanması için teklif edilen çarelerin hepsini bir araya getirmek bir saçmalıklar ansiklopedisi ortaya çıkarırdı.
Bütün teklifler arasında belki de en radikal olanı bizzat öğrenci ayaklanmalarını ders programının mevzuu yapmaktır. Olgun yaşta bazı kimseler, öğrencilerden bazılarının üniversitedeki ders hayatını altüst etmekle hayat hakkında öğrendiklerinin sınıflarda öğrendiklerinden daha fazla olduğu hususundaki iddialarının o kadar tesiri altında kalmışlardır ki öğrenci hareketlerini suçlamayı terbiyevî sebeplerden dolayı reddetmektedirler. Daha ileri gidenler de var: “Mâna taşıyan” değişiklikleri kolaylaştırabilmek için devlet üniversitelerinin “gerilla kursları” açmasını teklif ediyorlar. Devletin kendi varlığına yöneltilmiş faaliyeti desteklemesi bekleniyor. Bu çeşit derslerin hakikî içyüzü ortaya konunca akademik hürriyet tehlikede yaygarası ortalığı sarıyor; en çok bağıranlar da, akademik hürriyet fikrine bir “burjuva hayali” diye hücum eden, aynı fikirde olmadıkları âlimler ve hocalara karşı hareketleri bu ideale zerrece inanmadıklarını gösteren kimselerdir.
Öğrenci hareketlerinin beklenmeyen bir neticesi — beklenmiyen diyoruz, zira makul veya gayrimakul hiçbir öğrenci istekleri listesinde adı geçmemişti — üniversitelerde öğretim metodları mevzuuna duyulan alâka oldu. Bu metodlar utanç verici bir şekilde ihmal edilmekteydi, hem de bazı yerlerde iftiharla. Kaliteli öğretim öğrencileri yatıştırmak için değil, onları iyi bir şekilde yetiştirmek için lüzumludur. Ayaklanma için yeterli ahlâkî ve siyasî sebep varsa, dünyanın en iyi öğretim metodlarının uygulanması dahî buna mâni olamaz ve olmamalıdır da — hattâ dolaylı olarak böyle bir hareketi teşvik bile eder. Önümüzdeki yıllarda üniversitelerimizde öğretim seviyesinin yükseleceğini umuyoruz, fakat bütün diğer ıslah hareketlerinde olduğu gibi, bu sahada da neticeye ulaşmak için kütle halinde şiddete ve kanunsuzluğa başvurmağa hiç lüzum yoktu. Öğrenci ayaklanmalarını, yarattıkları tek tük iyi neticelere bakarak tasvip etmek, müessir yangın söndürme metotlarının bulunmasına yol açtığı için kundakçılığı tasvibe benzer. Reformlar bize çok daha ucuza malolabilirdi.
Önümüzdeki yıllarda eğitim mevzuunda ciddi münakaşalar yapılacaktır; ayaklanan öğrencilerle eğitimciler arasında değil — zira ayaklanan öğrenciler maalesef bugüne kadar münakaşayı reddetmişlerdir — fakat öğrenci ayaklanmalarının hocalar arasında müttefikleri ve destekçileri ile onlara karşı çıkan hocalar arasında. Öğretim metodlarına duyulan ilginin devamı tabiî ki elzemdir, fakat şimdiki bütün öğretimin, ister iyi olsun ister kötü, çok entellektüel ve “hayatla” alâkası olmadığı ileri sürülerek hücuma uğraması ise bambaşka bir şeydir.
Öğretim hakkında benim sahip olduğum intiba, yeterli derecede entellektüel ve muhayyele gücüne sahip olmadığıdır. Zekâyı işletmekle “entellektüelliği” aynı şey sananlar, fikirlere hararetle bağlı kalmanın öğrencileri şimdiki “eylemci” hareketlerinden uzaklaştıracağından korkuyorlar. Haksız olmayabilirler, zira bütün vaktini “eylemciliğe” ayıran bir öğrencinin istidadına uygun bir genişlik ve derinlikte bir eğitim görmesi imkânsızdır: bir günkü toplantılar, gösteriler, basın konferansları sona erdikten sonra o öğrencinin okuyup düşünmeye vakti kalmaz.
Aklî olmayan “anti entellektüel” öğrenci hareketlerini müdafaa etmeye çalışanlar iki şeyi birbirine karıştırıyorlar: alışılmış mânada okula lüzum göstermeksizin, biriken tecrübelerin yardımı ile az çok yeterli bir şekilde gelecekte karşımıza çıkabilecek meselelerin halline yarayan bir eğitim; diğer taraftan, öğrenme ameliyesinin gönüllü olarak, organize edilmiş bir mevzuda, aklî metodla bir disiplin olarak ele alındığı öğrenim.
Herkesi eğitmeye çalışan modern eğitim sistemimizin bazı kritikleri, bütün fertlerin gelişmesi için gerekli eğitim şartlarını sağlamanın zorluğu karşısında dehşete düşerek, eğitilmek için okula gitmenin şart olmadığı keşfinde bulunmuşlar ve bunu büyük bir marifet olarak ortaya sürmüşlerdir.
Herkesin aynı eğitime ihtiyaç göstermediği doğrudur. Fakat yanlış olan, herkesin bir miktar eğitim görmesinin faydalı olacağım reddetmektir. Birçok kimseler kendilerini yetiştirmişlerdir. Fakat bir mahrumiyet ve mecburiyeti bir imtiyaza çevirmek saçmalığın ta kendisi olur. Üniversite tahsili esnasında bir yandan da çalışarak hayatım kazanmak insanın mecbur olursa yapacağı bir iştir, lüzum olmadığı takdirde böyle hareket etmekte mâna görmüyorum.
Ender ve şanslı şahıslar hariç, bugün “sokak” yahut “arkadaş grubu” yahut “zanaat” yahut “çiftliğin” insan için tek “okul” olarak kaldığı hallerde, bahis konusu kimsenin gayet sınırlı bir çerçeve içinde kalmaması imkânsızdır. İnsanların tabiat, cemiyet ve kendileri hakkında bilmeleri gereken birçok şeyler vardır ki hayattaki tesadüfi tecrübeler zinciri bunları kendilerine veremez, verse bile aynı şeyleri ehliyetli hocaların yardımıyla okullarda çok daha iyi, süratli ve ucuz bir şekilde öğrenebilir.
Kötü eğitimin hiç eğitim görmemekten daha fena olduğu münakaşa götürür, fakat eğitim görmemeği iyi eğitime tercih etmek bile bile saçmalamaktır. Milyonlarca insanın eğitiminden bahsettiğimiz düşünülürse, bu çeşit tavsiyelerin ciddiyeti anlaşılır. Âdeta, Lincoln’ın gençlik yıllarını hatırlayarak gaz lâmbasının ışığında okumanın avantajlarını övmek gibi birşey. İnsanın hayatı boyunca lüzum hâsıl oldukça herhangi bir konuyu öğrenebileceği görüşü de buna benzer: okuma, yazma ve aritmetik için dahi bu yanlıştır, bir temel isteyen birçok konular için de öyle. Gençlik yıllarında kuvvetlendirilmesi gereken öğrenme itiyadı ve kabiliyetini de unutmayalım.
Bu menfi tutumdan çok uzak olmayan bir eğilim de üniversitelerin dışında, kütüphanelerden, seminerlerden, hocalardan uzak bir eğitim görmektedir. Bu modern Rousseaulardan birine göre dersleri sınıfta değil de, yüzme havuzunda yapmak çok daha iyi neticeler vermektedir. Normal bir grup için hareketli ve başarılı bir dersin herhangi bir yerde, yüzme havuzunda bile, yapılabileceği doğrudur, fakat gerçek soru bu şartlar altında bir konunun devamlı olarak gelişip gelişemeyeceği ve bir mevzua hâkimiyet sağlanamayacağıdır. Bir yüzme havuzunda başarıyla yüzme öğretilebilir, mantık, fizik, tarih veya ekonomi değil.
Aynı kaynaktan öğrendiğimize göre “yalnız normal dershaneler değil, fakat elbiseler de insanların arasına mesafe koyup öğrenme ameliyesini engeller” miş. Elbise giyilmediği zaman öğrenme engellerinin kalkıp kalkmadığı söylenmiyor, öğrenilen şeyin ne olduğuna bağlı olsa gerek. Dewey’in eski bir müridi de (ki üstadını çok geçmiştir) şöyle felsefe öğretiyor: kendisi sırası karıştırılmış ders notlarını okurken üç perdeye rasgele resimler aksettiriliyor ve Bach’tan Cage’e kadar değişen müzik kendisine refakat ediyor. Bu şekilde herhangi bir önem taşıyan bir şey öğrenilse üniversitelerden vazgeçelim, fakat elimizde en ufak destekleyici delil dahi yok.
Çok daha tehlikeli bir karışıklık, öğrenilirken “eyleme” yol açmayan, hayat tecrübelerine dalmayı kolaylaştırmayan bilgi ve fikirlerin ölü olduğu görüşünden doğmaktadır. “Eylemcilere” göre, öğrenciler inançları için hayatlarını tehlikeye atmadıkça ciddî sayılmazlar. Bu düşünme ve analizin yerine, rol yapmayı getiren romantik bir saçmadır.
Kelleyi koltuğa almakla hiçbir İlmî problem halledilmez. Yaparak pek çok şey öğrenilir, fakat her yapış öğrenmeye yol açmaz. Düşünce ile hareket arasında bağlar gören pragmatik prensipi sanki her hareketin pratik, faydalı, uygun olması gerektiği şeklinde tefsir etmek, onu barbarlığın bir sloganı haline sokmaktır.
Bilhassa zararlı olan bir görüş, sosyal bilimlerde fikirleri anlamak için o sahalarda bilfiil çalışmak gerektiğidir: eğer sendikacılık cereyanını anlamak istiyorsanız bir sendika organizatörü olmalısınız. Karl Marks hayatında bir gün bile fabrikada geçirmemişti, sadece fabrika sistemini ve tatbikatını, doğruluğu veya yanlışlığı kendi şahsî tecrübelerine değil de, tecrübeye ve tarihî delillere dayanan fikirlerin ışığında inceledi.
Eğitim ile tecrübe arasındaki ilişki, bir öğrencinin eğitim derecesi için en iyi ölçü, onun “yaşama şeklidir” diyenlerin ifade ettiğinden çok daha girifttir.
Üniversite eğitiminin gayesi bir şahsa “nasıl yaşanılacağını” öğretmek değildir. Bir insan o eğitim olmaksızın da yaşayabilir. Eğitimin gayesi ona bir perspektif — fikirler, cereyanlar, değerler sahasında bir görüş — kazandırmaktır. Bir insan iyi yetişmiş bir mühendis, âlim veya doktor olup ta, eğitimi ile hiç alâkası olmayan sebepler yüzünden hayatta başarı kazanamamış bir sarhoş olarak ölebilir. Bir insanın hayatını kazanma şekli, tabiî ki, gördüğü eğitime bağlıdır ve iyi bir cemiyette bağlı olmalıdır da; fakat bir insanın hayatını kazanma şekli onun hayatını sürdürmek şeklinin bütünü değildir ve olmamalıdır.
Öğrenci kargaşalıklarına karşı doğan tepkinin farketmediği bir nokta var: şu anda öğrenciler arasında moda olan “eylem” merakına rağmen öğrenci hareketlerinin kaynağı bir takım fikirlerdir, hem de çürük fikirler. Zorbalık ve şiddete karşı hocalar cesaretle karşı durabilirler; felâket hâd bir şekil aldığı zaman mahkemeler ve idari makamlar işe karışır. Fakat uzun vadeli en iyi tedbir, onların karşısına daha iyi fikirlerle çıkmak, sloganlarını tekrarladıkları mitolojiler ve sahtekârlığı ortaya konmuş ideolojilerin hakikî mahiyetini onlara açıklamaktır.
Eğitimden ayrı bir meslekî hazırlık olabileceğini tasavvur edemiyorum, öğrencilerin çoğuyla fikrî alanda bir Diyalog kurmak ve onları hareketlerinden geniş ölçüde mesul tutmak da pekâlâ mümkündür. Tutumlarına yöneltilen tenkitlere kulaklarını tıkamaları, Sokrat’tan Dewey’e kadar liberal ve hümanist geleneğin ideallerine gözlerini ısrarla kapamaları imkân dahilinde olmakla beraber, onlar doğru yolu görünceye kadar bu gayret gösterilmelidir. Bu tenkitlerin temelinde bu pozitif eğitim felsefesi yatmaktadır.
Sidney HOOK
South Wardsboro, Vermont
Eylül, 1969
Sh:7-15
Kaynak: Sidney HOOK, Akademik Hürriyet Ve Akademik Anarşi, Çeviren Sencer TONGUÇ, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, Millî Eğitim Basımevi, 1973— Ankara

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar