ÂKİLİ DELİ, DELİYİ ÂKİL YAPMAK
Kime göre?
Neye göre?
“Medeni ve
bilge insanlar kendinizi hiç yüceltmeyiniz; övündüğünüz bu sözüm ona bilgeliğin
dağılıp yok olması için bir an yeter; beklenmedik bir olay, şiddetli ve ani bir
ruh hali, dünyanın en aklı başında ve en akıllı insanını bir çılgına veya
eblehe çevirecektir." [Matthey,
Nouvelles recherches sur les maladies de l’esprit, Paris, 1816,1. bl., s. 65]
[Delilik zamanda siyasal bir sorun da olduğundan
kuşku duymak mümkün değildir. Suçlularla birlikte masumların, çılgınlarla
birlikte akıllılarının kapatıldığına kesin olarak inanılması, uzun zamandan
beri devrimci mitolojinin içinde yer almaktaydı:
"Bicêtre (deli
sığınma hastanesi-hapishanesi) hiç kuşkusuz canileri, haydutları, yırtıcı adamları
kapalı tutmaktadır... ama kabul etmek gerekir ki, keyfi iktidara, ailelerin
tiranlığına, ataerkil ceberrutluğa kurban olanların oluşturduğu kalabalığı da
barındırıyor... Hücrelerde, ışığı daracık yarıklardan görebilen kardeşlerimiz
ve eşitlerimiz olan insanlar yatıyor." [Gazette Nationale, 12 Aralık
1789.]
Masumların hapishanesi Bicêtre, tıpkı eskiden Bastille'in olduğu gibi hayallere
musallat olmuştur:
"Laf dinlemeyen bazı adamlar hapishanelerdeki
katliam sırasında, delilerle akıllıları karıştıran eski-tiranlığın bazı
kurbanlarını kurtarma bahanesiyle Bicetre düşkünler yurduna sızmışlardır.
Koğuştan koğuşa silahlı olarak gezmektedirler; tutukluları sorgulamakta ve
aşikâr delilere rastladıklarında kulak asmamaktadırlar. Fakat zincire vurulmuş
bir tutuklu, sağduyu ve akıl dolu sözleriyle ve acı yakınmalarıyla hemen
dikkatleri çekmektedir. Bu adamı zincire vurulmuş olarak tutmak ve delilerle
bir arada bulundurmak iğrenç değil miydi?..
Bunun üzerine bu silahlı grubun içinden şiddetli
homurtular ve yönetime karşı bağırışlar yükselmiştir; yönetimden hesap
sorulmaktadır." [Zikr. Semelaigne, op. Cit]
Konvansiyon [Bir anayasa yapmak veya bir anayasayı
değiştirmek için toplanan olağanüstü geçici meclis (Akil adamlar)] döneminde
yeni bir saplantı.
Bicetre hâlâ muazzam bir korku haznesidir, ama
mademki burası kuşkuluların bir sığınağı olarak görülmektedir -yoksulların
arasında saklanan aristokratlar, deli numarası yaparak komplo düzenleyen
yabancı ajanlar-, o halde masumluğun, ama aynı zamanda iki yüzlülüğün açığa
çıkartılması için deliliğin burada da ifşa edilmesi gerekmektedir. Böylece
Bicetre'i tüm Devrim süresi boyunca kuşatan ve onu Paris'in sınırlarındaki bir
cins korkutucu ve esrarlı güç haline getiren bütün bu korkuların içinde Düşman,
burada ayrılması mümkün olmayan bir şekilde akıl bozukluğuna karışmakta,
delilik sırasıyla iki yabancılaştırıcı rol oynamaktadır: tiranlık etmekte veya
aldatmaktadır -aklı başında insanla deli arasında aracılık yapan bu
tehlikeli unsur bunların her ikisini de yabancılaştırabilir ve her ikisinin de
özgürlüğünü kullanmasını tehdit edebilir-. Gerçeğin ve aklın kendi
oyunlarına geri dönebilmeleri için, deliliğin oyununun her halükârda
bozulması gerekmektedir.
…..
Deliliğin aynı anda hem nesnel, hem de masum olan saf
bir gerçeklik içinde açığa çıkacağı bir alanın oluşturulması, ama bu alanın hep
belirsiz bir uzaklığa itilen ideal bir tarza göre oluşturulması ve delilik
çehrelerinin her birinin deli- olmama'ya, fark edilmesi olanaksız bir yakınlık
içinde karışmaları. Delilik, bilimsel tasviri içinde kesinlik namına ne
kazanıyorsa, bunu somut algılamanın içinde güç olarak kaybetmektedir; gerçeğine
kavuşacağı tımarhane onu, onun gerçeği olmayan şeyden ayırmaya olanak
vermemektedir.
Delilik
ne kadar nesnel olursa, o kadar az kesin olmaktadır. Onu
gerçek hale getirmek için özgürleştiren jest, aynı zamanda onu tüm somut akıl
biçimlerinin içinde dağıtan ve saklayan işlemdir.
[Deliliğin Tarihi/Michel Foucault, trc: Mehmet Ali
KILIÇBAY, sh. 659-671]
(İfham Gazetesi - 1919)
Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar
bir imparatordu. O kadar ilerlemeyi severdi ki halkın geçmiş ile hiçbir alakası
kalmamasını temin için bütün Çin’in eski kitaplarını, eski kütüphanelerini
yaktırmıştı. Çinliler adeta onun tanrılığına bile inanır gibi oluyorlardı.
Derlerdi ki:
"Ling-Yu, Dünyada
Allah’ın dehasından bir örnektir. "
Devri; rüyasız, yorgun bir uyku gibi
geçiyordu.
Bir gün huzuruna bir soylu girdi. Secdeye
kapandı.
- Efendimiz, baş müneccim geldi, mutlaka
size bir şey arzetmek istiyor, dedi.
İmparator Ling-Yu, dehası sayesinde
gelecekte ne olacağını bilirdi.
Derdi ki: "Sebepleri doğru görebilenin
sonuçtan şüphesi kalmaz." Onun için baş müneccimden daima kendi
tahminlerini dinlerdi. Şimdiye kadar o, hiç böyle habersiz gelip bir şey
söylememişti.
- Tuhaf, diye başını salladı, acaba ne
söyleyecek?
- Gayet mühim bir şeymiş efendim.
İmparator düşündü, işler tıkırındaydı.
Öyle mühim bir şeyin olabileceği yoktu.
- Gelsin, buyurdu.
Huzura giren başmüneccim, resmi
secdesinden kalktıktan sonra:
- Ah efendim, gayet korkunç bir felaket bizi
tehdit ediyor, dedi.
İmparator, dünyanın her şeyine vakıftı.
Şaşırdı. Görünürde savaş, kıtlık, ihtilâl gibi bir şey yoktu. Badem gözlerini
süzerek:
- Yanılıyorsun, dedi.
- Hayır efendim, muhakkak bir felaket!
- Savaş mı?
- Hayır.
- Ya ne?
- Bir yağmur, efendim.
- Yani taşkın.
- Hayır, yalnız yağmur…
İmparator, liyakatli başmüneccimin
saçmaladığına ihtimal vermezdi. Tekrar onu bir süzdü. Merakla sordu:
- Yağmur niçin bir felaket olsun?
- Bu yağmur çok sürecek.
- Sürsün.
- Suyundan kim bir damla
içerse deli olacak!
İmparator düşündü. Hakikaten felaket
korkunçtu. Tahmininde yanılıp-yanılmayacağını başmüneccimine tekrar sordu.
Zavallı alim bundan son derece emindi. Korkusundan tir tir titriyordu. Saraya
hemen bütün soylular toplandı. Günlerce süren görüşmeler, toplantılar sonunda
daha bu uğursuz yağmur başlamadan sarayın bütün sarnıçlarının, küplerinin,
vazolarının, mahzenlerinin yedek olarak temiz sularla doldurulmasına karar
verildi.
Aradan bir hafta geçmedi, başmüneccimin haber
verdiği yağmur hafif yağmaya başladı. Bir gün, iki gün oldu. Dinmedi, hızlandı.
Bardaktan boşanırcasına yağdı-durdu. Her tarafı sel aldı. Nehirler, çeşmeler,
oluklar taştı. Adeta mini mini bir tufan! Başmüneccimin haber verdiği felaket
hakikaten, aynen meydana geldi. Kim bu yağmurdan bir damla karışmış bir suyu
içerse hemen çıldırıyordu. On beş- yirmi gün içinde bütün halk çıldırdı. Yalnız
imparatorla yanındakiler, sarayda saklanmış sulardan içiyorlar, akıllarını
başlarında tutabiliyorlardı.
Uğursuz yağmur dinmedi. Memlekette çıldırmayan
kimse kalmadı. Umumiyetle deliren halk, işi öyle azıttılar ki; artık ne
soylular, ne hâkimler; saraydan sokağa çıkabiliyorlar, ne de içeriden-dışarıya
meram anlatabiliyorlardı. Bir curcunadır gidiyordu.
İmparatoru o zaman bir düşünce aldı. Bunun sonu
ne olacaktı. Evet, bir kere deli olan artık akıllanamıyordu. Zırdeli halk bahçe
surlarının etrafında toplanmış, gece-gündüz , sabah-akşam zurnalarla-
davullarla kulakları yırtan bir gürültü koparıyorlar:
- Delilere bakın, yuha,
yuha…, diye yedek sulardan içip akıllı kalanlara dillerini çıkarıyorlardı.
Bir gün geldi ki yiyecek filan almak
imkansızlaştı. Laf anlayan, söz dinleyen kalmadı. İdare bozuldu. Uğursuz
yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalanların felaketi çok dehşetliydi. Hayatları
tehlike içinde geçiyordu. Bir avuç kişiydiler. Milyonlarca delinin maskarası
oldular…
Fakat Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar bir
imparatordu. İşe yaramayan zarar getiren aklın, delilikten hayırlı bir şey
olamayacağını bilirdi. Bir sabah çılgın halkın tecavüzünden, eğlencesinden
ürkmüş yakınlarına:
- Herkesin içtiği sudan
hemen içiniz, emrini verdi.
Soylular, hekimler, filozoflar, hakimler:
- Aman efendim, akıllarımıza, ilimlerimize
yazık olur, diye karşı gelmek istediler.
İhtiyar imparator:
- Herkes deli olduktan sonra
birkaç kişinin aklına lüzum yoktur, dedi.
Uğursuz yağmurun sularından doldurttuğu ilk
kadehi kendi yuvarladı. O anda ufukları sarsan kahkahaları attılar. Surun
dışındaki curcunaya katıldılar.
Gel zaman-git zaman bu umumi
curcunanın adı "sosyal düzen" oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar
"delidir" diye tımarhaneye tıkıldı.
ÖMER SEYFETTİN
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar