ALEVİLERİN GÖRÜŞLERİ
Cibali Ocağı dedesi ve talipleri, kendi ocaklarının kurucusu olan Cibali Sultan’ın, Orta Asya’dan
gelen ve Çubuk yöresine
yerleşen Türk boylarından birisinin önderi olduğunu söylemişlerdir. Yine onlara göre Osmanlılar’ın yükselmesinden sonra saray ve çevresinde Türkçe konuşma ile alay edilmiş ve kınanmıştır. Bunun yanında aydınlar, Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan, halkın anlamadığı Osmanlıca adını alan bir dil kullanmışlardır. Fakat Aleviler öz Türkçe konuşmuş ve Alevi âşıklar Türkçe deyişler
söylemişlerdir.
Gerçekten de başta Türk dili olmak üzere Türk halk kültürünün korunması, geliştirilmesi ve yeni kuşaklara
aktarılmasında Alevilerin çok büyük hizmetleri olmuştur. Bunun için Alevilere ne
kadar teşekkür edilse azdır. Çünkü millet demek, kültür demektir. Kültürüne sahip çıkmayan ve bunu yeni nesillere aktarmayan bir toplum, millet olarak kimliğini koruyamaz
ve başka kültürler
içinde eriyip yok olur. Bunun tarihteki
en tipik örneklerinden ikisi Macarlar
ve Bulgarlardır. Bu iki millet,
soy olarak Türk olmalarına rağmen
Türk kültürünü yitirdikleri için bugün Türklükle ilgileri kalmamıştır.
Bundan başka onlara göre Alevilik; Allah’a, Peygamberine ve Kur’an’a inanan, Hz. Ali’ye talip olan ve Hz.
Hüseyin’in yolundan giden
topluluğun adıdır. Alevilik eşittir,
İslamiyet’tir. Bir
başka söyleyişle Alevilik İslamiyet’le
birlikte doğmuştur. Alevilik, özet olarak eline, diline ve beline sahip olmaktır.
Alevilik; ikrar vermekle
vücut bulur. Bir kişi, bütün benliğiyle Allah’a Resulüne ve Ehlibeytine bağlanarak, bir pirden el etek tutup ikrar verir ve bu ikrarına
sahip olursa (Alevi aileden doğmamış bile
olsa) Alevi olabilir.
Yukarıdaki açıklamalarla, yabancı araştırmacıların çoğunluğu ile bazı cahil Sünniler
tarafından ileri sürülen, Alevilerin Müslüman olmadığı, Ali’ye taptıkları ve
Ali’yi Peygamberden üstün tuttukları şeklindeki iddiaların hepsinin reddedilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bunun böyle olduğu akl-ı selim sahibi kişilerce
bilinmekle birlikte bu gerçeklerin bir Alevi dedesi ve talipleri tarafından açıklanmış olması, konunun
teyit edilmesi açısından
önem taşımaktadır.
Ayrıca dini anlama ve yorumlamalarında, sevgi unsurunun ağır basması; ikrar verme,
pir, mürşit,
talip, 4 kapı 40 makam gibi kavramları kullanmaları sebebiyle dede ve taliplerinin Aleviliği bir tasavvuf
yolu ve tarikat olarak
kabul ettikleri
sonucu çıkarılabilir.
Onlara göre cem törenlerindeki görgü ve
sorgu, Hz. Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellemin bir sünnetidir ve Müslümanlar arasında bu sünneti sadece Aleviler yerine getirmektedirler. Bununla birbirine küs olanlar
barıştırıldığı ve anlaşmazlıklar çözümlendiği için toplumsal barış sağlanmaktadır. Ayrıca bu törenlerde Alevi cemaatinin üyeleri eğitimden geçirilmekte ve böylece
Alevi süreğinin korunması mümkün
olmaktadır.
Ayrıca dede ve talipleri; namaz, oruç, Alevi köylerinde cami bulunmaması, Kur’an’ın değiştiği gibi Alevi-Sünni bütünleşmesine engel olan sorunların çözülmesine yardımcı olabilecek yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Onlara göre Aleviler, İslami akidelerin tamamına inanırlar. Ayrıca
cem törenleri tasavvufi ibadet olarak nitelenmiştir. Bununla Alevilikteki dört kapı (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) inancına göre, şeriat ibadeti olan ve camide kılınan namaz ile tarikat
ibadeti olan ve dergahta (halk deyimiyle cemevinde) kılınan halka namazı birbirinden ayrılmaktadır. Nitekim Çubuk yöresi Alevi köylerinin
çoğunda cemevi ile birlikte
cami de bulunmaktadır. Böylece cami ile cemevi birbirine
alternatif olmayıp ayrı ayrı fonksiyonları yerine
getirmektedirler.
Yine taliplerinden isteyen kişilerin Ramazan orucunu da tutabileceğini bu konuda herhangi bir dinsel
kısıtlamanın getirilemeyeceğini dile
getirmişlerdir. En önemlisi de
Ramazan ve
Kurban bayramları, her iki grup tarafından ortak değerler
olarak kabul edildiği için, hem Alevilerce hem de Sünnilerce kutlanmaktadır. Bu son derece önemlidir, çünkü bayramlar bir toplumun birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında önemli rol oynamaktadırlar.
Cibali Ocağı ve talipleri
Kur’an7ın değiştiği konusundaki şüphelere gayet tutarlı ve olumlu
cevaplar vermişlerdir. Onlara göre eğer sorunu, Ehl-i Beyt ile ilgili ayetler oluşturuyorsa, elimizdeki mevcut Kur’an’da Ehl-i Beyt’i öven bir çok ayet bulunmaktadır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim, Alevilerle Sünnileri önemli ortak bir noktada buluşturmaktadır. Bu konuda şüpheler
uyandırmanın ne ülkemize ne İslam dünyasına hiçbir yararı olmadığı gibi, üstelik parçalanmalara ve önemli
sosyal problemlere yol açabilir.
Raporda yer alan görüşlerin çoğuna katılmakla birlikte bazı noktalarda çekincelerimiz bulunmaktadır. Bunları şöyle
sıralayabiliriz:
Bugüne kadar görüştüğümüz Alevi dedeleri ve taliplerinin bir kısmının, “Kur’an’ın hak olduğu fakat 6666 ayet bulunması
gerekirken mevcut Kur’an’da 300-400 civarında
ayetin eksik olduğunu
ve muhtemelen bunların Ehlibeyt ile ilgili ayetler
olabileceği”, şüphesini taşıdıklarına şahit olduk. Her ne kadar Cibali Ocağı
dedesi ve talipleri, Kur’an’ın Alevi ve Sünnileri biraya getiren ortak bir değer olduğunu söylemişlerse de sonunda Kur’an’da 6666 ayet olması gerekirken, mevcut Kur’an’da bu sayının
eksik olduğunu sözlerine
eklemişlerdir.
Prof. Orhan Türkdoğan
(1995:394.)’a göre, Kur’an’ın değiştirildiği şeklindeki inançlar, aslında bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Çünkü 16. yüzyılda
Alevi düşünür ve bilginlerinin katledilmesi sonucunda Alevi toplulukları 300-400 yıl bilimsel
ve dinsel bilgilerden uzak kalmışlardır. İşte bu dönemde Batılı
misyonerler tarafından Kur’an’ın değiştiği inancı, Alevilere kasıtlı
olarak telkin edilmiştir. Bundaki amaç, Alevilerle Sünniler arasında yarılmalar oluşturup, kargaşa ve anlaşmazlık yaratmak ve böylece toplumsal
çözülmeyi gerçekleştirmek olabilir.
Gölpınarlı (1969:40-41)’ya göre Caferiler, “Şüphesiz Kur’an’ı Biz indirdik
ve Mutlaka onu koruyacak
da Biziz.” mealindeki (Hicr Suresi 9.) ayete dayanarak, “Kur’an’a tek bir sözün eklenmediği gibi, ondan tek bir sözün de çıkarılmadığına ve elimizdeki mevcut Kur’an’ın indirildiği gibi kaldığına” inanırlar. Çünkü Kur’an vahiy ile Hz. Muhammed’e indirilmiş, O Hz. Ali
kerremallâhü veche ile Hz. Fatma
aleyhisselâma öğretmiş,
onlardan da 12 imamlar olduğu
gibi öğrenmişler ve bugüne
kadar değişmeden gelmiştir.
Anadolu Alevileri ile Caferiler, Akaid ve fıkıh konularında İmam Cafer Sadık’a dayanmaktadır. O halde aynı kökten çıkan bu iki gruptaki inanç farkı, nereden gelmektedir? Bir topluluğun
inancı aynı kaldığı halde
diğerininkinin zamanla
değişmiş olabileceği akla gelmektedir.
Alevilerde olduğu gibi Sünniler
tarafından da Kur’an’ın 6666 ayet olduğu
söylenmekte ve hatta bu konuda
bir hadisin
bulunduğundan söz edilmektedir. Bir defa
bu hadis, gerçekten sahih midir?
Bunun ilahiyatçı hadis
uzmanlarınca açıklığa kavuşturulması
gerekir. Kaldı ki, bu hadis
sahih bile olsa, ayet ile hadis tercihinde
önceliğin ayete verilmesi gerekmektedir. Yukarıda konu edildiği gibi bu konuda “Mutlaka Kur’an’ı
Biz indirdik onu koruyacak da mutlaka Biziz” mealinde bir ayet (Hicr:9) bulunmaktadır. Bu ayete göre Allah
Teâlâ bizzat Kur’an’ı koruyacağını
bildirmektedir. İslam İnançlarına
göre her şeye gücü yeten
Tanrı’nın, Kur’an’ı korumaya
da gücü yeteceğinden şüphe yoktur. Eğer Kur’an’ın değiştiğini
kabul edersek, bu ayetin
doğruluğuna inanmamak veya Allah’ın Kur’an’ı
korumaya gücü yetmemesine inanmak gibi bir durum ortaya çıkacaktır. İslam akîdesi açısından
her ikisinin de kabul
edilmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan
Hz. Ali’nin torunları olan İmamlar,
Aleviliğin bütün inançlarını ve uygulamalarını nesilden nesle aktararak
bugünkü Alevilere ilettiklerine
göre, mevcut Kur’an’ın
dışında başka Kur’an
varsa (bunun eksikliklerini de tamamlayarak)
Alevilere niçin ulaştırmamışlardır? Herhalde
Ehlibeyt’in sımsıkı
koruyarak taliplerine ulaştırmaları gereken yegane
kaynak Kur’an olmalıdır.
Çünkü İslam
Dininin en temel ve
en başta gelen ve en güvenilir
kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir.
Bundan başka acaba 12 imamlardan hangisinin böyle bir iddiası bulunmaktadır?
Kanımızca Alevilere düşen görev, bunu sürekli tartışma gündeminde tutmak yerine, eksikliklerini iddia ettikleri ayetleri de içine alan Kur’an-ı Kerim’i ortaya çıkarmaktır. Eğer bu yapılamıyorsa eldeki mevcut Kur’an’ın
tam ve eksiksiz olduğuna inanmaktan başka
çare var mıdır?
Yine dede ve talipleri Kur’an’ın toplanmasında Hz. Ali’nin bilgisine başvurulmadığını ifade etmişlerdir. Doç. Dr İbrahim Sarıçam (1997:236), I. Halife
Ebubekir zamanında Kur’an nüshalarının biraya getirilmesi ve eldeki mevcut Kur’an
dışındaki nüshaların imha edilmesi konusunda Hz. Ali kerremallâhü veche ile birlikte
III. Halife Osman radiyallâhü anhın görüşlerinin alındığını yazmaktadır. Ayrıca Hz. Ali,
III. Halife Osman’a karşı çıkarken onun adaletli davranmadığını ve devlet görevlerine hep akrabalarını getirdiğini, söylemiştir. Bunlar arasında “Kur’an’ın toplanması sırasında kendisinin bilgisine başvurulmadığı için, eksik kaldığı”
şeklinde bir iddiası ve suçlaması
kaynaklarda yer
almamaktadır.
Görüşmede yer alan konulardan birisi de Alevi-Sünni evliliğidir. Konu ile ilgili
olarak Sünni kızın alınabileceği çünkü Alevi delikanlının onu Alevileştirebileceği, buna karşılık Alevi kızın Sünni bir erkekle
evlenmesinin kural olarak doğru olmayacağı, ancak damadın ikrar vererek Alevi olması halinde hoş görülebileceği, ifade edilmiştir.
Geçmişte Alevilerle Sünniler
arasında sosyal ilişkiler
fazlaca kurulmadığı gibi evlilik yoluyla sihri akrabalık da oluşmamıştı. Bu durum zıtlaşma ve çatışmalara zemin
hazırlıyordu. Toplumsal bütünleşmeye katkıda bulunması açısından
bu tip evliliklere karşı çıkmak yerine, bunun teşvik edilmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca istense de istenmese
de bu çeşit evlilikler, bir sosyal olgudur. Onun için bu sosyal gerçek, bizi rahatsız etmemeli ve üstelik ülke bütünlüğü açısından bunu
olumlu bir gelişme olarak değerlendirmeliyiz. Çünkü, nasıl dede kızı ile talibin evlenmesi Alevi yoluna aykırı
olmasına rağmen bu bugün normal
görülebiliyorsa, önlenmesi fiilen
mümkün olmayan Alevi-
Sünni evliliğine de bu açıdan bakmalıyız.
Bu
düşüncelerin dikkate alınması ve benimsenmesi
durumunda iki toplumun
(Alevi-Sünni) bütünleşmesini engelleyen faktörlerden
bazılarının ortadan kaldırılmış olabileceğini düşünmekteyiz.
Kaynak: Doç. Dr. İbrahim Arslanoğlu,CİBALİ OCAĞI
DEDESİ VE TALİPLERİNİN ALEVİLİKLE İLGİLİ
GÖRÜŞLERİ,G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar