ALEVİLİĞİN KÖKENİ TARTIŞMASI 'ALEVİLİĞİN GİZLİ TARİHİ'
`Aleviliğin Gizli tarihi` yazarı,
Erdoğan Çınar`ın Aleviliğin kökeni hakkındaki araştırmaları büyük tartışma
yarattı. Aşağıya aktardığımız bir tartışmayı yorumsuz olarak aktarıyoruz. Yazı
iki bölümden oluşuyor:
1) Hamza Aksüt`ün, Çınar`ın araştırmaları
hakkındaki eleştirisi.
2) Erdoğan Çınar`dan yanıt.
********
1) Hamza
Aksüt`ün, Çınar`ın araştırmaları hakkındaki eleştirisi:
ERDOĞAN ÇINAR SKANDALI
CONSTANTİNE-SİLVANUS'U ÜÇ HAMLEDE
PİR SULTAN'A ÇEVİRME TEKNİĞİ
Hamza Aksüt
Son yıllarda Türkiye'de Aleviliği
her yere, her topluluğa ve her inanca bağlama furyası başladı. Birkaç yıldır
Hititler ve Luviler revaçta. Hitit tezinin savunucusu Kemal Soyer. Erdoğan
Çınar, Kemal Soyer'den daha yiğit çıktı, Alevileri bir anda Hititlerden önceki
Luvilere bağladı. Ama bir gerçek var ki, Soyer'in ve Çınar'ın, "Kürt
Aleviler Ermeni kökenlidir" diyen Türk Tarih Kurumunun eski başkanı Yusuf
Halaçoğlu'nu sollamış olmaları.
Soyer ve Halaçoğlu'nu başka yazılara
bırakarak bu yazıda Çınar'ın tezlerini ele alacağım. Pardon, tezleriyle
birlikte çevirilerini de ele alacağım. Çınar'ın bilim ahlakı yönünden hangi
derecede olduğunu okurlar takdir edecek.
BÖLÜM I
ÖĞRETMEN PİR OLDU,
KİLİSE, ALEVİ OCAĞI
PİRLER OLDU St PAUL HAYRANI
Konuyu bilmeyenler için Erdoğan
Çınar'ın tezlerini birkaç cümleyle özetleyelim:
* Alevilerin kökeni, Hititlerden önce Anadolu'da
yaşamış olan Luvilere dayanır.
* Bizans döneminde Paulikienler denen dinsel grup
Alevidir.
* Paulikienler altı dede ocağı kurmuştur.
* Pir Sultan diye bilinen kişi aslında bir Paulikien
önder olan Silvanus'tur.
* Silvanus'a, Pir Silvanus demekte bir sakınca yoktur.
Böyle olunca Pir Silvanus'a Pir Sultan demekte de bir sakınca yoktur.
Silvanus'un başına gelenler Pir Sultan'ın da başına gelmiştir.
* Paulikienler, Hıristiyan değil, Alevidir.
Her şeyden önce Erdoğan Çınar,
Aleviliği Anadolu'ya özgü bir yapı sanmakta, Suriye, İran, Irak gibi ülkelerde
dede ocaklarıyla birlikte milyonlarca Alevinin yaşadığını bilmemektedir.
Ayrıca, Alevilerin Türk, Kürt, Arap ve Rom gibi etnik kökenlerini dikkate
almamaktadır. Gerçi bu, yalnızca Erdoğan Çınar'ın düştüğü bir hata değildir.
Türkiye'deki birçok araştırmacı aynı durumdadır. Bu nedenle Çınar'ın bu
yanılgısı mazur görülebilir.
Biz gelelim asıl konuya. Erdoğan
Çınar, kaynakları nasıl kullanmaktadır? Yabancı dilde yazılmış kaynakları
Türkçeye çevirirken tahrifat yapmakta mıdır? Bir başka deyişle, başta Alevi
aydınlar olmak üzere okurları kandırmakta mıdır? Eğer kandırıyorsa, yıllardır
bu kadar düşünce üreten aydın ve araştırmacı, Çınar'ın yazdıklarına nasıl
inanabilmekte ve yer yer ona övgüler dizebilmektedir?
Paulikienleri Alevi olarak sunmak
istediğinde, "Bizans ve Ortodoks Kilisesi arşiv kayıtları"nı
kullandığını söyleyen Erdoğan Çınar, hemen hemen tüm kaynak notlarında şu iki
kaynağı gösteriyor ve zaman zaman bunlardan bire bir çeviri yaptığını söylüyor:
a- Pecis,
ed. C. Astruc, W. Conus-Wolska, J. Goillard, P. Lemerle, D. Papachyryssanthou
and J. Paramelle, Peter of Sicily, T And M 4 (1970).
b- Pecis,
ed. C. Astruc, W. Conus-Wolska, J. Goillard, P. Lemerle, D. Papachyryssanthou
and J. Paramelle, Peter the Higoumenos, T And M 4 (1970).
(Not: Hemen belirtelim, Çınar sayfa
numarası da vermiyor. Bazen de s. 69-97 gibi "28 sayfalık bir aralık"
gösteriyor, ya da age. diyerek kitabın tümünü gösteriyor.)
Bizans görevlisi Peter of Sicily'nin
ve öteki Bizanslıların Grekçe yazdığı metinleri, Janet Hamilton ve Bernard
Hamilton İngilizceye çevirerek, Christian Dualist Heresies in the Byzantine
World adlı kitapta yayımlamışlardır. Çeviri için eski Slovence uzmanı Yuri
Stoyanoy yardımda bulunmuş. Peter'in kullandığı dil Grekçe. İngilizceye çeviri
yapan yazarlar, terimleri özgün haliyle de vermiş.
Her iki kaynak da dokuzuncu yüzyılda
Bizans devleti görevlisi olarak Paulikienler üzerine gönderilen Peter of
Sicily'nin tuttuğu notlardan oluşuyor.
(Not: Kaynak notlarına bakılırsa,
Erdoğan Çınar, Grekçe metni kullanmış ve zaman zaman bire bir çeviri yapmıştır.
Ancak, bu durum kuşkuludur. Sayın Çınar hangi dilden çeviri yaptığını
belirtirse kendi tezleri açısından da iyi olacaktır. Çünkü Çınar'ın
çevirisiyle, yukarıda adı geçen yazarların çevirisi arasında dağlar kadar fark
vardır. 'Grekçe uzmanı Çınar' metinleri doğru çevirmişse, bu üç yazar büyük zan
altında kalacaktır.)
İşte Size Erdoğan Çınar Usulü Çevirilerden Örnekler
1- Erdoğan Çınar'ın Çevirisi:
(Bizans görevlisinin Paulikienler
hakkında tuttuğu notlardan bir bölüm)
"Papazlarımızı ve
hiyerarşinin diğer özellerini reddediyorlar. Kendi papazlarına 'pir' ve
'rehber' diyorlar ve papazları kıyafet ve diyetleriyle veya yaşam biçimleriyle
diğerlerinden ayırt edilemiyor." (Erdoğan Çınar, Kayıp Bir Alevi
Efsanesi, s. 145)
Ne güzel değil mi, insanın buldum
buldum, diye bağırası geliyor. Bizans döneminde, Anadolu'da dinsel önderlerine
pir ve rehber diyen bir inanç grubu var! Tam da bizim Aleviler! Peki, kim
yazmış bunu? Paulikienlerin üzerine gönderilen Bizanslı bir görevli: Peter of
Sicily.
Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi
"They reject our priests and
other members of our hierarchy. They call their own priests synekdemoi and
notaries; they are not distinguished from the others by dress or diet or the
rest of their manner of life."
Metinde ne pir var, ne de rehber.
Metnin Doğru Çevirisi
"Onlar, papazlarımızı ve
hiyerarşimizin diğer üyelerini reddediyor. Papazlarına synekdemoi ve notaries
diyorlar; giyim, diyet ya da yaşam biçimiyle diğerlerinden ayırt edilemiyorlar."
Görüldüğü gibi, ne pir var ne de
rehber. Pir ve rehber, Çınar'ın uydurması. Sözü edilen insanlar, din adamlarına
synekdemoi ve notary diyor. Çeviri ile ilgili bilim ahlakı yönünden takdir
okurların.
Peki, synekdemoi ne? Yeni Ahit'te,
St Paul'ün yardımcısı olan Hıristiyan papazlara verilen ad. Sözcük,
"yol/gezi arkadaşları" (travelling companions) anlamında. (Janet
Hamilton…, aynı yapıt, s. 10)
Erdoğan Çınar neden pir sözcüğünü
kullanıyor? Gayet açık: Silvanus'u, daha sonraki sayfalarda Pir Silvanus olarak
sunacak, sayfalar ilerledikçe Pir Silvanus'u, Pir Sultan'a çevirecek de ondan.
(Peter of Sicily'e göre Paulikienler, Silvanus ve öteki din adamlarına
didaskalos da diyorlar. Grekçe bir sözcük olan didaskalos, öğretmen anlamında
(didakt, öğretme).
2- Erdoğan Çınar'ın Çevirisi:
Konu: İmparatorluk görevlisi Symeon,
Constantine/Silvanus'u (Erdoğan Çınar'ın Pir Sultan'ı) taşlatıp öldürüyor. Daha
sonra başkent İstanbul'a dönüyor. Yaptığına pişman oluyor ve Cibossa'ya dönüp
Silvanus'un yerine geçiyor.
"Üç yıl boyunca İstanbul'da
kaldı. Şeytan tarafından bütünüyle ele geçirilmiş olarak yalnız bir yaşam
sürdü. Ardından her şeyi terk edip gizlice kaçtı. Sivas'a geri döndü."
(Aleviliğin Kökleri, s. 78)
Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi:
"He was recalled to the
emperor and stayed for three years in Constantinople, living privately, and was
compeletely taken over by the devil. He abandoned everything and ran away
secretly, and came to the aforesaid Cibossa."
Çeviri bir şey dışında doğru. Çınar,
Cibossa'yı Sivas olarak çeviriyor. Bizans döneminde Sivas'ın adı Sebastia. Pir
Sultan Sivaslı olduğu için Çınar, Cibossa'yı Sivas olarak sunuyor.
3- Erdoğan Çınar'ın çevirisi:
"Kendisine Titus diyen,
İmparator'un emriyle Silvanus'u taşlatan ve onun ardından Sivas'taki ikinci
'Pir' olan ve Justus tarafından Şebinkarahisar piskoposuna ihbar edilen ve
İmparatorun emriyle Silvanus'a atılan taşların oluşturduğu kümenin hemen
yanında yakılan Symeon'a lanet olsun." (Aleviliğin Kökleri, s. 143)
Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi:
"Anathema to Symeon who
called himself Titus, who, after he had stoned Constantine on the emperor's
orders, became the second teacher at Cibossa, was denounced by Joseph his
disciple to the bishop of Colonea, and was by the emperor's order brunt near
the heap of stones where Constantine had been stoned."
Metnin Doğru Çevirisi
"Kendisine Titus diyen,
imparatorun emriyle Constantine'i taşlatan, daha sonra Cibossa'da ikinci
öğretmen olan, Justus tarafından Colonea piskoposuna ihbar edilen ve
imparatorun emriyle Constantine'e atılan taş yığınının yanında yakılan Symeon'a
lanet olsun."
Metinde "pir" yok,
"teacher" (öğretmen) var. İngilizceye çevirenler bunu didaskalos
yerine kullanmışlar ki, gayet doğru. Öyleyse Symenon nasıl ikinci pir oluyor?
Metinde Sivas da yok, Cibossa var. Bizans döneminde Sivas'ın adı Cibossa değil,
Sebastia. (Metini yorumlayan uzmanlar, Cibossa'nın neresi olduğunun
bilinmediğini belirtiyor: "Cibossa is not otherwise known.") Erdoğan
Çınar buna neden gerek duymuş? Çünkü Pir Sultan Sivaslı, öyleyse Cibossa'yı,
Sivas olarak sunmak gerek! Erdoğan Çınar hızını alamayıp o kadar ileri gidiyor
ki, yer yer Cibossa'yla kastedilen yeri Yıldız dağlarının eteği (yani Pir
Sultan'ın yaşadığı yer) olarak sunuyor.
Metinde taşlanan kişinin adı
Constantine. Çınar bunu Silvanus olarak çeviriyor. Neden? Çünkü aşağıda da
değineceğimiz gibi Silvanus'un asıl adı Constantine. Çınar Constantine adını
okurlardan gizliyor.
4- Erdoğan Çınar'ın Çevirisi:
Konu: Silvanus'un taşlanarak öldürülmesi.
Constantine/Silvanus'u taşlatan İmparatorluk görevlisinin adı Symeon.
"Symeon geldi, yerli
yöneticilerden Typhon adında birini kılavuz olarak yanına aldı.Sivas'ta herkesi
toparladı ve Şebinkarahisar kalesinin güneyine götürdü ve onlara önlerinde bağlanmış
halde bulunan biçareyi taşlamalarını emretti. Herkes eline bir taş aldı ama
kendilerine Hakk'tan yollandığını düşündükleri pirlerine atmamak için,
ellerindeki taşı arkalarına fırlattılar.
Şimdi evlatlığına verdiği eğitimin
ve öğrettiklerinin ödülünü alıyordu. İmparatorluk görevlisinin verdiği emir
üzerine Justus eline bir taş aldı ve ikinci bir Goliath gibi taşı ona fırlatıp
onu öldürdü." (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 158; Aleviliğin
Kökleri, s. 142)
Grekçe Metnin İngilizceye Çevirisi:
"Symeon arrived, took as his
companion one of the local archons, named Typhon, and going to the place,
gathered them all together and took them to the south of kastron of Colonea.
There he made the wretch stand with his disciples facing him, and ordered them
to stone him. They picked up the stones, and dropping their hands as if to
their girdles, they threw the stones behind them, so as not to hit their
teacher, whom they belived had been sent to them by God. Now this Salo-anus had
sometime previously adopted a certain Justus and taught him the Manichaean
heresy. He now recieved from him a fitting reward for this education and
teaching. On orders from the imperial official, Justus picked up a stone, hit
him like a second Goliath, and killed him."
Metnin Doğru Çevirisi:
"Symeon ulaştı. Yanına yerel
yöneticilerden Typhon adında birini aldı, onları topladı ve Colonea kalesinin
güneyine götürdü. Onlara, önlerinde duran biçareyi (ya da kötü adamı)
taşlamalarını emretti. Taşları aldılar, ama Tanrının (God) kendilerine gönderdiğine
inandıkları öğretmenlerine vurmamak için arkalarına attılar. Salo-anus, Justus
adında birini evlatlık edinmiş ve ona Maniheist sapıklığını öğretmişti. Şimdi,
bu eğitimin ve öğretimin ödülünü alıyordu. İmparatorluk görevlisinin verdiği
emir üzerine Justus, eline bir taş aldı ve ikinci bir Goliath gibi taşı
fırlatıp onu öldürdü."
Metinde 'Hakk' sözcüğü yok, 'God'
var. Hıristiyanların tanrı anlamında kullandığı sözcük. Çınar neden 'God'ı,
'Hakk' olarak sunuyor? Gayet açık: Alevilikte Hakk terimi var ya.
Metne göre Silvanus taşla
öldürülmüş. Erdoğan Çınar bunu yeterli görmüyor, metinde olmadığı halde, taşla
öldürülen bu kişiyi bir de "astırarak idam" ettiriyor. Neden bunu
yapıyor? Gayet açık, Pir Sultan asıldı ya!
"Pir Silvanus Yıldız
Dağı'nın eteklerinde önce Symenon'un emri ile kendisine 'yol oğlu' olarak
aldığı, en sevdiği müridi tarafından başlatılan taş yağmurunun altında kaldı.
Sonra da asılarak idam edildi." (Aleviliğin Kökleri, s. 142)
Metinde "yol oğlu" terimi
yok. Çınar bunu neden uyduruyor? Justus'u, Hızır Paşa yapacak ya ondan! Yıldız
Dağı da nereden çıktı? Hiçbir metinde yok. Hatta metinlerde Sivas'ın adı bile
geçmiyor. Sivas'ın Bizans dönemindeki adı Sebastia.
Colenea, Şebinkarahisar. Metinde
"Colenea'nın güneyi" deniyor. Çınar, Yıldız dağının Şebinkarahisar'ın
güneyinde olduğunu söylüyor. "Yıldız Dağı, Şebinkarahisar ile 'Cibosso
Kastronu'nun (Sivas Kalesi) arasında Şebinkarahisar'ın güneyinde Sivas
Kalesi'nin kuzeyindedir." (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 170-171)
Acaba Erdoğan Çınar hiç haritaya baktı
mı? Yıldız Dağı, Şebinkarahisar'ın bir hayli batısındadır.
Ayrıca, metinde Maniheizm'den söz
edildiği halde Çınar bu bölümü neden almamış? Aslında alabilirdi. Maniheist
terimini Alevi olarak çevirebilirdi!
Erdoğan Çınar devam ediyor: "En
sevdiği müridinin attığı taş ile Hakk'a yürüyen Mananalisli Pir Silvanus,
Alevilerin ünlü mürşidi ve Alevi sözlü geleneğinin kurucusu ve büyük ustası Pir
Sultan Abdal'dır." (Aleviliğin Kökleri, s. 142-143)
Çınar'ın, Silvanus'un asıl adı olan
Constantine'i okurlardan nasıl gizlediğini aşağıda göreceğiz.
Paulikienlerin "Cem Evi"
"İn an allegory, when
adressing us they refer to their own assemblies as the Catholic Church, but
among themselves they refer to them as oratories. (proseuchai) (Janet
Hamilton…, aynı yapıt, s. 95)
Burada söylenen ne: Paulikienler,
Katolik kilisesine gittiklerini söyleseler de bu bir kandırmacadır. Aslında
proseuchai dedikleri küçük mabetlere gitmektedirler. Sayın Çınar, bu terimi
"cem evi" olarak tercüme etmekte bir sakınca görmemektedir. (Bakınız,
Aleviliğin Kökleri, s. 137; Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 144)
Paulikienlerin Katolik kilisesine
gitmemesi gayet doğaldır, çünkü onlar Paulikiendir.
KİLİSELER BİR HAMLEDE ALEVİ OCAKLARINA NASIL ÇEVİRİLİR?
"Anathema to those who say
that there are six Paulician Churches, Macedon, which is a kastron of Colonea
called Cibossa, which Constantine/Silvanus taught and Symeon/Titus; Achea,
which is Mananalis, a village is Samosata, which Genesius/Timothy taught; the
church of the Philippians, taught by Joseph/Epaphroditus; the churc of the
Laodiceans, that is the people of Mopsuestia; the church of the Ephesians, who
are the Cynochoritae; these there Churchs were, they say, seduced by
Sergius/Tychicus."
Başka bir metin:
"They say that there are six
Churches in their confession; the Church of Macedonia, Which is kastron of
Colonea; Cibossa, which was instructed by Constantine/Silvanus and
Symenon/Titus; Achea, which is a village of Samosata; Mananalis, Which was
instructed by Gegnesius/Timothy; the Church of the Philippians, by which they
mean the disciples of Joseph/Epaphroditus and Zacharias whom they call the
hireling shephered; the Church of Laodiceans, by which they mean the people of
Argaoun, and that of the Colossians, meaning the Cynochorites. These three Churches
were, they say, instructed by Sergius/Tychius." (s.94)
Bu paragraflarda dile getirilenler
şunlar:
Altı kilise var.
1- Makedon Kilisesi: Constantine/
Silvanus ve Symeon/Titus tarafından kurulmuş.
2- Achea Kilisesi: Samaosata'da
Gegnesius/Timothy tarafından kurulmuş.
3- Phlippians Kilisesi:
Joseph/Epaphroditus tarafından kurulmuş.
4-Laodiceans Kilisesi: Mopsuestia ya
da Argaoun halkının kilisesi ve Sergius/Tychius tarafından kurulmuş.
5- Efes Kilisesi: Aynı kişi
tarafından kurulmuş.
6- Colossians Kilisesi: Aynı kişi
tarafından kurulmuş.
Erdoğan Çınar Bu Metinlerden Şu
Alevi Ocaklarını Çıkarıyor:
"Bizans ve Ortodoks Kilisesi
arşiv kayıtlarında altısı Anadolu'da bir tanesi de Balkanlar'da olmak üzere
yedi Alevi ocağından bahis olunmaktadır... Tahtacı Sergius'un Hakk'a
yürümesinden sonra, sekiz yüz kırklı yıllarda Anadolu'da altı büyük Alevi
ocağının varlığını tespit edebiliyoruz..."
1- Mananakian Ocağı:
Çınar'a göre bu ocağın kurucusu,
yedinci yüzyılda Mananalis'ten Sivas'a giderek Banaz'a yerleşen Pir Silvanus.
Ocağın iki kolu var. Biri Banaz'da biri de Pülümür'ün Haculiye köyünde.
Şu bizim Hacılı köyü, Haculiye
olmuş. Erdoğan Çınar'ın Hacı sözcüğü alerjisinden mi acaba? (Aşağıda bu
alerjiden söz edilecektir.) Ocağın adı neden Mananakian? Ocağın bulunduğu coğrafyanın
adı Mananalis de ondan. Mananalis neresi? Kaynak olarak kullandığı Bilge
Umar'ın kitabına göre "Tercan ile Kiğı arasında, Tuzla Suyu güney
yanında uzanan bölgenin Bizans çağında kullanılan adı. Kökenini, öz biçimini,
anlamını saptayamadım." (Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar, s.
541). Sayın Umar, sözcüğün anlamını saptayamamış ama Sayın Çınar saptamış:
"Mananakian Ocağı adından da kolayca anlaşılacağı üzere 'Ma/Kadın
Ana'ya atfedilmişti." (Aleviliğin Kökleri, s. 150). Oysa
"Ma" sözcüğünün anlamını saptayan Bilge Umar. Ne diyelim, çırak
ustayı geçer derler! Bizim Malatya'nın "ma"sı da Kadın Ana'yla mı
ilgili acaba? Yok canım, Malatya'nın eski adı Melitene.
Çınar'a göre bu ocak mensupları
Ortodoks kilisesinin ve Bizanslıların baskısı nedeniyle Mananakian değil,
Makedonian adını kullanıyordu. Böylece küçük bir değişiklikle tüm baskılardan
kurtulmuş oluyorlardı. "Bu sebeple Pir Silvanus'un Yıldız Dağı'nda
kurduğu ocak Bizans kayıtlarına ve Ortodoks metinlerine 'Makedonya Ocağı'
olarak geçti." (Aleviliğin Kökleri, s. 140-141)
Baskıdan kurtulan Paulikienler mi
yoksa kaynakların baskısından kurtulmak isteyen bir Erdoğan Çınar mı söz
konusu?
2- Achean Ocağı:
"Ortodoks kaynaklarında bu
Alevi ocağının Timothy tarafından Mananalis'te Samosata'nın (Şimşatkale-Palu)
bir köyünde kurulduğu ifade edilmiştir... Ağuçen Ocağı'nın dedeleri Ocağın
merkezinin Elazığ-Palu arasındaki Sün Köyü olduğunu söylemektedirler ki
verdikleri bu coğrafi aidiyet bilgisi Bizans kayıtlarındaki Achean Ocağı'nın
merkezi ile bire bir örtüşmektedir. Achean ocağının bugüne ulaşabilen bir başka
kolu da Kurachean (Kureyşan) ocağıdır. Palu'nun Seydili köyündeki Seyit Sabu
ocağı, Acean ocağının bugüne ulaşmış bir başka koludur. Aynı şekilde
Acheanlardan koparak zaman içinde ayrı ocaklar halinde örgütlenen Derviş Cemal,
Baba Mansur, Şah İbrahimli ve Şah Ahmetli Alevi ocakları da bu ocağın
ardıllarıdır. Achean-Ağuçan ocağı ve bu ocaktan kopan ocak mensupları Palu,
Elazığ, Tunceli ve Mazgirt köylerinde, kendi ana yurtlarında, halen yaşamaya devam
ediyorlar." (Aleviliğin Kökleri, s. 151)
Achea'daki kilise oldu Ağuçen ocağı!
Achea'nın sonuna "n" harfi birdenbire ekleniverdi. Kilisenin (pardon
ocağın) kurucusu Genesius. Bu kurucu Timothy adını alıyor. Neden alıyor bu adı?
Timothy, Hıristiyanlığın büyük kurucusu ve yayıcısı St Paul'ün müridi de onun
için. Avuçan ocağının kurucusu, St Paul'e ne kadar hayran! Avuçan ocağının
hangi kurucusu acaba? Köse Seyyid mi, Mir Seyyid mi, Seyyid Mençek mi, Koca
Seyyid mi?
(Not: Çınar, bir çırpıda bir sürü
ocak adı sayıyor, Derviş Cemal, Baba Mansur, Şah İbrahimli, Şah Ahmetli
ocaklarını bir çuvala dolduruyor. Aşağıda, birinci kitabında dile getirdiği
dede ocaklarına da değineceğim. Ayrıca, Sün köyü Elazığ ile Palu arasında
değil. Coğrafyayı değiştirmeye gücümüz yetmez.)
3- Epaphroditus Ocağı:
Çınar'a göre bu kiliseyi (pardon,
ocağı) Epaphroditus kurmuş.
"Pek çok defa güvenlik
nedeniyle yer değiştiren bu kurucunun son durağı Orta Toroslarda, bugünkü Abdal
Musa ocağının yakınlarında, Antalya'nın kuzeyinde, Burdur'un Bucak ilçesi
Ürkütlü beldesindeki Komama antik kenti oldu. Bu ocak günümüzde Abdal Musa
ocağı olarak biliniyor." (Aleviliğin Kökleri, s. 151-152)
Erdoğan Çınar'ın kaynak olarak
kullandığını söylediği Bizans ve Ortodoks Kilisesi kayıtlarındaki Epaphroditus kim
acaba? Asıl adı Joseph olan bu kişi, kendisine Epaphroditus adını seçiyor.
Neden bu adı seçiyor: St. Paul'ün Colessanlara yazdığı mektuplarda
"kardeşim" dediği kişi Epaphroditus. Bizim Epaphroditus, yani Joseph,
Pisidia'daki Antioch'a gidiyor ve Philippi kilisesini kuruyor. (Peter Of
Sicily'nin notlarından:... but Joseph escape and run off as a fugitive
towards Phrygia, and leaving there, he settled in Antioch in Pisidia.
(Janet Hamilton, s.82, Kilise kurmasıyla ilgili bilgi için bak, aynı yapıt,
s.18: Epaphroditus escaped arrest and went to Antioch in Pisidia in Central
Anatolia, which had been evangelized by St Paul. There he founded the Paulicien
Church of Philippi.)
Kiliseye bu adı vermesinin nedeni,
St Paul'ün Epaphroditus'unun da aynı adlı kilisenin üyesi olması. Yani, hem
Joseph'in aldığı ad, hem de kurduğu kiliseye verdiği ad, St Paul ekolünün ad
vurma geleneğinden. Çınar, kilisenin (pardon, ocağın) adını neden Philippi
değil de Epaphroditus olarak sunuyor, anlamak güç.
Bir dakika, Pisidia'daki Antioch
neresi? Çınar'ın kaynak olarak kullandığı (ama kaynak olarak göstermediği)
Bilge Umar'ın tespitine göre bugünkü Yalvaç'ın atası. (Bilge Umar, aynı yapıt,
s. 78) Erdoğan Çınar, kilisenin (pardon, ocağın) yerini Burdur'un Ürkütlü
beldesindeki Komama olarak sunuyor. Çınar bunu neden yapıyor? Çünkü ona 'ma'
hecesi içeren yer adları gerek. Komama, 'Kutlu Ananın Halkı' demek. (Bilge
Umar, aynı yapıt, s. 458)
Erdoğan Çınar'ın kaygısı belki de
Yalvaç'ın St Paul'ü hatırlatmasını önlemek. Çünkü, St Paul'ün ilk yolculuğunda
uğradığı yerlerden biri Yalvaç. Hıristiyanlık tarihinde en önemli yerlerden
biri.
4- Laodikian Ocağı:
Çınar'a göre kurucusu Tahtacı
Sergius. Bu kişi taliplerini Arguvan'a çağırmış, çağırıya uyanlar Laodikianlar
olduğu için ocak bu adı almış. Ocağın merkezi de çok ilginç: Arguvan. "Achean
ocağından Sergius'un daveti üzerine yurtlarını terk ederek Arguvan'a yerleşen
Acheanların merkezi Arguvan'ın Merzirme köyüdür. Acheanların bu kolu günümüzde
Şah İbrahimliler olarak bilinmektedir." (Aleviliğin Kökleri, s. 152)
Ne diyelim! Bizim Dede Garkınlı Şeyh
İbrahim Veli ve talipleri meğer Avuçanlıymış. Şeyh İbrahim de herhalde Tahtacı
Sergius'un halifelerinden birisidir! Zaten söylemlerinde ve gülbanklarında
Sergius adı bolca geçiyor! Şeyh İbrahim'in musahibi Ali Seydi kim acaba? Ona da
Grekçe bir ad bulmak gerek! (Merzirme, Arguvan'a değil, Hekimhan'a bağlı.
Samimiyetimle söylüyorum, Çınar'ın bu hatası mazur görülebilir. Sadece bilgi
olsun diye belirtiyorum.)
Ocağın kurucusu Sergius, kendisine
Tychicus adını seçiyor. Tychicus, St Paul'ün risalesinde "Lord'un sadık
müridi" olarak anılan kişi.
Sergius, Galatia'da (Ankara yöresi)
doğmuş bir Grek. Bu bölgedeki çalışmalarından sonra Niksar yakınındaki
Cynochorion'a gidiyor ve burada Laodicea kilisesini kuruyor. Burada çıkan
olaylar sonunda Sergius ve müritleri Arguvan'a giderek Astatoilere katılıyor.
5- Efes Ocağı:
Çınar'a göre Kurucusu Sergius. Bizim
Tahtacı Sergius! Ocağın merkezi İzmir'in Narlıdere kasabası. Bu ocağın bir
başka kolu Emirbeyli olarak biliniyor. Çınar'ın daha önceki kitabında
Timurbeyli olan ocak, son kitabında bu kez Emirbeyli olmuş. Hacı Emirli ocağını
kastediyor herhalde. Ocağın kurucusu İbrahim Sani. Ne yapsın sayın Çınar, Hacı
adını kullansa olmuyor, İbrahim ve Sani adlarını da kullanamıyor. En iyisi,
Arapçayı çağrıştırmayan Timurbeyli ve Emirbeyli adlarını kullanmak. Gerçekten
de zor bir durum. Çınar'ın yerinde olmak istemezdim. (Sayın Çınar da
"asimile olmuş" Alevi yazarlar ve yöneticiler gibi "hacı"
terimini Kâbe'yi ziyaret etmiş kişi olarak mı anlıyor acaba? İngilizce sözlükle
Türkçe metni açıklamak gibi bir şey bu.)
Efes, St Paul'ün yaşamında önemli
bir yere sahip.
6- Niksar Ocağı:
Çınar'a göre kurucusu Sergius. Bizim
Tahtacı Sergius! Mürşidi ise Baba İlyas. Danişmendliler on birinci yüzyılda
burada bir devlet-dergâh kurmuş. (Aleviliğin Kökleri, s. 153-154)
İyi de, bir kişi nasıl üç ocak
kuruyor? Kilise kursa anlayacağız. Alevilikte bir eren yalnızca bir dede ocağı
kurar ve o ocak, kurucusunun adıyla anılır. Sayın Çınar, dede ocağını bir bina
ya da tekke mi sanıyor yoksa? Dede ocağı, bir dede grubuyla, o dede grubunun
taliplerinin toplamı olan sosyal yapıya verilen addır.
7- Dimetoka Ocağı:
Çınar'a göre zorunlu göç nedeniyle
Anadolu'dan Balkanlara taşınan Alevi toplulukların mürşit ocağı olarak on
birinci yüzyılda ortaya çıkmış. Ocağın merkezi Dimetoka. Çınar'ın kastettiği,
Hacı Bektaş ocağına bağlı olan Kızıldeli ocağı herhalde. Yalnız, sayın Çınar,
bu ocak kurucusunun adını vermeyi unutmuş. St Paul'ün hangi adamı kurdu acaba
Kızıldeli ocağını?
Peki, Çınar'ın Alevi Ocağı Kurdurduğu Bu Kişiler Kendilerine Hangi Adları
Seçiyorlar?
Ya da "Ocak Kurucuları"nın Tümü St Paul Hayranı!
Symeon/ Titus:
İmparatorluk görevlisi Peter of Sicily, Symeon'un kendisine iyi bir ad seçerek
Titus adını aldığını belirtiyor ve şöyle diyor: "Ona Titus demeyeceğim,
Ketos diyeceğim. Çünkü Titus, St. Paul'ün Crete'ye atadığı piskopos."
Ketos ne, balina. Denizlerde hırsız gibi pusuya yatan balina.
Erdoğan Çınar, Peter of Sicily'nin
bu notunu kitabına almış, ancak, St Paul bölümünü ... ile geçiştirerek
paragrafı şöyle tercüme etmiş:
"Ben ona Titus değil Kelos
(Balina) diyeceğim. Ne de olsa kendisi denizin derinliklerinde saklanan balina
gibiydi... Bazen denizciler ne olduğunun farkına varamaz ve (ada
büyüklüğündeki) balinanın üzerine kanca atıp gemilerini bağlarlar."
(Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 163)
Çınar'ın çevirdiği paragrafı aynen
verelim:
"I will not call him Titus,
for he was not the imitator of Titus whom Paul ordained a bishop in Crete, but
Ketos ('whale'). He was like the whale of the sea which lurks in the water.."
(Janet Hamilton, aynı yapıt, s. 79)
Görüldüğü gibi Çınar, Titus'un St
Paul'ün atadığı bir piskopos olduğunu ifade eden bölümü saklıyor, okura
sunmuyor, okurları kandırıyor.
Genesius/Timothy: Timothy, St
Paul'ün Book of Act'ine göre St Paul'ün müridi. ("Timotheus/Timothy, was a
disciple of St Paul, see Acts 16.1" (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 80
dipnot)
Joseph/Epaphroditus: Joseph bu
adı niye almış? Hristiyan mitolojisine göre Epaphroditus, St. Paul'ün
"kardeşim, yoldaşım ve askerim dediği kişi." Erdoğan Çınar'ın Alevi
Epaphroditus'u, St. Paul'ün misyonerlik yaptığı Pisidya'ya gidiyor ve kilise
kuruyor.
Sergius/Tychicus: Sergius bir
Grek ve Galatia'daki (Ankara yöresi) Tavium'un bir köyünde doğmuş. Adını niye
Tyhchicus diye değiştirmiş? Tyhchicus, St. Paul'ün, Ephistel'de tanımladığı
gibi, "Lord'un aziz ve sadık kardeşi" (a beloved brother and
faithful minister in the Lord" EPH. 6.21)
Sergius'un takipçilerine Astatoi
deniyor. Bu ad, St. Paul'ün "bizler evsiz, barksız gezenleriz"
ifadesi ile açıklanıyor.
Sergius, St. Paul gibi pastoral
mektuplar yazmış.
Constantine/Silvanus (Erdoğan
Çınar'ın Pir Sultan'ı): Peter of Sicily'nin yazdığına göre
Constantine, Mananalis'ten ayrılarak Cibossa'ya gidiyor. Kendisinin, Paul'ün
mektubunda Makedonya'ya gönderildiğinden söz edilen sadık müridi olan havari
olduğunu söylüyor. "Siz Macedonian'sınız. Ben Paul'ün size gönderdiği
Silvanus'um" (Janet Hamilton, aynı yapıt, s. 78).
Constantine, (Çınar'ın Pir Sultan'ı)
kendisine Silvanus adını seçiyor ama Bizanslı görevliler ona bu adı layık
görmüyorlar, sahte Silvanus diyorlar. "Also called pseuda-Silvanus"
(Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 101).
Onlar sahte Silvanus diyorlar ama
Çınar, Silvanus'un asıl adı olan Constantine'i okurlardan saklıyor, yazılarında
hep Silvanus'u kullanıyor. Neden acaba?
"Bu isim, 680 yılında
Sivas'ta asılan "Pir"in asıl adı değildi. Pir Silvanus bu ismi Alevi
sözlü geleneğinin başlatıldığı ve kurumlaştırıldığı Cibossa (Sivas) Alevi
ocağını kurduktan sonra aldı..." (Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 159)
Kısacası: Constantine ve ardılları,
St Paul'ün müritlerinin adlarını alıyorlar. Kurdukları kiliselere de hep St
Paul'ün ziyaret ettiği yerlerin adını veriyorlar. (Later didaskaloi followed
Constantine's example and took the names of Paul's disciples, and also called
their churches after places visited by Paul. J. Hamilton..., aynı yapıt,
s.12) Yaşadıkları olaylar da Paul zamanındaki olaylara benziyor. Eğer Çınar'ın
Pir Sultan olayı bunlardan biriyse Pir Sultan'ı Hıristiyanlığın ilk şehidi
Stephan olarak ele alabiliriz. Ne diyelim.
Constantine Silvanus'un İki Kitabı
Erdoğan Çınar Draconus adında
birinin Suriye'de bir süre tutuklu kaldıktan sonra bir yolunu bularak
kaçtığını, köyüne dönerken yol üstünde Palu'ya uğradığını belirttikten sonra
Silvanus'u, Draconus'un huzuruna çıkarıyor ve niyaz aldırıyor. Yaza kadar bu
iki "pir" uzun uzun sohbet edip yolun erkânını derince konuşuyorlar.
Draconus giderken Constantine Silvanus'a iki kitap veriyor. Silvanus bu iki
kitabı önce kalbinin üzerine, sonra dudaklarına götürüyor, ardından ikisini de
heybesine koyuyor. Ve "mürşidi"ni yol ayrımına kadar uğurluyor.
(Kayıp Bir Alevi Efsanesi, s. 150-152)
Çınar'a göre bu kitaplardan birisi
"Kudret (Dynasis)." Çınar öteki kitabın adını vermiyor.
Peki, Peter of Sicily bu konuda ne
diyor: Suriye'den dönen bir mahkum Constantine'e iki kitap veriyor. Bunlardan
birisi Gospel, öbürü de Apostle. Sicily'nin yazdığını aynen alalım: "This
man entertained in his house for some time a certain deacon, a prisoner who was
returning to his own country from Syria and came first to Mananalis. All this
we found by careful enquriy. The prisoner was bringing back from Syria two boks
one of the holy Gospel and the other of the Apostle, which he presented to Constantine
in return for his hospitalıty." (Janet Hamilton…, aynı yapıt., s. 76)
Gospel İncil demek. Apostle ise St
Paul'ün yazdıkları.
Buna göre Suriye'den gelen iki kitap
tamamen Hıristiyanlıkla ilgili. Üstelik Hıristiyanlığın temel metinleri.
Bunları Alevi kitapları diye yutturmaya çalışmaya ne demeli?
Çınar'ın sözünü ettiği kitap
"Dynamis" Bizans Kilisesi'nin onuncu yüzyıla ait lanetleme
metinlerinde geçiyor. Bu bölümde kilise yetkilisi kendisine aykırı görüşlere
sahip olan tüm mezhepleri, "şeytana tapanları" vb. ile birlikte
Paulikienleri de lanetliyor. O kadar ki, Katolik Kilisesine aykırı düşünenleri
lanetliyor:
"Anathema to those who dont
think as the Holy Catholic Apostolic Church thinks." (J. Hamilton, s,
109)
Peki, Dynamis nedir?
Dynamis, bir gnostik çalışmadır.
Hıristiyanlığın da gnostizmi vardır. Bizans metinlerini inceleyen ve yayımlayan
araştırmacılara göre Paulikienlerin geleneğinde herhangi bir gnostik (ya da
maniheist) etkinin izleri yoktur. Gnostik nitelemesine erken anti-heretik
Ortodoks kaynaklarda rastlanmaktadır. (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 8, 109
dipnot)
Peki, Erdoğan Çınar okuduğu orijinal
metindeki Apostle ve Gospel'i görmemiş mi? Bunların Hıristiyanlığın temel
metinleri olduğunu bilmiyor mu? Bildiği için mi iki kitap diye ad vermeden
geçiyor? Okuyucudan saklıyor.
BÖLÜM II
PAULİKİENLERİ İNCELERKEN SÜREKLİ GÜNDEME GELEN ST PAUL KİMDİR?
ERDOĞAN ÇINAR ST PAUL'DEN NEDEN SÖZ ETMEMEKTEDİR?
Tarsus'ta bir Yahudi ailesinin
çocuğu olarak doğan (ölümü MS. 67) Paul, Hıristiyanlığa inananlara zulmeden bir
kişi idi. Özellikle, ilk Hıristiyan şehit Stephan'ın taşlanarak öldürülmesinde
gösterdiği sevinç, Hıristiyan oluşundan sonra da unutulmadı. Kiliselere baskın
düzenleyip Hıristiyanları tutuklayan görevliler arasında yer aldı. Paul, Şam'a
kaçan Hıristiyanların peşinden giderken İsa'yı rüyasında gördü ve Hıristiyan
oldu. Hizmetleriyle İsa'dan sonra St. Piyer ile birlikte Hıristiyanlığın iki
önemli kurucusundan biri oldu. Dinini yaymak için üç kez uzun yolculuğa çıktı.
Antakya, Pisidya (Yalvaç), Efes, Galatia, Makedonya, Korint gibi yerlere
uğrayarak buraların meclislerine mektuplar sundu ve bazılarında kiliseler
kurdu. İtalya ve Fransa'ya kadar gitti. Sonunda Roma'da idam edildi. Book of
Acts ve Ephistles gibi mektuplar yazdı.
Sözün Kısası:
Çınar'ın Alevi ocağı kurdurduğu bu
kişiler, Hıristiyanlığın en önemli azizlerinden olan St Paul'ün adamlarının
adlarını alıyorlar. Ayrıca, bu kişiler hakkında kayıtlara geçen olaylar,
Hıristiyanlığın erken dönemiyle bire bir örtüşmekte.
Silvanus'un taşla öldürülmesi: St Paul'ün
gözünün önünde Stephan adında bir Hıristiyan taşla öldürülüyor. Stephan,
Hıristiyanlığın ilk şehidi. St Paul de taşlanma sırasında orada görevli, Symeon
gibi. St Paul pişman oluyor ve Hıristiyanlığa geçiyor, yola hizmet ediyor.
Symeon da pişman oluyor ve Paulikien oluyor, yola hizmet ediyor.
Çınar'ın kaynak olarak gösterdiği
metinleri İngilizceye çevirerek yorumlayanların bu olaylar ve ad almalar
konusundaki tespitleri şöyle:
Peter Of Sicily'e anlatılan
Paulikienlerin "resmi tarihi" St Paul'ün Book of Acts'inde anlattığı
Hıristiyanlığın ilk dönemindeki öyküler. (Janet Hamilton…, aynı yapıt, s. 14)
Aynı yazarlar, Constantine/Silvanus'un (Çınar'ın Pir Sultan'ının) taşlanarak
değil, geleneksel yöntemle (conventional way) öldürülmüş olduğunu varsaymak
gerektiğini söylüyorlar. Bizans yasalarında böyle bir hükmün olmadığını,
taşlanarak öldürme efsanesinin Hristiyanlığın (taşlanarak öldürülen) ilk şehidi
Stephan ve taşlatan St Paul ilişkisine dayandığını belirtiyorlar. (J.
Hamilton..., aynı yapıt, s. 12-13)
Aynı yazarlar tespite devam ediyor:
Constantine/Silvanus (Çınar'ın Pir
Sultan'ı HA), kendisini bir Hıristiyan olarak niteledi. Öğretisini İncil
üzerine kurdu. Bunlar (Paulikienler), Eski Ahit'i reddediyor, Yeni Ahit'i kabul
ediyorlardı. Yeni Ahit'teki St. Peter'in bölümlerini de reddedip, St Paul'ün
yazdıklarını kabul ediyorlardı. "Peter of Sicily'e göre Paulikienler,
didaskaloslarını İsa'nın havarisi olarak görüyorlardı."
BÖLÜM III
ALEVİ SÖZCÜĞÜ
Erdoğan Çınar, Alevi sözcüğünün Ali
ile ilgisinin olmadığını iddia ediyor. Î ekini, Türkçe sanıyor. Sözcüğü
dilbilim ve Türkçe dil kuralları açısından ele almak istediğini belirtiyor ve
şöyle diyor:
"Alevi deyiminin gerçek
anlamına ulaşabilmek için, önce bu sözcüğü dil bilimi ve Türkçe dil kuralları
çerçevesi içinde, önyargısız ve ön kabulsüz incelemek gerekecektir.
"İ eki Türkçe'de sonuna geldiği
kelimeye aidiyet kazandırır (örnek; tarih-tarihi, mimar-mimari, insan-insani,
davut-davudi gibi). Alevi sözcüğü, alev kökünden üretilmiş böyle bir kelimedir.
Türk Dili kurallarına göre Ali kökünden Alevi sözcüğünün türetilmesi
imkânsızdır." (Aleviliğin Gizli Tarihi, s. 29-30)
Gerçekten de perişan bir yorum ve
durum. Çınar, "Î" ekini Türkçe sanıyor. Hiç tartışmaya gerek yok,
"Î" eki Arapçadır ve sonuna geldiği sözcüğe aidiyet niteliği yükler.
En basit bir Arapça ya da Osmanlıca sözlüğe baksaydı bu perişan duruma
düşmezdi. Neyse, Çınar'a yardım edeyim. Mustafa Nihat Özon'un Osmanlıca-Türkçe
sözlüğündeki ilgili bölümü buraya alıyorum:
"Î Arapça kelimelerin sonuna î
katılarak ism-i mensup adı verilen sıfatlar yapılırdı. Böyle kelimeler, ilgi,
ilişik gösterirler; bir yerli olma, birinin olma, biriyle ilgisi bulunma
anlatırdı. Nispet (eki).
Sonları sesli bir harfle biten
kelimelerde "î" şekli "vî" olurdu." (s. XLI-XLII)
Sözlükte, Çınar'ın örnek verdiği
türetmelere de bir örnek verelim. Tarih, Arapça bir sözcüktür. Tarihî,
"tarihle ilgili" anlamındadır.
Sayın Çınar'ın bu perişanlığıyla,
tanıdığım birçok Türkçe öğretmenini ikna etmiş olması, ülkemizdeki eğitim ve
öğrenim kalitesi açısından son derece üzüntü vericidir.
Sayın Çınar'a ve onun yazdıklarına
inanan Türkçe öğretmenlerine şu örnekleri vererek Alevi sözcüğünün türeyişini
açıklamak istiyorum:
Adi-Adevî (Ezidiliğin kurucusunun
Şeyh Adi olduğu söylenir ve Ezidilere bu nedenle Adevî denir.)
Dünya-Dünyevî
Musa-Musevî
İsa-İsevî
Ali-Alevî
Bu sözcüklerdeki durum şu:
Sözcüklerin sonu sesli harfle bitiyor. İki sesli harfin yan yana gelmesini
önlemek için v harfi araya giriyor. Sözcüklerin sonundaki ünlü harfler, ister
a, ister i olsun e'ye dönüşüyor. Durum bu kadar açık!
Çınar, bu yorumları niye yaptığını
da açıkça belirtiyor: Alevi deyimi üzerindeki Ali ipoteğini kaldırmak için.
"Aleviliği doğru anlayabilmek için, bu deyimin Ali'den ve Ehl-i Beyt'ten
yana olanlara verilmiş bir isim olmadığının kabulü, olmazsa olmaz bir
koşuldur." (Aleviliğin Gizli Tarihi, s. 34)
BÖLÜM IV
ERDOĞAN ÇINAR'IN OCAKLARI!
Sayın Çınar, Aleviliğin Gizli Tarihi
kitabının Ocaklar bölümünün ilk paragrafında şöyle diyor:
"Alevi örgütlenmesi ve
yayılışı, ocaklar yolu iledir. Her gerçek Alevi bir ocağa bağlıdır. Orta
Toroslar'ın bütün Alevileri Abdal Musa ocağına, Tunceli ve Adıyaman yöresindeki
Aleviler Baba Mansur ocağına, Arapkir yöresindeki Aleviler Yürüyen Hızır
ocağına, İzmir ve Aydın bölgesi Alevileri Yanyatıroğulları ve Timur Beylikleri
ocaklarına, Maraş Pazarcık Alevileri Hubyar Sultan ocağına, Trakya
Alevi-Bektaşileri Gözükızıl ocağına bağlıdırlar." (s. 43)
Perişanlık ve ciddiyetsizlik burada
da devam ediyor. "Yürüyen Hızır" adında bir ocak yok. Sayın Çınar
acaba "Üryan Hızır"ı mı kastediyor. Öyle olsa bile Arapkir yöresinde
Üryan Hızır ocağı üyesi ve talibi yok. Üryan Hızırlılar, Adıyaman, Darende
(Engüzek kasabası), Erzincan, Tunceli ve Erzurum (Aşkale) gibi yörelerdeler.
Ayrıca, Suriye'nin Afrin yöresindeler. Sayın Çınar, Üryan Hızır ocağından olup
da Arapkir'e atanan bir devlet görevlisinden söz etmiş olsa gerek diye
düşünelim. Başka çaremiz yok.
Aynı şekilde Pazarcık'taki Hubyar
Sultanlılardan kasıt da atanan devlet görevlileri (öğretmen vb) olmalı. Çünkü
Pazarcık'ta, Hubyar Sultan dedesi ve talibi yok.
Trakya'daki Gözü Kızıl ocağından
kasıt da hakeza öyle. Örneğin, Trakya'daki bir ilde görevli Yıldızelili bir
öğretmen ya da nüfus memuru olmalı!
"Timur Beylikleri ocağı"
da ne acaba? Çınar, Hacı Emirli ocağını kastediyor olmalı. Ocağın adı da çok
özgün: "Timur Beylikleri Ocağı!" Ne diyelim, biz de ciddiyetten
uzaklaşıyoruz herhalde.
Orta Torosların bütün Alevileri,
Abdal Musa ocağına bağlıymış. Kim kime bağlı ben de anlayamadım. Abdal Musa
diye bir ocak yok. Abdal Musa, Hacı Bektaş ocağının bir halifesi. Yani, Hacı
Bektaş ocağının üyesi. Sayın Çınar, tekkeyi ocak mı sanıyor yoksa. Olabilir!
Tekkede nasıl olsa yemek pişirmek ve ısınmak için bir ocak vardır. Sayın
Çınar'ın, Abdal Musa'yı Aleviliğin kurucusu gibi tanımlaması da son derece
yanlıştır. Çınar'ı bu tuzağa Ahmet Yaşar Ocak gibi akademisyen araştırmacılar
düşürmüştür. Oysa Alevi coğrafyalarının çoğunda Abdal Musa bilinmez bile. İran,
Irak ve Suriye'deki Alevileri bir kenara bırakalım, Diyarbakır'daki Aleviler
bile Abdal Musa'yı bilmezler. Abdal Musa kurbanı, lokması ya da cemi gibi
herhangi bir ritüelden de haberleri yoktur.
Bütün bunlar bir yana, Orta
Toroslarda bir kişi çıkıp da "Ben Abdal Musa ocağındanım" demiş
midir, ya da der mi acaba?
BÖLÜM V
YİNE BABAİ BAŞKALDIRISI, YİNE RUMLAR
"Bu başkaldırı bir Türkmen
hareketi olarak gösterilse de bu başkaldırının 'yandaşlarının çoğu Rum ve
Ermeni' idi." ( Aleviliğin Gizli Tarihi, s. 215)
Baba Resul olayında Rumlar ve
Ermeniler, Alevilerin safında değil, Alevilerin savaş açtığı Konya
sultanlığının (Anadolu Selçuklu) safındadır. Süryani ve Ermeni kaynaklarda,
devlet kâtiplerinin yazdığı kroniklerde ve ayaklanmanın önderlerinden Baba
İlyas'ın torununun yazdığı menakıpnamede bu durum açıkça belirtilmiştir. Yanıt gelirse
ayrıntılı bilgi verebilirim. (Okurlar bu konuda Alevi Erenlerin İlk Savaşı,
Yurt Kitap-Yayın, 2006 Ankara, kitabıma bakabilirler.)
Sayın Çınar'ın bu konudaki kaynağı,
20. yüzyılda yaşamış olan ve Amasya Tarihi adında bir kitap yazan Hüseyin
Hüsameddin. Ortadoğu ülkelerinde "ilim tahsil eden" bu yazar, olayın
askeri önderi Baba İshak'ın Rum olduğunu ve bir Rum devleti kurmak istediğini
iddia ediyor. Hiçbir kaynak gösterme gereği de duymuyor. Baba Resul olayına
katılanlar için söyledikleri ise Aleviler açısından yenir yutulur şeyler değil.
Ne sağlam kaynak! Denize düşen yılana sarılır!
SONUÇ:
Erdoğan Çınar'ın yazdıkları okurları
kandırmaya, aldatmaya yöneliktir. Kaynak olarak gösterdiği metinlerdeki
bilgiler Çınar'ın yazdıklarıyla örtüşmemektedir. Çınar bunu bilinçli olarak
yapmaktadır. Silvanus'un asıl adı olan Constantine'i, ocak kurucusu olarak
sunduğu kişilerin St Paul hayranı olmasını okurlardan gizlemektedir. Çevirdiği
metinler ile asıl metinler uyuşmamaktadır. Çevirirken birçok metni tahrif etmiştir.
Erdoğan Çınar Hıristiyan düalizminin
bir kolu olan Paulikienizmi Alevilik, Paulikien kiliselerini Alevi ocağı, St
Paul hayranlarını Alevi pir ve mürşitleri olarak yutturmaya çalışmaktadır.
Bunları yaparken hiçbir etik kurala uymamaktadır.
Erdoğan Çınar'ın yazdıklarının
Türkiye'de eleştiri almaması, hatta ona yer yer övgüler dizilmesi son derece
düşündürücüdür. Bu alanda araştırma yapanların şimdiye kadar Çınar skandalını
fark etmemesi vahim bir durumdur. Dolayısıyla ülkemizdeki araştırma-inceleme
alanının da çok perişan bir durumda olduğu görülmektedir.
--------------------------------------------------------
2) ERDOĞAN ÇINAR`DAN YANIT:
"SON ALEVİ ESNAFI"
Alevilik son beş yılda üzerine
yapıştırılan hurafelerden sıyrılıp kendi özüne doğru kararlı bir yolculuğa
çıktı.Bu yürüyüş önce küçük bir çevrede başladı daha sonra Alevi Entelektüel
çevresi ve Alevi gençliğini bünyesine katarak hızla büyüdü..
Alevi esnafları,kendilerini
Aleviliği bir başka bünyenin içinde eritip ortadan kaldırmak üzere programlamış
tüccarlar, önceleri bu başlangıcın içinde bulunan o müthiş potansiyeli fark
edemediler.Bu çevreler suskunluğu seçerek Alevilik içindeki bu silkimeyi sessiz
çoğunluğa duyurmadan sessizce geçiştirmeyi denediler.Ancak işler onların
düşündüğü gibi gitmedi.Aleviliğin kendisine dönüş yolculuğuna katılanların
sayısı arttıkça arttı.
Hal böyle olunca Alevi tüccarlarının
elindeki yıllanmış yalanların alıcısı kalmadı.Telaşa düştüler.Onlar için hırçın
olma zamanı başladı.Hırçınlıklarını önce Alevi sanal ortamda isimsiz tetikçiler
üzerinden sergilediler.Bunda da başarılı olamadılar çünkü bu donanımsız,ezbere
bulanmış sanal tetikçilere genç Aleviler internet ortamında gerekli cevapları
fazlası ile verdiler.
Sanal tetikçiler de başarısız olunca
ağabeylerinin meydana çıkıp hamle yapacaklarını biliyor ve bekliyorduk: Öyle de
oldu.
Hazma Aksüt bir makale kaleme almış
ve benim kitaplarımda yabancı kaynaklardan yaptığım çeviriler üzerinden sözüm
ona 'imla avcılığı' yaparak öne sürdüğüm tezlerimin 'çeviri tahrifatlarına'
dayandığını iddia etmiş .
Detay üzerinde tartışma yaratarak
esası gözden kaçırmak çok bilinen ucuz bir demogoji yöntemidir.Detay tuzağına
düşüp esastan ayrılmak istemiyorum ama esasa girmeden önce bu 'dil bilmez'
imla avcısının çeviri tahrifatı isnadını -temel birkaç örnek
üzerinden-cevaplamadan edemeyeceğim.
Hamza Aksüt'ün kasıtlı olarak yanlış
tercüme ettiğimi öne sürdüğü kelimeler ilki; ' synekdemoi ' Ben bu
sözcüğü 'rehber' olarak tercüme etmiştim.Hamza Aksüt bu kelimenin yol
arkadaşı anlamına geldiğini benim yanlış çeviri yaptığımı söylüyor.Ancak onun
bilmediği bir şey var 'rehber' sözcüğünün aslı 'rayber'dir.Ray yol demektir
(tren rayı tren yolu gibi) Rayber yada rehber zaten yol arkadaşı anlamına
gelir.
Alevi erkanı içinde rehber talibi
yola hazırlayan yola götüren kişidir.Burada kasıtlı ve yanlış tercüme nerede?
İkinci kelimemiz 'didaskolos'
Hazma Aksüt bu kelimenin 'öğretmen' anlamında olduğunu bu kelimeye
karşılık olarak kullandığım 'pir' sözcüğünü kasıtlı olarak yanlış seçtiğimi öne
sürüyor.Alevi erkanı içinde 'pir' öğreten kişi, öğretmen anlamındadır.Alevi
erkanında rehber yola girişte eşlik eder 'pir' de yolun esaslarını
öğretir.Pir öğretendir.
Bir dilden diğerine çeviri
yapabilmek için her iki dili de iyi bilmek gerekir.Hamza Aksüt Türkçe'yi ve
Alevi terminolojisini mi bilmiyor Yoksa kör kalabalıkları avlamak için yapılan
son hamlede üzerine düşeni mi yapıyor?
Bana sorarsanız ikincisi.
Hazma Aksüt Şebinkarhisar şehrinin
güneyinde bulunan ve eski metinlerde Cibossa (Sibosa) adı ile anılan şehrin
bugünkü Sivas olmasına pek akıl erdirememiş görünüyor.İddiası şu Sivas'ın
Bizans dönemindeki adı Sebestia idi, Cibossa'nın neresi olduğunu eski kaynaklar
yazmıyor. .Hamza Aksüt harita üzerinde Şebinkarahisar'ın güneyine şöyle bir göz
atsa ve Sivas ve Sibosa sözcükleri arasındaki ses benzerliğini fark edebilse
gerçeği görebilecektir.Cibossa .Sivas'ın Bizans döneminde adı Sebestia'ya
dönüştürülmeden önce kullanılan Luvi kökenli adıdır.
Hamza Aksüt'ün bir önemli itirazı da
'church' sözcüğünü Türkçe'ye ve Alevi terminolojisine 'ocak'
olarak çevirmem üzerine.
Church sözcüğü Grek'çe 'Şah '
anlamına gelen 'Kurius' sözcüğünden türetilmiştir.Bu Grekçe sözcüğün bir
değişik formu 'Kuriakon' sözcüğünün Türkçe'deki tam karşılığı 'Şahkulu'
dur (.Bir hatırlatma yapayım burada 'Şah' sözcüğü hükümdar anlamında
değil,Alevi erkanında kullanıldığı gibi. Hakk anlamındadır).
Şimdi bu kelimenin sözlükteki
karşılıklarından birine bakalım
Church: A religious organization
devoted to the worship of one or more deities
(Bir veya daha fazla ilahın ibadetine
adanmış dini organizasyon).
Bu sözcük karşılığı olarak
sözlüklerde karşımıza şöyle bir tanım daha çıkıyor..
Church:The visible covenant
community in a particular locale or region Under the authority of elders.
(Belli bir yöreye yada çevreye
özgü dedelerin otoritesi altında ikrar vermiş meri topluluk).
Bu açıklamadan sonra Alevi erkanını
azıcık bilen biri İngilizce 'church'sözcüğünün -başka anlamlar olmakla beaber-
Alevi erkanındaki 'ocak' teriminin tam karşılığı olduğunu da anlayacaktır.
Popüler İngilizce'de
churchkelimesinin Hıristiyanların ibadet ettikleri yapı ve/veya Hıristiyan
cemaati anlamına geldiği hepimizin malumudur ancak eski metinlerde bu sözcük
çok farklı anlamlarda kullanılmıştır.
Popüler İngilizce kitap
okumak,turist rehberliği yapmak gibi günlük kullanımlar için yeterli olsa da
eski metinlerin Türkçeleştirilmesinde ihtiyaçlarımızı karşılamaktan uzak kalır.
Kısır dil bilgileri ile böyle bir
işe kalkışanlar,kilise'ye gitmeyi reddettikleri için Hıristiyan kilisesinin
bitmek bilmeyen zulmüne maruz kalan,soykırıma uğrayan,diyardan diyara sürülen
bu insanların kilise mensupları olduğunu öne sürmek gibi bir gafletin içine
düşebiliyorlar.
Elimizdeki bulunan Alevi ocaklarına
ait bilgiler Alevilerin yaşadığı coğrafyada yaşayan,Hıristiyanlığın ortaya
çıkışı ile birlikte Hıristiyanlığa karşı amansız bir muhalefet başlatan.ancak
zorda kalınca 'Asıl Hıristiyanlar bizleriz ' diyerek kendilerini
gizleyen bir halkın örgütlü yapısının düşmanlarının dilinden anlatımıdır .Bu
metin içinde yazılanlar kendi sırlarını dışarı vermeyen bu topluluğun bir
düşman elçisine anlattıkları kadardır.Aleviliğin Kökleri adlı kitapta altı
çizilerek vurgulandığı gibi yeterli değildir.
''Ortodoks kayıtlarında sapkın
Hıristiyan cemaatleri olarak sayılan bu ocaklar hakkında verilen bilgilerin
yetersiz ve sağlıksız oldukları kolayca tahmin edilebilir. Aşağıda dökümünü
yapacağımız Alevi ocakların dışında Hıristiyanlar tarafından hiç tespit
edilememiş ocaklar olabileceği gibi, anılan Alevi ocakları hakkında onlara
karşı amansız düşmanlık beslemiş kaynaklardan derlenmiş bu bilgilerin
bazılarının gerçek olmayıp, sürekli gizlenen bu ocakların dışarıya verdikleri
yanlış bilgiler olması ihtimali de vardır.'' ( Aleviliğin Kökleri
sayfa.149)
Sicilya'lı Peter'den günümüze ulaşan
metinler halkın konuştuğu dilde değil, Grekçe yazılmış ve bin iki yüz yıl sonra
İngilizce'ye çevrilmiştir.Şimdi Hazma Aksüt bölge halkının hala yaşattıkları
terminolojiyi yok sayarak,Metnin, Grekçe asıllarını hiç görmeden 'turist
rehberi' rahatlığı ile ve suyunun suyu üzerinden (İngilizce'den) yapılmış
tercümelerle ahkam kesmeye kalkışıyor.
Kimdir bu halk nerede yaşıyorlar ve
hangi dili konuşuyorlar?
Bizanslılar onların yaşadıkları
bölgeye Mananalis adını veriyorlar onları da Mananalis'liler
olarak tanımlıyorlar.
Mananalis adı bölgenin yerel dildeki
adının Grekçe söylenişe uyarlanmış hali. Bu ismin Grekçe'de bir anlamı
yok.Bölge halkı yaşadıkları bölgeyi binlerce yıldan bu yana 'Mameki' adı
ile tanımlıyor.Kendilerine 'Millete Ma' konuştukları dili de 'Zone
Ma' diyorlar.Yani 'Ma ülkesi'.'Ma halkı' ve 'Ma dili'.
Tunceli'nin köylerinde yaşlılar
kendilerini yaşadıkları bölgeyi ve konuştukları dili hala bu sözcüklerle
tanımlıyorlar.Bu insanlar hala bu bölgede yaşıyorlar.Hepsi soykırıma uğramadı
,hepsi sürgüne gönderilmedi .Geride kalanlar varlıklarını devam ettirenler,
yolunu sürdürenler var.
Bu metinler Eskimolar yada
Kızılderililer'den bahsetmiyor. Anılan metinlerde anlatılan bizim
hikayemizdir. Bu sebepten .bu yazıları Türkçe'ye kazandırırken Alevi
terminolojisini kullanmamız elzemdir. Türkçe'yi iyi bilmeden,Alevi
terminolojisine vakıf olmadan 'Kapalıçarşı İngilizce'si' ile yollara
düşmek kendini ve haddini bilmemektir..
Hamza Aksüt 'Mameki' halkını 'kapalıçarşı
tercümesi' ile ve Kahpe Bizans ağzıyla St. Paul hayranları olarak
niteliyor.
Bunun açıklaması kitapta var, ama
nedense ilgisini çekmiyor.
'Sürekli takiyye yapan ve
kendilerini 'asıl Hıristayanlar bizleriz' diye tanıtan, hile ile kendilerini
gizleyen Paluniler dışarıya karşı söylemlerinde kendilerinin 'Paulikan' olduklarını
ve Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan St Paul'ün takipçileri olduklarını
ifade ettiler.
Paluniler (Palu'lular ve/ veya
Balabanlar) Ortodoks Kilisesi ve Bizans İmparatorluk belgelerine 'Paulikanlar'
olarak geçtiler. Ortodoks Kilisesi'nin kayıtlarında ve lanetli vaazlarında
Hıristiyanlığın heterodoks-sapkın bir kolu olarak tanımlandılar. Kayıtlarda
başka bir kimlik ile anılmış olmaları onlar için trajik bir sonuç doğurdu.
Kimseler birdenbire ortaya çıkan ve
hiçbir iz bırakmadan kaybolup giden bu halkın köklerinin nerede olduğu, nereden
geldiklerini ve nereye gittiklerini bilemediler. Bu coğrafyanın tarihini
yazanlar karmaşık anlatımları içinde onları öncesiz, sonrasız ve önemsiz bir
hareket olarak kenara ittiler. Onların çocukları daha güvenli bir yaşam
arzuladılar ve geçmişlerini yeni kuşaklara aktarmadılar. Yeni gelen kuşaklar
zaman içinde kendi tarihlerini unuttular. Anadolu hafızasını yitirdi. Onlardan
geriye kalan destan tadındaki, unutulması mümkün olmayan maceraları başkaları
sahiplendiler. Büyük kahramanlar kuşağının üyeleri silinen ve yenilenen
belleklerde yer bulabilmek için kimlik değiştirdiler. Aradan bin yıldan uzun
bir zaman geçti. Carbeas, Aleviler arasında Hüseyin Gazi adıyla yaşamaya devam
ediyor. Chrysocheir'ın kavgaları ve sevdaları Battal Gazi adıyla Anadolu'nun
her köşesinde hâlâ kulaktan kulağa dolaşıp durmaktadır.'
(Aleviliğin Kökleri sayfa.162)
Şimdi esasa gelelim.
Benim ortaya attığım tezlerden biri
şu
-:Mameki ocağı yedi büyük Alevi
ocağından biridir.Bu ocağın kurucusu yedinci yüzyılda yaşamış Mameki'li
Silvanus'tur.Silvanus Pir Sultan Abdal olarak bildiğimiz ünlü Alevi mürşidinin
ta kendisidir.
Şimdiye kadar Pir Sultan Abdal
üzerine kırktan fazla kitap yazıldı Tüm araştırmacılar Pir Sultan Abdal'ı ve
onun öncülüğünü yaptığı öne sürülen Alevi başkaldırısını On altıncı yüzyıl
olarak tarihlediler..Osmanlı arşivlerinde ve on altıncı yüzyılda ve sonraki
yüzyıllarda yaşamış Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde böyle bir kayıt
yok.Yabancı tarihçiler de böyle bir olaydan bahsetmiyorlar.Halbuki On altıncı
yüzyıl öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan tüm Alevi başkaldırıları Osmanlı
kayıtlarında detaylı bir şekilde yerini almış.Hatta beş yüzeli yıl önce ortaya
çıkmış Babai ayaklanması dahi pek çok yabancı kaynakta zikredilmiş
Eğer Hamza Aksüt benim bu tezimi
çürütmek istiyorsa ,ortaya Pir Silvanus'a ilk taşı atanın yol oğlu mu yoksa
evlatlığı mı tartışması ile değil ,beni yalanlayan ve Pir Sultan'ın on altıncı
yüzyılda yaşadığını kanıtlayan bir Osmanlı arşiv belgesi ile çıkmalıydı.
Ben Pir Sultan Abdal ile bağlantılı
olan çok önemli bir başka tez daha öne sürdüm. Dedim ki;
-Hüseyin gazi ve Battal Gazi adları
ile tanıdığımız Alevi mürşitleri ve halk kahramanları Pir Silvanus'un
ardıllarıdırlar ve gerçek isimleri 'Carbeas' ve 'Chrysocheir'dir.Carbeas'ın
makamı Ankara'da Hüseyingazi tepesinde,Chryscheir'in makamı Eskişehir Seyit
gazi ilçesindedir.Hacı Bektaşi Veli Velayetnamesi'nde Hacı Bektaşi Veli'nin
Battal Gazi'nin (Chrysocheir'in) kabrini ziyaret ettiği ve onu 'suyun başı'
yani 'serçeşme' olarak selamladığı ifade edilir.
Türk-İslam sentezcilerinin kanını
donduran bu iddia karşısında Hamza Aksüt çıt çıkarmıyor.Çıt çıkarmıyor çünkü bu
konu esastır.Onun görevi esası gözden kaçırmak kör kalabalıkları detaylar
içinde boğmak.
Hacı Bektaşi Veli'yi Asyalı bir
Nakşibendi şeyhi olan Ahmet Yesevi'ye bağlayarak bu ulu yolu kendi mecraından
ve kendi tarihinden koparmayı amaçlayan uydurma tarih tezini çürütmüş ve
şunları yazmıştım;
"Hacı Bektâş-i Veli, yaygın
olarak iddia edildiği gibi ne Nakşibendî Veli'si Hoca Ahmet Yesevi'den ne de
Yesevi'nin halifesi olduğu iddia edilen Lokman Parende'den 'el' almadı. Bir
Nakşibendî Veli'si olan Hoca Ahmet Yesevi ile hiç tanışmadı. Hoca Ahmet
Yesevi'nin çağdaşı bile değildi. Hacı Bektâş-i Veli doğduğunda Hoca Ahmet
Yesevi'nin ölümünün üzerinden kırk yıla yakın bir zaman geçmişti. Hacı
Bektâş'ın, Ahmet Yesevi'nin halifesi Lokman Parende'den el almış olması da
imkânsız görünüyor. Zira Lokman Parende'nin ölümü Hacı Bektâş-i Veli'nin
çocukluk yıllarına rastlıyor. Yedi-sekiz yaşlarında bir çocuğun bir Veli'den
feyiz alması ve ona bağlanması düşünülemez. Üstelik Lokman Parende'nin Hacı
Bektâş'ın mürşidi olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığı gibi, bu zatın Hoca Ahmet
Yesevi'nin halifesi olduğuna dair de bir kanıt yoktur. Bu iddialar Bektâşi
geleneğini Nakşibendî Dergâhı'na bağlamak isteyenlerin asırlardır sürdürdükleri
asılsız söylentilerdir.
Ahmet Yesevi dokuz asır önce Taşkent
yakınlarında Sayram Şehri'nde doğup, 1166-67 yılında bugün Türkistan olarak
anılan Yesi Şehri'nde ölmüştür. Gerek kendisine mal edilen 'Divan-ı Hikmet',
gerek yaşadığı çevrede kendisinden sonra kaleme alınmış kaynaklar
incelendiğinde, Ahmet Yesevi karşımıza yüksek bir Sunni İslam şahsiyeti olarak
çıkar.''
Bu, Hamzaa Aksüt ve benzerlerinin
tezgahlarındaki malları birdenbire değersizleştiren,onların hayat damarlarını
kesen bir tespittir.Kendisini on iki Alevi ocagının on iki Oğuz boyundan
geldiğini ispata adamış Hamza Aksüt bu konuda da suskun çünkü bu konu da
'esas'tır.
Benim ortaya koyduğum tezlerin en
önemlisi Alevilerin -bünyesindeki bütün damarlarla birlikte- Anadolu'nun yerli
halklarından oldukları ve İslam'la ilintilerinin olmadığı.
Asıl mevzuu bu. Biraz da bunu
açalım.
Son yıllarda saygın üniversiteler
(Stanford üniversitesi,Bari Üniversitesi,İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik
Üniversitesi) Anadolu'nun gen haritasını tespit yönünde, bilimsel çalışmalar
yaptılar.Çeşitli saha çalışmaları ve laboratuar çalışmaları sonunda elde edilen
sonuç şu.Asya'dan göç bir efsanedir. On birinci yüzyılda Anadolu'ya
gelen Asya'lı unsurların (Türk'lerin, Çinli'lerin Afgan'ların ve Moğol'ların)
Anadolu gen havuzu içindeki toplam payları sadece yüzde üç buçuktur.Bu
laboratuar çıkışlı bir bilgidir.ve tartışılacak yönü de yoktur.
Anadolu halkı otuz beş bin yıldan bu
yana bu topraklarda yaşıyor.Alevilerin yaşadıkları coğrafya ve bu coğrafyanın
etnisitesi otuz beş bin yıldır değişmedi.Onlar hep aynı topraklarda
yaşadılar.Hıristiyanlığa karşı mücadele eden de onlardı.Babai başkaldırısında
canlarını verenler de onlar oldular.
İnsanın DNAsı uçağın kara kutusu
gibidir.Bütün geçmişi orada yazılıdır.Alevi canların son altmış bin yılları
DNA'larnda kayıtlıdır.Genetik bilimi bu denli gelişmeseydi, belki kamuoyunu
dilediğiniz gibi inşa edebilirdiniz.Ama artık bu mümkün değil .Sizlere geçmiş olsun.
Size bir öğüdüm ve esastan bir
sitemim var;Bu sanal tarih yazma hevesinizden vazgeçin artık.Çünkü bilim
sizleri yalanlıyor.Bilime karşı,aydınlığa karşı bile ,bile yalan söylemeye
utanmıyor musunuz? Utanmıyor musunuz bir halkın geçmişini yok etmeye, hafızasını
sıfırlamaya ? Bu büyük insanlık suçunu işlerken hiç mi vicdan muhasebesi
yapmıyorsunuz.?
Aleviler sizlerin iddia ettiği gibi
'Tanrı dağları kadar Türk' değiller.
Üstelik Aleviler 'Hira dağı kadar
Müslüman' da değiller
Aleviliğin İslam’ın özü olduğu
yolundaki söylemleri çok tekrar edildikleri için doğru olarak kabul etmek bilim
midir? Yalanlar çok tekrar edilmekle doğru olurlar mı yada doğrular inkar
edilmekle ortadan kalkarlar mı?.
Alevi esnafları Alevilik İslam'ın
özüdür yalanını her gün her yerde tekrarlıyorlar. Yukarıda da belirttiğim gibi,
onların hedefi kör kalabalıklar.
Alevilik ortada
-Ayin-i Cem
-On iki hizmetli
-Kırklar meclisi
-Varlığın birliği
-Semah
-Nefes,bağlama
-Dört kapı kırk makam
-Alevi ocak sistemi ve dedelik
kurumu
-Dem alma
-Musahiplik
-Düşkünlük
Bu listeyi daha da uzatabiliriz
bunların hangisi islamda var.Aleviliğin temel taşları İslam'da olmadığı gibi,
İslam'da olan da Alevilikte yoktur. Tanrı inanışından başlayalım. Alevi
erkanında inanılır ki;
Evrende bulunan her şey parçalara
ayrılmış tek bir bütündür. Yaratan, bu bütünün tamamı, yaratılanlar da bu
bütünün parçalarıdırlar. Yaratan, yaratılmış olan varlıkların uyum içinde
birliğidir. Bir ulu nurdan (ışıktan) koparak alemlere yayılmış, evreni
oluşturmuş her nesne o yüce varlığın parçası,aynı zamanda kendisidir.
Yaratan yaratılmışların dışında her
şeyi denetleyen, yargılayan, ödüllendiren ve cezalandıran bir üstün irade
değildir. Varlık birdir ve varlığın esası sevgidir. Varlığı yaratan ve
yaratılanlar olarak ikiye bölmek ve bir parçayı diğer parçaya üstün ve amir
tutmak, yaratılışın esasını, onu ayakta tutan sebebi anlamamaktır. Varlıkta
ikilik gütmektir ki, bu da o ulu hikmete karşı gelmektir.
Yine Alevilikte inanılır ki; İlahi
kudretin içinde büyük ve küçük yoktur. Yaratan, yaratılmış olanın içinde tüm
nitelikleri ile, zaten vardır. Hakk insanda insan da Hakk'tadır. İnsan da tüm
diğer yaşam biçimleri gibi kozmosun içinde kozmosun tüm niteliklerini içinde
barındıran bir mikro kozmostur. Kısaca ifade etmek gerekirse; En büyük, en küçükte
gizlidir.
Alevi yolu içinde bu inanış varlığın
birliği -eski deyimi vahdet-i vücut ve/veya vahdet-i mevcut- olarak
adlandırılır. Bu inanış Aleviliği en bozulmamış hali ile aktaran Yunus Emre'nin
nefeslerinde sıkça dile getirilmiştir.
İkiliği terk et, birlik makamını tut
Canlar canın bulasın iş bu dirlik
içinde
Oruç,namaz zekat,suç ve cinayettir
Fakir bundan azattır gerçeğe erenler
içinde
Yunus Emre
Nice bin yıldan beri bu nimeti yer
İkilikten geçip demedi bir
Yunus Emre
Bunların birliğe ikrarı yoktur
Bunlarda her ne olsa güzeli yoktur.
Yunus Emre
İslamiyet ise, yaradılışı açıkça
yaratan ve yaratılanlar olarak ikiye böler. Alevilik bu ayırımı en büyük günah
(münkirlik) sayar. Alevilik ve İslamiyet'in Allah'ına inanmaz. O halde
Aleviliği nasıl İslamiyet'in bir yorumu ya da İslamiyet'in özü sayacağız.
Sen saysan bile İslamiyet bunu kabul
eder mi? Bir sorun bakalım İslamiyet'in bir temel inanış kalıbı da cennet ve
cehennemdir. Alevilikte ölüm yoktur ki cennet ve cehennem olsun Alevi inanışına
göre insanın canı sonsuz kudrettir, asla kaybolmaz. İnsanın teni ölür, canı
(ruhu) ölmez. Aslolan candır. Can, kaynağını başlangıcı ve sonu olmayan ilahi
kudretten aldığı ve onun bir parçası olduğu için doğal olarak ölümsüzdür.
Yoktan var olmamıştır bu nedenle yok da olmaz.
Ölürse ten ölür
Canlar ölesi değil
Yunus Emre
Ko ölmek endişesin
Işık ölmez bakidir
Ölmek senin nen ola
Çünkü canın ilahidir.
Yunus Emre
Can geldiği kudret kaynağına geri
dönünceye kadar kesintisiz bir devinim içinde bin bir değişik formda kendisine
yeni yaşam alanları bulur ve yeniden doğuş döngüsü içinde, sürekli bir bedenden
diğer bir bedene transfer olur.(Alevi terminolojisinde bu 'Bin bir donda baş
göstermek' özdeyişi ile özetlenir ve bu sürece de devriye denir)
Bu biçimden biçime geçişlerin nihayetinde,
'her şey aslına rücu edecektir' ilahi yasası işleyecek ve evrende
bulunan tüm varlıklar ve yaşam biçimleri gibi insan da geldiği asıl kaynağa
dönerek kendisini sonlandıracaktır.
Kısaca ifade etmek gerekirse;
Alevilik İslamiyet'in tanrısına da inanmaz ve öbür dünyasına cennetine
cehennemine de inanmaz. Bu nedenle Aleviliğin özünü İslamiyet ile
ilişkilendirmemiz mümkün değildir. Alevilik ve İslamiyet birbirlerinden esasta
ayrılırlar.
Ayrıca Aleviliğin şu ana kadar
ulaşabildiğimiz en eski yazılı kaynakları Sümer tabletleridir ki bunlar beş bin
yıllıktır.Anadolu'da Boğazköy'de Luvi-Hitit çağından kalma dört bin yıllık
Alevi Ayin-i cemini tasfir eden kabartmalar da bulundu. İslamiyet 1400 yıllık
bir inanıştır.
Tarih dizini açısından da Aleviliği
İslamiyet'e monte etmek mümkün değildir. Nafile bir çabadır. Bir acemi
kurgusudur.
Alevilik ve İslam gece ve gündüz
kadar farklıdırlar . Bu iki inanışın ayrılıklarını saymakla bitiremeyiz.
Aleviliğin kurumsal yapısı da (
Alevi Erkanı) İslamiyet ile uzaktan yakından ilişkili değildir.
Alevi erkanı Alevi toplum yaşamının
bütün alanlarına müdahale eden, bireylerinin sosyal yaşamlarını sevgi ve barış
temeli üzerinde biçimlendiren geniş tabanlı bir sosyal örgütlenmedir.
Alevi erkanı aynı zamanda bünyesinde
kadim sırlar saklayan ve bu sırları,kendi kurumsal yapısı içinde yetiştirdiği
'İnsan-ı Kamil'ler aracılığı ile sonraki kuşaklara aktaran bir gizem okuludur.
Alevi erkânının iki büyük amacı
vardır:
Alevi erkânının ilk amacı, topluluk
üyesi 'can'ların sosyal yaşamlarını 'sevgi'yi ve barışı esas alarak
düzenlemektir Yemin vererek topluluk içine katılan herkes sevgi toplumu içinde
yaşamanın asgari gereklerini yerine getirmek zorundadırlar. Erdemli olmak,
huzura ve toplumsal barışa zarar verebilecek davranışlardan uzak durmak
toplumun tüm fertleri için olmazsa olmaz bir yasadır.
Topluluğun geniş tabanı, bir yemin
töreni (ikrar cemi) ile topluluğun kurallarına ve disiplinlerine uymaya söz
verip, topluluğun geniş bahçesine alınmış eli, dili ve beli mühürlü olarak
yaşayan yeminli yurttaşlardır. Talipler adı verilen yeminli yurttaşlar kendi
köylerinde, şehirlerinde yaşarlar, topluluğun rutin ibadet törenlerine (Ayin-i
Cem) katılırlar, sürekli olarak mürşidin, pirin, dedenin kutsal gücünün
denetiminde bulunurlar.
Alevi erkânında topluluğun tüm
fertlerinin önünde ve mürşit huzurunda üç mührün sınırlarını ihlâl etmemek
üzere söz verenler, topluluğun önceden belirlenmiş kurallarına uymak üzere
toplumun diğer fertleri ile kefilli ve çok şahitli, bir sözlü anlaşma yapmış
olurlar. Bu açıdan bakıldığında Alevi kimliği ruhani bir gücün kutsal
otoritesine bağlanmış sevgi ve barış içinde yaşamayı taahhüt etmiş yeminli
yurttaşlar topluluğu olarak nitelenebilir…
Alevi erkânının diğer misyonu ve
asıl varlık sebebi, insanlığın uzun geçmişinde biriktirdiği (belki de başka bir
kaynaktan insanlığa aktarılmış olan) kadim bilgileri (insanlığın gizli
sırlarını) semboller içine saklayarak, iyi yetişmiş, yetkin, donanımlı ve
erdemli bireyler aracılığı ile sonraki kuşaklara aktarılmasını temin etmektir.
Bu örgütlenme içinde, herkese her
bilgi verilmez, bilgi ancak yetkin olana, hak ettikçe ve hak ettiği kadar
aktarılır ki değeri bilinebilsin. Kolay ulaşılan ve yetkin olmayan elde
toplanan bilginin değerini bulamayacağı, amacından uzaklaşıp ya heba olur gideceği
ya da zalimin elinde kötüye hizmet edeceği düşünülür.
Alevi toplumu içinde gizli sırlar
kuşaktan kuşağa olgun insanlar tarafından aktarılır. Alevi toplumunda 'olgun
insan' (insan-ı kâmil) olmak, bireylerinin önüne ulaşılması gereken üstün hedef
olarak konulmuştur. Olgun insan olmak, Alevi insanı için yaşamın ütopyasıdır.
Bu özelliği nedeni ile Alevilik bir gizem okulu yada sırlar öğretisi olarak
tanımlanabilir.
Alevi erkânı mensuplarının
ömürlerini adayarak, gerektiğinde canlarını vererek koruma altına aldıkları ve
büyük bir gizlilik içinde sonraki kuşaklara aktardıkları bilgiler, sıradan
basit bilgiler ve batıl dogmalar değil, evrenin ve yeryüzünün uzak geçmişi ve
insanlığın, bu gezegen üzerindeki serüveni ile ilgili çok önemli ve
kaybolmaları durumunda bir daha ulaşılmaları mümkün olmayan sırlardır.
Alevi gizem okulu dört sınıflı ve
kırk dereceli bir kardeşlik örgütlenmesidir. Alevi terminolojisi içinde bu okul
'Dört Kapı Kırk Makam' adı ile tanımlanır.
Bu kurumsal yapı ve bu sosyal
örgütlenme İslamiyet’in neresinde var?
Hazma Aksüt Alevi
sözcüğünün Hz. Ali'den geldiğini ve Hz. Ali'nin bu yolun kurucusu olduğunu,
iddia ediyorsa bunu söylentiler üzerinden değil sarih tarihi belgelerle ispat
etmelidir.
Hz.Ali'nin tüm yaşamı boyunca
verdiği hutbeleri, emirleri, mektupları, hikmet ve vecizeleri (Nec'ül Belaga)
ve kendi yazdığı divanı ortada bütün bunların arasından Alevi geleneğine, Alevi
ritüellerine ,Aleviliğin kurumsal yapısına ilişkin, içinde Aleviliğin 'A' sı
olan tek bir kelime göstersin.
Hamza Aksüt Alevilikle ilişkili tek
bir kelimeyi Hz. Ali'nin yazdıklarında ve söylediklerinde bulamıyorsa diğer on
bir İmamın eserlerine de baksın. Onlarda da bir şey bulamazsa sussun.
Yada pişkinliğin doruğuna çıkarak
desin ki Yukarıda yazdıklarının Alevilikle ilgisi yoktur sen çevirileri tahrif
ettiğin gibi Aleviliği de tahrif ediyorsun.
Hamza Aksüt Aleviliğin toplumsal
belleğini sıfırlayıp onları 'Hira dağı kadar Müslüman, Tanrı dağı kadar Türk
'olduklarına ikna etme misyonunun son temsilcilerinden biridir. Bu misyonun
üyeleri duymaktan usandığımız ,o çok bilindik yalanlarını büyük bir iştahla
söylerken suçüstü yakalanmışlardır. Alevileri bin yıldan beri kandıran
bunlardır. Söyledikleri tarihin en büyük yalanıdır ve kökleri çok derindedir.
Artık onların yazdıkları kitaplar
satmıyor, söylediklerini kimseler ciddiye almıyor. Giderek yalnızlaşıyorlar.
Alevi aydınlarının onları teker teker terk etmeleri (hele hele benim
kitaplarıma övgüler düzmeleri) onları umutsuzluğa sürüklemiş. Bu yüzden
aşırı saldırgan olmuşlar.. Zannediyorlar ki sert bit polemik yaratırlarsa
tezgahlarındaki 'nitelikli alıcısı kalmamış mallara' müşteri çıkar. Umut işte.
Alevi esnaflarına, hamaset tüccarlarına açık davetimdir. Eğer yüreğiniz
yetiyorsa ve donanımınız elveriyorsa gelin bir kurultay yapalım ve topu taca
atmadan bu meseleyi 'esas'tan masaya yatıralım.
Bütün ağabeylerinizi alıp gelin.
Bana gününü ve yerini söyleyin yeter.
Kim kimi kandırıyor?. Kim tüccardır,
kim yalancı? Kim ak kim kara ? Belli olsun.
Hodri meydan.
Erdoğan Çınar
.......................
Kaynak: Danimarka Alevi
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder