ALFRED DÖBLİN- Berlin Alexander Meydanı
Alfred Döblin, 1878 yılında
Stettin’de bir terzinin oğlu olarak dünyaya gelmiş, 1888’de Berlin’e
yerleşmiştir. Ailesi aslında Doğudan gelmedir. Dedesi Yahudi asıllıdır,
dayıları Breslau’da ardiyecilikle uğraşır. Küçük burjuva dünyasında yetişen
Döblin, birçok Alman yazarının istifade ettiği sosyal güvenceden, aile
yuvasının mutluluğundan yoksun yetişmiştir. Ekonomik dalgalanmalardan ister
istemez etkilenmiş ve bu, ömrü boyunca böyle olmuştur.
Çağdaş Alman edebiyatı adlı eserinde
yazarın hayatı ile ilgili çok çarpıcı saptamalara ulaşmıştır. O, Alfred Döblin’in
hayatına ve ruh dünyasına yön veren önemli bir yaşantısının olduğunu
vurgulamıştır. Yaşamının en önemli dönüm noktasının ise babasının iflas edip
genç bir kızla Amerika’ya kaçmasını, annesinin bu nedenden dolayı beş çocuğuyla
birlikte aileyi ayakta tutmak adına Berlin’e göç etmesini gösterir. Şefkatli,
son derece kuvvetli bir irade sahibi olan bu kadın, çocuklarını çalışarak
yükselmeleri için hırsla desteklemiştir. Büyük şehrin yoksul tabakasının tüm
kaderi Döblin’i peşinden sürüklemiştir ve Döblin bu durumdan şöyle bahseder:
Yoksullardan biri oluşum hiç
aklımdan çıkmamıştır. Bu, benim bütün davranışımı belirlemiştir, işte ben bu
halka, bu millete aidim, yani yoksullar milletine.
Öğrencilik yıllarının belirleyici
faktörü, yazarın annesinden ve hocalarından gelen sürekli çalışma, didinme
öğütleri olmuştur. Dakiklik, disiplin ve çalışkanlık, Döblin’in Prusyalı
özelliğidir . Bu çalışkan ve disiplin özelliğine rağmen Alfred Döblin, ekonomik
durumlarının kötü olması nedeniyle, liseyi ancak 22 yaşındayken tamamlayabilmiştir.
Daha sonra Berlin ve Freiburg'da nöroloji ve psikoloji okumuş, daha öğrencilik
yıllarında Hıristiyan öğrencilerle Yahudiler arasındaki mesafeyi anlattığı
eleştirel yazılar yazmaya başlamıştır.
1910'da, Herwarth Walden ile
birlikte Alman dışavurum akımının en önemli yayın organlarından birini, Der
Sturm (Fırtına) dergisini kuran Döblin, asistanlık yıllarını tamamladıktan
sonra 1911'de Berlin'de psikiyatrist olarak muayenehane açmıştır. Bir yıl sonra
da Erna Reiss adlı bir tıp öğrencisiyle evlenip bu evlilikten beş çocuk sahibi
olmuştur. (http://alfred-doblin-kimdir.cix1.com/)
Döblin’in gençliğinde iki yazar ve
onların yaşam hikâyesi önemli izler bırakmıştır. Döblin için Alman Edebiyat
tarihinin iki huzursuz, baba şefkatinden yoksun, kız kardeşlerine ve annelerine
düşkün olan Kleist ve Hölderlin sempatik gelmektedir ve kendi hayat hikâyesini
onlarda görmektedir. Döblin için onu Kleist’ta büyüleyen özelliğin duygu
karmaşıklığı sorunu, kadınla erkek arasındaki aşk-nefret karışımı duygu,
görüntülerin ardına yöneltilmiş, uçurumları sezen bir görüsün olduğunu
belirtir. Hölderlin’in şiirleri, yani varlıklı büyükşehir sakinlerinin
gösterişli hayatıyla ilgilenmemesi ilgisini çekmektedir. Kleist ve Hölderlin’in
yani sıra Nietzsche, Schopenhauer, Ibsen, Björsen, Dostojewski Döblin’in
hayranı olduğu diğer yazarlardır.
Alman Edebiyatı’nın 20’li yıllarda
ön plana çıkan ve Nobel Edebiyat ödülü sahibi Thomas Mann, Alfred Döblin’in 65.
doğum günü kutlamasında Döblin için şu sözleri sarf eder:
Onur gününüz, benim için de sizin
eserinize borçlu olduğum görkemli bir şekilde ihya edilmiş sayısız saatler
üzerine üretilen düşüncelerin bir günüdür ve siz aynı zamanda batı romanının en
genç yazgılarını esasen en şahsi bir şekilde bir arada kullanarak Alman coşkun
nesrine bahşetmiş olduğunuz cesur, yenilikçi, capcanlı, ilerici birçok şey için
şahsınıza duyduğum deruni hayranlığı dile getirme fırsatı beni aynı zamanda çok
mutlu eder.(Mann,1990:489)
Alfred Döblin hakkında söylenmiş
olan sözler onun edebiyata yaptığı katkıların sadece dile getirilen
noktalarıdır. O, Alman edebiyatı için 20’li yılların verimli döneminin en
önemli, en önde gelen yazarları arasındadır. Aslında zorlu ve sıkıntılı geçen
hayat hikâyesi onun hayat felsefesinin ve eserlerinde okuyucuya iletmek
istediği düşüncelerin ana kaynağını oluşturmuştur. Eserimiz Berlin Alexander
Meydanı yazarın yaşam öyküsünün ve onun can alıcı Berlin gözlemlerinin bir
ürünü olması açısından örnek teşkil eder..
Kaynak: Ahmet BAÇİK, Alfred Döblin’in “Berlin
Alexander Meydanı” Ve Aras Ören’in “Berlin Savigny Meydanı” Eserlerindeki
Büyükkent Sorunsalı, T.C.Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi Mayıs- 2013
1929 yılında yayımlanan Berlin
Alexander Meydanı, Alfred Döblin’in en ünlü eseridir. Kent romanı özelliğini
taşıyan bu eser, Alman edebiyatında kendi alanındaki en ünlü yapıttır. Eserinde
1928 yılının Almanya’sını ele alan Döblin dünyanın, özellikle de Almanya'nın
gidişatından duyduğu rahatsızlığı dile getirmektedir. Bu eser aynı zamanda bir
Çağ romanı özelliğini taşımaktadır.
Romanın başkahramanı Berlin’de
yaşayan eski bir hamal ve çimento fabrikası işçisi Franz Biberkopftur. Eser Franz Biberkopfun hayatının bir
yılını -bir ömür kadar uzun geçecek 1928 yılını- anlatmaktadır. Berlin kenti
Franz Biberkopf ile birlikte eserin başkahramanıdır. İşlediği bir cinayet
yüzünden hapse giren Franz, yıllar sonra yeniden özgür kaldığında iyi bir insan
olarak Berlin’de yaşamaya devam etmek ister. Dışarı çıktığında, Berlin şehrinin
korkutucu değişimi ve yaşamı onu önceleri korkutsa da zamanla buna alışır ve
iyi bir insan olarak yaşamaya başlar. Fakat çevresini saran insanlar onu rahat
bırakmaz, bir şekilde tuzağa düşürür ve onun yeniden suç işlemesine sebep
olurlar. Ayağa kalkmayı başarır; fakat yine düşer, yine suça karışır. Bunu üç
kez yaşar. Defalarca düştüğü yerden kalkmaya ve kötülüğe direnmeye çalışan
Franz artık yenilmiştir. Yoluna nasıl devam edeceğini bilmemektedir. Sonunun
geldiğine inanan Franz, bu sonu kendi eliyle hazırlamak isterken gözü birden
açılıverir. Her şeyin nedeninin kendisi olduğunu, kendi bomboş yaşamı olduğunu
anlar. Artık her şey yeniden anlam kazanır ve Franz değişmiş, örselenmiş bir
şekilde geri döner. İnsan olduğunun bilincine varır ve yepyeni bir felsefeyle
hayatını yeniden yaşamaya başlar.
Romanın kaleme alındığı dönem,
Weimar Dönemi (1919-1933) olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde Almanya, büyük
sorunlarla boğuşmuştur. Dönemin göze çarpan en önemli özelliği, ekonomik
krizlerdir (Ünlü, 1998: 36) Aslında bu krizlerin Birinci Dünya Savaşından sonra
ortaya çıktığı bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Almanya,
imzalamak zorunda kaldığı antlaşmayla tarım yapabileceği toprakların büyük bir
bölümüyle birlikte demir ve kömür yataklarını ve bütün denizaşırı ilişkilerini
kaybetmiş, ödeyemeyeceği bir savaş tazminatına çarptırılmıştı. Almanya, savaş
sürerken hiçbir zaman savaşı kendi kaynaklarıyla finanse etmeyi düşünmemişti.
Asıl niyeti savaş bittikten sonra savaş zararlarını mağlup olan devletlere
ödettirmekti. Ancak yapılan hesaplar tutmayınca ortaya büyük sorunlar
çıkmıştır. İç fiyatlar üç kat artmış ve Alman para birimi Markın dış satın alma
gücü zayıflamıştır.
Bu yılları kısaca özetlemek
gerekirse; 1923 yılının sonuna kadar, ülkede savaş sonrası enflasyon hakim olmuştur.
1923-1924 yıllarında gerileme ve yüksek işsizlikle beraber bir para istikrarı
durumu söz konusu olmuştur. 1925’de Almanya tekrar bir ekonomik gerileme
durumuyla karşı karşıya kalmıştır. 1926’dan 1929 yılına kadar ise bir refah
dönemi hüküm sürmüş, ancak 1929 dünya ekonomik krizi ortaya çıkmış ve Avrupa’da
en yoğun Almanya’yı etkilemiştir . Bu yıllarda işsizlik artmaya devam etmiş ve
enflasyon baş döndürücü bir hızla yükselmiş, insanlar çok kısa bir sürede
yoksullaşmış, hayatta kalabilmek için tüm varlıklarını paraya ve gıda maddesine
dönüştürmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda ülkede hızlı bir karaborsa
oluşmuştur. Yirmili yılların başında gittikçe güçlenme olanağı bulan Nazilerin
dünya ekonomik kriziyle iktidara gelmeleri de kolaylaşmıştır.
Ekspresyonist bir yazar olan Döblin,
dünya savaşını yaşamış ve insanlığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
kalmıştır. Dünyayı köleleştirdiğine inandığı bütün güçlere karşı savaş
açmıştır. Bu güçler; makineleşme, endüstrileşme, kapitalizm, faşizm, militarizm
ve her türlü kaba kuvvettir. Modern hayatın karmaşıklığından, anlamsızlığından
ve yalancılığından yakınan bir yazar olan Döblin, Berlin Alexander
Meydanı’nda, Almanya’nın yirmili yılların sonunda içinde bulunduğu ekonomik
problemleri, işsizlikle ve açlıkla karşı karşıya kalan halkın manevi çöküşünü,
Hitler’in başa gelme sürecini ve faşizmin yükselişini ele almaktadır .
Döblin’in, Berlin’de yoksulluk içinde büyümüş bir yazar ve gazeteci olması, bir
taraftan arka sokaklarındaki kirli yaşamı ve insanlarını, eserine ustalıkla
işlemesine yardımcı olurken, diğer taraftan kentin parlayan yüzünü etkili bir
biçimde ele almasına olanak sağlamıştır.
‘ ’Yoksullardan biri oluşum hiç
aklımdan çıkmamıştır. Bu, benim bütün davranışlarımı belirlemiştir, işte ben bu
halka, bu millete aidim, yani yoksullar milletine.’’
SPD Partisinde faal olarak çalışan
bir üye, faşizm karşıtı bir yazar olması ve savaşta gönüllü doktor olarak
çalışması, eserinde faşizm ve savaş karşıtı ifadelere bolca yer vermesinde
etkili olmuştur:
‘İnsan yaşamını sever anasının
karnında olduğu sürece...
Sonra devlet baba sabahtan akşama
kadar ne yapacağını söyler sana. Seni kıskaca alır, yakana yapışıp seni yola
sokar, kanunlar ve yasaklar ile! Birinci emir: Sökül be adam! İkinci emir:
Kapat çeneni!’’.
Ekonomik bunalım nedeniyle ülke
insanının içinde bulunduğu manevi ve psikolojik çöküntüyü detaylarıyla
anlatması ise bir Psikiyatr uzmanı olmasının sonuçlarından biri olarak görmek
mümkündür .
Döblin, sadece işlediği konu
nedeniyle değil, eserinde kullandığı teknikle de adından oldukça söz
ettirmiştir. Berlin Alexander Meydanı eseriyle, ilk olarak Joyce ve Dos
Passos’un kullandığı edebiyatta film tekniğini, Alman edebiyatına sokan
Döblin’dir. İnsanın içinde tuttuğu sırları, soruları, sorunları bilinç akımı
tekniğini kullanarak monologlarla birleştirerek, bazen birinci kişi, bazen de
üçüncü kişinin ağzından ifade etmiştir:
‘’Sallana sallana yürümeye devam
etti, gacur gucur ilerleyen tramvayın yanında, tramvay durmadan sakın
atlamayın!
Bekleyin! Tramvay durana kadar!
Polis trafiği düzenliyor, bir postacı çabucak karşıya geçiyor. Benim acelem
yok, ben Yahudilere gidiyorum. Geç de gitsem, onlar evdedir. Ayakkabılarım
nasıl da kirlendi, zaten ek temiz değillerdi ya.
Kim temizlesindi onları, yoksa
Schmidt denen karı mı? Onun iş yaptığı yok ki! (Tavandan sallanan örümcek
ağları, saframın kalkması, dilini damağında gezdirdi, başını çevirip vitrinlere
baktı.) Acaba şişko Lina ayakkabılarımı temizler miydi? Ve birden hızlanıverdi (B.A.M.: 105). ’’
Yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi
Döblin, psikolojik gelişim romanının bütün halkalarını kırmış, anlatımın
kesintisiz olması gerektiği görüşünü bir tarafa bırakmış, ekspresyonist çok
sesliliği tercih etmiş, günlük betimlemeleri teknik ilerlemeler ve
istatistiklerle birleştirmiştir (http://www.xlibris.de., 2014). Hikâyeyi
anlatırken standart dilin yanı sıra, Berlin argosunu kullanmıştır. Gazete
haberleri [‘ ’Heer caddesindeki tramvay kazasında suçun kimde olduğu
araştırılmaya devam etmekte. Kaza tanıklarının ve vatman Redlich’in ifadeleri
inceleniyor. Bilirkişi raporu da henüz hazır değil (B.A.M.: 157).’’], popüler
metinler, İncil pasajları, reklam sloganları [‘'Sevinç içindesiniz çünkü
evinizi Höffner mobilyalarıyla döşeyeceksiniz. Düşünüzdeki rahat ve konfor,
beklemediğiniz bir şekilde gerçekleşecek. Yıllar geçse de sevinciniz hep
kalacak, mobilyalarınızın kullanışlılığı ve dayanıklılığı sizi mutlu edecek
(B.A.M.: 98-99).’’] şirket profilleri, hukuk metinleri, şarkılar, tekerlemeler,
borsa raporları ['’Borsada piyasa durgun, Rayş Bankasının piyasa sürdüğü
senetler oldukça sağlam, 18 Nisan saat 11’e doğru durum şu: ... (B.A.M.:
157).’’] gibi birbiriyle alakasız parçaları iç içe geçirmiştir. Seçtiği konu ve
kullandığı teknikler açısından eser güncelliğini hala korumaktadır.
Kaynak: Gülsum KUŞ, Berlin Alexander Meydanı
Ve Ankara Mahpusu Eserlerinde Kent Sorunsalı, T.C Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Alman Dili Ve Edebiyatı Anabilim Dalı Alman Dili Ve
Edebiyatı, Yüksek Lisans Tezi, Konya-2015
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar