ALLAH TEÂLÂ’NIN BİLMEDİĞİMİZ HAS KULLARI
İslam literatüründe varlıklar; melek, insan,
cin ve diğer kullar olarak sınıflara ayrılırken bunların içindeki
sınıflamalarda kesinlik arz etmeyen birçok hususî durum vardır. Bizim buradan
asıl ulaşmak istediğimiz konu çoğunluğun dikkatinden kaçan bir mevzudur ki
konuyla alakalı tasavvufta Hızır aleyhisselâmın defterine kayıtlı olmayan
insanlardan bahsedilmesidir. Bu insanlar gerçekte hakikaten var mıdır? Bu
insanlar hakkında yapılmış bir araştırma olup olmadığını bugün için
bilemiyorum. Bu konuyu düşünmemize neden olan meleklerin secde etme
meselesindeki ihtilaftır. Âlimler bütün meleklerin Âdem aleyhisselâma secde
etme meselesinde ihtilafa düşmüşlerdir. Şöyle ki;
Meleklerin Hz.Âdem’e secde etmelerini konu
alan tüm ayetlerde melâike (melekler) kelimesinin çoğul olarak gelmesi
ve özellikle Hicr, 15/30 ve Sâd, 38/73 ayetlerinde (fesecede’l-melâiketü
küllühüm ecmaûn) “Derken bütün melekler topluca secde ettiler.” te’kid
ifadesi olarak yer alan küllühüm (meleklerin tamamı) ve ecmaûn
(topluca) kelimelerinin kullanılması, söz konusu secdenin bütün melekler
tarafından yapıldığını göstermektedir. Alimlerin büyük çoğunluğu da bu
görüştedir. 88 defa peş peşe gelen bu te’kid ifadeleri meleklerin bir kısmının
secde etmemiş olabileceği ihtimalini ortadan kaldırdığı gibi, meleklerin
tamamının aynı anda, bir defada ve topluca secde ettikleri anlamını daha da
pekiştirmektedir.
Gazzâlî (505/1111), Râzî (606/1209),
Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240), Mevdûdî (ö.1979) gibi bir grup âlim ise Hz.
Âdem’e secde eden meleklerin yalnızca yeryüzü melekleri olduğunu, bir kısım
meleklerin veya gökteki meleklerin ise Âdem’e secde ile emrolunmadığı görüşünde
olmalarıdır. Bu âlimlerden Gazzâlî, Âdem’e secde eden meleklerin, insan
cinsinin koruyucusu olan yer melekleri olduğunu, gökyüzü meleklerinin ise Hz.
Âdem’e secde etmediğini belirtmektedir. Râzî ‘ de konu ile ilgili ayetlerde
geçen melâike (melekler) kelimesinin zahirinin bütün melekleri
kapsadığını, ancak “Şüphe yok ki Rabbinin katındakiler O’na kulluk
etmekten asla kibirlenmezler, O’nu tesbih eder ve Yalnız O’na secde ederler.”
mealindeki A‘râf, 7/206. ayette yer alan “Yalnız O’na secde ederler.”
kısmının hasr ifade ettiğini ve söz konusu ayette belirtilen meleklerin
yalnızca Allah’a secde ettiklerine delalet ettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla
ona göre, söz konusu ayette belirtilen meleklerin Allah’tan başka bir varlığa
yani Hz. Âdem’e secde etmeleri söz konusu değildir. Buna göre bir kısım
melekler secde ile emrolunmamıştır. Râzî sözünü ettiği A‘râf, 7/206. ayetten
hareketle gökteki meleklerin secde ile emir olunan melekler arasında yer
almadığını söylemektedir. Ancak Râzî, tefsirinin bir başka yerinde “Onlar
(o melekler) yalnız Allah’a secde ederler.” A‘râf, 7/206 ile “Derken
bütün melekler topluca Âdem’e secde ettiler.” Hicr,15/30; Sâd,38/73.
mealindeki ayetlerin nasıl bağdaştırılacağını -zira bu ayetlerin ilkinde,
meleklerin Allah’tan başkasına secde etmedikleri anlatılırken, ikincisinde
onların Âdem’e secde ettikleri anlatılmaktadır. Konuyu açıklarken yukarıdaki
görüşünden farklı olarak şunları söylemektedir: “Ayetteki ‘Onlar (o melekler)
yalnız Allah’a secde ederler.’ ifadesi, meleklerin Allah’tan
başkasına secde etmediklerini anlatır. Bu da, umûmî bir ifadedir. Ama, “Derken
bütün melekler topluca Âdem’e secde ettiler.” ayeti, hâs bir
ifadedir. Hâs ifade, nazar-ı itibara alınma bakımından umumî olan ifadeye göre
önceliklidir.” Burada Râzî’nin yer yüzü ve gök yüzü melekleri diye bir ayırıma
gitmediği görülmektedir. Râzî her ne kadar yukarıda bir kısım melâikenin Âdem’e
secde etmediğinden söz etse de, buradaki ifadesinden, meleklerin tamamının
secde ettiğini farklı bir izahla ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Bu arada
Âlûsî (1270/1854)’nin, Hz. Âdem’e secde eden meleklerin yalnızca yeryüzü
melekleri olduğunu savunanların görüşlerini isabetli bulmayarak reddettiğini
belirtmeliyiz. Reşit Rızâ (1323/1905) ise secde eden meleklerle ilgili farklı
bir yaklaşım ortaya koyarak, ‘Hz. Âdem ve soyunun emrine verilen melekler,
Allah’ın yasalarını yönetmekte olan arz melekleri olduğu’ yorumunda
bulunmaktadır. Süleyman Ateş’in konu ile ilgili değerlendirmesi ise şöyledir:
“Kanaatimize göre Hz. Âdem’e secde eden
melekler, Allah’ın yeryüzüne hakim kıldığı tabiat kuvvetleridir. Tabiat
kuvvetleri, insanın hizmetine verilmiş, insan, akıl gücüyle onlara hâkim
olmuştur.” Ateş’in bu
görüşünün
“Hz. Âdem’e secde etmeleri emrolunan
melekler, bitkisel ve hissî hareketsel hayvanî güçlerdir. Çünkü bu kuvvetler,
insan bedeninde rûh cevherinin hizmetçileridir. Secde etmeyen İblis ise, akıl
cevherine karşı gelen, vehmî kuvvettir” şeklinde ifade edilen ve bir kısım Sûfiyyeye ait
olan görüşle paralellik arz ettiği dikkat çekmektedir.[1]
Meleklerin içindeki bu durum muvacehesi ve şahsî tecrübelerimiz ışığında
ve tasavvufun iç dünyasında bazı insanların durumları ile ilgili çeşitli
konularda sürekli Allah Teâlâ’nın ayrıcalıklı kullarından bahsedilmesi ile bu
konuyu irdelemek ihtiyacı hasıl olmuştur. Bahse konu ettiğimiz insanların
özellikleri o derece ileri varmıştır ki, onlardaki durumları bilmek anlatmakta
pek mümkün olamamıştır.
Bu kişilerin bulunduğu zaman ve toplum içinde kimlikleri, Allah
Teâlâ’dan başka hiç bir etkiye açık olmamalarıyla özellik arz etmeleri, onlar
hakkında çok yorum yapmanın önüne geçmektedir. Ancak bu kişiler hakkında
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Ben şu adam olmak isterim ki, ben, bütün mukarreb veliler, nebiler ve rasûller o olmak isterler. O adam, zevkî ve vicdanî bir iş (durum) olup, onun yanında söz bitmiş, sahifeler durulmuş, kalemler kaldırılmıştır. Kim ona iman eder ve gıyabında onu tasdik ederse, imanı kemâle erer, iz'ânı sadık olur ve emniyette olan kimselerden olur."[2]
Bahsedilen bu kişilerin zamanımızda da bulunduğu muhakkaktır. Bunlar ne
bir şeyhin, nede bir üstadın eli altında, terbiyesinde, kontrolünde sürekli
durma imkânları yoktur.[3]
Onlar sürekli hareket eden dağlar misali Allah Teâlâ’nın emrine boyun eğmiş
kutsî kullardır. Onlar ehâdiyyetin ve aşkın zirvelerindedir. Onlar ancak ve
ancak Hakk’ın huzurunda kâim kişilerdir. Bunlara Has Oda Sakinleri ve Hakk yolu
kurbanları adı verildiği de olmuştur.
Son söz olarak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin iki hadis-i
şerifi ile konuyu noktalayalım. Allah
Teâlâ buyurdu ki;
"Beni talep eden beni bulur; beni bulan
beni bilir; beni bilen bana âşık olur; bana aşık olanı ben katlederim; benim
katlettiğim kimsenin diyeti benim üzerimedir; diyeti benim üzerime olan
kimsenin diyeti ben olurum; diyeti ben olduğum kimse ile de benim aramda hiçbir
fark yoktur." [4]
"Saçı sakalı birbirine karışmış, kapılardan kovulan nice kişi
vardır ki, Allah adına yemin edecek olsa, Allah onun yeminini gerçekleştirir.” [5]
[1] Hasan
KESKİN, Kur’an’da
Meleklerin Hz. Âdem'e Secdesinin Yorumu, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
[2] Osman TÜRER, Harîrî-Zâde'nin, Sülûkün Mertebelerine Dair Bir
Risalesi:Feyzu'l-Muğnî
min Sırrî Hadîsi 'Men Talebenî Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü'l-Arabî Özel Sayısı-2), [2009],
sayı: 23, ss. 37-51.
[3] Bu kişilere örnek
vereceğimiz bir kimse Harîrî-zâde Muhammed Kemâleddîn Efendidir. (1850 /1882)
Otuz iki yaşında genç yaşta dâr-ı bakaya yürüyen bu büyük zat gerek tarikat,
gerek rivayet, gerekse bizzat intisab yoluyla iki yüze yakın tarikattan icazet
almıştır.
[4] Harîrî-Zâde'nin, Sülûkün Mertebelerine Dair Bir Risalesi:Feyzu'l-Muğnî min Sırrî Hadîsi
'Men Talebenî
[5] el-Elbânî,
Sahlhu'l-Câmi', 3478
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar