Print Friendly and PDF

ANADOLU’NUN SÖNMEYEN İKİ IŞIĞI: MEVLÂNA VE YUNUS EMRE




Mustafa Özçelik/16 Kasım 2008
Anadolu’nun bir Türk-İslâm yurdu oluşu sırasındaki manevî coğrafyasına baktığımızda elbette pek çok manevî mimarla karşılaşırız. Ama iki isim vardır ki, onları bir arada düşünmemek imkânsızdır. Bu iki isim hemen tahmin edileceği gibi Mevlâna ve Yunus Emre’dir. Öyle ki, Mevlâna’yı Yunus Emresiz, Yunus Emre’yi Mevlâna’sız düşünmek mümkün değildir.
Dolayısıyla aynı zamanların insanları olarak görüşmeleri mümkün görünmektedir. Ayrıca her ikisi de mutasavvıftır. Ama onlar arasındaki benzerlik sadece bu iki özellikleriyle sınırlı değildir. Aralarında çok daha özel yakınlıklar, şahsî tanışıklıklar ve söylemlerinde benzerlikler söz konusudur.
Bilindiği üzere Moğol zulmünün kasıp kavurduğu Anadolu’nun Konya şehrinde Muhyiddin Arabî kuddise sırruhu'l-âlîden sonra bir Mevlâna rüzgarı esmeye başlar. Böylece Konya, bir ilim ve irfan şehri olarak Mevlâna nefesiyle yeni bir cazibe merkezi olur. Burada inancın, sevginin, barışın, kardeşliğin sesi yükselir. Üstelik oldukça evrensel bir söyleme dönüşerek, coğrafya, ırk, dil, din farkı gözetmeyen bir sestir bu.
Mevlâna’nın evrensel çağrısıyla herkese kucak açılan bu şehirde bu çağrıya uyup, Konya’ya Mevlâna dergâhına gelenlerden biri de Sarıköylü Yunus Emre’dir. Yunus Emre, muhtemelen önce Konya’da bir süre ilim tahsili yapmıştır. Çünkü Konya’nın o çağda böyle bir ilim merkezi olma hüviyeti vardır. Konya medreselerindeki öğrenimi sırasında aynı şehirde bulunan Mevlâna’dan, Yunus’un habersiz olması düşünülemez. Dolayısıyla bu tahsilden sonra Yunus, ebetteki irfan sularına da kulaç atacaktır. Yunus, bu yıllarda henüz 25-30 yaşlarında genç bir insandır. O da Mevlâna meclisine katılır.
Bunu nerden mi biliyoruz. Şairin eserinden daha büyük belge olur mu?
Böylece Mevlâna meclisinde yerini alan Yunus, bu coşkulu aşk ırmağından nasibi olan irfan bilgilerini devşirir. Belli ki, Mevlâna da Yunus için büyük bir muhabbet beslemektedir ki, ‘görklü nazar’ıyla Yunus’u, mana âlemlerinin derinliklerine indirir.
Beyti ancak böyle hususi bir yakınlığın söyletebileceği bir beyit olsa gerektir. Yine Mevlâna-Yunus Emre birlikteliğini anlatan şu üç menkıbe, bu yakınlığın boyutlarını açıkça gösterir.
‘Yunus’un Konya’da bulunduğu günlerde bir gün yine uzun uzun Mesnevî sohbeti yapılmış. Ardından da ona Mesnevî’yi nasıl bulduğu sorulmuş. Yunus cevaben, ‘Uzun yazılmış. Ben olsaydım:
Yahut;
derdim olur biterdi. Demiş.
Gölpınarlı, bunu Yunus’un terbiyesine ve yapısına yakıştırmaz ve böyle bir şeyin olamayacağını söyler. Fakat bir başka yorumcu Turan Oflazoğlu, bu menkıbeden şöyle bir yorumun çıkabileceğini düşünüyor: Halk, gerçek şiirin az ve özsöylenişini sevmekte, hikâyenin, masalın yani öyküleştirmenin şiire zarar vereceğini söylemektedir. Yunus’un söyleyiş tarzı dikkate alındığında bu olay pekâlâ gerçekleşmiştir denebilir.
Şu menkıbe de Mevlâna’nın Yunus’a verdiği değeri göstermesi açısından önemlidir:
‘Genç Yunus Emre, Konya günlerinde sık sık Mevlâna’nın yanına gider, bir zaman kaldıktan sonra geri döneceği zaman Mevlâna, onu kale kapısına kadar giderek uğurlarmış. Mevlâna’nın müritleri, bu duruma şaşıp kalırlarmış. Bir gün sükutu bozarak, bunun sebebini sormuşlar. O da, ‘İlâhî menzillerin hangisine çıktımsa, bir Türkmen kocasının izini önümde buldum. Onu geçemedim.’ demiştir.
Bahrü’l-velaye’de işte bu Türkmen kocasının Yunus Emre olduğu söylenmektedir. Eğer bu malumatı doğru kabul edecek olursak, yine bu menkıbenin ilk bakışta Yunus’u Mevlâna’dan üstün göstermek şeklinde anlaşılması söz konusu olabilir. Fakat dikkatli bir bakış, yine Oflazoğlu’nun yorumuyla söyleyecek olursak, halkın Mevlâna’yı da büyük gördüğünü ama dili, üslubu ve yaşantısıyla Yunus’u kendine daha yakın hissettiğini göstermektedir.
Bir başka menkıbe ise şöyledir:
‘Yunus, Hz. Mevlâna’nın büyük oğlu Sultan Veled ile arkadaşlık etmiş, her ikisi de Mevlâna’dan ders almışlardır. Mevlâna vefat edince Yunus pek perişan olmuş, ardından içli göz yaşları dökmüş, tesellisiz, ışıksız bir ömür sürmeğe başlamış. O günlerde Mevlâna’nın mübarek merkadi üzerine bir türbe yapılıyormuş. Yunus, inşaatın gönüllü ırgadı olmuş, sabahtan akşama kadar omuzunda taş, tuğla taşıyarak vecd içinde çalışıyormuş. Fakat inşaat devam ederken Konya’yı terk etmeye karar vermiş. Sultan Veled’i ziyaret edip, elini öpüp ayrılacağını bildirmiş.
Sultan Veled de ona, ‘Git Yunus git... Sen artık türbe değil de gönül binaları yap, diyerek uğurlamış.’
Bu menkıbe, bir yandan Yunus’un Mevlâna ile yakınlığını göstermesi, bir yandan da Sultan Veled’in, Yunus’un tarihi misyonunun farkında olan biri olarak ona, ‘Sen bina değil gönüller bünyâd et! Haydi yolun açık olsun,’ diyerek, onu irşat görevi için Konya’dan uğurlaması oldukça manidar bir hadisedir. Öyle ki, bu söylencedeki uğurlama cümlesiyle, Yunus’un ebedî hayat felsefesini özetleyen:
Dörtlüğünü birlikte düşününce işin sır perdesi aralanmış olur.
Dahası var elbette... Mehmet Önder’in verdiği bilgilere göre 25 yaşından 33 yaşına kadar yaklaşık 8 yıl Konya’da kalan Yunus Emre, Tabduk yoluna bundan sonra düşer. Bektaşî menkıbesi onu Hacı Bektaş yurdundan Tabduk yurduna gönderse bile, Mevlevî söylencesine göre Tabduk’un yanına Konya’dan sonra gidilir. Yunus, bu gidişte bile Konya günlerini ve Mevlâna sohbetlerini unutmaz ve daha sonra Mevlâna’nın vefatı üzerine duyduğu elemi onun çevresindeki uluların da isimlerini zikrederek bir dörtlüğünde şöyle dile getirir:
….
Erişim: http://akademik.semazen.net/article_detail.php?id=423
Gökhan EVLİYAOĞLU
Türkmen’in kocamanı, Anadolu’nun pîr’i,
«Hey Emrem, Yunus biçare,
bulunmaz derdine çare,
var imdi gez şardan şara,
şöyle garip bencileyin»
demiş, yollara düşmüştü. «Rum ile Şam’ı, yukarı illeri kamu» dolaşıyordu.
Haktan inen şerbeti
İçtik elbamdülillâb
Şol kudret denizini
Geçtik elhamdülillâh
***
Şu karşıki dağları
Meşeleri, bağları
Sağlık safalık ile
Aştık elhamdülillâh.
Diye şükrediyor, erenler sohbetinde konukluyor, güzel beldelerde konaklıyordu.
Kuru iken yaş olmuş,
ayak iken baş olmuş,
kanatlanıp kuş olmuştu.
Uçtuk elhamdülillâh.
diyordu.
Vardığımız illere
Şol safa gönüllere
Baba Tapdık mânasın
Saçtık elhamdülillah.
Diye seviniyor, Tapdık’ın asasını aramak için çıktığı yolculukta onun adını, ulaştığı her yere ulaştırıyor, gittiği yerde namını kendisinden önce onda konaklamış, nice gönüller süslemiş bir halde kendisini karşılar buluyordu.
Derken yolu, payitahta, Konya’ya doğru açıldı. Bozkırın ortasında yeşillikler arasından mavi, yeşil çinilerle alev alev balkıyan bir mübarek şehirdi Konya, Gökyüzünü dua ile dolu gönüllere yaklaştıran kubbeler, Kur’an sahifesi gibi açılmış, âyetlerle süslü kapılar, nây sedalarına karışuben akan sular, mermer çeşmeler ve büktün bu güzellikler arasında, rüyada dolaşır gibi gezen, gizli bir ışıkla aydınlanmış, mübarek tavırlı insanlar...
Yunus bu beldeyi aydınlatan o gizli ışığı biliyordu. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin nâmı bütün illere uzanmış, bütün yüreklerde mekân tutmuştu. Hele Konya’ya gelip de bu ışığa düşmemenin, bu nûr’a pervane olmamanın imkânı var mı idi? Yunus, çerağa doğru uçan kelebek gibi Mevlânâ sohbetine ulaştı. Birbirlerini mânada tanır idiler. Maddede de buluştular. Mevlânâ Yunus’u nasıl ağırlıya- cağmı, Yunus, Mevlânâ’ya nasıl hürmet edeceğini bilemiyor gibi sevinç içindeydiler. Yunus:
Gören pervaneleyin
Nice oda yanmasın
Gözlerinin bakışı
Can alır iki çerağ
Diye düşünüyor ve Mevlânâ’ya şöyle alkış tutuyordu:
Evliyaya münkir olan
Hak yolunda da âsidir
O yola âsî olan
Gönüllerin pasıdır.
***
Çektik bu aşk cefasın
Tâ erince mâşuka
Zira ki o dost benim
Derdimin devasıdır.
* * *
Mevlânâ Hüdavendigâr
Bize nazar kılalı
Onun güzel nazarı
Gönlümüz aynasıdır.
Celâleddin-i Rûmî, Yunus’un iltifat dolu kalbine mukabele etti.
«İlâhî mertebelerden her kangısına sür’at edüp ulaştımsa, bu Türkmen kocamanını izini önünde buldum ve onu geçemedim.» dedi.
Mevlânâ, Yunus’a Mesneviden şiirler okudu. Yunus hayran ve nüktedan, dedi ki:
«Güzel amma uzun olmuş, ben olsam:
Ete kemiğe büründüm
Yunus deyu göründüm
derdim olur biterdi.»
Olup bitmedi tabiî.. Mevlânâ, bu (Türkmen kocamanı) ile Yunus, bu (Kutb-u Cihan) ile bir müddet sessiz sedasız gönülden gönüle söyleştiler. Nelerden, ne mânalardan, ne acayip âlemlerden bahseylediler kim bilir?...
Dilsizler haberini
Kulaksız dinliyesi
Dilsiz kulaksız sözü
Can gerek, anlı yası.
Dilsizler haberini kulaksız dinleyebilseydik, sözü dilsiz, kulaksız anlıyacak canımız olsaydı Mevlânâ ile Yunus Emre’nin nice sohbet ettiklerini biz de biraz bilecektik...
Sonra semâ bağladı. Mevlânâ dervişleri nûr’a pervane olup dönerlerdi. Nay, hıçkıra hıçkıra ağlardı. Bu ne güzel bir âlem ne hoş bir ihya günü idi. Yunus Emre:
Bu semâ’a girmeyen
Sonuna pişman olur
Erişür bizim ile
Serbeser düşman olur.
** *
Bir nicesi gönlüne
Şeytanlar dolup durur
Erenler semâ’ına
Bunlar gülüşken olur.
** *
Yunus der ki: Mevlânâ ile sohbet gerektir
Bu sohbete doymıyan Sonra savaşgan olur.
Diye bir şiir söyledi.
Yolculuğunun en güzel rüyalarından birini görmüş gibi. Bir eyyam Konya’da Mevlânâ meclisinde konuk kaldı. Sonra Tapdık’in asasını aramak, mekânını bulmak üzere ol Kutb-u Cihın’a veda ederek gene yollara düştü.
Sh:47-50
Kaynak: Gökhan EVLİYAOĞLU, Anadolunun İç Aydınlığı YUNUS EMRE, 1963, İstanbul

Yunus Emre
Bu semâa girmeyen sonuna pişman olur
İrişür bizüm ile serbeser düşman olur
Dosttur bizi o kuyan üstümüzde (1) şakıyan
Şimd’üç buçuk okıyan derin danışman olur
Danışmanun cahili unamaz dervişleri
Derviş ile danışman yavlak üruşgan (2) olur
2510. B ir niçesi. (3) gönline şeytanlar dolubdurur
İrenler semâına bunlar gülüşken (4) olur
Danışman oldı (5) geldi okuduğında (6) buldı
Ehl-i derd dervişlere cam karışgan olur (7)
İy (8) bîçâre danışman ayıt derviş dervişan
Dervişlerle urışan işine pişman olur (9)
Yunus aydur mevlânâ epsem otur yiründe
Bu sohbete doymayan sonra savaşgan olur
Sh: 301-302
46. Nusha Farkları:
Râif’te (51.b - 52.a), Fâtih (87.b - 88.a), Nûru Osmânî’de, (184.a) ve Yahya Efendi’de vardır.
(1) üstümüze: Râif, (2) üleşgen: Fâtih, (3) niçenin: Fâtih, N. O ., (4) anlar irişken: Fâtih, (5) oldur: Fâtih, (6) okuduğunda: Râif, (7) Ehl dervişlere canı kati: Fâtih, (8) Hey: Fâtih; Hay: N. O. , (9) Derviş ile irişen âşinâ: N. O.
Kaynak: Abdülbakiy GÖLPINARLI, Yunus Emre Divanı-— Metinler, Sözlük, Açılama —Cilt :1 — 2, 1943, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul
**


Serbeser: f. Baştan başa
Bu semâın hakikatine varamayan sonunda pişman olur; bizim ile erişirse de sonra baştanbaşa düşman olurlar.
*[üstümüze]
Danışık(t):Tanışık, ülfet,ünsiyet.
Daniş(f):Bilgi,ilim.
Danışman/Danişmend(f):Bilgin.Medrese.müderrisi.
Daniş(f) î Söz , bilgi.
Tanışman:Danışman,bilgin,danişmend.
Kuy: Mağra; kuyan: dörtnala giden
Şimdi az buçuk okuyan derin danışman olsa da;  bizi o mağaraya koyan ve üstümüzde şakıyan dostumuzdur; [biz ondan razıyız].
*[üleşgen]
Una: at arabası (Teleut sözlük)
Unna: Bilmek vakıf olmak, muktedir olmak. (Şor sözlüğü)
Yavlak: [çağatayça]: Düşmeni çok olan mahl, garib, acib
Uruşgan: [tatarca] vuruşgan

Danışmanın cahili dervişleri anlayamaz; Derviş ile danışman düşmanlığı çok ve mücadeleci  olurlar. [anlaşamazlar]
*[Niçenin]
**[anlar irişken]
İr(t):Er.vaktinden evvel.
İrişmek(t):Ulaşmak, yetişmek.
Gülişgen(t):Çok gülüşen,birkaç kişiyle birlikte kahkaha atan.

Birçoğunun gönlüne şeytanlar dolmuştur: birde bunlar erenler semâıyla alay ederler
*[oldur]
**[okuduğunda]
***[Ehl dervişlere canı katı]
Karışgan yazılmışmış. Teleut ağzı ve Şor  sözlükte gibi ‘kargışgan’ okumak da olabilir..
Kargış: Lanet beddua okuyan, kargışcı/kargışgan: Lanet eden, beddua eden
Danışman olanlar geldiklerinde okudukları kitaplarda buldukları bilgiler ile; Ehl-i derd dervişlerinin canlarına beddua edicidirler
*[Hey=Hay]
**[Derviş ile irişen âşinâ]
İy(t):Ey.
Ayıt: Sor; ayıtgan : soran
Ayt: Konuşmak, Haber vermek,- Teleut ağzı- Şor sözlüğü
Ayttır: Davet ettirmek- Teleut ağzı
Uruş: Dövüş, Kavga/döğüşmek, savaşmak, Teleut ağzı-Şor Sözlüğü

Ey bîçâre danışman davet et derviş veya dervişleri; dervişlerle döğüşen  yaptığı işine pişman olacaktır.

Eyitmek(t):Söylemek,anlaamak,söyletmek.
Aydur: Eydür: Söyler ki:
Ebsem/epsem:Suskun
Savaşgan: savaşcı, cengaver
Yunus der ki; bu Mevlânâ [Efendimiz],  huzurunda sen sukut ederek  otur;  bu sohbete doymayan/yapamayan/sabredemeyen sonra savaşçı olur. [Herkesle anlaşamaz olur.]
**


Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kuddise sırruhu’s-sâmî)
«Öfkelerini yenenler, insanların suçlarını bağışlıyanlar; Allah ihsanda bulunanları sever.» (Âl-i İmran 134)
Allah, büyük bağışlamalarda bulunmaya pek büyük ve güzel huylar elde etmiye başarı versin; Zâti onlar, bunları elde etmiye, bu huylara sâhib olanlara, katılmıya lâyıktırlar. Gözlerin ışığı, müderrislerin övüncü olan, yoksullarla düşüp kalkan aziz oğlumuzun, hâlini-hatırını sormada, selâm göndermede babasının kusûru varsa ve topluluğun tezce bağdan şehre göçüşü yüzünden, gönlünde bir kırgınlık olduysa, umarız ki bu istenmiyen şeylere güzel huyu, sevimli yaradılışı tahammül eder, bizi bağışlar; tezce şehre gelir; şehre kutlulukla, sevinçle göçer de herkes de artık, aykırı davrananların hareketleri yüzünden, aziz gönlünde bir kırgınlık, bir gücenme kalmadığını iyice anlar. Yüce Allah dilerse, babası da, gene memnun olur, pek büyük sevinçlere kavuşur; eski bağlantıları, eski ihsanları kat kat artar.
**
O aziz oğlumuzun herşeyi iyiden iyiye anlıyan aklına gizli kalamaz ki tezce buraya gelmesinde, aziz oğullarının, talebesinin, bilgi öğrenenlerin başlarına gölge salmasında pek çok iyilikler vardır; bunları etraflıca yazamıyorum.
Kötü sözler söyliyenlerin ağızlarını bağlamak, düzenlerini boğmak, teselli bulmak, halkın kınamasına son vermek, şöylece bir yalnız kalmak, yalnızlıkta huzûra dalmak; orda oturmaktan, halktan ayrı kalmaktan kat kat iyidir.
Bağ işlerinden yüzüstü kalanlar da kat kat düzelir.
«Olmasını istemediğiniz nice şeyler vardır ki .onlar hayırdır size.. Olmasını dilediğiniz, sevdiğiniz nice şeyler de vardır ki onlar şerdir size.» (Bakara,216)
«Cennet, tiksinilen şeylerle çevrilmiştir; cehennem, özlenen, üstüne düşülen şeylerle.»
Allah için olsun, Allah için, çabuk, pek çabuk, bu çağrılara, yuvasından uçan doğan gibi, yaydan fırlıyan ok gibi, geniş bir gönülle, güler bir yüzle karşılık ver.
«Topluluk rahmettir.»
Bu rahmet, insanlardan gizli olmasaydı, onu anmak, faydasız, abes olurdu; Mustafa’nın şânı yücedir bundan.
Bir de ağaçlar, bitkiler toplumu, canlılar toplumundan aşağıdır. Canlılar toplumu, insan toplumundan aşağıdır hoşluk, uzlaşma bakımından. İnsan toplumu da, aynı derdi taşıyan dostlar toplumundan aşağıdır.
Bir kişi, yalnız bir yerde, dostlarla uzlaşsa, dertdeşi çoğalır.
 Bu arık kişileri, gam aşâlığından, ayrılık vesveselerinden kurtar, âzâd et.
«Kim bir kişiyi diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir.» (Mâide, 32).
Oğlumuz ebedî olarak bağışlarda bulunsun, bağışlasın, tertemiz olsun; öyle olsun ey âlemlerin Rabbi; Allah’ın rahmeti, iyi işlerde imâm olan, keremlere, kerâmetlere düzen veren Mustafâ’ya, bütün soyuna sopuna, Sahabesine, Ehli Beytine.
Sh:16-17
Kaynak: MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN - MEKTUPLAR, Türkçeye Çeviren Hazırlayan : Abdülbakıy GÖLPINARLI, 1963, İstanbul

Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kuddise sırruhu’s-sâmî)
Ebedî kutluluk, sonsuz devlet ve Tanrı râzılığı, zâhid, âbid, soylu soplu, ahdi güzel savaş eri!
Yüce himmetli “Hacı Emir”in kutlu zamânına eşdost olsun.
Allah bereketini dâimi etsin; onu kuvvetlendirsin; ona yardım etsin. Yüce Tanrı, onun, iyilikler düşünen kutlu; gönlünü, ilhamlar geldiği, keremlerin kerametlerin çıktığı yer etsin.
Dostlarının gözleri aydın olsun, muradlarına erişsinler...
Düşmanları, öç alınarak kahrolsun; esenlik ona, Muhammed hakkıyçin.
Yaratıp olgunlaştıran yüce Tanrı, buluşmamıza tezce bir sebep yaratsın; “gerçekten de o, sebepleri yaratandır.”
Şunu da iyiden iyiye biliyorum ki, o aziz, nerede olursa olsun, ter temiz yaradılışı, melek huyu, kendisiyle biledir; şüphe yok ki, onu, hayırlara, güzel işlere, eşdost edecektir; yüce dereceleri, göklerin Rabbinin razılığını dilemiye sevkedecektir.
«Nerede olursam olayım, beni kutlu etmiştir (Meryem, 31).»
Hattâ şu olup bozuluş âleminde bulunan her güzel, hoş, ihsan ıssı cân, bu âlemden göçünce, o gerçek âleme varınca, burada ne işteyse orada da, o işe koyulur.
«Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz Öyle hasredilirsiniz.»
Gerçektir Allah elçisi, gerçek söylemiştir; Allah’ın rahmeti ve esenlik ona. O aziz, burada da, orada da, yolda da, durakta da, Hakk’ın verdiği başarıyla, aslının tertemiz çekişiyle, boyuna ayağını kutluluk merdivenine kor, yakınlık mi’râcına koşar.
Allah ayaklarını pekiştirsin.
Özlem çeken duâcıyâ, o azizin ayrılığı pek güç geliyor.
«Topluluk rahmet, ayrılık azap.»
Allah, aramızdaki uzaklığı kaldırsın, buluştursun bizi.
Sh:73-74
Kaynak: MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN - MEKTUPLAR, Türkçeye Çeviren Hazırlayan : Abdülbakıy GÖLPINARLI, 1963, İstanbul


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar