ANİMUS: KADINDAKİ ERKEK
Kadındaki bilinçdışının karşı cinsten biçimlenişi olan
animus da olumlu ve olumsuz yanlar taşır. Ama animus kadınlarda sıklıkla erotik
fanteziler ya da yönelişler olarak değil daha çok "kutsal" inançlar
olarak ortaya çıkar. Bu kendini
yüksek sesle, enerjik olarak dışavurduğunda kadının eril yanı kolaylıkla
tanınabilir. Ama dıştan son derece dişil etki bırakan kadında da sessiz ama son
derece sert, katı bir güç olarak görülebilir. Onda birden soğuk, tartışılmaz,
bencil bir şeylerle karşılaşılır.
Kadındaki animusun durmadan yinelediği, en sevdiği tema "tek
istediğim sevgi ama o beni sevmiyor" ya da "bu koşullarda
yalnız iki olasılık var"dır. Bunlardan ikisi de sevimsizdir. (Olumsuz
animus hiçbir zaman istisna kabul etmez.) Animusa kolay itiraz edilmez; nasıl
olsa haklıdır ama o duruma tam uygun değildir. Gerekçeleri görünüşte çok
mantıklıdır ama nedense hep gerekli olan noktanın dışında kalır. Erkeğin
animasını annesi gibi biçimlendirmesine benzer olarak kızının animusunu da baba
biçimlendirir. Kızının ruhuna bu tartışılamaz olan görüşlerin rengini veren
babadır; ne ki bu arada kızın gerçekliği eksik kalır. Animusun kimi zaman
ölüm meleği olarak temsil edilmesi bundandır. Örneğin bir çingene masalı yalnız
yaşayan bir kadınının tanımadığı güzel bir gezgini yanma alıp onunla yaşamaya
başladığını anlatır. Oysa bunun ölümün kralı olduğunu anlatan korkulu bir düş görmüştür.
Bir süre onunla birlikte olduktan sonra ona kim olduğunu açıklaması için baskı
yapmaya başlar. Yabancı açıklarsa kadının öleceğini söyleyerek önce buna karşı
koyar. Kadın yine de ısrar eder. Sonunda kendisinin bizzat ölüm olduğunu söyler
ve kadın korkusundan ölür.
Mitolojik bakış açısından görülürse güzel yabancı olasılıkla
pagan bir baba-tanrı imgesidir, ölülerin yöneticisidir -Persephone'yi kaçıran
Hades gibibir tür animusu kişileştirmektedir. Kadını her türlü insancıl
ilişkiden uzaklaştırır, özelükle de gerçek bir erkeği sevmekten alıkoyar.
Olayların "nasıl olması gerektiği"ne dair bir dolu hayali, yaşamdan
uzak, dilekler ve yargüarla dolu safsataları da yaşamla her türlü temasım
engeller.
Birçok mitte animus yalnızca ölüm değil, haydut ve katil
olarak da ortaya çıkar; örnek ise karılarını öldüren Şövalye Mavi Sakal'dır.
Animus kadınların kendi başlarına kaldıklarında, özellikle de duygusal
zorunlulukların karışlanmasının eksikliğini hissettiklerinde akıllarına üşüşen
her türlü yarı bilinçli, soğukkanlı, ruhsuz düşünceyi temsil eder. Aile
mirasının paylaşılmasına ilişkin olan bu türden düşünceler, diğer kimselerin
ölümünün büe istendiği kötücül planlar, örneğin kadirim güzel Akdeniz manzarası
karşısında "kocam ölünce Riviera'ya taşınırım" şeklinde
düşünmesi bu türden animus işleridir.
Gizli tahripkâr eğilimleriyle, bilincin
yüzeyine hiçbir zaman çıkmaksızın bir kadın kocasının, hatta bir anne
çocuklarının gizliden gizliye hastalanmasını, kazaya uğramasını hatta ölümünü
bekleyebilir ya da kadın çocuklarının evlenmesini engellemek ister. Yaşlı, saf
bir kadın bana bir seferinde boğulmuş olan oğlunun ölüm döşeği fotoğrafını
gösterirken "Onu başka bir kadına kaptırmış olmaktansa böylesi daha
iyi" demişti.
Garip bir duygu felci, derin bir kendine güvensizlik de çoğu
kez iyi kadının içindeki bilinmeyen bir animus yargısının işidir. Animus
derinlerden kadına fısıldar. "Sen umutsuz bir vakasın neden uğraşasın?
Ne yapsan boş; nasıl olsa yaşamın hiçbir zaman daha iyi olmayacak."
Bilinçdışının bu figürleri bilincimize girdiklerinde ne
yazık ki bu düşünce ve duyguların kişinin kendisinden olduğu sanılır, hatta ego
bunlarla kendini o denli özdeşleştirebilir ki onlarla artık objektif olarak
ilgilenemez. Bu figürler inşam gerçekten "büyüler", ancak bu büyü
kişiden uzaklaşırsa bunun kişinin gerçek düşüncelerine, duygularına ne denli
zıt olduğunun dehşetle farkına vardır. O zaman yabancı bir psişik etmenin
etkisi altına girilmiş gibi olur.
Tıpkı arama gibi animusta da yalnızca olumsuz özellikler,
gaddarlık, saldırganlık, boş konuşma ya da sessiz, takıntılı kötü düşünceler
yoktur. Bunun aynı şekilde kesin olumlu, değerli bir tarafı da vardır. O da
yaratıcı etkinliğiyle şelfle köprüler kurabilmesidir. 45 yaşındaki bir kadının
aşağıdaki düşü bu noktayı göstermeye yardımcı olabilir:
Gri, kapüşonlu giysili iki kişi balkondan odaya
tırmanıyorlar. Niyetleri bana ve kız kardeşime kötülük etmek. Kız kardeşim
yatağın altına saklanıyor ama onu bir sopayla oradan çıkarıp işkence ediyorlar.
Ondan sonra sıra bana geliyor. İkiliden daha yetkili olanı beni duvara dayıyor.
Ama ikincisi o sırada birden duvara bir resim çiziyor. Ben bunu görünce (dostça
davranmak için) "ne güzel resim!" diyorum. O zaman bana eziyet
etmekte olanın başı bir sanatçıya benziyor, kıvançla "evet,
gerçekten" diyor ve öbürünün yapıtını dostça temizlemeye başlıyor.
Bu iki figürün sadist yönü düşü gören için çok tanıdıktı;
çünkü gerçek yaşamda da sevdiği kişilerin tehlikede olduğu, hatta belki de
ölmüş oldukları duygusuna kapıldığı korku nöbetleri geçirmekteydi. Ama bu
düşteki animus figürünün ikili oluşu, bu saldırganlarda çift etki olasılığı
bulunduğunu, bunun da öyle eziyetli düşüncelerden çok farklı bir şey
olabileceğini gösteriyor. Düşü görenin onlardan kaçan kız kardeşi yakalanır,
işkence görür. Gerçek yaşamda bu kız kardeş kanserden oldukça erken yaşta
ölmüştür. Sanat yeteneği olduğu halde bunu hemen hiç kullanmamıştır. Daha sonra
düşte saldırganların kılık değiştirmiş sanatçılar olduğu ortaya çıkar. Eğer
düşü gören onların (aslında kendisinin) yeteneğini anlarsa kötü girişimlerini
sürdürmeyeceklerdir. Bu da düşün anlamını gösteriyor: Korku nöbetlerinin
ardında bir yandan gerçek bir ölüm tehlikesi, ama öte yandan da yaratıcı bir
olanak bulunmaktadır. Düşü görenin resime üstün bir yeteneği vardı ama bu
uğraşırım anlamlı olacağından hep kuşku duyuyordu. Düş ona bu yeteneği yaşaması
gerektiğini ciddi bir dille anlatmaktadır. O zaman tahrip edici animusu
yaratıcı bir güce dönüşecekti.
Yukarıdaki düşte olduğu gibi animus sık sık bir grup erkek
sekimde, kişisel olmaktan çok kolektif bir şey gibi görülür. Bu kolektif
zihinlilikten dolayı kadınlar çok yaygın olarak (içlerindeki animusu dile
getirdiklerinde) fıüleri "insan .... .yapar", "...yapılır",
"... giyilmez", "... olmaz" biçimleriyle kullanırlar.
Anlatımlarında da "herkes", "daima", "hep" gibi
genellemeler sıktır.
Pek çok mit ve masalda, büyüyle bir yaban hayvanına ya da
canavara dönüştürülmüş olan ve bir kızın sevgisiyle geri dönen bir prensten söz
edilir. (Dr. Henderson bu "Güzel ve Çirkin" motifinin sıklığım bir önceki
bölümde yorumlamıştır.) Gene sık olarak söylencenin kadın kahramanının gizemli,
bilinmeyen sevgilisine ya da kocasına soru sormasına izin verilmez ya da onunla
ancak karanlıkta buluşur, yüzüne bakamaz. Söylenen ancak kör bir sadakat ve
sevgi ile onu eski haline döndürebileceğidir. Ama bu bir türlü başarılamaz. Her
seferinde sözünü bozar ve sevdiğine ancak uzun, zor yollardan yeniden
kavuşabilir.
Bunun yaşamdaki koşutu, bir kadının kendi animus sorunu ile
bilinçli uğraşısının çok zamana, acıya neden oluşudur. Ama eğer animusunun ne
ve kim olduğunu, kendisine neler yaptığını anlarsa, büyülenmek yerine
geçeklerle yüzleşirse o kendisine girişim, cesaret, objektiflik ve ruhsal
berraklık gibi eril özellikler sağlayan son derece değerli bir içsel yoldaşa dönüşecektir.
Erkekteki anima gibi animusun da dört gelişim aşaması olduğu anlaşılıyor: Önce
fizik güç simgesi, örneğin bir ünlü sporcu olarak görünüyor. Bir sonraki
aşamada inisiyatif ve yapıcı güç kazanıyor, üçüncü aşamada da dile geliyor ve
bu yüzden de ruhsal büyüklere, örneğin hekime, rahibe, profesöre yansıtılıyor.
Dördüncü aşamada "anlamı" içselleştirip yaşama bireysel bir anlam
sağlayan yaratıcı, dinsel iç yaşantılara yöneliyor. O zaman kadına yumuşak
varlığını telafi eden ruhsal sağlandığı veriyor. Onu aktüaliteyle de
bağlantılandırabilir; o zaman kadın yaratıcı yeni düşünceler karşısında
erkeklerden çok daha açık olabilir. Onların eskiden beri ruhlar dünyasıyla
geleceği okuyan aracılara dönüşmesi bundandır. Olumlu animuslarının yaratıcı
cesareti insanın yeni girişimlerini yüreklendiren düşünceler üretir. Kadının
yapısı akıldışı olana daha yakındır, o yüzden bilinçdışıları yeni esinlerini
daha iyi açabilirler. Kadınların kamu yaşamında daha az yer alışları da
animusun özel yaşamın loşluğunda saklı prens olarak daha etkili olmasından
olabilir.
Kadının ruhundaki içsel erkek dışa
yansıtılırsa. aile yaşamında, tıpkı anima gibi, zorluklara neden olabilir.
Durumu daha ağırlaştıran da her iki cinsteki animus ve animanın birbirlerini
karşılıklı olarak uyarmalarıdır. Böylece, aşk çatışmasının stereotipisinin de
gösterdiği gibi, her çatışma kendiliğinden daha aşağı duygusal bir düzeye iner.
Söylediğimiz gibi kadının animusu cesaret,
girişim ruhu, gerçekçilik, en üst biçiminde ruh derinliği ve içselleştirme
sağlayabilir ama ancak kendi "kutsal" inancını sorgulayabilecek ve
düşlerinin yol gösteren işaretlerini, kendi inançlarına karşı da olsa
alabilecek nesnelliğe ulaşabilmişse. O zaman self, içsel tanrısal bir yaşantı
verebilir ve kadının yaşamına bir anlam katar.
sh:177-188
Kaynak: Jung, C., G. (2002). İnsan ve Sembolleri. Çeviri: Ali
Nahit Babaoğlu Okyanus Yayınları,2009, İstanbul
Böyle zor zihin soruları yalnızca gölgenin görünmesiyle
oluşmaz. Çoğu zaman bir başka "içsel figür" de ortaya çıkar. Düşü
gören eğer erkekse bilinçdışının dişil bir kişiliğini de keşfedecektir; bir
kadın içinse bu bir eril figür olur. Çoğunlukla bu figürler gölgenin ardında
durup yeni, farklı sorunlar çıkarırlar. Jung, bunların eril ve dişil
biçimlerine "animus" ve "anima" adını verir. Anima erkeğin
ruhundaki, belli belirsiz duygular, huylar, sezgiler, akıldışı olana karşı
duyarlık, kişisel sevgi yetisi, doğa sevgisi, en önemli olarak da bilinçdışının
algılama yetisi gibi bütün dişil psikolojik eğilimlerin kişileşmesidir. Eskiden
birçok halklarda tanrısal buyrukları alabilmek, tanrılarla bağlantı kurmak için
kadın rahiplerin kullanılmış olması (Yunan Sybil'leri gibi) bir rastlantı
değildir.
Kadın kılığında bir şaman; bir Sibirya kabilesinde (altta).
Kadınların ruhlarla daha kolay ilişki kurduğuna inanılır. Bugünkü medyumların
çoğu kadındır. Kadınların akıldışına erkeklerden daha duyarlı oldukları inancı
çok yaygındır.
Animanın erkeğin ruhundaki bir iç figür olarak nasıl
algılandığına iyi bir örnek Eskimolar, diğer kutup kabilelerindeki büyücüler ve
samanlarda bulunabilir. Hatta bunların bazıları "hayaletler ülkesi"
ile bağlantı kurmalarını sağlayan içsel dişil yanlarını göstermek için kadın
giysileri giyer ya da takılan arasından görünen memeler takarlar.
Bildirilmiş bir rapor, yaşlı bir şaman tarafından dine kabul
edilen, bunun için de karda açılmış çukura gömülen genç bir adamı
anlatmaktadır. Adam bu sırada düşsel bir duruma girip sayıklamaya başlar. Bu
koma içinde birden ışıklar saçan bir kadın görür. Bu kadın kendisine bilmesi
gerekenleri öğretir. Daha sonra da bu zor uğraşını uygulamakta karşılaşacağı
sorunlarda, ötedeki güçlerle bağlantı kurmasını sağlayarak yardımcı olmak için,
koruyucu bir ruh gibi yarımda olur. Böyle bir yaşantı erkeğin bilinçdışımın
kişileşmesi olan "anima"yı göstermektedir.
Erkekte animanın görünüşü önce annesinin karakteri
tarafından biçimlenir. Eğer onu olumsuz olarak algılamışsa anima çoğunlukla
depresif tabiat, süreklilik, sonsuz hoşnutsuzluk ve alınganlık özelliklerini
taşır. Ama eğer erkek bunu aşabilirse bunlar onun erkeksiliğini güçlendirici
olarak da etkiler. Böyle bir erkeğin ruhunda olumsuz anne anima figürü sürekli
olarak "Ben bir hiçim. Her şey anlamsız. Başkalarının durumu farkhdır
elbette ama ben... Bana hiçbir şey keyif vermiyor" diye fısıldayıp durur.
Hastalık, iktidarsızlık, kazalardan sürekli korku onun tarafından üretilir.
Bütün yaşam kederil, sıkıcı bir özellik kazanır. Hatta böyle karanlık bir
huy intihara kadar da götürür; işte o zaman anima bir ölüm meleği olur.
Fransızlar bu tür anima figürüne "femme fatale"
adını da verirler. (Bu karanlık animanın daha hafif bir versiyonunu Mozart'ın
Sihirli Flüt Operası'ndaki Gece Kraliçesi kişileştirmektedir.) Yunan
mitolojisindeki Sirenler ve Almanların Loreleii da animanın bu biçimiyle
tahripkâr düşlemi simgelemekte olan tehükeli yönünü kişileştirmektedir.
Aşağıdaki Sibirya söylemi tahripkâr animayı özellikle güzel tasvir etmektedir:
Yalnız basma avlanmakta olan bir avcı ırmağın karşı
yakasındaki ormanın derininde güzel bir kadın görür. Kadın ona el sallayıp
şarkı söylemeye başlar:
Gel ey yalnız avcı akşamın sessizliğine,
Gel, gel! Seni bekliyorum, özledim seni!
Seni kucaklayıp sarayım gel!
Gel, gel; yuvam buracıkta, buracıkta,
Gel yalnız avcı, gel buraya, hemen
Karanlığın kucağına gel!
Avcı giysilerini çıkarıp atarak ona ulaşmak için suya
atlayınca kadın kahkahalar atıp bir baykuşa dönüşür, uçup gider. Avcı ise geriye, giysilerine doğru yüzmeye çalışırken buzlu
sularda donarak boğulur.
Bu öyküde anima gerçek olmayan bir aşk ve mutluluk düşünü,
anne sevgisi ve sığınma isteğini (yuva), kişiyi gerçek yaşamdan koparıp alan
bir aldanış simgeler. Avcı erotik dileğin gerçeğe dönüşmesi düşünün peşine
düşünce de donar.
Olumlu anne kompleksi olan erkek yaşama karşı çoğu zaman,
annesiyle pastaneye giden bir oğlan çocuğu gibi davranır, yani hiçbir zahmete
girmeksizin durmadan "şunu isterim, bunu isterim" diye tutturur.
Yaşam bunları kendisine sevgi dolu bir anne gibi sarılmalıdır; bu olmadığında
da acı çığlıklarıyla ya da inatçılıkla tepki gösterir. Duygu yanı ve iç yaşam
böylesine ihmal edildiğinde, duygular ilgiyi çekmek için zorlarlar ama bu
görece alt bir düzeyde gerçekleşir. Bunu da belli tipteki kadınlar kendi
çıkarlarına kullanmayı çok iyi bilirler.
İhmal edilen anima böyle zorlu durumlar
yarattığında buna animaya kapılmışlık denir. Bu erkeğin uygunsuz şekilde
dişilleşmesine yol açar; ya dişil rolde bir eşcinsel olur ya da kadınlara karşı
ağır eril bir soğuklukla davranır.
Erkeğin kişiliği içindeki olumsuz animanın bir başka ortaya
çıkış biçimi de eşek arısı gibi zehirli, efemine iğnelemeler ve dokundurmalarla
her şeyi değersizleştirmektir. Bu tür dokundurmalarda her zaman yalan kadar
biraz gerçek payı da bulunur. Ama hep tahripkârdırlar. Bütün dünyada içinde
(Doğu'da verilen adla) "zehirli çiçek" figürü bulunan
söylenceler vardır. Bu, vücudunda gizli bir silah ya da zehir bulunan ve
aşıklarını daha ilk gecede öldüren bir güzeldir. Bu görünüşüyle anima,
erkekteki, birdenbire ilgisizleşmesine yol açabilen soğuk, ruhsuz doğayı
bedenselleştirir. Bu animanın etkisinde olan erkek ailesini sorumsuzca terk
edebilir ya da kendi Eros'unun değersizliğini ortaya koyan zulümler yapabilir.
Ortaçağda bu cadıların etkisiyle açıklanırdı. Birçok mit ve masalda bu yüzden
erkeğin kendi asü sevgilisine ulaşabilmesi, yani kendi sevme yetisini yeniden
bulmak için önce cadısal bir sahte sevgiliden kurtulması gerekir. Heinrich von
Kleist'ın, Kaetchen von Heilbronn oyunuyla bu masal motifi edebiyata da
girmiştir.
Öte yandan erkeğin annesiyle olan yaşantısı olumlu olmuşsa
animasını bambaşka bir yönde etkiler; ya efemine olur ya da kadınlara av haline
gelir, bu yüzden de yaşamın ağırlığıyla başa çıkamaz olur. Böyle bir anima
genellikle erkeğin, yaşlı bir kız gibi ya da otuz şiltenin altındaki nohut
tanesini bile fark eden masal prensesi gibi duygusal tepkiler göstermesine yol
açar. Anima figürünün böyle özellikle incelmiş bir biçimi masalda aşıklarına
çözülmesi gereken bilmeceler soran ya da onlara kendisinden kaçıp
saklanmalarını buyuran prenses olarak ortaya çıkar. Bu ödevi yerine
getiremezlerse öleceklerdir. Bu tür anima erkeği zeka oyunlarına sokar. Bu tür
anima bütün yalancı entelektüel söyleşilerde gözlemlenebilir, bunlar erkeğin
gerçeklere dokunmasını engeller. 0 zaman erkek yaşam üzerinde o kadar düşünür
ki her türlü içtenlik ve gerçek duygular yitip gittiği için kendisi bir türlü
yaşayamaz. Bu tür bir anima, Oedipus'a bilmece soran Yunan Sfenks'i ile
gösterilmiştir. Görünüşe göre doğru yanıtladığında Sfenks intihar taklidi
yapar. Böylelikle Oedipus bunu aştığını sanır ve aslında kaçınması gereken
anne-anima karmaşasına doğru koşar. Bu eski Yunan söylencesi bugün bile
önümüzde bir uyarı işareti olarak durmaktadır; çünkü bugünün Avrupa aklı o
zamanki Yunan'da gelişmeye başlamıştı. Söylence bize aynı zamanda, bilinçdışı
ruh ve Eros'un sorunlarını kendi başımıza çözebileceğimizi sandığımızda uğursuz
bir düş içine yuvarlanacağımızı da göstermektedir.
Çok sık olarak da anima ister birçok erkeğin sanki
zorunluymuş gibi hanımların güzel yuvarlaklarını seyretmeleri olsun, ister
onlara sinemalarda, dergilerde, striptiz gösterilerinde ya da yalnızca gündüz
düşlerinde asılsın, erotik fanteziler olarak ortaya çıkar. Animanın bu ilkel
estetik ve saf doğal olan yanı özellikle bir erkek, Kros alanında daha bebek
kalmışsa saplantılı olur.
Animanın bütün bu yönleri gölge ile aynı eğilimi taşır, bir
kimseye, gerçek bir kadının özelliklerini almış gibi görünmesine yol açacak
şekilde yansıyabilir. Bir erkeğin birdenbire "aklı
başından giderek" aşık olmasına, bu kadını kendi içinden oldum olası
tanıyıp bekliyormuşçasına "ilk bakışta tutulmasına" yol açan da bu
yansıtma sürecidir. Erkek o zaman öylesine tutulur ki bu dıştan bakan
için çılgınlık olarak görünür. Özellikle de belli belirsiz bir perisel yapıdaki
kadınlar bu tür anima yansımalarını çekerler; çünkü erkek onlara akla gelebilen
bütün değerleri yansıtabilir.
Animadan kaynaklanan böyle ani tutkular pek çok
aileyi sarsar, bütün karmaşalarıyla o çok bilinen "üçgen"e neden
olurlar. Ancak anima bir içsel güç olarak tanınabilirse buna katlanılabilir bir
çözüm bulunabilir. Sanki bilinçdışı, erkeğin kişiliğinin olgunlaşması,
bilinçdışı kişiliğinin daha başka parçalarım entegre edebilmesi için bu tür
karışıklıkları özellikle amaçlıyor gibidir.
Aramanın olumsuz yönlerinden bu kadar söz etmek yeter.
Gerçekte bir o kadar da olumlu tarafları vardır. Erkeğin "gerçek"
kadım bulmasını, bunun da ötesinde bilinçdışının aklıyla çok da iyi seçemedigi
alacakaranlııktaki gerçek değerleri ve değersizleri ayırt edebilmesini sağlar.
Ama yaşam için bundan da önemli olanı, zihnin doğru içsel değerlerle aynı ayan,
uyumu bulmasını ve böylece içsel derinliklerine giden yolları keşfedebilmesini
sağlamasıdır. Sanki bir içsel alıcı, yukarıdaki anlamsızlıkları değil, o
"koca adam"m sesini alabilecek şekilde belli bir dalga boyuna
ayarlanır gibidir. Bununla anima içe doğru bir rehber niteliği kazanır. Bu
rolde samanların inisiyasyonu üzerine anlattıklarım öne çıkar. Dante'nin
Cennet'inde Beatrice'nin de Altın Eşek'in yazan Apuleius'a kendisini daha
yüksek bir ruhsal yaşam biçimine geçirmek için düşünde görünen tanrıça İsis'in
de işlevleri budur.
Elli beş yaşında bir psikoterapistin aşağıdaki düşü aramanın
içsel rehber rolünü aydınlatabilir. Bir önceki gün uykuya dalacağı sırada,
yaşama bir örgütün ya da kilisenin desteği olmaksızın yapayalnız dayanmak
zorunda olduğu için kendine acımaktaydı. Böyle bir örgütün koruyucu kucağına
sığınmış olanlara imreniyordu. (Protestan olarak doğmuştu ama artık dini bir
bağı yoktu.) Düş şöyleydi:
Büyük, eski bir kilisenin içindeyim. Karını ve
annemle birlikte kilisenin sonunda ilave sıralarda oturuyoruz.
Ayini rahip olarak ben yürüteceğim, bunun için
elimde daha çok bir ilahi kitabı ya da bir şiir antolojisini andıran büyük bir
dua kitabı var. Bu kitabı tanımıyorum; onun için de doğru metni bir türlü
bulamıyorum. Neredeyse başlayacağım, bu yüzden de çok heyecanlıyım. Bu
yetmiyormuş gibi karımla annem önemsiz şeylerden gevezelik edip canımı
sıkıyorlar. O sırada org susuyor, herkes beni beklemeye başlıyor. 0 zaman
kararlı bir şekilde ayağa kalkarak arkamda diz çökmüş olan bir rahibeye
elindeki dua kitabını bana vermesini, gereken yeri de işaretlemesini
söylüyorum. Bunu istekle yapıyor. Ardından da bir rahip yardımcısı gibi sol
arkamdan geliyor. Kilisenin yan tarafına doğru ilerliyoruz. Elimdeki dua kitabı
yaklaşık bir metre uzunlukta, 30 cm genişlikte resimli bir levha gibi oluyor.
Üzerindeki dualar da sütunlar halinde yan yana dizilmiş antik resimlerden
ibaret.
Önce rahibe duanın törensel sözlerine başlıyor.
Ben hâlâ yerimi bulamamışım. Gerçi o bana "on beş numara" demiş ama
numaralar silik, bir türlü bulamıyorum. Ama kararlı bir şekilde topluluğa
dönüyorum ve birden on beş numaralı yeri buluyorum. Bu da sondan bir önceki
bölüm. Ama bu metni çözüp de okuyabileceğimden gene de emin değilim. Ne olursa
olsun denemeye kararlıyım. Tam bu sırada uyandım.
Bir araba da genellikle dişil olarak algılanan bir başka
maldır; yani o da birçok erkeğin Anima projeksiyonu haline gelebilir. Gemiler
gibi o da çoğunlukla dişi olarak adlandırılır ve sahipleri onu da istekli bir
sevgili gibi okşayıp severler.
Bu düş akşamki düşüncelere bir tepki oluşturuyor, düşü
görene sembolik olarak "sen kendi iç kilisende, yani ruhunun
kilisesinde kendi rahibin olmalısın" diyor. Kalabalık (ruhunun bütün
elementleri) onun ayini yönetmesinde ısrar ediyorlar ama burada gerçek bir ayin
söz konusu olamaz, çünkü dua kitabı gerçek bir dua kitabından çok farklıdır.
Ayin aslında bir sembol olarak anlaşılabilir; bu tanrının da hazır bulunduğu,
böylece insanın onunla ilişki kurduğu kutsal bir kurban töreni olmalıdır. Bu
tür bir çözüm elbette her zaman geçerli değildir. Bu düşü gören için
bilinçdışının bir yanıtı, bir Protestan'ın dinsel sorununa tipik bir yanıttır.
Çünkü gerçek sadakati halen Katolik Kiliseye olan birisinin animası kilisenin kendisini
algılar ve kutsal imgeler onun için bilinçdışının simgeleridir.
Bu düşü görende bu sofu yaşantı olmamıştır; bu yüzden de bir
iç yolu izlemektedir. Dahası düş ona ne yapması gerektiğini söyler. Der ki:
"Senin annene bağlılığın ve dışadönüklüğün (bu dışadönük biri olan eşi
tarafından temsil edilir) sem yoldan çıkarıyor. Kendini güvensiz hissetmene yol
açıyorlar, anlamsız konuşmalarıyla seni içsel ayininden alıkoyuyorlar. Eğer
rahibeyi (yani içedönük animayı) izlersem o seni hem yardımcın hem de rahibin
olarak yönlendirir. Onda da (4 çarpı 4) antik resim içeren garip bir dua kitabı
vardır. Senin kendi ayinin serim dindar animanın göstereceği ruhsal resmilerden
ibarettir." Başka türlü söylersek, eğer düşü gören anne kompleksinden
kaynaklanan iç güvensizliğini yenebilirse yaşamdaki görevinin doğasının dini
bir hizmet niteliği olduğunu anlayacaktır. Eğer ruhundaki imgelerin sembolik
anlamı üzerinde derin düşünürse bunlar kendisini onları gerçekleştirmeye
ulaştıracaktır.
Bu düşte anima, ego ile self arasında aracı alarak ortaya
çıkıyor. "Dört kere dört" resim sayısı bu içsel ayinin bütünlüğe
hizmet ettiğini gösteriyor. Jung'un gösterdiği gibi ruhun iç çekirdeği (self)
kendini çoğu zaman dördül yapılarla gösterir.
Dört sayısı anima ile de bağlantılıdır çünkü .Jung'un
bildirdiğine göre onun gerçekleşmesi için dört aşama gereklidir. İlk aşama
mitolojide en belirgin olarak, saf biyolojik nitelikte olan Havva'da
simgeleşmiştir. İkinci aşama örneğin Faust'un Helena'sında belirir. Bu Eros'un
estetik, romantik biçimidir, cinsel unsurlarla da karışıktır. Üçüncü aşama
ruhsallaştırılmış Eros olarak örneğin Bakire Meryem'de biçimlenir. Dördüncü
aşama sevgiyi çoğunlukla Sapımla (bilgilik) olarak kişileştiren biçimde ortaya
çıkar, çünkü bilgelik en kutsal, en saf olam da aşabilir. Bu son aşama için bir
başka imge Süleyman'ın Neşideler Neşidesi'ndeki Sultan kızıdır; bu modern
insanın çok seyrek ulaşabildiği bir aşamayı simgelemektedir. Buna en çok
yaklaşabilen Mona Lisa olabilir.
Burada dörtlük kavramının belirli tipte simgesel materyalde
sık görüldüğüne işaret edeyim. Bunun ana esasları daha sonra tartışılacaktır.
Peki animanın içe giden yoldaki rehberlik rolü pratikte ne
demektir'.' Olumlu işlevi, bir erkek kendi aramasından gelen duygularını,
huylarını, bilinçdışı fantezilerini ciddiye alır, bir biçimde saptamaya,
örneğin yazıda, resimde, heykelde ortaya koymaya, müzik ya da dansla
bağdaştırmaya kalkarsa ortaya çıkar. Sonra onun üzerinde sabırla çalışırsa,
derinlerden gittikçe daha çok içerik yükselir. Ama bu çalışma zihinsel,
ahlaksal olmalı, yani duyguları katarak yürümeli. fantezi de mutlaka
"Nasıl olsa fantezi, canım!" gibi gizli yan düşünceler olmaksızın
gerçek olarak alınmalıdır. Bilinçdışı üzerinde böyle bir hevesle yeterince uzun
çalışılırsa bireyleşme süreci yavaş yavaş kişinin kendi gerçekliği haline
gelir, bütün yönlerini açar.
Animanın içe doğru rehberlik rolü sayısız yazın yapıtında
anlatılmıştır; Francesco Colonna'nun Hypnerotomachia'sında, Rider Ilaggard'ın
She yapıtında ya da Sonsuz Dişi'sinde, Goethe'nin Faust'unda. Bir ortaçağ
metninde böyle bir figür kendisini şöyle anlatıyor: "Ben tarlada çiçek,
vadilerde zambağını; güzel aşkın, korkunun, bilginin, kutsal inancın anası
benim. Ben çok güzelim ve tümüyle
lekesizim. Birbiriyle uyuşan elementler arasındaki bağım; sıcak olanı
serinletir, kuru olanı nemlendiririm, sert olanı yumuşatırım. Ben rahipte
kural, peygamberde söz, bilgede nasihatim. Ben öldürebilir, ben yaşatabilirim
ve kimse benden kurtulamaz."
Bu metin yazıldığı sırada din, yazın ve bütün ruhsal kültür büyük
bir atılım yaşamaktaydı, fantezi dünyası da o güne dek hiç olmadığı kadar
saygındı. Şövalyeliğin ve onun hanımına olan bağlığının çağıydı. Bu erkek
doğasının dişil yanını, dış kadından, aynı zamanda iç dünyadan ayırt edebilme
girişimiydi.
Şövalyenin hizmetini sunduğu kadın onun için animanın
kişileşmesi demekti. Söylencenin Wolfram von Eschenbach tarafından yazılan
versiyonunda kutsal kasenin taşıyıcısı şu anlamlı adı taşır: Conduir-amour (aşk
rehberi). Kahramana kadına karşı duygu ve davranışını birbirinden ayırmayı
öğreten oydu.
Dörtlü motifiyle Anima motifi arasındaki bağlantı İsviçreli
ressam Peter Birkhaeuser'in tablosunda (sağda] görülüyor. Dört gözlü bir Anima
korkunç bir vizyon olarak görünüyor. Dört gözün simgesel anlamı vardır;
Anima'nın bütünlüğe ulaşma yetisini anlatırlar.
Ama daha sonra erkeklerin animaya ilişkin bu bireysel
çabaları yok oldu. Bu figürün ruhsal yönü Bakire Meryem'le özdeşleşti. Ne ki
anima Meryem'de yalnızca olumlu yarımı bulduğu için olumsuz yanları da gene o
sırada fışkırmakta olan cadı inancına kaldı.
Çin'de Kuan-Yin Meryem'e paralel bir figür ya da "Ay
Perisi"nin folklorik figürünü oluşturur; sevdiklerine müzik ve ölümsüzlük yetisi verir. Hindistan'da
aynı arketip Şakti, Parvati, Rati ve daha birçok tanrıçayla, Müslümanlarda
Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin kızı Fatma ile temsil edilir. Bu tür
bir anima resmen dinsel bir figür olarak saygı gördüğünde kendi kişisel
yanlarını yitirir. Buna karşılık yalnızca kişisel bir konu olarak
yaşandığındaysa yalnızca dış aşk ilişkilerine yansıtılmış olarak kalması
tehlikesi vardır.
Yalnızca acılı ama sonunda oldukça basit olan kendi
fantezilerini, duygu dalgalanmalarını ciddiye alma kararı erkeğin içsel
gelişiminde bu aşarmada duraklamayı engelleyebilir. Ancak o zaman bu kadın figürünün
içsel gerçeklik olarak ne demek olduğunu anlayabilir. O zaman anima yeniden
aslına döner: Selfin egoya yaşam için çek önemli mesajlarını ileten
"İçsel Kadın"dır.
SH:177-188
Kaynak: Jung, C., G. (2002). İnsan ve Sembolleri. Çeviri: Ali
Nahit Babaoğlu Okyanus Yayınları,2009, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar