Print Friendly and PDF

ANTONIO TABUCCHI ve FERNANDO PESSOA



1943 yılında Pisa’da dünyaya gelen, İtalyan oyun yazarı, çevirmen ve aynı zamanda öğretim üyesi olan Antonio Tabucchi çocukluğunu Toscana yakınlarındaki Vecchiano kasabasında anneannesiyle büyükbabasının yanında geçirir. Yine aynı kasabada ilk ve orta öğrenimini tamamlayan Tabucchi’nin sanata ve edebiyata olan merakı ailesinin ilgisini çeker.
Lise öğrenimine ise Pisa’da devam eder. Bir yıl süre ile Paris’te bulunan yazar İtalya’ya dönüş yolunda Gare de Lyon yakınlarında bir bankta, Fernando Pessoa’nın kurmaca yazarlarından biri olan Alvaro de Campos tarafından yazılan “Bureau de Tabac”  adlı eseri bulur ve Portekizli yazar Pessoa, Tabucchi’de büyük bir ilgi uyandırır. Bu olay yazarın hayatında geri dönüşü olmayan bir yolun başlangıcıdır. Yazarın Pessoa’ya olan hayranlığı zaman zaman yazarın bizzat kendisi tarafından sorgulanır:
“Peki siz başkalarının öyküleriyle neden böyle ilgileniyorsunuz? Siz de olaylar arasındaki boşlukları doldurmaktan aciz olmalısınız. Kendi düşünceleriniz size yetmiyor mu? Yoksa sadece başkalarının yaşamını seyredenlerin kısır merakı mı?
Modern İtalyan edebiyatının önemli yazarları arasında olan Tabucchi, geniş bir ilgi alanına sahip olmasına rağmen, Portekiz edebiyatının ünlü ismi Fernando Pessoa üzerine önemli incelemelerde bulunur. Pessoa’ya olan ilgisini kendine yönelttiği sorularla eleştirir fakat Tabucchi’nin özeleştirisi kendi yapıtlarının özgünlüğünü azaltan bir söylem değildir. Bu durumun savunmasını şu şekilde yapar:
“Elli yaşını geçmiş ve birçok kitap yayımlamış bir yazarın hala kendi yazı serüveni için gerekçe göstermek istemesi garip sayılabilir. Bu bana da tuhaf görünüyor. Olasılıkla henüz çözemediğim bir ikilem: Söz konusu olan, dünyaya karşı duyduğum suçluluk mu yoksa derin bir acıyla hesaplaşmanın yoksunluğu
O mu?
1969’da Portekiz’de Gerçeküstücülük üzerine yazdığı bir tezle üniversiteden mezun olduktan sonra, 1970’li yıllarda Pisa'daki Scuola Normale Superiore’de Portekiz Dili ve Edebiyatı üzerine çalışmalarını sürdürür ve 1973’te Bologna Üniversitesi’nin Portekiz Dili ve Edebiyatı kürsüsüne öğretim üyesi olarak atanır. Portekizceye ve bu dilin edebiyatına yönelmesindeki en büyük etken, Fernando Pessoa'nın yapıtına olan hayranlığı ve onu ana dilinden okuma arzusu olur. Bu nedenle 1970 yılında, üniversite yıllarında tanıştığı Portekizli kız arkadaşı Maria Jose de Lancastre ile evlenir ve iki çocuk sahibi olur. Eşinin de işbirliği ile Pessoa’nın eserlerini İtalyancaya çevirerek, Portekizli bir yazarı İtalyan edebiyatına kazandırır. Fernando Pessoa’nın yapıtlarının İtalyanca basımlarının editörlüğünü üstlenen Tabucchi, Avrupa edebiyatının en seçkin yazarları arasında yer alır. Tabucchi bu serüveninde birçok yazarın ilgisini çeker. Örneğin Remo Ceserani, postmodernizmi anlattığı kitabında Tabucchi’den şu şekilde söz eder:
“Ceserani, bu heterojen panorama içerisinde yazarın eserlerini çok rafine metinlerarası faaliyetler olarak tanımlayarak Tabuchhi ’nin anlatımı için beslediği büyük hayranlığı gösterir. [...] Tabucchi’nin anlatılarının yapısı, kendi içimizde ve yaşadığımız dünyadaki, bilinen ya da yorumlanabilen ontolojik şüpheyi ortaya koyar.”
Seçkin üniversitelerde ders veren Tabucchi üniversite görevlisi olarak “Avrupa dışı ülkelerde Avrupa kökenli kitaplıklar” projesi için Güney Amerika ve Hindistan’da birçok arşiv araştırması yapar ve aynı zamanda Avrupa’nın önde gelen gazeteleri ve kültür dergilerinde çok sayıda eleştiri yaz ısı ve denemeleri yayımlanır.
Çesitli dillere çevrilmiş birçok eseri bulunan Tabucchi, bu eserleri sayesinde Pen Kulübü, Campiello, Viareggio Repaci, Medicis Etranger, Hidalgo, Prix Europeen de la Litterature, Mediterranee, Nossack, Aristeion ve Avusturya Devleti Avrupa Edebiyatı Ödülü gibi saygın ödüllere değer görülür. Avrupa’nın önde gelen gazeteleri ve kültür dergilerinde yazılar yazar. Uluslararası Yazarlar Parlamentosu’nun kurucuları ve üyeleri arasında yer alır.
25 Mart 2012 yılında hayata veda ettiğinde 68 yaşındadır.
Hayata oldukça erken veda eden Tabucchi’nin romanları ve öyküleri, basit bir olayla açılır ve gitgide okuyucuyu görünümlerin ötesine sürükler. Açılan kapıların ardından beklenmedik olaylar, olgular çıkar. Okuyucu çoğu kez oluşturulan kartakterlerin yaşamlarında bulur kendini. Bunun nedeni Tabucchi’nin yazdığı öykülerin kitaplarında yaşam bulmadan önce gerçekte var olmalarıdır ve Tabucchi bunu şu şekilde dile getirir :
“Bu öykülerden bazıları kitabımda yaşam bulmadan önce gerçekte var olmuşlardır. Ben onları dinlemekle ve kendime göre anlatmakla yetindim. ”
Tabucchi bu eserler aracılığıyla, okuyucularını bir yolculuğa çıkarır ve bu yolculuklar kimi zaman içinden çıkılamayan dolambaçlı yollarda yapılır. Yolculuklar birer araçtır Tabucchi için ve bu sayede yaşamlara can verir. Tabucchi özgün olma, yenilik getirme iddiasında değilidir. Pessoa’nın kurmaca yazarları aracılığıyla okuyucularına hissettirdiği giz Tabucchi’nin de olmazsa olmazları arasındadır.
İtalyan şair ve edebiyat eleştirmeni Giorgio Barberi Squarotti, Tabucchi ve karakterleri hakkında şunları kaleme alır:
“Tabucchi ’nin karakterlerinin gerçek duygularının gizlenmesi, sonuna kadar hayattan ve tarihten korunacakları başka bir yere sığınmayacak kadar dürüst olduklarının göstergesidir. [...] Tabucchi ’nin büyüklüğü ve özgünlüğünde, oyun ve tutku, ölüm ve ironideki hakimiyet yeteneği yatar fakat her zaman ateşli bir merak ve acı dolu bir kederle zamanın ötesine atıfta bulunur. ”
Tabucchi’nin, karakterleri ile çıktığı bu yolculuk onun düşüncelerini ve olaylara bakış açısını anlamamızı sağlar ve gerçek duygularının üzerindeki gizi bu karakterler aracılığı ile kaldırır.
Tabucchi’nin Portekiz sevgisi ve Portekiz diline olan düşkünlüğü yadsınamaz bir gerçektir. Antonello Perli, Tabucchi’nin poetikası üzerine yazdığı denemede, Tabucchi’nin bizzat kendi ifadeleri ile Portekiz’e ve Portekizlilere duyduğu sevgiyi belirtir:
“Portekizler her zaman hareketli ruhlara sahip büyük gezginlerdir. Bu gezgin ruh Portekiz kültürünün sevdiğim bir yönüdür ve umarım bir parça miras olarak bu ruha sahip olabilirim. ”
İber Yarımadası’nın güneybatısında yer alan, araştırmacı, maceracı ruha sahip insanların yaşadığı bu ülke, insan, dil ve kültür unsurlarını bir bütün olarak özümser ve Portekizceyi sahip olduğu bir miras olarak düşünür ve içselleştirir:
“Portekizce ve ben karşılıklı olarak iç içe geçmiş durumdayız. Kendi dilinden farklı bir dilde edebi bir metin yazmak çok önemli bir deneyimdir. [...] Farklı dilde bir roman yazdığımızda artık bu dil bize ait değil diyemeyiz. O dille tamamen uyum sağlarız ve o andan itibaren iki dile tam anlamıyla sahip oluruz. Bu durum kalıcı bir zenginlik kaynağıdır, her iki kültür ve her iki dil kendi gerçekliğine sahiptir böylece yavaş yavaş iki kültür arasında üçüncü bir gerçekliğe sahip oluruz. ”
Tabucchi’nin Portekiz diline olan sevgisi takıntıdan çok Pessoa’nın Tabucchi üzerindeki büyük etkisi olarak düşünülebilir. Örneğin Tabucchi önemli yapıtları arasında yer alan Requiem Bir Sanrı adlı eserini Portekizce yazar, Sergio Vecchio tarafından İtalyancaya çevrilir. Bu durum Tabucchi’nin eleştirilerin odağı haline gelmesine neden olur ve bu eleştirilere şu şekilde cevap verir:
“Bunun gibi bir hikaye sadece Portekizce yazılabilirdi, bu kadar. ” Tabucchi verdiği bu cevabın yetersizliğinden olsa gerek, açıklamalarına şu şekilde devam eder:
“Anlıyorum ki kendi dilimde bir ağıt yazamazdım, farklı bir dile ihtiyacım vardı: sevginin ve yansımanın yeri olduğu bir dil. ”
Yazarlar kimi zaman eserleri aracılığı ile kendilerini ifade ederken ana dillerinin yanı sıra farklı diller de kullanabilir. Tabucchi’nin kendi iç dünyasında Portekiz’i keşfi, Pessoa ile karşılaşması, Pessoa’dan etkilenmesi gibi süreçler, yazarı bu yola sürükler ve bu vizyon ufkunun gelişmesini sağlar.
“Antonio Tabucchi, ona sunulan armağan için teşekkür eder ve henüz yirmibir yaşında genç bir üniversite öğrencisiyken Portekiz’i keşfini ve o andan itibaren Portekiz’in hayatının bir parçası olmasını anlatır. Yazarın, Pedro Tamen tarafından da onaylandığı gibi, bütünüyle, sadece kendisinden ya da Pessoa’dan kaynaklanmayan bir huzursuzluğun hakim olduğu Portekiz yaşam biçimi ile gösterdiği büyük benzeşim, Portekizli olmaktan çok Portekiz Dili ve Edebiyatı uzmanı, Portekiz hakkında derin bilgilere sahip bir uzmandan daha çok Portekizli olduğu düşünülür. ”
Bu durum geniş bir dünya görüşünün hakim olduğu hayata karşı takınılan bir tutumdur. Yazar bu dünya görüşünü yaşam biçimi haline getirir ve bu vizyon ile edebiyat anlayışını ortaya koyar. Portekiz ve Portekizce ile iç içe geçtiğini dile getiren Tabucchi, kendi dilinden farklı bir dilde edebi bir metin yazmanın önemini vurgular. Bu dili benimsemesi yazarı Pessoa’ya yakınlaştırır ve bu durumu yazar kalıcı bir zenginlik kaynağı olarak görmektedir.



Bir yandan, Pessoa’nın, aynı zamanda Tabucchi’nin içinde bulunduğu duygu durumu anlamak için hayranı oldukları Portekiz’in o yıllardaki siyasi görünümünü hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Tabucchi eserlerinden birinde yarattığı bir karakter aracılığı ile tarihin acımasızlığını şu sözlerle vurgular:
“[...] Tarih evcilleştirilecek bir hayvan değildir. [...]”
Tabucchi’nin eserlerini anlamak ve bu eserlerde Pessoa etkilerini görebilmek için Portekiz’in yakın tarihini, içinde bulunduğu bunaltıcı politik konumun farkında olmak büyük önem taşımaktadır. Bu neden ile 1888 yılında doğan ve 1935 yılında ölen Pessoa’nın ve 1943 yılında doğan ve yakın zaman da aramızdan ayrılan Tabucchi’nin yaşadığı iki farklı dönemi incelemek gerekir. Çünkü her iki yazar da dönemin faşist rejiminden payını almıştır.
XX. yüzyıl başlarında dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından biri olan Portekiz, 1822 yılında Brezilya’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle çok önemli bir gelir kaynağını kaybeder ve çöküş dönemine girer. Bu nedenle ülke bütünlüğü ve kimi zamanda bağımsızlığı kesintiye uğrar ve Avrupa’nın geri kalmış ülkeleri arasında görülür. Bu gerilemeyi 1910 yılında monarşinin yıkılması ve Cumhuriyetin kurulması izler. Temel sınıflar arasında meydana gelen çatışmalar ve yaygınlaşan grev ve direnişlerden sonra Avrupa’daki faşist haraketlerden etkilenen General Carmona tarafından darbeyle yönetime el konulur. Silahlı kuvvetlerin ülke yönetimine zorla el koyması, siyasal partilerin çalışmasına son verilmesi ve anayasanın yürürlükten kaldırılması gibi sonuçlar doğuran bu durumu 1928 yılında, sağ eğilimli askeri diktatörlük tarafından Portekiz faşizminin isim babası olacak olan Antonio de Oliveira Salazar’ın olağanüstü yetkilerle donatılarak maliye bakanı olarak atanması olayı izler.  Avrupa’yı saran faşist rejimin sempatizanı olan Salazar 1932 yılında ülkenin başbakanı olarak atanır ve Portekiz’de faşizmi yerleştirmek üzere Milli Birlik adlı bir hareket oluşturma çabasına girer.
Portekiz faşizmi Avrupa’daki genel durumdan destek alarak ihtiyaç duyduğu kitle desteği ile iktidara gelir. Böylece faşizmin kuralları devreye girer ve ülke, diktatör bir rejimle yönetilmeye başlanır. Ülkedeki kaostan yararlanarak Portekiz'in sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi hayatını kontrol eden milliyetçi, oldukça tutucu, muhafazakar kimliğiyle tanınan, en çok da İspanya’nın faşist diktatörü General Franco’ya benzetilen Salazar tam bir Mussolini hayranıdır. Bu nedenle İtalya’nın faşist yasalarını kopyalayarak 1933 yılında bir kararname yürürlüğe sokar ve işçi- işveren ilişkilerini denetim altına alır. Aynı yıl “Estado Novo”  adlı bir anayasanın kabulüyle yeni bir devlet rejimi ortaya çıkarır. Tanrı, Otorite, Ülke, Aile ve Çalışma bu rejimin temel unsurlarını oluşturmaktadır. Bu propaganda unsurları uygulamada bir anlam ifade etmez çünkü faşist yönetimler eylemlerini gerçekleştirirken uygulamalarını bir anayasaya danyandırma zorunluluğunu hissetmezler. Askeri müdahalenin ardından yönetimi ele geçiren tutucu ve otoriter rejiminin faşist iktidarı henüz sağlam temellere sahip değildir fakat Portekiz’in komşusu İspanya’da yükselişe geçen faşizim bir yandan Portekiz’in kaderini de belirler.
Portekiz’de 1910 yılında oluşan genç parlamenter rejim ortadan kaldırılarak askeri darbe yoluyla faşizmin önü açılır, böylece Salazar yönetimi altında örgütlenen faşistler, Avrupa’nın en geri kalmış ülkeleri arasında olan Portekiz’de sağlam temellere dayanmaksızın ilerlemeye başlar.
Ne var ki faşist iktidarlar ülkeler arası bir dayanışma içindedirler ve birbirlerine destek olurlar. Özellikle bahsedilen birbirlerine yakın ülkeler olunca bir ülkede başarısızlığa uğrayan faşist yönetim diğer ülkelerdeki yönetimleri de etkileyerek domino etkisi yaratır. Bu etkiden kendini korumak isteyen Salazar, XIX. yüzyılda çalkantılı bir dönem geçiren İspanya’da 1936 yılında patlak veren iç savaşta Milliyetçiler adına savaşan General Francisco Franco’nun yanında yer alır ve ona askeri bir birlik gönderir. Bu iç savaş İspanya’da 1936-1939 yılları arasında demokratik seçimle yönetime gelen İkinci İspanyol Cumhuriyeti’ne sağdık Cumhuriyetçiler ile General Francisco Franco liderliğindeki isyancı grup olan Milliyetçiler arasında yaşanır. General Franco, 1939’dan ölümüne kadar olan 1975 yılına kadar İspanya’yı yönetir. Tek başarısı Franco gibi ülkesini İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutmayı başarmasıdır.
Ayrıca 1961-1974 yılları arasında Portekiz Ordusu ile Portekiz’in Afrika’daki sömürgeleri arasında gerçekleşen Portekiz Sömürge Savaşları’da yönetimdeki rejimi zayıflatmaktadır.  1968 yılına gelindiğinde Salazar felç geçirir ve yönetimden ayrılır, yerine Americo Thomaz Marcello Caetano geçer.  Bir reform sürecini dillendiren, anayasada bazı düzenlemelere giden ve enflasyonu düşürmeyi hedefleyen Caetano zayıflayan rejimle ortaya çıkan eleştirileri bastıramaz. Sömürge Savaşları devam ederken Portekiz’in Afrika’da uygulamakta olduğu politika, ülke dışından da eleştiriler almakta ve bu nedenle ordu içinde huzursuzluklar artmaktadır. Faşizmin çözülmeye başlamasıyla ortaya çıkan durum, devrimci güçlerin faşist rejimi yıkacak olan ayaklanmalarının meydana geleceğinin habercisidir. Aynı zamanda sömürgelerdeki kurtuluş hareketlerine karşı yürütülen haksız savaş, ordu içinde bölünmelere neden olur ve Salazar rejimine karşı muhalif bir örgütlenme meydana gelir.
1973 yılında ise, öğrenci hareketleri başlar, izinsiz yapılan gösteriler büyük yankı uyandırır. Ordu içinde yönetime son vermek amacıyla gizli bir örgütlenme oluşturulur. Silahlı kuvvetlerin büyük bir bölümü bu gizli örgütlenmeyi destekler. Örgütün başında bulunan yaklaşık ikiyüz subay ile birlikte Salazar diktatörlüğüne son vermek için 1974 yılının Nisan ayında hamle yapılır. 25 Nisan’da General Antonio Spinola'nın yönettiği askeri operasyon başarıyla sonuçlanır.
41 yıl süren ve bu süre zarfında halkı yoksulluğa sürükleyen, baskılara maruz bırakan faşist rejimin sona erdiğinin radyo aracılığı ile halka duyurulmasının ardından kitleler sokağa dökülür ve halkın bu durumdan kurtulmasını sağlayan askerler sevgi gösterileriyle karşılanır. Coşkulu halk, ellerindeki kırmızı karanfillerle askerlerin silahlarını donatırlar. Oluşan bu görüntü 1974 yılının 25 Nisan günü ile özdeşleşir ve
Salazar diktatörlüğünü yıkan bu siyasal devrim “Karanfil Devrimi” olarak adlandırılır. Ayrıca en kısa sürede tekrar parlamenter rejime geçilmesi için çalışmalara başlanır.
Şüphesiz ki büyük badireler atlatan İber Yarımadası, yazarlarımızın ruhlarında telafi edilemeyecek izler bırakır. Özellike 1888-1935 yılları arasında, Portekiz Krallığı’nın çöküş dönemine denk gelen çalkantılı süreçte yaşayan Fernando Pessoa’nın hayatını derinden etkiler.
Tarihi gelişmelerden kaçınılmaz olarak etkilenen hayatlar ve dolayısıyla edebiyat Tabucchi’nin eserlerinde yadsınamaz bir Pessoa etkisi bırakır. Tabucchi karakterlerinin fikir babası gibi ülkenin içinde bulunduğu siyasi durumu ve edebiyatı harmanlayarak okuyucuya sunar. Her iki yazar döneminde de ülkede hakim olan siyasi belirsizliğin yarattığı sanrılar, bilinçaltının dışavurumu olarak ortaya çıkar ve bu nedenle, Pessoa ve Tabucchi kurguladıkları karakterlerine siyasi sorumluluk yüklerler. Örneğin Pessoa’nın kurmaca yazarlarından biri olan Ricardo Reis siyasi düşüncelerinden ötürü Brezilya’da sürgün hayatı yaşar. Pessoa, Ricardo Reis aracılığı ile ifade özgürlüğünün kısıtlandığını ve demokrasinin ortadan kalktığını vurgulamakla birlikte, kurmaca yazarları aracılığıyla düşüncelerini dile getirme olanağını elde eder. Tabucchi’de aynı kurguya dayanarak, oluşturduğu kahramanları aracılığıyla dar anlamda Portekiz’in geniş anlamda tüm Avrupa’yı saran, demokrasiyi ortadan kaldırıp ifade özgürlüğünü kısıtlayan dikta yönetimlerin eleştirisini yapar. Entellektüel bilgi birikimini Pereira aracılığı ile metinler arasında seyahat ederek gösterirken bir yandan da toplumsal e leştiri yapar. Bu eleştiri ise şu şekilde yorumlanır:
“Bernanos, Mauriac, Maritian, Ribeiro ve diğerleri aracılığı ile Pereira, karşılıklı etkileşim içinde oldukları tarihsel bağlamın demokratik değil bir diktatörlük olması durumunda hayat ve sanatın politik bir nitelik kazandığına kanaat getirir. ”
Yaşadıkları dönemde özgür, demokratik bir rejim örneği göremeyen yazarlarımız, kaçınılmaz olarak, dar anlamada Portekiz’in, geniş anlamda tüm Avrupa’yı saran bunalımın etkisi alt ında kalırlar. Bu nedenle tarihi gelişmelerden kaçınılmaz olarak etkilenen hayatlarının eserlerindeki yansımaları rahatlıkla gözlemlenebilir.
Tabucchi’nin, Portekiz modernizminin öncülerinden olan Pessoa ile tanışması hayatının dönüm noktasıdır. Bu karşılaşma altmışlı yılların başında gerçekleşir. Tesadüfi bir şekilde, genç Tabucchi’ye seyahati sırasında bir bankta beklerken gördüğü levha Pessoa’nın kurmaca yazarlarından Alvaro De Campos’u çağrıştırır ve bu şekilde başlayan karşılaşma o dönemlerde çok az tanınan Pessoa’yı özümseyip yaşamını ve eserlerini derinlemesine araştırmasına neden olur. Yazar, ruhunu derinden etkileyen bu önemli buluşmayı şu şekilde anlatır:
“Pessoa ile altmışlı yılların başında şans eseri karşılaştım. Paris’te bir öğrenci olmaya çalışıyordum. [...] Bir süre sonra eve dönmek zorundaydım ve trene binmek üzere Lyon garına gittim, orada bir bank üzerinde Tütüncü Dükkanı yazılı bir kitapçık gördüm: onu neden aldım bilmiyorum. Küçücük bir şiirdi Pessoa’nın kurmaca yazarlarından biri olan Alvaro De Campos’un Tütüncü Dükkanı. Aynı zamanda yazarın Avrupa’da yayımlanan ilk çevirisiydi. Bu çeviri beni derinden etkilemişti. [...] Portekiz’in tam olarak nerede olduğunu bile bilmiyordum: unutulmuş bir ülkeydi ve Portekizli yazar Pessoa ise çoğunlukla hiç tanınmıyordu. Birkaç yıl sonra Luigi Panarese ’nin Lerici adında bir yayınevi tarafından güzel bir antolojisi yayımlandı bu antolojide hermetik bir Pessoa tanıtılıyordu. Panarese gibi bir entelektüelin edebi zevkleri tarafından belirlenen bir seçimdi bu. Altmışbeş yılında Portekiz’e gittiğimde buraya bağlanmanın farklı nedenlerini buldum: Salazar diktatörlüğü altında ezilen bir ülke, dikta rejimin uyguladığı baskıcı bir sansür, son derece etkin ve birçok yetki ile donatılmış bir polis teşkilatı ve tüm bunlara muhalefet olan bir mezar taşı. ”
Altmışlı yılların başında gerçekleşen bu karşılaşma fiziksel bir karşılaşma değildir. Sorgulayan bir ruhun varlığı ve bu tesadüfi karşılaşma Tabucchi’nin hayatında ölümüne kadar sürecek olan bir etki bırakır. Bu etkinin yansımaları ise eserlerinde sıklıkla gözlemlenebilir.
XX. yüzyılın en önemli edebiyatçılarından ve Portekiz modernizminin öncülerinden sayılan, şair, yazar, düşünür ve edebiyat eleştirmeni olan Fernando Pessoa, 13 Haziran 1888 tarihinde Lizbon’da dünyaya gelir. Küçük yaşta müzik eleştirmeni olan babasını kaybetmesi, annesinin Portekiz’in Durban konsolosuyla yaptığı evlilik Pessoa’nın eğitim hayatında radikal değişikliklere neden olur. 1896 yılında üvey babasının görev yeri olan Güney Afrika’ya taşınırlar. Burada tam bir İngiliz eğitimi görür ve bu sayede İngiliz edebiyatı ile tanışma fırsatına sahip olur. Kendi kabuğuna çekilen Pessoa, yalnızlığını kitaplarla paylaşır, bu sayede edebi yeteneğini geliştirme fırsatı bulur. Edebiyata olan açlığını hiçbir zaman doyuramayan Pessoa bunu şu sözlerle ifade eder:
“Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin itirafıdır. ”  ve “Her sanat edebiyatın bir biçimidir, çünkü her sanat bir şey söyler. Söylemek iki türlü olur: Konuşmak ve susmak. Edebiyat olmayan sanatlar, ifadeci bir sessizliğin yansımalarıdır. ”
1905 yılında anne ve üvey babasını Afrika’da bırakarak, Lizbon’a kesin dönüş yapar. Yazın hayatına Lizbon’da devam eden Pessoa, Portekizcenin yanı sıra İngilizce ve Fransızca eserler verir ve bu dillerden çeviri yaparak hayatını sürdürür. Kısa bir süre sonra burada yenilikçi bir anlayışa sahip olan bir dergide yazmaya başlar. Ardından, Portekiz Modernizmi’nin öncülerinden biri olarak sanat dünyasında yerini alır. 1912 yılında ilk şiirlerini yayımlayan Pessoa, bu şiirlerini İngilizce olarak yayımlar. Çünkü Güney Afrika’da kaldığı yıllarda eğitimini İngilizce olarak tamamlar. Bu alandaki uzmanlığını Pessoa’nın üvey kız kardeşlerinden birinin tanıklığı ile aktarabiliriz :
“Kendini iki dili arasında bölünmüş hissediyordu (ikisine de kusursuzca hakimdi), İngilizce ve Portekizce. İngiliz edebiyatına öylesine gönlünü kaptırmıştı ki, yaşam tarzına dek tam bir İngilizdi! Aynı zamanda da tam bir Latin duyarlılığına sahipti. ”
Şairin bu yıllarda yayımladığı şiirlerde dünyanın önde gelen sanatçılarının izlerini bulmak mümkündür. Bunlar arasında Milton, Shakspeare, Edgar Allan Poe, Walt Whitman, Byron, Baudelaire, Keats gibi isimler bulunmaktadır. Bu nedenle Pessoa herhangi bir akım ayrımı yapmaksızın geniş bir sanat yelpazesine sahip şiirleri bulunmaktadır. 1912’de, ilk şiirlerini Portekiz Rönesans Hareketi’nin yayın organı olan bir dergide yayımladığında simgeci şiirin ve geçmişe özlemin etkisi altındadır. İlerleyen yıllarda da düzyazılar, deneme ve eleştiriler yazar ve fütürizm akımı içerisinde yer alır. Daha sonra ise “Paulismo”  adı verilen bir akım ortaya çıkarır.
Yazın hayatı boyunca çeşitli edebiyat akımları yaratan ve dergiler çıkaran Pessoa, sayısız isim altında farklı yazar kimlikleri kullanarak; şiir, makale, roman, tiyatro oyunu, politik ve felsefi metinlere kadar çok geniş bir yelpazede eserler verir.
Yazma arzusunu hiçbir zaman tatmin edemeyen Pessoa, eşine zor rastlanan yirminci yüzyılın en kendine özgü ve kültleşmiş yazarıdır. Tabucchi’de yazarlık serüveninde bu noktaya dayanmış ve Fernando Pessoa’nın Son Üç Günü adlı eserinde Pessoa’yı, hastanedeki ölüm döşeğinde ziyaretine gelen kurmaca yazarları anlatır.
30 Kasım 1935’te, kırkyedi yaşında Lizbon’da karaciğer hastalığından öldüğünde çok az tanınan Pessoa, sağlığında sadece Portekizce bir şiir kitabı olan Mensagem ’i yayımlatabilir. Kendisini iyiden iyiye geliştiren Pessoa, bu şiiri ile Ulusal Propaganda Sekreterliği tarafından açılan bir yarışmada ödül alır. Ülkesinin tarihine ve Portekiz diline verdiği önemi gördüğümüz şiirini “Sembolizm”  ve “Okültizm”  perspektifinde kaleme alır.
Çoğul kimlikli ve gizemli bir yazar ve şair olan Pessoa, sınırlı koşullarda yaşar, yaşamın her anında yapıtını ön planda tutmayı düşünür. Sessiz sedasız sonsuzluğa göçtüğünde ise ardında, meşhur sandığında sakladığı yayımlanmayan yirmiyedibin sayfa el yazması metin bırakır. Bu metinlerin büyük bir kısmını kendi adıyla değil, birer yaşam öyküsüyle, kişilikle, edebi bir tarzla donattığı kurmaca yazarların adıyla imzalar. Metinlerinde günlük yaşamının belirgin yönleri ortaya çıkar, dikkat çekmek istediği gerçeklerle kendi gerçeklerini harmanlar. En dikkat çeken özelliklerinden birisi ise yarattığı gizem duygusu ve okültizmin varlığıdır.
Pessoa’nın bizzat kendi kaleminden çıkan ve kendi deyişiyle olaysız bir metni olan biyografisi, yazarı anlamamızı kolaylaştıran bir metin niteliği taşımaktadır:
“Açık adı: Fernando Antönio Nogueira Pessoa.
Yaşı ve doğum yeri: Lizbon’da, Martires bucağında, Sao Carlos Meydanı (bugün Diruktuvar Meydanı), 4 numarada, 13 Haziran 1888’de doğar.
Soyu: Joaquim Seabra Pessoa ile Maria Madalena Pinheiro Nogueira’nin meşru oğullarıdır. Baba tarafından, liberal ordu saflarında savaşmış  General Joaquim Antönio Pessoa’nın ve Dionisia Seabra’nın torunudur. Anne tarafından, danışman, hukukçu, Eski İçişleri Bakanı Luis Antönio Nogueira ile Madalena Xavier Pinheiro’nun torunudur - bütün ataları soylu ve Yahudi karışımıdır.
Medeni hali: Bekar
Mesleği: En keskin adlandırma “çevirmen ”, en doğrusu ise “ticari şirketlerin dış yazışmanı ” olur. Şair ve yazar olmak bir meslek değil, temayüldür.
Adres: Coelho da Rocha Sokağı, 16, 1 (birin yukarısında derece işareti) D, Lizbon (posta adresi: B.P. 147, Lizbon).
Daha önce icra ettiği toplumsal görevler: Bu terimle ifade edilen şey kamusal görev ya da sorumluluklar ise, hiç.
Yayımlanmış eserleri: Şu ana dek eserleri esasen çeşitli dergilerde ya da gelip geçici yayınlarda dağınık halde bulunmaktadır. Fiilen yayımlanmış kitap ya da broşür olarak yazar şu eserleri kabul etmektedir: 35 sone (İngilizce), 1918; English Poems I-II ve English Poems III (İngilizce), 1922; ve Ulusal
Propaganda Sekreterliği’nin “Şiir” kategorisinde ödül kazanan 1934 tarihli Mensagem adlı kitap. Fetret adlı 1928 yılında yayımlanmış ve Portekiz ’deki askeri diktatörlüğün savunması olan broşür, yayımlanmamış bir hiç olarak kabul edilmelidir. Bütün bunların içinde gözden geçirilmesi ve belki de atılması gereken çok şey vardır.
Öğrenim durumu: Babası 1893’te öldüğünden ve annesi 1895 yılında ikinci evliliğini Natal eyaletindeki Durban’da Portekiz konsolosu olan komutan Joao Miguel Rosa’yla yaptığından bu şehirde öğrenim görür.
1903 yılında, on beş yaşındayken, Ümit Burnu Üniversitesi ’ne giriş sınavında İngilizce kompozisyon dalında Kraliçe Victoria Ödülü’nü kazanır.
Siyasal ideolojisi: Portekiz gibi organik olarak emperyal bir ulusa en uygun rejimin monarşi olduğu kanaatindedir. Yine, monarşinin Portekiz ’de kesinlikle gerçekleşemeyeceği kanaatindedir. Sonuç olarak, bu rejimlerle ilgili plebisit yapıldığında, üzülerek de olsa cumhuriyetten yana oy kullanacaktır. İngiliz tarzında tutucu, yani tutucu bir çerçeve içinde liberal ve kararlı bir gericilik karşıtıdır.
Dini tutumu: Gnostik Hristiyan ve sonuç olarak, bütün örgütlü kiliselere, özellikle de Roma kilisesine kesinlikle karşıdır. Aşağıda açıkça belirtilen gerekçelerle, İsrail’deki Gizli Gelenekle (kutsal Kabala) ve masonluğun okült özüyle sıkı ilişkiler sürdüren Gizli Hristiyanlık Geleneği ’ne sadıktır.
İnisiyatik tutumu: Usta-Çırak arasındaki doğrudan iletişim yoluyla, Portekiz ’deki (neredeyse kesin olarak yok olmuş) Tapınak Şövalyeleri Tarikatı ’nın üç minor basamağında inisiyedir.
Vatansever tutumu: Her türlü Katolik ve Roma sızmasından kurtulmuş mistik bir milliyetçilik yandaşı. Portekiz Katolikliğinin tinsel bir yanı olduğunu varsayarsak, onun yerini tinsel olarak alacak yeni bir Sebastiancılığı- mümkünse- kurmayı savunur. “Her Şey İnsanlık İçin; Hiçbir Şey Ulusa Karşı Değil! ” sloganına bağlı bir milliyetçidir.
Toplumla ilgili tutumu: Antikomünist ve antisosyalist. Yukarda belirtilen diğer şeyler bütün bunlardan çıkartılabilir.
Bu sonuncu görüşlerin özeti: Tapınak Şövalyeleri ’nin büyük şehidi Jacques de Molay ’ı unutmamak ve onun üç katiliyle her zaman ve her yerde mücadele etmektir: Cehalet, Fanatizm ve Zorbalık. ”
Lizbon, 30 Mart 1935
Bu otoportre yazarın iç karartıcı imgesini, gizemli kişiliğini ele veren, onun hakkında objektif veriler elde etmemizi sağlayan yardımcı bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Geniş bir yelpazeye sahip olan Portekizli yazar, ardında edebiyatın her alanında binlerce sayfalık eserler bırakırken kendine özgü dünyasını yakın arkadaşı Adolfo Casais Monteiro’ya yazdığı bir mektupta şu şekilde belirtir:
“Daha çocukken etrafımda kurmaca bir dünya yaratmaya, etrafıma asla var olmamış dostlar ve tanışlar toplamaya eğilimim vardı (onlar mı yoktu, yoksa olmayan ben miydim, iyi anlamış değilim. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da dogmatik olmalıyım). ”
Henüz çocukluk yıllarında, sayısız kişilik yaratarak, edebiyatın her alanında vermiş olduğu eserlerde bu kişilikleri kullanmış ve bu eserleri onların üslubu ile yazmıştır. Bu sonsuz çeşitlilikte, yarattığı kişiliklerin her birinin bir adı ve farklı kişilikleri vardır. Bu kişilikler birer takma ad olmaktan çok, kendi yaşam öykülerine sahip, birbirlerinden çok farklı üsluplarla yazan kurmaca yazarlardır. Günümüzde bu kişiliklerin sayısının yüzü bulduğu düşünülmektedir. Pessoa, kurmaca yazarları aracılığıyla ürettiği eserleri şu şekilde yorumlar:
“Takma adlı eser yazarın ‘bizzat kendinin’ eseridir; tek eksiği, adıyla imzalamamış olmasıdır. Kökteş eser yazarın ‘bizzat kendinin dışındaki ’ eseridir; tıpkı kendi eliyle yazdığı herhangi bir tiyatro oyunundaki bir kişinin replikleri gibi baştan sona onun tarafından yaratılmış bir kişiliğin eseridir. ” 
Kendinden bağımsız olarak hareket eden, kendi yetenekleri, kendilerine özgü dünya görüşleri ve kendilerine ait edebi tarzları ile Alberto Caeiro, Bernardo Soares, Alvaro de Campos ve Ricardo Reis gibi önemli kurmaca yazarları edebiyat dünyasına kazandırır. Birbirlerinden bağımsız eserler veren bu şairler Pessoa’nın aracılığına ihtiyaç duymadan birbirleri ile yarışır, zıtlaşır, tartışmalara girerler.
Pessoa tarafından yaratılan bu kişilikler birer “alter ego”  olarak düşünülür yani Pessoa’nın ikinci şahsiyeti ya da bir diğer Pessoa. Sosyal psikolojide, psikodrama, benlik ve/veya kimlik analizleri alanında da kullanılan “alter ego”, kısaca, diğer-ben, yardımcı-ego, bana benzeyen bir başkası olarak tanımlanabilir:
“Başkalarıyla yaşamak benim için bir işkence.
Bütün başkaları benim içimde.
Onlardan uzaktayken bile onlarla yaşamak zorundayım.
Tek başımayken kalabalıklar sarıyor etrafımı.
Nereye kaçacağımı bilmiyorum; kendime kaçmaktan başka. ”
Sosyal psikolojinin konusu olan “alter ego” Tabucchi’nin Pereira İddia Ediyor ve Damasceno Monteiro ’nun Kayıp Başı adlı eserlerinin de ana temasını oluşturur. Pessoa’nın yaşadığı bu sosyal bunalımdan yola çıkarak kendine özgü bir üslupla oluşturduğu bu eserlerinde ana karakterler çoğul ruhun varlığından habersiz içlerindeki alter egoyu ortaya çıkarırlar.
Tabucchi hayranı olduğu yazar tarafından yaratılan kurmaca yazarları, Pessoa’nın bizzat kendi alter ego’sunun ürünleri olarak düşünür ve Fernando Pessoa isminin de Pessoa’nın alter ego’su tarafından oluşturulduğu tezini ortaya atar. Bu şüpheci yaklaşımını, Pessoa üzerine yazdığı Un Baule Pieno di Gente adlı kitabında şu şekilde dile getirir:
“Fernando Pessoa, Fernando Pessoa’nın ona tıpatıp benzeyen bir üst benliği olduğu hipotezi belki gerçekten kışkırtıcı ya da belki de tamamen absürt bir düşüncedir. [...]
Yazar, hayal eden bir kimsedir
Bütünüyle öylesine hayal ederki
Hayal etmeyi başardığında
Hissettiği şey gerçek acıdır.
Bu nedenle ya Fernando Pessoa, Fernando Pessoa gibi davrandıysa? ”
Birçok esere konu olan alter egonun gerçek kişilik üzerindeki etkileri arttıkça insanı mutsuzluğa sürükler tıpkı Pessoa’nın içinde bulunduğu durum gibi. Çoğunlukla hayatını bir kimse adına sanki o kişi gibi yaşar. Pessoa gerçekten de çoğul ruhun yazarıdır, bu inanılmaz kimlik çoğalması, yazarın arkasına saklandığı ve farklı üsluplarla, farklı alanlarda, aynı cinsten olmayan; öykülemeci, dramatik, lirik tür alanında eserler vermesini sağlar dolayısıyla düş dünyasının zenginliğini kanıtlar.
“Fernando Pessoa’nın parçalanmış ve hızla çoğalmış imgelem gücünden doğan şairler, tekil bir çoğulluk oluştururlar; bu isimler Pessoa’nın takma isimleri değil, kökteş şairleridir. ”  “Pessoa ’nın kendisi ise, imgeler dünyasında gezinen, güç anlaşılır metafizik bir şairdir, kişiliklerini gerek kendinden bir parça gerekse ayrı kişiler olarak niteler. Ona göre asıl gerçek ‘... mış gibi yapmak, kendini tanımaktır ’. ”
Yarattığı kurmaca yazarların her birinin ardında bir yaşam öyküsü yatmaktadır. Bu kurmaca yazarlar çok kimlikli boyutlara sahiptir fakat edebiyat dışında başka gerçeklikleri yoktur. Düşsel yaşamlar yoluyla yarattığı kimlikler ideallerinin dışa vurumudur. Hissettikleri ve oluşturdukları idealler ile sıradan insanlardan ayrılan bu kimlikler; yaşamı, ölümü, aşkı ve zamanı öğretildiği, göründüğü gibi yaşamazlar. Pessoa’nın hissettiği yoğun acı kayıtsızlığa yol açar fakat ödeyeceği bedellerin her zaman farkındadır:
“Yaşamdan zevk almaya bel bağlamıyorum; aklımdan bile geçmiyor bu. Yalnızca büyük şeyler yapmak istiyorum; bunun bedeli bedenimin bu koru besleyen odun olması bile olsa. ”
Ancak ölümünden sonra bulunan yapıtları sayesinde XX. yüzyıl edebiyatının kült kişiliklerinden biri haline gelir. Ama Pessoa’yı gelmiş geçmiş yazarlar içinde farklı bir yere oturtan sadece edebiyatının gücü değil, edebiyatı algılayış ve yansıtma biçimidir. O eserlerinin her birini farklı bir isimle imzalamıştır. Ricardo Reis, Alvaro de Campos, Alberto Caeiro, Bernardo Soares ve onlarcası gibi. Üstelik bunlar birer takma ismin çok ötesindedir. Her bir ismin bir kişiliği, yazarlık serüveni hatta ideolojisi vardır. Örneğin Alberto Caeiro’yu, bir gün içimde ustam doğdu diyerek yaratmıştır. Pessoa’nın diğer bütün kimliklerinin de ustası olan Caeiro, eğitimli biri değildir, yalın bir dille pastoral şiirler kaleme almaktadır. Yarattığı bir diğer yazar Alvaro de Campos ise fütürist bir mühendis, Ricardo Reis ise bir doktordur. Bernardo Soares ise Pessoa gibi Lizbon’da yaşayan, basit bir memurdur ama başyapıtı Huzursuzluğun Kitabı onun imzasını taşır. İçinde kopan fırtınaları da Bernardo Soares aracılığı ile dışa vurur.
“İçimde bir devlet, bir politika, partiler ve devrimler yaratmalıyım... Bunların hepsi olmalıyım; bu ben-halk’ın gerçek panteizmi içinde Tanrı olmalı, bedenlerinin, ruhlarının, çiğnedikleri toprağın ve işledikleri fiillerin özü ve eylemi olmalıyım. Zavallı ben, işte, yine gerçekleştiremeyeceğim bir düş! ”
Çoğul ruhların ittifak kurma fikri Pessoa’yı Tabucchi’ye yaklaştıran ana etmendir. İçimizdeki ruhların egemen bir benlik tarafından kontrol edilme fikri Tabucchi’nin hayat felsefesini oluşturur. La Repubblica’ya  verdiği bir röpörtajda düşüncelerini şu şekilde ifade eder:
“Bu küçük insan kalabalığı, ruhların ittifakı teorisine eserde mükkemel bir şekilde yanıt verir, Portekiz gazeteciyi, deri değiştirmeye ve diktatörluk aleyhine çalışan etkin bir muhalif olmaya ikna eder: Geçen yüzyılın sonunda iki Fransız doktor tarafından geliştirilen hipoteze göre, her birimiz, zaman zaman iktidar egonun kontrol ettiği bir ruhlar ittifakından oluşuruz. [...] Her bir kitapta, kahraman yazarın benliğini taşır ve edebiyat içimizdeki bu gizli kalmış derinlikleri ortaya çıkarmaya yardımcı olur. Kişisel olarak ben, her bir bireyin çoklu kişiliğe sahip olduğuna kesinlikle ikna oldum. [...] Pessoa’nın da, Binet ve Ribot ’un teorisine hakim olduğuna dair hiçbir şüphe yoktur (öyle görünüyor ki Pirandello da bu teoriye hakimdir). ”
Tabucchi, Fernando Pessoa’nın Son Üç Günü adlı eserinde de bu konuyu işler. Aslında eserde hiçbir şey bilinmemektedir. Pessoa hastalığı nedeni ile hastaneye kald ırılırken Tabucchi, Pessoa’nın olu şturduğu kurmaca yazarların onu ziyaret ettiğini hayal eder.
“Pessoa ’nın eserlerinde hayat bulan karakterler, ilerleyen dönemde, yaşamının sonuna geldiğinde ‘kurmaca yazarlar ’ olarak adlandırılmışlardır. ”
Bu şahıslar ardına gizlendiği takma ad, alt kimlik, dış kimlik ya da kurmaca yazar olarak adlandırabileceğimiz Pessoa tarafından ortaya konan hayal ürünleri ya da kurmaca kahramanlardır. Daha önce de belirtildiği gibi edebiyat dünyasına büyük katkıları olan ve Pessoa’nın yaratıcılık evrenini yansıtan Alvaro de Campos, Alberto Caeiro, Ricardo Reis ve Bernardo Soares’i yakından tanımak, bir arada böylesine çeşitlilik gösteren bu kurmaca yazarların doğuşuna tanıklık etmek için Pessoa’nın Adolfo Casais Monteiro’ya yazdığı mektubu okumakta yarar var:
“Aşağı yukarı 1912 yılından beri pagan nitelikte şiirler yazmaya niyetleniyordum. Birkaç kuralsız dize (ama Alvaro de Campos tarzında değil) yazdıktan sonra bu niyetten vazgeçtim. Aynı dönemde, belirsiz alacakaranlığın içinde, kendisine dönüştüğüm kişinin tanımsız bir portresini hayal meyal farkettim (Ricardo Reis, ben farkına varmadan doğmuştu). Bir buçuk-iki yıl sonra, aklıma Mario de Sa-Carneiro ile dalga geçme düşüncesi geldi - çoban türküleri yazan, oldukça güç anlaşılır bir şair yaratma ve onu, hangi biçimde şimdi hatırlamıyorum, gerçek bir varlık olarak tanıtma düşüncesi. Sonuç elde edemeden bir kaç gün geçti. Bir gün - 1914 Mart’ının 8’iydi - nihayet vazgeçmişken, yüksek bir dolaba yaklaştım ve bir tomar kağıt alarak, her zaman yaptığım gibi, ayakta yazmaya başladım. Doğasını tanımlayamadım coşkulu biresriklik içinde, art arda otuz kadar şiir yazdım. Bu, hayatımın en muhteşem günü oldu, bir daha böyle bir gün yaşamadım. Bir başlıkla başladım: “Sürü Bekçisi ”. Ortaya çıkan şey, içimde, Alberto Caeiro adını taktığım bir kimsenin belirtisi oldu... ”
Yaşadığı krizin meyveleri bu önemli kurmaca yazarlardır ve Pessoa’nın taşımakta zorlandığı yükü omuzlarlar. Sonunda Pessoa, içindeki yaratıcı gücün derinliklerine inerek ortaya bir hazine çıkarır.
“Ustam, içimde ortaya çıkmıştı”  dediği Alberto Caeiro, Pessoa’nın bütün takma adlarının üstadıdır ve bu üstadın ütopyası şu şekilde özetlenir:
“Hiçbir şey düşünmemek, yeterince metafiziktir. ”
Alberto Caeiro Lizbon dışında yaşayan bir çobandır. Caeiro adını Pessoa’nın erken kaybettiği dostu Mârio de Sâ-Carneiro’dan almıştır. Carneiro Portekizce’de koyun anlamına gelir. Şehirlere, kalabalıklara girmeyen, doğanın bağrında barış içinde çıplak ayak yaşayan bir şairdir. Caeiro Pessoa’nın olamadığı her şeydir. Sadedir, bilgedir, doğayla bütünleşen bir pagan şairdir. Masum bir koyun çobanıdır Caeiro.
“Ben bir sürü çobanıyım.
Sürü, benim düşüncelerim.
Düşüncelerim ise, hepsi duyum. ”
Caeiro nesneleri tanımlamak istemez. Onun için taş sadece taş, çiçek sadece çiçektir. Nesneler arasında ilişki kurmaz, artlarında gizem de aramaz. Kelimelerin nesneler olmadığını ancak nesneler ile köprü kurduğunu anlatır. Şiirlerinde saf yalınlık vardır. Biçeme önem vermez.
“Kafiyeyi hiç dert etmem.
Yan yana iki ağaç pek ender aynı olur. ”
1889 yılında doğan bu kişilik, tıpkı Pessoa’nın babası gibi genç yaşta verem hastalığına yakalanır, kısa yaşamını hassas sağlığı yüzünden, Ribatejo’nun bir köyünde, yaşlı teyzesinin evinde geçirir. Pessoa’nın ölüm döşeğinde Caeiro ile yaptığı sohbet bize bu kişiliğin nasıl doğduğu hakkında bilgi vermektedir.
“Caeiro ceketini çıkarıp yatağın ayakucuna koydu. Size açmayı arzuladığım bir şey var, ama söze nasıl dökeceğimi bilemiyorum. [...] Ben sizin babanızım. Bir an sustu, seyrek sarı saçlarını düzelttikten sonra devam etti: Siz daha çocukken veremden ölen gerçek babanız Joaquim de Saebra Pessoa’nın yerini ben doldurdum. İşte onun yerine ben geçtim. ”
Hayatın kargaşasından uzak bir yaşam süren, yalnız ve kendi iç dünyasında yaşayan bu kişilik, modern yaşamın karmaşıklığına karşı doğanın yalınlığını savunan klasik görüşleri dile getirir. Eğitimi ve işi olmayan bu kişilik, evrenin ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşünü savunan panteist tutumuyla şiirlerinde somut olgulara yer veriyordu.
“Tanrı ’ya inanmıyorum çünkü onu hiç görmedim. Eğer ona inanmamı istiyorsa, hiç kuşku yok benimle konuşmaya gelecektir. ” 
Onun için Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı’dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Dünyasını bu şekilde yansıtan, içli şiirler yazan, sarışın, solgun mavi gözlü, orta boylu Caeiro, 1915 yılında Pessoa’dan önce, taşrada hayatını kaybeder.
Yaptığı araştırmalar sonucu Fernando Pessoa ve kurmaca yazarları hakkında elde ettiği bilgileri Un Baule Pieno di Gente adlı kitabında toplayan Tabucchi, Pessoa’nın hayatında önemli bir yere sahip olan ve ortaya çıkan ilk kurmaca yazarlardan biri olan Alberto Caeiro’dan, şu şekilde bahseder:
“Fernando Pessoa ve Alvaro de Campos ’un üstadı Alberto Caeiro 1889 yılında doğar ve 1915yılında tıpkı Pessoa’nın babası gibi tüberküloz hastalığı nedeni ile hayatını kaybeder. Portekiz vatandaşı olarak Lisbon’da doğmasına rağmen bir taşralıdır çünkü her geçen gün bozulan sağlığı yüzünden emekli olup kısa hayatının tümünü Ribatejo’da yaşlı büyük halasının evinde geçirir. Hemen hemen eserlerinin tümünü orada yazar. [...] Lizbon’a ise ölmek için döndüğü söylenebilir fakat burada, Pessoa’nın Poemas Inconjuntos adını verdiği ve Campos ’un da önerisi ile son şiirlerini yazmak için fırsat bulur.
Her türlü yaygaradan ve tartışmadan uzakta bir hayat süren, sevgiden ve duygusal bağdan yoksun, utangaç, yalnız, içine kapanık ve dalgın bu adam hakkında söylenebilecek çok fazla şey yoktur. Ayrıca, kıskançlık Caeiro’nun özel hayatında önemli bir yere sahiptir. (“Eger öldüğüm zaman biyografimi yazmak isterseniz bundan daha kolay bir şey olmayacaktır. Yazabileceğiniz sadece iki tarih var: doğum ve ölüm tarihim. Bunların dışında kalan tüm günler ise benim”) Caeiro muhtemelen, çok alakalı olamasa bile önem taşıyan bu gerçekleri gizli tutar.
Pessoa, Caeiro’yu sarışın, orta boylu, mavi gözlü, soluk bir adam olarak aceleci bir muğlaklık ile tasvir eder fakat en sevdiği ve kendine yakın hissettiği Alvaro de Campos, onun hakkında daha fazla bilgiye sahiptir. Campos, Caeiro’yu şans eseri, Caeiro’nun tüccar kuzeni ile kurduğu iş ilişkisi nedeni ile Ribatejo’ya yaptığı bir seyahat sırasında tanır. Bu tesadüfi karşılaşma eserinde derin izler bırakır, Campos, ardında Caeiro ’nun kendi özel öğrencileriyle dahi paylaşmadığı en güzel röpörtajını içeren bir konuşmanın yer aldığı unutulmaz duygusal bir portre bırakır. ” 
“Her yanıyla hissetmek her şeyi
Her şeyi yaşamak her yanıyla
Aynı anda her zaman aynı şey olmak mümkündür
Bütün zamanlarda farkında olmak tüm insanlık olduğunun
Parçalanmış, denetimsiz, bütüncül, ve aldırışsız bir anda” 
Alvaro De Campos, Saatler Geçidi
Doğa aşığı, kural tanımayan çılgın denizci, Pessoa’nın hiçbir zaman olamayacağı serseri. İşte bu kurmaca yazarlardan günümüzde en çok tanınan Alvaro de Campos, 15 Ekim 1890’da Algarve yöresinde doğar, Glasgow’da gemi mühendisliği diploması alır fakat mesleği ile ilgili herhangi bir çalışmada bulunmaz, Lizbon’da yaşayan Yahudi bir Portekizlidir. Pessoa’nın yalnızlığının ürünlerinden biri olan bu kurmaca yazarın misyonu bizzat kendi ağzından şu şekilde aktarılır:
“Belki de benim yeryüzünde hiçbir misyonum yoktur. ”
Amaçsız yaşamının bir özeti olan bu kişilik, fütürist, deneyci bir aylaktır. İronik bir yaklaşıma sahip olan Campos yazılarında mizahı araç olarak kullanır.
“Yıldızlara yürekten bağlı köleler,
Fethettik dünyayı yataktan çıkmadan;
Uyandığımızda, donuk dünya,
Ayağa kalktığımızda, yabancı,
Sokağa çıktığımızda, bütün yeryüzü,
Güneş sistemi, Samanyolu ve Sonsuzluk”
Alvaro De Campos, Tütüncü Dükkanı
1928 yılında Tütüncü Dükkanı adlı şiiri yazan Alvaro De Campos, doğu denizlerinde bir posta vapuruyla yolculuk eder, fütürist görüşlerin etkisi altında dinamik şiirler yazan Campos aynı zamanda bir dekadan, avangart, nihilisttir, bunun yanı sıra İngiltere’de bir delikanlı ile, Pessoa’yı rahatsız eden eşcinsel bir aşk yaşar.
Campos, Pessoa’nın büyük aşkı Ophelia ile nişanının bozulmasına neden olacak kadar Pessoa’nın yaşamına girer ve tehlikeli bir aşk üçgeni oluşur. Ophelia da, Pessoa’yı anlatırken Campos’dan haz duymadığını şu şekilde dile getirir:
“Sözgelimi Fernando anlaşılmaz olurdu bazen, özellikle de Alvaro de Campos olarak ortaya çıktığında. O zaman bana şöyle derdi: “Bugün, ben gelmedim, benim yerime dostum Alvaro de Campos geldi... ” O zaman bambaşka bir davranış sergilerdi. Huzursuz olur, anlamsız, tutarsız şeyler söylerdi. Bir gün bana gelip şöyle dedi: “Benim sizden bir isteğim var Hanımefendi, bu istek şu, Fernando Pessoa’nın o aşağılık suratını su dolu bir kovanın içine baş aşağı sokmaktır. ” Ben de şöyle karşılık verdim: “Nefret ediyorum şu Alvaro de Campos ’tan, ben yalnız Fernando Pessoa’yı seviyorum. ” Bunun üstüne Fernando “Oysa o seni niye çok seviyor hiç anlamıyorum ” dedi. ”
Ophelia’nın Campos’a karşı hoşgörüsüzlüğünün farkında olan Pessoa da, ölüm döşeğinde, Alvaro de Campos ile aralarında geçen bir konuşmada, Ophelia ile ilişkisini bozduğunu itiraf eder:
“...yaşamıma girdin; benim yerime geçtin, Ophelia ile ilişkimin sona ermesine sen neden oldun. ”
Uzun boylu, siyah ve düz saçları yandan ayrılmış, giyimi kuşamı oldukça özenli, biraz züppe, monokl kullanan Campos, dönemin avangart akımının özgün karakterlerinden biridir. Kültürlü ve kışkırtıcı, nevrotik, bunalımlı ve sinirli bir yapıya sahip olan yazar Pessoa’nın hayatında büyük bir kaosa neden olmasına rağmen yazarın vazgeçemediği bir parçasını simgeler.
“Neden geldin, diye sordu Pessoa.
-Çünkü gidecek olursan, birbirimize söyleyeceğimiz birkaç şey var, diye yanıtladı Alvaro de Campos, ardından ben de sağ kalamam, ben de seninle gideceğim ve karanlığa dalmadan önce birbirimize söyleyeceklerimiz var. ”
Campos’un da arzusu doğrultusunda 30 Kasım 1935’te, Pessoa ile aynı yıl ve aynı gün Lizbon’da ölür.
Tabucchi ise Pessoa’nın önemli kurmaca yazarlarından biri olan Alvaro De Campos’u şu şekilde tanımlar:
“Alvaro De Campos, Algarve bölgesinde yer alan Tavira şehrinde, 15 Ekim 1980 tarihinde doğar ve Glasgow Üniversitesi Gemi Mühendisliği Bölümünden mezun olur. Mesleğini icra etmez ve sürekli olarak Lizbon’da yaşar. İlk eğitimini rahip olan amcasının yanında alır ve ondan Latince öğrenir. 1914 yılının ilk aylarında, deniz yolu ile doğuya doğru uzun bir yolculuk yapar burada şiirsel deneyim kazanır ve kısıtlı özgürlüğü ironik bir dille anlattığı şiiri Opiario’yu yazıp daha sonra eski bir tarihle yayımlar. [...]
Uzun boylu, yana ayrılmış siyah ve düz saçlara sahip, kusursuz ve biraz züppe hareketlere sahip, monokl kullanan Campos dönemin tipik avangart figürünü temsil etmektedir. Bir yandan burjuva diğer yandan anti-burjuva, bir yandan hassas bir yandan kışkırtıcı, bir yandan nevrotik diğer bir yandan sıkıntılı bir karakterdir. 1917 yılında Ultimatum adlı eleştirel şiirini yayımlar fakat zamanla yenilikçi büyük burjuvalar için de zorluklar başlar ve ardında değerler çöplüğü bırakarak tüm Avrupa’yı kasıp kavurur. Campos’un şiiri, kahramanlık öfkesini kaybederek coşkusunu yitirir, ironiyi ve alaycı bir ümitsizliği yüceltir. [. ] Lisbon ’da, Pessoa ile aynı gün ve aynı yıl 30 Ekim 1935 tarihinde hayatını kayeder. ”

“Ne kendimi hatırlamak ne de tanımak istiyorum.
Çok kalabalık oluyoruz, kim olduğumuzu bulmaya çalıştığımızda. ”
Pessoa, Caeiro’nun sadeliğine tezat olarak Ricardo Reis’i yaratır. Reis mutluluğu amaç edinen epikürcü, tanrıtanımaz bir şairdir. Bir münzevidir. Metafizik ve neoklasik odlar yazar.
19 Eylül 1887’de Portekiz’in şarabıyla ünlü liman kentinde, Porto’da doğan ve amaçları misyonerlik olan bir Cizvit okulunda büyüyen bir diğer kişiliktir Ricardo Reis. Latince öğrenir ve tıp öğrenimi görür. Monarşist eğilimleri olan Reis, hep krallık yanlısı kalır; o yüzden, 1919’da Portekiz’de Cumhuriyet ilan edilince, ülkesinden ayrılır, tekrar Portekizce konuşulan bir başka ülkede, Brezilya’da, sürgünde yaşamayı yeğler. Metafizik ve neoklasik şiirleriyle usta şairler arasına katılır. 1935 yılında Brezilya’da sürgünde hayatını kaybeder.
Kurmaca yazarlar galaksisinin bir başka yıldızı olan Ricardo Reis ise Tabucchi tarafından şu şekilde anlatılır:
“Ricardo Reis ’ de 30 Ekim 1935 tarihinde, Portekiz ’de Cumhuriyetin ilanından sonra, 1919 yılından bu yana monarşik fikirleri nedeni ile kendini sürgün ettiği Brezilya topraklarında hayatını kaybeder. 19 Ekim 1887 tarihinde Porto’da dünyaya gelir ve bir cizvit kolejinde eğitim görür. Doktordur fakat hayatta kalmak için mesleğini icra edip etmediğinden emin olamıyoruz. Duyumcu, maddeci ve Neoklasik bir şairdir. [...] Materyalizmi, Caeiro ve Campos’dan farklı olarak, Walter Pater ’in kültürlü ve rafine neopaganizminin, bazı Anglo-Sakson bilim adamlarını ve doğa bilimcilerini cezbeden soyut ve masafeli klasisizmin etkisinde kalır. Bu nedenle, Reis’in Campos ile özellikle sanat hakkında tartışma yaşaması boşuna değildir ve olayın ardından Campos ’u yeren şiirlere imza atmıştır. ”
Yazdığı şiirlerle usta şairler arasına giren; kültürlü, okumuş ve seçkin kurmaca yazar Ricardo Reis ile birlikte kurmaca yazarlar galaksisinde oluşturduğu karakterlerin benzer özellikleri göze çarpar ve bu özelliklerden en önemlisi Pessoa’nın kültüre verdiği önemdir. Bu nedenle karakterler, Caeiro gibi taşralı ya da kent soylu olsalar da entellektüel bilgi düzeyleri oldukça yüksektir.
Çoğul ruhun yazarı Pessoa, başyapıtı olan Huzursuzluğun Kitabının kahramanı olan Bernardo Soares aracılığıyla kurmaca yazarları ile yaşadığı sorunları ve bu sorunların ruhunun derinliklerinde hissettirdiği duyguları dile getirir:
“Başkalarıyla yaşamak benim için bir işkence.
Bütün başkaları benim içimde.
Onlardan uzaktayken bile onlarla yaşamak zorundayım.
Tek başımayken kalabalıklar sarıyor etrafımı.
Nereye kaçacağımı bilmiyorum; kendime kaçmaktan başka. ”
Lirik ve metafizik bir günlük olan Huzursuzluğun Kitabının yazarıdır Soares. Bu kitap Pessoa hakkında önemli bir bilgi kaynağı olduğu gibi onun iç dünyasına yapılan bir yolculuk görevini üstlenir.
Ne doğum tarihi ne de ölüm tarihi ile ilgili net bir veri bulunmamaktadır. Lizbon’da ithalat ihracat yapan bir şirkette muhasebe yardımcısı olarak çalışan Soares çok sade bir yaşam sürmektedir. Pessoa ile Pessoa adındaki bir lokantada tanışır ve burada Soares ona edebi tasarısını ve düşlerini anlatır.
“Yavaş yavaş kişilik değiştiriyorum; yeni kişilikler yaratma, taklit etmenin, dünyayı anlamanın ya da dünya anlaşılabilirmiş gibi yapmanın yeni tarzlarını yaratma yeteneğimle zenginleşiyorum (evrim burada olsa gerek). ” 
Pessoa gibi kurmaca yazarları da yeni kişilikler yaratma peşindedir. Bunun nedenini yalnızlığının neden olduğu koşulların bir ürünü olmasına bağlayan Tabucchi, Soares’i şu şekilde tanımlamaktadır:
“Bernardo Soares Lizbon’da yaşayan bir muhasebe yardımcısıdır. Kısa ve zavallı hayatının tümünü Lisbon ’da geçirir. Tak başına, Praça do Rossio ve Tago arasında kalan aynı zamanda şairin çalıştığı ithalat-ihracat şirketlerinin de bulunduğu şehrin Baixa adlı ticari bölgesinde, kiraladığı bir odada yaşamaktadır.
Pessoa, Soares ile müdavimi olduğu bir restoranda karşılaşır ve içindeki yazar ortaya çıkar, ona izlenimlerin, açıklamaların, samimi itirafların bulunduğu Huzursuzluğun Kitabı adlı bu büyük eseri okutur. Bu eser, bir ruhun günlüğü ve aynı zamanda plan ve karakterlere önem vermeyen, konuyu duygusal yönden ele alan olağanüstü bir romandır. ”
Bir anlamda gerçek bir kitap olan Huzursuzluğun Kitabı ile Pessoa edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip olan Bernardo Soares’i yaratır ve bu kurgusal karakter aracılığı ile otobiyografisinin ince kurgusunu ortaya çıkarır. Pessoa bu kuramaca yazara, yazma işini devreder ortaya çıkan eser bir proje kitabı olarak düşünülür çünkü yazımı yirmi yıl gibi uzun bir sürede tamamlanır. Ortaya çıkan bu başyapıt için şunlar söylenir:
“Soares ’in kitabı kesinlikle bir romandır. Belki de çifte roman demek daha iyi olabilir çünkü Pessoa, Bernardo Soares adından bir karakter yaratır ve ona bir günlük yazma görevi verir. Yani Soares, otobiyografisini ince bir edebi kurgu ile oluşturduğu kurmaca bir karakterdir. Bu otobiyografi, var olmayan bir karakterin gerçeklerini içeren ve Pessoa ’nın bize bıraktığı tek büyük eseridir. ”
Düşünmek ya da bazen yalnızca hissetmek, inanmak ya da var oluşunu amaçlarını sorgulamak, yaşamak ya da asıl yaşamak istediklerini düşlemek, kendi içindeki mesafeleri belirlemek, kendisi ve alter egoları arasında gidip gelmek, gündelik hayat tecrübeleri, aşkı, parasızlığı, umutsuzluğu ve en önemlisi yalnızlığı, işte bütün bunları, içinde barındırır Pessoa.
Tüm bu yaşananlar, topmlumsal sorunlar, kargaşalar, Pessoa’nın ve onun kişilikleri aracalığı ile dışa vurumları kırkyedi yıllık hayatının özetidir.
Geçen yüzyılın böylesi şaşırtıcı bir şairiyle tanışmamızı, kız kardeşinin sandıktan çıkardığı belgeler kadar, yazmak ve yazarak yaşamak anlayışını benimseyen Pessoa’nın yansımasını, Pereira İddia Ediyor ve Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı adlı eserlerindeki ana kahramanların yaşayış biçiminde gözlemeyebildiğimiz, Pessoa’yı bir bütün haline getiren bilinç, benlik ve yalnızlık kavramları, eserlerinde birer yansıma olarak sunan Tabucchi’nin katkılarını da unutmamak gerekir.

Kaynak: Ceren AKKAYA LELOUP DIT LAMY, Antonıo Tabucchı’nin “Pereira İddia Ediyor” ve “Damasceno Monteıro’nun Kayıp Başı” Adlı Eserlerinde Fernando Pessoa Etkileri, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bati Dilleri Ve Edebiyatları (İtalyan Dili Ve Edebiyatı) Yüksek Lisans Tezi Anabilim Dalı, 2016, ANKARA


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar