ANTONIO TABUCCHI ve FERNANDO PESSOA
1943 yılında Pisa’da dünyaya gelen,
İtalyan oyun yazarı, çevirmen ve aynı zamanda öğretim üyesi olan Antonio
Tabucchi çocukluğunu Toscana yakınlarındaki Vecchiano kasabasında anneannesiyle
büyükbabasının yanında geçirir. Yine aynı kasabada ilk ve orta öğrenimini
tamamlayan Tabucchi’nin sanata ve edebiyata olan merakı ailesinin ilgisini
çeker.
Lise öğrenimine ise Pisa’da devam
eder. Bir yıl süre ile Paris’te bulunan yazar İtalya’ya dönüş yolunda Gare de
Lyon yakınlarında bir bankta, Fernando Pessoa’nın kurmaca yazarlarından biri
olan Alvaro de Campos tarafından yazılan “Bureau de Tabac” adlı eseri bulur ve Portekizli yazar Pessoa,
Tabucchi’de büyük bir ilgi uyandırır. Bu olay yazarın hayatında geri dönüşü
olmayan bir yolun başlangıcıdır. Yazarın Pessoa’ya olan hayranlığı zaman zaman
yazarın bizzat kendisi tarafından sorgulanır:
“Peki siz başkalarının öyküleriyle
neden böyle ilgileniyorsunuz? Siz de olaylar arasındaki boşlukları doldurmaktan
aciz olmalısınız. Kendi düşünceleriniz size yetmiyor mu? Yoksa sadece
başkalarının yaşamını seyredenlerin kısır merakı mı?
Modern İtalyan edebiyatının önemli
yazarları arasında olan Tabucchi, geniş bir ilgi alanına sahip olmasına rağmen,
Portekiz edebiyatının ünlü ismi Fernando Pessoa üzerine önemli incelemelerde
bulunur. Pessoa’ya olan ilgisini kendine yönelttiği sorularla eleştirir fakat
Tabucchi’nin özeleştirisi kendi yapıtlarının özgünlüğünü azaltan bir söylem
değildir. Bu durumun savunmasını şu şekilde yapar:
“Elli yaşını geçmiş ve birçok kitap
yayımlamış bir yazarın hala kendi yazı serüveni için gerekçe göstermek istemesi
garip sayılabilir. Bu bana da tuhaf görünüyor. Olasılıkla henüz çözemediğim bir
ikilem: Söz konusu olan, dünyaya karşı duyduğum suçluluk mu yoksa derin bir
acıyla hesaplaşmanın yoksunluğu
O mu?
1969’da Portekiz’de Gerçeküstücülük
üzerine yazdığı bir tezle üniversiteden mezun olduktan sonra, 1970’li yıllarda
Pisa'daki Scuola Normale Superiore’de Portekiz Dili ve Edebiyatı üzerine
çalışmalarını sürdürür ve 1973’te Bologna Üniversitesi’nin Portekiz Dili ve
Edebiyatı kürsüsüne öğretim üyesi olarak atanır. Portekizceye ve bu dilin
edebiyatına yönelmesindeki en büyük etken, Fernando Pessoa'nın yapıtına olan
hayranlığı ve onu ana dilinden okuma arzusu olur. Bu nedenle 1970 yılında,
üniversite yıllarında tanıştığı Portekizli kız arkadaşı Maria Jose de Lancastre
ile evlenir ve iki çocuk sahibi olur. Eşinin de işbirliği ile Pessoa’nın
eserlerini İtalyancaya çevirerek, Portekizli bir yazarı İtalyan edebiyatına
kazandırır. Fernando Pessoa’nın yapıtlarının İtalyanca basımlarının
editörlüğünü üstlenen Tabucchi, Avrupa edebiyatının en seçkin yazarları
arasında yer alır. Tabucchi bu serüveninde birçok yazarın ilgisini çeker.
Örneğin Remo Ceserani, postmodernizmi anlattığı kitabında Tabucchi’den şu
şekilde söz eder:
“Ceserani, bu heterojen panorama
içerisinde yazarın eserlerini çok rafine metinlerarası faaliyetler olarak
tanımlayarak Tabuchhi ’nin anlatımı için beslediği büyük hayranlığı gösterir.
[...] Tabucchi’nin anlatılarının yapısı, kendi içimizde ve yaşadığımız
dünyadaki, bilinen ya da yorumlanabilen ontolojik şüpheyi ortaya koyar.”
Seçkin üniversitelerde ders veren
Tabucchi üniversite görevlisi olarak “Avrupa dışı ülkelerde Avrupa kökenli
kitaplıklar” projesi için Güney Amerika ve Hindistan’da birçok arşiv
araştırması yapar ve aynı zamanda Avrupa’nın önde gelen gazeteleri ve kültür
dergilerinde çok sayıda eleştiri yaz ısı ve denemeleri yayımlanır.
Çesitli dillere çevrilmiş birçok eseri
bulunan Tabucchi, bu eserleri sayesinde Pen Kulübü, Campiello, Viareggio
Repaci, Medicis Etranger, Hidalgo, Prix Europeen de la Litterature,
Mediterranee, Nossack, Aristeion ve Avusturya Devleti Avrupa Edebiyatı Ödülü
gibi saygın ödüllere değer görülür. Avrupa’nın önde gelen gazeteleri ve kültür
dergilerinde yazılar yazar. Uluslararası Yazarlar Parlamentosu’nun kurucuları
ve üyeleri arasında yer alır.
25 Mart 2012 yılında hayata veda ettiğinde
68 yaşındadır.
Hayata oldukça erken veda eden
Tabucchi’nin romanları ve öyküleri, basit bir olayla açılır ve gitgide
okuyucuyu görünümlerin ötesine sürükler. Açılan kapıların ardından beklenmedik
olaylar, olgular çıkar. Okuyucu çoğu kez oluşturulan kartakterlerin
yaşamlarında bulur kendini. Bunun nedeni Tabucchi’nin yazdığı öykülerin
kitaplarında yaşam bulmadan önce gerçekte var olmalarıdır ve Tabucchi bunu şu
şekilde dile getirir :
“Bu öykülerden bazıları kitabımda
yaşam bulmadan önce gerçekte var olmuşlardır. Ben onları dinlemekle ve kendime
göre anlatmakla yetindim. ”
Tabucchi bu eserler aracılığıyla,
okuyucularını bir yolculuğa çıkarır ve bu yolculuklar kimi zaman içinden
çıkılamayan dolambaçlı yollarda yapılır. Yolculuklar birer araçtır Tabucchi
için ve bu sayede yaşamlara can verir. Tabucchi özgün olma, yenilik getirme
iddiasında değilidir. Pessoa’nın kurmaca yazarları aracılığıyla okuyucularına
hissettirdiği giz Tabucchi’nin de olmazsa olmazları arasındadır.
İtalyan şair ve edebiyat eleştirmeni
Giorgio Barberi Squarotti, Tabucchi ve karakterleri hakkında şunları kaleme
alır:
“Tabucchi ’nin karakterlerinin gerçek
duygularının gizlenmesi, sonuna kadar hayattan ve tarihten korunacakları başka
bir yere sığınmayacak kadar dürüst olduklarının göstergesidir. [...] Tabucchi
’nin büyüklüğü ve özgünlüğünde, oyun ve tutku, ölüm ve ironideki hakimiyet
yeteneği yatar fakat her zaman ateşli bir merak ve acı dolu bir kederle zamanın
ötesine atıfta bulunur. ”
Tabucchi’nin, karakterleri ile çıktığı
bu yolculuk onun düşüncelerini ve olaylara bakış açısını anlamamızı sağlar ve
gerçek duygularının üzerindeki gizi bu karakterler aracılığı ile kaldırır.
Tabucchi’nin Portekiz sevgisi ve
Portekiz diline olan düşkünlüğü yadsınamaz bir gerçektir. Antonello Perli,
Tabucchi’nin poetikası üzerine yazdığı denemede, Tabucchi’nin bizzat kendi
ifadeleri ile Portekiz’e ve Portekizlilere duyduğu sevgiyi belirtir:
“Portekizler her zaman hareketli
ruhlara sahip büyük gezginlerdir. Bu gezgin ruh Portekiz kültürünün sevdiğim
bir yönüdür ve umarım bir parça miras olarak bu ruha sahip olabilirim. ”
İber Yarımadası’nın güneybatısında yer
alan, araştırmacı, maceracı ruha sahip insanların yaşadığı bu ülke, insan, dil
ve kültür unsurlarını bir bütün olarak özümser ve Portekizceyi sahip olduğu bir
miras olarak düşünür ve içselleştirir:
“Portekizce ve ben karşılıklı olarak
iç içe geçmiş durumdayız. Kendi dilinden farklı bir dilde edebi bir metin
yazmak çok önemli bir deneyimdir. [...] Farklı dilde bir roman yazdığımızda
artık bu dil bize ait değil diyemeyiz. O dille tamamen uyum sağlarız ve o andan
itibaren iki dile tam anlamıyla sahip oluruz. Bu durum kalıcı bir zenginlik
kaynağıdır, her iki kültür ve her iki dil kendi gerçekliğine sahiptir böylece
yavaş yavaş iki kültür arasında üçüncü bir gerçekliğe sahip oluruz. ”
Tabucchi’nin Portekiz diline olan
sevgisi takıntıdan çok Pessoa’nın Tabucchi üzerindeki büyük etkisi olarak
düşünülebilir. Örneğin Tabucchi önemli yapıtları arasında yer alan Requiem Bir
Sanrı adlı eserini Portekizce yazar, Sergio Vecchio tarafından İtalyancaya
çevrilir. Bu durum Tabucchi’nin eleştirilerin odağı haline gelmesine neden olur
ve bu eleştirilere şu şekilde cevap verir:
“Bunun gibi bir hikaye sadece
Portekizce yazılabilirdi, bu kadar. ” Tabucchi verdiği
bu cevabın yetersizliğinden olsa gerek, açıklamalarına şu şekilde devam eder:
“Anlıyorum ki kendi dilimde bir ağıt
yazamazdım, farklı bir dile ihtiyacım vardı: sevginin ve yansımanın yeri olduğu
bir dil. ”
Yazarlar kimi zaman eserleri aracılığı
ile kendilerini ifade ederken ana dillerinin yanı sıra farklı diller de
kullanabilir. Tabucchi’nin kendi iç dünyasında Portekiz’i keşfi, Pessoa ile
karşılaşması, Pessoa’dan etkilenmesi gibi süreçler, yazarı bu yola sürükler ve
bu vizyon ufkunun gelişmesini sağlar.
“Antonio Tabucchi, ona sunulan armağan
için teşekkür eder ve henüz yirmibir yaşında genç bir üniversite öğrencisiyken
Portekiz’i keşfini ve o andan itibaren Portekiz’in hayatının bir parçası
olmasını anlatır. Yazarın, Pedro Tamen tarafından da onaylandığı gibi,
bütünüyle, sadece kendisinden ya da Pessoa’dan kaynaklanmayan bir huzursuzluğun
hakim olduğu Portekiz yaşam biçimi ile gösterdiği büyük benzeşim, Portekizli
olmaktan çok Portekiz Dili ve Edebiyatı uzmanı, Portekiz hakkında derin bilgilere
sahip bir uzmandan daha çok Portekizli olduğu düşünülür. ”
Bu durum geniş bir dünya görüşünün
hakim olduğu hayata karşı takınılan bir tutumdur. Yazar bu dünya görüşünü yaşam
biçimi haline getirir ve bu vizyon ile edebiyat anlayışını ortaya koyar. Portekiz
ve Portekizce ile iç içe geçtiğini dile getiren Tabucchi, kendi dilinden farklı
bir dilde edebi bir metin yazmanın önemini vurgular. Bu dili benimsemesi yazarı
Pessoa’ya yakınlaştırır ve bu durumu yazar kalıcı bir zenginlik kaynağı olarak
görmektedir.
Bir yandan, Pessoa’nın, aynı zamanda
Tabucchi’nin içinde bulunduğu duygu durumu anlamak için hayranı oldukları
Portekiz’in o yıllardaki siyasi görünümünü hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Tabucchi eserlerinden birinde yarattığı bir karakter aracılığı ile tarihin
acımasızlığını şu sözlerle vurgular:
“[...] Tarih evcilleştirilecek bir
hayvan değildir. [...]”
Tabucchi’nin eserlerini anlamak ve bu
eserlerde Pessoa etkilerini görebilmek için Portekiz’in yakın tarihini, içinde
bulunduğu bunaltıcı politik konumun farkında olmak büyük önem taşımaktadır. Bu
neden ile 1888 yılında doğan ve 1935 yılında ölen Pessoa’nın ve 1943 yılında
doğan ve yakın zaman da aramızdan ayrılan Tabucchi’nin yaşadığı iki farklı
dönemi incelemek gerekir. Çünkü her iki yazar da dönemin faşist rejiminden
payını almıştır.
XX. yüzyıl başlarında dünyanın en
büyük sömürge imparatorluklarından biri olan Portekiz, 1822 yılında
Brezilya’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle çok önemli bir gelir kaynağını
kaybeder ve çöküş dönemine girer. Bu nedenle ülke bütünlüğü ve kimi zamanda
bağımsızlığı kesintiye uğrar ve Avrupa’nın geri kalmış ülkeleri arasında
görülür. Bu gerilemeyi 1910 yılında monarşinin yıkılması ve Cumhuriyetin
kurulması izler. Temel sınıflar arasında meydana gelen çatışmalar ve
yaygınlaşan grev ve direnişlerden sonra Avrupa’daki faşist haraketlerden
etkilenen General Carmona tarafından darbeyle yönetime el konulur. Silahlı
kuvvetlerin ülke yönetimine zorla el koyması, siyasal partilerin çalışmasına
son verilmesi ve anayasanın yürürlükten kaldırılması gibi sonuçlar doğuran bu
durumu 1928 yılında, sağ eğilimli askeri diktatörlük tarafından Portekiz
faşizminin isim babası olacak olan Antonio de Oliveira Salazar’ın olağanüstü
yetkilerle donatılarak maliye bakanı olarak atanması olayı izler. Avrupa’yı saran faşist rejimin sempatizanı
olan Salazar 1932 yılında ülkenin başbakanı olarak atanır ve Portekiz’de
faşizmi yerleştirmek üzere Milli Birlik adlı bir hareket oluşturma çabasına
girer.
Portekiz faşizmi Avrupa’daki genel
durumdan destek alarak ihtiyaç duyduğu kitle desteği ile iktidara gelir.
Böylece faşizmin kuralları devreye girer ve ülke, diktatör bir rejimle
yönetilmeye başlanır. Ülkedeki kaostan yararlanarak Portekiz'in sosyal,
ekonomik, kültürel ve siyasi hayatını kontrol eden milliyetçi, oldukça tutucu,
muhafazakar kimliğiyle tanınan, en çok da İspanya’nın faşist diktatörü General
Franco’ya benzetilen Salazar tam bir Mussolini hayranıdır. Bu nedenle
İtalya’nın faşist yasalarını kopyalayarak 1933 yılında bir kararname yürürlüğe
sokar ve işçi- işveren ilişkilerini denetim altına alır. Aynı yıl “Estado
Novo” adlı bir anayasanın kabulüyle yeni
bir devlet rejimi ortaya çıkarır. Tanrı, Otorite, Ülke, Aile ve Çalışma bu rejimin
temel unsurlarını oluşturmaktadır. Bu propaganda unsurları uygulamada bir anlam
ifade etmez çünkü faşist yönetimler eylemlerini gerçekleştirirken
uygulamalarını bir anayasaya danyandırma zorunluluğunu hissetmezler. Askeri
müdahalenin ardından yönetimi ele geçiren tutucu ve otoriter rejiminin faşist
iktidarı henüz sağlam temellere sahip değildir fakat Portekiz’in komşusu
İspanya’da yükselişe geçen faşizim bir yandan Portekiz’in kaderini de belirler.
Portekiz’de 1910 yılında oluşan genç
parlamenter rejim ortadan kaldırılarak askeri darbe yoluyla faşizmin önü
açılır, böylece Salazar yönetimi altında örgütlenen faşistler, Avrupa’nın en
geri kalmış ülkeleri arasında olan Portekiz’de sağlam temellere dayanmaksızın
ilerlemeye başlar.
Ne var ki faşist iktidarlar ülkeler
arası bir dayanışma içindedirler ve birbirlerine destek olurlar. Özellikle
bahsedilen birbirlerine yakın ülkeler olunca bir ülkede başarısızlığa uğrayan
faşist yönetim diğer ülkelerdeki yönetimleri de etkileyerek domino etkisi
yaratır. Bu etkiden kendini korumak isteyen Salazar, XIX. yüzyılda çalkantılı
bir dönem geçiren İspanya’da 1936 yılında patlak veren iç savaşta Milliyetçiler
adına savaşan General Francisco Franco’nun yanında yer alır ve ona askeri bir
birlik gönderir. Bu iç savaş İspanya’da 1936-1939 yılları arasında demokratik seçimle
yönetime gelen İkinci İspanyol Cumhuriyeti’ne sağdık Cumhuriyetçiler ile
General Francisco Franco liderliğindeki isyancı grup olan Milliyetçiler
arasında yaşanır. General Franco, 1939’dan ölümüne kadar olan 1975 yılına kadar
İspanya’yı yönetir. Tek başarısı Franco gibi ülkesini İkinci Dünya Savaşı’nın
dışında tutmayı başarmasıdır.
Ayrıca 1961-1974 yılları arasında
Portekiz Ordusu ile Portekiz’in Afrika’daki sömürgeleri arasında gerçekleşen
Portekiz Sömürge Savaşları’da yönetimdeki rejimi zayıflatmaktadır. 1968 yılına gelindiğinde Salazar felç geçirir
ve yönetimden ayrılır, yerine Americo Thomaz Marcello Caetano geçer. Bir reform sürecini dillendiren, anayasada
bazı düzenlemelere giden ve enflasyonu düşürmeyi hedefleyen Caetano zayıflayan
rejimle ortaya çıkan eleştirileri bastıramaz. Sömürge Savaşları devam ederken
Portekiz’in Afrika’da uygulamakta olduğu politika, ülke dışından da eleştiriler
almakta ve bu nedenle ordu içinde huzursuzluklar artmaktadır. Faşizmin
çözülmeye başlamasıyla ortaya çıkan durum, devrimci güçlerin faşist rejimi
yıkacak olan ayaklanmalarının meydana geleceğinin habercisidir. Aynı zamanda
sömürgelerdeki kurtuluş hareketlerine karşı yürütülen haksız savaş, ordu içinde
bölünmelere neden olur ve Salazar rejimine karşı muhalif bir örgütlenme meydana
gelir.
1973 yılında ise, öğrenci hareketleri
başlar, izinsiz yapılan gösteriler büyük yankı uyandırır. Ordu içinde yönetime
son vermek amacıyla gizli bir örgütlenme oluşturulur. Silahlı kuvvetlerin büyük
bir bölümü bu gizli örgütlenmeyi destekler. Örgütün başında bulunan yaklaşık
ikiyüz subay ile birlikte Salazar diktatörlüğüne son vermek için 1974 yılının
Nisan ayında hamle yapılır. 25 Nisan’da General Antonio Spinola'nın yönettiği
askeri operasyon başarıyla sonuçlanır.
41 yıl süren ve bu süre zarfında halkı
yoksulluğa sürükleyen, baskılara maruz bırakan faşist rejimin sona erdiğinin
radyo aracılığı ile halka duyurulmasının ardından kitleler sokağa dökülür ve
halkın bu durumdan kurtulmasını sağlayan askerler sevgi gösterileriyle karşılanır.
Coşkulu halk, ellerindeki kırmızı karanfillerle askerlerin silahlarını
donatırlar. Oluşan bu görüntü 1974 yılının 25 Nisan günü ile özdeşleşir ve
Salazar diktatörlüğünü yıkan bu
siyasal devrim “Karanfil Devrimi” olarak adlandırılır. Ayrıca en kısa sürede
tekrar parlamenter rejime geçilmesi için çalışmalara başlanır.
Şüphesiz ki büyük badireler atlatan
İber Yarımadası, yazarlarımızın ruhlarında telafi edilemeyecek izler bırakır.
Özellike 1888-1935 yılları arasında, Portekiz Krallığı’nın çöküş dönemine denk
gelen çalkantılı süreçte yaşayan Fernando Pessoa’nın hayatını derinden etkiler.
Tarihi gelişmelerden kaçınılmaz olarak
etkilenen hayatlar ve dolayısıyla edebiyat Tabucchi’nin eserlerinde yadsınamaz
bir Pessoa etkisi bırakır. Tabucchi karakterlerinin fikir babası gibi ülkenin
içinde bulunduğu siyasi durumu ve edebiyatı harmanlayarak okuyucuya sunar. Her
iki yazar döneminde de ülkede hakim olan siyasi belirsizliğin yarattığı
sanrılar, bilinçaltının dışavurumu olarak ortaya çıkar ve bu nedenle, Pessoa ve
Tabucchi kurguladıkları karakterlerine siyasi sorumluluk yüklerler. Örneğin
Pessoa’nın kurmaca yazarlarından biri olan Ricardo Reis siyasi düşüncelerinden
ötürü Brezilya’da sürgün hayatı yaşar. Pessoa, Ricardo Reis aracılığı ile ifade
özgürlüğünün kısıtlandığını ve demokrasinin ortadan kalktığını vurgulamakla
birlikte, kurmaca yazarları aracılığıyla düşüncelerini dile getirme olanağını
elde eder. Tabucchi’de aynı kurguya dayanarak, oluşturduğu kahramanları
aracılığıyla dar anlamda Portekiz’in geniş anlamda tüm Avrupa’yı saran,
demokrasiyi ortadan kaldırıp ifade özgürlüğünü kısıtlayan dikta yönetimlerin
eleştirisini yapar. Entellektüel bilgi birikimini Pereira aracılığı ile
metinler arasında seyahat ederek gösterirken bir yandan da toplumsal e leştiri
yapar. Bu eleştiri ise şu şekilde yorumlanır:
“Bernanos, Mauriac, Maritian, Ribeiro
ve diğerleri aracılığı ile Pereira, karşılıklı etkileşim içinde oldukları
tarihsel bağlamın demokratik değil bir diktatörlük olması durumunda hayat ve
sanatın politik bir nitelik kazandığına kanaat getirir. ”
Yaşadıkları dönemde özgür, demokratik
bir rejim örneği göremeyen yazarlarımız, kaçınılmaz olarak, dar anlamada
Portekiz’in, geniş anlamda tüm Avrupa’yı saran bunalımın etkisi alt ında
kalırlar. Bu nedenle tarihi gelişmelerden kaçınılmaz olarak etkilenen
hayatlarının eserlerindeki yansımaları rahatlıkla gözlemlenebilir.
Tabucchi’nin, Portekiz modernizminin
öncülerinden olan Pessoa ile tanışması hayatının dönüm noktasıdır. Bu
karşılaşma altmışlı yılların başında gerçekleşir. Tesadüfi bir şekilde, genç
Tabucchi’ye seyahati sırasında bir bankta beklerken gördüğü levha Pessoa’nın
kurmaca yazarlarından Alvaro De Campos’u çağrıştırır ve bu şekilde başlayan
karşılaşma o dönemlerde çok az tanınan Pessoa’yı özümseyip yaşamını ve
eserlerini derinlemesine araştırmasına neden olur. Yazar, ruhunu derinden
etkileyen bu önemli buluşmayı şu şekilde anlatır:
“Pessoa ile altmışlı yılların başında
şans eseri karşılaştım. Paris’te bir öğrenci olmaya çalışıyordum. [...] Bir
süre sonra eve dönmek zorundaydım ve trene binmek üzere Lyon garına gittim,
orada bir bank üzerinde Tütüncü Dükkanı yazılı bir kitapçık gördüm: onu neden
aldım bilmiyorum. Küçücük bir şiirdi Pessoa’nın kurmaca yazarlarından biri olan
Alvaro De Campos’un Tütüncü Dükkanı. Aynı zamanda yazarın Avrupa’da yayımlanan
ilk çevirisiydi. Bu çeviri beni derinden etkilemişti. [...] Portekiz’in tam
olarak nerede olduğunu bile bilmiyordum: unutulmuş bir ülkeydi ve Portekizli
yazar Pessoa ise çoğunlukla hiç tanınmıyordu. Birkaç yıl sonra Luigi Panarese
’nin Lerici adında bir yayınevi tarafından güzel bir antolojisi yayımlandı bu
antolojide hermetik bir Pessoa tanıtılıyordu. Panarese gibi bir entelektüelin
edebi zevkleri tarafından belirlenen bir seçimdi bu. Altmışbeş yılında
Portekiz’e gittiğimde buraya bağlanmanın farklı nedenlerini buldum: Salazar
diktatörlüğü altında ezilen bir ülke, dikta rejimin uyguladığı baskıcı bir
sansür, son derece etkin ve birçok yetki ile donatılmış bir polis teşkilatı ve
tüm bunlara muhalefet olan bir mezar taşı. ”
Altmışlı yılların başında gerçekleşen
bu karşılaşma fiziksel bir karşılaşma değildir. Sorgulayan bir ruhun varlığı ve
bu tesadüfi karşılaşma Tabucchi’nin hayatında ölümüne kadar sürecek olan bir
etki bırakır. Bu etkinin yansımaları ise eserlerinde sıklıkla gözlemlenebilir.
XX. yüzyılın en önemli
edebiyatçılarından ve Portekiz modernizminin öncülerinden sayılan, şair, yazar,
düşünür ve edebiyat eleştirmeni olan Fernando Pessoa, 13 Haziran 1888 tarihinde
Lizbon’da dünyaya gelir. Küçük yaşta müzik eleştirmeni olan babasını
kaybetmesi, annesinin Portekiz’in Durban konsolosuyla yaptığı evlilik
Pessoa’nın eğitim hayatında radikal değişikliklere neden olur. 1896 yılında
üvey babasının görev yeri olan Güney Afrika’ya taşınırlar. Burada tam bir
İngiliz eğitimi görür ve bu sayede İngiliz edebiyatı ile tanışma fırsatına
sahip olur. Kendi kabuğuna çekilen Pessoa, yalnızlığını kitaplarla paylaşır, bu
sayede edebi yeteneğini geliştirme fırsatı bulur. Edebiyata olan açlığını
hiçbir zaman doyuramayan Pessoa bunu şu sözlerle ifade eder:
“Bütün sanatlar gibi edebiyat da
hayatın yetmediğinin itirafıdır. ” ve
“Her sanat edebiyatın bir biçimidir, çünkü her sanat bir şey söyler. Söylemek
iki türlü olur: Konuşmak ve susmak. Edebiyat olmayan sanatlar, ifadeci bir
sessizliğin yansımalarıdır. ”
1905 yılında anne ve üvey babasını
Afrika’da bırakarak, Lizbon’a kesin dönüş yapar. Yazın hayatına Lizbon’da devam
eden Pessoa, Portekizcenin yanı sıra İngilizce ve Fransızca eserler verir ve bu
dillerden çeviri yaparak hayatını sürdürür. Kısa bir süre sonra burada
yenilikçi bir anlayışa sahip olan bir dergide yazmaya başlar. Ardından,
Portekiz Modernizmi’nin öncülerinden biri olarak sanat dünyasında yerini alır.
1912 yılında ilk şiirlerini yayımlayan Pessoa, bu şiirlerini İngilizce olarak
yayımlar. Çünkü Güney Afrika’da kaldığı yıllarda eğitimini İngilizce olarak
tamamlar. Bu alandaki uzmanlığını Pessoa’nın üvey kız kardeşlerinden birinin
tanıklığı ile aktarabiliriz :
“Kendini iki dili arasında bölünmüş
hissediyordu (ikisine de kusursuzca hakimdi), İngilizce ve Portekizce. İngiliz
edebiyatına öylesine gönlünü kaptırmıştı ki, yaşam tarzına dek tam bir
İngilizdi! Aynı zamanda da tam bir Latin duyarlılığına sahipti. ”
Şairin bu yıllarda yayımladığı
şiirlerde dünyanın önde gelen sanatçılarının izlerini bulmak mümkündür. Bunlar
arasında Milton, Shakspeare, Edgar Allan Poe, Walt Whitman, Byron, Baudelaire,
Keats gibi isimler bulunmaktadır. Bu nedenle Pessoa herhangi bir akım ayrımı yapmaksızın
geniş bir sanat yelpazesine sahip şiirleri bulunmaktadır. 1912’de, ilk
şiirlerini Portekiz Rönesans Hareketi’nin yayın organı olan bir dergide
yayımladığında simgeci şiirin ve geçmişe özlemin etkisi altındadır. İlerleyen
yıllarda da düzyazılar, deneme ve eleştiriler yazar ve fütürizm akımı
içerisinde yer alır. Daha sonra ise “Paulismo”
adı verilen bir akım ortaya çıkarır.
Yazın hayatı boyunca çeşitli edebiyat
akımları yaratan ve dergiler çıkaran Pessoa, sayısız isim altında farklı yazar
kimlikleri kullanarak; şiir, makale, roman, tiyatro oyunu, politik ve felsefi
metinlere kadar çok geniş bir yelpazede eserler verir.
Yazma arzusunu hiçbir zaman tatmin
edemeyen Pessoa, eşine zor rastlanan yirminci yüzyılın en kendine özgü ve
kültleşmiş yazarıdır. Tabucchi’de yazarlık serüveninde bu noktaya dayanmış ve
Fernando Pessoa’nın Son Üç Günü adlı eserinde Pessoa’yı, hastanedeki ölüm
döşeğinde ziyaretine gelen kurmaca yazarları anlatır.
30 Kasım 1935’te, kırkyedi yaşında
Lizbon’da karaciğer hastalığından öldüğünde çok az tanınan Pessoa, sağlığında
sadece Portekizce bir şiir kitabı olan Mensagem ’i yayımlatabilir. Kendisini
iyiden iyiye geliştiren Pessoa, bu şiiri ile Ulusal Propaganda Sekreterliği
tarafından açılan bir yarışmada ödül alır. Ülkesinin tarihine ve Portekiz
diline verdiği önemi gördüğümüz şiirini “Sembolizm” ve
“Okültizm” perspektifinde kaleme
alır.
Çoğul kimlikli ve gizemli bir yazar ve
şair olan Pessoa, sınırlı koşullarda yaşar, yaşamın her anında yapıtını ön
planda tutmayı düşünür. Sessiz sedasız sonsuzluğa göçtüğünde ise ardında,
meşhur sandığında sakladığı yayımlanmayan yirmiyedibin sayfa el yazması metin
bırakır. Bu metinlerin büyük bir kısmını kendi adıyla değil, birer yaşam
öyküsüyle, kişilikle, edebi bir tarzla donattığı kurmaca yazarların adıyla
imzalar. Metinlerinde günlük yaşamının belirgin yönleri ortaya çıkar, dikkat
çekmek istediği gerçeklerle kendi gerçeklerini harmanlar. En dikkat çeken
özelliklerinden birisi ise yarattığı gizem duygusu ve okültizmin varlığıdır.
Pessoa’nın bizzat kendi kaleminden
çıkan ve kendi deyişiyle olaysız bir metni olan biyografisi, yazarı anlamamızı
kolaylaştıran bir metin niteliği taşımaktadır:
“Açık
adı: Fernando Antönio
Nogueira Pessoa.
Yaşı
ve doğum yeri: Lizbon’da,
Martires bucağında, Sao Carlos Meydanı (bugün Diruktuvar Meydanı), 4 numarada,
13 Haziran 1888’de doğar.
Soyu: Joaquim Seabra Pessoa ile Maria Madalena Pinheiro
Nogueira’nin meşru oğullarıdır. Baba tarafından, liberal ordu saflarında
savaşmış General Joaquim Antönio
Pessoa’nın ve Dionisia Seabra’nın torunudur. Anne tarafından, danışman,
hukukçu, Eski İçişleri Bakanı Luis Antönio
Nogueira ile Madalena Xavier Pinheiro’nun torunudur - bütün ataları soylu ve
Yahudi karışımıdır.
Medeni
hali: Bekar
Mesleği: En keskin adlandırma “çevirmen ”, en doğrusu ise “ticari
şirketlerin dış yazışmanı ” olur. Şair ve yazar olmak bir meslek değil,
temayüldür.
Adres: Coelho da Rocha Sokağı, 16, 1 (birin yukarısında derece
işareti) D, Lizbon (posta adresi: B.P. 147, Lizbon).
Daha önce icra ettiği toplumsal
görevler: Bu terimle ifade edilen şey kamusal görev ya da sorumluluklar ise,
hiç.
Yayımlanmış
eserleri: Şu ana dek
eserleri esasen çeşitli dergilerde ya da gelip geçici yayınlarda dağınık halde
bulunmaktadır. Fiilen yayımlanmış kitap ya da broşür olarak yazar şu eserleri
kabul etmektedir: 35 sone (İngilizce), 1918; English Poems I-II ve English
Poems III (İngilizce), 1922; ve Ulusal
Propaganda Sekreterliği’nin “Şiir”
kategorisinde ödül kazanan 1934 tarihli Mensagem adlı kitap. Fetret adlı 1928
yılında yayımlanmış ve Portekiz ’deki askeri diktatörlüğün savunması olan
broşür, yayımlanmamış bir hiç olarak kabul edilmelidir. Bütün bunların içinde
gözden geçirilmesi ve belki de atılması gereken çok şey vardır.
Öğrenim
durumu: Babası 1893’te
öldüğünden ve annesi 1895 yılında ikinci evliliğini Natal eyaletindeki
Durban’da Portekiz konsolosu olan komutan Joao Miguel Rosa’yla yaptığından bu
şehirde öğrenim görür.
1903 yılında, on beş yaşındayken, Ümit
Burnu Üniversitesi ’ne giriş sınavında İngilizce kompozisyon dalında Kraliçe
Victoria Ödülü’nü kazanır.
Siyasal
ideolojisi: Portekiz gibi
organik olarak emperyal bir ulusa en uygun rejimin monarşi olduğu
kanaatindedir. Yine, monarşinin Portekiz ’de kesinlikle gerçekleşemeyeceği
kanaatindedir. Sonuç olarak, bu rejimlerle ilgili plebisit yapıldığında,
üzülerek de olsa cumhuriyetten yana oy kullanacaktır. İngiliz tarzında tutucu,
yani tutucu bir çerçeve içinde liberal ve kararlı bir gericilik karşıtıdır.
Dini
tutumu: Gnostik Hristiyan ve sonuç olarak, bütün örgütlü
kiliselere, özellikle de Roma kilisesine kesinlikle karşıdır. Aşağıda açıkça
belirtilen gerekçelerle, İsrail’deki Gizli Gelenekle (kutsal Kabala) ve
masonluğun okült özüyle sıkı ilişkiler sürdüren Gizli Hristiyanlık Geleneği ’ne
sadıktır.
İnisiyatik
tutumu: Usta-Çırak arasındaki doğrudan iletişim yoluyla, Portekiz
’deki (neredeyse kesin olarak yok olmuş) Tapınak Şövalyeleri Tarikatı ’nın üç
minor basamağında inisiyedir.
Vatansever
tutumu: Her türlü
Katolik ve Roma sızmasından kurtulmuş mistik bir milliyetçilik yandaşı. Portekiz
Katolikliğinin tinsel bir yanı olduğunu varsayarsak, onun yerini tinsel olarak
alacak yeni bir Sebastiancılığı- mümkünse- kurmayı savunur. “Her Şey
İnsanlık İçin; Hiçbir Şey Ulusa Karşı Değil! ” sloganına bağlı bir
milliyetçidir.
Toplumla
ilgili tutumu: Antikomünist
ve antisosyalist. Yukarda belirtilen diğer şeyler bütün bunlardan
çıkartılabilir.
Bu
sonuncu görüşlerin özeti: Tapınak
Şövalyeleri ’nin büyük şehidi Jacques de Molay ’ı unutmamak ve onun üç
katiliyle her zaman ve her yerde mücadele etmektir: Cehalet, Fanatizm ve
Zorbalık. ”
Lizbon, 30 Mart 1935
Bu otoportre yazarın iç karartıcı
imgesini, gizemli kişiliğini ele veren, onun hakkında objektif veriler elde
etmemizi sağlayan yardımcı bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Geniş bir yelpazeye sahip olan
Portekizli yazar, ardında edebiyatın her alanında binlerce sayfalık eserler
bırakırken kendine özgü dünyasını yakın arkadaşı Adolfo Casais Monteiro’ya
yazdığı bir mektupta şu şekilde belirtir:
“Daha çocukken etrafımda kurmaca bir
dünya yaratmaya, etrafıma asla var olmamış dostlar ve tanışlar toplamaya
eğilimim vardı (onlar mı yoktu, yoksa olmayan ben miydim, iyi anlamış değilim.
Her konuda olduğu gibi, bu konuda da dogmatik olmalıyım). ”
Henüz çocukluk yıllarında, sayısız
kişilik yaratarak, edebiyatın her alanında vermiş olduğu eserlerde bu
kişilikleri kullanmış ve bu eserleri onların üslubu ile yazmıştır. Bu sonsuz
çeşitlilikte, yarattığı kişiliklerin her birinin bir adı ve farklı kişilikleri
vardır. Bu kişilikler birer takma ad olmaktan çok, kendi yaşam öykülerine
sahip, birbirlerinden çok farklı üsluplarla yazan kurmaca yazarlardır.
Günümüzde bu kişiliklerin sayısının yüzü bulduğu düşünülmektedir. Pessoa,
kurmaca yazarları aracılığıyla ürettiği eserleri şu şekilde yorumlar:
“Takma adlı eser yazarın ‘bizzat
kendinin’ eseridir; tek eksiği, adıyla imzalamamış olmasıdır. Kökteş eser
yazarın ‘bizzat kendinin dışındaki ’ eseridir; tıpkı kendi eliyle yazdığı
herhangi bir tiyatro oyunundaki bir kişinin replikleri gibi baştan sona onun
tarafından yaratılmış bir kişiliğin eseridir. ”
Kendinden bağımsız olarak hareket
eden, kendi yetenekleri, kendilerine özgü dünya görüşleri ve kendilerine ait
edebi tarzları ile Alberto Caeiro, Bernardo Soares, Alvaro de Campos ve Ricardo
Reis gibi önemli kurmaca yazarları edebiyat dünyasına kazandırır.
Birbirlerinden bağımsız eserler veren bu şairler Pessoa’nın aracılığına ihtiyaç
duymadan birbirleri ile yarışır, zıtlaşır, tartışmalara girerler.
Pessoa tarafından yaratılan bu
kişilikler birer “alter ego” olarak
düşünülür yani Pessoa’nın ikinci şahsiyeti ya da bir diğer Pessoa. Sosyal
psikolojide, psikodrama, benlik ve/veya kimlik analizleri alanında da
kullanılan “alter ego”, kısaca, diğer-ben, yardımcı-ego, bana benzeyen
bir başkası olarak tanımlanabilir:
“Başkalarıyla
yaşamak benim için bir işkence.
Bütün
başkaları benim içimde.
Onlardan
uzaktayken bile onlarla yaşamak zorundayım.
Tek
başımayken kalabalıklar sarıyor etrafımı.
Nereye
kaçacağımı bilmiyorum; kendime kaçmaktan başka. ”
Sosyal psikolojinin konusu olan “alter
ego” Tabucchi’nin Pereira İddia Ediyor ve Damasceno Monteiro ’nun Kayıp Başı
adlı eserlerinin de ana temasını oluşturur. Pessoa’nın yaşadığı bu sosyal
bunalımdan yola çıkarak kendine özgü bir üslupla oluşturduğu bu eserlerinde ana
karakterler çoğul ruhun varlığından habersiz içlerindeki alter egoyu ortaya
çıkarırlar.
Tabucchi hayranı olduğu yazar
tarafından yaratılan kurmaca yazarları, Pessoa’nın bizzat kendi alter ego’sunun
ürünleri olarak düşünür ve Fernando Pessoa isminin de Pessoa’nın alter ego’su
tarafından oluşturulduğu tezini ortaya atar. Bu şüpheci yaklaşımını, Pessoa
üzerine yazdığı Un Baule Pieno di Gente adlı kitabında şu şekilde dile getirir:
“Fernando Pessoa, Fernando Pessoa’nın
ona tıpatıp benzeyen bir üst benliği olduğu hipotezi belki gerçekten kışkırtıcı
ya da belki de tamamen absürt bir düşüncedir. [...]
Yazar, hayal eden bir kimsedir
Bütünüyle öylesine hayal ederki
Hayal etmeyi başardığında
Hissettiği şey gerçek acıdır.
Bu nedenle ya Fernando Pessoa,
Fernando Pessoa gibi davrandıysa? ”
Birçok esere konu olan alter egonun
gerçek kişilik üzerindeki etkileri arttıkça insanı mutsuzluğa sürükler tıpkı
Pessoa’nın içinde bulunduğu durum gibi. Çoğunlukla hayatını bir kimse adına
sanki o kişi gibi yaşar. Pessoa gerçekten de çoğul ruhun yazarıdır, bu
inanılmaz kimlik çoğalması, yazarın arkasına saklandığı ve farklı üsluplarla,
farklı alanlarda, aynı cinsten olmayan; öykülemeci, dramatik, lirik tür
alanında eserler vermesini sağlar dolayısıyla düş dünyasının zenginliğini
kanıtlar.
“Fernando Pessoa’nın parçalanmış ve
hızla çoğalmış imgelem gücünden doğan şairler, tekil bir çoğulluk oluştururlar;
bu isimler Pessoa’nın takma isimleri değil, kökteş şairleridir. ” “Pessoa ’nın kendisi ise, imgeler dünyasında
gezinen, güç anlaşılır metafizik bir şairdir, kişiliklerini gerek kendinden bir
parça gerekse ayrı kişiler olarak niteler. Ona göre asıl gerçek ‘... mış gibi
yapmak, kendini tanımaktır ’. ”
Yarattığı kurmaca yazarların her
birinin ardında bir yaşam öyküsü yatmaktadır. Bu kurmaca yazarlar çok kimlikli
boyutlara sahiptir fakat edebiyat dışında başka gerçeklikleri yoktur. Düşsel
yaşamlar yoluyla yarattığı kimlikler ideallerinin dışa vurumudur. Hissettikleri
ve oluşturdukları idealler ile sıradan insanlardan ayrılan bu kimlikler;
yaşamı, ölümü, aşkı ve zamanı öğretildiği, göründüğü gibi yaşamazlar.
Pessoa’nın hissettiği yoğun acı kayıtsızlığa yol açar fakat ödeyeceği
bedellerin her zaman farkındadır:
“Yaşamdan zevk almaya bel
bağlamıyorum; aklımdan bile geçmiyor bu. Yalnızca büyük şeyler yapmak
istiyorum; bunun bedeli bedenimin bu koru besleyen odun olması bile olsa. ”
Ancak ölümünden sonra bulunan
yapıtları sayesinde XX. yüzyıl edebiyatının kült kişiliklerinden biri haline
gelir. Ama Pessoa’yı gelmiş geçmiş yazarlar içinde farklı bir yere oturtan
sadece edebiyatının gücü değil, edebiyatı algılayış ve yansıtma biçimidir. O
eserlerinin her birini farklı bir isimle imzalamıştır. Ricardo Reis, Alvaro de Campos, Alberto Caeiro,
Bernardo Soares ve onlarcası gibi. Üstelik bunlar birer takma ismin çok
ötesindedir. Her bir ismin bir kişiliği, yazarlık serüveni hatta ideolojisi
vardır. Örneğin Alberto Caeiro’yu, bir gün içimde ustam doğdu diyerek
yaratmıştır. Pessoa’nın diğer bütün kimliklerinin de ustası olan Caeiro,
eğitimli biri değildir, yalın bir dille pastoral şiirler kaleme almaktadır.
Yarattığı bir diğer yazar Alvaro de Campos ise fütürist bir mühendis, Ricardo
Reis ise bir doktordur. Bernardo Soares ise Pessoa gibi Lizbon’da yaşayan,
basit bir memurdur ama başyapıtı Huzursuzluğun Kitabı onun imzasını taşır. İçinde
kopan fırtınaları da Bernardo Soares aracılığı ile dışa vurur.
“İçimde bir devlet, bir politika,
partiler ve devrimler yaratmalıyım... Bunların hepsi olmalıyım; bu ben-halk’ın
gerçek panteizmi içinde Tanrı olmalı, bedenlerinin, ruhlarının, çiğnedikleri
toprağın ve işledikleri fiillerin özü ve eylemi olmalıyım. Zavallı ben, işte,
yine gerçekleştiremeyeceğim bir düş! ”
Çoğul ruhların ittifak kurma fikri
Pessoa’yı Tabucchi’ye yaklaştıran ana etmendir. İçimizdeki ruhların egemen bir
benlik tarafından kontrol edilme fikri Tabucchi’nin hayat felsefesini
oluşturur. La Repubblica’ya verdiği bir
röpörtajda düşüncelerini şu şekilde ifade eder:
“Bu küçük insan kalabalığı, ruhların
ittifakı teorisine eserde mükkemel bir şekilde yanıt verir, Portekiz
gazeteciyi, deri değiştirmeye ve diktatörluk aleyhine çalışan etkin bir muhalif
olmaya ikna eder: Geçen yüzyılın sonunda iki Fransız doktor tarafından
geliştirilen hipoteze göre, her birimiz, zaman zaman iktidar egonun kontrol
ettiği bir ruhlar ittifakından oluşuruz. [...] Her bir kitapta, kahraman
yazarın benliğini taşır ve edebiyat içimizdeki bu gizli kalmış derinlikleri
ortaya çıkarmaya yardımcı olur. Kişisel olarak ben, her bir bireyin çoklu
kişiliğe sahip olduğuna kesinlikle ikna oldum. [...] Pessoa’nın da, Binet ve
Ribot ’un teorisine hakim olduğuna dair hiçbir şüphe yoktur (öyle görünüyor ki
Pirandello da bu teoriye hakimdir). ”
Tabucchi, Fernando Pessoa’nın Son Üç
Günü adlı eserinde de bu konuyu işler. Aslında eserde hiçbir şey
bilinmemektedir. Pessoa hastalığı nedeni ile hastaneye kald ırılırken Tabucchi,
Pessoa’nın olu şturduğu kurmaca yazarların onu ziyaret ettiğini hayal eder.
“Pessoa ’nın eserlerinde hayat bulan
karakterler, ilerleyen dönemde, yaşamının sonuna geldiğinde ‘kurmaca yazarlar ’
olarak adlandırılmışlardır. ”
Bu şahıslar ardına gizlendiği takma
ad, alt kimlik, dış kimlik ya da kurmaca yazar olarak adlandırabileceğimiz
Pessoa tarafından ortaya konan hayal ürünleri ya da kurmaca kahramanlardır.
Daha önce de belirtildiği gibi edebiyat dünyasına büyük katkıları olan ve
Pessoa’nın yaratıcılık evrenini yansıtan Alvaro de Campos, Alberto Caeiro, Ricardo Reis ve Bernardo Soares’i
yakından tanımak, bir arada böylesine çeşitlilik gösteren bu kurmaca yazarların
doğuşuna tanıklık etmek için Pessoa’nın Adolfo Casais Monteiro’ya yazdığı
mektubu okumakta yarar var:
“Aşağı yukarı 1912 yılından beri pagan
nitelikte şiirler yazmaya niyetleniyordum. Birkaç kuralsız dize (ama Alvaro de
Campos tarzında değil) yazdıktan sonra bu niyetten vazgeçtim. Aynı dönemde,
belirsiz alacakaranlığın içinde, kendisine dönüştüğüm kişinin tanımsız bir
portresini hayal meyal farkettim (Ricardo Reis, ben farkına varmadan doğmuştu).
Bir buçuk-iki yıl sonra, aklıma Mario de Sa-Carneiro ile dalga geçme düşüncesi
geldi - çoban türküleri yazan, oldukça güç anlaşılır bir şair yaratma ve onu,
hangi biçimde şimdi hatırlamıyorum, gerçek bir varlık olarak tanıtma düşüncesi.
Sonuç elde edemeden bir kaç gün geçti. Bir gün - 1914 Mart’ının 8’iydi -
nihayet vazgeçmişken, yüksek bir dolaba yaklaştım ve bir tomar kağıt alarak,
her zaman yaptığım gibi, ayakta yazmaya başladım. Doğasını tanımlayamadım
coşkulu biresriklik içinde, art arda otuz kadar şiir yazdım. Bu, hayatımın en
muhteşem günü oldu, bir daha böyle bir gün yaşamadım. Bir başlıkla başladım:
“Sürü Bekçisi ”. Ortaya çıkan şey, içimde, Alberto Caeiro adını taktığım bir
kimsenin belirtisi oldu... ”
Yaşadığı krizin meyveleri bu önemli
kurmaca yazarlardır ve Pessoa’nın taşımakta zorlandığı yükü omuzlarlar. Sonunda
Pessoa, içindeki yaratıcı gücün derinliklerine inerek ortaya bir hazine
çıkarır.
“Ustam, içimde ortaya çıkmıştı” dediği Alberto
Caeiro, Pessoa’nın bütün takma adlarının üstadıdır ve bu üstadın ütopyası şu
şekilde özetlenir:
“Hiçbir şey düşünmemek, yeterince
metafiziktir. ”
Alberto Caeiro Lizbon dışında yaşayan
bir çobandır. Caeiro adını Pessoa’nın erken kaybettiği dostu Mârio de
Sâ-Carneiro’dan almıştır. Carneiro Portekizce’de koyun anlamına gelir.
Şehirlere, kalabalıklara girmeyen, doğanın bağrında barış içinde çıplak ayak
yaşayan bir şairdir. Caeiro Pessoa’nın olamadığı her şeydir. Sadedir, bilgedir,
doğayla bütünleşen bir pagan şairdir. Masum bir koyun çobanıdır Caeiro.
“Ben bir sürü çobanıyım.
Sürü, benim düşüncelerim.
Düşüncelerim ise, hepsi duyum. ”
Caeiro nesneleri tanımlamak istemez.
Onun için taş sadece taş, çiçek sadece çiçektir. Nesneler arasında ilişki
kurmaz, artlarında gizem de aramaz. Kelimelerin nesneler olmadığını ancak
nesneler ile köprü kurduğunu anlatır. Şiirlerinde saf yalınlık vardır. Biçeme
önem vermez.
“Kafiyeyi hiç dert etmem.
Yan yana iki ağaç pek ender aynı olur.
”
1889 yılında doğan bu kişilik, tıpkı
Pessoa’nın babası gibi genç yaşta verem hastalığına yakalanır, kısa yaşamını
hassas sağlığı yüzünden, Ribatejo’nun bir köyünde, yaşlı teyzesinin evinde
geçirir. Pessoa’nın ölüm döşeğinde Caeiro ile
yaptığı sohbet bize bu kişiliğin nasıl doğduğu hakkında bilgi vermektedir.
“Caeiro ceketini çıkarıp yatağın
ayakucuna koydu. Size açmayı arzuladığım bir şey var, ama söze nasıl dökeceğimi
bilemiyorum. [...] Ben sizin babanızım. Bir an sustu, seyrek sarı saçlarını
düzelttikten sonra devam etti: Siz daha çocukken veremden ölen gerçek babanız
Joaquim de Saebra Pessoa’nın yerini ben doldurdum. İşte onun yerine ben geçtim.
”
Hayatın kargaşasından uzak bir yaşam
süren, yalnız ve kendi iç dünyasında yaşayan bu kişilik, modern yaşamın
karmaşıklığına karşı doğanın yalınlığını savunan klasik görüşleri dile getirir.
Eğitimi ve işi olmayan bu kişilik, evrenin ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu
görüşünü savunan panteist tutumuyla şiirlerinde somut olgulara yer veriyordu.
“Tanrı
’ya inanmıyorum çünkü onu hiç görmedim. Eğer ona inanmamı istiyorsa, hiç kuşku
yok benimle konuşmaya gelecektir. ”
Onun için Tanrı her
şeydir ve her şey Tanrı’dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Dünyasını bu şekilde yansıtan, içli şiirler yazan, sarışın,
solgun mavi gözlü, orta boylu Caeiro, 1915 yılında Pessoa’dan önce, taşrada
hayatını kaybeder.
Yaptığı araştırmalar sonucu Fernando
Pessoa ve kurmaca yazarları hakkında elde ettiği bilgileri Un Baule Pieno di
Gente adlı kitabında toplayan Tabucchi, Pessoa’nın hayatında önemli bir yere
sahip olan ve ortaya çıkan ilk kurmaca yazarlardan biri olan Alberto
Caeiro’dan, şu şekilde bahseder:
“Fernando Pessoa ve Alvaro de Campos
’un üstadı Alberto Caeiro 1889 yılında doğar ve 1915yılında tıpkı Pessoa’nın
babası gibi tüberküloz hastalığı nedeni ile hayatını kaybeder. Portekiz
vatandaşı olarak Lisbon’da doğmasına rağmen bir taşralıdır çünkü her geçen gün
bozulan sağlığı yüzünden emekli olup kısa hayatının tümünü Ribatejo’da yaşlı
büyük halasının evinde geçirir. Hemen hemen eserlerinin tümünü orada yazar.
[...] Lizbon’a ise ölmek için döndüğü söylenebilir fakat burada, Pessoa’nın
Poemas Inconjuntos adını verdiği ve Campos ’un da önerisi ile son şiirlerini
yazmak için fırsat bulur.
Her türlü yaygaradan ve tartışmadan
uzakta bir hayat süren, sevgiden ve duygusal bağdan yoksun, utangaç, yalnız,
içine kapanık ve dalgın bu adam hakkında söylenebilecek çok fazla şey yoktur.
Ayrıca, kıskançlık Caeiro’nun özel hayatında önemli bir yere sahiptir. (“Eger
öldüğüm zaman biyografimi yazmak isterseniz bundan daha kolay bir şey
olmayacaktır. Yazabileceğiniz sadece iki tarih var: doğum ve ölüm tarihim.
Bunların dışında kalan tüm günler ise benim”) Caeiro muhtemelen, çok alakalı
olamasa bile önem taşıyan bu gerçekleri gizli tutar.
Pessoa, Caeiro’yu sarışın, orta boylu,
mavi gözlü, soluk bir adam olarak aceleci bir muğlaklık ile tasvir eder fakat
en sevdiği ve kendine yakın hissettiği Alvaro de Campos, onun hakkında daha
fazla bilgiye sahiptir. Campos, Caeiro’yu şans eseri, Caeiro’nun tüccar kuzeni
ile kurduğu iş ilişkisi nedeni ile Ribatejo’ya yaptığı bir seyahat sırasında
tanır. Bu tesadüfi karşılaşma eserinde derin izler bırakır, Campos, ardında
Caeiro ’nun kendi özel öğrencileriyle dahi paylaşmadığı en güzel röpörtajını
içeren bir konuşmanın yer aldığı unutulmaz duygusal bir portre bırakır. ”
“Her yanıyla hissetmek her şeyi
Her şeyi yaşamak her yanıyla
Aynı anda her zaman aynı şey olmak
mümkündür
Bütün zamanlarda farkında olmak tüm
insanlık olduğunun
Parçalanmış, denetimsiz, bütüncül, ve
aldırışsız bir anda”
Alvaro
De Campos, Saatler Geçidi
Doğa aşığı, kural tanımayan çılgın
denizci, Pessoa’nın hiçbir zaman olamayacağı serseri. İşte bu kurmaca
yazarlardan günümüzde en çok tanınan Alvaro de Campos, 15 Ekim 1890’da Algarve
yöresinde doğar, Glasgow’da gemi mühendisliği diploması alır fakat mesleği ile
ilgili herhangi bir çalışmada bulunmaz, Lizbon’da yaşayan Yahudi bir
Portekizlidir. Pessoa’nın yalnızlığının ürünlerinden biri olan bu kurmaca
yazarın misyonu bizzat kendi ağzından şu şekilde aktarılır:
“Belki de benim yeryüzünde hiçbir
misyonum yoktur. ”
Amaçsız yaşamının bir özeti olan bu
kişilik, fütürist, deneyci bir aylaktır. İronik bir yaklaşıma sahip olan Campos
yazılarında mizahı araç olarak kullanır.
“Yıldızlara yürekten bağlı köleler,
Fethettik dünyayı yataktan çıkmadan;
Uyandığımızda, donuk dünya,
Ayağa kalktığımızda, yabancı,
Sokağa çıktığımızda, bütün yeryüzü,
Güneş sistemi, Samanyolu ve Sonsuzluk”
Alvaro
De Campos, Tütüncü Dükkanı
1928 yılında Tütüncü Dükkanı adlı
şiiri yazan Alvaro De Campos, doğu denizlerinde bir posta vapuruyla yolculuk
eder, fütürist görüşlerin etkisi altında dinamik şiirler yazan Campos aynı
zamanda bir dekadan, avangart, nihilisttir, bunun yanı sıra İngiltere’de bir
delikanlı ile, Pessoa’yı rahatsız eden eşcinsel bir aşk yaşar.
Campos, Pessoa’nın büyük aşkı Ophelia
ile nişanının bozulmasına neden olacak kadar Pessoa’nın yaşamına girer ve
tehlikeli bir aşk üçgeni oluşur. Ophelia da, Pessoa’yı anlatırken Campos’dan
haz duymadığını şu şekilde dile getirir:
“Sözgelimi Fernando anlaşılmaz olurdu
bazen, özellikle de Alvaro de Campos olarak ortaya çıktığında. O zaman bana
şöyle derdi: “Bugün, ben gelmedim, benim yerime dostum Alvaro de Campos
geldi... ” O zaman bambaşka bir davranış sergilerdi. Huzursuz olur,
anlamsız, tutarsız şeyler söylerdi. Bir gün bana gelip şöyle dedi: “Benim
sizden bir isteğim var Hanımefendi, bu istek şu, Fernando Pessoa’nın o aşağılık
suratını su dolu bir kovanın içine baş aşağı sokmaktır. ” Ben de şöyle
karşılık verdim: “Nefret ediyorum şu Alvaro de Campos ’tan, ben yalnız
Fernando Pessoa’yı seviyorum. ” Bunun üstüne Fernando “Oysa o seni niye çok
seviyor hiç anlamıyorum ” dedi. ”
Ophelia’nın Campos’a karşı
hoşgörüsüzlüğünün farkında olan Pessoa da, ölüm döşeğinde, Alvaro de Campos ile
aralarında geçen bir konuşmada, Ophelia ile ilişkisini bozduğunu itiraf eder:
“...yaşamıma girdin; benim yerime
geçtin, Ophelia ile ilişkimin sona ermesine sen neden oldun. ”
Uzun boylu, siyah ve düz saçları
yandan ayrılmış, giyimi kuşamı oldukça özenli, biraz züppe, monokl kullanan
Campos, dönemin avangart akımının özgün karakterlerinden biridir. Kültürlü ve
kışkırtıcı, nevrotik, bunalımlı ve sinirli bir yapıya sahip olan yazar
Pessoa’nın hayatında büyük bir kaosa neden olmasına rağmen yazarın
vazgeçemediği bir parçasını simgeler.
“Neden geldin, diye sordu Pessoa.
-Çünkü gidecek olursan, birbirimize
söyleyeceğimiz birkaç şey var, diye yanıtladı Alvaro de Campos, ardından ben de
sağ kalamam, ben de seninle gideceğim ve karanlığa dalmadan önce birbirimize
söyleyeceklerimiz var. ”
Campos’un da arzusu doğrultusunda 30
Kasım 1935’te, Pessoa ile aynı yıl ve aynı gün Lizbon’da ölür.
Tabucchi ise Pessoa’nın önemli kurmaca
yazarlarından biri olan Alvaro De Campos’u şu şekilde tanımlar:
“Alvaro De Campos, Algarve bölgesinde
yer alan Tavira şehrinde, 15 Ekim 1980 tarihinde doğar ve Glasgow Üniversitesi
Gemi Mühendisliği Bölümünden mezun olur. Mesleğini icra etmez ve sürekli olarak
Lizbon’da yaşar. İlk eğitimini rahip olan amcasının yanında alır ve ondan
Latince öğrenir. 1914 yılının ilk aylarında, deniz yolu ile doğuya doğru uzun
bir yolculuk yapar burada şiirsel deneyim kazanır ve kısıtlı özgürlüğü ironik
bir dille anlattığı şiiri Opiario’yu yazıp daha sonra eski bir tarihle
yayımlar. [...]
Uzun boylu, yana ayrılmış siyah ve düz
saçlara sahip, kusursuz ve biraz züppe hareketlere sahip, monokl kullanan
Campos dönemin tipik avangart figürünü temsil etmektedir. Bir yandan burjuva
diğer yandan anti-burjuva, bir yandan hassas bir yandan kışkırtıcı, bir yandan
nevrotik diğer bir yandan sıkıntılı bir karakterdir. 1917 yılında Ultimatum
adlı eleştirel şiirini yayımlar fakat zamanla yenilikçi büyük burjuvalar için
de zorluklar başlar ve ardında değerler çöplüğü bırakarak tüm Avrupa’yı kasıp
kavurur. Campos’un şiiri, kahramanlık öfkesini kaybederek coşkusunu yitirir,
ironiyi ve alaycı bir ümitsizliği yüceltir. [. ] Lisbon ’da, Pessoa ile aynı
gün ve aynı yıl 30 Ekim 1935 tarihinde hayatını kayeder. ”
“Ne kendimi hatırlamak ne de tanımak
istiyorum.
Çok kalabalık oluyoruz, kim olduğumuzu
bulmaya çalıştığımızda. ”
Pessoa,
Caeiro’nun sadeliğine tezat olarak Ricardo Reis’i yaratır. Reis mutluluğu amaç
edinen epikürcü, tanrıtanımaz bir şairdir. Bir münzevidir. Metafizik ve
neoklasik odlar yazar.
19 Eylül 1887’de Portekiz’in şarabıyla
ünlü liman kentinde, Porto’da doğan ve amaçları misyonerlik olan bir Cizvit
okulunda büyüyen bir diğer kişiliktir Ricardo Reis. Latince öğrenir ve tıp
öğrenimi görür. Monarşist eğilimleri olan Reis, hep krallık yanlısı kalır; o
yüzden, 1919’da Portekiz’de Cumhuriyet ilan edilince, ülkesinden ayrılır,
tekrar Portekizce konuşulan bir başka ülkede, Brezilya’da, sürgünde yaşamayı
yeğler. Metafizik ve neoklasik şiirleriyle usta şairler arasına katılır. 1935
yılında Brezilya’da sürgünde hayatını kaybeder.
Kurmaca yazarlar galaksisinin bir
başka yıldızı olan Ricardo Reis ise Tabucchi tarafından şu şekilde anlatılır:
“Ricardo Reis ’ de 30 Ekim 1935
tarihinde, Portekiz ’de Cumhuriyetin ilanından sonra, 1919 yılından bu yana
monarşik fikirleri nedeni ile kendini sürgün ettiği Brezilya topraklarında
hayatını kaybeder. 19 Ekim 1887 tarihinde Porto’da dünyaya gelir ve bir cizvit
kolejinde eğitim görür. Doktordur fakat hayatta kalmak için mesleğini icra edip
etmediğinden emin olamıyoruz. Duyumcu, maddeci ve Neoklasik bir şairdir. [...]
Materyalizmi, Caeiro ve Campos’dan farklı olarak, Walter Pater ’in kültürlü ve
rafine neopaganizminin, bazı Anglo-Sakson bilim adamlarını ve doğa
bilimcilerini cezbeden soyut ve masafeli klasisizmin etkisinde kalır. Bu
nedenle, Reis’in Campos ile özellikle sanat hakkında tartışma yaşaması boşuna
değildir ve olayın ardından Campos ’u yeren şiirlere imza atmıştır. ”
Yazdığı şiirlerle usta şairler arasına
giren; kültürlü, okumuş ve seçkin kurmaca yazar Ricardo Reis ile birlikte
kurmaca yazarlar galaksisinde oluşturduğu karakterlerin benzer özellikleri göze
çarpar ve bu özelliklerden en önemlisi Pessoa’nın kültüre verdiği önemdir. Bu
nedenle karakterler, Caeiro gibi taşralı ya da kent soylu olsalar da
entellektüel bilgi düzeyleri oldukça yüksektir.
Çoğul
ruhun yazarı Pessoa, başyapıtı olan Huzursuzluğun Kitabının kahramanı olan
Bernardo Soares aracılığıyla
kurmaca yazarları ile yaşadığı sorunları ve bu sorunların ruhunun
derinliklerinde hissettirdiği duyguları dile getirir:
“Başkalarıyla yaşamak benim için bir
işkence.
Bütün başkaları benim içimde.
Onlardan uzaktayken bile onlarla yaşamak
zorundayım.
Tek başımayken kalabalıklar sarıyor
etrafımı.
Nereye kaçacağımı bilmiyorum; kendime
kaçmaktan başka. ”
Lirik
ve metafizik bir günlük olan Huzursuzluğun Kitabının yazarıdır Soares. Bu kitap
Pessoa hakkında önemli bir bilgi kaynağı olduğu gibi onun iç dünyasına yapılan
bir yolculuk görevini üstlenir.
Ne doğum tarihi ne de ölüm tarihi ile
ilgili net bir veri bulunmamaktadır. Lizbon’da ithalat ihracat yapan bir
şirkette muhasebe yardımcısı olarak çalışan Soares çok sade bir yaşam
sürmektedir. Pessoa ile Pessoa adındaki bir lokantada tanışır ve burada Soares
ona edebi tasarısını ve düşlerini anlatır.
“Yavaş yavaş kişilik değiştiriyorum;
yeni kişilikler yaratma, taklit etmenin, dünyayı anlamanın ya da dünya
anlaşılabilirmiş gibi yapmanın yeni tarzlarını yaratma yeteneğimle
zenginleşiyorum (evrim burada olsa gerek). ”
Pessoa gibi kurmaca yazarları da yeni
kişilikler yaratma peşindedir. Bunun nedenini yalnızlığının neden olduğu
koşulların bir ürünü olmasına bağlayan Tabucchi, Soares’i şu şekilde tanımlamaktadır:
“Bernardo Soares Lizbon’da yaşayan bir
muhasebe yardımcısıdır. Kısa ve zavallı hayatının tümünü Lisbon ’da geçirir.
Tak başına, Praça do Rossio ve Tago arasında kalan aynı zamanda şairin
çalıştığı ithalat-ihracat şirketlerinin de bulunduğu şehrin Baixa adlı ticari
bölgesinde, kiraladığı bir odada yaşamaktadır.
Pessoa, Soares ile müdavimi olduğu bir
restoranda karşılaşır ve içindeki yazar ortaya çıkar, ona izlenimlerin,
açıklamaların, samimi itirafların bulunduğu Huzursuzluğun Kitabı adlı bu büyük
eseri okutur. Bu eser, bir ruhun günlüğü ve aynı zamanda plan ve karakterlere
önem vermeyen, konuyu duygusal yönden ele alan olağanüstü bir romandır. ”
Bir anlamda gerçek bir kitap olan
Huzursuzluğun Kitabı ile Pessoa edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip olan
Bernardo Soares’i yaratır ve bu kurgusal karakter aracılığı ile
otobiyografisinin ince kurgusunu ortaya çıkarır. Pessoa bu kuramaca yazara,
yazma işini devreder ortaya çıkan eser bir proje kitabı olarak düşünülür çünkü
yazımı yirmi yıl gibi uzun bir sürede tamamlanır. Ortaya çıkan bu başyapıt için
şunlar söylenir:
“Soares ’in kitabı kesinlikle bir
romandır. Belki de çifte roman demek daha iyi olabilir çünkü Pessoa, Bernardo
Soares adından bir karakter yaratır ve ona bir günlük yazma görevi verir. Yani
Soares, otobiyografisini ince bir edebi kurgu ile oluşturduğu kurmaca bir
karakterdir. Bu otobiyografi, var olmayan bir karakterin gerçeklerini içeren ve
Pessoa ’nın bize bıraktığı tek büyük eseridir. ”
Düşünmek ya da bazen yalnızca
hissetmek, inanmak ya da var oluşunu amaçlarını sorgulamak, yaşamak ya da asıl
yaşamak istediklerini düşlemek, kendi içindeki mesafeleri belirlemek, kendisi
ve alter egoları arasında gidip gelmek, gündelik hayat tecrübeleri, aşkı,
parasızlığı, umutsuzluğu ve en önemlisi yalnızlığı, işte bütün bunları, içinde
barındırır Pessoa.
Tüm bu yaşananlar, topmlumsal
sorunlar, kargaşalar, Pessoa’nın ve onun kişilikleri aracalığı ile dışa
vurumları kırkyedi yıllık hayatının özetidir.
Geçen
yüzyılın böylesi şaşırtıcı bir şairiyle tanışmamızı, kız kardeşinin sandıktan
çıkardığı belgeler kadar, yazmak ve yazarak yaşamak anlayışını benimseyen
Pessoa’nın yansımasını, Pereira İddia Ediyor ve Damasceno Monteiro’nun Kayıp
Başı adlı eserlerindeki ana kahramanların yaşayış biçiminde gözlemeyebildiğimiz,
Pessoa’yı bir bütün haline getiren bilinç, benlik ve yalnızlık kavramları,
eserlerinde birer yansıma olarak sunan Tabucchi’nin katkılarını da unutmamak
gerekir.
Kaynak: Ceren AKKAYA LELOUP DIT LAMY, Antonıo
Tabucchı’nin “Pereira İddia Ediyor” ve “Damasceno Monteıro’nun Kayıp Başı” Adlı
Eserlerinde Fernando Pessoa Etkileri, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Bati Dilleri Ve Edebiyatları (İtalyan Dili Ve Edebiyatı) Yüksek
Lisans Tezi Anabilim Dalı, 2016, ANKARA
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar