ARA NESİLDE EDEBİYAT VE TENKİD
Hazırlayan: Mahmut BABACAN
Araştırmamızda "Ara Nesil »in
edebiyat ve tenkide dâir bölüm bölüm incelediğimiz fikirlerine bir bütün olarak
bakılınca şu müşâhedeleri tesbit etmek mümkündür:
"Ara Nesil» edebiyatın lûgat
mânâsından yola çıkarak, zamanla kazandığı yeni mânâlar, değişen mâhiyet ve
fonksiyonu üzerinde bazen ortak, bazen şahsî görüşler ortaya koymuşlardır.
öncelikle onlar edebiyat ile ahlâk arasında münâsebet kurmuşlardır.
Edebiyat, insanın manevî yönünü
etkilemesi ve eğitmesi bakımından önemlidir. Keza edebiyat, insanlardaki kötü
ahlâk temayüllerini tasfiye eder ve onlardaki fikrî, hissî ve vicdanî
güzelliklerin ortaya çıkmasını sağlar. Aynı zamanda cemiyet eğitimi açısından
da edebiyat ile sosyal ahlâk arasında sıkı bir münâsebet vardır.
Bir milletin "ilmen",
"rûhen", ve "maddeten" kalkınması için ilimden önce
edebiyata düşen görevler vardır. Bu itibarla
güzel sanatların bir kolu olarak edebiyat, felsefe, sosyoloji, fen gibi sosyal
ve müsbet ilimlerden önce gelir veya onların hayattaki rolünü tamamlar.
İnsanoğlu sadece mücerred güzelliğin değil, tabiatta ve kâinattaki
güzelliklerin varlığını da edebiyat sâyesinde hissetmiştir.
Edebiyatın umumî olarak mâhiyet ve
fonksiyonu budur.
"Ara Nesil"
mensupları şiir ve şâir hakkında bazı görüşler öne sürer ve tarifler yaparken,
daha ziyade o devir edebiyatının da nabzını elinde tutan Recâizâde Mahmud Ekrem
ve Abdülhak Hâmid’in tesiri altında kalmışlardır. Ancak onların bu gibi konulara dair düşüncelerine yeni
yorumlar getirmek suretiyle devrin şiir ve şair görüşlerini hem aksettirmiş hem
de genişletmişlerdir. Ayrıca o yıllarda Batı'dan tercüme, yoluyla edebiyatımıza
girmiş olan Romantizm akımının aşırı hassasiyet, sübjektiflik, tabiatla
birleşmiş duygu ve düşünceleri lirik bir şekilde ifade etme, insan
"ben"inin hürriyeti, tabiata kaçış ve sığınma gibi hususiyetleri ile
Ara Nesil »in şiir anlayışı arasında dikkat çekici bir benzerlik mevcuttur. Bu
genişlik ve hürriyet şiirin şekil ve teknik unsurlarına da tesir etmiştir.
Artık şeklin katı kuralları duygu,
düşünce ve hayâlleri sınırlamamakta, bilâkis şiirin dış yapısı, şâirin düşünce
ve duygularına göre şekillenmektedir. Şiirde ön plânda gelen güzelliktir ve
güzelliğin muhtevasını yapan her şeydir. Şiirde örneğini tabiattan alan ve
ancak tabiat hâdiseleriyle açıklanabilecek vasıfları hâiz his, fikir ve hayâlin
meydana getirdiği güzellikler önem taşımaktadır. Ferdî hisler derinleşmiş,
fikirler ulvileşmiş, insan tabiatı her ân beş duyuyla hisseder ve yaşar
olmuştur.
"Ara Nesil" mensupları
içerisinde romantik ve santimental şiir anlayışının yanında, şiirin belli bir
hazırlıktan sonra ulaşılabilecek, belli bir kültür birikimiyle elde
edilebilecek bir cevher olduğunu öne sürenler de vardır.
Ayrıca o devre kadar kik sık
tekrarlanan bir görüş, yani umumî olarak edebiyatın ahlâkla sıkı münâsebeti,
cemiyetin emrinde bir eğitim vasıtası olması ve böylece sosyal bir vâkıa
özelliğini kazanması, şiir ve şâir hakkında da geçerli bir fikir hükmündedir.
Nihayet bu nesil, güzel sanatların bir
kolu olarak Şiiri resimle mukayese
etmiş, onu resimden üstün görmüştür.
"Ara Nesil "in vezin
hakkındaki görüşleri aruz-hece mukayesesi, veznin şiir için önemi ve şiirin
âhengini sağlamadaki rolü gibi meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır.
Ali Ferruh, parmak hesabı da denilen
hece vezninin bizim millî veznimiz olduğuna kânidir. Nureddin Ferruh ise, vezni
arabî dediği aruz veznini de bırakır, "serbest şiir” i savunur. Ona göre
veznin şiirde bir âhenk teşkil ettiği fikri yanlıştır.
"Ara Nesil” Hâmid, Ekrem ve
Muallim Nâci gibi üstad saydıkları şâirlerin görüşlerinden yola çıkarak kafiye
hakkındaki düşüncelerini de ortaya koymuşlardır. Menemenlizâde M. Tâhir,
kafiyenin şiirde bir âhenk unsuru olduğu görüşündedir. Ancak kafiyenin
hâlihazırda varolan katı kuralları hafifletilmezse, şiir tabiilikten
uzaklaşabilir böylece fikir ve hisler kayıt altına alınınca, şiirde sun’îlik ve
samimiyetsizlik ortaya çıkar. Nureddin Ferruh vezinde olduğu gibi kafiyede de
serbestlik tarafdarıdır. Şiirin bir "kayıd" olan kafiyeden ziyâde,
"hissiyâta tâbi olması" gerekir.
Recâizâde M. Ekrem’in "nesr-i
muhayyel" terkibiyle karşıladığı daha sonra da "mensur şiir"
olarak adlandırılan ve Türk edebiyatına Batı'daki tercüme yoluyla giren mensur
şiir, "Ara Nesil "in ilgi gösterdiği bir edebî türdür.
Bazı "Ara Nesil" mensupları,
roman ve hikâyeyi şiire tercih etmişlerdir. Bu tercih hem şiirin o devirdeki
durumuna göre eski edebiyatın kalıplaşmış şekil ve muhtevasına tepki
gösterilmesi, hem de Batı tesiriyle müşahhas insana, hayata ve hakikate yönelen
bir edebiyat anlayışının iyice yerleşmesi dolayısıyladır. Bunu da en iyi
şekilde ancak hikâye ve roman vasıtasıyla gerçekleştirmek mümkündür.
"Ara Nesil"e göre romanda
esas gaye, insanın duygu, düşünce ve hayâllerini araştırma ve gözleme dayanan
tasvirlerle, ortaya koymaktır. Onların sık sık tekrarladığı "tedkîk",
"tasvîr", "tecrübe", "hakikat" kelimeleri
edebiyatımızın Romantizm’den Realizm ve Natüralizm’e doğru bir sıçrama yapmaya
hazırlandığını açıkça göstermektedir.
Bu nesil tiyatro türünün tarifi,
cemiyetteki fonksiyonu, önemi, ferdin ahlâk, terbiye ve kültür bakımından
gelişmesindeki rolü üzerinde de durmuşlardır.
Onlara göre tiyatro, cemiyetin
ilerlemesi bakımından faydalı bir vasıtadır. Bununla birlikte ferdin ahlâki ve
fikrî olgunluğa erişmesi için de tiyatroya çok önemli bir görev düşmektedir.
Tiyatro insanın başından geçebilenecek olayları, çeşitli karakterleri
aksettirmek suretiyle seyredenlerin "ders-i ibret” almalarını canlı ve
müşahhas Şekilde temin eder. Diğer önemli bir görev de tiyatronun eğitim
vasıtası oluşudur. Zira tiyatro, insan ve cemiyetin "ilmen, edeben ve
ahlâken" gelişmesine hizmet eder. Eğitim ve kültürün tiyatro
vasıtasıyla geliştirilmesi ayni zamanda "tehzîb-i ahlâk" demektir. Bu
bakımdan "Ara Nesil" mensupları tiyatroyu bir sahne sanatı ve saf bir
edebiyat türü olmanın ötesinde, sosyal bir fonksiyon ifâ eden, fert ve
cemiyetin eğitimine yarayan bir araç olarak görürler. Böylece onlar tiyatronun
"faydalı bir eğlence" olması fikriyle cemiyetin ahlâki, fikrî ve
siyasî olgunluğa erişmesine büyük hizmeti olacağını söyleyen Namık Kemal’le
hemen hemen aynı görüşü paylaşırlar. Kaldı ki tiyatronun hem bir edebiyat türü,
hem de sahne sanatı olarak "tehzîb-i ahlâk' hizmet edeceği düşüncesi ilk
tiyatro yazar ve tenkitçilerinden . itibaren kabul edilmiş ortak bir görüştür.
Ara Nesil bu görüşe sadece devrin yorumunu getirmiştir.
Tiyatro konusunda son olarak, bazı
yazarlar, tiyatro mevcut tiyatro binalarının durumuna dikkati çekmişler ve
Avrupa’daki binaların düzen ve güzelli iğinden bahsetmişler, nihayet geleneksel
şaline ve temâşâ sanatlarımızdan söz etmişlerdir.
Ara Nesil şahsiyetlerinin ön plânda
gelen faaliyeti, onların çeşitli edebiyat ve tenkit meseleleri üzerinde hem
teorik olarak düşünmeleri, hem de yerli ve yabancı edebî şahsiyet, eser ve
akımları incelemek, onlar hakkında değerlendimeler yapmak suretiyle pratik
tenkit örneği vermiş olmalarıdır.
Bir edebiyat teriminin ve türünün adı
olarak Fransızca “ecritique" kelimesi, Ara Nesil tarafından eş anlamlı
kelimelerle karşılanmıştır. Onlar bu kavramı, bu kelimeyi, "tenkid”,
"intikad" ve "muâheze" karşılıklarıyla tercüme etmişlerdir.
Menemenlizâde Mehmet Tâhir ”tenkid”i
"muâheze" tabiri ile karşılamıştır. Fakat burada "muâhaze”
kelimesi, eser ve sanatçının sadece kötü, eksik ve yanlış taraflarını ortaya
koyma mânâsında ele alınmamış, aynı zamanda iyiyi, doğruyu ve başarılıyı bulma
şeklinde anlaşılmıştır.
Ara Nesil’in tenkit ve tenkitçiye dâir
düşüncelerinden çıkarılacak ortak hususlar şu şekilde mütalâ'a edilebilir.
Tenkitçi, bir eser veya sanatçıyı
şahsî ve indî görüşlere kapılmadan, İlmî ve objektif olarak incelemeli, iyi
veya kötü, doğru veya yanlış bütün yönlerini delillerle ortaya koymalıdır.
Tenkitçi derin bilgi, kültür ve dikkat
sahibi olmalıdır. Bir eseri veya eser sahibini incelemeden önce, o eser veya
şahıs üzerinde araştırma yapmalı, böylece çok yönlü bilgi edinmelidir. Ayrıca
bir eserin vücûda geliş şartlarım, sanatçının mizacını, zamanını, çevresinden
aldığı tesirleri ve çağdaşlarını iyice araştırmalı, şahsiyet ile eser
arasındaki münâsebetlere dikkat etmelidir.
Tenkitçi bizzat edebiyatçılara bir
rehber olduğu gibi, halkı aydınlatan bir eğitici olma vasfını da hâiz
bulunmalıdır. Böylece onlar edebiyatın gelişmesinde Adeta önderlik yapmış
olacaklar, öte yandan insanların ruhî, ahlâkî ve terbiyevî yönlerden
ilerlemesini sağlayacaklardır. Bunun içindir ki tenkitçiler seçkin
şahsiyetlerdir. Edebiyatı kendi dar çerçevesinden, sadece eser olma vasfından
dışarı çıkararak insan, hayat ve cemiyetle münâsebetlerini tesbit ve tayin
edenler asıl onlardır.
"Ara Nesil” in diğer bir ortak
yönü, devrinin tenkit anlayışını beğenmemesi ve .şık sık gerçek mânâda bir
tenkitçinin yokluğundan şikâyet etmesidir. Mehmet Refet Efendinin tenkide dâir
söyledikleri ve daha sonraki yıllarda Servet-i Funûncuların -özellikle Ahmed
Şuayb'ın- geniş olarak üzerinde duracağı Hippolyte Taine’in teorik tenkit
görüşleriyle paralellik arzetmesi bakımından önemli bir husustur.
Bu nesil in tenkit ve tenkitçi
anlayışında artık hissi değerlendirmelere, yahut şahsi intihalara dayanan
«sübjektif» veya »impresyonist" bir tenkit görüşü hâkim değildir.
Münekkit, -kendilerinin tavsifiyle- "mütefenninl’ sıfatını da taşıdığı
andan itibaren tenkidin mâhiyeti değişmiştir.
Bir eserin vücut bulmasında
san'atkârın mizaç ve şahsiyeti, muhiti, hayatı gibi faktörlerden bahsetmek,
Türk tenkidini alışılagelen tenkit düşüncelerinden kurtararak Batı tenkidinin
bazı teori ve kavramlarına yaklaştırmak demektir. Yahut onların tesiri altında
bir tenkit görüşü ortaya koymaktır. Bu itibarladır ki Ara Nesil mensupları,
"sübjektif tenkit«ten ziyade «objektif tenkit»in örneklerini vermişlerdir.
Gerçi edebi eserlerinde bazen santimantalizme varan hissi bir davranış
göstermişlerdir. Fakat muayyen eser, şahsiyet ve akımları ele alırken yer yer
tenkidin objektif ölçülerini ve meselelerini de ihmal etmemişlerdir..
Bu bakımdan bazı Türk ve Batı
edebiyatçıları, onların bir kısım eserleri ve edebiyat akımları üzerindeki
düşünceleri ve bunlar dolayısıyle de bizzat tenkide ve tenkitçiye dâir
söyledikleri dikkate şâyândır.
»Ara Nesil», Eski Türk edebiyatının
şâirleri üzerinde dururken onları dil ve üslûp yönünden değerlendirmişler,
ayrıca diğer yabancı edebiyat ve edebiyatçılarla da mukayese etmişlerdir.
"Ara Nesil "e göre eski
edebiyatımız bizim klasiğimizdir. Avrupalı klâsikler kadar mükemmeldir. Bununla birlikte dîvan
şâirlerimiz Acem edebiyatı yerine Arap şiirini örnek alsalardı, şiirimiz bugün
müşâhedeye dayanan ve gerçeğe daha yakın olan bir estetik zevke ulaşmış
olacaktı. Yabancı milletlerin edebiyatlarından etkilenmek tabiîdir.
Ancak aşırıya kaçarak taklîde düşmek millî edebiyatın gelişme ve ilerlemesine
engeldir.
Her şâiri kendi muhit ve sosyal şartlarına
göre değerlendirmek gerekir. Milletlerin edebiyatları devirlerden ve onların
silsilesinden meydana geldiği gibi, her devri temsil eden ve aynı zamanda bir
"tavr-ı mahsus" sahibi olan "üstad şahıs"lardan da vücûda
gelir. Eski şâirlerimizde de görülen budur.
Ara Nesil, gerek tercümeler gerekse
telif eser ve makaleler vasıtasıyla birçok Batılı edebiyatçılara kesif bir
alâka duymuştur. Sözkonusu tercüme ve telif faaliyeti, onların Avrupa edebiyat
ve matbuâtını yakından takip ettiklerini gösterdiği gibi, edebiyatta Batı’ya
yönelişin artık dönüş süz-, vazgeçilmez ve engelsiz bir hız kazandığını da
açıkça ortaya koyar.
Hemen hemen bütün Batı
edebiyatlarından tefrika ve münferit parçalar hâlinde yapılan tercümelerin
kronolojik ve alfabetik listeleri, onlardan çıkarılacak istatistik! Sonuçlar bu
vâkıayı şaşmaz bir şekilde ve müşahhas bir tarzda meydana çıkaracağı gibi,
mukayeseli edebiyat araştırmalarının da zengin bir kaynağını teşkil edecektir.
Başta Victor Hugo, Emile
Zola ve Shakespeare olmak üzere birçok Batılı Şahsiyet hakkında kaleme alınan
makalelerde ise mumiyetle “hayat-şahsiyet ve eser” bütünlüğüne dikkat
edilmiştir. Bu inceleme ve değerlendirme tarzı zamanına göre dikkate değer bir
metottur»
“Ara Nesil", Batı'dan yaptıkları
tercümelerle, eser tanıtmaya dâir ve biyografik mâhiyetteki makalelerle aynı
zamanda edebiyatımızda Romantizm, Realizm ve Natüralizm gibi akımların
tanınmasına yol açmıştır. Ayrıca edebiyatımızda edebî akımlar hakkındaki nazarî
görüş, tenkit ve tartışmalara da ilk defa bu devirde rastlanır*. Edebiyat
akımları üzerindeki yazı ve tartışmalar, Beşin Fuat'ın "Victor Hugo"
isimli eserini neşretmesi üzerine yoğunluk kazanır. Bu eserden itibaren
"hayâlîyûn” tabiriyle karşılanan "romantizm" ile "hakikîyyün"
denilen "realizm" mukayese edilerek "Akım tenkîdi"hin
bizdeki ilk tartışmalı örnekleri verilir.
"Ara Nesil" mensupları,
gerek Romantizm, gerekse Realizm ve Natüralizm hakkında kaleme aldıkları
yazılarda belli ölçüleri gözönünde bulundurmuşlardır. Cevap aradıkları ve
bulmaya çalıştıkları meseleler şunlardır:
- Sanatta gaye ne olmalıdır? Hakikat mi güzellik mi sanatın
prensibidir?
- Eser cemiyete faydası ve ahlâka uygunluğu nisbetinöe değerli
ve güzeldir-
- Tabiat ve eşyayı, insanları ve olayları »tarif ve tavsif
»ederken »hakikate ve fenne" uygunluk mu önemli,, yoksa sanaatlı,
duyguları cezbedici ve güzel ifâde etmek mi önemlidir?
- Cemiyet ve tabiatın sadece "rezalet ve sefaletlerini
değil, "fazilet ve güzellik"lerini de ele almak, görebilmek ve
göstermek gerekir-
Menemenlizâde Mehmet Tâhir'in dışında
Ara Nesil yazarları umûmiyetle Realizm ve Natüralizm'in edebiyat ve sanat
prensiplerini tercih etmişlerdir-
Nihayet şu mühim noktayı belirtmek
lâzımdır:
"Ara Nesil" mensupları her
ne kadar Batılı edebiyatlara yoğun bir ilgi ve rağbet göstermişlerse de, Eski
edebiyatımız kadar ortak İslâm kültürünün kaynaklarını, Arap ve İran
edebiyatlarının temel eserlerini de unutmuş değillerdir. "Şark klâsikleri” olarak vasıflandırılan eserlere
mecmualarında yer vermişler, onları devrin okuyucularına tanıtmışlardır. Bu
tesbit bizi bir defa daha Yeni Türk edebiyatının şu vakıasına götürür:
Ara Nesil’de, Batı tesirinde bir
yenileşme hareketi devam ettiği kadar Müslüman-Şark edebiyatları" ve-eski
kültürümüzle münâsebetimiz de kesilmiş değildir. Bu demektir Yeni Türk Edebiyatı daima Batı Edebiyatına açık
ve yalnız onun tesirinde bir edebiyat değildir. Eski ve klâsik fark, yeninin
içinde devam etmektedir. Batı kültür ve edebiyatı karmaşık bir terkip olan Yeni
Türk Edebiyatı‘nın bütünüyle kendisi değil, onu yapan unsurlardan sadece bir.
tanesidir. Bu büyük terkip, başından beri üç büyük kaynak ve gelenekle
beslenmiştir: Divan edebiyatımız - Halk edebiyatımız - Batı edebiyatı...
Asıl değiştirici ve yenileştirici tesir, şüphesiz
Batı’dan gelir. Fakat Yeni Türk
edebiyatının bu terkibi karakterini iyi anlamadan, onu tam ve doğru olarak
değerlendirebilmenin mümkün olamayacağını da bilmek lâzımdır. Bizim tezimizden
çıkardığımız belki de en önemli sonuç budur.
Sh.248-256
Kaynak: Mahmut BABACAN, Ara Nesilde Tenkid, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Doktora
Tezi,1993, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar