Arada Kalan Yazılar
HAKİKAT
Ey
doğrular, dürüst olanlar, kıyamet günü için sevap işlemenize gerek kalmadı mı,
ne?
Çünkü
hep alacaklı olduğunuz bir hayat yaşıyorsunuz.
Sizi
taklit etmek dahi mümkün olmadı ve olamazda.
Ey
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendim!
Zâtının
hakikate vukufiyet ve tahammülü çok
olduğu için insanlardan çok üstün oldun.
Hakikati
aslıyla ümmetine incitmeden ve kırmadan bildirdin.
Bunu
ancak zâtın başardığı için Allah Teâlâ da, başka rasül göndermeye gerek
duymadı.
Hakikati
görmek kolaydır. Ancak aslıyla söylemek ise ne kadar zordur. Eğer her hakikat
gerçeği ile söylenilip yazılsa idi, kör, sağır ve dilsiz olanlardan daha şanslı
kimse bulunmazdı.
[Nuh
Nebi (Salavâtu'l-lâhi alâ nebiyyinâ ve aleyhi ve alâ sâir'il-enbiyâ-i ecmâin)
iblise rast gelir, iblis (aleyhimâ yestahik=azabı hak eden) der ki:
-Ya
Nuh, sen bana bir iyilik etmişsindir ki, ne bileyim, nice vasf edeyim, hiç
böyle iyilik olmaz,
deyince, buyurdular:
-Ne
söylersin, nasıl iyilik ettim ben sana?
Der
ki:
-Bunca
kavmini beddua ile helak ettin. Ancak yetmiş kişi (artık eksik demişler) bunca
yüzyılda imana gelebilmiş, ben onların her birine nice yıllar çalıştım, imansız
göndermeye nice mekru keyd (hile tuzak) ederdim, sen ise bir kere beddua ettin
beni kurtardın. Hiç bana bundan artık iyilik mi olur, dedi.
Hz.
Nuh aleyhisselâmağladı.
Öyle,
mü'min olan kişi a'dâ-yı adüvv (düşmanlar) sözüne uymaya.][1]
BEŞ VAKİT NAMAZ NİÇİN FARZ OLDU?
İnsan, gelişen bir varlıktır. Bu gelişimi, hem maddî
hem manevî olarak gerçekleşir. Ancak bu süreç, her insanda farklılık gösterir.
Bunu genetik yapısı, hayatı, iç ve dış etkenlere maruz kalarak oluşturur. Bu etkenleri
çevre, kültürel ve içtimâî etkileşimler, kültür yapısı ile ilgi alanlar gibi
durumlarla da beslenerek gelişmeye devam eder.
İnsanın bilinci dâhilinde gerçekleşen her çeşit unsuru
farklarıyla birlikte algılarken; bilinçaltında gerçekleşen hususları çoğunlukla
kontrol edememektedir. Bu sebepten dolayı, bilinçaltını yönetmek de,
standartlara sığdırmak pek mümkün olamamaktadır. Mesela, reklam dünyası başta
olmak üzere hedef kitle hakkında ulaşılması gereken hedefe kavuşmak için gizlenen
bir mesajın bilinçaltı ile karşılanmasının önüne geçilmesi için yapılması için
gerekli tedbirler hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
Subliminal
Mesaj
Mesajın eleştirel
bilinçli zihnin filtresine takılmadan, doğrudan bilinçaltı tarafından algılanmasıdır.
Belli belirsiz algılamayı (subliminal, gizli
şekil/imge) “bir kimsenin, uzaklık ya da ışık yetersizliği nedeniyle bir
nesneyi tam olarak değil hayal meyal fark etmesi”. (Larousse sözlüğü)
Beynimiz gün boyu sayısız şeyler algılar, çoğunu da
bilinçsizce kaydeder. Mesela; araba kullanırken çevremizde gördüklerimizin pek
azını bilinçli olarak görürüz, gerisi hep bilinçdışı kayıtlardır. İşaretçinin
işaretini bilinçdışı algılar, bilinçli algılamadan sonra hareketi gerçekleştiririz.
Neticede alışkanlıklarımızın ve inançlarımızın kayıtlı olduğu bilinçaltı
zihnimiz, davranışlarımızı, seçimlerimizi ve kaderimizi hayatımız boyunca
etkiler, durur.
Subliminal mesaj yüzde yüz güvenlidir, insana zarar
verebilecek her türlü mesaj otomatik olarak bilinçaltı tarafından reddedilir,
denilse de insanların bir türlü mesajlardan bir şekilde zarar gördüğü
kesindir. Belki her canlının bilinç
katmanları tabiatı gereği kendini korumaya yönelik olarak programlanmış olsa da
gizli etkisi olan bu psikolojik etkilenme durumundan kurtulması gereklidir. Sürekli
tekrarlanan bir mesaj alışkanlık yapmaktadır. İnsanın zayıf kaldığı
yönlerin uyarılması ile duygu ve fiiller gizli mesaj karşısında refleksle
hareket ederek ötekinin istenilen hedefine doğru hareket eder.
Kapitalist sistemin fikir babalarından Freud’un ana
fikri olan cinselliği, insan hayatının bütün alanlarında, yiyecek, içecek,
giyecek, vb. şeylerde dolaylı olaraktan kullanılmak istenilmesi tüketim ekonomisinin
temel faktörlerinden olmasıyla, bir yiyecek firması ürünün etkili imajı
yakalaması için cinselliği ima ederken oluşacak etkisindeki gizli mesajın
güvenilirliği nasıl ölçülebilir.
Mesela, bir filimin hangi mesaja kilitlendiğini; bir
partinin seçim öncesi bir şarkıyı sürekli dinletirken altında subliminal mesaj
kullanmadığını nasıl takdir edebiliriz. Bu gizli mesajın içeriğini daha
sonradan toplumun yargısında yeni oluşmuş yargı cümlelerini tespit etmek zaman
alsa da, bu gizli mesajın bir işareti olmaktadır.
Bizim burada asıl anlatmak istediğimiz, bu mesaj
yağmuru altında nasıl korunacağımız olmaktadır. Dinimizin bize öngördüğü temel
esaslardan biri nifak alameti olan hususlardan uzak durmaktır. Bunun başında “olduğun
gibi görün, göründüğün gibi ol” emri ile münafıklığı kesin dille
yasaklamasıdır. Münafık, kâfir olan kişiden daha kötü olup en büyük manevi cezayı
görendir. Çünkü aldatma ve hilesi ile insanları yanlışa sevk etmektedir.
Nasıl korunacağız?
Bahsedilen gizli mesajlar karşısında insanı koruyacak
bir faktör vardır. O da inancı gereği oluşan ibadetler zinciridir. İbadetler,
taabbudi [2]
olması ile direk bilinçaltını uyarıcı olmaktadır. İnsanın algılama
düzeyindeki “Bilinç öncesi”, “Bilinç” ve “Bilinçaltı” sıralamasında en
korunaksız kısım olan “Bilinçaltı” ancak aklın sınırında olmayan
taabbudî ibadetle korunabilmektedir. Bu nedenle Allah Teâlâ kullarına kendisine
hiçbir faydası dokunmayan ibadet emrini verirken, bahsedilen etkinin en az seviyeye
inmesini ve yok olmasını murat etmiştir. Sürekli çalışan veya müzik dinleyen
bir kişinin algısında etki yapacak subliminal mesaj sayısı ve zamanı bir
namaz vakti ile kesildiğinde, beynin temizleme işlemi için ezberden
okuyacağı bir ayet bilgisayara atılan format etkisi gibi beyine etki eder. Bunu
fark etmek isteyen kişiler bunu şu şekilde deneyebilirler. Namaz için
kalkıldığında alınan abdest ve namazın fiili hareketleri ile değişik bir ortama
dâhil olup dönüldüğünde kalınan yerden başlamak yerine sıfırdan başladığı bir
nokta içerisinde olduğunu görür. Ayrıca namaz ibadetinde gözün açık tutulması
sebeplerinden biride algılanmış görüntülerin silinme hareketlerinden başka bir
şey değildir. Allah Teâlâ buyurdu ki;
“Sana vahyedilen
kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et!
Muhakkak ki namaz,
insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allah’ı
namazla anmak, elbette en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.” [3]
Buna göre namaz etkilenen insanı etki alanından
çıkarır demektir. Bu sonuçla ibadet etmeyeninde bir etki içerisinde olduğunu
söylemeden de geçemeyiz.
Tasavvufun, halvet, zikir gibi unsurları ise ileri seviyede
bilinçaltına müdahale eden unsurlar olduğundan herkese tavsiye edilen bir husus
değildir.
EVLENMEK FARZDIR.
Aşağıda
gelecek olan hadislerin ışığı neticesinde evlenmek az kalsın farzların başı olacaktı.
Allah
Rasûlü, gençleri evlenmeye teşvik etti, evlenemeyecek olanlara da oruç tutmayı
önerdi:
“Ey
gençler topluluğu! Sizden evlenebilenler evlensin, çünkü evlilik gözü ve cinsel
organı haramdan korur. Evlenemeyecek olanlarsa oruç tutsun, çünkü oruç nefsi
frenler."[4]
buyurdu.
Evlenmek,
cinsellik güdüsüne hâkim olmanın en iyi yoludur. Bu sayede helal ve meşru
yollardan doyum sağlar. Gözünü ve namusunu haram yollardan korumaya yardım eder
Ukkaf b Beşir el-Temimî adında biri Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
huzuruna girer: Rasûl ona sorar:
-Ya
Ukkaf, eşin var mı?
-Hayır.
-Ya
cariyen?
-O
da yok.
-Sen
hayırlı bir insan mısın?
-Evet,
ben iyi bir insanım.
-Böyle
bekârsan, sen şeytanın kardeşisin.
Hristiyanlarla
olsaydın onların bir rahibi olurdun Bizim sünnetimiz, evlenmektir.
En
şerlileriniz, nikâhsızlarınızda Ölülerinizin en aşağısı da, nikâhsız
ölenlerinizdir.
Şeytanın
babasının rolünü oynuyorsunuz.
İyi
insanlara karşı şeytanın en güçlü silahı kadındır, ancak evliler hariç. Onlar
temiz ve beladan uzaktırlar.
Vay
sana Ukkaf!
Kadınlar
Eyyub'un. Davud'un, Yusuf'un ve Kursuf'un arkadaşlarıdır.
Bişr
b. Atıyye sorar.
-Kursuf
kim. Ya Rasûlallah?
-Kursuf,
deniz sahilinde, Allah'a kulluk ederek yaşayan bir adamdı. 300 senedir
gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı. Sonra âşık olduğu bir kadın
yüzünden Allah'a ibadeti bırakarak nankörlük etti. Sonra bazı nedenlerle
kendini düzeltti; Allah Teâlâ da tevbesini kabul etti.
Vay
sana Ukkaf! Evlen; yoksa (imanla nankörlük arasında) kararsız yaşarsın."[5]
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem babaların kızlarını, dini ve ahlakından hoşnut oldukları
gençlerle evlendirmelerini teşvik etti; evlendirmekten kaçınmaktan da
sakındırdı. Çünkü böyle gençlere kız vermemek, toplumda bozulmaya neden olur.
Allah Rasûlü:
"Ahlak
ve gidişatından memnun olduğunuz biri kızınızı istediğinde onu nikâhlayınız.
Yoksa yeryüzünde fitne ve yaygın bir fesat meydana gelır.”[6]
buyurdu.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem evliliği kolaylaştırmaya çağırırdı. Mihrin azlığı
O'nun sünnetinden olup, gençleri evliliğe teşvik için mihrin çok olmasını
istemezdi. Sehl b. Sa'd'ın anlattığına göre, Nebi sallallâhü aleyhi ve selleme
bir kadın geldi:
“Senin
nikahlın olmaya geldim.” dedi Rasûl ona bakıp, tepeden tırnağa süzdükten sonra
başını önüne eğdi. Kadın O'nda bir hareket görmeyince oturdu. Ashabdan biri
kalkarak:
"Ya
Rasûlallah, eğer senin ihtiyacın yoksa onu benimle evlendir dedi. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem:
-Yanında
bir şeyin var mı? diye sordu. Adam:
-Vallahi,
yok.
-Ailene
git, bak bakalım, bir şeyler bulabilecek misin?
Adam
gitti ve dönüşte:
-"Vallahi,
bir şey bulamadım Ya Rasûlallah" dedi.
-Bak
bakalım, demirden bir yüzüğün de mi yok? Adam gitti ve
döndüğünde:
"Vallahi
demirden bir yüzüğüm de yok. Fakat şu fistanımın yarısı onun olsun."
deyince Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
-"Senin
elbiseni ne yapsın! Sen giyersen ona birşey kalmaz; o giyerse sen çıplak
kalırsın." dedi.
Adam
oturdu, uzun bir müddet geçtikten sonra kalkıp gidiyordu ki Allah Rasûlû
farkederek geri çağırdı, adam yanına gelince:
-Kur'an'dan
ne biliyorsun? diye sordu: Adam.
-“Şu
şu sûreleri biliyorum” diyerek bildiği sûreleri saydı
-Onları
ezbere okuyabilir misin?
-Evet,
deyince.
"Git;
Kur'an'dan ezbere bildiğin şeylere kar-şılık sana bu kadını nikahladım."
Başka bir rivayette
"Kur'an'dan
bildiğin şeylere karşılık, ikinizi evlendirdim."
buyurdu.[7]
KARI
KOCA İLİŞKİLERDEKİ SIRLAR
Aşkınız
yalnız ideal olanı değil, hakikatiniz olan bütünlüğü de birlikte getirir.
Eşinizi daha yakından tanırken ve daha sonra sevip âşık olurken kendinizi de
iyice tanımaya başlarsınız. Aslında insan adını verdiğimiz varlık bir bütünden
başka bir şey değildir.
İnsan
gizemli, beklenmeden, aranmadan aşk denen olayın içine düşüvermesiyle eşiyle
(parçasıyla) yoğun bir ilişkiye girmiş olmakla kalmaz, tüm dünya ile olan
ilişkilerinde de büyük bir değişime uğrar. Yani bu değişimle dünyayı da
bambaşka görmeye başlar. Hakikatte varlığı olan nefs ve ruhuyla bir parçası
olan eşine tutkuyla bağlanarak hayatının geriye kalan bölümünü aşkıyla
bütünlüğü (birliği) bulana kadar arayış içindedir.
Karı
koca deyince bir başlarına var olan şeyler olarak düşünülmemeli, bedenî ve ruhî
bütünleşmede Siyamlı yapışık ikizler kadar gözle görülür, elle tutulur bir
bağlantıyı kuşkusuz görmelidir. Yine karı ve kocanın arasındaki ilişkiyi yalnız
bedenler arasındaki ilişki olarak değil, ondan daha da önde, özleri arasında
bir ilişki olarak görmemiz gerekmektedir. İzdivaç, eşlerin maddî ve manevî
birleşmesi insan yaşamının etkinliği olarak, kendi dışındaki her şeyi de içine
katarak “bu benim bedenimdir-parçamdır” diyebilecek duruma gelmektir.
Kadın
ve erkeğin, bir bedende bütün olduğunu kavramaktaki başarısızlık yalnız maddecilere
özgü bir yanılgı değildir. Bu yanılgıdan birçok ilahiyatçılarda kendilerini
kurtaramamışlardır. Duyularla algılanabilecek zevklerin peşinde koşanlar,
zevklerin tadını çıkarmayı kendilerine amaç edinmiş olanlar, kendilerini bu
bölünmüşlük duygusuna kaptırmadan edemezler. Şehvet sonucu olan aşk ve zevkler
her zaman için bütünden koparılmış küçük parçacıklardan başka bir şey olmayıp
ve gönül kırıklığını da yanlarında birlikte getirmektedir. Bunun böyle oluşuna
bir tepki olarak ilahiyatçılar bu türlü zevklerin peşine koşmaktan tümüyle vazgeçiyorlar
ama temelde sorun olacak “bölünmüşlük” ü tetikleyip, maneviyatı da
maddiyat karşısında, somuta karşı soyutun yanını tutarak ayrılığı daha da
artırarak, asıl zevk ve aşk peşinde koşmaya sebep olan beşeri duyguyu ve
birleşmeyi yok etmeye çalışmaktadırlar. Aslında manevî hikmetler, nefis
hastalıklarını tedaviden başka bir şey değildir. Bu durumda beşeri yönün zevk
ve aşk düşkünlüğü tarafını göründükleri kadar birbirlerine karşıt unsurlar gibi
göstererek bilinçsiz bir savaşa girmektedirler. Bu şekilde kendilerini dünyadan
yalıtılmış bir birey olarak özdeşleştirenler, kendi yetersizliklerinin eksik
oluşlarıyla derinlemesine noksanlık içinde yaşamlarını sürdürmeye ve bu
eksiliği başka manevi zevk ve aşk arayışıyla gidermeye çalışmaktadırlar.
Bununla da hakikate kavuşmak mümkün olmamıştır. Öyle ki birçok maneviyat ehli
beşeri birleşmelerini terk ederek nefislerine zarar vererek bütünden vazgeçmeyi
bir erdem sayıyor ve ilişkilerden yoksun bir hayat yaşamaya çalışıyorlar.
Aslında gerçeği göremeyen maddiyat ve maneviyat ehlinin her ikisi de sevgi ve
aşkla, ilâhî zevk ve hazzın peşinde koşmaktadırlar..
Sevgi
ve aşk insanla hakikati arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Tutkuyla peşinde
koşmadan kendiliğinden gelen sevgi ve aşkı aşağılayıp kötülemek için haklı bir
gerekçe bulmak oldukça güçtür. Eşinden zevk duymak sevmek bir kutsî bir
durumdur. Özellikle karı koca arasındaki sevgi ve birleşme olayı için bu
söylediklerimiz bir hakikattir.
İşte
bu nedenledir ki özden gelen sevgiyle elde edilen birleşik hayatlar,
sevişmeler, gizemli ve ruhsal bir faktör olan sevginin, içten elde edilmeyip te
zorlanarak kazanıldığı zamanlarda, insanları aşağılamakta ve gönül kırıklığına
yol açmaktadır. Bu nedenle karı kocanın kendilerini bütünden kopuk ayrı bir
varlık olarak hissettikleri hayatlarında pek çok sorun oluşmakta ve ayrılmalar
gözlemlenmektedir.
Kaç
kişi aşk, zevk ve sevgi konusundaki beklentilere yeterli bir karşılık
verebiliyor, eşiyle arasında tam anlamıyla doyurucu bir ilişkiyi
gerçekleştirebiliyor. Ancak tek yapabildikleri şey daha da büyük bir coşkuyla,
daha da amansız bir istekle bir kez daha, bir kez daha peşinden koşturacak
kadar, geçici şehvetleri (mal-mülk) istemektedirler. Onun için sevgi ve aşk
insanın “gerçek dini” olmalı
denilmiştir.
İyice
anlaşılıyor ki ilişkilerde sorunları salt sevgi düzeyinde çözümlemek
imkânsızdır. Sevgi yaşantının tüm görkemi ile bize genel olarak dünyaya yepyeni
bir ilgi ve dikkatle bakma imkânını kazandırmalıdır.
Sevgi
insandan ayrı bir kısım olmayıp, yaşamın içinde var olan ve genellikle
içtenlikli bir karşılıklı ilişki kurmaktan başka bir şey değildir. Sevgi insan
yaşamının gerekli kıldığı her türlü ilişki üzerine ışığını da saçacaktır. Bu
nedenle eşini sevmekle başlayan sıcak duygunuz yatağınızdan, iş yaşamınıza, tüm
konuşmalarınıza kadar yansımalıdır. Bu ışık elbette bazı noktalarda hususi bir
yoğunluk gösterebilir. Bu durum insanın ilişkilerinde ki özel bir tutum ya da
düzeye bağlıdır.
Sonuç olarak aşk'ın anlamı birleşme bütünleşme
olup özümüzde, Allah Teâlâ’yı bulmanın bilincine ulaşmak demektir. Eşlerin
birbirlerini ilahî hikmetin ete kemiğe bürünmüş, bedenleşmiş hali olarak
algılamaları ve birbirlerine taparmışçasına manevî bir saygı ve sevgi duymalarıyla hikmete ulaşacaklarını söyleyebiliriz.
****************
“...Türk fikir âleminin senyörü olan bir kimsenin
eserlerini sadece karıştırmış olmak bile iftihar vesilesidir."
Erol GÜNGÖR
[1] Aziz Mahmud HÜDAYİ, Sohbetler, hzl:
Sami ARPAGUŞ, 1995, İnsan Yay., İstanbul, 1. Sohbet
[2] Taabbüdî :
"İbadete ait olup emrolunduğu için yapılan. Sebeb ve illeti sadece emir
olan, aklın muhakemesine bağlı olmayan. İbâdete âit ve müteallik.
[3] (Ankebut, 45)
[4] Buhari. 19/129-132, No:5060.
Müslim. 9/172; Ebu Davud. II/ No:2046; Tirmizi. IV/301; Nesai. IV/169-171;
Darimi, II/ No 2171: Ahmed. I/447
[5] Ahmed. V/163-164
[6] Tirmizi, Nikah. V/305; İbn Mace.
Nikah; Con: II/167
[7] Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi;
Malik, Tac, II/298-299
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar