Print Friendly and PDF

ARAPLARIN İSTANBUL EMLÂKİNİ SATIN ALMALARININ ARKAPLANI

Bunlarada Bakarsınız



Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Said HATİBOĞLU'nun "KUR’ÂN ve SÜNNET IŞIĞINDA Hz. PEYGAMBER’İN GAYBA MUTTALİ OLMASI" Makalesinde geçen aşağıda zikredilen hadislerin anlayış karmaşası, İstanbul'da Arapların emlak satın almalarının arka planını gösteriyor.
Saçma olan bu düşüncenin gayri İslami olan çehresi, İstanbul için felaket senaryolarını hazırlıyor.
Bahsedilen nedenle yani İstanbul'u satın almaya çalışan Araplar yüzünden, gelecek yıllarda  milletimiz vizeyle dahi şehre giremeyecektir. Acil olarak İstanbul emlaki için tedbirler alınmalıdır.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Bir noktayı belirtmek istiyorum. “Rasûlüllah adına çıkarılmış olan bu hadislerin ne zararı var?” diye sorabilirsiniz. O kadar büyük zararları oluyor ki, Rasûlüllah adına çıkarılmış bu hadisler yüzünden aileler dağılabiliyor; kavimler birbiriyle harp edebiliyor; bir millet bazen toptan küfürle bile itham edilebiliyor.
Seneler öncesi rastladığım bir rivayetle, yaşadığım dehşeti sizlere aktarmak istiyorum. Biliyorsunuz şimdi İstanbul’dayız. İstanbul’un fethini Rasûlüllah aleyhisselâtü vesselâm "Kostantiniyye elbet fetholacaktır….” Hadisiyle müjdelemişler. Gerçekten de Rasûlüllah böyle bir hadis söyleyebilir mi?
Bu âcize sorarsanız, ben söyleyebilir diyorum.
Niçin?
Çünkü, Cenâb-ı Rasûl’de, İslâm Dini’nin ahirete kadar bütün insanlığın malı olacağı inancı var.

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا
"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter." (Fetih 28.) âyet-i kerimesi var. Rasûlüllah’da bu inanç var ve bu inanca sahip olduğu için daha yedinci senede, yani Mekke’yi fethetmeden önce Hudeybiye anlaşmasının akabinde civar ülkelere, Mısır’a, Bizans’a, İran’a İslâm’a davet mektubları gönderdi.
Eğer İslâmiyet yalnız Araplar’a mahsus bir din olsaydı, neden bu civar ülke halklarını İslâm’a davete ihtiyaç vardı?
Çünkü, Rasûlüllah, bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir. O sebeble bütün insanlığın kurtuluşunu tekeffül etmeye hazır bir Peygamberdir. Dolayısıyla böyle bir hadis söylemesi gayet mümkündür.
Şu bildiğimiz Ayasofya, Peygamberimizin doğumundan üç yüz sene önce yapılmaya başlanmış ve doğumuna yakın tamamlanmıştır; ama, Peygamberimizin Ayasofya’dan haberi belki yoksa da kendisi Bizans ile ticarî ilişkileri olan bir kavmin mensubu. Bizans’da meydana gelen hadiselerin haberi O’na geliyor; Konstantiniyye’nin varlığından haberdardırlar. O yüzden böyle bir hadis söyleyebilirler. Ama, bizim Müslümanlar, asırlar devam eden İstanbul’u fetih hareketlerinden hiçbir netice alamayınca birinci ve ikinci asrın içinde öyle bir fikre vardılar ki, İstanbul’un fethi ancak kıyamet zamanında gerçekleşecek. Bu yüzden ümmet arasında "Fethül Kostaniyye min alâmeti s-saat" [İstanbulun fethi kiyamet alametlerindendir.) fikri gelişti.
Bu sözler hadis halinde kitaplarımızda vardır:
"İstanbul’un fethinden önce Deccal çıkacak, Müslümanlar silah bile kullanmadan İstanbul’u fethedecekler"     gibi hadisler vardır.
Şimdi işin enteresan tarafına geliyorum. Eğer İstanbul’un fethini, bu rivayetlere inanarak, kıyamet zamanında vuku' bulacak bir hadise olarak kabul ederseniz o zaman şu fethedilmiş İstanbul’umuzun değeri sizin gözünüzde ne olur?
Demek ki, henüz İstanbul fethedilmemiştir, dersiniz.
Ne acaib şeyler söylüyorsun diyeceksiniz ama, bunu söyleyen ben değilim.
Size meşhur Reşid Rıza’nın hazırladığı Tefsirü’l-Menâr'dan bir pasajı aynen okuyorum.
"Verede min eşratis-saati fethül Kostantiniyye" diye vârid olmuştur ki, İstanbul’un fethi kıyamet alâmetlerindendir.
Bu rivayet sahih hadis kitaplarında vardır, diyor. Bu hadis üzerine, âlimler âlimi şeyhimiz Mahmud Neşşabe -ki, bu zat 1890’da vefat etmiştir- bu hadisin mânâsı hakkında demiş ki,
Reşid Rıza “Mahmud Neşşabe, siyaset erbabından değildi. Türklerle Arablar arasındaki bu düşmanlık onun zamanında yoktu. Türk Hükümeti’nin şu zamanda yaptıklarını bir tarafa bırak” ilavesinde bulunuyor. Yani bunlar olsa böyle bir şey söyleyebilir denilebilir. Reşid Rıza’nın vefatı 1935’tir. Dolayısıyla bu sözleriyle daha evvelki devri kastediyor.
Diyeceksiniz ki, mesele burada kalmış mı?
Hayır kalmamış. 1994 yılındaki haccım sırasında, İbrahim Çalışkan Hoca ile yatsı namazım müteakip Kâbe’de tavafımızı yaptıktan sonra kitapçılara gittik ve bir kitapçıda "Eşrati s-saat"   [Kıyamet alametleri] diye beş yüz sayfaya yakın bir kitap gördüm. Kitabı ilk açışımda -Cenâb-ı Hakk bazen bana böyle lütuflarda bulunur!- bu hadis karşıma çıktı. Emin olun dehşete düştüm, nerede ise kitapçının boğazına sarılacaktım. İbare şu:
Bu ifade, Mekke’deki Ümmü’l-Kurâ Üniversitesinin Şeriat Fakültesi’nin akide bölümünde yapılmış olan bir tezdir. Üç defa basılmış, ilk baskısı 1989’da, İkincisi 1990, üçüncüsü 1993. Ben son baskısını aldım.
Burada tez sahibi allâme (!) sadece kendi safsatalarını anlatmakla kalmıyor. Üstelik bir de hepimizin muhterem saydığı Ahmed Muhammed Şâkir’den nakillerde bulunuyor. Dehşete kapılmamak mümkün değildir. Ahmed Muhammed Şâkir bizim tanıdığımız kadarıyla İmam Şâfiî’nin Risâle 'sini tahkikle ortaya çıkaran ve Mısır’da Ahmed İbn Hanbel’in Müsned’ini yayınlamaya başlayan fakat ömrü vefa etmeyen büyük bir âlimdir. Ama gel gör ki, bu müellif, tenkid zihniyetinden bihaber olduğu için aynı zırvalan kitabında sıralıyor. Bunların hepsi metin olarak elimde var.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. İslâm Dünyası’nda 1400 yıldan beri kitap yazılıyor. Tek bir kitap Kur’ân’la başladık daha üçüncü asırda Taberî, tek başına otuz ciltlik tefsirini yazdı. Altıncı asırda yaşamış olan İbn Akil’in bir rivayete göre 400, diğer bir rivayete göre 600 ciltlik tefsiri var. Bunların hiçbiri elimizde yoktur. Bunları kim okuyacak da, bunları kim tahlil edecek de bize gerçekleri ortaya çıkaracaktır?
Hocalanmızın vaktiyle başlattıkları bu vakıf çalışmaları eğer genişleyebilir, gerekli yardımlar sağlanabilirse, İslâm Dünyası’nın kurtuluş ışığı Türkiye’den çıkacaktır. Benim kanaatim odur. Ümmü’l- Kurâ’da yapılan tez benzerleriyle bir yere varılabileceğini zannetmiyorum. İş parada değil sadece. Muhteşem üniversiteleri ve kütüphaneleri varmış, ben görmedim ama kafa değişmedikçe o kütüphaneleri, o İslâm kültürünü elekten geçirmedikçe Rasûlüllah’a layık ümmet olmak muhaldir.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi O’na layık olanlardan eylesin.
Sh:29-31
Kaynak: KUR’ÂN ve TEFSİR ARAŞTIRMALARI-V (İslâm Düşüncesinde Gayb Problemi-I) Tartışmalı İlmî Toplantı 12-13 Ekim 2002

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar