ÂŞIK DERTLİ
Asıl
adı İbrahim olan Âşık Dertli, Bolu’ya sekiz ve Gerede’ye bir saat mesafedeki
Çağa — yeni adiyle Reşadiye — nahiyesinin Salmalar köyünde, H. 1186 (M. 1772)
yılında doğmuştur. Bahası Kara Hüseyin oğullarından Ali Ağa isminde bir köylü,
anası da yine ayni köyden Ayşe adlı bir kadındır. Etrafı ormanlarla çevrili dar
bir vâdî kenarındaki Çağa, otuz yıl kadar önce kısmen yanmış olduğundan, bir
kısım halk, vâdî nihayetindeki Çağa gölü’nün cenup kenarında güzel ve temiz bir
kasaba kurmuşlardır.
Anadolu’nun
bu sâkin ve şirin köşesinde yetişen İbrahim, çocukluğunu sığır gütmekle
geçirdi. Babası ölünce, sahip olduğu tarlaları o sırada nahiyenin a'yânı olan
Halil Ağa zorla elinden aldı. Zavallı İbrahim, bunun üzerine akrabasından Dört
Dîvânın Deveciler köyünde oturan Hacı Ömer Ağa’nın babasının yanına sığındı;
fakat orada da oturamayarak İstanbul’a gitmeğe mecbur oldu. Osmanlı İmparatorluğu, eskidenberi, hem İstanbul’da' arasıra zuhur
eden iaşe zorluklarına ve âsâyişsizliğe karşı koymak, hem de köy halkının her
ne sebeple olursa olsun topraklarından ayrılmasına meydan vermemek için,
bekârları ve köylüleri İstanbul’da yerleşmekten menediyordu. Hükümet, İstanbul’da arasıra sıkı teftişler yapar ve bu
gibileri şehirden çıkarırdı. [Bazıları Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Ankara’ya
köylüler sokulmazdı derler. Buna hani. demek geliyor. Garibanım benim..
İbrahim,
bu mecburiyet karşısında tekrar Anadolu’ya döndü ve bir müddet şurada burada
dolaştıktan sonra Konya’ya gelerek Hacı Âsim Usta adlı bir kahvecinin yanında
üç yıl çıraklık etti. Oradan Mısır’a giden İbrahim, on yıl orada kaldı; sonra
köyüne döndü.
Daha
çocukluğundan beri saz çalmağa ve şiir söylemeğe meraklı olan İbrahim,
maceralar ve seyahatlerle geçen bu hayatında birçok dervişler. ve âşıklarla
düşüp kalkmış, umûmî kültürü ve edebî terbiyesi, İstanbul, Konya, Kahire gibi
büyük merkezlerde, âşık kahvelerinde ve tekkelerde İnkişaf etmişti. Bütün saz
şâirleri gibi edebî bir mahlas alan şâirimiz, artık Lûtfî mahlasyle süre
söylüyor ve oniki telli saziyle âşık fasıllarına iştirak ediyordu.
Köyüne
döndükten sonra Sarayköy’İü Hafize adlı bir kadınla evlendi; Ömer ve Seyyid Ali
isminde iki oğlu oldu. Ekip biçecek toprağı olmadığı için, geçinmesini ancak
saziyle ve şiirleriyle te’min edebiliyordu. Sesi güzel olduğu gibi, çöğür çalmakta da mehâreti olduğundan, âşık fasıllarında ve
zenginlerin konaklarında da büyük rağbet görüyordu. Esasen o zamana kadar
geçirdiği serseri hayatın î'tiyadları, onun bir yerde oturup yerleşmesine,
bilhassa bir köy muhitinde yaşamasına imkân bırakmıyordu, Bektaşi tekkelerinde,
Kızılbaş muhitlerinde öğrendiği kaba ve basit bir pantheisme telâkkisi, onu
işret ve sefâhet âlemlerinin sefih ve geçici heveslerine cezbediyordu; bununla
berâber, elinde sazı, diyar diyar dolaşan serseri âşık, arasıra, köyünde sefil
bıraktığı âilesini, çocuklarını derin bir izt'rapla hatırlıyordu. Şiirlerinde
buna delâlet eden çok hazin parçalara sık sık tesadüf olunur.
Meslekinde
çok ilerlemiş, şöhreti Anadolu’nun oldukça geniş sahalarına yayılmış olan şâir,
belki de yıllarca çektiği sefalete bir çâre bulmak ümidiyle, H. 1241 (M.
1826)’de tekrar İstanbul’a gitti. O sırada İstanbul’da muntazam bir teşkilâta
mâlik olan ve saray tarafından himâye edilen sazşâirlerinin bilhassa Beşiktaş,
Tahtakale ve Tavukpazarı’nda çok meşhûr kahvehaneleri vardı; buralarda büyük
âşık fasıllar icrâ ediliyordu. Böyle bir fasılda askıdaki muammâ’yı hallederek
saziyle ve söziyle kıymetini isbat eden şâirimiz, bilhassa, kendisine düşen
mükâfatı âşıklar arasında taksim etmek suretiyle de, haklı bir hürmet ve şöhret
kazandı. Şâirimizin İstanbul’da bulunduğu sırada meşhûr Hüsrev Paşa’ya intisâb
ederek, hattâ onun Şem'dan ağası olduğu hakkında bâzı husûsî kayıtlara da
tesadüf ettik. Husrev Paşa» evvelce H. 1225 (M, 1810) ve H. 1237 (M. 1822)
yıllarında iki defa Bolu Mutasarrıflığı vazifesinde bulunduğundan, şâirimizin
ona nasıl intisaib ettiği daha kolay anlaşılabilir.
Garp
medeniyetinin, bilhassa hârici şekillerine çok hayran olduğu için, eski
serpuşlar yerine Tunusİular’ın Fes’ini millî serpuş olarak kabul eden ve yeni
teşkil ettiği Asâkir-i mansûre’ye giydiren Mahmud’un yaptığı bu şekil inkılâbı,
o zamanki Osmanlı cemiyeti içinde birçok dedikodılara meydan vermişti. Doğrudan
doğruya bu yeni teşkilâtın başında bulunan Husrev Paşa’nın da âmil olduğu bu
inkılâbı alkışlıyan şâirler arasında Dertli’yi de görüyoruz : Bu fes redifli kaside’nin — şüphesiz Husrev
Paşa vâsıtasıyle —Padişah’a takdim olunduğu ve şâirimizin buna mükâfât olarak
Hendekçi Oğulları yerine Çağa a'yânı ta'yin edildiği rivâyet edilmektedir ki bu
herhâlde H. 1243’te fesin kabulünden sonra olmak icâbeder; bununla beraber
rivayetlerden ve bâzı şiirlerinden anlaşıldığına göre, serseri mizaçı derbeder
şâir bu vazifesinde uzun zaman kalamamış, kendisini çekemiyen birtakım
düşmanlarının hücumlarına ma'ruz kalmış ve halktan topladığı vergi paralarından
mühim bir kısmını da zimmetine geçirdiğinden, vazifesinden azledilmiştir. Mecid
I. devrinde, 1257 — 1258 tarihlerinde Babı defterdarı olan Hüsnü Efendi’ye
takdim ettiği iken redifli bir gazeli de, bunu oldukça sarahatle anlatmaktadır.
Dertli’nin
ıbu meşfıûr mamzûmesini buraya aynen alıyoruz :
Âl renkler bahşeder ruhsâre-i
hûbâna fes
Benzemez mi şâh-ı gülde gonçe-i
handâna fes
*
Şöyle örter bastırır perçemleri
mahfuz için
Hâil olmak maksadı manzûre-i
düşmana, fes
*
Kudret-i Mevlâ ile günden güne
şöhretlenip
Başların üstünde yer buldu gelip
meydâna fes
*
Şâl-i Lâhûr istemez müstağni-i
meşşâtadır
Başka bir zînet verir hüsn-i
nigâra, şâne fes
*
Kurt ile agnamı gezdirdi beraber
dünyada
Adli seyfi şayi etti milket-i
Osman'a fes
*
Feth-i â ‘dâ kılmağa çekti siiyûf-i
Haydar’i
Ânın için rengi al oldu, boyandı
kâna fes
*
Pâdişahlıktan murâd 'kânundur ancak
âleme
Haşredek yâd olmağa kânun yeter
Sultân’a fes
*
Nîce serden geçti’yi serden
geçirdi, tığladı
Dalkılıçlar zümresin daldırdı hep
ummâna fes
*
Bâğbânm bağların soldurdu bâd-i
kaıhr ile
Hânümânın şöyle kıldı ânların
vînâne fes
*
Fes değil medhiyye-i festen
murâdını Dertliyâ
Bir
vesiledir duâ-yı Husrev-ü Hâkân’a fes
Sefil
ve derbeder hayatının ihtiyarlık yıllarında, biraz sükûn ve refaha kavuşacağı
sırada uğradığı bu felâket, zavallı şâiri büsbütün perişan etti. Sefil ve
serseri âşıklık hayatı tekrar başlamıştı. Şimdi, eskisinden daha fazla
içiyordu. 1256 Muharreminde Bilecik’in Gülpazaarı kasabasında bulunduğu sırada,
belki bir serhoşluk buhranı içinde, boğazım keserek intihara teşebbüs etti.
Halk arasındaki bir an'ane, Muharrem ayına tesâdüf eden bu teşebbüsün, Kerbelâ
şehitlerine karşı derin aşkından ileri geldiğini, iddia eder. Kendisi —
kitabımızada aldığımız — bir mersiye’sinde, gerdanını bu sebeple kestiğini
itiraf ederse de, bunun herhalde bir te’vil’den başka; birşey olmadığı meydandadır.
Asıl mahlası Lûtfî olduğu hâlde, sonradan Dertli diye şöhret kazanması,
rivayete göre, bu teşebbüsden sonradır. Bu intihar teşebbüsünden sonra, biraz
evvel bahsettiğimiz Bolu defterdarı Hüsnü Efendi onu himaye ederek, bir aralık
Gerede civarındaki Beşçam derbendine muhafız tâ'yin etmese de, serseri şâir,
bir-iki av hizmetten, sonra, buradan da ayrılmıştır.
Sazı
elinde, tekrar seyahatlere başlıyan ihtiyar şâir, bu aralık Ankara eşrafından
Âlişan Bey’in himayesine sığındı. Bir rivayete göre Cihan Beyli kazâsının
Uzunlu köyüne mensup olan, hattâ bir zamanı Diyarbakır Voyvodalığında da
bulunan bu zat, saz şâirlerini ve yoksulları himaye eden oldukça münevver ve
edebiyat meraklısı bir adamdı. Evvelce Erzurumlu Emrah’tan bahsederken, onun da
bu Âlîşan Bey’in lütuf ve himayesini gördüğünü, ona medhiye yazdığını
söylemiştik. Dertli’nin şiirlerinde ise, Âlîşan Bey’den bahseden, onun
büyüklüğünü, lûtuflarını gösteren parçalar pek çoktur. Bâzı halk rivayetleri,
ihtiyar şâirin onun kız kardeşi Bostan Hanım’a âşık olup, hattâ ona âit bâzı
şiirler yazdığını ve bu gibi münasebetsizliklerinden dolayı bir aralık konaktan
kovulmuşsa da, sonra affedildiğini iddi'â eder; fakat, bu hususla tarihî hiçbir
delilimiz yoktur. Yalnız bir manzumesinde, galiba yaptığı delice kusurlardan
dolayı, onun afvını istirham etmektedir :
Sana
bû mesned-i vâlâ beyim zât-i tecellîdir
Ve
î zahirde derler gerçi ihsân-ı hümâyundur
Duâ-gû
bende-i nâçizinim dergâh-ı lûtfunda
Gedâya
merhamet 'kılmak beyim beylerde kânundur
Kusûrdan
hâlî olmaz bir dakika âsitânında
Efendim
Dertli’yi bilmez misin sen eski mecnûndur
Âşık Dertli hakkında şimdiye kadar kimsenin dikkatine çarpmayan
mühim bir kaydi eski talebem ve meslekdaşım Fevziye Abdullah’ın ikazı üzerine
buraya ilâveyi faydalı buldum.
Nâmık
Kemal’in arkadaşlarından Bereketzâde İsmâil Hakkı, Yâd-ı Mâzî adlı eserinin
Bursa’dan Akşehir’e gidiş bahsinde, Dertli’nin sevgilisi Bostan Hanım’a dâir şu
mâlûmatı veriyor :
«İsmini
unuttuğum bir karye, Cihanbeyli aşiretinden ve Kürd eşraf ru’esâsından Hacı Bey’le
zevcesi olup Konya ( ?) havâlisinde meşhur dertli şâirin vaktiyle hüsn-i
cemâlini muhrik edalarla vasf-ü hikâyeti mutazammin birçok gazeller söylemiş
olduğu Bostan Hanım’ın ikâmetgâhıdır. Ahiren mülhakatı devre çıktığım esnada
karye-i mezkûreye geleceğimi haber almaları üzerine Hacı Bey’le Bostan Hanım
atlara binerek ve Bostan Hanım silâhlarını takınarak tevâbiyle birlikte bir
saatlik yerden istikbâle çıkmışlardı. Konaklarına misafir ettiler ve aşiretlere
mahsus debdebe ve tekellüflerle hürmet eserleri gösterdiler. Köyün
delikanlılarıyla kızlar halay çektiler; seyr-ü temâşâ ettik. Bizim görüştüğümüz
Bostan Hanım ihtiyarlamıştı. Sohbet esnâsında murassa' kuşaklı kehrubâ ağızlığı
bulunan uzun yasemin çubuğunu arasıra çekiyor ve ahvâl-i âleme ve bilhassa o
zamanki Rusya muharebesine dâir dinlenecek sözler söylüyordu».
Müellifin,
bu cümlelerden sonra, «Ertesi pazar günü erkenden kalktık ve bütün gün
arabaları sürerek, o gün guruba yakın bir zamanda Kaymakam’ı ta'yin olunduğum
Akşehir kazasının bu nâmda merkezi bulunan Akşehir kasabasına girdik» dediğine
bakılırsa, Bostan Hanım’a, Akşehir’e araba ile bir günlük mesafede bulunan bir
köyde rastladığı anlaşılıyor.
Şâirimizin
ölümü hakkındaki bilgimiz de yine bir rivayete dayanıyor. Bu rivâyete göre
Dertli, H. 1263 (M. 1848) yılında bir gece Ankara'da Alışan Bey’in konağında
misâfir iken, hâmîsine, artık göçmek zamânının geldiğini ve kendisinin
saçlarından öpmek istediğini söyliyerek, saçlarından öpmüş ve orada
bulunanlarla helâllaşarak, sofadaki bir hasır üzerine uzanmış ve orada can
vermiştir. Evvelce, bir manzumesinde:
Mevtimde
Müneccim Tepesi mansıbım olsun
Taşları
cevahirdir anın toprağı zerdir
diyen
şâir, galiba bu arzusu yerine getirilmek için, Âlîşan Bey tarafından Müneccim
Tepesi civarındaki mezarlığa defnedilmiştir. Bu tepede o zamanlar Ankara’nın
büyük meyhanelerinin bulunduğu rivâyet ediliyor. Bu mezarlık, bugün Saman
Pazarı’ndan Koyun Pazarı’na giden yoldan Cebeci’ye ayrılan yolun üzerinde iken,
sonradan yola kalbolunmuştur. Şâirin oğlu Seyyid Ali’nin Eşref ve Mehmed adlı
iki evlâdının 1928’de hâlâ köylerinde yaşamakta olduklarını B, Ahmed Tal‘at
söylemektedir. İşte, Dertli’nin hayatı hakkında bildiklerimiz, kısmen halk
an‘aneleri ile karışmış olmakla ve tamâmıyle tarihî bir mâhiyet göstermemekle beraber,
şimdilik bundan ibarettir.
XIX.
asır, evvelce söylediğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük merkezlerinde
birçok sazşairleri yetiştirmiş olmakla beraber, Emrah ile Seyrânî’yi istisna
edecek olursak, içlerinde Dertli kadar şöhret kazananı yoktur. Tam mânasıyle
meslekten yetişmiş bir âşık olduğu için uzun hayatı seyahatlerde, âşık
fasıllarında geçen, her sınıf halk ile düşüp kalkan şâirimiz, bilhassa
İstanbul’da ve Biati Anadolu’da şöhret kazanmıştı. Muharrem’de intihâra teşebbüs
etmesi, Bektaşilik boyasını taşıyan serbest, alaylı şiirlerinden dolayı
medreseliler tarafından tekfir edilmesi, daha hayatında, hakkında birtakım
menkâbelerin teşekkül etmesine sebep olmuş ve Dertli, ölümünden sonra,
kendisine melâmet’i şiar etmiş bir velî, bir Allah adamı gibi telâkkî
olunmuştur. Şairliğinin bile, Erenler’den himmet aldıktan sonra, sırf bu
manevî ilham sayesinde inkişaf ettiğini anlatan menkabeler vardır ki, buna
benzer menkabelerin sair bâzı sazşâirleri hakkında da bulunduğunu yukarıda
görmüştük.
Tam
mânasıyla meslekten yetişme bir âşık olan Dertli’nin, Geredeli Âşık Figânı,
Âşık Meydânî, Mudurnulu Âşık Emin gibi birtakım çıraklar yetiştirdiğini
biliyoruz. Gerek onlar üzerinde, gerek kendisinden sonra yetişmiş âşıklar
üzerinde Dertli te’siri az-çok hissedilir; fakat onun şöhreti yalnız âşıklar
arasında kalmamış, halk tabakasından yukarı sınıflara kadar memleketin her
tabakası arasında yayılmıştır. Abdülhak Hâmid, 5 Temmuz, 1879 tarihli bir
mektubunda onun bir gazelini Nâmık Kemal’e âit zannettiği için, Kemal’in şu
tevbihine [Azarlama. Levm etme] uğramıştı
:
«Hâl var, mekal var»
gazelini nasıl olup da benim zannediyorsun ? Neresinde bir kelime gördün ki,
benim yazdığım şeylere benzesin?
«Ey Nâmık-ı bîçâre bu
esrarda ne hâl var» mısraı benim sözüme benzer şeylerden midir ?
Haydi zihaflarını
afvedelim, ben ömrümde esrarlı ne hâl var kadar bir hezeyan söyledim mi?
Viran olası hanede
evlâd-ü 'iyâl var fikrine düştüm mü?
Gazelde ma‘hûd — yâni
güzel vasfiyle tâ'rif ettiğin ma'hûd — zihaf”ardan başka kusur görmemişsin de
onun için bana âit olmasında şübhe etmişsin; Subhâne men tahayyare fi sun’ihi’l
‘ukül. «Esrarda ne hâl var» budalalığı bir dilberin çehresindeki hâl’lere mi
benzer? «Fikrimden dolayı kıyamet kopmaz a » diyorsun. Kopar, hattâ o kadar
kopar ki, tarziye isterim. Yazdığım şeyler fenâ olabilir; fakat hezeyan
söyleyemem. Ne hummâya mübtelâyım, ne tımarhanedeyim. «Ey Nâmık-ı bîçâre bu
esrarda ne hâl var» mısraı benim mi olacak ? A... Ayıp ! » [Mecmua-i Ebüzziya,
nu. 13, 14, 1296, s. 392].
Dertli’nin
— kitabımıza da aldığımız — bu meşhur gazelinin, mahlas’ı değiştirilerek Nâmık
Kemal’e isnâd edildiğini ve hattâ Hamid’in bile buna inandığını gösteren bu
mektup, Kemal’in bundan ne kadar sinirlendiğini de anlatmaktadır. Hiç şüphe yok
ki, Kemal bu sinirlenişinde çok haklıdır ve Hamid’in, bu kadar kusurlu ve bozuk
bir şiiri nasıl olup da Kemal’e âid zannettiğini anlayamıyorum; lâkin, bu
muhabere, bize Dertli’nin şöhretini göstermek itibariyle çok dikkate değer.
Eserlerinin
halk arasında büyük bir rağbet kazanarak dîvân’ının — çok eksik olmakla beraber
— taş basmasıyle üç -beş def‘a basılması, Ankaralı şâir Sa'dullah İzzet
Efendi'nin onun meslek ve meşrebi, Âlişan Bey’le münâsebeti ve ölümü hakkında
uzun bir manzum menkabe yazmış olması, şâirimizin şöhretini gösteren
delillerdir. Söziyle ve saziyle, daha hayatında geniş bir şöhret kazandığını ve
fakat buna rağmen sefaletten kurtulamadığım, arasıra, bâzı manzumelerinde hazin
bir gurur ile söyliyen şâir, şöhretinin, ölümünden sonra da kuvvetle devam
edeceğini bilmem tahmin edebilmiş miydi?
Dertli,
XIX. asır âşık edebiyatının muhtelif husûsiyetlerini ve temayüllerini temsil
eden bir şâirdir. Esâsen, hayatı ve mizâcı hakkmdaki bilgilerimiz, edebî
şahsiyetinin teşekkülündeki başlıca âmilleri de bize anlatabilecek bir
mâhiyette bulunuyor. Çocukluğunu sığır çobanlığıyle geçiren bir köylü olduğu
hâlde, büyük merkezlerdeki âşık kahvelerinde ve tekkelerde geçen hayatı,
doğuştan isti‘dâdını inkişaf ettirmiş, edelbî kültürünü — âşık zümresine mensup
diğer sazşâirleri gibi — yükseltmiştir. Laubali, derbeder tabiati, öyle
görünüyor ki, Bektaşi tekkelerinde yaşayan serbest ve basit tasavvuf
telâkkilerini kolayca kavramasına hizmet etmiş, Bektaşi ve Şi‘î ananelerini
öğrenmiş, propagandacı Bektaşi Kızılbaş şâirleri tarzında bektaşı şiirleri,
devriye’ler, nefesler, Kerbelâ şehidleri için mersiyeler de yazmıştır. Halvetî
tarikatine mensup olduğu hakkındaki iddialara rağmen, Bektaşi olduğunu, bâzı
manzumelerinde açıkça söylemektedir. Yeniçerilerin kaldırılmasından sonra
Osmanlı Imparatorluğu’nun Bektaşılar aleyhinde şiddetli bir siyâset tâkibettiği
ve Bektaşi tekkelerini kapattığı sırada, Dertli de belki kendisini Halveti
tarîkatine mensup göstermek mecburiyetinde kalmıştır; fakat zevkine, meşrebine
uygun gelen, bu Bektaşi pantheisme’i, onu hiçbir zaman mutaassıp bir Bektaşı
şâiri yapmadı, Medreselileri’in dar ve mutaassıp düşüncelerinle karşı yaptığı
eğlenceli hücumlar, tâli'inden şikâyet ederken bâzı acı feryadlar, kendisini
softalar nazarında bir zındık gibi göstermiş ve onlar tarafından türlü türlü
hücumlara uğramıştır. Dertli bu hususta da diğer âşıklar’dan ayrılmış, onlardan
daha başka birşey yapmış sayılamaz.
Dertli,
edebî kültür bakımından, meselâ Emrah ve Zihnî ile mukâyese edilebilecek bir
kuvvette olmamakla berâber, şâir çağdaşlarından hiç de aşağı değildir. Büyük
klâsik şâirlerden bilhassa Fuzûlî’yi çok iyi bildiği ve yalnız arûz ile değil,
hece vezni ile yazdığı şiirlerde de onun Büyük te’siri altında kaldığı açıkça
görülüyor. XVII. asırdan başlıyarak, bilhassa ,Âşık Ömer’den sonra bütün âşık
edebiyatında gördüğümüz bu Fûzulî te’sîr i’nden Dertli’nin de kurtulamaması pek
tabiîdir. Şu birkaç misâl, bunu pek iyi gösterebilir :
Nâle vü zârım ile halka haram oldu
yuhu
Kara bahtım yuhudan olmadı bîdâr henüz
Kara bahtım yuhudan olmadı bîdâr henüz
Fuzûlî
Feryadımdan halk-ı cihan uyandı
Dîde-i ikbâlim niçin uyanmaz
Dîde-i ikbâlim niçin uyanmaz
Dertli
Ey hoş ol günler ki ben hem-râz
idim cânân ile
Fuzûlî
Ah o günler kandedir kim vâsıl-ı
cânân idim
Dertli
Kıldı zülfün tek perişan hâlimi
hâlin senin
Birgün ey bî-derd sormazsın nedir hâlin senin
Birgün ey bî-derd sormazsın nedir hâlin senin
Fuzûlî
Eyledin zülfün gibi âhir perişan
hâlimi
Sormadın rahmeyleyip bir kez benim ahvâlimi
Sormadın rahmeyleyip bir kez benim ahvâlimi
Dertli
Yine
Dertli’nin arûz ile yazılmış bâzı parçalarında, meselâ zâhidlere hücum eden
şiirlerinde Bağdadlı Rûhî te’sîri, hattâ arasıra Nedim te’sîri de uzaktan uzağa
hissedilir; ma'mâfih, Kaygusuz ve Pîr Sultan gibi bâzı Bektaşi Kızılbaş
şâirlerinin de azçok nüfûzu altında kalan şâirimiz üzerinde, Fuzuli’den sonra
en çok Âşık Ömer’in ve biraz da Gevheri’nin te’siri göze çarpmaktadır.
XIX.
asır âşıkları arasındaki umûmî cereyandan ayrılamıyarak arûz. ile gazel’ler,
dîvân’lar, kalenderî’ler, şatranç’lar yazan Dertli’nin bu eserleri, sâir
muâsırlarınınki gibi, lisân bakımından çok sakat ve nazım teknik bakımından da
çok kusurludur. Şekil i'tibâriyle bozuk olmakla beraber, bunlar arasında bâzan
ilham i'tibâriyle güzel parçalara da tesadüf olunabilir. Hulâsa, Dertli’nin
arûz ile yazdığı eserlere karşı yapılacak tenkidler, sair muâsırlarına da
tevcih edilebilecek umûmî tenkidlerden fazla değildir.
Dertli’nin,
kısmen klâsik edebiyattan, kısmen tekke şâirlerinden ve en çok âşık
edebiyatından aldığı muhtelif unsurların imtizâciyle teşekkül eden edebî
şahsiyeti, bilhassa hece ile yazdığı parçalarda kendini gösterir. Gerçi
bunlarda da lisân — ekser çağdaşlarınınki gibi — lüzumsuz, yabancı terkipler ve
yabancı kelimelerle doludur; fakat, azçok klâsik edebiyat kültürü almış bütün
âşıklarda görülen bu umûmî kusurdan kurtulamadığı için Dertli’yi tenkid etmek
doğru olamaz. Çevresinin ve mensup olduğu zümrenin bu gibi temâyüllerine
rağmen, hece vezniyle yazdığı parçalarda ekseriyâ kuvvetli ve samimî bir lirizm
göze çarpar, üslûbu ve edası temiz, ahenkli ve sürükleyicidir. Asıl halk şiiri
unsurlarım çok az içine almasına, mazmûnlarının ve hayâllerinin hemen hiç
orijinal olmamasına rağmen, eserlerinde tabiî ve laubali bir güzellik, bir
samimîlik vardır ve işte bu kudret, onun içten gelen feryadlarını hâlâ
gönüllere duyurmakta, halk tabakasından yüksek sınıflara kadar şiirlerini hâlâ lezzetle okutmaktadır.
1.
Hâl-ü
hat rûyunde eylemiş tuğyan
Zaptetmek
isterler hüsnün kisveni
Mülk-i
Rûm fethine eylemiş ferman
Çekmiş
taburları Hindû askeri
*
Cemâlinden
kemâl oluptur izhâr
İbretle
bakılsa bin nişane yar
Resmolmuş
alnında çifte Zülfikâr
Yâdeder
gözlerin ism-i Hayder’i
*
Aşk
odu’na düşüp ağlayan gülmez
El
uzatıp hûn-i giryesin silmez
Dânâ
olan bilir, nadanlar bilmez
Âşıkm
gönlünde olan dilberi
*
Seni
sevenlerle sen ülfet eyle
Kadrin
bilmeyenden kaç nefret eyle
Perişan
hâlime mürüvvet eyle
Ağlatma
sevdiğim Dertli kemteri
2.
Gerçi
esb-i nâze suvâr olmuşsun
Ne
kaçar, ne kovar, ne tutulursun
Bir
yüze gülücü mekkâr olmuşsun
Ne
candan sevilir, ne atılırsın
*
Riya
sözlerine karnımız toktur
Gerçi
mahbublukta akranın yoktur
ikrar
pazarında metâ'ın çoktur
Ne
alır, ne satar, ne satılırsın
*
Yetişir
Dertli’ye sen eyledin nâz
Nedir
bu ettiğin behey hiylebâz
Adam
aldatıcı ey baş kumarbaz
Ne
oynar, ne üter, ne ütülürsün
3,
Bana
olan cefâ senden değildir
Benim
kendi bahtım kara sevdiğim
Sana
meyil vermek benden değildir
Gönül
düştü nedir çâre sevdiğim
*
Bir
gönce almışım cemâl bağından
Bülbül
veş yâd oldum gül budağından
Müjgân
oklarından, hasret dağından
Ciğerciğim
pâre pâre sevdiğim
*
Sen
gibi cânâna kurban olursam
Terk-i
vücûd, terk-i cihan olursam
Birgün
de çeşnimden nihan olursam
Garib
Dertli diye ara sevdiğim
4.
Yürü
gönül yürü dostundan kalma
Dâim
hatırını soruver gitsin
Eski
düşman sakın dost olur sanma
Arkasından
bıyık buruver gitsin
*
Eğer
ârif isen dünyâdan el çek
Yalan
meydan aldı, tükendi gerçek
Baktın
bir düşmanın seni serecek
Sakalına
piyaz veriver gitsin
*
Ey
Dertli, bu âlem dost düşman olur
Kişi
sevdiğine son pişman olur
Öfke
baldan tatlı çok zebân olur
Hayr-et
yüzün hâke sürüver gitsin
5.
Terk-i
diyâr ettim elvedâ seni
Sevdiğim
sağlıkla kal şimdengeru
Aşkın
ile yaktın bu cân-u teni
Ki
her dem ağlattın bil şimdengeru
*
Nâmerdi
dilersen vasfına ermez
Ağlarım
gözüme uykular girmez
Hakikatli
yâr, dost size elvermez
Var
başına sultan ol şimdengeru
*
Nâr-i
aşkın ile kül olup yandım
Ben
seni kendime sâdık yâr sandım
Kahrını
çok çektim, gayri usandım
Kafadârın
olsun il şimdengeru
*
Kal
benim sevdiğim hûrî isen de
Kişizâde
değil, peri isen de
Yûsuf-û
Ken'an’ın biri isen de
Yâr
senden el çektim bil şimdengeru
*
Gel
yeter cevrettin, bâri var öldür
Gözlerimin
yaşı bulanık seldir
Dertli
gideceği bir düşman ildir
Düşmandan
intikam al şimdengeru
6
Sâkıyâ
camında nedir bu esrar
Kıldı
bir katresi mestâme beni
Şarâb-ı
ladinde ne keyfiyet var
Söyletir
efsâne efsâne beni
*
Ref’et
mikâbım ey vedh-i enver
Zulmette
gönlümüz olsun münevver
Şarâb-ı
lâ'limn lezzeti dilber
Gezdirir
meyhâne meyhâne beni
*
Âşıkın
çok belâ gelir başına
Tahammül
gerektir adû taşına
Şem‘-i
ruhsârma, aşk âteşine
Yanmakta
seyretsin pervâne beni
*
Bakmazlar
Dertli’ye algundur deyu
Hakikat
bahrine dalgundur deyu
Bir
saçı Leylâ’ya Mecnun’dur deyu
Yazmışlar
defter-ü dîvâna beni
7.
Bâd-ı
sabâ benim hasb-i hâlimden
Varıp
nazlı yâre dedin, ne dedi?
Cünûn-ı
aşk ile âşık-ı şeydâ
Geziyor
âvâre dedin, ne dedi?
*
Ne
vakt idi dost iline varışın
El
bağlayıp dîvânına duruşun
Derd-mend
Dertli’yi anıp soruşun
Gamzesi
gaddâre dedin, ne dedi?
*
Yâr
neden hazzeder, neden hoşlanır
Bilmem
güzel nenin müptelâsıdır
Gönül
gâh söyünür, gâh ateşlenir
Ne
çâre çekmeli aşk belâsıdır
*
Sefîne-i
aşkın engine saldım
Girdâb-ı
mihnette eğlenip kaldım
Yüzbin
aman dedim, bir bûse aldım
Hâsılı
ömrümün kan bahasıdır
*
Canlar
fedâ olsun ahû-veş göze
Hiç
doymak olur mu bu şîrîn söze
Bin
tekellüm ettik bakmadı yüze
Bilmem
o yâr kimin âşinâsıdır
*
Dertli
vazgeçer mi ol meh-cebînden
Yahşi
haber aldım öz nesebinden
Verdiği
ıbûseler lâ‘l-i lebinden
İftâr-ı
vasimin diş kirâsıdır
9.
Sevdâ-yı
mahbubtan gönül usandı
Güzeller
cefâdan niçin usanmaz
Demez
ki üftâdem odlara yandı
Hak’tan
hayâ kılmaz, kuldan utanmaz
*
Tîr-i
müjgânlarm cana dayandı
Vücûdum
serâpâ kana boyandı
Feryadımdan
halk-ı cihan uyandı
Dıde-i
ikbâlim niçin uyanmaz
*
Ayaklar
altında bıraktı sersem
Bari
ölmeden bir vaslına ersem
Dertli
hasretinle can verdi desem
Gelse,
mezarımı görse inanmaz
10,
Şur(a)da
bir yavruya meyil aldırdım
N’ideyim
gelmiyor yola anası
Bir
tercüman gerek hâlim söyleyim
O
zaman derdimden bile anası
*
Başıma
getirdin olanca işi
Aslâ
kurumaya gözünün yaşı
Dökülsün
ağzında kalmasın dişi
Bana
ideceğin ola-anası
*
Mail
oldum kaşı ile yüzüne
Mevlâm
illet versin iki gözüne
As'â
kötü söyleyemem kızına
Dilerim
Mevlâ’dan bula anası
*
Bu
Dertli hicrânım böyle giderse
Dinleyin
ağalar dil ne söylerse
Eğer
ki kızım bana verirse
Ol
zaman duâlar ala anası
11.
Şöyle
zayıf etti çille-i aşkın
Gözlere
görünmez oldu bu tenim
Düştü
iç iklime gülle-i aşkın
Yıktı,
harâb etti burc-u bedenim
*
Bir
göncedir hüsün gülistanında
Bülbüller
cem'olmuş çevre yanında
Eğer
can verirsem âsitânında
Sarı
perçemiyle diksin kefenim
*
Sevdiğim
bir tane, meftun şenindir
Dertli
aşka feda can-ü tenindir
Sorarlarsa
şu mehpâre kimindir
Vallahi
benimdir, billahi benim
12.
Mürüvvet
kılsan a behey bî-vefâ
Âşıklar
yolunda hamyâze çekmiş
Evrâk-ı
hüsnüne Vâcib Te'âlâ
Rişte-i
câmmdan şîrâze çekmiş
*
Görmedim
âlemde emsalin güzel
Vasfın
(i)çin yazmıştım nice bin gazel
Kaşların
nakşeden Nakkâş-ı ezel
Perkârlar
çevirmiş, endaze çekmiş
*
Câm-ı
mey yollamış nûş etsin deyu
İçsin
de hatırın hoş etsin deyu
Nâle-vü
fer yâdım gûş etsin deyu
Hüseynî
perdesin Hicaz’a çekmiş
*
Aşkı
bana vermiş fikretsin deyu
Baksın
cemâlime şükretsin deyu
Ehl-i
aşk olanlar zikretsin deyu
Dertli
aşk defterin beyaza çekmiş
13.
Aşık
olan gezer gurbet illeri
Böyledir
mürşidden icazetimiz
Sıdk
ile tutmuşuz tevekkül bâbın
Gün
begün artmakta kemâlâtımız
*
Âşıklar
ta'netmez yoksulu, bayı
Gönülde
bir tutar bay-ü gedâyı
Esîr-i
aşk olan bilmez safâyı
Bizim
gam çekmektir sefahatimiz
*
Dertli
gurbet ilde kaldı bî-ıhemtâ
Görünmez
gözüne cevher-i yekta
Recâm
budur sana Hazret-i Mevlâ
Nâsib
et bizlere vilâyetimiz
14.
Gönce
üsküflendi gülşen donandı
Gül
kadrin bülbül-i şeydâya sorun
Saltanat-ı
şitâ odlara yandı
Murglar
zârını sahrâya sorun
*
Nâzenîn
ömürümüz etmekte mürûr
Kul
mudur dost aşkı etmemiş zuhûr
Kaplamış
etrâfın vuhûş-ü tuyûr
Mecnûn’un
hâlinden Leylâ’ya sorun
*
Candan
bir dost desen bin sevab değer
Kul
mudur dost aşkı olmayan meğer
Dertli’yi
uslanmaz derseniz eğer
Keyfiyet-i
aşkı Mevlâ’ya sorun
15.
Çıkarma
sevdiğim kenâr-ı festen
Ağmasın
sinemde yâre perçemin
Kesti
beni tâb-ü derman, nefesten
Eylemez
derdime çâre perçemin
*
Aşkınla
âşıklar n’eylesin, n’etsin
Başın
alsın kangı diyâra gitsin
Cem'olup
hacılar ziyâret etsin
Kisve-i
beyt gibi kara perçemin
*
Mukavves
kaşların san‘at-ı Yezdân
Bu
güzellik sana Huda’dan ihsan
Bir
telini zâyi‘ kılsan nev-civan
Bağrımın
başında ara perçemin
*
Gönül
ülfet etmez gayri ferd ile
Değü
nâmerd ile dahi merd ile
Dîvâne
Dertli’yi böyle derd ile
Berbâd
eder vara vara perçemin
16.
Çekmiş
keşidesin vurmuş okların
Almışlar
sînemi nişan kaşların
Hânümânın
harâb etti çokların
Yerdi
her gönüle nişan kaşların
*
Can
telef etmeye kasdı var ıgifoı
Baş
bağa vermişler çifte mâr gibi
Yed-i
Hayder’deki Zülfikâr gibi
Vermez
Rüstem’lere eman kaşların
*
Âşık
öldürmeye tedbir ettiler
Yazdılar
fermanım temhir ettiler
Tatâr-ı
gamzenle elbir ettiler
Kılmaya
dil mülkün vîrân kaşların
*
Cevrindir
hatırım nâşâd eyleyen
Lûtfundur
harabım âbâd eyleyen
Dert-mend
Derfcli’yi berbâd eyleyen
Sûhâne
bakışın, keman kaşların
17.
Yağma
edip akl-ü fikrimiz aldı
Bir
nâzik edalı elvanlı güzel
Yeni
baştan bizi sevdaya saldı
Ahû
gözlü, bir ak gerdanlı güzel
*
Bir
kûh-ü sahrâya konmuş obası
Geşt-ü
güzâr ettim dağı, ovası
Şehir
dilberinin çoktur edası
Aşirette
molla ünvanlı güzel
*
Hüsnü
meh-i Şaban, takati Receb
Cihâna
gelmemiş böyle gonce-leb
Aklı
zâhir, kendi bir âlî-neseb
Sağ
olsun Dertli’ye dermanlı güzel
18.
Bahar
seli gibi dağlar (başında
Gör
nice torlandıra, nice bulandım
Bir
dâr-ı şifâdan boşanmış gibi
Sürüyüp
zinciri hayli dolandım
*
Ömrüm
helak ettim dehrin peşinde
Yüzbin
çille vardır her bir işinde
Hicran
ocağında, aşk âteşinde
Ciğer-kebâb
oldum, gör, nice yandım
*
Gâhi
sâil gibi düştüm yollarda
Gâh
Mecnûn-kıyâfet gezdim çöllerde
Bir
kısmet cem'ine gurbet illerde
Çok
meşakkat çektim, çok yuvarlandım
*
Bıktım
o sofunun ibâdetinden
Geçtim
o tekkenin kerametinden
Usandım
mürşidin icazetinden
Çille-i
felekten bezdim, usandım
*
Himmeti
bu imiş bize pirlerin
Hizmetini
ettim nice mirlerin
Hayli
müsellem’in, çok vezir’lerin
Sayesinde
bir Dertli’lik kazandım
19.
Aşk
ehline derman sordum âlemde
Ne
Eflâtun bilir, ne Lokman yazar
Erbâb-ı
aşk olan kalır mâtemde
Anların
ahvâlin perişan yazar
*
Bulunmaz
âlemde böyle dilrubâ
Aşk-u
mahabbeti başlara (belâ
Münkiri
öldürmek sevabdır, ammâ
Zâlim
kadı üstümüze kan yazar
*
Dertli
aşk yolunda olmuştur gulâm
Mastur
cebininde harf-i Eliflâm
Hâkimler
hakkında yazamaz î’lâm
Yazarsa
fermanım Âlîşan yazar
20.
Bakıp
rahmeylemez çeşmim yaşma
Durmaz
cefâ eder nev-civan bize
Böyle
derd vermesin kullar başına
Çün
ezelî vermiş Lâmekân bize
*
Keman
kaşlarına ezel mailim
Bir
lâhza görmesem aklı zâilim
Bir
gün değil beş-on güne kâilim
Etmesin
bu çevri her zaman bize
*
Câme-i
sabrımı odlara yaktı
Muhabbet
kemendin boynuma taktı
Yalın
ayak, keçe külah bıraktı
Gör
ne etti âdil Âlîşan bize
*
Taksimde
dert düştü dil (i) nâşâdıma
Anın
için Dertli denmiş adıma
Ne
yâre hayrım var, ne evlâdıma
Âhir
haram oldu hânüman bize
21.
Bin
pend-üi nasihat eyledim sana
Gönül
düşme dedim bî-vefâlara
Sen
gûş-ı huşunu vermedin bana
Uğrattın
başını bin belâlara
*
Vaktin
dilberinde namus, âr olmaz
İkrarında
sâbit, herk arar olmaz
Aldatırlar
seni sana yâr olmaz
Gönül
ne inandın dilrubâlara
*
Bağda
gönce olmaz gül-femi gibi
Çıkarır
dîdeden göz, nemi gibi
Atar
baştan seni perçemi gilbi
Teslim
olur başka âşinâlara
*
Münafık
sözünü gûş etme beyim
Hâtır-ı
mahzûnum incitme beyim
Derd-mend
Dertli’ye cevretme beyim
Zira
dayanmayız bu cefâlara
22.
Hicrânmla
uyku girmez gözüme
Bî-devlet
ser ister yâr kucağını
Değmiş
bâd-ı sabâ perişan etmiş
Deste
deste duran zülfün bağım
*
Candan
hayranıyım o nev-civânın
Sinem
nişanesi ebrû-kemânın
Gülşen-i
hüsn içre gönce fidânın
Şukûfeler
almış soku sağını
*
Ayaklar
altında Dertli bir kuldur
Ayarda
cevherdir, bahâda puldur
Sâkî
nöbet gözle câm-ı mey doldur
Badedir
yandıran aşk ocağım
23.
Şairlik
dâvasın sürme ey gönül
Huzûr-ı
devlete âkılâne var
Benlik
kapısından girme ey gönül
Bûs-eyle
damanın dervişane var
*
Düş
râhma göz yaşların silerek
Gâhi
ağlayarak, gâhi gülerek
Miktarın
tanıyıp, haddin bilerek
Serkeşlik
eyleme kâmilâne var
*
Ehl-i
aşk olanın yüzü yerdedir.
Bu
benlik dâvası aşka perdedir
Dedim
ki Dertli’ye derman nerdedir
Dediler
devleti Âlîşan’e var
24.
Baş
keser kaddine servi gülşende
Hey
kameti bâlâ seni görünce
Güller
girye eder, gönceler hande
Ey
ruhleri hamrâ seni görünce
*
Aşk
ile bağrıma bastım taşları
Akıttım
dîdemden kanlı yaşları
Zaptedemez
kendin gönül kuşları
Koparır
vâveylâ seni görünce
*
Zülfikâr
resmimde çekilmiş kaşlar
Ehl-i
aşk hâlinden bilmeyen taşlar
Gülşen-i
hüsnünde evrada başlar
Her
bülbül-i şeydâ seni –görünce
*
Mevc
urur deryâ-veş dü çeşmim seli
Eser
başımızda mahabbet yeli
Açılmaz
dehânı, söylemez dili
Derd-mend
Dertliyâ seni görünce
25.
Cemâlin
görünce ey gül-i râ'nâ
Vücûdüm
-şehrine düştü velvele
Hasret-i
hecrinle çekerim sevdâ
Sanki
dil mülküne düştü zelzele
*
Dağılmış
cihâna şöhretin, şâmn
Murg-ı
tûtî gibi söyler lisânın
Neş’e
verir halka şîrîn zebanın
Düşer
âlem içre hemen gulgule
*
Can
alır cesetten ol keman-ebrû
Serâpâ
vechinde leşker-i Hindû
Baş
çıkarmış festen mâr-veş gîsû
Mûy-i
müşkîn sarışmışlar tel tele
*
Gezer
idik he-rdem bilmezdik nerde
Yanar
aşk âteşi söyünmez serde
Unutma
Dertli’yi gezdiğin yerde
Verme
adûlarla câmın el ele
26.
Dün
gece seyrimde aşk pazarında
Gördüm
cânân ile cana değiş var
Bir
zaman meksettim kırklar darında
Ne
bundan geç derler, ne bir alış var
*
Bir
şatranç düzerek yâr ile bile
Sürdün
piyâde’yi atlar da gele
Ruh’u.ruh’a
verdin kaldık fil fil’e
Sakın
ferz evinden şah’ına giş var
*
Candan
sultanıdır Habib Dertli’nin
N’eylesin
derdine tabilb Dertli’nin .
Yanıp
yakıldığı garib Dertli’nin
Pek
de boş değildir bunda bir iş var
27.
Hatırlayıp
sorar m(ı) ola hâlimden
Kirpikleri
kara, kalem kaşlı yâr
Zikr-ü
fikri gitmez benim dilimden
Anadan
gülmedik garib başlı yâr
*
Fteb-i
aşka suvar olsam yarışmaz
Hûn-ı
dîdem deryalara karışmaz
Çoktanberi
küsülüdür barışmaz
Benim
ile mercimeği taşlı yâr
*
Dertli
seril sefil gurbet illerde
Beyhûde
şöhreti gezer dillerde
Paşam
gelir deyu gözü yollarda
Elleri
kınalı, gözü yaşlı yâr
28.
Haraba
kul olduk bezm-i Âdem’de
Âbâd
olsak da bir, olmasak da bir
Düştük
çâre nedir dâme âlemde
Âzâd
olsak da bir, olmasak da bir
*
Aşk
odu’na yanmış ciğer-kebâbız
Hecr
ile giryâmz, dîde pür-âbız
Yapılmış,
yıkılmış hâne-harâbız
Bünyâd
olsak da ıbir, olmasak da bir
*
Biz
Şîrîn elinden aşk meyin içtik
Hak
ile bâtılı farkedip seçtik
Varlık
dağlarını deldik de geçtik
Ferhâd
olsak da bir, olmasak da bir
*
Ey
Dertli âlemde biz şâh-ı diliz
Hak’tan,
hakikatten" âgâh-ı diliz
Tarîk-ı
esrâra ervâh-ı diliz
İrşâd
olsak da bir, olmasak da bir
29.
Şarâb-ı
lâ'linin lezzeti dilber
Ne
Âb-ı kevser’de, ne Zemzem’de var
Mücize
enfâsın ey verd-i ahmer
Ne
Mesîhâ’da var, ne Meryem’de var
*
Bu
edâ, bu etvar, bu servi kamet
Nedir
bu şendeki yosma kıyâfet
Bu
atâ, bu mürvet, böyle sehâvet
Ne
Bermekî’de var, ne Hâtem’de var
*
Nedir
Dertli sende bu şîrîn sözler
Bu
şive, bu cilve, bu nâzik nazlar
Bu
keman ebrûlar, bu kara gözler
Ne
hûrî, perîde, ne âdemde var
30.
Bir
yere cem'olmuş beş-on âşıklar
Biribirleriyle
meydan ederler
Dönmez
ikrarından kavle sâdıklar
Mahabbet
sırrını pinhân ederler
*
Olsaydım
anların dânnda ıberdâr
Muhabbetleriyle
olduk târümâr
Oniki
koyunum, ondört kuzum var
Gönül
yaylasında cevlân ederler
*
Dertli
dertlerine düşeldenberi
Gâhî
ıgeri gider, gâhî ileri
Çağırsan
münkiri gelmez içeri
Mahabbete
kuru bühtân ederler
31.
Âşıkları
diyar diyar gezdiren
Başta
siyah perçem-(i,) perîşâmndır
Kemâl-i
mahbubluk hatmolmuş sende
Hâllerin
Yûsuf’tan bir nişânmdır
*
Bir
Mecnûn misâli bir akili zây(î)im
Bir
miskin kıyâfet, bir bî-nevâyım
Han
değilim, şalı değilim, gedâyım
Gedâya
mürüvvet senin şânındır
*
Çoktanberi
âsitânın beklerim
Derd
üstüne gam-ı hicran eklerim
Verme
rüzgâra yâr emeklerim
Dert-mend
Dertliyâ dervişânındır
32.
Sefîne-i
kalbin engine salma
Aşk
bahrinde rüzgâr eser demişler
Gark
olup girdâb-ı mihnete dalma
Gemisin
kurtarmak hüner demişler
*
Rızk
için teessüf çekme âlemde
Rezzâk
ismi varken levh-ü kalem’de
Usrün
yüsrü vardır, kalma elemde
Attan
inen yine biner demişler
*
Sen
hakkına râzı olman(g) mı Dertli
Çün
geldin cihâna ölmen (g) mi Dertli
Nahnü
Kasemııâ’yı bilmen (g) mi Dertli
Hak’tan
ne gelirse kader demişler
33.
Sâkî
sunma bize mey-i engûru
Canlar
câm-ı pîr-i mugandan kanık
Dost
ilinden düştük gurbet illere
Hecr
ile gözlerim kana bulanık
*
Gider
gıll-ü gışım, gönlüm sâf eyle
Mâsivâ
gussesin bertaraf eyle
İmânın
yok amma gel insaf eyle
Aşkınla
âşıklar candan usanık
*
Vâsıl
olan var mı hiç visaline
Akl-ü
fikir ermez bir kemâline
Âfitâb
hüsnüne, hub cemâline
Var
mı Dertli gibi abası yanık
84.
Bir
zamanlar gezdim sulıb-i pederde
Kereme
uğradım kâna yetiştim
Bir
zaman meksettim rahm-i mâderde
Vücûd
hâsıl ettim câna yetiştim
*
Erba‘-anâsır’dan
olundum tertib
Üstâdım
Hudâ’dır eylemiş terkib
Ben
ana kul oldum ol bana habiıb
Hâk
idim şekl-i insana yetiştim
*
Hak
mi'marım oldu, kuruldu binam
El
ayak parmaklar yapıldı tamam
Dokuz
ay dokuz gün olunca hitam
Vakt
erişti bu cihâna yetiştim
*
Dertli,
Hak’tan nutuik geldi dilime
Tarîkatten
bir yol geçti elime
Hakikatten
su bağlandı gülüme
Katre
idim bir ummana yetiştim
35.
Girdâb-ı
mihnette kapandım kaldın
Vermedin
bir yandan ses, kara bahtım
Anladım
gafilsin uykuya daldın
Deli
poyraz gibi es, kara bahtım
*
Alemde
bir candan korkulmaz iken
Pençenden
kimseler kurtulmaz iken
Arslana,
kaplana yırtılmaz iken
Dedirttin
tilkiye pes, kara bahtım
*
Dertliyâ
çıkar mı bu işin ucu
Şimdi
farkeden yok altunu, tuncu
Evvel
beğenmezdim mesti, pabucu
Verdirdin
çarığa mes(h), kara bahtım
36.
Ben
senin aslından aldım haberi
Âşıklık
bilmezsin, densizlenirsin
Nâfile
söylenip üste eş'ârı
Geçip
üst yanlara şehbazlanırsın
*
Bir
yerde kurarlar bezm-i dîvânı
Ararsan
görünmez maihbufo-(ı) zamânî
Kimden
ezber ettin sen bu yalanı
Güzeli
sevdikçe elfazlanırsın
*
Yutabilir
misin sen bu lokmayı
Öğretirler
sana ders okutmayı
incecik
eğirip sık dokutmayı
Gider
kahvelerde kurnazlanırsın
*
Dertliyâ
gevherden çekme hesabı
Âşık’ın
yanında var mı cevâbı
Okuyabilmezsin
İncil kitabı
Hemen
Aynaroz’da papaslanırsın
37.
Şarâb-ı
ledün’den içeldenberi
Ayılmadım
gitti mestânesiyim
Bî-hûş
olup candan geçeldenberi
Serseri
gezerim efsanesiyim
*
Meylim
yok cüıânın küllî varında
Destimi
gezdirmem kisıb-ü kârında
Şem‘-i
ruhsârında, aşkı nârında
Gece
gündüz yanan peervânesiyim
*
Rahmeyle
hâlime eyleme azab
Kudret
yok vermeye suâle cevalb
Ey
cebini hurşid, hüsnü mâh-'tâb
Zincîr-i
zülfünün dîvânesiyim
*
Dertli
tellâlıdır bâzâr-ı aşkın
Kulu
kurbanıdır kerrâr-ı aşkın
Aşkı
bünyâd eden mi‘mâr-ı aşkın
Ta‘mir
kaibûl etmez vîrânesiyim
38.
Minnet
eyledikçe aksine döner
Etmeyelim
çarh-ı devrâna minnet
Geceler
muhabbet şem’ası yanar
Hâcet
değil mâh-ı tâbâna minnet
*
Ezberden
okuduk aşk kitâbını
Anladık
sofunun her sevâbını
Sâkî
sundu bize hayat âbını
Kalmamıştır
Âb-ı hayvan’a minnet
*
Mü’minler
işine münâfık şaşa
Münkirler
başını ko vursun taşa
Kanâat
tacını giyince başa
Ne
sultana minnet, ne hâna minnet
*
Erenler
bezmine girmez nâ-mahrem
Bu
yolda ıbaş veren olurmuş mahrem
Dost
derdinden buldu derdine merhem
Dertli
etmez gayri dermana minnet
39.
Makbûl-ü
mergûb-ı Mevlâ olursun
Aşk
ile dökersen eğer kanla yaş
Giderek
ârif-i dânâ obursun
Tevekkülde
karar edersen kandaş
*
Bize
cevreyleyen devr-i felektir
Münâfık
derûnu demirden pektir
Renkte
bir cevherin zâti gerektir
Surh
ile lâ‘l olmaz heribir kara taş
*
Ko
cefâ eylesin babib, Deortli’ye
Tek
derman etmesin tabib, Dertli’ye
Miskin
Beypazar’lı garib Dertli’ye
Kimi
ak külah der, kimi kızılbaş
40.
Bâb-ı
ihsânından inâyet eyle
Karıştırma
herbir eşyâya beni
Bakma
isyanıma merhamet eyle
Ulaştır
meaızil-i âlâ’ya beni
*
Küm
buyurdun her eşyayı yetirdin
Mevcûdâtı
kemâline getirdin
Yaptın
Ars-.u kürsî kendin bitirdin
Düşürdün
tükenmez kavgaya beni
*
Dertli’ye
tükenmez nice dert verdin
Ne
çekmeye sabır, ne gayret verdin
Ne
saltanat verdin, ne devlet verdin
Ya
niçin getirdin dünyâya beni
41.
Hamdilillâh
esti nesim yelleri
Gitti
şitâ geldi fasl-ı nevbahar
Zümürrüd-renk
oldu çemen illeri
Şukûfeyle
tezyin oldu her diyar
*
Sarı
çiğdem evvel geldi dünyâya
Menefşe
baş eğip durdu duaya
Seherde
bülbüller başlar nevâya
Seçerler
semerler verir berk-ü bâr
*
Hâk’ten
su yürüdü her bir dirahta
Sünbül
saçaklandı garkoldu rahta
Husrev-i
gül geçti oturdu tahta
Üsküflü
gönceler Hürmüz tâç-dâr
*
Şiddet-i
şitâdan çok çektik zârı
Hele
bihamdillâh kurtardı Bâri
Ey
Dertli medheyle sen nevbahârı
Cihâna
bir zînet verdi Kırdikâr
*
Kirâmen
kâtibin hâme-i Kudret
Yazmış
alnımıza kara yazılar
Bir
taraftan gurbet, derd ile mihnet
Âh
ettikçe yaralarım sızılar
*
Aksine
dönmekte bu çarh-ı devran
Bilmem
bu sözümde var mıdır noksan
Biz
gurbet ilinde sefil, serkerdân
Bilmem
ne hâldedir körpe kuzular
*
Dertli
ölüm haktır, âsân demişler
Ölümden
beterdir hicran demişler
Hubbü’I-vatan
mine’l-îmân demişler
Gönül
ol sehebden vatan arzular
43.
Hitâb-ı
Elest’de, bezm-i ezelde
Sadâkatle
ikrar verenlerdeniz
Gönül
gezdirmeyiz gayri güzelde
Biz
Ccmâlu’llâh’ı görenlerdeniz
*
Bir
Kün emri ile halkoldu dünyâ
Bü
kadar mevcûdât, bu kadar eşyâ
Nefhatün
min rûhi dedikte Mev’â
Vücûd-i
Âdem'e' girenlerdeniz
*
Bin
türlü derd ile bezet Dertli’yi
Gerek
kısalt, gerek uzat Dertli’yi
Bâb-ı
velâyette gözet Dertli’yi
Yabancı
değiliz, erenlerdeniz
44.
Sanma
sofi bizim rûzemiz yoktur
Ramazan-ı
aşkın sıyâmı’yız biz
Söyletme
derûnda derdimiz çoktur
Dertte
noksan değil, tamamıyız biz
*
Yoktur
halâsımız, aşk esiriyiz
Memâlik-i
aşkın şâh-ü miriyiz
Yetim
âyeti’nin müfessiriyiz
Bel
etâ dersinin imamıyız biz
*
Dertten
hâli değil dil (i)-nâşâdımız
Anın
için Dertli kaldı adımız
Kıyamete
değin yok azadımız
Âl-i
Muhammed’in gulâmıyız biz
45.
Vakti
mürur eder harâb ehlinin
«Meded
senden ey şâh, ey gâh!» diyerek
Recâ
halvetinde, niyaz babında
Geçti
ömrüm «Eyvah, eyvâh!» diyerek
*
Kavs-i
kuzah gibi bükmüş belini
Habt-etmiş
cihanın tutmuş dilini
Gözün
göğe dikmiş, açmış elini
-Doğmaz
m (ı) ola ol mâh, ol mâh!» diyerek
*
Dertli
aşk yolunda olmuştur irşâd
Memâlik-i
aşkı eyledi âbâd
Tîşesin
taşlara ururdu Ferhâd
Bîstun’da
«Allah, Allah!» diyerek
46.
Nûrdan
mı yaratmış seni yaradan
Âfet-i
devrânım, sen safa geldin
Ayırdılar
beni kaşı karadan
Zülfü
perişanım sen safa geldin
*
Bu
gözlerim seni görünce melek
Dîdelerim
rûşen eyledi felek
Rûz
ile şeb Hak’tan eyledim dilek
Güzeller
sultânım sen safâ geldin
*
Beni
Mecnûn etti ol saçı Leylâ
Bana
aşkı veren Hazret-i Mevlâ
Deırd-mend
Dertliyâ durma kan ağla
Ey
şâh-ı hûbânım sen safâ geldin
47.
Nahmü
kasemnâ’da taksimde Mevlâ
Bu
noksan kısmeti bana mı verdin
Âleme
safâlar eyledin ‘atâ
Derd
ile mihneti bana mı verdin
*
Geleli
dünyâya rahm-i mâderden
Gönül
şâd olmadı gamdan, kederden
Türlü
seren câmlar geçirdik serden
Hep
gam-u kasveti bana mı verdin
*
İçirdin
feleğin câm-ı zehrini
Aldı
gam leşkeri gönül şehrini
Yeter,
bunca demdir çektim kahrım
Diyâr-ı
gurbeti bana mı verdin
*
Bu
nasıl tecellî bilmem ne hikmet
Serpilmiş
âleme dâne-i kısmet
Dertli’yi
gurbette koydun akıbet
Firakı,
hasreti bana mı verdin
48.
Ayaklar
altında bıraktı sersem
Her
baktıkça senin âhû gözlerin
Düşer
ser-pençe-i aşkına âlem
Süzüldükçe
keman-ebrû gözlerin
*
Mir’ât-i
Hudâ’dır o al ruhsânn
Kudret
manzarası hüsn-i etvârın
Seb'ül
Mesânî’de Sun'-i Settâr’ı
Saâdet
ahteri meh-rû gözlerin
*
Dertli
aşkın ile böyle sersemdir
Bizlere
verdiğin ne Câm-ı Oem’dir
Kirpiklerin
sinan, kaşın Mülcem’dir
Şehid
eyler beni âhû gözlerin
49.
Ervâh-ı
ezelde, 'evvelki safda
Elest
'hitâlbında ben belâ dedim
Koyma
beni anâsırda, hilâfda
Câmın
cemâline mübtelâ dedim
*
Ruhlar
aşk meyinden oldu mestâne
Kimi
küfre daldı, kimi îmâne
Saf-be-saf
olarak durduk dîvâne
Münkirler
lâ dedi, ben illâ dedim
*
Ne
çâre Kiin emri zuhûra geldi
Eşya
ve mahlûkat hep zâihir oldu
Her
ervâh kendini bu yolda buldu
İmân-u
ikrarı ben sana dedim
Dertli
çok hikmetten irşâd olmadı
Sensiz
Mahşer yeri küşâd olmadı
Çok
nebiye vardım, imdâd olmadı
Şefaat
kânısın Mustafâ dedim
50.
Gönül,
ziyâ dursun gam zulmetinde
Kalk,
aydınlık bir mekâna var yürü
Bağlanma
münkirin bed mihnetinde
Himmet
ehli bir sultana var yürü
*
Dosttan
bir haber al, var, bir bilenden
Dinle
ki ne söyler cânân ilinden
Âl-i
Muhammed’i koyma dilinden
Bu
aşk ile yana yana var yürü
*
Muhammed’in
şevki rûz-i cezadır
Âl-ü
bendesine sâhib-'atâdır
Hasan-ü
Hüseyin Bedrü’d-dücâ’dır
Ağlayarak
o dîvâna var yürü
*
Dedim
ki bir pire : Ey pîr-i fâni
Pir
dedi : Derdin ne, eyle beyânı
Dedim
pire : Ner’de Dertli dermânı
Pirim
dedi : Âlîşan’a var yürü
*
Derd
bı-hesab iken sıfırda kaldı
Bin
derdi tarhetti bire ulaştı
O
bir derd cihanı ıgümâna saldı
Gerçi
birdir amma bine bulaştı
*
Yâri
gördüm zülüflerin tararken
Tûl-i
visal rişteierin sararken
Dâne-i
vechinde kısmet ararken
Dil
murgunun, payı zülfe dolaştı
*
Dil
Mâsivâ kaydin bırakıp yattı
ikilik
heybesin boynundan attı
Erenler
Dertli’yi bir pula sattı
Sürdüm
ol yol kurb-i Hakk’a yanaştı
52.
Gülşen-i
dehr içre gezme serseri
Sonra
düşürürler tuzağa seni
Ne
belâ çekmiştir sefil pederi
Getirinceyedek
bu çağa seni
*
Terbiyeler
etti beğlendirmeğe
Tûtî
gibi seni söylendirmeğe
Gezdirip
bağları eğlendirmeğe
Almıştır
dâyeler kucağa seni
*
Saçın
görse sünbül perişan olur
Gider
aklı baştan dardağan olur
Güncelerin
bağrı kızıl kan olur
Koymasın
bâğbân her bağa seni
*
Noksansın
Dertli’ye çaresâzlıkta
Yektasın
a kuzuna her cambazlıkta
Gönüller
çalmada, oyunbazlıkta
Sarmamış
analar kundağa seni
Anâsır
gömleğin giymezden evvel
Âzâde
başıma hünkâr idim ben
Yemekten
içmekten münezzeh idim
Manzar-ı
Mevlâ’da envâr idim ben
*
Halk
olmazdan evvel mülk-i melekût
Kimse
kılmaz iken Mevlâ’ya sucûd
Arş-u
kürs, levh, kalem olmazdan mevcut
înd-i
mânevide hem var idim ben
*
Ezel
bî-dert idim bir Dertli oldum
Makam
makam gezdim cihâna geldim
Kendimi
ahsenü takvîm’de buldum
Hak
ile vâkıf-ı esrâr idim ben
Telli
sazdır bunun adı
Ne
âyet dinler, ne kadı
Bunu
çalan anlar kendi
Şeytan
bunun neresinde
*
Venedik’ten
gelir teli
Ardıç
ağacından kolu
Be
Allah'ın sersem kulu
Şeytan
bunun neresinde
*
AJbdest
alsan, aldın demez
Namaz
kılsan, kıldın demez
Kadı
gibi haram yemez
Şeytan
bunun neresinde
*
İçinde
mi, dışında mı
Burgusunun
başında mı
Göğsünün
nakışında mı
Şeytan
bunun neresinde
*
Dut
ağacından teknesi
Kirişden
bağlı perdesi
Behey
insanın teresi
Şeytan
bunun neresinde
*
Dertli
gibi sarıksızdır
Ayağı
da çarıksızdır
Boynuzu
yok kuyruksuzdur
Şeytan
bunun neresinde
2.
Hav
(a)landm mı telli turnam
Uçup
gitme yele karşı
Zülüflerin
tel tel olmuş
Döküp
gitme ile karşı
*
Davlumbaza
vur turayı
Dünden
avladık burayı
Getir
oğlan boz kulayı
Binem
gidem yâre karşı
*
Şahinim
var, bazlarım var
Ördeğim
var, kazlarım var
Yâre
tenha sözlerim var
Diyemem
agyâre karşı
*
Dertli
der ki dünyâ fânî
Seni
seven n’eyler malı
Yakışmazsam
öldür beni
Giyin
yeşü ala karşı
Medhine
meddah olalım
Husrevi
hûbân güzele
Vasfına
sözler (bulalım
Dinleye,
yârân güzele
*
Benze
yemez hûr-u melek
Hizmetine
çektik emek
Dişleri
zer-şâne gerek
Zülfü
perişan güzele
*
Dayanamam
nâzlarına
Tûtî
gibi sözlerine
Çekme
seza gözlerine
Kûhl-i
Sifâhan güzele
*
Söyleme
efsâne gibi
Bakması
bigâne gibi
Şem'ina
pervâne gibi
Yan
güzele, yan güzele
*
Söylese
diller dolaşır
Bakmaya
gözler kamaşır
Sırmalı
kaftan yaraşır
Serv-i
hirâman güzele
*
Yüzüne
zer hızme ile
Cebbe
zeheb düzme ile
Başta
oya yazma ile
Yakışır
elvan güzele
*
Ruhleri
gül, gönce femi
Kendi
agîret Hâtem’i
Gezseler
Kura-u Acem’i
Olmaya
akran güzele
*
Serv-i
sehî .kametime
Kameti
kıyametime
Gelse
eğer davetime
Kesmeli
kurban güzele
*
Emrine
tâat edelim
Çevrine
gayret edelim
Hâneyi
halvet edelim
Bir
gece mihmân güzele
*
Câm
ile mey süzdürelim
Bezme
şeker ezdirelim
Seyrederek
gezdirelim
Bağ
ile bostan güzele
Dertli
efkendeleriz
Vasfına
gûyendeleriz
Can
baş ile bendeleriz
Şimdi
Âlîşân güzele
Yâri
bil, ağyarı bil, aklın başında yâr iken
Fevt-i
fırsat eyleme, fırsat yedinde vâr iken
*
Evvelâ
Hak bâdehû devlet rizâsm hoş gözet
İltifât-ı
hazreti Sultan Mecid derkâr iken
*
Âleme
cûd-ü sehânı kimdir inkâr eyleyen
Gül
gibi pertev salan hüsnünde şems izhâr iken
*
Gayre
göstermek ne hacet de£ter-i a'mâlimi
Sen
mürüvvet mâdeni sancakta defterdâr iken
*
Böyle
dermân etmemek lâyık değildir şanına
Dergehinde
Dertli-i bîçâreniz bîmâr iken
3.
İkbâle
zevâl erse ne var, sende kemâl var
Mağrûr-ı
kemâl olma ki ardınca zevâl var
*
Heribir
kişinin tâli’i devlette bir olmaz
Bir
lokması yoktur ki yesin bunca ricâl var
*
Ahvâl-i
perişanımı sormazsın efendim
Vallahi
beyim boynuna bu işde vebal var
*
Bir
başıma kalsam şehe, sultâna kul olmam
Viran
kalası hanede evlâd-ü ‘iyâl var
*
Dûr
olmayı ister mi kişi öz vatanından
Ey
Dertli-i bîçâre bu esrarda ne hâl var
3.
Getir
sâkî mey-i engûru el tutmaz, ayak tutmaz
Anı
zâhid yasak ettiyse aşk ehli yasak tutmaz
*
Çıkup
kiirsîde vâ'iz tahta1 ar dövme, guluv etme
Harâbât
ehli zira pendine asla kulak tutmaz
*
Ne
denlû ettim ıtlak der isen kâzibsin ey sofi
Bu
nefs-i pîrezen’den hiç gönül geçmez, talak tutmaz
*
İlişmen
(g) Dertli-i bîçâreye derdiyle haşrolsun
Anı
dünyâ-vü uıhrâ uğrular çalmaz, ulak tutmaz
4
Ok
giıbi hûblar beni yaydan yabana attılar
Bilmediler
kadrimi ehven bahâya sattılar
*
ld-i
vuslatta güzeller bûse ıkrâr ettiler
Vermediler
hâsılı bu gönlümü aldattılar
*
Biri
Şîrîn, biri Leylâ bu iki pâkızeier
Kâhkrn’le
Mecnım’u dağdan, dağa atlattılar
*
Ol
kara gözlü güzeli bulmağa iz kestiler
Kelb
rakib ol şûhu da tavşan gibi kanlattılar
*
Gördüler
Ferhâd-ü Kays efsâne-i aşkım benim
Ben
gelince adları zîr-i zemine battılar
*
Hâniyâ
vasf ettiğin dilber senin Salih deyu
Dün
gece ol dilberi bir badeye oynattılar
*
Gördüm
ol hûrı-s:fat ülfet eder ağyar ile
Hn
and inden Dertli’yi toplar gibi patlattılar
5.
Kande
görsem nâzenîn gec gec nigâh eyler bana
Taht-ı
zülfe gizleyip vechin siyâh eyler bana
*
Bûseler
ikrar eder, durmaz sözünde, tiz döner
Mevlivî’dir
sevdiğim hergün külah eyler bana
*
Zülfü
leylimdir, Cemâl-i pâki yârin güdüzüm
Bir
yüzün şems eyleyip bîrin de mâh eyler bana
*
Halk-ı
âlem âşkla rüsvâlığım seyretseler
Kâfi
olsa hâlimi gördükte âh eyler bana
*
Mülk-i
dilde hükmeder sultânıdır ben Dertli’nin
Her
ne cevretse vefâdır, pâdişâh eyler bana
**
Kaynak: Ord. Prof. Dr.
M. Fuad KÖPRÜLÜ,TÜRK SAZŞÂİRLERİ, Düzeltme Ve İlâvelerle, İkinci Basım, Milli
Kültür Yayınları, 1965, Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar