Print Friendly and PDF

ÂŞIK DERTLİ



Asıl adı İbrahim olan Âşık Dertli, Bolu’ya sekiz ve Gerede’ye bir saat mesafedeki Çağa — yeni adiyle Reşadiye — nahiyesinin Salmalar köyünde, H. 1186 (M. 1772) yılında doğmuştur. Bahası Kara Hüseyin oğullarından Ali Ağa isminde bir köylü, anası da yine ayni köyden Ayşe adlı bir kadındır. Etrafı ormanlarla çevrili dar bir vâdî kenarındaki Çağa, otuz yıl kadar önce kısmen yanmış olduğundan, bir kısım halk, vâdî nihayetindeki Çağa gölü’nün cenup kenarında güzel ve temiz bir kasaba kurmuşlardır.
Anadolu’nun bu sâkin ve şirin köşesinde yetişen İbrahim, çocukluğunu sığır gütmekle geçirdi. Babası ölünce, sahip olduğu tarlaları o sırada nahiyenin a'yânı olan Halil Ağa zorla elinden aldı. Zavallı İbrahim, bunun üzerine akrabasından Dört Dîvânın Deveciler köyünde oturan Hacı Ömer Ağa’nın babasının yanına sığındı; fakat orada da oturamayarak İstanbul’a gitmeğe mecbur oldu. Osmanlı İmparatorluğu, eskidenberi, hem İstanbul’da' arasıra zuhur eden iaşe zorluklarına ve âsâyişsizliğe karşı koymak, hem de köy halkının her ne sebeple olursa olsun topraklarından ayrılmasına meydan vermemek için, bekârları ve köylüleri İstanbul’da yerleşmekten menediyordu. Hükümet, İstanbul’da arasıra sıkı teftişler yapar ve bu gibileri şehirden çıkarırdı. [Bazıları Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Ankara’ya köylüler sokulmazdı derler. Buna hani. demek geliyor. Garibanım benim..
İbrahim, bu mecburiyet karşısında tekrar Anadolu’ya döndü ve bir müddet şurada burada dolaştıktan sonra Konya’ya gelerek Hacı Âsim Usta adlı bir kahvecinin yanında üç yıl çıraklık etti. Oradan Mısır’a giden İbrahim, on yıl orada kaldı; sonra köyüne döndü.
Daha çocukluğundan beri saz çalmağa ve şiir söylemeğe meraklı olan İbrahim, maceralar ve seyahatlerle geçen bu hayatında birçok dervişler. ve âşıklarla düşüp kalkmış, umûmî kültürü ve edebî terbiyesi, İstanbul, Konya, Kahire gibi büyük merkezlerde, âşık kahvelerinde ve tekkelerde İnkişaf etmişti. Bütün saz şâirleri gibi edebî bir mahlas alan şâirimiz, artık Lûtfî mahlasyle süre söylüyor ve oniki telli saziyle âşık fasıllarına iştirak ediyordu.
Köyüne döndükten sonra Sarayköy’İü Hafize adlı bir kadınla evlendi; Ömer ve Seyyid Ali isminde iki oğlu oldu. Ekip biçecek toprağı olmadığı için, geçinmesini ancak saziyle ve şiirleriyle te’min edebiliyordu. Sesi güzel olduğu gibi, çöğür çalmakta da mehâreti olduğundan, âşık fasıllarında ve zenginlerin konaklarında da büyük rağbet görüyordu. Esasen o zamana kadar geçirdiği serseri hayatın î'tiyadları, onun bir yerde oturup yerleşmesine, bilhassa bir köy muhitinde yaşamasına imkân bırakmıyordu, Bektaşi tekkelerinde, Kızılbaş muhitlerinde öğrendiği kaba ve basit bir pantheisme telâkkisi, onu işret ve sefâhet âlemlerinin sefih ve geçici heveslerine cezbediyordu; bununla berâber, elinde sazı, diyar diyar dolaşan serseri âşık, arasıra, köyünde sefil bıraktığı âilesini, çocuklarını derin bir izt'rapla hatırlıyordu. Şiirlerinde buna delâlet eden çok hazin parçalara sık sık tesadüf olunur.
Meslekinde çok ilerlemiş, şöhreti Anadolu’nun oldukça geniş sahalarına yayılmış olan şâir, belki de yıllarca çektiği sefalete bir çâre bulmak ümidiyle, H. 1241 (M. 1826)’de tekrar İstanbul’a gitti. O sırada İstanbul’da muntazam bir teşkilâta mâlik olan ve saray tarafından himâye edilen sazşâirlerinin bilhassa Beşiktaş, Tahtakale ve Tavukpazarı’nda çok meşhûr kahvehaneleri vardı; buralarda büyük âşık fasıllar icrâ ediliyordu. Böyle bir fasılda askıdaki muammâ’yı hallederek saziyle ve söziyle kıymetini isbat eden şâirimiz, bilhassa, kendisine düşen mükâfatı âşıklar arasında taksim etmek suretiyle de, haklı bir hürmet ve şöhret kazandı. Şâirimizin İstanbul’da bulunduğu sırada meşhûr Hüsrev Paşa’ya intisâb ederek, hattâ onun Şem'dan ağası olduğu hakkında bâzı husûsî kayıtlara da tesadüf ettik. Husrev Paşa» evvelce H. 1225 (M, 1810) ve H. 1237 (M. 1822) yıllarında iki defa Bolu Mutasarrıflığı vazifesinde bulunduğundan, şâirimizin ona nasıl intisaib ettiği daha kolay anlaşılabilir.
Garp medeniyetinin, bilhassa hârici şekillerine çok hayran olduğu için, eski serpuşlar yerine Tunusİular’ın Fes’ini millî serpuş olarak kabul eden ve yeni teşkil ettiği Asâkir-i mansûre’ye giydiren Mahmud’un yaptığı bu şekil inkılâbı, o zamanki Osmanlı cemiyeti içinde birçok dedikodılara meydan vermişti. Doğrudan doğruya bu yeni teşkilâtın başında bulunan Husrev Paşa’nın da âmil olduğu bu inkılâbı alkışlıyan şâirler arasında Dertli’yi de görüyoruz :  Bu fes redifli kaside’nin — şüphesiz Husrev Paşa vâsıtasıyle —Padişah’a takdim olunduğu ve şâirimizin buna mükâfât olarak Hendekçi Oğulları yerine Çağa a'yânı ta'yin edildiği rivâyet edilmektedir ki bu herhâlde H. 1243’te fesin kabulünden sonra olmak icâbeder; bununla beraber rivayetlerden ve bâzı şiirlerinden anlaşıldığına göre, serseri mizaçı derbeder şâir bu vazifesinde uzun zaman kalamamış, kendisini çekemiyen birtakım düşmanlarının hücumlarına ma'ruz kalmış ve halktan topladığı vergi paralarından mühim bir kısmını da zimmetine geçirdiğinden, vazifesinden azledilmiştir. Mecid I. devrinde, 1257 — 1258 tarihlerinde Babı defterdarı olan Hüsnü Efendi’ye takdim ettiği iken redifli bir gazeli de, bunu oldukça sarahatle anlatmaktadır.

Dertli’nin ıbu meşfıûr mamzûmesini buraya aynen alıyoruz :

Âl renkler bahşeder ruhsâre-i hûbâna fes
Benzemez mi şâh-ı gülde gonçe-i handâna fes
*
Şöyle örter bastırır perçemleri mahfuz için
Hâil olmak maksadı manzûre-i düşmana, fes
*
Kudret-i Mevlâ ile günden güne şöhretlenip
Başların üstünde yer buldu gelip meydâna fes
*
Şâl-i Lâhûr istemez müstağni-i meşşâtadır
Başka bir zînet verir hüsn-i nigâra, şâne fes
*
Kurt ile agnamı gezdirdi beraber dünyada
Adli seyfi şayi etti milket-i Osman'a fes
*
Feth-i â ‘dâ kılmağa çekti siiyûf-i Haydar’i
Ânın için rengi al oldu, boyandı kâna fes
*
Pâdişahlıktan murâd 'kânundur ancak âleme
Haşredek yâd olmağa kânun yeter Sultân’a fes
*
Nîce serden geçti’yi serden geçirdi, tığladı
Dalkılıçlar zümresin daldırdı hep ummâna fes
*
Bâğbânm bağların soldurdu bâd-i kaıhr ile
Hânümânın şöyle kıldı ânların vînâne fes
*
Fes değil medhiyye-i festen murâdını Dertliyâ
Bir vesiledir duâ-yı Husrev-ü Hâkân’a fes

Sefil ve derbeder hayatının ihtiyarlık yıllarında, biraz sükûn ve refaha kavuşacağı sırada uğradığı bu felâket, zavallı şâiri büsbütün perişan etti. Sefil ve serseri âşıklık hayatı tekrar başlamıştı. Şimdi, eskisinden daha fazla içiyordu. 1256 Muharreminde Bilecik’in Gülpazaarı kasabasında bulunduğu sırada, belki bir serhoşluk buhranı içinde, boğazım keserek intihara teşebbüs etti. Halk arasındaki bir an'ane, Muharrem ayına tesâdüf eden bu teşebbüsün, Kerbelâ şehitlerine karşı derin aşkından ileri geldiğini, iddia eder. Kendisi — kitabımızada aldığımız — bir mersiye’sinde, gerdanını bu sebeple kestiğini itiraf ederse de, bunun herhalde bir te’vil’den başka; birşey olmadığı meydandadır. Asıl mahlası Lûtfî olduğu hâlde, sonradan Dertli diye şöhret kazanması, rivayete göre, bu teşebbüsden sonradır. Bu intihar teşebbüsünden sonra, biraz evvel bahsettiğimiz Bolu defterdarı Hüsnü Efendi onu himaye ederek, bir aralık Gerede civarındaki Beşçam derbendine muhafız tâ'yin etmese de, serseri şâir, bir-iki av hizmetten, sonra, buradan da ayrılmıştır.
Sazı elinde, tekrar seyahatlere başlıyan ihtiyar şâir, bu aralık Ankara eşrafından Âlişan Bey’in himayesine sığındı. Bir rivayete göre Cihan Beyli kazâsının Uzunlu köyüne mensup olan, hattâ bir zamanı Diyarbakır Voyvodalığında da bulunan bu zat, saz şâirlerini ve yoksulları himaye eden oldukça münevver ve edebiyat meraklısı bir adamdı. Evvelce Erzurumlu Emrah’tan bahsederken, onun da bu Âlîşan Bey’in lütuf ve himayesini gördüğünü, ona medhiye yazdığını söylemiştik. Dertli’nin şiirlerinde ise, Âlîşan Bey’den bahseden, onun büyüklüğünü, lûtuflarını gösteren parçalar pek çoktur. Bâzı halk rivayetleri, ihtiyar şâirin onun kız kardeşi Bostan Hanım’a âşık olup, hattâ ona âit bâzı şiirler yazdığını ve bu gibi münasebetsizliklerinden dolayı bir aralık konaktan kovulmuşsa da, sonra affedildiğini iddi'â eder; fakat, bu hususla tarihî hiçbir delilimiz yoktur. Yalnız bir manzumesinde, galiba yaptığı delice kusurlardan dolayı, onun afvını istirham etmektedir :

Sana bû mesned-i vâlâ beyim zât-i tecellîdir
Ve î zahirde derler gerçi ihsân-ı hümâyundur
Duâ-gû bende-i nâçizinim dergâh-ı lûtfunda
Gedâya merhamet 'kılmak beyim beylerde kânundur
Kusûrdan hâlî olmaz bir dakika âsitânında
Efendim Dertli’yi bilmez misin sen eski mecnûndur

Âşık Dertli hakkında şimdiye kadar kimsenin dikkatine çarpmayan mühim bir kaydi eski talebem ve meslekdaşım Fevziye Abdullah’ın ikazı üzerine buraya ilâveyi faydalı buldum.
Nâmık Kemal’in arkadaşlarından Bereketzâde İsmâil Hakkı, Yâd-ı Mâzî adlı eserinin Bursa’dan Akşehir’e gidiş bahsinde, Dertli’nin sevgilisi Bostan Hanım’a dâir şu mâlûmatı veriyor :
«İsmini unuttuğum bir karye, Cihanbeyli aşiretinden ve Kürd eşraf ru’esâsından Hacı Bey’le zevcesi olup Konya ( ?) havâlisinde meşhur dertli şâirin vaktiyle hüsn-i cemâlini muhrik edalarla vasf-ü hikâyeti mutazammin birçok gazeller söylemiş olduğu Bostan Hanım’ın ikâmetgâhıdır. Ahiren mülhakatı devre çıktığım esnada karye-i mezkûreye geleceğimi haber almaları üzerine Hacı Bey’le Bostan Hanım atlara binerek ve Bostan Hanım silâhlarını takınarak tevâbiyle birlikte bir saatlik yerden istikbâle çıkmışlardı. Konaklarına misafir ettiler ve aşiretlere mahsus debdebe ve tekellüflerle hürmet eserleri gösterdiler. Köyün delikanlılarıyla kızlar halay çektiler; seyr-ü temâşâ ettik. Bizim görüştüğümüz Bostan Hanım ihtiyarlamıştı. Sohbet esnâsında murassa' kuşaklı kehrubâ ağızlığı bulunan uzun yasemin çubuğunu arasıra çekiyor ve ahvâl-i âleme ve bilhassa o zamanki Rusya muharebesine dâir dinlenecek sözler söylüyordu».
Müellifin, bu cümlelerden sonra, «Ertesi pazar günü erkenden kalktık ve bütün gün arabaları sürerek, o gün guruba yakın bir zamanda Kaymakam’ı ta'yin olunduğum Akşehir kazasının bu nâmda merkezi bulunan Akşehir kasabasına girdik» dediğine bakılırsa, Bostan Hanım’a, Akşehir’e araba ile bir günlük mesafede bulunan bir köyde rastladığı anlaşılıyor.
Şâirimizin ölümü hakkındaki bilgimiz de yine bir rivayete dayanıyor. Bu rivâyete göre Dertli, H. 1263 (M. 1848) yılında bir gece Ankara'da Alışan Bey’in konağında misâfir iken, hâmîsine, artık göçmek zamânının geldiğini ve kendisinin saçlarından öpmek istediğini söyliyerek, saçlarından öpmüş ve orada bulunanlarla helâllaşarak, sofadaki bir hasır üzerine uzanmış ve orada can vermiştir. Evvelce, bir manzumesinde:

Mevtimde Müneccim Tepesi mansıbım olsun
Taşları cevahirdir anın toprağı zerdir

diyen şâir, galiba bu arzusu yerine getirilmek için, Âlîşan Bey tarafından Müneccim Tepesi civarındaki mezarlığa defnedilmiştir. Bu tepede o zamanlar Ankara’nın büyük meyhanelerinin bulunduğu rivâyet ediliyor. Bu mezarlık, bugün Saman Pazarı’ndan Koyun Pazarı’na giden yoldan Cebeci’ye ayrılan yolun üzerinde iken, sonradan yola kalbolunmuştur. Şâirin oğlu Seyyid Ali’nin Eşref ve Mehmed adlı iki evlâdının 1928’de hâlâ köylerinde yaşamakta olduklarını B, Ahmed Tal‘at söylemektedir. İşte, Dertli’nin hayatı hakkında bildiklerimiz, kısmen halk an‘aneleri ile karışmış olmakla ve tamâmıyle tarihî bir mâhiyet göstermemekle beraber, şimdilik bundan ibarettir.
XIX. asır, evvelce söylediğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük merkezlerinde birçok sazşairleri yetiştirmiş olmakla beraber, Emrah ile Seyrânî’yi istisna edecek olursak, içlerinde Dertli kadar şöhret kazananı yoktur. Tam mânasıyle meslekten yetişmiş bir âşık olduğu için uzun hayatı seyahatlerde, âşık fasıllarında geçen, her sınıf halk ile düşüp kalkan şâirimiz, bilhassa İstanbul’da ve Biati Anadolu’da şöhret kazanmıştı. Muharrem’de intihâra teşebbüs etmesi, Bektaşilik boyasını taşıyan serbest, alaylı şiirlerinden dolayı medreseliler tarafından tekfir edilmesi, daha hayatında, hakkında birtakım menkâbelerin teşekkül etmesine sebep olmuş ve Dertli, ölümünden sonra, kendisine melâmet’i şiar etmiş bir velî, bir Allah adamı gibi telâkkî olunmuştur. Şairliğinin bile, Erenler’den himmet aldıktan sonra, sırf bu manevî ilham sayesinde inkişaf ettiğini anlatan menkabeler vardır ki, buna benzer menkabelerin sair bâzı sazşâirleri hakkında da bulunduğunu yukarıda görmüştük.
Tam mânasıyla meslekten yetişme bir âşık olan Dertli’nin, Geredeli Âşık Figânı, Âşık Meydânî, Mudurnulu Âşık Emin gibi birtakım çıraklar yetiştirdiğini biliyoruz. Gerek onlar üzerinde, gerek kendisinden sonra yetişmiş âşıklar üzerinde Dertli te’siri az-çok hissedilir; fakat onun şöhreti yalnız âşıklar arasında kalmamış, halk tabakasından yukarı sınıflara kadar memleketin her tabakası arasında yayılmıştır. Abdülhak Hâmid, 5 Temmuz, 1879 tarihli bir mektubunda onun bir gazelini Nâmık Kemal’e âit zannettiği için, Kemal’in şu tevbihine [Azarlama. Levm etme] uğramıştı :
«Hâl var, mekal var» gazelini nasıl olup da benim zannediyorsun ? Neresinde bir kelime gördün ki, benim yazdığım şeylere benzesin?
«Ey Nâmık-ı bîçâre bu esrarda ne hâl var» mısraı benim sözüme benzer şeylerden midir ?
Haydi zihaflarını afvedelim, ben ömrümde esrarlı ne hâl var kadar bir hezeyan söyledim mi?
Viran olası hanede evlâd-ü 'iyâl var fikrine düştüm mü?
Gazelde ma‘hûd — yâni güzel vasfiyle tâ'rif ettiğin ma'hûd — zihaf”ardan başka kusur görmemişsin de onun için bana âit olmasında şübhe etmişsin; Subhâne men tahayyare fi sun’ihi’l ‘ukül. «Esrarda ne hâl var» budalalığı bir dilberin çehresindeki hâl’lere mi benzer? «Fikrimden dolayı kıyamet kopmaz a » diyorsun. Kopar, hattâ o kadar kopar ki, tarziye isterim. Yazdığım şeyler fenâ olabilir; fakat hezeyan söyleyemem. Ne hummâya mübtelâyım, ne tımarhanedeyim. «Ey Nâmık-ı bîçâre bu esrarda ne hâl var» mısraı benim mi olacak ? A... Ayıp ! » [Mecmua-i Ebüzziya, nu. 13, 14, 1296, s. 392].

Dertli’nin — kitabımıza da aldığımız — bu meşhur gazelinin, mahlas’ı değiştirilerek Nâmık Kemal’e isnâd edildiğini ve hattâ Hamid’in bile buna inandığını gösteren bu mektup, Kemal’in bundan ne kadar sinirlendiğini de anlatmaktadır. Hiç şüphe yok ki, Kemal bu sinirlenişinde çok haklıdır ve Hamid’in, bu kadar kusurlu ve bozuk bir şiiri nasıl olup da Kemal’e âid zannettiğini anlayamıyorum; lâkin, bu muhabere, bize Dertli’nin şöhretini göstermek itibariyle çok dikkate değer.
Eserlerinin halk arasında büyük bir rağbet kazanarak dîvân’ının — çok eksik olmakla beraber — taş basmasıyle üç -beş def‘a basılması, Ankaralı şâir Sa'dullah İzzet Efendi'nin onun meslek ve meşrebi, Âlişan Bey’le münâsebeti ve ölümü hakkında uzun bir manzum menkabe yazmış olması, şâirimizin şöhretini gösteren delillerdir. Söziyle ve saziyle, daha hayatında geniş bir şöhret kazandığını ve fakat buna rağmen sefaletten kurtulamadığım, arasıra, bâzı manzumelerinde hazin bir gurur ile söyliyen şâir, şöhretinin, ölümünden sonra da kuvvetle devam edeceğini bilmem tahmin edebilmiş miydi?
Dertli, XIX. asır âşık edebiyatının muhtelif husûsiyetlerini ve temayüllerini temsil eden bir şâirdir. Esâsen, hayatı ve mizâcı hakkmdaki bilgilerimiz, edebî şahsiyetinin teşekkülündeki başlıca âmilleri de bize anlatabilecek bir mâhiyette bulunuyor. Çocukluğunu sığır çobanlığıyle geçiren bir köylü olduğu hâlde, büyük merkezlerdeki âşık kahvelerinde ve tekkelerde geçen hayatı, doğuştan isti‘dâdını inkişaf ettirmiş, edelbî kültürünü — âşık zümresine mensup diğer sazşâirleri gibi — yükseltmiştir. Laubali, derbeder tabiati, öyle görünüyor ki, Bektaşi tekkelerinde yaşayan serbest ve basit tasavvuf telâkkilerini kolayca kavramasına hizmet etmiş, Bektaşi ve Şi‘î ananelerini öğrenmiş, propagandacı Bektaşi Kızılbaş şâirleri tarzında bektaşı şiirleri, devriye’ler, nefesler, Kerbelâ şehidleri için mersiyeler de yazmıştır. Halvetî tarikatine mensup olduğu hakkındaki iddialara rağmen, Bektaşi olduğunu, bâzı manzumelerinde açıkça söylemektedir. Yeniçerilerin kaldırılmasından sonra Osmanlı Imparatorluğu’nun Bektaşılar aleyhinde şiddetli bir siyâset tâkibettiği ve Bektaşi tekkelerini kapattığı sırada, Dertli de belki kendisini Halveti tarîkatine mensup göstermek mecburiyetinde kalmıştır; fakat zevkine, meşrebine uygun gelen, bu Bektaşi pantheisme’i, onu hiçbir zaman mutaassıp bir Bektaşı şâiri yapmadı, Medreselileri’in dar ve mutaassıp düşüncelerinle karşı yaptığı eğlenceli hücumlar, tâli'inden şikâyet ederken bâzı acı feryadlar, kendisini softalar nazarında bir zındık gibi göstermiş ve onlar tarafından türlü türlü hücumlara uğramıştır. Dertli bu hususta da diğer âşıklar’dan ayrılmış, onlardan daha başka birşey yapmış sayılamaz.
Dertli, edebî kültür bakımından, meselâ Emrah ve Zihnî ile mukâyese edilebilecek bir kuvvette olmamakla berâber, şâir çağdaşlarından hiç de aşağı değildir. Büyük klâsik şâirlerden bilhassa Fuzûlî’yi çok iyi bildiği ve yalnız arûz ile değil, hece vezni ile yazdığı şiirlerde de onun Büyük te’siri altında kaldığı açıkça görülüyor. XVII. asırdan başlıyarak, bilhassa ,Âşık Ömer’den sonra bütün âşık edebiyatında gördüğümüz bu Fûzulî te’sîr i’nden Dertli’nin de kurtulamaması pek tabiîdir. Şu birkaç misâl, bunu pek iyi gösterebilir :

Nâle vü zârım ile halka haram oldu yuhu
Kara bahtım yuhudan olmadı bîdâr henüz
Fuzûlî

Feryadımdan halk-ı cihan uyandı
Dîde-i ikbâlim niçin uyanmaz
Dertli

Ey hoş ol günler ki ben hem-râz idim cânân ile
Fuzûlî

Ah o günler kandedir kim vâsıl-ı cânân idim
Dertli

Kıldı zülfün tek perişan hâlimi hâlin senin
Birgün ey bî-derd sormazsın nedir hâlin senin
Fuzûlî

Eyledin zülfün gibi âhir perişan hâlimi
Sormadın rahmeyleyip bir kez benim ahvâlimi
Dertli

Yine Dertli’nin arûz ile yazılmış bâzı parçalarında, meselâ zâhidlere hücum eden şiirlerinde Bağdadlı Rûhî te’sîri, hattâ arasıra Nedim te’sîri de uzaktan uzağa hissedilir; ma'mâfih, Kaygusuz ve Pîr Sultan gibi bâzı Bektaşi Kızılbaş şâirlerinin de azçok nüfûzu altında kalan şâirimiz üzerinde, Fuzuli’den sonra en çok Âşık Ömer’in ve biraz da Gevheri’nin te’siri göze çarpmaktadır.
XIX. asır âşıkları arasındaki umûmî cereyandan ayrılamıyarak arûz. ile gazel’ler, dîvân’lar, kalenderî’ler, şatranç’lar yazan Dertli’nin bu eserleri, sâir muâsırlarınınki gibi, lisân bakımından çok sakat ve nazım teknik bakımından da çok kusurludur. Şekil i'tibâriyle bozuk olmakla beraber, bunlar arasında bâzan ilham i'tibâriyle güzel parçalara da tesadüf olunabilir. Hulâsa, Dertli’nin arûz ile yazdığı eserlere karşı yapılacak tenkidler, sair muâsırlarına da tevcih edilebilecek umûmî tenkidlerden fazla değildir.
Dertli’nin, kısmen klâsik edebiyattan, kısmen tekke şâirlerinden ve en çok âşık edebiyatından aldığı muhtelif unsurların imtizâciyle teşekkül eden edebî şahsiyeti, bilhassa hece ile yazdığı parçalarda kendini gösterir. Gerçi bunlarda da lisân — ekser çağdaşlarınınki gibi — lüzumsuz, yabancı terkipler ve yabancı kelimelerle doludur; fakat, azçok klâsik edebiyat kültürü almış bütün âşıklarda görülen bu umûmî kusurdan kurtulamadığı için Dertli’yi tenkid etmek doğru olamaz. Çevresinin ve mensup olduğu zümrenin bu gibi temâyüllerine rağmen, hece vezniyle yazdığı parçalarda ekseriyâ kuvvetli ve samimî bir lirizm göze çarpar, üslûbu ve edası temiz, ahenkli ve sürükleyicidir. Asıl halk şiiri unsurlarım çok az içine almasına, mazmûnlarının ve hayâllerinin hemen hiç orijinal olmamasına rağmen, eserlerinde tabiî ve laubali bir güzellik, bir samimîlik vardır ve işte bu kudret, onun içten gelen feryadlarını hâlâ gönüllere duyurmakta, halk tabakasından yüksek sınıflara kadar  şiirlerini hâlâ lezzetle okutmaktadır.

1.
Hâl-ü hat rûyunde eylemiş tuğyan
Zaptetmek isterler hüsnün kisveni
Mülk-i Rûm fethine eylemiş ferman
Çekmiş taburları Hindû askeri
*
Cemâlinden kemâl oluptur izhâr
İbretle bakılsa bin nişane yar
Resmolmuş alnında çifte Zülfikâr
Yâdeder gözlerin ism-i Hayder’i
*
Aşk odu’na düşüp ağlayan gülmez
El uzatıp hûn-i giryesin silmez
Dânâ olan bilir, nadanlar bilmez
Âşıkm gönlünde olan dilberi
*
Seni sevenlerle sen ülfet eyle
Kadrin bilmeyenden kaç nefret eyle
Perişan hâlime mürüvvet eyle
Ağlatma sevdiğim Dertli kemteri

2.
Gerçi esb-i nâze suvâr olmuşsun
Ne kaçar, ne kovar, ne tutulursun
Bir yüze gülücü mekkâr olmuşsun
Ne candan sevilir, ne atılırsın
*
Riya sözlerine karnımız toktur
Gerçi mahbublukta akranın yoktur
ikrar pazarında metâ'ın çoktur
Ne alır, ne satar, ne satılırsın
*
Yetişir Dertli’ye sen eyledin nâz
Nedir bu ettiğin behey hiylebâz
Adam aldatıcı ey baş kumarbaz
Ne oynar, ne üter, ne ütülürsün

3,
Bana olan cefâ senden değildir
Benim kendi bahtım kara sevdiğim
Sana meyil vermek benden değildir
Gönül düştü nedir çâre sevdiğim
*
Bir gönce almışım cemâl bağından
Bülbül veş yâd oldum gül budağından
Müjgân oklarından, hasret dağından
Ciğerciğim pâre pâre sevdiğim
*
Sen gibi cânâna kurban olursam
Terk-i vücûd, terk-i cihan olursam
Birgün de çeşnimden nihan olursam
Garib Dertli diye ara sevdiğim

4.
Yürü gönül yürü dostundan kalma
Dâim hatırını soruver gitsin
Eski düşman sakın dost olur sanma
Arkasından bıyık buruver gitsin
*
Eğer ârif isen dünyâdan el çek
Yalan meydan aldı, tükendi gerçek
Baktın bir düşmanın seni serecek
Sakalına piyaz veriver gitsin
*
Ey Dertli, bu âlem dost düşman olur
Kişi sevdiğine son pişman olur
Öfke baldan tatlı çok zebân olur
Hayr-et yüzün hâke sürüver gitsin

5.
Terk-i diyâr ettim elvedâ seni
Sevdiğim sağlıkla kal şimdengeru
Aşkın ile yaktın bu cân-u teni
Ki her dem ağlattın bil şimdengeru
*
Nâmerdi dilersen vasfına ermez
Ağlarım gözüme uykular girmez
Hakikatli yâr, dost size elvermez
Var başına sultan ol şimdengeru
*
Nâr-i aşkın ile kül olup yandım
Ben seni kendime sâdık yâr sandım
Kahrını çok çektim, gayri usandım
Kafadârın olsun il şimdengeru
*
Kal benim sevdiğim hûrî isen de
Kişizâde değil, peri isen de
Yûsuf-û Ken'an’ın biri isen de
Yâr senden el çektim bil şimdengeru
*
Gel yeter cevrettin, bâri var öldür
Gözlerimin yaşı bulanık seldir
Dertli gideceği bir düşman ildir
Düşmandan intikam al şimdengeru

6
Sâkıyâ camında nedir bu esrar
Kıldı bir katresi mestâme beni
Şarâb-ı ladinde ne keyfiyet var
Söyletir efsâne efsâne beni
*
Ref’et mikâbım ey vedh-i enver
Zulmette gönlümüz olsun münevver
Şarâb-ı lâ'limn lezzeti dilber
Gezdirir meyhâne meyhâne beni
*
Âşıkın çok belâ gelir başına
Tahammül gerektir adû taşına
Şem‘-i ruhsârma, aşk âteşine
Yanmakta seyretsin pervâne beni
*
Bakmazlar Dertli’ye algundur deyu
Hakikat bahrine dalgundur deyu
Bir saçı Leylâ’ya Mecnun’dur deyu
Yazmışlar defter-ü dîvâna beni

7.
Bâd-ı sabâ benim hasb-i hâlimden
Varıp nazlı yâre dedin, ne dedi?
Cünûn-ı aşk ile âşık-ı şeydâ
Geziyor âvâre dedin, ne dedi?
*
Ne vakt idi dost iline varışın
El bağlayıp dîvânına duruşun
Derd-mend Dertli’yi anıp soruşun
Gamzesi gaddâre dedin, ne dedi?
*
Yâr neden hazzeder, neden hoşlanır
Bilmem güzel nenin müptelâsıdır
Gönül gâh söyünür, gâh ateşlenir
Ne çâre çekmeli aşk belâsıdır
*
Sefîne-i aşkın engine saldım
Girdâb-ı mihnette eğlenip kaldım
Yüzbin aman dedim, bir bûse aldım
Hâsılı ömrümün kan bahasıdır
*
Canlar fedâ olsun ahû-veş göze
Hiç doymak olur mu bu şîrîn söze
Bin tekellüm ettik bakmadı yüze
Bilmem o yâr kimin âşinâsıdır
*
Dertli vazgeçer mi ol meh-cebînden
Yahşi haber aldım öz nesebinden
Verdiği ıbûseler lâ‘l-i lebinden
İftâr-ı vasimin diş kirâsıdır

9.
Sevdâ-yı mahbubtan gönül usandı
Güzeller cefâdan niçin usanmaz
Demez ki üftâdem odlara yandı
Hak’tan hayâ kılmaz, kuldan utanmaz
*
Tîr-i müjgânlarm cana dayandı
Vücûdum serâpâ kana boyandı
Feryadımdan halk-ı cihan uyandı
Dıde-i ikbâlim niçin uyanmaz
*
Ayaklar altında bıraktı sersem
Bari ölmeden bir vaslına ersem
Dertli hasretinle can verdi desem
Gelse, mezarımı görse inanmaz

10,
Şur(a)da bir yavruya meyil aldırdım
N’ideyim gelmiyor yola anası
Bir tercüman gerek hâlim söyleyim
O zaman derdimden bile anası
*
Başıma getirdin olanca işi
Aslâ kurumaya gözünün yaşı
Dökülsün ağzında kalmasın dişi
Bana ideceğin ola-anası
*
Mail oldum kaşı ile yüzüne
Mevlâm illet versin iki gözüne
As'â kötü söyleyemem kızına
Dilerim Mevlâ’dan bula anası
*
Bu Dertli hicrânım böyle giderse
Dinleyin ağalar dil ne söylerse
Eğer ki kızım bana verirse
Ol zaman duâlar ala anası

11.
Şöyle zayıf etti çille-i aşkın
Gözlere görünmez oldu bu tenim
Düştü iç iklime gülle-i aşkın
Yıktı, harâb etti burc-u bedenim
*
Bir göncedir hüsün gülistanında
Bülbüller cem'olmuş çevre yanında
Eğer can verirsem âsitânında
Sarı perçemiyle diksin kefenim
*
Sevdiğim bir tane, meftun şenindir
Dertli aşka feda can-ü tenindir
Sorarlarsa şu mehpâre kimindir
Vallahi benimdir, billahi benim

12.
Mürüvvet kılsan a behey bî-vefâ
Âşıklar yolunda hamyâze çekmiş
Evrâk-ı hüsnüne Vâcib Te'âlâ
Rişte-i câmmdan şîrâze çekmiş
*
Görmedim âlemde emsalin güzel
Vasfın (i)çin yazmıştım nice bin gazel
Kaşların nakşeden Nakkâş-ı ezel
Perkârlar çevirmiş, endaze çekmiş
*
Câm-ı mey yollamış nûş etsin deyu
İçsin de hatırın hoş etsin deyu
Nâle-vü fer yâdım gûş etsin deyu
Hüseynî perdesin Hicaz’a çekmiş
*
Aşkı bana vermiş fikretsin deyu
Baksın cemâlime şükretsin deyu
Ehl-i aşk olanlar zikretsin deyu
Dertli aşk defterin beyaza çekmiş

13.
Aşık olan gezer gurbet illeri
Böyledir mürşidden icazetimiz
Sıdk ile tutmuşuz tevekkül bâbın
Gün begün artmakta kemâlâtımız
*
Âşıklar ta'netmez yoksulu, bayı
Gönülde bir tutar bay-ü gedâyı
Esîr-i aşk olan bilmez safâyı
Bizim gam çekmektir sefahatimiz
*
Dertli gurbet ilde kaldı bî-ıhemtâ
Görünmez gözüne cevher-i yekta
Recâm budur sana Hazret-i Mevlâ
Nâsib et bizlere vilâyetimiz

14.
Gönce üsküflendi gülşen donandı
Gül kadrin bülbül-i şeydâya sorun
Saltanat-ı şitâ odlara yandı
Murglar zârını sahrâya sorun
*
Nâzenîn ömürümüz etmekte mürûr
Kul mudur dost aşkı etmemiş zuhûr
Kaplamış etrâfın vuhûş-ü tuyûr
Mecnûn’un hâlinden Leylâ’ya sorun
*
Candan bir dost desen bin sevab değer
Kul mudur dost aşkı olmayan meğer
Dertli’yi uslanmaz derseniz eğer
Keyfiyet-i aşkı Mevlâ’ya sorun

15.
Çıkarma sevdiğim kenâr-ı festen
Ağmasın sinemde yâre perçemin
Kesti beni tâb-ü derman, nefesten
Eylemez derdime çâre perçemin
*
Aşkınla âşıklar n’eylesin, n’etsin
Başın alsın kangı diyâra gitsin
Cem'olup hacılar ziyâret etsin
Kisve-i beyt gibi kara perçemin
*
Mukavves kaşların san‘at-ı Yezdân
Bu güzellik sana Huda’dan ihsan
Bir telini zâyi‘ kılsan nev-civan
Bağrımın başında ara perçemin
*
Gönül ülfet etmez gayri ferd ile
Değü nâmerd ile dahi merd ile
Dîvâne Dertli’yi böyle derd ile
Berbâd eder vara vara perçemin

16.
Çekmiş keşidesin vurmuş okların
Almışlar sînemi nişan kaşların
Hânümânın harâb etti çokların
Yerdi her gönüle nişan kaşların
*
Can telef etmeye kasdı var ıgifoı
Baş bağa vermişler çifte mâr gibi
Yed-i Hayder’deki Zülfikâr gibi
Vermez Rüstem’lere eman kaşların
*
Âşık öldürmeye tedbir ettiler
Yazdılar fermanım temhir ettiler
Tatâr-ı gamzenle elbir ettiler
Kılmaya dil mülkün vîrân kaşların
*
Cevrindir hatırım nâşâd eyleyen
Lûtfundur harabım âbâd eyleyen
Dert-mend Derfcli’yi berbâd eyleyen
Sûhâne bakışın, keman kaşların

17.
Yağma edip akl-ü fikrimiz aldı
Bir nâzik edalı elvanlı güzel
Yeni baştan bizi sevdaya saldı
Ahû gözlü, bir ak gerdanlı güzel
*
Bir kûh-ü sahrâya konmuş obası
Geşt-ü güzâr ettim dağı, ovası
Şehir dilberinin çoktur edası
Aşirette molla ünvanlı güzel
*
Hüsnü meh-i Şaban, takati Receb
Cihâna gelmemiş böyle gonce-leb
Aklı zâhir, kendi bir âlî-neseb
Sağ olsun Dertli’ye dermanlı güzel

18.
Bahar seli gibi dağlar (başında
Gör nice torlandıra, nice bulandım
Bir dâr-ı şifâdan boşanmış gibi
Sürüyüp zinciri hayli dolandım
*
Ömrüm helak ettim dehrin peşinde
Yüzbin çille vardır her bir işinde
Hicran ocağında, aşk âteşinde
Ciğer-kebâb oldum, gör, nice yandım
*
Gâhi sâil gibi düştüm yollarda
Gâh Mecnûn-kıyâfet gezdim çöllerde
Bir kısmet cem'ine gurbet illerde
Çok meşakkat çektim, çok yuvarlandım
*
Bıktım o sofunun ibâdetinden
Geçtim o tekkenin kerametinden
Usandım mürşidin icazetinden
Çille-i felekten bezdim, usandım
*
Himmeti bu imiş bize pirlerin
Hizmetini ettim nice mirlerin
Hayli müsellem’in, çok vezir’lerin
Sayesinde bir Dertli’lik kazandım

19.
Aşk ehline derman sordum âlemde
Ne Eflâtun bilir, ne Lokman yazar
Erbâb-ı aşk olan kalır mâtemde
Anların ahvâlin perişan yazar
*
Bulunmaz âlemde böyle dilrubâ
Aşk-u mahabbeti başlara (belâ
Münkiri öldürmek sevabdır, ammâ
Zâlim kadı üstümüze kan yazar
*
Dertli aşk yolunda olmuştur gulâm
Mastur cebininde harf-i Eliflâm
Hâkimler hakkında yazamaz î’lâm
Yazarsa fermanım Âlîşan yazar

20.
Bakıp rahmeylemez çeşmim yaşma
Durmaz cefâ eder nev-civan bize
Böyle derd vermesin kullar başına
Çün ezelî vermiş Lâmekân bize
*
Keman kaşlarına ezel mailim
Bir lâhza görmesem aklı zâilim
Bir gün değil beş-on güne kâilim
Etmesin bu çevri her zaman bize
*
Câme-i sabrımı odlara yaktı
Muhabbet kemendin boynuma taktı
Yalın ayak, keçe külah bıraktı
Gör ne etti âdil Âlîşan bize
*
Taksimde dert düştü dil (i) nâşâdıma
Anın için Dertli denmiş adıma
Ne yâre hayrım var, ne evlâdıma
Âhir haram oldu hânüman bize

21.
Bin pend-üi nasihat eyledim sana
Gönül düşme dedim bî-vefâlara
Sen gûş-ı huşunu vermedin bana
Uğrattın başını bin belâlara
*
Vaktin dilberinde namus, âr olmaz
İkrarında sâbit, herk arar olmaz
Aldatırlar seni sana yâr olmaz
Gönül ne inandın dilrubâlara
*
Bağda gönce olmaz gül-femi gibi
Çıkarır dîdeden göz, nemi gibi
Atar baştan seni perçemi gilbi
Teslim olur başka âşinâlara
*
Münafık sözünü gûş etme beyim
Hâtır-ı mahzûnum incitme beyim
Derd-mend Dertli’ye cevretme beyim
Zira dayanmayız bu cefâlara

22.
Hicrânmla uyku girmez gözüme
Bî-devlet ser ister yâr kucağını
Değmiş bâd-ı sabâ perişan etmiş
Deste deste duran zülfün bağım
*
Candan hayranıyım o nev-civânın
Sinem nişanesi ebrû-kemânın
Gülşen-i hüsn içre gönce fidânın
Şukûfeler almış soku sağını
*
Ayaklar altında Dertli bir kuldur
Ayarda cevherdir, bahâda puldur
Sâkî nöbet gözle câm-ı mey doldur
Badedir yandıran aşk ocağım

23.
Şairlik dâvasın sürme ey gönül
Huzûr-ı devlete âkılâne var
Benlik kapısından girme ey gönül
Bûs-eyle damanın dervişane var
*
Düş râhma göz yaşların silerek
Gâhi ağlayarak, gâhi gülerek
Miktarın tanıyıp, haddin bilerek
Serkeşlik eyleme kâmilâne var
*
Ehl-i aşk olanın yüzü yerdedir.
Bu benlik dâvası aşka perdedir
Dedim ki Dertli’ye derman nerdedir
Dediler devleti Âlîşan’e var

24.
Baş keser kaddine servi gülşende
Hey kameti bâlâ seni görünce
Güller girye eder, gönceler hande
Ey ruhleri hamrâ seni görünce
*
Aşk ile bağrıma bastım taşları
Akıttım dîdemden kanlı yaşları
Zaptedemez kendin gönül kuşları
Koparır vâveylâ seni görünce
*
Zülfikâr resmimde çekilmiş kaşlar
Ehl-i aşk hâlinden bilmeyen taşlar
Gülşen-i hüsnünde evrada başlar
Her bülbül-i şeydâ seni –görünce
*
Mevc urur deryâ-veş dü çeşmim seli
Eser başımızda mahabbet yeli
Açılmaz dehânı, söylemez dili
Derd-mend Dertliyâ seni görünce

25.
Cemâlin görünce ey gül-i râ'nâ
Vücûdüm -şehrine düştü velvele
Hasret-i hecrinle çekerim sevdâ
Sanki dil mülküne düştü zelzele
*
Dağılmış cihâna şöhretin, şâmn
Murg-ı tûtî gibi söyler lisânın
Neş’e verir halka şîrîn zebanın
Düşer âlem içre hemen gulgule
*
Can alır cesetten ol keman-ebrû
Serâpâ vechinde leşker-i Hindû
Baş çıkarmış festen mâr-veş gîsû
Mûy-i müşkîn sarışmışlar tel tele
*
Gezer idik he-rdem bilmezdik nerde
Yanar aşk âteşi söyünmez serde
Unutma Dertli’yi gezdiğin yerde
Verme adûlarla câmın el ele

26.
Dün gece seyrimde aşk pazarında
Gördüm cânân ile cana değiş var
Bir zaman meksettim kırklar darında
Ne bundan geç derler, ne bir alış var
*
Bir şatranç düzerek yâr ile bile
Sürdün piyâde’yi atlar da gele
Ruh’u.ruh’a verdin kaldık fil fil’e
Sakın ferz evinden şah’ına giş var
*
Candan sultanıdır Habib Dertli’nin
N’eylesin derdine tabilb Dertli’nin .
Yanıp yakıldığı garib Dertli’nin
Pek de boş değildir bunda bir iş var

27.
Hatırlayıp sorar m(ı) ola hâlimden
Kirpikleri kara, kalem kaşlı yâr
Zikr-ü fikri gitmez benim dilimden
Anadan gülmedik garib başlı yâr
*
Fteb-i aşka suvar olsam yarışmaz
Hûn-ı dîdem deryalara karışmaz
Çoktanberi küsülüdür barışmaz
Benim ile mercimeği taşlı yâr
*
Dertli seril sefil gurbet illerde
Beyhûde şöhreti gezer dillerde
Paşam gelir deyu gözü yollarda
Elleri kınalı, gözü yaşlı yâr

28.
Haraba kul olduk bezm-i Âdem’de
Âbâd olsak da bir, olmasak da bir
Düştük çâre nedir dâme âlemde
Âzâd olsak da bir, olmasak da bir
*
Aşk odu’na yanmış ciğer-kebâbız
Hecr ile giryâmz, dîde pür-âbız
Yapılmış, yıkılmış hâne-harâbız
Bünyâd olsak da ıbir, olmasak da bir
*
Biz Şîrîn elinden aşk meyin içtik
Hak ile bâtılı farkedip seçtik
Varlık dağlarını deldik de geçtik
Ferhâd olsak da bir, olmasak da bir
*
Ey Dertli âlemde biz şâh-ı diliz
Hak’tan, hakikatten" âgâh-ı diliz
Tarîk-ı esrâra ervâh-ı diliz
İrşâd olsak da bir, olmasak da bir

29.
Şarâb-ı lâ'linin lezzeti dilber
Ne Âb-ı kevser’de, ne Zemzem’de var
Mücize enfâsın ey verd-i ahmer
Ne Mesîhâ’da var, ne Meryem’de var
*
Bu edâ, bu etvar, bu servi kamet
Nedir bu şendeki yosma kıyâfet
Bu atâ, bu mürvet, böyle sehâvet
Ne Bermekî’de var, ne Hâtem’de var
*
Nedir Dertli sende bu şîrîn sözler
Bu şive, bu cilve, bu nâzik nazlar
Bu keman ebrûlar, bu kara gözler
Ne hûrî, perîde, ne âdemde var

30.
Bir yere cem'olmuş beş-on âşıklar
Biribirleriyle meydan ederler
Dönmez ikrarından kavle sâdıklar
Mahabbet sırrını pinhân ederler
*
Olsaydım anların dânnda ıberdâr
Muhabbetleriyle olduk târümâr
Oniki koyunum, ondört kuzum var
Gönül yaylasında cevlân ederler
*
Dertli dertlerine düşeldenberi
Gâhî ıgeri gider, gâhî ileri
Çağırsan münkiri gelmez içeri
Mahabbete kuru bühtân ederler

31.
Âşıkları diyar diyar gezdiren
Başta siyah perçem-(i,) perîşâmndır
Kemâl-i mahbubluk hatmolmuş sende
Hâllerin Yûsuf’tan bir nişânmdır
*
Bir Mecnûn misâli bir akili zây(î)im
Bir miskin kıyâfet, bir bî-nevâyım
Han değilim, şalı değilim, gedâyım
Gedâya mürüvvet senin şânındır
*
Çoktanberi âsitânın beklerim
Derd üstüne gam-ı hicran eklerim
Verme rüzgâra yâr emeklerim
Dert-mend Dertliyâ dervişânındır

32.
Sefîne-i kalbin engine salma
Aşk bahrinde rüzgâr eser demişler
Gark olup girdâb-ı mihnete dalma
Gemisin kurtarmak hüner demişler
*
Rızk için teessüf çekme âlemde
Rezzâk ismi varken levh-ü kalem’de
Usrün yüsrü vardır, kalma elemde
Attan inen yine biner demişler
*
Sen hakkına râzı olman(g) mı Dertli
Çün geldin cihâna ölmen (g) mi Dertli
Nahnü Kasemııâ’yı bilmen (g) mi Dertli
Hak’tan ne gelirse kader demişler

33.
Sâkî sunma bize mey-i engûru
Canlar câm-ı pîr-i mugandan kanık
Dost ilinden düştük gurbet illere
Hecr ile gözlerim kana bulanık
*
Gider gıll-ü gışım, gönlüm sâf eyle
Mâsivâ gussesin bertaraf eyle
İmânın yok amma gel insaf eyle
Aşkınla âşıklar candan usanık
*
Vâsıl olan var mı hiç visaline
Akl-ü fikir ermez bir kemâline
Âfitâb hüsnüne, hub cemâline
Var mı Dertli gibi abası yanık

84.
Bir zamanlar gezdim sulıb-i pederde
Kereme uğradım kâna yetiştim
Bir zaman meksettim rahm-i mâderde
Vücûd hâsıl ettim câna yetiştim
*
Erba‘-anâsır’dan olundum tertib
Üstâdım Hudâ’dır eylemiş terkib
Ben ana kul oldum ol bana habiıb
Hâk idim şekl-i insana yetiştim
*
Hak mi'marım oldu, kuruldu binam
El ayak parmaklar yapıldı tamam
Dokuz ay dokuz gün olunca hitam
Vakt erişti bu cihâna yetiştim
*
Dertli, Hak’tan nutuik geldi dilime
Tarîkatten bir yol geçti elime
Hakikatten su bağlandı gülüme
Katre idim bir ummana yetiştim

35.
Girdâb-ı mihnette kapandım kaldın
Vermedin bir yandan ses, kara bahtım
Anladım gafilsin uykuya daldın
Deli poyraz gibi es, kara bahtım
*
Alemde bir candan korkulmaz iken
Pençenden kimseler kurtulmaz iken
Arslana, kaplana yırtılmaz iken
Dedirttin tilkiye pes, kara bahtım
*
Dertliyâ çıkar mı bu işin ucu
Şimdi farkeden yok altunu, tuncu
Evvel beğenmezdim mesti, pabucu
Verdirdin çarığa mes(h), kara bahtım

36.
Ben senin aslından aldım haberi
Âşıklık bilmezsin, densizlenirsin
Nâfile söylenip üste eş'ârı
Geçip üst yanlara şehbazlanırsın
*
Bir yerde kurarlar bezm-i dîvânı
Ararsan görünmez maihbufo-(ı) zamânî
Kimden ezber ettin sen bu yalanı
Güzeli sevdikçe elfazlanırsın
*
Yutabilir misin sen bu lokmayı
Öğretirler sana ders okutmayı
incecik eğirip sık dokutmayı
Gider kahvelerde kurnazlanırsın
*
Dertliyâ gevherden çekme hesabı
Âşık’ın yanında var mı cevâbı
Okuyabilmezsin İncil kitabı
Hemen Aynaroz’da papaslanırsın

37.
Şarâb-ı ledün’den içeldenberi
Ayılmadım gitti mestânesiyim
Bî-hûş olup candan geçeldenberi
Serseri gezerim efsanesiyim
*
Meylim yok cüıânın küllî varında
Destimi gezdirmem kisıb-ü kârında
Şem‘-i ruhsârında, aşkı nârında
Gece gündüz yanan peervânesiyim
*
Rahmeyle hâlime eyleme azab
Kudret yok vermeye suâle cevalb
Ey cebini hurşid, hüsnü mâh-'tâb
Zincîr-i zülfünün dîvânesiyim
*
Dertli tellâlıdır bâzâr-ı aşkın
Kulu kurbanıdır kerrâr-ı aşkın
Aşkı bünyâd eden mi‘mâr-ı aşkın
Ta‘mir kaibûl etmez vîrânesiyim

38.
Minnet eyledikçe aksine döner
Etmeyelim çarh-ı devrâna minnet
Geceler muhabbet şem’ası yanar
Hâcet değil mâh-ı tâbâna minnet
*
Ezberden okuduk aşk kitâbını
Anladık sofunun her sevâbını
Sâkî sundu bize hayat âbını
Kalmamıştır Âb-ı hayvan’a minnet
*
Mü’minler işine münâfık şaşa
Münkirler başını ko vursun taşa
Kanâat tacını giyince başa
Ne sultana minnet, ne hâna minnet
*
Erenler bezmine girmez nâ-mahrem
Bu yolda ıbaş veren olurmuş mahrem
Dost derdinden buldu derdine merhem
Dertli etmez gayri dermana minnet

39.
Makbûl-ü mergûb-ı Mevlâ olursun
Aşk ile dökersen eğer kanla yaş
Giderek ârif-i dânâ obursun
Tevekkülde karar edersen kandaş
*
Bize cevreyleyen devr-i felektir
Münâfık derûnu demirden pektir
Renkte bir cevherin zâti gerektir
Surh ile lâ‘l olmaz heribir kara taş
*
Ko cefâ eylesin babib, Deortli’ye
Tek derman etmesin tabib, Dertli’ye
Miskin Beypazar’lı garib Dertli’ye
Kimi ak külah der, kimi kızılbaş

40.
Bâb-ı ihsânından inâyet eyle
Karıştırma herbir eşyâya beni
Bakma isyanıma merhamet eyle
Ulaştır meaızil-i âlâ’ya beni
*
Küm buyurdun her eşyayı yetirdin
Mevcûdâtı kemâline getirdin
Yaptın Ars-.u kürsî kendin bitirdin
Düşürdün tükenmez kavgaya beni
*
Dertli’ye tükenmez nice dert verdin
Ne çekmeye sabır, ne gayret verdin
Ne saltanat verdin, ne devlet verdin
Ya niçin getirdin dünyâya beni

41.
Hamdilillâh esti nesim yelleri
Gitti şitâ geldi fasl-ı nevbahar
Zümürrüd-renk oldu çemen illeri
Şukûfeyle tezyin oldu her diyar
*
Sarı çiğdem evvel geldi dünyâya
Menefşe baş eğip durdu duaya
Seherde bülbüller başlar nevâya
Seçerler semerler verir berk-ü bâr
*
Hâk’ten su yürüdü her bir dirahta
Sünbül saçaklandı garkoldu rahta
Husrev-i gül geçti oturdu tahta
Üsküflü gönceler Hürmüz tâç-dâr
*
Şiddet-i şitâdan çok çektik zârı
Hele bihamdillâh kurtardı Bâri
Ey Dertli medheyle sen nevbahârı
Cihâna bir zînet verdi Kırdikâr
*
Kirâmen kâtibin hâme-i Kudret
Yazmış alnımıza kara yazılar
Bir taraftan gurbet, derd ile mihnet
Âh ettikçe yaralarım sızılar
*
Aksine dönmekte bu çarh-ı devran
Bilmem bu sözümde var mıdır noksan
Biz gurbet ilinde sefil, serkerdân
Bilmem ne hâldedir körpe kuzular
*
Dertli ölüm haktır, âsân demişler
Ölümden beterdir hicran demişler
Hubbü’I-vatan mine’l-îmân demişler
Gönül ol sehebden vatan arzular

43.
Hitâb-ı Elest’de, bezm-i ezelde
Sadâkatle ikrar verenlerdeniz
Gönül gezdirmeyiz gayri güzelde
Biz Ccmâlu’llâh’ı görenlerdeniz
*
Bir Kün emri ile halkoldu dünyâ
Bü kadar mevcûdât, bu kadar eşyâ
Nefhatün min rûhi dedikte Mev’â
Vücûd-i Âdem'e' girenlerdeniz
*
Bin türlü derd ile bezet Dertli’yi
Gerek kısalt, gerek uzat Dertli’yi
Bâb-ı velâyette gözet Dertli’yi
Yabancı değiliz, erenlerdeniz

44.
Sanma sofi bizim rûzemiz yoktur
Ramazan-ı aşkın sıyâmı’yız biz
Söyletme derûnda derdimiz çoktur
Dertte noksan değil, tamamıyız biz
*
Yoktur halâsımız, aşk esiriyiz
Memâlik-i aşkın şâh-ü miriyiz
Yetim âyeti’nin müfessiriyiz
Bel etâ dersinin imamıyız biz
*
Dertten hâli değil dil (i)-nâşâdımız
Anın için Dertli kaldı adımız
Kıyamete değin yok azadımız
Âl-i Muhammed’in gulâmıyız biz

45.
Vakti mürur eder harâb ehlinin
«Meded senden ey şâh, ey gâh!» diyerek
Recâ halvetinde, niyaz babında
Geçti ömrüm «Eyvah, eyvâh!» diyerek
*
Kavs-i kuzah gibi bükmüş belini
Habt-etmiş cihanın tutmuş dilini
Gözün göğe dikmiş, açmış elini
-Doğmaz m (ı) ola ol mâh, ol mâh!» diyerek
*
Dertli aşk yolunda olmuştur irşâd
Memâlik-i aşkı eyledi âbâd
Tîşesin taşlara ururdu Ferhâd
Bîstun’da «Allah, Allah!» diyerek

46.
Nûrdan mı yaratmış seni yaradan
Âfet-i devrânım, sen safa geldin
Ayırdılar beni kaşı karadan
Zülfü perişanım sen safa geldin
*
Bu gözlerim seni görünce melek
Dîdelerim rûşen eyledi felek
Rûz ile şeb Hak’tan eyledim dilek
Güzeller sultânım sen safâ geldin
*
Beni Mecnûn etti ol saçı Leylâ
Bana aşkı veren Hazret-i Mevlâ
Deırd-mend Dertliyâ durma kan ağla
Ey şâh-ı hûbânım sen safâ geldin

47.
Nahmü kasemnâ’da taksimde Mevlâ
Bu noksan kısmeti bana mı verdin
Âleme safâlar eyledin ‘atâ
Derd ile mihneti bana mı verdin
*
Geleli dünyâya rahm-i mâderden
Gönül şâd olmadı gamdan, kederden
Türlü seren câmlar geçirdik serden
Hep gam-u kasveti bana mı verdin
*
İçirdin feleğin câm-ı zehrini
Aldı gam leşkeri gönül şehrini
Yeter, bunca demdir çektim kahrım
Diyâr-ı gurbeti bana mı verdin
*
Bu nasıl tecellî bilmem ne hikmet
Serpilmiş âleme dâne-i kısmet
Dertli’yi gurbette koydun akıbet
Firakı, hasreti bana mı verdin

48.
Ayaklar altında bıraktı sersem
Her baktıkça senin âhû gözlerin
Düşer ser-pençe-i aşkına âlem
Süzüldükçe keman-ebrû gözlerin
*
Mir’ât-i Hudâ’dır o al ruhsânn
Kudret manzarası hüsn-i etvârın
Seb'ül Mesânî’de Sun'-i Settâr’ı
Saâdet ahteri meh-rû gözlerin
*
Dertli aşkın ile böyle sersemdir
Bizlere verdiğin ne Câm-ı Oem’dir
Kirpiklerin sinan, kaşın Mülcem’dir
Şehid eyler beni âhû gözlerin

49.
Ervâh-ı ezelde, 'evvelki safda
Elest 'hitâlbında ben belâ dedim
Koyma beni anâsırda, hilâfda
Câmın cemâline mübtelâ dedim
*
Ruhlar aşk meyinden oldu mestâne
Kimi küfre daldı, kimi îmâne
Saf-be-saf olarak durduk dîvâne
Münkirler lâ dedi, ben illâ dedim
*
Ne çâre Kiin emri zuhûra geldi
Eşya ve mahlûkat hep zâihir oldu
Her ervâh kendini bu yolda buldu
İmân-u ikrarı ben sana dedim

Dertli çok hikmetten irşâd olmadı
Sensiz Mahşer yeri küşâd olmadı
Çok nebiye vardım, imdâd olmadı
Şefaat kânısın Mustafâ dedim

50.
Gönül, ziyâ dursun gam zulmetinde
Kalk, aydınlık bir mekâna var yürü
Bağlanma münkirin bed mihnetinde
Himmet ehli bir sultana var yürü
*
Dosttan bir haber al, var, bir bilenden
Dinle ki ne söyler cânân ilinden
Âl-i Muhammed’i koyma dilinden
Bu aşk ile yana yana var yürü
*
Muhammed’in şevki rûz-i cezadır
Âl-ü bendesine sâhib-'atâdır
Hasan-ü Hüseyin Bedrü’d-dücâ’dır
Ağlayarak o dîvâna var yürü
*
Dedim ki bir pire : Ey pîr-i fâni
Pir dedi : Derdin ne, eyle beyânı
Dedim pire : Ner’de Dertli dermânı
Pirim dedi : Âlîşan’a var yürü
*
Derd bı-hesab iken sıfırda kaldı
Bin derdi tarhetti bire ulaştı
O bir derd cihanı ıgümâna saldı
Gerçi birdir amma bine bulaştı
*
Yâri gördüm zülüflerin tararken
Tûl-i visal rişteierin sararken
Dâne-i vechinde kısmet ararken
Dil murgunun, payı zülfe dolaştı
*
Dil Mâsivâ kaydin bırakıp yattı
ikilik heybesin boynundan attı
Erenler Dertli’yi bir pula sattı
Sürdüm ol yol kurb-i Hakk’a yanaştı

52.
Gülşen-i dehr içre gezme serseri
Sonra düşürürler tuzağa seni
Ne belâ çekmiştir sefil pederi
Getirinceyedek bu çağa seni
*
Terbiyeler etti beğlendirmeğe
Tûtî gibi seni söylendirmeğe
Gezdirip bağları eğlendirmeğe
Almıştır dâyeler kucağa seni
*
Saçın görse sünbül perişan olur
Gider aklı baştan dardağan olur
Güncelerin bağrı kızıl kan olur
Koymasın bâğbân her bağa seni
*
Noksansın Dertli’ye çaresâzlıkta
Yektasın a kuzuna her cambazlıkta
Gönüller çalmada, oyunbazlıkta
Sarmamış analar kundağa seni

Anâsır gömleğin giymezden evvel
Âzâde başıma hünkâr idim ben
Yemekten içmekten münezzeh idim
Manzar-ı Mevlâ’da envâr idim ben
*
Halk olmazdan evvel mülk-i melekût
Kimse kılmaz iken Mevlâ’ya sucûd
Arş-u kürs, levh, kalem olmazdan mevcut
înd-i mânevide hem var idim ben
*
Ezel bî-dert idim bir Dertli oldum
Makam makam gezdim cihâna geldim
Kendimi ahsenü takvîm’de buldum
Hak ile vâkıf-ı esrâr idim ben

Telli sazdır bunun adı
Ne âyet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
*
Venedik’ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allah'ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde
*
AJbdest alsan, aldın demez
Namaz kılsan, kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde
*
İçinde mi, dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde
*
Dut ağacından teknesi
Kirişden bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde
*
Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde
2.
Hav (a)landm mı telli turnam
Uçup gitme yele karşı
Zülüflerin tel tel olmuş
Döküp gitme ile karşı
*
Davlumbaza vur turayı
Dünden avladık burayı
Getir oğlan boz kulayı
Binem gidem yâre karşı
*
Şahinim var, bazlarım var
Ördeğim var, kazlarım var
Yâre tenha sözlerim var
Diyemem agyâre karşı
*
Dertli der ki dünyâ fânî
Seni seven n’eyler malı
Yakışmazsam öldür beni
Giyin yeşü ala karşı

Medhine meddah olalım
Husrevi hûbân güzele
Vasfına sözler (bulalım
Dinleye, yârân güzele
*
Benze yemez hûr-u melek
Hizmetine çektik emek
Dişleri zer-şâne gerek
Zülfü perişan güzele
*
Dayanamam nâzlarına
Tûtî gibi sözlerine
Çekme seza gözlerine
Kûhl-i Sifâhan güzele
*
Söyleme efsâne gibi
Bakması bigâne gibi
Şem'ina pervâne gibi
Yan güzele, yan güzele
*
Söylese diller dolaşır
Bakmaya gözler kamaşır
Sırmalı kaftan yaraşır
Serv-i hirâman güzele
*
Yüzüne zer hızme ile
Cebbe zeheb düzme ile
Başta oya yazma ile
Yakışır elvan güzele
*
Ruhleri gül, gönce femi
Kendi agîret Hâtem’i
Gezseler Kura-u Acem’i
Olmaya akran güzele
*
Serv-i sehî .kametime
Kameti kıyametime
Gelse eğer davetime
Kesmeli kurban güzele
*
Emrine tâat edelim
Çevrine gayret edelim
Hâneyi halvet edelim
Bir gece mihmân güzele
*
Câm ile mey süzdürelim
Bezme şeker ezdirelim
Seyrederek gezdirelim
Bağ ile bostan güzele

Dertli efkendeleriz
Vasfına gûyendeleriz
Can baş ile bendeleriz
Şimdi Âlîşân güzele

Yâri bil, ağyarı bil, aklın başında yâr iken
Fevt-i fırsat eyleme, fırsat yedinde vâr iken
*
Evvelâ Hak bâdehû devlet rizâsm hoş gözet
İltifât-ı hazreti Sultan Mecid derkâr iken
*
Âleme cûd-ü sehânı kimdir inkâr eyleyen
Gül gibi pertev salan hüsnünde şems izhâr iken
*
Gayre göstermek ne hacet de£ter-i a'mâlimi
Sen mürüvvet mâdeni sancakta defterdâr iken
*
Böyle dermân etmemek lâyık değildir şanına
Dergehinde Dertli-i bîçâreniz bîmâr iken

3.
İkbâle zevâl erse ne var, sende kemâl var
Mağrûr-ı kemâl olma ki ardınca zevâl var
*
Heribir kişinin tâli’i devlette bir olmaz
Bir lokması yoktur ki yesin bunca ricâl var
*
Ahvâl-i perişanımı sormazsın efendim
Vallahi beyim boynuna bu işde vebal var
*
Bir başıma kalsam şehe, sultâna kul olmam
Viran kalası hanede evlâd-ü ‘iyâl var
*
Dûr olmayı ister mi kişi öz vatanından
Ey Dertli-i bîçâre bu esrarda ne hâl var

3.
Getir sâkî mey-i engûru el tutmaz, ayak tutmaz
Anı zâhid yasak ettiyse aşk ehli yasak tutmaz
*
Çıkup kiirsîde vâ'iz tahta1 ar dövme, guluv etme
Harâbât ehli zira pendine asla kulak tutmaz
*
Ne denlû ettim ıtlak der isen kâzibsin ey sofi
Bu nefs-i pîrezen’den hiç gönül geçmez, talak tutmaz
*
İlişmen (g) Dertli-i bîçâreye derdiyle haşrolsun
Anı dünyâ-vü uıhrâ uğrular çalmaz, ulak tutmaz

4
Ok giıbi hûblar beni yaydan yabana attılar
Bilmediler kadrimi ehven bahâya sattılar
*
ld-i vuslatta güzeller bûse ıkrâr ettiler
Vermediler hâsılı bu gönlümü aldattılar
*
Biri Şîrîn, biri Leylâ bu iki pâkızeier
Kâhkrn’le Mecnım’u dağdan, dağa atlattılar
*
Ol kara gözlü güzeli bulmağa iz kestiler
Kelb rakib ol şûhu da tavşan gibi kanlattılar
*
Gördüler Ferhâd-ü Kays efsâne-i aşkım benim
Ben gelince adları zîr-i zemine battılar
*
Hâniyâ vasf ettiğin dilber senin Salih deyu
Dün gece ol dilberi bir badeye oynattılar
*
Gördüm ol hûrı-s:fat ülfet eder ağyar ile
Hn and inden Dertli’yi toplar gibi patlattılar

5.
Kande görsem nâzenîn gec gec nigâh eyler bana
Taht-ı zülfe gizleyip vechin siyâh eyler bana
*
Bûseler ikrar eder, durmaz sözünde, tiz döner
Mevlivî’dir sevdiğim hergün külah eyler bana
*
Zülfü leylimdir, Cemâl-i pâki yârin güdüzüm
Bir yüzün şems eyleyip bîrin de mâh eyler bana
*
Halk-ı âlem âşkla rüsvâlığım seyretseler
Kâfi olsa hâlimi gördükte âh eyler bana
*
Mülk-i dilde hükmeder sultânıdır ben Dertli’nin
Her ne cevretse vefâdır, pâdişâh eyler bana

**
Kaynak: Ord. Prof. Dr. M. Fuad KÖPRÜLÜ,TÜRK SAZŞÂİRLERİ, Düzeltme Ve İlâvelerle, İkinci Basım, Milli Kültür Yayınları, 1965, Ankara



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar