AYAŞLI MUALLİM ŞAKİR EFENDİ
San’at ve
Edebiyat dünyamızda bilinen şöhretlerin, zirvelerin yanında; bilinmeyen veya
yeteri kadar tanınmayan, hatta daha doğru bir ifade ile şahsiyetleri, eserleri
tam anlamıyla takdir olunamayan dehâ seviyesinde birçok kıymetlerimiz daha
vardır ki, işte bunlardan birisi Ayaşlı Muallim Şakir Efendi’dir.
H. 1288/Miladi 1871 senesinde,
Ankara’nın Ayaş kazasında Dervişimam Mahallesi’nde doğmuştur. Babası
Nazif Ağa, kendi malı mülkü ile geçinen ümmî bir zattır. Annesini çok küçük
yaşta kaybeden Şakir, teyzesinin ve Ayaşlı Es’ad Muhlis Paşa’ya mensup olan
büyük vâlidesinin himâyesi altında yetişir. İlk tahsilini, Rüşdiye’yi Ayaş’da
bitirir, Kur’an’ı hıfz eder, 13-14 yaşlarında da Arapça ve Farsça öğrenmeye
başlar.
15-16 yaşlarında iken yazı
yazmaya, şiir söylemeye yönelir ve tahsilin tamamlamak üzere İstanbul’a
gönderilir. Orada, bir sene kadar Medrese’ye devam eder ve 1889’da imtihansız
olarak Dârülmuallimin’e kabul olunur. Bu mektebin İbtidâî, Rüşdî ve Âli
Edebiyat kısmını bitirir.
İşte bu sıralarda İstanbul’da
şiir san’atına olan meylini, daha sistemli bir tarzda geliştirme imkânına da
kavuşarak, Mekteb Gazetesi’nde şiirlerini neşretmeye başlar.
1895’de, ilk memuriyeti olan
Konya İdâdisi Müdür Muâvin-i Sâniliğine tâyin olunur.
1901 ’e kadar burada Edebiyat,
Tarih, Coğrafya dersleri verir. O günlere ait intihalarını nakleden ve 1933’de
Konya Halkevi Müze ve Sergi Şubesi Reisi olan Fâik Soyman Bey
ile, Konya Halkevi Temsil Şubesi Reisi Edebiyat Muallimi M. Muhlis Koner Bey,
şunları kaydederler;
“Ayaşlı Şakir Efendi derste
talebesini yalnız programın çerçevesi içinde bırakmaz, münasebetler getirerek
Garbın yüksek medeniyetinden bahseder, bilhassa taassubun ve mutaassıpların hareketlerini
ve Türk Milleti’ne yaptıkları fenalığı anlatır, velhasıl bizi saplandığımız
cehâlet girivesinden (çıkmaz
sokağından) çekip çıkarmak için her vâdide söz söyler, dersini âdetâ bir
konferans şekline sokardı.
Yetiştirdiği değerli
talebelerinden bazıları şunlardır:
Fâik Soyman,
M. Muhlis Koner,
Naci Fikret Baştak,
Ferid Uğur,
Mümtaz Bahri Koru,
Namdar Rahmi Karatay,
Feridun Nâfiz Uzluk,
Saip Râgıp Atademir,
Sâdi Irmak,
Mehmet Tâhir Mıhçızâde,
Nuri Karayüklü,
Muhsin Binal
ve herbiri kendi sahasında yeri
doldurulamayacak insanlar...”
Böylece Konya’da altı sene kalan
Şakir Efendi, Ocak 1901’de Tokat İdâdisi Müdürlüğü’ne tâyin olunur ve “talebenin
gözyaşları arasında...” yola çıkar. Kendisi bu nakil dolayısıyla:
“KONYA’NIN SİLLE’SİNDEN,
SİVAS’IN TOKAT’INA GİDİYORUZ!” esprili cümlesini söyler.
Konya’da bulunduğu sırada,
Sivaslı Ali Kemâli Bey ile Kambur Tevfik Bey’in merkezini teşkil ettikleri ve
aralarında Mevlevi bilginlerinden ve şâirlerinden Filibeli Sıdkı Dede,
Yağlıtaş Medresesi Müderrisi Çumralı Hacı Hüseyin Efendi, Süleymaniye Medresesi
Müderrisi Tavaslı Osman Efendi, Kıbrıslı Fâik Bey gibi aydın fikirli, ileri
görüşlü, gönül ehli, irfan sahibi kimselerin bulundukları “bezm-i muhabbet”e,
Konya Zahire Borsası Komiseri Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Bey ve Ayaşlı
Şakir Efendi de dâhil olmuştu.
Şakir Efendi, bu zâtlar arasında
bilhassa Ali Kemâli Bey ile çok iyi anlaşır ve son derece samimi bir dostluk
kurar.
Bu konuda, Ali Kemâli Bey’in
torunu olan Avukat Mehmet Ali Apalı Bey, şu bilgileri aktarmıştır.
“Merhum, Muallim Ayaşlı Şakir
Efendi, dedem Sivaslı Ali Kemâli Efendi’nin çok iyi dostu idi. Gönülden hem-dem
idiler. Şakir Efendi, Konya Târihi’ne şeref konuğu olarak geçecek seviyede bir
dâhiydi, mükemmel bir insandı. Nefsini terbiye için, gece sabahlara kadar
müteaddid defalar soğukta tek ayaküstünde durduğunu da dedem anlattı. Saadeddin
Nüzhet Ergun Bey, O’nun hayli şiirini topladı ve bir gün bana: “Şakir Efendi,
bir edebiyatçıdan çok bir filozof idi.”
Dedem bize sık sık:
“Ben ilmin yarısını Şakir’den
aldım.” diye,
açıkça itirafta bulunurdu.
Şakir bir gün dedeme:
“BEN BİR BUHRAN GEÇİRECEĞİM, AMA
SAKIN BENİ DELİ DİYE TIMARHANEYE GÖNDERME!” der. Bir sabah yalın-ayak, gözleri dolu dolu bizim
Piri Mehmed Paşa mahallesindeki eve gelir. Ancak, içeriye giremez.
“Burada, her basacağım yerde
Allâh var. Ayağımı içeriye atamam.” der. Lâkin
dedemin, ısrârı üzerine, Besmeleler okuyarak içeriye girer.
“Beni, Kubbe-i Hadrâ’yı gören
salona çıkar” dedikten
sonra, oraya gidince semâ eder.
Rahmetli, tam onüç sene bizlerin
arasında yaşadı, diyebilirim. Evimizde yemekleri hazırlanır, çamaşırları
temizlenir ve tarafımızdan evine götürülürdü. Dedem, O’nun hizmetini kimseye
bırakmaz, bizzat kendisi heybe omzunda, çıkın elinde yanma gider, hizmetini
görürdü. Şakir Efendi, o kadar mübârek bir zâttı. Artık, üstadı gören, tanıyan
fânilerin adedi oldukça azalmıştır. Ben, elini öpenlerin hemen hemen
sonuncusuyum.
Lâkin, bu maddi diyebileceğimiz
bilgiler, O’nun tam Şakir olması için yetmemektedir. Aynı; Hazret-i Pir’in,
Hazret-i Şems tarafından uyarılması gibi, bir uyarıcıya ihtiyacı vardır.
Kanaatimce, zaten Allah’a yaklaşmasının yolu da bu idi. İşte, Şakir Efendi için
en büyük şans; bu yolu gösterecek birkaç kişinin sürdürmekte olduğu ve “Bezm-i
muhabbet” diye adlandırdıkları bir İlâhi Bezm’e, Hakk dostlarının meclisine
girebilmek fırsatına erişmiş olmasıdır.
Bu meclisin mensupları; dedem Sivaslı
Ali Kemâli Efendi, Kambur Tevfik Bey, BalIkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Efendi,
Kara Osman Efendi, Çumralı Hacı Hüseyin Efendi, Sıdkı Dede Efendi gibi son
derece uyanık, âlim, ârif ve fâzıl kimseler idi.
O’nun, kendisi ve yakın dostları
gibi “ehl-i dil”, yani gönül sahibi olmayanları nasıl istemediğini ve gelenleri
de “bezm-i muhabbet” denilen sohbet meclisinden kaçırdığını anlatan şu
hâdise de, ne derece “zeki” bir kimse olduğunun bir başka delilidir:
“(...) Şakir Efendi bunlara
(istemediği hâlde gelenlere) kızar, fakat belli etmez. Doğruca odasına gider,
yerine oturur, gelenler de karşısına dizilirler.
İki taraf vaktini bir müddet
sükût içinde geçirdikten sonra Şakir Efendi, ilk söz olarak:
— Meyhane yapmak, câmi yapmaktan faydalıdır.
der. Dinleyenler arasında Sâlim
Hoca, hemen atılır, bir şeyler söyler. O zaman Şakir Efendi:
— Senin itiraz edeceğini biliyordum, işte onun için
söyledim. Ben ne söylediğimi bilirim ve söylediklerimi isbâta da kâdirim.
der ve sözlerini şöyle bitirir:
— İçindekiler kâmilen Hristiyan olan bir köyde, sevâba
gireceğim diye câmi yapılırsa; oraya namaz kılmak için kimse gitmeyeceği, câmi
örümcek yuvası olacağı için; bunda fayda değil, isrâf vardır. Sarfedilen para
hederdir. Fakat orada bir meyhane yapılırsa, ahâli, kendi dinlerince haram
olmayan içkileri içmek için oraya toplanırlar, onlar için bir fayda temin
edilmiş olur.
Şakir Efendi, bu sözleri
söyledikten sonra susar. Ötekiler de kalkar giderler.”
Dostları arasında gönlünü İlâhi
Aşk’ın kıvılcımlarıyle tutuşturur ve gönül vâdisin de ağır ağır mesafe
katetmeye başlar. Bu durum, zaman içinde gittikçe hız kazanacak ve Hak dostu
müstesna bir kimse olarak, aralarında temâyüz edecektir.
Şakir Efendi, bu günlerde Albay
Emin Hayri Bey’in kızı Zehra Hanım’la evlenir. Ben eşini görmedim.
Annemden işittiğime göre sarışın, güzel, lâkin Şakir Efendi’nin zaman içinde
kendisinden pek de hoşnut olmadığı, biraz da vefasız denilecek tarzda,
hoşgörüsü az bir hanımmış.
Şakir Efendi’nin geleceği
hakkında en isabetli teşhisi, Seydişehirli büyük mutasavvıf Abdullah Efendi
koymuş ve O’nun tasavvuf yoluna girip, cezbeye tutulacağını haber vermiş; “Üç
haftaya kadar, daha olmazsa üç aya kadar, nihayet üç seneye kadar bizdensin!” demiştir.
Gerek dedem Ali Kemâli Efendi ve
gerekse Şakir Efendi merhum, İdâdî’de yeni fikirleri genç öğrencilerine
aşılamışlar ve dersleri bir nevi konferans halini almıştır.
Şakir Efendi, lâtifeci bir kimse
imiş. Bir fıkrasını nakledeyim; Merhum Süleyman Taşpınar Bey, üstadın
öğrencilerinden idi. Bir gün Hastahane civarında gezerlerken, bir yılan bulmuşlar.
Getirip, mektebin kapıcısı Mevlid Çavuş isimli adama bir oyunla vermek
istemişler. Şakir Efendi, bu kapıcıya,
“Mevlid çüş” diye lâtifeli bir tarzda hitabedermiş. Yılanı,
mendile sarıp duvara asmışlar ve
“Mevlid Çavuş, köyden peynir
geldi. Sana da ayırıp, mendille duvara astık.” demişler. O da, peynir niyetine yılan ölüsüyle
karşılaşınca, kendini bahçeye atıp deli gibi koşmaya başlamış. O gün nöbetçi
olan Ayaşlı merhum, bu manzaraya kahkahalarla gülmüş ve:
“Mevlid çüş, delirdin mi? Neye
böyle koşturup duruyorsun?” diye
kendisine takılmış.
Dedemle aralarındaki son derece
samimi rabıta, kardeşlik ölünceye kadar devam etmiştir. Nitekim bu dostluğun
bir nişânesi olmak üzere dedem Ali Kemâli Efendi’ye hitaben bir kıt’a söyler.
Bu kıt’anın, dedemin elyazısı ile olan ve hiçbir yerde neşredilmemiş aslını, rahmetli
hocam Saaddin Nüzhet Ergun’a verdim. Orada, Şakir Efendi aynen şunları
terennüm eder:
Geceler tâ-be-seher ağladım
tenhâda;
Eşk-i hûn-âlûdumu sen bilirsin,
bilirim.
Demeden ben sana hâlim, sen
bilirsin ahvâlim
Çekdiğim derdi sen bilirsin,
bilirim.
Yine bir gün ninemle birlikte
kendisine yiyecek, giyecek götürdük. Çocukları çok severdi. Bize, su kuyusunun
Hükümet tarafından zehirlendiğini ve ondan katiyyen su içmememizi, sıkı sıkı
tenbih etti.
Dedem vefatına çok üzüldü. Bize:
“Benim içün artık dünyânın tadı
tuzu kalmadı.” diye
yakındığını bugün gibi hatırlarım.
Mezarı, Şems-i Tebrizi
Hazretleri’nin türbesinin hemen yanıbaşındadır. “Allah rahmet eylesin!”
Tokat’da iken bir gün, bir cülûs
merasimi sırasında dayanamayıp kürsüye fırlayan Şakir Efendi, Abdülhamid
idaresini ve Hükümet’i, -bilhassa gençler üzerindeki sosyal ve siyasi
baskılarından dolayı şiddetle tenkid eder, büyük bir cesaretle, ağza
alınmayacak kadar ağır sözler söyler. Kendisini güçlükle kürsüden indirirler ve
önce evine, oradan da Ayaş’a gönderirler. Ayaş’ta fazla kalamayan Şakir Efendi,
Konya’ya Ali Kemâli Bey’in yanına gönderilmesini ister ve tekrar oraya döner.
Bunu, “Kıble-i İkbâl”
adlı ve Ayaş’dan ayrıldıktan Konya’ya gelirken yazdığı “değişmiştir”
redifli şiiri onun değişimine işaret eder.
Bozulmuş bezm-i yârân çaşni-i
mey değişmişdir
Tarab-gâh-ı cihânda nağme-i hey
hey değişmişdir
Bugün bence hülâsa kıble-i
kalbim Muhammed’le
Hüdâ-yı Lem-yezelMen ma’âda
herşey değişmişdir
Burada, dostların meclisini
bozulmuş ve meyin lezzetini, cihanda insana coşkunluk veren bütün nağmeleri
değişmiş bulan şâir; nihayet, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
sevgisiyle dolu ve tamamen O’na yönelmiş kalbi ile artık, “Bâki” olan
Allah’dan başka herşeyin değiştiği inancındadır. Bu tavır, tasavvufun
esaslarından birisidir. Çünkü mutasavvıflara göre: “Âlem-i eşyâ”, yani
şu görünen âlem; sâbit hakikatin dâima değişen çeşitli tecellilerinden başka
bir şey değildir.
Bu arzu gittikçe büyüyecek ve
önüne geçilmez, bendini yıkan bir sel hâlini alacaktır. Bilhassa, Tokat İdâdisi
Müdürü iken içindeki mistik heyecân bir nevi buhrana dönüşmüştür. Hazret-i
Şems’i (k.s), Hazret-i Mevlâna’yı (k.s) Hazret-i Muhiddin-i Arabi’yi (k.s)
inceden inceye tetkik eden, Tefsir ve Hadis kitaplarını derinliğine okuyan
Şakir Efendi; böylece, ruhundaki büyük temâyülün de tesiriyle bambaşka bir
âleme girmiş, “cezbe” hâlinde tasavvufi mâhiyette yüksek edâli şiirler
kaleme almış, ne var ki yazdığı şeylerin birçoğunu yırtmıştır.
Cezbe’nin şartı “İstidâd”, yani
kabiliyettir.
Bu, Allah vergisidir. Kesbi
(sonradan çalışarak kaza-nılmış) değildir; sonradan çalışmakla, gayretle elde
edilemez. Hülâsa, kulda kâbiliyet olmazsa; yalnız, dünya lezzetlerinden,
zevklerinden elini-ayağını çekmek demek olan “Riyâzet” ve gönlünü her türlü
kötülükten arıtma anlamındaki “Tasfiye” ile Hakk’a kavuşma; cezbe nasip olmaz.
Cezbe, iki türlüdür;
1— Cezbe-i hafi: Gizli cezbe’dir. Bu, kulun Hakk’ı sevmesidir.
2— Cezbe-i celi: Açık cezbe’dir. Bu da, Hakk’ın kulu
sevmesidir.
Bunlara ulaşabilmek ise, ancak “Hâl
Ehli”nce mümkündür.
Hâl; insanın içinde bulunduğu,
lâkin zamandan zamana değişen durumdur. Tasavvufta ise, varılan
mânevi mertebedir. Bu mertebeye
yükselebilen Hak yolcusu, orayı kendisine yer edinirse, o hâle “Makâm-ı
Durak” adı verilir. “Makâm”daki insanın kendinden geçmesine; “Hâle gelmek”,
“Hâl- lenmek” derler. İşte o an; “cezbelenmek”, “cezbeye gelmek”, “cezbeye düşmek”dir.
Böyle kimselere “Meczûb” denir. “Meczûb”, yani cezbeye tutulmuş ulu
kişiler, çoğu zaman toplumla tezad teşkil eden davranışları, diğer insanlarla
uyumsuzlukları dolayısıyla “deli” sıfatına, haksız olarak lâyık görülmüşlerdir.
Doğu’nun en büyük
mutasavvıflarından biri olan Muhyiddin Arabî Hazretleri;
“—Bir kimseye hayâtı boyunca bin
kişi zındık demedikçe, o kimse Sıddıkiyyet mertebesine çıka- maz.”demiştir.
İşte, Ayaşlı Şakir Efendi de, maalesef
bu ithamlara maruz kalmış; kendisinin büyüklüğünü, kadrini, kıymetini ancak Sivaslı
Ali Kemâli Efendi, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun Efendi gibi
bazı Konya’lı yakın dostları gerçekten anlayabilmişlerdir.
Şakir Efendi merhûm, Hazret-i
Şems ile kendi hayâtı arasında bir benzerlik bulurdu. Avucuna kor hâlindeki
ateşi alıp, bir taraftan bir tarafa naklederdi. Kendini, önce Hazret-i Şems’e,
sonra da Hazret-i Mevlânâ’ya verdi.
Nitekim Hazret-i Şems-i
Tebrizi’nin (k.s) “Hırka” isimli Farsça eserini yeniden gözden geçirerek
okunabilecek bir hâle getirebilmek, bunun için de ikide bir kelimelerin
anlamlarını aramak zahme-tinden kurtulmak için Mustafa Ahterî Efendi’nin
1545’de kaleme aldığı “Ahter-i Kebîr” adlı Arapça-Türkçe Lûgat’ini
baştan sona kadar çok kısa bir zamanda ezberleyebilmek, Alexandre Dumas’ın “Kamelyalı
Kadın” romanını Türkçe’ye çevirmek ve ayrıca memleket irfânına hizmetle,
hayli değerli Efendi gibi hârikulâde kudrete sâhib bir “veli” yapabilirdi.
O’nun, hanımı tarafından bile
nasıl yanlış anlaşıldığını, İbn’ül Emin şöyle nakleder:
“Bir gün kibrit suyu içti, fakat
ölmedi. Bir gün de refikasından istediği pilâvı yedikten sonra ka-dından:
(Senin neren hasta? Delilikten
başka birşeyin yok. İki üç kişinin yiyeceğini yiyorsun.) sözünü işitince,
bahçeye gidip kuyuya atıldı. Bu defa da kurtarıldı.”
****
Şakir Efendi dermiş ki:
“Siyaset velâyetten yüksektir.”
Bunun, mânası: Velâyet; Allahın cemal tecellisi olduğu
için; hep iyi şeyler düşünür, iyi şeyler yapar. Siyaset ise; Allahın hem cemal,
hem celâl tecellisi olduğundan; bir siyasî, Allah Teâlâ’nın zuhur ve taayyün
itibarıyla bu birbirine zıt sıfatlarına ne derece yaklaşırsa; o kadar muvaffak
olur. Hazreti Ömer radiyallâhü anh demiştir ki,
والله مايزع الله بالسلطان اكثر ممايزع
الله بالقرآن
“Yemin ederim ki, Allah Teâlâ’nın hükümet kuvvetiyle men’ettiği
şey, Kuran’ın âyetiyle men’ettiğinden ziyâdedir.”
****
Bu zat, Meczub
Şakir Efendi’ye hizmet etmekle de kendisinden bahse hak kazanmıştır. Şakir
Efendi’yi cezbe halinde ailesi bile terk etmiş; olduğu halde Ali Kemâli Efendi
ile Mevlevi Sıtkı Dede onu bırakmamışlar ve hizmetinde kusur etmemişlerdir.
Şakir Efendi
bir gün bu hizmetlerine mukabil Ali Kemâli Efendi’ye;
“Elimden gelse
seni döğe döğe öldürürdüm” demiştir.
Ali Kemâli
Efendi bir aralık mebus olmuş, İstanbul’a da gelmiştir. Abdülâziz Mecdî Efendi
arkadaşını alıp mürşidi Ahmed Amîş Efendi’ye götürmüş. Ali Kemâli Efendi elini
öpüp diz çökerek karşısına oturduğu zaman hazret:
“Rahmetmetullahi,
aleyhi rahmeten vasıaten” [1] den başka bir
söz söylememiş, oradan ikisi birlikte ayrılıp çıkmışlardır. ..
Bu iki fıkrayi
nakleden Abdülâziz Mecdî Efendi derdi ki:
“Şakir
Efendi’nin Ali Kemâli Efendi’ye; seni parça parça ederim, demesi: kendisine yaptığı
hizmetten dolayı şehit olarak hayata veda etmesini ve o şerefe nailiyetini
temenniden ve Ahmed Amîş Efendi’nin “ Rahmetmetullahi, aleyhi rahmeten vasıaten” demesi de bu mertebeye ereceğini keşfen
tebşirden ibarettir.
Bu zat Millî
Mücadele zamanında Delibaş’ın Konya’da çıkardığı isyanda:
“İttihatçıdır,
eski mebustur,” diye şehit edilmiştir.
Türbedârın
huzurundan çıktıktan sonra yine üstâd, Ali Kemâli Efendi’ye intihalarını ve
mürşidi hakkındaki mütalâasını sormuş, o da kısaca:
“Bu kadar uzun
ömür sürdüğüne göre manevî bir memuriyeti olsa gerek,” demiştir.
Ali Kemâli
Efendi’nin mezar taşında şu yazılıdır:
“Burada cehlin
tasallutu ve taassubun kini meknuz isyanda darben şehid edilen Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Konya heyeti merkeziyesi reisi ulemadan Sivaslı Ali Kemâli Efendi metfundur.
Düşmanlarını affeden,[2] bu ruhun affı
İlâhiye mazhariyetini dua et.”
Yevm-ül-isneyn
4 Teşrinievvel 1336
****
Hayatının sondemlerinde kendinde
değildir. Ali Kemâli Bey, O’nu himâyesine alır. Garipler Mezarlığı
civarında yaptırdığı bir hücreye yerleştirir. Orada, kendisinden başka hemen
hemen kimseyi kabul etmez ve sık sık buhranlar geçirir.
“Ben hür değil miyim?” diyerek kırlara, dağlara kaçar. Bu candan dostunun
telkinleri sayesinde sükûnet bulur. Lâkin, gün geçtikçe vecdin deryâsına
alabildiğince dalar. Etrafı ile temasını tamamen kaybedecek duruma gelir. Son
yıllarda, Ali Kemâli Bey’i bile dinlemez olur. Her şeyden ve herkesten şüphe
eder duruma gelir ve hattâ “kendisinin hafiyeler tarafından takip edildiği
vehmine kapılır.”
1917 yılında Konya’nın soğuk bir
kış gününde, yine yarı-çıplak bir hâlde sokağa fırlar ve doğruca Hazret-i
Mevlâna Türbesi’ne gelir. Giyinik insanların bile titrediği o günde, Niyaz
Penceresi’nin demirlerine sarılarak, saatlerce Hazret-i Mevlâna’ya hitaben
çeşitli şiirler söyler; hâl ve nazım diliyle O’na seslenir. O günden sonra
artık, bir daha kendine gelemez. Yemek yemez, sâdece su içer. Başucunda,
sevgili arkadaşı Ali Kemâli Efendi ve Şems Dedesi Hacı Rıza Efendi
vardır. Bunların bütün ısrarlarına, yalvarışlarına ve hatta tehditlerine bile
kulak asmaz. Bazen Rıza Efendi, suyuna bir miktar süt karıştırır. Bunun farkına
varan Ayaşlı,
“Cin Dede suyuma süt katma!” diye itiraz eder ve 29 gün bu şekilde yaşadıktan
sonra, 46 yaşında Muallim Şakir Efendi 18 Haziran 1333/1917 Pazartesi
günü saat sekiz buçukta ebedi hayâta intikal eder.
Ali Kemâli Efendi, bizzat cenaze
namazını kıldırır ve Şems-i Tebrizî mezarlığına defnederek, o zaman Konya’da
neşredilen “Türk Sözü” gazetesine şunları yazar:
“Konya’nın İlmî hayâtında büyük
bir mevkii olan eski İdâdî’nin birinci muavini Şakir Efendi, geçen gün
hücresine vefat etmiştir. Vilâyetimizin bugünkü uyanık neslinin gözlerini ilk
defa açan, istibdat devrinin bütün acılarını, felâketlerini kendisine mahsus
bir edâ ile talebelerinin rûhuna nakşeden Şakir Efendi idi.”
O’nu gerçekten sevenlerden
birisi olan Nâmdar Rahmi Karatay da, hakkındaki kanaatlerini şu
satırlarında dile getirir:
“Üstâd-ı muhteremin hâl-i
sıhhatinde terk etmiş olduğu bazı parçalar dikkatle mütâlaa olunursa, mâlik
olduğu hiddet-i zekâ, vüs’at-i hârika, ulviyyet-i tefekkür ve ihsâs, kudret-i
ifâde gibi hasâil-i dâhiyâne, okuyucu nazarında sâbit olur ve anlaşılır ki,
zekâ-i müfride eshâbından imiş.”
Vefâkar dostu Ali Kemâli Bey,
mezarının başına bir taş diktirerek, şu Farsça beyti ve altındaki Türkçe
sözleri yazdırır:
“SÂYE-İ SERV-İ TÛ BER KÂLİBEM
İSÎ-DEM
AKS-İ RÛHİST Kİ BER-AZM-İ REMİM
ÜFTÂDEST
(Senin servi gibi olan gölgen,
İsâ nefesi misâli benim vücudumun üzerindedir.
O gölge, toprak olmuş kemiğimin üzerine,
ruhun bir aksi gibi düşmüştür.)
AYAŞLI NAZİF AĞAZÂDE MÜNZEVİ
ŞAKİR EFENDİ’NİN KABRİDİR. SAĞLIĞINDA OLDUĞU GİBİ, ÖLDÜKTEN SONRA DAHİ KİMSEDEN
BİRŞEY TALEB ETMEZ.
27 Şa’ban 1335/23 Temmuz 1917
Sayın Hasan Özönder Bey’in verdikleri bilgiye göre; daha sonra, Konya’da
Sırçalı Medrese’ye nakledilen bu mezar taşı, 1.22 X 0.32 cm. ebadında ve
Gödene taşından olup, Nesih hattı ile, Rûmi 1335’de hâkkolunmuştur.
Dar kafalı, kendini aşamamış
insanların çeşitli tecavüzlerine, iftiralarına uğrayan birçok gönül ehli gibi,
Ayaşlı Şakir Efendi de; hayâtının hemen her devresinde lâyıkıyle anlaşılamamış,
birtakım hücumlara mâruz kalmıştır. Bu; hayâtı, insanı ve kâinatı sadece
şekilden ibaret sanan, rûhu ve gerçek mânâyı kavrayamayan birtakım zavallıların
karşısında; yüksek, ulvi fikirlerin ve ona sahip olan gönül erlerinin, Hak
dostlarının müşterek kaderinden başka birşey değildir.
ÜSTÂDIN EDEBÎ VE İLMÎ HÜVİYETİ
Şakir Efendi, San’atkârdı, gâyet
ince ruhluydu. Kedileri çok severdi. Onlar, âdeta sırdaşı gibiydiler. Kendi
yediğinden, kedilerine de yedirirdi.
Üstad Konya’ya ilk gelişinde, o
vaktin talim ve terbiye metotlarını layıkıyla kavramış, en centilmen bir
muallimdir. Arapça ve Farsça yanında, Fransızca’yı da hakkıyla bilmekte, sulu
ve yağlı boya resimler yapmakta, ayrıca çok güzel keman çalmaktadır. Zaman
zaman yakın dostları, sevdikleri ile Şems-i Tebrizi’nin (k.s) türbesine gider,
orada keman çalar, şiirler söyler ve büyük bir tasavvufı vecdle, aşkla
kendinden geçerdi.
Altıncı hissi çok kuvvetli idi.
Kendisinde, vakitsiz zekânın inkişâfı vardı. Kapısı çalınınca, görmeden
gelenlerin kim olduğunu haber verirdi. Kapıyı açınca, içeri almak istemediği,
hoşlanmadığı bir insanla karşılaşırsa; gene bizzat kendisi:
(Şakir Efendi evde yok!...) der idi. Bir Konyalı değildi, ama Konya kültürü
için çok çalıştı. Kendisinin inkişâfına, İstanbul büyük bir imkân hazırladı.
Muallim Şâkir Efendi diğer emsâli gibi ilk manzûmelerinde şüphesiz zamanını
terennüm etmiştir. Gazellerinde Divan Edebiyatının tesiri altında Fuzulî,
Nedîm, Gâlib’in etkileri görülür.
Şâkir bazan “Gülümser” ve
benzeri manzûmeleriyle de Nâci’yi taklit etmektedir. Bilhassa “Düşündüm” manzûmesiyle baştanbaşa
yepyeni bir şiir ve fikir numûnesi yaratmıştır.
Kayınbiraderinde, Ankara’da bir
hayli şiiri var idi. Bir kısmı kaybolmuş veya kendisi tarafından zayi
edilmiştir. Yazdığı şiirlerini toprağa gömdüğünde, niye böyle yaptığını
soranlara da:
“Allâh da öyle yapmıyor mu? Biz
insanları, kemâl çağına gelince, birden bire alıp, toprak etmiyor mu?” cevabını verirdi.
Geçirdiği vecd hâline:
“Bunlar benim intibâhım!
(uyanışım)” derdi.
Rûhen çok sıkıldığı zamanlarda da
“Açılmam için, bana ney
üfleyin.” Dileğinde
bulunurdu.
Bazen de kurşun kalemi ile
duvarlara manzumeler karalamıştır. Bunların bir kısmını Ali Kemâli Bey, oralardan
alıp kayda geçirebilmiştir. Diğer bazıları da, Fâik Soyman ve Muhlis Koner
Beyler’in gayretleri sâyesinde yırtılmadan elinden alınıp, bilâhare neşredilme
şansını kazanabilmişlerdir.
Feridun Nâfiz Uzluk da, Şakir
Efendi hakkında bildiklerini Peyâm-ı Sabah gazetesinde neşretti. Süleyman Nazif
Bey, sevdiği kimselerin şiirlerini ezberler ve zaman zaman yakın dostlarına
bunları okurdu. İşte, Şakir Efendi’den de birçok mısrâları hıfz etmişti ve
onları bizlere de büyük bir zevk ve derin bir hayranlıkla okumuştu. Nazif Bey,
gayet ince zevkli, zeki ve müstesna bir kimse idi. Asil bir vatan evlâdı idi.
Şakir Efendi’yi de, çok takdir ettiğini, söyledi.
DÜŞÜNDÜM
Mef’ûlü mefâîlü mefâîlü fe’ûlün
1
Bir gün oturup hilkat-i eşyâyı
düşündüm
Ol mes’ele-i müdrike fersâyı
düşündüm
Halk ile Hak’ı lafz ile ma’nâyı
düşündüm
Hestî-i ademgâhı o feyfâyı
düşündüm
2
Mevcût bilip hâsılı bir zât-ı
Hudâ’yı
Ol evvel-i bî-mebde-i ol nûru
bakâyı
Yok farzederek cümle mevâd ile
kuvâyı
îcâd-geh-i neş’e-i ûlâyı
düşündüm
3
Efkârımı fennin nazariyâtına
saldım
Bir nâ-mütenâhîliğe bir boşluğa
daldım
Bir zulmet-i hîçî-i burûdette
bunaldım
Yevmü’l-âdemi ol şeb-i yeldâyı
düşündüm
4
Zerrâtı bulup devr-i hudûs ile
kıdemde
Der-pîş ederek illet ü ma’lûlü o
demde
Yokken nereden gelmiş o yer
tutmuş âdemde
İlk evvel o sermaye-i bî-câyı
düşündüm
5
Mânendi sahâib o mevâlîd-i
nuhistîn
Olduysa fezâ içre gelip mâye-i
tekvin
Ol zerrelerin menşeini etmeli
ta’yîn
Bî-asl olan ol safsata da’vâyı
düşündüm
6
Zerrâtı vücut-yâb edelim
kendiliğinden
Yoktan mütevellit bilelim gayri
müberhen
Bir gelmişe lâzımsa da bir evvel
mesken
Gelmeklik için sevk ile yarayı
düşündüm
7
Her cüz-i musaggar birikip
eyledi temsîl
Bir kütle-i gaziye-i pür depdebe
teşkil
Kim etti sükûnun hareket hâline
tahvil
Halletmek için işbu muammâyı
düşündüm
8
Bi’l-farz o kadar cevheri fert
olmuş âdem-zât
Meşhûn imiş efrâd ile bir
mahşer-i ezdâd
İster o teşekkül yine bir sâik-i
irşâd
Bî-kudret o sûretle heyûlâyı
düşündüm
9
Ezdâdı anâsır girişip cenğü
cidâle
Âsâyişi eylerse de ihlâl ü izâle
Tedbîr ü tasarruf getirir sulhu
bü hâle
Hem kuvveti hem ma’reke-fermâyı
düşündüm
10
İhdâs eder âmîziş-i ecsâm-ı
basîta
Hâssiyet ile muhtelit envâ’-ı
halita
Her cism için îcâb ederek başka
şarîta
Her maddeyi terkîb eden eczâyı
düşündüm
11
Kim etti o eczâyı makâdîr ile
tertîb
Nisbetli tebâyünleri kim eyledi
tensîb
Bir saçma tesâdüf edemez aslahı
terkîb
Bir hayli zamân lâ ile illâ’yı
düşündüm
12
Bir hâdise isbâtına birçok
ameliyât
Evler yine bir âkile-i hikmeti
isbât
Bi’n-nefs vukû-yâb olamaz çünkü
o hâlât
Tahlil ü terâkîb ile kimyâyı
düşündüm
13
Kimyâda veren cevhere hâssiyeti
kim ya
Envâr-ı tenâsüble rumûzât ile
hattâ
Bizzât o terekküp hele kâbil
değil asâ
İ’câzî-i ihzâr u müheyyâyı
düşündüm
14
Etmekle taharrükle harâret anı
iş’âl
Vermiş kürevî şekli temeyyü ana
fi’l-hâl
Misbâhı müheykel olup ol meş’ali
cevvâl
Tedkîk ile deycûrî-i pehnâyı
düşündüm
15
Bir kuvvet-i zî-akl ise ol
sâik-ı evvel
Bî-şüphe olur fıtrat-ı Hâlikla
müevvel
Bî-akl ise ger böyle ehem-kârı
mükemmel
Tedbîr edecek kuvve-i akvâyı
düşündüm
16
Seylâb ı sevâikla avâsıf gibi
kuvvet
Temyîze mukârin olamaz yeksere
elbet
Ma’kûl ü müsellemse de kânûn-ı
tabîat
Muhtâc-ı tedebbür olan icrâyı
düşündüm
17
Bir haşmet-i pür-hevl ile ol
tûde-i dehhâş
Bir bu’d-ı mücerredde edip
devr-i şerer-pâş
Milyonlar ile şems-i münîr
eylemiş intâş
Ol heykel-i aslîyi o şemsâyı
düşündüm
18
Bir şems olarak başlıca her
parça şerâre
Etmiş o da etrâfa kıvılcımlar
itâre
Etbâını etmekle fakat hüsn-i
idâre
Hayret-res olan meslek-i ahrâyı
düşündüm
19
Sönmekle şerer-pâre-i tâbide
telehhüb
Hâkister-i hâk olmuş edip kışrı
tasallüb
Etmiş kimi tevlîd ile bazan da
teşa’ub
Bir peyk ile bir cirm-i
şehapzâyı düşündüm
Bir vüs’ati bî-gâyede bin âlem-i
devvâr
Hey’etçe nizâm üzre olup sâbit ü
seyyâr
Hükm etmede her âleme bir
neyyir-i nüvvâr
Ol encüm-i bî-kâbil-i ihsâyı
düşündüm
21
Bâ-evc-i hadîd anlaşılıp mihrek
ü mihver
Olmakla mesâfât ü mesâhâtı
mukadder
Ecrâm-ı semâviyye olup fikrime
manzar
Mirsâd-ı basiretle temâşâyı
düşündüm
22
Kim verdi esâsen o hakîmâne
kararı
Kim kurdu o mevsimler ile leyi ü
nehârı
Mîâd-ı muayyende olart kat’-ı
medârı
Hizmette ehemmiyeti îfâ’yı
düşündüm
23
Geçmekle bezm âlem-i şemsîye bu
fikret
Bir şekl-i güzîn aldı hayâlimde
o heyet
Kânûn-ı tecâzüple kurup hükm ü
hükümet
Ta’kîb edilen devr-i dil-ârâyı
düşündüm
24
Zihnimde doğup mâh-ı
zemîn-zâde-i zîfer
Binlerce kevâkible müzeyyen
şeb-i mukammer
Seyyâreleri muktazi-i mihr-i
münevver
Ol burçları ol nesr-i mukaffâyı
düşündüm
25
Gûyâ saçılıp bir yere cemiyet-i
mazmûn
Mensûr iken etmiş anı bir câzibe
mevzûn
Arz olmuş o manzûmede bir
nokta-i meskûn
Pûr-nükte bu enmûzec-i inşâyı
düşündüm
26
Kim etti tevazünle o manzûmeyi
tanzîm
Kim eyledi ol mülki kavânîn ile
tahkîm
Kimdir o cemâdâta eden hikmeti
ta’lîm
Bir san’atı bir sâni-i yektâyı
düşündüm
27
Mahlût-ı mezâb ol kadar ecsâm-ı
adîde
Birlikte tekallüb ile bin şân-ı
cedîde
Girmiş şu bizim gördüğümüz
tarz-ı pedîde
Sûret-gede-i dehri bu dünyâyı
düşündüm
28
İhsân ederek feyzi harûrî-i
şu’âât
Mecbûle-i uzyiyyete îlâd ile
inbât
Etmekte bütün gün bize îsâr-ı
füyûzât
Ol nâire-i nâmiye-bahşâyı
düşündüm
29
Etmekte zemîn üzre ziyâfet-ger-i
eyyâm
Bir sofra ile kâffe-i mahlûkunu
it’âm
Bir hissi teayyüş kılan en’âma
da in’âm
Feyyâz-ı tenâvül-geh-i yağmayı
düşündüm
30
Ahcâr u suhûrun geçerek hep
tabakâtın
Edvâr u duhûr ile ma’âdînle
nebâtın
Âsâr-ı zuhûrunda da hayvân ü
hayâtın
Ez cân u dil o kudret-i ahyâyı
düşündüm
31
Enkâz-ı nebâtîde girip kısm-ı
türâba
Ol mecma-i ecnâs erişip hadd-i
nisâba
Me’lûf edilip hâk ü havâ âteş ü
âba
Her noktada hem-re’y olan a’zâyı
düşündüm
32
Pür-germî-i himmet kurulup
meclis-i imkân
Vermişler o sûrette yosun nev’ine
bir can
Andan yürümüş kâfile-i cümle-i
hayvân
Ühkûme-i hüdzâyı o peydâyı
düşündüm
33
Müstehlik-i uzvî kılarak hâki de
ikmâl
Gittikçe tekemmül edip ilkâh ile
ensâl
Maymunla zevi’l-bâl olunup
gayete îsâl
Meydâna çıkan maskara hülyâyı
düşündüm
34
Mikdârı garîzî-i harâret ile
uknûm
Fennen bulunup olmuş iken sâbit
ü ma’lûm
Esrâr-ı hayâtiyye niçin kalmalı
mektûm
Ol ukde-i mecmû-ı habâyâyı
düşündüm
35
Etmekle bu gün ayn-ı şerâit ile
tecsîm
İbrâz-ı hayât etmeli bir cem’i
ekânîm
Mâhiyyet-i rûh olmalıdır kâbil-i
tefhîm
İzhâr ile memzûc olan ihfâyı
düşündüm
36
Fâilliği olsaydı eğer cism ile
kâim
Rûh olmaz idi zinde biz olmak
ile nâim
Ta’til-i havâs ile de ol bâki vü
dâim
Ben lâne-i cismimdeki varkâyi
düşündüm
37
Etmiş bir etemmiyet ile âlemi
tetmîm
Bir zübde-i ekvân olarak
mazhar-ı tekrîm
Enzârımı celbeyledi ol ahsen-i
takvim
İnsan denilen nüsha-i kübrâyı
düşündüm
38
Adem mi olur devre-i âsâr ile
nesnâs
Olsaydı görürdük yine bir başka
ebu’n-nâs
Eylerdi hiç olmazsa alâmâtım
ihsâs
Ol müdhike-i vahime gûyâyı
düşündüm
39
Zâtıyla sıfâtından edip ademi
bahir
Kılmış anı Hak mahzen-i esrâr-ı
mezâhir
Telkîn-i havâs etmiş ana bâtın u
zâhir
Ta’lîm ile esmâyı müsemmâyı
düşündüm
40
Olmuşsa da nefs Âdem’e şeytan-ı
mürâfık
Mescûd-ı melâiktir o metbûu
halâyık
Tâbi’ kılır ammâ anı bir şeye
sevâik
Bir dâne-i memnûu bin iğvâyı
düşündüm
41
Tasdîa da olsam mütecâsir
ulemâyı
İknâ edemem eldeki hüccetle
hocâyı
Gözden geçirip cidde-yi seylanı
semâyı
İlk cilvegeh-i Âdem u Havvâ’yı
düşündüm
42
Câiz ki bizim cilve-geh ol seb’i
semâvât
Anlardadır ah arza kıyâsen yine
cennât
Evsâf-ı temâyüzle hubût eyliyor
isbât
Bir şevk-ı behişti ile me’vâyı
düşündüm
43
Söyler (flâmaryon) la berâber
dil-i agâh
Bin mislini hacmen bu yerin
sanma tehîgâh
Hâli mi kor en şa’şaalı mülkü
şehinşâh
Firdevs-i berrin bir nice
süknâyı düşündüm
44
Olmakla saffı muterif-i ism
olarak zâr
Şâyeste görülmüştür ana rahmet-i
Gaffâr
Mahviyyeti bilmekle dümû’ etmeli
îsâr
Işkâbe-i feryâd-ı zâlemnâ’yı
düşündüm
45
Ümmetlere ib’âs ederek rehber-i
İslâm
Kılmıştır anın kalbini Hak
mehbıt-ı peygâm
Me’mûr-ı semâvî ise de vahy ile
ilhâm
Cebrâil-i ol sâniha-pirâyı
düşündüm
46
Vermiş Resûl’e neşr-i ziyâ
mihr-i hüviyyet
Menşûr ile tahlîl olunup nûr-ı
nübüvvet
Çıkmış deracât ile hep elvân-ı
velâyet
Ta’zîm ile ol mesned-i vâlâyı
düşündüm
47
Bir bûy-ı tefeyyüz getirip
şemme-i tâât
İzhâr ediyorken biline bir nice
hâlât
Müsteb’id-i âkil midir îkâ-ı
kerâmât
Her mu’cize-i hârika-peymâyı
düşündüm
48
Mahlûtsa hakâyıkla ekâzib ü
erâcîf
Etmez anı tağşîş avâm mûcib-i
tezyîf
Erbâb-ı ukûl eyler anın beynini
te’lîf
Ta’mîk edecek dîde-i bînâyı
düşündüm
49
Ben kendi vücûdumda bulup
keştî-i
Nûh’u Tûfân-ı mezâhimle gelen
feyz-i fütûhu
Hak ile bakâ-yâb ederek nâcî-i
rûhu
Fâni olan âlâyiş-i imhâyı
düşündüm
50
Tagyîr-i hakîkatta verip Hakk’a
zimâmı
Buldum nüket-i hilkati Hâlık’la
kıyâmı
İbrâhim’e germ-i ülfet olan
berdü’s-selâmı
Nemrut ile ol nârı o itfâyı
düşündüm
51
Cân-ı nâka-i Sâlih gibi bî-tâkat
tedbîr
Ba’zan yakışır gerden-i
teslîmede şemşîr
İsmâil için kesmez iken hançer-i
takdîr
Minşârı düşündüm Zekeriyyâ’yı
düşündüm
52
Olmakla tecellî-i şuûn-ı
nâ-mütenâhî
Düşmüş ceryân-gâhına çok Yûnus ü
mâhî
Kurbân-ı Hâlil oldu nice yâr-ı
İlâhî
Hûn-âb-ı şehâdet ile Yahyâ’yı
düşündüm
53
Dir messeniye’d-dur tüketip
sabrını Eyyûb
İfdâl-i rubûbiyyet ile olmasa
mashûb
Ağlar mı muhabbet ciğerin
yakmasa
Ya’kûb Ma’sûmî-i Yûsuf ile
Zülehâ’yı düşündüm
54
Bir olsa da mîzânı saâdetle
şekâvet
Allâh’a kalır hükmü ledünnî-i
şerîat
En-nâsü niyâmün'le edip keşf-i
hakikat
Bahşâyiş-i ta’bîr ile rü’yâyı
düşündüm
55
Olmakla meşiyette helâkimle
halâsım
İster yine elbet aramak nusret u
âsim
Her ân ü zamân nefs ile akl oldu
muhâsım
Şûrişdeh-i fir’avn ile Mûsâ’yı düşündüm
56
Bir aczi kılar kibr-i cehâlet
müteellih
Bir âlet olur kâr-ı ilâh içre o
vâlih
Mu’cizdir onun sihri de kâimse
de bi-zâtih
İ’câzı asâyı yed-i beyzâyı
düşündüm
57
Ahengi erittiyse de Dâvûd’u
hoş-elhân
Ahengi zebûn etmedi sengîn-dili
leyyân
Emsâl ile şâir behvâ oldu
Süleyman
Bir taht ile bir seng-i
musallâyı düşündüm
58
Mâ-kâne ebûke emre sû'le açıp fem
Bed-bîn-i yahûd olmasa da nutk
ile mülzem
Nâkûs ile âfâkı tutar ismet-i
Meryem
Rûhü’l-kudüs’ü Mehd-i mesihâyı
düşündüm
59
Yâdetme değil akibet-i Âd u
Semûd’u
Görmekte helâk-i ümem-i Lût ile
Hûd’u
Hak-cûy şifâ eylemedi kavm-i
Yehûd’u
Mu’ciz-nefes-i Hazret-i İsâ’yı
düşündüm
60
Görmekle nice tahrîf ile tebdîl
Çok şu’leyi hâizse de Tevrat ile
İncîl
Bî-fer kalarak ma’raz-ı neyyirde
kanâdil
Kur’an’ı o hurşîd-i mezâyâyı
düşündüm
61
Ammâ ki Hudâ-bîn olacak yerde
ziyâdan
Kandil asarız büt-gedeye nûr-ı
Hüdâ’dan
Bir şey göremez bir çoğumuz cehl
ü amâdan
Müstevli-i nâs illet-i umyâyı
düşündüm
62
Tâbiş-deh-i ekvân olarak nûr-ı
Muhammed
Dünyâyı tutup debdebe-i devlet-i
sermed
Furkân okunan şânına fermân-ı
müeyyed
Sernâme-yi muhtâr-ı berâyâyı
düşündüm
63
Ezhân-ı umûmiyyeti dîn eyledi
teşhîz
Îcâz-ı belâğat ederek canları
telzîz
Ahkâmını Allâh’ın edip âleme
tenfiz
Dârü’l-Hak olan Yesrib ü
Bathâ’yı düşündüm
64
Hoş-bûy-ı Hicâz adlı dil-i
mevhibe-nâki
Etmekle tavâf ol
Beledü’t-tayyib-i hâki
Reşk-âver-i arş olmuş olan
ravza-i pâki
Mihrâb-ı cihân Kâ’be-i ülyâyı
düşündüm
65
Yok muttasılu’l-vâhid olan
cevher-i eflâk
Olsaydı yapardı yine bânîsi edip
çâk
Mi’râc-ı salât ile bulur kalb-i
şeğaf-nâk
Ol şems için ol leyle-i esrâyı
düşündüm
66
Varken o kadar vâsıta-i Revnak-i
teshîl
Bir mekteb-i âlîdeki dih-sâle-i
tahsîl
Elyevm edemez binde birin
matlaba tavsîl
Mîkâtı telakkî-i Bahirâ’yı
düşündüm
67
Ensâr-ı ilâhiyye ile bulmasa
te’yîd
Bir fert edemez lâf ile
dünyâları tehdid
Mümkün mü sekiz müşriki bir
noktada tevhid
Cemiyet-i esrâr u ahıbbâyı
düşündüm
68
Tercîh edilip nutk-ı muhik seyf
ü sinâna
Neşroldu âlemlerle ilim sanki
cihâna
Avâz-ı maârif karışıp bank-i
ezâna
Ol sîyt-ı üluhiyyet-i a’lâyı
düşündüm
69
Hayfâ ki düşüp bir ön ayak hıkd
ü nifâka
İkdâm ederek tefrîka-i hüsnü
vifâka
Çıkmış firak-ı bâgiye-i meydâna
şikâka
Eşrâra uyan zümre-i hem-pâyı
düşündüm
70
Cühhâli edip müstenid-i erbâbı
mefâsid
Düşmüş rüesâ birbirine zıdd u
muhâsid
Etmekle zulüm râyici-i dânişi
kâsid
Hak-gûluğa kurbân nice dânâyı
düşündüm
71
İklîm-i Necef’den tutarak râh-ı
rızâyı
Gördüm o ziyâ-küster olan mâh-ı
vefâyı
Dîhîm Ali hubbuhî ile şâh-ı
sehâyı
İt’âm-ı mesâkîn ü yetâmâyı
düşündüm
72
Andım o mebâdîde olan satvet ü
şâm
Vermekte cedel şimdi hitâbetle
beyânı
Tenkiye tesâdüf ederek çekdim
inâm
Meydân-ı müsâitdeki irhâyı düşündüm
73
Olmakla fakat hâtıra-i ümmete
meknûz
Bir fâcia-yı muhrika bir vak’ayı
dil-sûz
Yakmakta ciğer-gâhımızı yâd ile
her rûz
Âteş-fiken-i kerb-i belâyı
düşündüm
74
Mir’âtı olup hubb-ı nebî cümle
usûlün
Mirkâtıdır ol kurb-ı hakîkiye
vusûlün
Bâ-fahr ü şeref âl ile evlâd-ı
resûlün
Mecmûuna takdîm-i tehâyâyı
düşündüm
75
Kanlar dökerek hayli zamân tîg-i
tegallüb
Açmış bize bin gâile ol devr-i
tezebzüb
Kalmaz mı yeri yaralar etmekle
teneddüb
Pür-şûr u şer âsûde bu inhâyı
düşündüm
76
Temyîz-i tehâlüf ederek zihnimi
teşvîş
Halk etdi Hudâ dilde emel-dârî-i
teftîş
Ettim nice bin arbede-i âlemi
der-pîş
Târîhi o mirât-ı mücellâyı
düşündüm
77
Âsûriye Bâbil Finike Mısır
olunup yâd
Buldum medeniyyet ile Yûnân’ı
ser-âzâd
Tuğyân-ı sefâhetle olup Roma da
berbâd
Ferkend-i vukû’âtı İtalya’yı
düşündüm
78
Ta’kîb ederek Jul Sezan
Oktavios’la
Gezdim Kleopatra ile Antonyos’la
Keyhüsrev’i gördüm mütehârib
Krezüsla
Pür-kerr ü fer-i İskender’i
Dârâ’yı düşündüm
79
Hârûn’a sezâ Şarlman’ın çok
himemâtın
Gördüm Lüi Onz ile Katorzan
harekâtın
Bitmekle Napolyon tüketip cehd ü
sebâtın
El-hâletü hâzihî akademyâyı
düşündüm
80
Ettiyse papa tevbekâr ol
Hanri-yi evvel
Ahir protestanlığa dîn oldu
mübeddel
Vilhelm’le tahkîm olunup (Hanze)
mükemmel
Bismark’a senâ-kâr Almanya’yı
düşündüm
81
Jandark’ı ederken Mari Situvart
ile hem-hâl
Zulm oldu hemen münkalib-i râhat
ü ikbâl
Hürriyet-i efkâr ü cihân-girî-i
işgâl
İngiltere’yi servet-i deryâyı
düşündüm
82
Keykavüs ile Mısır’a gelen
sarsar-ı vahşet
Hep Sardanapallarda Veronlardaki
hücnet
Toplandı virüp Endülüs’e âteş-i
dehşet
Fernand ile yek-renk îzabellâyı
düşündüm
83
Müslim var iken bir takım
el-gâzî-i Hünkâr
Tîmur ile Haccâc olunur ortada
tezkâr
Mel’ûn yezid olmakda yine eşna-ı
gaddâr
Cengiz’i Hülâgü’yü Atilla’yı
düşündüm
84
Kıpçak sönerek Moskova etmekle
tahassüs
Ruslarca Büyük Petro açıp bâb-ı
tefahhus
Fitneyle bulur Baltacı’dan
hüsn-i tahallus
Meftûnî-i ahbâb ile a’dâyı
düşündüm
85
Beyne’d-düvel Osmanlı olup şân
ile mahsûd
Dahi nice Fatih’le Selim olsa da
meşhûd
Fâik görülür cümlesine Hazret-i
Mahmûd
İslâhı teferrüsle o ilgâyı
düşündüm
86
Gördüyse dahi Köprülüler ile bu
devlet
Tiryâki Sokullu paşalardan nice
hizmet
Vakt ile müvâzindir ehemmiyeti
himmet
İrşâd-ı Reşid Mustafa Paşa’yı
düşündüm
87
Câsûslar ile şirket-i mahsûsa-i
bîdâd
Ahlâk-ı umûmiyyeyi etmişse de
ifsâd
Tehzîbini ümmîd ile âtîyi edip
yâd
İstanbul’u ol belde-i ra’nâyı
düşündüm
88
Şân aldı ekâbirde mesâvî-i acîbe
Muhtel olup ümmetteki ahlâk-ı
necîbe
Meb’ûs-ı mekârim bize bildirdi
vecîbe
Ol bedrika-i mekremet-efzâyı
düşündüm
89
Âhâdt ederek her yeri bir
şer’ayı meslûk
Olmakla şerîatça melik nefsine
memlûk
Dîn lafz ile matlûbsa da ma’nâ
ile metrûk
Teklîf-i hüdâvendî reâyâyı
düşündüm
90
Da’vâ-yı verâset ederek dîne
bulur nân
Bâzârda pilâv medresede
hücre-nişînân
İrfân ile zikr eylese de
zâviye-dârân
Dînü’l-ahadiyyetde müsennâyı
düşündüm
91
Bir zâviye içre mütenâzi’ iki
vâris
Olmakda iken tefrîka-i millete
bâis
Mektepliler olmuş ana bir
tâlib-i sâlis
Bi’l-hendese teslîs-i zevâyâyı
düşündüm
92
Bir gün gelecek birleşecek hepsi
beher-hâl
Vermekle zamân-ı marifete
nöbet-i ikbâl
Dillerde taayyün edecek kâbe-i
âmâl
Ol kıble-i tevhidi tekâyayı
düşündüm
93
Vermekle makâsıtda tenâkuzları
eyyâm
Kalmışsa da tasdik u tasavvur
kuru bir nâm
Merhûn-ı zamândır cihet-i
vahdet-i İslâm
Ma’kûs-ı kübrâ ile suğrâyı
düşündüm
94
Yek-siret ediş halkı muhâl emr-i
bedihi
Takdim ederiz liyk reşîd üzre
sefihi
Tebdil ile ol mastaba-i zişt ü
nebîhi
Manzûr olacak sûret-i hesnâyı
düşündüm
95
Bi’l-kuvve olanlar Hüner ü fazl
ile mümtâz
Bi’l-fiil olarak her biri bir
işte mühim-sâz
Eylerdi hükümet o zamân hikmeti
ihrâz
Fermân-ı veşâvirhüm ü şûrâyı
düşündüm
96
Allâh için olsaydı üli’l-emre
itâat
Sultana da hükm eyler idi seyf-i
şeriat
İcmâ ile çok renge dönüp şekl-i
ibâdât
Seccâde-i dâmânı cebin-sâyı
düşündüm
97
Kavlen der iken yok anı tezyîd
ile tenkis
Kul hükmüne şer’in bulamaz
fidye-i tahlîs
Mahkûm ederek hakkı da sultana
be-tahsîs
Fi’len o salâhiyyeti i’tâyı
düşündüm
98
Tesvîl-i siyâsî bozarak nass u
belâğı
Vermiş anı setretmek için cehle
mesağı
Bir mühlike-i muzlimeye kurmuş
otağı
Şebhûn-ı ale’l-fevri o sahrâyı
düşündüm
99
Hep böyle - eyler isek olmıyarak
ah
Bir hisse-i muhtassa-i hürriyete
agâh
Bir haybet ile pîş-geh-i millete
nâgâh
Şark meselesinden çıkacak payı
düşündüm
100
Evhâmdan olup Avrupa gûşişle
muarrâ
Rûhlandı Kristof’la Gütenberg
ile mahzâ
Dünyâyı teceddüt ederek bir yeni
dünyâ
Ol kâşifi ol kıt’ai hücrâ-yı
düşündüm
101
Açtıysa da Marten Lüter âfâka
salibi
Bir şârika-i hâdiyeden yokdu
nasibi
Bir şem’a-yı ümrân edip ammâ o
hatibi
Ma’mûrî-i akvâmı nasârâyı
düşündüm
102
Sathî bilinip fer’i gibi asl-ı
mezâhib
Fen müntesibîn eyliyor ibtâline
zâhib
Milyonda bir olmaz bulan iksîr-i
mevâhib
Ol derd-i umûmîyi o belvâyı
düşündüm
103
Sa’y oldu silâh elde taakkul ise
rehber
Kuttâ-ı tarîk olsa da Darwin ile
Buhner
Seyreyliyerek mülket-i edyânı
serâser
Beyne’l-milel ol bâbtaki ârâyı
düşündüm
104
Etmekle nüfus üzre zekâ meyli
tesaltun
A’kalleri etmiş beşeri sevk-i
temeddün
Karşımda zerâdişt ile zend etdi
temekkün
Konfüsyüs’ü Fohi’yi Buda’yı
düşündüm
105
Yıkmışsa da her ma’bedi cehlin
sademâtı
Bulmuş arayıp ehl-i nehâr râh-ı
necâtı
Ferdâyı memâtı hikemiyyât-ı
hayâtı
Bî-mürşid o endişe-i ahrâyı
düşündüm
106
Ber-vefk-i hayâl âlihe etmekle
taaddüd
Etmiş o muhayyelde mücessemle
teeyyüd
Ekserde kalıp hükmü basîti-i
taabbüd
Baktım fetişizm ehline süflâyı
düşündüm
107
Hindin Sivâ’sı Vişno’su olduysa
da ma’dûm
Yûnan’ı kadîmin sayısız tanrısı
mezmûm
Zannettiler Allâh’ı da anlar
gibi mevhûm
Konstantini ol harb-i çelîpâyı
düşündüm
108
Bildim milel-i sâibeden ilm-i
nücûmu
Allâh aranırken bulunan kenz-i
ulûmu
Kimyâyı çıkarmış kiminin nakte
hücûmu
Mensi bulunan sihr ile simyâyı
düşündüm
109
Her dîne karışmakla hurâfât u
esâtîr
Etmişse de icmâ u kıyâs aslını
tağyir
Mehdî-i maârif ederek âlemi
tathîr
Evsâhım ifrâz ile imhâyı
düşündüm
110
Günden güne olmakda ulûm âlemi
hâvi
Elbet bu terakki edip efkârı
tedâvî
Sıhhat bulacak bir gün olup
derd-i semâvî
Bir müddet o ser-mebhas-ı
garrâyı düşündüm
111
Bir encümen-i sıdk açıp ashâb-ı
fetânet
Etmekle kemâl ile taharrî-i
hakikat
Allâh’ı bulup eyleyecek keşfi
tarikat
Ol vakti o mübrem mütemennâyı
düşündüm
112
Bulduysa Fonoğraf Edison
dinliyerek ton
Vermiş mi kulak birde sadâ
bahsine Newton
Duymuş fakat ol zemzeme-i gaybi
Eflatûn
Teşhîs-i hakâyıktaki asfâyı
düşündüm
113
Her mukdim eder meyl-i
husûsîsini minhâc
Her râsıt u râmîye diğer
noktadadır âmâc
Her sa’y-i beliğ etsede bir
maksadı intâc
Burhân-ı tehâlüfle kazâyâyı
düşündüm
114
Jak Jak Ruso’ya, Volter’e
olmazsa da emsâl
Alfons Dö la Martin’de yine
başkacadır hâl
Ma’nâyı hafif geçmiş iken
Pansees’de Paskal
Maddeyle olan nâmını ibkâyı
düşündüm
115
Viktor Hügo’ya esniye-hân oldu
Sefiller
Açtıysa da makdûreler üzere
Dümafis per
Gösterdi Şopenhavr’a o yol
sahne-i diğer
Mevcûdî-i muğni ile iğnâyı
düşündüm
116
Tahsîl-i “mine’l-mehd
ile’l-lâhd” ile eslâf
Etmişse de binlerce defâin bize
ithâf
Biz Çin’e gidip olmıyoruz anları
sarrâf
Ahlâfa hedâ-bahş o hedâyâyı
düşündüm
117
Hürriyet-i fikr arzederek
huldî-i Haldûn
Hükkâm-ı hüdâvî kılarak herkesi
me’mûn
Olmuştu şifâ-bahş-ı necât
ahkem-i kânûn
Fârâbî ile zâdei Sînâyı düşündüm
118
İhya-i ulûm etse de efkâr-ı
Gazzâlî
Bî-behre kalıp hâfız-ı elfaz-ı
Emâlî
Güftâr-ı Muhyiddîn’i sanır
nutk-ı hayâlî
Bir cehli bir ol zevk-ı
musaffâyı düşündüm
119
Bestamî vü Zünnûn’u Cüneyd olsa
da hemkâr
Bir hâlde değil her biri bîhûd u
şeğaf-dâr
Mansûr’u görüp cûş u tecellî ile
berdâr
Ol Hak ile nâ-hakka müdârâyı
düşündüm
120
Nîreng-i zevâhir ederek bâtını
tağlît
Kılmışsa da meknûne-i ifrât ile
tefrît
Dil kân-ı taharride bulup
menba-ı tenşît
İnsanlar için maksad-ı aksâyı
düşündüm
121
Bâ-fikir ü nazar dînce tenassuh
ise matlûb
Eşhâsa ukûlünce olur kısmeti
meksûb
Tevfık-ı tefekkür yine bir
mâye-i mevhûb
Bildim bunu Vehhâb-ı atâyâyı
düşündüm
122
Her sem’a şuûrunca girip nefhai
eş’âr
Bir başka muahassıl çıkarır pend
ile pendâr
Bir hâlde görünmezse de her
dîdeye dîdâr
Peygâm-ı tecellî kalan a’mâyı
düşündüm
123
Mahrûm olacak en çoğu hak olsa
da şâyi
Göstermededir nedreti idrâk-i
vakâyi
Îkâz ederek fitneyi butlân-ı
şerâyi
Meydâna alacak hûnî-i heycâyı
düşündüm
124
Mikyâsı muammem tutarak vâzı-ı
edyân
Meşmûlu tefâvüt edip ol nimet-i
ihsân
Kılmış derecât ahzını vâbeste-i
irfân
Her nükteyi her remzi her imâyı
düşündüm
125
Vâkıf bulunan söyleyemez etse de
îkân
Zîrâ olunur müttefikan cisme
fedâ-i cân
Söylense de duymaz anı
dil-mürde-i iz’ân
Emvâta şifâ vermiyen ifşâyı
düşündüm
126
Ervâha maânî-ı kitab olmadı
mübhem
Ecsâma o mîzân ü sırât oldu
mücessem
Birleşti suâl ile hesâb ile
Cehennem
Mefhûm-ı ukûbât ile ukbâyı
düşündüm
127
Bî-şübhe ki mü’minler için
Hazret-i Fâtır
Bir ömr-i müebbet verecektir şen
ü şâtır
Evsâf u mefâhimi olup vârid-i
hâtır
Huldiyyet ile Cennet-i a’lâyı
düşündüm
128
Bir zevk ile herkes olamaz
mazhar-ı vahdet
Her kimse nasîbince bulur ni’met
ü cennet
Yek-zâikadır sanma
şuûnü’l-ebediyyet
Pek tiz bıkılan menn ile selvâyı
düşündüm
129
Derlerse ibâdet ne demek söyle
ki bî-şek
Bilmek yine bilmek yine bilmek
yine bilmek
Bilmekten ubûdiyyeti zan eyleme
münfek
Meçhûl ile ma’lûmu temennâyı
düşündüm
130
Halk etse âmânımızı hep Kâdî-i
hâcât
Bir âlet-i üdvân olur ellerde
münâcât
Pür-şevk ederiz nefsimize hasr-i
ibâdât
Ayât-ı akîmû'yu küsâlâ’ yı
düşündüm
131
Her münfail-i nikbet ü idbâr-ı
hayâtı
Her muhteris-i zînet ü
hubbu’ş-şehevâtı
Ağrâz-ı mukârin bularak hep
harekâtı
Te’mîn-i maîşetteki kavgayı
düşündüm
132
Hak ortada bir nev’-i merâsim
gibi melfûz
Bir başka sanem büt-gede-i
sînede mahfûz
Her nefs ana tahsîs-i perestiş
ile mahzûz
Evsânı bilip tâbi’-i ehvâyı
düşündüm
133
Tutmakta yeter zevk-i ibâdet ile
siyyân
Lâkin bulunur hazz-ı nefs hâiz-i
rüchân
Atmakla kişi lât ü menâtı bulup
âsân
Kalbinde muazzez kalan uzzâyı
düşündüm
134
Bir nuhbe-i mahsûsa ya bir
âfet-i mâhveş
Her şahsın olur safha-i kalbinde
münakkaş
Aşkile düşüp cilve-geh-i rûhuma
ateş
Bir şûhu senâ ettiğim esnâyı
düşündüm
135
Fennen de bilirken anı bir
tûde-i mefrûz
Bir hüsn-i muhayyel olarak
hâhişe ma’rûz
Mîsâkı eder bir sebebi yek-deme
menkûz
Bin mufdıl-i enfüs büt-i Zîbâ’yı
düşündüm
136
Hassâsi-i hulkiyye nasıl densin
irâdî
Olmuş ise ol şîme-i irsiyye
velâdı
Şiddetle olup dil hedef-i her
gam ü şâdı
A’sâbı ezen hâlet-i sevdâyı
düşündüm
137
Tevrîs ederek vâlid ile vâlide
erkân
Etmişse mîzâc-ı ağlep ile
bünyeyi bünyân
Za’f ile gezer derdîni sıhhat
sanup insan
Ahlâkı tedâvîde etibbâyı
düşündüm
138
Almış asabiyyet demeviyyet
adaliyyet
Lenfâ ile safrâ ile bir başka
meziyyet
Her bünyede bir gâlibe geçmekle
irâdet
Teslîm edilen özr ile ilcâyı
düşündüm
139
Teshîr-i muhiti ile te’sîr-i
ekâlîm
Tedrîc-ii zamânî ile ünsiyyet-i
ta’lîm
Eylerse eğer ol marazı müzmini
tevhîm
Takdir ile mahkûm-ı secâyâyı
düşündüm
140
Çıktım buradan cevve tutup
cebr-i hevâ âh
Makdûr-ı ezeldir diyerek
mahrek-i eşbâh
Oldum yorulup bâl ü per ü
vüs’uma âgâh
Evsâta inip zîr ile bâlâyı
düşündüm
141
Mahdûdî-i raiyyetle olan ilmine
mağrûr
Meşhûdî-i vüs’atle görür vüs’unu
mahzûr
İnsan için idrâk-i maâlî ne
kadar dûr
Ol bu’d-ı serâ tâ be-süreyyâyı
düşündüm
142
Ancak şu kadar var ki bir
endişe-i sâlim
Bârî-i hidâyetle olur vâcib-i
âlim
Pür-şevk ederek rûhumu ol rûh-ı
avâlim
Mevlâyı düşündüm yine Mevlâyı
düşündüm
143
Asnâmı ibâdâtı uzattıkça uzattım
En sonra fakat bânî-i büthâneye
çattım
Kalktım o bütün aşkına bir kaç
kadeh attım
Bir keyf ile keyfiyyet-i sahbâyı
düşündüm
144
Lezzetle gelip rûhuma bir
mestî-i râik
Etmekle beni tasfiye-i sîneye
sâik
Gönlümle aranmakta iken kayd-ı
alâik
Hânemde kütüphânemi Zehrâ’yı
düşündüm
145
Hatırlayarak mesele-i sekri
harâmı
Hürmetle anıp bir nice sermest-i
ğarâmı
Bir cezbe-i meftûre ile râm-ı
merâmı
Efsâne-i Mecnûn ile Leylâ’yı
düşündüm
146
îmânı esâs addederek havf ü
recâyı
Nisyân ediverdim reviş-i ehl-i
riyâyı
Şeh-râh-ı mesâide bulup bûy-ı
rızâyı
Oldum mütevekkil gam-ı ferdâyı
düşündüm
147
Etmekte iken redd-i riyâ
mahkemetu’llah
İsmet veririz kendimize ucb ile
her gâh
Emmâre-i bi’s-sû iken nefs-i
beşer âh
Tasnî’ edilen hüccet-i ibrâyı
düşündüm
148
Bir aşk-ı İlâhî olarak hâfık-ı
eşrâk
Müstağrak-ı lezzet bulunur her
dil-i müştâk
Her yerde matâf oldu bana Kâbe-i
uşşâk
Mişkât-ı Hüdâ Kubbe-i Hadrâ’yı
düşündüm
149
Vermek bile bir gûş-ı safâ ûd u
kemâna
Raks-âver olur gerçi semâhâne-i
câna
Hem-nefha olup tayr-ı elesti-i
cinâna
Vecd-âver olan zemzeme-i nâyı
düşündüm
150
İnsanı meşâgil uyutup gâfil ü
zâhil
Bîdârî-i kalbîye olur pek azı
nâil
Vacipse de her an aramak
mürşid-i kâmil
Sîmurg-ı hümâyûn-peri Ankâyı
düşündüm
151
Mahsûs arayup devletü idbâr-ı
halûdu
Mer’i sanırız biz o hubût ile
suûdu
Ammî görürüz manzar-ı hâşânı
vedûdu
“Lâ ya’rifuhüm” pûş-ı eviddâyı
düşündüm
152
Bir manyatize ipnotize hallerin
aldım
Bir allüsinasyon ile somnambule
daldım
Bir hayli de cinlerle periler
ile kaldım
El-hâsıl bilcümle habâbâyı
düşündüm
153
Te’sîr u havâss ile bilip fark
ediyorken
Künhile hafiyyâtı nasıl
anlıyacak fen
Saydım ne kadar hâdise-i
hârika-efken
Sehhâri-i intâk ile ilkâyı
düşündüm
154
Gittikçe tevessü ediyor ilmi
kıyâfet
Kaht ile hutûtu’l-yed ile fenn-i
ferâset
Evzâ’ ederek muzmeri ta’yîne
delâlet
Tebyîn-i serâirdeki sîmâyı
düşündüm
155
Bin türlü teceddütle
uyanmaktadır efkâr
Anlar reviş-i hâl ile müstakbeli
bîdâr
Kecbâzî-i mezheb (Rönesans)
etmede ıhzâr
Mesdûd olan ebvab-ı fetâvâyı
düşündüm
156
Etmekle evet nâ-mütenâhîyeti
tecdîd
Bir fitne-i melhûz edilmişse de
tahdîd
Olmakta fakat şimdi o hâl ukde-i
terdîd
Mahzûru müdâfi olan enbâyı
düşündüm
157
Mekşûf olarak verziş ile ebr-i
meşârik
İgfâl ediyor çoklarını fenn u
havârik
Lâzım geliyor dîn ile telfik-ı
hakâyık
Müstevcib-i gâyâtı mugayyâyı
düşündüm
158
Bir şu’bede görmek ile tahsîlini
âlî
Ezkâsı bilip kendîni gâyet
müteâlî
Ümit edemez başkaca bir evc-i
maâlî
A’lâya bakıp evsat u ednâyı
düşündüm
159
Evsatta ale’l-âde-i ta’lim ile
tenbîh
Ednâda basîtiyeti tasvir ile
teşbîh
Ma’bûdu müşahhas kılar eylerse
de tenzih
Bîçûni-i Bâri-i teâlâyı düşündüm
160
Sıbyân sayılır zâhir-i şer’ etse
de temlik
Cühhâl tehî-kalb edilir vehlede
teşkîk
Elfâz ile tenzih eder ahvâl ile
teşrik
Takdisi belâği-i süveydâyı
düşündüm
161
Almakla berâber ele miftah-ı
künûzu
Hazm eyliyerek ma’rifeti
havsala-sûzu
Bir havf-i elezle diyemez halka
rumûzu
Ol fırka-i bî-minnet ü pervâyı
düşündüm
162
Eyler mi mesâibde bilen nefse
tenezzül
Eşhâyı lezâizdir o kudretle
tahammül
Etmekle nikâtü’l-hikemi derk ü
teemmül
İhlâs ile ol zühdü o takvîâyı
düşündüm
163
Vermekle tarikat kimine şehperi
nâsût
Etmekte kemâlât ile gayet-resi
lâhût
Cibril akl sidresinde mebhût
Ol vusleti ol rutbe-i kusvâyı
düşündüm
164
Hâlıkla bulan kendini mümtâz ü
müvakkar
Bîçâre-i mahlûk ile olsun mu
cedel ger
Lâ-havfün aleyhim’le olan şâd ü
mübeşşer
Ol zümre-i bî-bâb ü mahâbâyı
düşündüm
165
Üstünde uçan ömr-i
serîü’l-ceryânm
Olsun mu neşîbinde ferâzende
mekânın
Merkeplerdedir dağdağa-i câhı
cihânın
Her gün çekilen bâr-ı tekâzâyı
düşündüm
166
Sûrî olarak bir derece herkese
hem-hâl
İzhâr edilir dâiye-i devlet ü
ikbâl
Bilmekle berâber anı bâzîçe-i
etfâl
Ol tâz u tek mel’abet-âsâyı
düşündüm
167
Mensûbunu hep maddeten etseydi
siyânet
Etmekle hükümet-i li-meni’l-mülk
ile vahdet
A’dâ için îcâb ederek selb-i
irâdet
Tazlîl-i gurûrî-i ahillâyı
düşündüm
168
Ya neş’e bulur memleket ey mân
ile îmân
Yâhud kırılır küfr ile peymâne-i
peymân
Meyhâne-i mihnette nüfus olsa da
mihmân
Gurbetzede-i sümme redednâ’yı
düşündüm
169
Verseydi îcâbet bize bir kabza-i
teshir
Olmazdı mücîbu’d-daavât elyak
tekvîr
Bir sırr-ı mutalsamdır
azâyimdeki te’sîr
Efsûn ile kahriye-i esmâyı
düşündüm
170
Afyon ile benk eyliyor âzürdeyi
bî-gam
(Morfin) kılarak muzdaribi
huftei her dem
Bî-his kalıyor can (kıloroform)
ederek şem
Medhûş-ı ezel bir dil-i şeydâyı
düşündüm
171
Hâkim bilemem me’sere-i gayr-ı
habîri
Seyyâle-i berkıyeyi yâhud ki
esîri
Her şeyde görüp hikmet-i Allâm u
Kadir’i
Hükmü’l-hikemi sırr-ı huveydâyı
düşündüm
172
Etmez mi komünlerle anarşistleri
tahmîk
Tensîk-i tabâyi’de muhâliyeti
tasdik
Vicdânı tesâdüfle bulan tuhfe-i
tahlîk
Mâddiyyeyi ol fırka-i jaj-hâyı
düşündüm
173
Allâme-i Râzî ile Keşşaf
Zemahşer
Eylerdi bu gün başkaca tefsîr-i
müfesser
Dersem beni tecrîm ile bir
tahta-i perver
Mahkûm edecek Kâdı Beyzâ’yı
düşündüm
174
Asr ile mîzâc-gîr ederek şi’r-i
kadîmi
Her şâiri bir bezmin edip mest-i
müdîmî
Çok görmedim ol tab ile şûhî-i
Nedîm’i
Nef’i ile hakkındaki fetvâyı
düşündüm
175
Muhrikse de eş’ar-ı Fuzûlî’deki
tibyân
Hassân-ı Acemlerle olur belki de
hüssân
Hâkânî-i zî-hilyeye Şeyh Gâlib’e
hayrân
Ol aşk ile ol hüsnü serapayı
düşündüm
176
Akdem udebâ eylememiş his o
lüzûmu
Etseydi yazarlardı müdâvât-ı
umûmu
Nâbî geçinen bir sürü ressâm-ı
rusûmu
Bâkî ile birçok sühan-ârâyı
düşündüm
177
Lâkin bu gün elzem görülen
neşr-i levâmi’
Ettiyse de rûşen-dili reh-bîn-i
menâfi’
Haylûlet edip nâşir-i envâra
mevâni’
Zulmette seçilmez kalan inhâyı
düşündüm
178
Hem-şevk-ı Şinâs u Kemâl oldu
Ziyâ hem
Mülhak olarak pertev-i Hâmid ile
Ekrem
Anlar ile peyrevleri hakkında
demâdem
Şâyân görülen nikbet-i iclâyı
düşündüm
179
Tebcîl ederek şân-ı fedâkârı
fedâyı
Timsâl-i hamiyyetle
zahîrü’l-üdebâyı
Osmanlı Gütenberg’i Ebu’n-neşri
Ziyâ’yı
Hakkındaki ızrâr ile îzâyı
düşündüm
180
Üftâde-i esrâr olalı ehli
harâbât
Sohbette verir nutka taazzür-i
edebiyât
Udhûke eder na’ra-i mestâneyi
iskât
Terhîmi münâdîyi münâdâyı
düşündüm
181
Bir lem’a-yı rahşân görüp
artırdı ümmîdi
Ol renk ile seçmeklik için surh
ü sefîdi
Sevdim dekadanlarla çıkan sebk-i
cedîdi
Jön’lerle bir oldum yeni imlâyı
düşündüm
182
İstanbul’u yazdım olarak haylice
meşgul
Gûyâ edip ahlâfım için fâide
me’mûl
Fahr eylerim eylerse o töhmet
beni mes’ûl
Bir azli değil mahbes ü menfâyı
düşündüm
183
Sa’bü’l-fehm olmakla bu
nev-yâfte-i vâdî
Nâkıs-dilin ikmâline olmazsa da
bâdî
Elbette olur bazı nehâ-perveri
hâdî
Yazdım bunu hem-nev’ime ihdâyı
düşündüm
184
Bilmez bu kulun hâlık-ı şer şiir
ile meşhûr
Etsin mi şenindir diye bir şâiri
mağdûr
Kahr ile görürsem göreyim
sa’yimi meşkûr
Bir ŞÂKİR ile zîrini imzâyı
düşündüm
***************
MÜSTEZÂD
Hâtırdadır ol yâr ki bu tâze
civandır
Bir âfet-i candır
Biz şehr-i Ayaş’tan çıkalı hayli
zamandır
Sevdâ ne yamandır
Âteşlere yansın bizi âteşlere
yaktı
Hep aklımız aktı
Elhâsıl o mehpâre ki nev-reste
fidandır
Bir rûh-i revândır
Terketti bizi âkibet ol rene ü
mihende
Ağûş-ı vatanda
Ağreb bu ki inşâna vatan cây-ı
emândır
Âsûde mekândır
Bin dil döker uşşâka o meh içşe
biraz mey
Lâkin ne zarif şey
Hurşîd gibi her tarafa
ta’ne-feşandır
Hurşîd-i cihandır
Tenhâda geçirdim ele ol nazlı
nigârı
Ol şiveli yârı
Amma ki öpüp okşaması savma
ziyandır
Madem Ramazandır
ŞAKİR bizi meftun eden o gözle o
kaştır
Mahsûl-i Ayaş’tır
Lâkin kime arz eyleyeyim râz-ı
nihandır
Derler ki yalandır
GAZEL
Fe i lâtün -fe i lâ t ün/f e i
lâtün/feilün
(Fâilâtün) (fa ’lün)
Hâne-i çeşme gelir bakmak için
yâre gönül
Müncezibtir o kadar rüyet-i
dîdâra gönül
Tab’-ı ruhsâr-ı dil-efsûnunu
gördükçe senin
Çarpınır ateşe düşmüş gibi
bî-çâre gönül
Ah bilmem ki bu mebhasta neler
söylerdi
Mâlik olsaydı eğer tâkat-ı
güftâra gönül
Nüzhet-âbâd-ı cinân olsa da
cevlângâhı
Yine İstanbul’u arzu eder âvâre
gönül
İnşi’âl etti dimâğımda bu muhrik
arzû
Ne için münhemik ol mertebe
ısrâra gönül
GAZEL Bakış
Feilâtün-feilâîün/feilâtün/feilün
(Fâilâtün) (fa ’lün)
Bir şeker hande ile dün bana bir
hoş baktın
Nedir ol tatlı tebessüm o
temennâlı bakış
Koymadım sabrımı yaktın beni
zâlim yaktın
Cânıma işledi en sonra o ma’nâlı
bakış
Kûşe-i çeşm ile teblîğ-i kelâm
eylersin
Tarfatü’l-aynda ifhâm-ı merâm
eylersin
Bir bakışta beni meshûr-ı garâm
eylersin
Ah bilsem ne demektir o muammâlı
bakış
Nigeh-i dîde-i sahhârına canlar
bayılır
Seni gördükçe bütün cismime ateş
yayılır
Âşıkın her bakışı ayn-ı tekellüm
sayılır
Sana bildirmedi mi hâlimi
şekvâlı bakış
Saklamaktan ne çıkar mâ-hasal-ı
bâlimizi
Halleder gözlerimiz ukde-i
âmâlimizi
Gizli bir şey mi kalır nâtık
iken hâlimizi
Sende ol nazlı bakış bende bu
sevdâlı bakış
Nedir ol çeşm-i siyeh mest o
câzip sîmâ
Hele kirpik süzüşün aklımı eyler
yağma
Dîde her uzvuna her vasfına
meftûn ammâ
Ah o ma’nâlı tebessümle o îmâlı
bakış
*******************
DELİ SAÇMASI
Bize karşı yoksa muhassasan söze
itibârı şerîatın
Ne namazına var onun bizim de inanmamız ne niyazına
Öteden beri tutulup yabancıyı dîn ü örf ile
milletin
Yeni olduk onların âşinâ ne kadar cinâs u lugazına
Otuzüç yıl uyup ehl-i hevâ-ı muvâzâta karışmışız
Notasında etmemişiz keman alışıp kemanına sazına
Küberâ-yı mülk ile pâdişâhının iltifâtını dinleyip
Sevinir de âh inanmamışız bu hakîkatın o mecâzına
Bugün ol sitâyişe karnımız tok inâyet eyleyen olsa
da
Deli saçmasıyla teşekkürât ederiz fasulye piyazına
Ne kadar da
köftehor olsak öyle yalancı dolmayı yutmayız
Hoşafın
yağı kesilip dedik buyurun cenaze namazına
Oturur
..kiyle ceviz kırar kına yaksın avratı fercine
Yalan izdivâc ile çattıran seni en muhâdea sazına
Var imiş bir ölmüş eşek heveslisi nal u mıhı
sökmeye
Kalacakmış eski papuçlarım kızının nikâh u cihâzına
Aşılattı baktı yetiştirinceye dek
kemâle bir armudu
Fakat en sonunda ham ahlat oldu nasılsa durdu boğazına
Bana karşı dinde isâetin hiyelin hadd u hesâbı yok
Sayılırdı belki ceviz tıkırtısı dense men’ ü
cevazına
Getirip bu hiss-i burûdeti ona verdi germî-i
cinneti
Bizim ancak ermedi aklımız bu kışın baharına yazına
Hakk’ın emri zannıyla mezâlimi çekiyorsa müftü vebalimi
Geçirir benim dahi kâlimi onun
emr-i şa’bda bâzına
Ne vakit keser ya asarsa biz dahi bizzarûr asarız
kulak
O zaman dehânı kapattırır bu belâlı kâşif-i râzına
Hamur işlerinden usandı ben ki kemiği kemirmeye
koştu s...
Bu gidişle boynuzu kırsa pek o da az gelip fem
azına
Diyemez mi mösyöye derdini çıkacak cevabını bilmese
Karaköy’de bir madam aş yerer mi hiç Akşehir’le kirazına
Bizi kıldı ibne çırak çıkardı cihanda kahbe felek fakat
Duyup arz-ı mahmidet eyledik biz onun edasına nazına
Değilim rükûb u nüzûle muktedir aldı arz-ı nisâbını
Gidemem piyâde zükûr içinde ne mağribe ne Hicaz’ına
Düşünür mü gelmiş geçmişi hasmâne düşmüş olan işi
Bakamaz sürüklenen kişi yolunun neşîb ü firâzına
Çekerim ölünceye dek sebat ile hânıe sebb-i müsebbebe
Ne çıkarsa bahta hediyenin bakılır mı çoğuna azına
Yine kibr içinde gebermek üzreyim işte bir koca devletin
Bu muhâlefetle göğüs gerip sademât-ı sîne-güdâzına
Kaynaklar:
*Fatma
Betül Telli, Ayaşlı Muallim Şakir Efendi, Ankara, 2005 (Seçil Ofset-İstanbul)
*Prof. Dr.
Önder GÖÇGÜN, Bu makale Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisinin
3. sayısında, 1986 yılında “Ayrı Basım” olarak yayınlanmıştır.
* M. Ali Apalı
“Ayaşlı’dan Anılar” Yeni Konya Gazetesi 19 Nisan 1978, seri nu: 8 s.2
*Hayatının bu ilk
devresi hakkında Faik ve M.Muhlis “Muallim Ayaşlı Şakir Konya, 1933, Konya
Halkevi Neşriyatı,
Mehmet Önder,
“Sivaslı Ali Kemâli” Konya, 1954, s.20-21yı: 3, s.4’e bakınız.
*
Osman Ergin, “Balıkesirli Abdülaziz Tolun-Hayatı ve Şahsiyeti” İst. 1942, s.34
*İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, “Son
Asır Türk Şâirleri” İst. 1970, cüz:X s. 1735.
*Naci Fikret, “Dehâ ve Cinnet”
Yeni Fikir Dergisi Konya 15 Şubat 1341 sayı: 4, s.4 v.d.
* Alemdâr
Gazetesi, 26 Kânun-ı Sâni 1337/1921 s.2
[2] Son
nefesinde yanında bulunan dostu postahane memurlarından İsâ Ruhi'ye “
Müsebbib cehalettir. Aileme söyleyiniz davacı olmasınlar.” diye vasiyette
bulunur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar