Print Friendly and PDF

BAŞI KOPARILMIŞ, GÖZLERİ OYULMUŞ İNSAN



Georges Bataille (d. 10 Eylül 1897, Billom; ö. 8 Haziran 1962, Paris)
Fransız yazar, sosyolog, antropolog ve filozof. Nietzsche'nin izinde düşüncelerini geliştirmiş, gerçeküstücü düşüncenin geliştiricilerinden biri olmuştur. Kötülüğü üstlenen ve gizemsel yolculuklara dayalı iç deneyimlere dayanan bir ahlakın savunuculuğunu yapmıştır.
Georges Bataille, 20. yüzyıl felsefesinde aykırı filozofların en aykırılarından biridir. Edebiyatta kötülüğün yazarı olduğu gibi felsefede de aşırılığın yazarıdır. Aykırı olduğu kadar felsefeyi aşırılığa vardıran düşünürlerin temsilcilerinin de başında yer alır. Bataille Nietzsche'nin takipçilerindendir, özellikle "Tanrı öldü" fikrinden yola çıkarak yeni bir etik düşünceye yönelir. Yalnızca bu yönelim bilinen etik yaklaşımları altüst etmekle kalmaz, temel kavramları da yerle bir eder. Tanrı yerine iç deneyi, masumiyet yerine günahkârlığı, kesinlik yerine imkânsızı, cinsellik yerine erotizmi ve pornografiyi, iyilik yerine kötülüğü, huzur yerine tehlikeyi öne alarak yeniden düşünür. Vardığı yer felsefenin aşırılığıdır. Bu anlamda Foucault, Gilles Deleuze, Jacques Derrida gibi bir şekilde Nietzsche'nin takipçisi olan düşünürleri önemli ölçüde etkilemiştir. Bu düşünürler aynı zamanda dilin sınırlarına yönelirler ve gerçekliği sorunsallaştırırlar.
Geniş bilgi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Georges_Bataille
“Kötülüğün metafızikçisi” George Bataille kutsalı, kan ve semen, sidik ve dışkıyla kirlenmiş olanda bulmuş; her türlü tabu karşısında dayanılmaz bir aşma isteği duymuştur. Nietzsche’yi çağrıştıran Diyonisos bir coşkuyla günah işlemenin özgürleştirici bir eylem olduğunu vurgulamıştır.
İlk gençlik başkaldırısında çoğu insan tanrıtanımazlığa yöne­lir. Bataille tam aksi bir yol izledi, katolikliği seçti: “Ergenliğim sırasında, ben de dinsizdim. Fakat, Ağustos 1914'te bir rahibe gittim ve 1920’ye kadar nadiren, en fazla bir haftayı günahları­mı itiraf etmeden geçirdim: 1920’de yeniden değiştim, gelecek­teki şansım dışındaki şeylere inanmaya son verdim.” (Gözün Hi­kayesi s. 82). (Gözün Hikayesi, George Bataille, çev. N.B. Serveryan ve A. Gürsoy Çiviyazıları, 158 s., İstanbul 2001)
Altı yıl süren bu bağlanma ona, günah ve kutsal kavramları üzerinde uzun uzadıya düşünme, bu kavramları kök­lü biçimde sorgulama, anlamlarını tersyüz etme olanağını verdi.
Bataille 1920’lerde, Ulusal Kütüphane de çalışmaya başladı. Gündüzleri kütüphanede görev yapıyor, geceleri Paris’in ge­nelevlerini dolaşıyordu. “Genelev, benim gerçek kilisem” diyordu. Dinsel olanla erotik olanın kaynaşması onu cezbediyordu.
Bataille kutsal’ı örgütleyici bir ilke olarak değil özgürleştirici bir güç olarak görür. Kendini sınır aşmalarda, aşırılıklarda açığa vuran gizemli bir güç. Hıristiyanlık, kutsal’ı dünyevi olanın ötesine yerleştirmişti. Oysa, kutsal burada, bu dünyadadır. Kirlenmiş halde buradadır. Kirlidir ve yaklaşanı da kirletir. Hem tiksinti verir, hem de cezbeder. İnsan kutsal’a arzuyla, kösnülce ya­kınlaşmak ister, tıpkı İsa’nın ve ermişlerin dinsel deneyimlerin de olduğu gibi. [Kösnül: psikoloji  Cinsel duyumlar veya onlara bağlı olan duyumların uyandırdığı duygu ve coşkularla ilgili olan, erotik. ] 
Bataille’e göre edebiyat, özellikle de şiirsel metinler masum değildirler. Ritüele benzer niteliklere sahiptirler. Okura kötülük yapar, onunla kötülük yoluyla iletişim kurarlar. Fakat aynı za­manda, bu niteliklerinden dolayı okura mistik ve erotik bir iç de­neyim yaşatırlar. Edebiyat kötücül ve kösnüldür.
Susan Sontag, Bataille’in kitaplarını “pornografik yazının oda müziği” olarak niteliyor. Bataille 1928 yılında, Lord Auch adıyla yazdığı Gözün Hikayesi gerçekten Sontag’ın sözünü etti­ği anlamda bir oda müziği. Onun dünyasının temel taşlarını oluş­turan metaforları anlayabilmek, kavramları kavrayabilmek açı­sından büyük önem taşıyan bir oda müziği.
Bataille, gençliğini Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşamış bir kuşağın üyesidir. Bu kuşağın en lirik şairleri siperlerde öldü­ler (örneğin, Wilfred Owen), savaşın dehşeti karşısında ya da ateşkesin hemen ertesinde intihar ettiler (örneğin, Georg Trakl ve Jacques Vaché). 1916 yılında Bataille de orduya yazılmıştı; fakat tüberküloz tanısı konulunca terhis edildi, onun hayatında savaşın dışında trajediler, travmalar da vardı: “Ben doğduğum zaman, babam genel felce yakalanmıştı ve annemi bana gebe bıraktığı zaman çoktan kör olmuştu; doğumumdan çok da uzun olmayan bir süre sonra, kötü huylu hastalığı onu tekerlekli koltuğa mah­kum etti. Ancak, annelerine âşık olan pek çok erkek bebeğin ter­sine, ben babama âşıktım. Artık onun geleceği felcine ve körlüğüne bağlıydı. İnsanların çoğu gibi tuvalete gidip işeyemiyordu; bunun yerine işini tekerlekli koltuğundaki küçük bir lazımlıkla ve çok sık işemesi gerektiği için bunu benim önümde, bir batta­niyenin altında yapmaktan utanmıyordu” (Gözün Hikâyesi, s.74).
Bataille’in çocukluk travmaların kaynağı sadece frengili ba­hası değildir. Anılarında aklını yitirmiş, bir kaç kez intihar giri­şiminde bulunmuş bir annenin de yeri vardır: “Babamın çılgın­lık krizinden sonra” annem de, kendi annesinin onu maruz bırak­tığı şeytani bir sahnenin sonunda birdenbire aklını kaybetti... O kadar kötü bir durumdaydı ki, bir gece odamdaki mermer şamdanlı mumları kaldırdım, uyurken beni öldürebileceğinden kor­kuyordum” (Gözün Hikâyesi s, 76).
Bataille, okuru dehşete düşüren çocukluk anılarını, “müsteh­cen bir tasarım sırasında ortaya çıkan kimi acıklı imgelerle” bir­leştirir, anılarını kendi bakışınca bile tanınmaz hale getiriyor. Onları dönüştürerek yaşama döndürüyor. Bunu niye yapıyor? Bu sorunun yalın bir yanıtı var: Bataille anılarını bozuyor; çünkü onlar, “anlamların en şehvetlisini” ancak böylesi bir bozulma sü­recinde kapanıyorlar.
Roland Barthes, Gözün Hikayesi'ni “metaforik bir kompozis­yon” olarak adlandırıyor. Göz, bu kompozisyonun ana metaforudur. Olduğu gibi ortaya konulmuş, açık, duru bir metafor. Bart­hes’in gözleriyle, “arı metafor hiçbir zaman tek başına söylem oluşturamaz”. Bataille’in kompozisyonunda göz metaforu başka metaforları doyuruyor. Özyaşamsal kaynaklan olan bu metafor­lar birbirlerinin yerini alıyorlar. Simone ölü rahibin başucunda, sinek konmuş pozu eline alarak, “görüyor musun? Bu bir yumur­ta” diyor. Bataille metaforlan değiş tokuş ediyor.
Bataille’in metaforik kompozisyonunda göz bir kaç kez oyu­lur. Simone rahibin, boğa da matadorun gözünü oyar. Bu İkinci­si, Bataille’in 1922 yılında İspanya’da gerçekten tanık olduğu bir olaydır. La Rochefoucauld, “İnsan iki şeye doğrudan bakamaz, güneşe ve ölüme” der. Bataille’in tanıklık ettiği olayda bo­ğa matadorun gözünü kör edici güneşin altında oymuştur. Ve Bataille, La Rochefoncauld’un söylediğinin tam aksine, hem güne­şe, hem ölüme doğrudan bakmıştır.
Gerçeküstücü ressam Viktor Brauner, 1951 yılında yaptığı oto-portrede kendini tek gözü oyulmuş, oyuğundan kanlar akar halde resmetmiştir. Altı yıl sonra meydana gelen bir kazanın ışı­nında bakıldığında Brauner’in kehanette bulunduğunu söylemek mümkün. Gerçekten, 1937 yılında stüdyosunda kavgaya tutuşan iki arkadaşını ayırmaya çalışırken cam kırıklarının gözüne isabet etmesi üzerine Brauner tek gözünü yitirdi. Fakat burada bizi il­gilendiren sadece kehanet ya da yazgının önceden okunabilmesi değildir; Bataille ve kuşağının, gerçeküstücülerin oyulan ve çı­karılan göz saplantısıdır. Ne vardır bu saplantının ardında?
İki büyük savaş sırasındaki zaman diliminde bu kuşağın pers­pektifi parçalanmıştı. Parçalanmış perspektifi onarmak, eski ba­kıştan kurtulmak istiyorlardı. Bunun üstesinden gelebilmek için öncelikle kişisel tarihlerini gözden geçirmek zorunda oldukları­nı biliyorlardı.
Bunuel, Endülüs Köpeği'nin çekimi sırasında tuttuğu notlar­da jiletle kesilen göz sahnesinin bir “düş imge” olduğunu belirtir. Bunuel’in “düş imge”sinde göz erkeklik organının yerini al­mıştır ve gözün kesilmesi iğdiş edilme korkusunu yansıtır. (Bu­nuel notlarında ayrıca, “babamın ölümü benim için kesin bir an oldu” der ve babasının ölümünden sonra onun yatağında yattığı­nı, onun çizmelerini giydiğini ilave eder).
Oedipus kompleksi Bataille’de de vardır. Kökleri çok derine, annesinin rahmine düştüğü güne uzanır; ama o, “bilmece”yi çöz­müştür: “Babam annemi bana gebe bıraktığı zaman kör olduğu için, gözlerimi Oedipus gibi parçalayamıyorum.” Bu nedenle, rahatlamak için ölmüş babasının, yatağında yatan Bunuel’den farklı bir yol izler: “Geceleyin, annemin cesedinin başında, çıp­lak olarak mastürbasyon yaptım.”
Bataille’in gözü oymasının, yuvasından söküp almasının ne­deni uygar insanın akılcılığından kaçıp kurtulmak, yeniden mağa­raya dönmektir. Bu aynı zamanda, baskılanmış olanın geri dönüş yolunda attığı önemli bir adımdır, fakat yeterli değildir. Yolculu­ğun tamamlanabilmesi için başın koparılması da zorunludur.
Modem devlet akıl temelinde örgütlenmiştir; kendini akılla meşrulaştırır. Yasaları ve yaptırımları akla uygundur. Devlet dü­zeni öncelikle bir akıl düzenidir. Bütün yurttaşlarından “aklın yolu”nu izlemelerini ister. Akıl böylelikle ortak bir yaşamı müm­kün kılar. Modem devlet yurttaşlarına açıkça “itaat edin” demez. Onları “sağduyulu davranmaya” çağırır. Bunun anlamı, “yasala­ra uyun ve uysal olun”dur. Batailie başsız bir insanı, başı eğilmiş bir insana tercih eder.
Batailie, 1937 yılında, Roger Caillois ve Michel Leiris ile bir­likte Sosyoloji Koleji’ni kurdu. 1939 yılında savaşın patlak ver­mesiyle faaliyetlerini durduran bu alternatif okulda iki yıl bo­yunca dönemin pek çok entelektüeli dersler verdi. Koleji’nin amaçları arasında kutsalı yeniden tanımlamak da vardı ve Bataille bu projenin bir uzantısı olarak Acephale (Başsız) adlı bir der­gi çıkardı. Fakat, Başsız yalnızca bir dergi değildi; devrimci bir örgüttü aynı zamanda. Lideri olmayan ve doğrudan eylem için kolayca harekete geçebilecek bir örgüt. Anarşizmin politik kül­türüne göre biçimlenmiş, doğrudanlık, içtenlik için elverişli bir kolektivite. Kurumlaşmaya, katılaşmaya karşı bir panzehir.
Batailie 1920’lerde, gerçeküstücülerin politik ve estetik baş­kaldırısına katıldı; yazıları gerçeküstücü dergilerde yayımlandı. Fakat, Breton ile anlaşmazlığa düşünce onlardan ayrıldı. Faşiz­me karşı mücadele amacıyla kurulan Karşı Saldırı (Contre-Attaque) örgütünde Batailie ve gerçeküstücülerin yolları bir kez da­ha kesişti. Ne ki, bürokratik sosyalistlerin, Halk Cephesi’nin fa­şizme karsı etkin mücadele yürütemediğini düşünen gerçeküstücüler ve onlara yakın entelektüeller tarafından kurulan bu örgüt uzun ömürlü olamadı, bir süre sonra dağıldı. Başsız, bir anlam­da, yarım kalmış sözkonusu projeyi yeniden hayata geçirmeyi hedefliyordu. Ancak vurgulamak gerekiyor: Gücünü arzunun yı­kıcılığından alan bu öndersiz örgüt salt direnişi değil, devrimci mikro politikalar yürütmeyi de amaçlıyordu.
Acephale, bu amacını gerçekleştirmeden dağıldı. 1939 Eylülü’nde Fransa’nın Almanya ile savaşa girmesi üzerine, Ulusal Kütüphane’deki görevinden istifa ederek Paris’ten ayrıldı, bir kır evine çekildi. O kır evinde yaşadığı 1941-44 yılları arasında, “Madame Edwards” ve “Nietzsche Üzerine” de dahil, en önemli yapıtlarını kaleme aldı.
Başsız vizyonu 1968 sonrasında, Deleuze ve Guattari’nin devrimci mücadelede şizofren arzunun önemini vurgulayan fel­sefelerinde, moleküler toplumsal hareketlerin pratiğinde canlan­dı. Bataille’in “başsız”ı, 1968 sonrası şizo-politikalarda “organ­ları olmayan beden”e dönüştü.
Akıl ve arzu arasında şiddetli ve kesintisiz bir çatışma vardır. Akıl birleştirir, homojenleştirir. Oysa arzu, iktidarı reddeder. Ak­lın önüne koyduğu yasaları tanımaz. Yasaların gücüne boyun eğ­mez, çoğunluğu katılmaz. Dışarıda kalır.
Akıl bedeni denetler; arzuyu bastırır, arzunun devrimci coş­kusunu söndürmeye ve onun sınır tanımaz gücünü engellemeye çalışır. Arzunun, hayatın akışı içinde başıboş dolaşmasına asla izin vermez. Arzuyu bedenden kovar ve bedeni bir et yığını ha­line getirir. Bataille bedeni aklın tahakkümünden kurtarmak için insanın başını kesmiş, insanı başsız yapmıştı. Deleuze ve Guattari arzuyu bütün canlılığıyla, bütün çoşkusuyla bedende tutmak için organları kesip atarlar. “Organları olmayan beden”, arzudan yoksun, bir et yığını olarak bedenin tam karşıtıdır.
ÖLÜM VE ORGAZM
Erotizmin filozofu George Bataille, öldürdükleri Tanrı’nın boşa­lan en yüksekteki yerini insanoğlunun bizzat doldurmasını öneriyor. Bataille’a göre, ancak en coşkulu iç dökmelerle kendisinden geçen insanoğlu böylesine zor bir işin üstesinden gelebi­lir. Kahkahalarla boğulan, içkiyle sarhoş, uyuşturucularla mest olan, pagan rituellerde vecd haline gelen ve erotik etkinliğinde orgazma ulaşan insanoğlu. Çünkü onun kurtarılmayı bekleyen bir hayatı var. Hayatı kurtarabilmek için önce hayatı yitirmek ge­rekir. Yitirebilmek için de her şeyden önce kazanmak.
Bataille gençliğinde yaşadığı yoğun dinsel deneyimler sonu­cunda tüm biçimsel teolojileri ve özellikle de erotizm karşıtı say­dığı Hıristiyanlığı yadsıyan bir gizemciliğe yöneldi: “Kutsal ile ilgili öylesine çılgınca deneyimlerim oldu ki, bunları anlatacak olursam benimle alay ederler.”
Bataille da tıpkı büyük ölçüde etkilendiği Sade, Lautréamont, Artaud, Nietzsche gibi, Tanrı’nın ölümüne tanık olanlardan: “İlk önce güldüm; bu evreyi geride bıraktım, gülüşüm de kötü niyetli bir ilkbahar gibi eridi.” Fakat beri yandan Bataille, dinsel gele­neklerin altını kazdıkları için Hıristiyan gizemcilerini ruh kar­deşleri olarak selamlıyor. Çünkü onlar teslimiyet anlarında şeh­vani bir dille konuşuyorlar. Maurice Blanchot’ın tanımlamasıyla Bataille’ın gizemciliği, “selâmet ve umuttan feragat edilmiş” ye­ni bir teoloji.
Ölüm doğumda saklı. Otta Rank doğumu bir yara olarak nite­liyor. Doğum travması bütün korku ve tedirginliklerin haznesi. Yaşamın farklı evrelerinde tekrar ve tekrar yürürlüğe giren yaban­cılık duygusunun biricik kaynağı. İnsanoğlu ana rahminden kopa­rak ışığa çıktığında kendisini yabancı bir dünyada bulmuş ve gü­vensizlik içinde duyumsamıştı. O, doğarken yitirmiş olduğu her şeyi ölümde yeniden kazanacak. Tibet Ölüler Kitabı ölümün üç aşamasından söz eder:
Chikhai Bardo başlıklı ilk bölümde ölü­mün fiziksel yönü anlatılır.
İkinci bölüm Chonyid Bardo ölümü izleyen düş aşamasına ayrılmıştır.
Sidpa Bardo başlıklı üçüncü ve son bölümde ise, ölene, yaşamın tüm sırlarının ifşa edileceği duyurulur. İnsanoğlu böylece doğumunun sırrına da erebilecektir.
Ölüm, yaşamın nihai noktasındaki en gerilimsiz an ve bunun bilincinde olan yalnızca insanoğlu. Bedeninin faniliğinin bilin­cinde olduğu için de ruhunu ölümsüz kılmak istemiştir. Bütün büyük kültürleri hep ölümün gölgesinde inşa etmiştir. Ölüm bi­linci onun yaratıcılığını besleyen bir pınar olmuştur.
İnsanoğlu, tam da bu nedenle, doğada başıboş sarfiyattan sa­kınmaya çalışıyor. Fakat beri yandan da büyük bir tutkuyla bö­lünmek ve kendinden geçmek için uğraşıyor. Bu ikilem bir bakı­ma onun trajedisi, bir bakıma da ayrıcalığı. Varlığını hem tüket­mek hem de sürekli kılmak istiyor. Sürekliliği ona yalnızca ölüm bahşedebilir. Oysa, ölümün bir adım ötesinde, tuhaf ikiz kardeşi yüzünü gösteriyor.
George Bataille, erotizm ve ölüm arasında gizemli bir bağ kuruyor.
İnsan, sonluluğunun, faniliğinin bilincinde olan tek tür. O, ta­rihini ölülerini gömerek başlatmıştır. Ölümden hem korkar, hem de ölümün cazibesiyle büyülenir. Erotik eylem salt insana özgü­dür, çünkü kaynağında ölüm bilinci vardır. Diğer deyişle, insan, ölümün trajik ön bilgisiyle erotik eylemde bulunur.
Kuşkusuz, erotik eylem ve yalın cinsel ilişki birbirinden çok farklı. İlkini haz taçlandırıyor; İkincisi ise üremeye yönelik ve dolayısıyla işlevsel. Erotizm tabuları tanımayı gerekli kılıyor. Eğer yasak çiğnediğini bilmeseydi, insanoğlu haz duyamazdı. Oysa cinsel eylem anında yasak çiğnemek bir yana, “üreyip, ço­ğalın'’ kutsal buyruğunu yerine getirmektedir.
Bataille, erotizmi “hayatın ölüm ile eşdeğerde beğenilmesi" olarak tanımlıyor. Bataille’a göre, orgazma “küçük ölüm” denil­mesinin nedeni de bu.
Freud ve Norman O. Brown’ın metinlerinde penisin karanlı­ğa gömülmesi ve orada çökmesi ölüm ile özdeşleştirilir. Cinsel ilişki (erkek için) döl yatağına geri dönüştür. Vajina penisin me­zarıdır. Penis bu iğdiş edici mağaranın karanlık dehlizinde uzağa düşer. Andre Dworkin de vajina sözcüğünün, Latince kökeninde kılıç kını anlamına geldiğini anımsatıyor.
Oysa Bataille erotizmde dişinin ayrı bir varlık olarak eridiği­ne işaret ediyor. Bataille’a göre bu “ilk yıkıcı eylemin süreklili­ğinde” kadın kurban, erkek ise kurban edendir.
Etnoloji (budunbilim), insanların ırklarına ayrılışını, ırkların kökenini, oluşumunu, yeryüzüne yayılışını, aralarındaki bağıntıları ve bunların töre, dil ve kültür niteliklerini, genel yasalar çıkarmak amacıyla inceleyip karşılaştıran bilim dalına verilen isimdir.
Bataille, budunbilimci (ethnologist etnolog )  Marcel Mauss’dan etkilenerek Azteklerin ve diğer yerlilerin taşkınlık dolu kurban törenlerine büyük ilgi duydu. Aztekler kış gündönümünde, her gece yok olan fakat her şafakta yeniden doğan güneş tanrısı Huitzilopochli için savaş esirleri, yağmur ve fırtına tanrısı Tlaloc için de çocukları kurban ediyorlardı. Bu yerlilerde güneş, cennetin gözü olarak kutsanı­yordu. Güneş tanrısı için insan kurban edilmesi ise, cennete yol döşemek anlamına geliyordu. Peru’daki Ma yerlilerinin kültü­ründe de seçilmiş kadınlar, Güneşin Bakireleri (güneşe tapılan) tapınaklarla özdeşleştiriliyordu. Bataille da güneşi hiçbir karşılık bulma umudu olmadan, insanoğlunu enerjisiyle aydınlığa boğan ideal müsrif olarak kişileştirir.
Bataille yasayı da belirtiyor: “Cazibesiyle büyülemeyen hiç bir şeyin bilgisini edinme. Açık sınırlarda asla durma.” Sh: 153-162
Kaynak: Halil TURHANLI, Kahinler ve Müjdeciler- Radikal Politika, Sanat ve Erotizm Üzerine Denemeler, 1. basım Mart 2004, İstanbul


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar