BEKTÂŞÎ FELSEFESİ
hzl: Prof. Dr. Cavit SUNAR
Osmanlı İmparatorluğunda insanı Allah Teâlâ’ya ulaştıran Mistik yollar
sayılan Tarikatlar arasında bir Halk Tarikatı olan Bektaşilik ile bir
aristokrat Tarikatı olan Mevlevilik, özellikle, Vahdet-i Vücud görüşüne
dayanan ve Aşk’a bağlanan iki büyük Tarikat idi. Ancak, bunların arasında yine
de bir ayrıcalık vardı; şöyle ki:
Bektaşîliğe göre varlık bir bütündür; her şey birdir; yalnız (Bir) vardır. Bu (Bir) de (İnsan) dır, insandan
başka değildir.
Daha açık bir deyişle, İnsandan başka Allah Teâlâ yoktur. İnsandan ve
insan hayatından başka hiç bir şey mevcut değildir. İnsan da (Ali)den
başka değildir ve Ali Tanrı’dır. Bektaşîlikteki (Cem Âyini) de bu görüşün
temsilinden ibarettir.
Bektaşîlikte bu görüş, İbranî Alfabesinin tertibinden başka bir şey olmayan
Ebced alfabesinin harflerine ve o harfleria karşılıkları kabul edilen rakamlara
dayanarak matematiksel olarak ta ispatlanır, şöyle ki:
Biliyoruz ki dünyada mevcud her şeyi (1-9) arası rakamlarla hesaplamamız
mümkündür. Yani, bizim de içinde bulunduğumuz varlıklar âlemine ait bütün
hesaplan biz bu rakamlarla ifade edebiliriz. Şimdi, Ebced harflerine ve
Osmanlıca yazılışa göre (A, D, M) harflerinden ibaret olan Adem kelimesi de,
dolayısıyla, bize (1-9) arası rakamların toplamını verir. Ebced hesabına göre
(A) harfinin karşılığı (1) rakamıdır; (D) harfinin karşılığı (4) rakamıdır; (M)
harfinin karşılığı da (40) rakamıdır ki bu rakamların toplamı (45) eder. (45)
sayısı ise (4) ve (5) rakamlarından ibarettir ki bu iki rakamın toplamı da (9)
eder. Şu halde, dünyanın tamamını ifade ettiğimiz rakamların topu (Âdem) i
temsil etmektedir. Bu da gösterir ki Âdem, dünyanın bütünüdür, tamamıdır. Âdem’den maksat ise İnsan suretidir;
İnsan sûretinden maksat ta insanda tam kemâl ve cemâl üzere bulunan Hakk
suretidir.
Şimdi, tam kemâl ve cemâl üzere inhanda görünen Hakk sûretinden maksat
ta Erkek suretidir, Dişi sûreti değildir. Çünkü, Âdem’in dişisi olan
(Havva) kelimesi Osmanlıca harflerle (H, Y, A) gibi üç harften ibârettir ki
Ebced hesabı ile (H), (8) sayısına; (V), (6) sayısına ve (A) da (1) sayısına
karşılıktır ki bu sayıların toplamı da (15) eder. (15) sayısı ise Âdem’in
sayısı olan (45) in üçte biridir. Üç ,(15) Havva’nın üç şeklidir ve Âdem üç
(15) ile tamam olur. Kısaca, (Havva) da gerçek payı, ancak, üçte birdir ve bu da
kemâlin dişide olmayıp erkekte olduğunu gösterir. Zâten, Havvâ, Âdem’in oyluk
kemiğinden, yani Âdem’in belinden yaratılmıştır ve Havvâ, Adem’den bir
parçadır; ve Havvâ, önceden mevcut değildir.
Ve yine Bektaşîliğe göre Âdem, (45) tir; (45) sayısının toplamı da (9) dur;
(9) ise üç tâne (3) ten ibârettir; sayılarda çokluk ta (3) te başlar, fakat bu
(3) ten de birlik doğar. Şu hâlde sayı (3) tür ve en nihâyet Ali de üçtür ve üç
te bir’dir. Kısaca, Âdem de, Âdem sûretinde tecellî eden Tanrı da hep
Ali’dir.
Şöyle de diyelim: her şeyi hesaplayabildiğimiz rakamlar (1-9) arası
rakamlardır ve Kâinat, bütünlüğü ile (9) rakamı ile ifade edilmiştir ki bu da
İnsan’dır. Fakat, (1) den sonra gelen ' ve (9)a kadar devam eden rakamlar, (1)
rakamının tekrarından, dolayısıyla ayni bir şeyin çok-luğundan başka bir şey
değildir. (9) rakamı da esasta (1) rakamı demektir. Şu halde (1), (9) de-mektir
ve-(9) da (1) demektir ki o (1) de Allah Teâlâ’dır ve o da Ali’dir; çünkü, tam
kemâl, tam Ulviyyet Ali’dedir.
Şimdi, Bektaşîlikte, insan, Hakk’a kavuşmağa muhtaç değildir; çünkü,
Hakk, kendisindedir, kendisidir. Fakat, Mevlevîlik, insanın Hak olduğunu
kabul etmez ve dolayısıyla de Hakk’a gitmeğe çalışır ve Hakk’ın varlığını da
her şeyin tamamen birleşmesinde görür. Eğer demek caizse, Bektaşilik Realist ve Materyalist,
Mevlevîlik ise Spritüalist ve İdealisttir.
Mevleviler,
Hakk’a ulaşma yolunda da kadını büyük bir engel saymış, bundan ötürü de kadın
aşkı yerine erkek aşkına yönelmiştir. Gerçi bu görüş sonraları Bektaşîliğe de girmiş ve onda da rol oynamışsa
da Bektaşîlikte esas, kadın aşkıdır.
Bektaşîliğe göre dünyaya hükm eden, dünyadaki insanları, hayvanları ve
hatta cansız varlıkları harekete getiren tek şey (Cemâl), yani (Mutlak
Güzellik) ile bu güzelliğe olan (Aşk) tır. Cemâl, bir aynadır ki bütün kâinat
bu aynada ve bu ayna ile görülür. Bu ayna da bütün organları tam ve sıhhatli,
mütenasib endamlı, teslimiyyet feragatına sahih bir güzel’den başka değildir;
ve özellikle böyle bir güzelin, nûrânî halâvete mâlik yüzüdür, öyle ise insan,
yalnız ve yalnız güzeli seyr etmeli, güzeli sevmeli ve kendini güzele teslim
etmelidir. İnsandaki en büyük kusur olan (Benlik)i yok edecek, ve insanları
birliğe götürüp bir yapacak tek şey, işte, bu güzellik ve ona olan aşk’tır.
Bundan ötürü de insan, bir güzele değil, her güzele âşık olmalıdır. Ve çünkü,
yalnız âşık olandır ki benliğini kaybedebilir ve Tanrısı ile, daha doğrusu,
kendisi ile kavuşabilir.
Bektaşilikte, her şeyden önce, (Benlik) i yok etmek şarttır. Bundan ötürü de Bektaşîlikte (Kapı) meselesi büyük
bir önem taşır. Kapıdan maksat ta, gerçekte, (Benlik)i yok eden mahaldir.
Benliğin gerçekten yok olması da erkek ve dişinin visali ile mümkündür. Bektaşîlikte, bundan ötürü kapı’nın
(Eşik)i de Kutsal sayılır ve çünkü, eşik, duhul yeridir. Yine bundan
ötürü Bektaşiler eşiğe basmazlar, hatta bakmazlar; eşiğe bakmağı büyük bir
günah sayarlar.
Kısaca, insan, ancak, bir güzellik ve güzel karşısında benliğini
kaybedebilir, kendinden geçebilir. Nitekim, Peygamberimiz de Mi’rac’ta Allah
Teâlânın cemâli ile karşılaştı ve O'nun cemâli karşısında kendinden geçip
benliğini kaybetti.
Ve en nihayet, madem ki insan Allah Teâlâ sûretindedir, o suretin
güzelliğine, yani (Cemâl)i ne de, dolayısıyla (ilm)i ne de sahib olmak gerekir.
Tekrar edelim ki Bektaşiliğin esası (Aşk)tır. (Vahdet)te bu aşkın visâl noktasıdır. Bektaşilikte
tek bir kadehten içmek te (Vahdet)in başka bir çeşit temsilidir.
Şimdi biz burada tekrar sayılar meselesine dönerek diyelim ki: sayıların
ilki ve başı olan (1) sayısı ile sayıların sonu olan (9) sayısı birbirinin
aynıdır; çünkü, sayı, aslında (1) dir, (9) ise (1) in çokluğundan, dolayısıyla
ayni (1) den başka değildir. İşte, bu gerçek, Bektaşîlikte bazı âyinlerle de
ifade edilmiştir. Bektaşîlikte, birçok âyinlerde Baba sayısı dokuzdur.
Dokuz sayınının şekli Bektaşîlikte (Asâ) anlamına tefsir edilmiş ve Asâ, bütün
bir varlık, bütün bir gerçek kabul edilmiştir ve hattâ bunun için özel bir âyin
de tertib edilmiştir. Hiç kuşkusuz, bu Asâ âyininin aslını Yunan Mitolojisinde
Priapos adına yapılan aşk ve eğlence şenliklerinde görmek mümkündür. Priapos,
Yunan Mitolojisine göre iyş ü işret _Tanrısı Bacchus (Dionysos) ile güzellik ve
aşk Tanrıçası Afrodit (Zühre) in oğludur ki bağlardan bahçelerden, tarlalardan
kaldırılan ilk mahsul, bunun özellikle Lapseki (Lampsokos)daki ma’bedine
gönderilir ve belirli günlerde bunun adına iyş ü işret âlemleri düzenlenirdi.
Priapos, iri kıllı tenli, keçi ayaklı ve başı boynuzlu olarak tasvir edilirdi.
İşte, bu şenliklerde büyük bir rol oynayan (Phallus), sonraları, Bektaşîlikte
(Asâ) olarak ta tefsir edilmeğe başlandı.
Bu noktada Bektaşîlikte büyük bir önem taşıyan üç boğumlu bir değnek (Alaca Değnek) ten de kısaca
söz edelim:
Ve yine, Bektaşilerin bu üç boğumlu değnekleri de, aslında. Eski Mısır
Kâhinlerinin ellerinde taşıdıkları Zünnür’den başka bir şey değildir ki bu
değneği, daha sonraları, Yahudi Hahamları ve Hıristiyan Papasları da
taşımışlardır. Bektaşîlikteki bu üç boğumlu değnek, daha doğrusu, değneğin bu
üç boğumu (Hakk, Muhammed, Ali) üçlüsünü sembolize eder ki Hıristiyanlıkta
(Baba, Oğul, Kutsal Ruh) teslisini ve meselâ, Brahmanizm’de de (Brahma,
Vişnu, Şiva) teslisini sembolize eder.
Yukarıda sözünü ettiğimiz bu üç boğumlu değnek, özellikle, Mücerred Babalık
âyininde rol oynar. Bektaşi babalan bu değnek ile sırası gelince, âyin gereği,
çocukların dillerine, ellerine ve bellerine vururlar: Dile vurmakla, çocuğa,
tatlı dilli olması ve sır saklaması gerektiğini; ele vurmakla, çocuğa, yalnız
başına bir şey yapamayacağı, dolayısıyla, bir vasıta araması gerektiğini; bele
vurmakla da, çocuğa, aşkta devamlılık gerektiğini; birer kelime ile: dil ile
sevmesini bilmesini; el ile bu sevgiyi toplamasını bilmesini; bel ile de,
yalnız ve yalnız aşka dayanmasını ve çünkü Vahdet için Aşk’ın zorunlu olduğunu
işaret ve telkin etmiş olurlar. Bektaşilik, aşkı, bel ile birleştirir, bele
dayandırır. Çünkü, insan, ancak, belden çıkmaktadır; bel, insanın aslıdır. Bu
yüzden de Bektaşilik, insanı, (Bel Oğlu) diye de tanımlar. İnsan, ancak,
belden çıktığı gibi aşk ta, ancak, bu bel ile gerçekleşebilmektedir. Yani, bel,
hem bizim aslimizdir hem de bizi aslımıza kavuşturan aşk’ı meydana çıkaran
şeydir. Kısaca, Bektaşîliğe göre Yaratılış insandadır ve yaratılışı meydana
getiren üç şey de, insan sıfatı ve sureti ile, bir olmaktadır.
Şimdi tekrar Bektaşîlikteki dokuz sayısına ve dokuz Baba meselesine dönerek
diyelim ki Bektaşîlikte Babalık mertebesi pek büyük ve pek kutsal bir
mertebedir. Çünkü, babalık’tan maksat, sâdece, başa Tac giymek değil, fakat,
Bektaşiliğin aslını, esasını, daha doğrusu Felsefesini kavramaktır ve ancak
böyle olan bir kişi Baba sayılmağa lâyıktır. Bunun için de, en azından,
Tarikatın dört kapısından geçmiş olmak gerekir. Yine bu scbeble Baba olacak
namzetler yirmi bir yaşına kadar birçok dersler alırlar ve birçok pratikte bulunurlar
ve en nihayet (Cem Âyini) nde de destur alırlar ve âyinleri idare etmeğe
başlarlar. Bektaşilikte birçok âyinlerde âyinin icrası yolunda, Baba sayısı
dokuz olmakla beraber Bektaşilik, sekiz İmam üzerinedir, bir İmam da
Gaiptir ve bu remz de Müslümanlıktan alınmıştır.
Bu sekiz İmam meselesini Bektaşi Tekkesinin mi’marisinde de görmek
mümkündür; ön ve yan direkleri, çaprazları ve tavanının genel durumu ile
eski rakamlarla sekiz şeklini gösteren bu binâ aşağıda belirttiğimiz sekiz
dayanak üzerinde durur ve bu da bu binânın Sekiz İmam’a mensub bir binâ
olduğunu deyimler. Bu sekiz dayanak ta şu beş şekille ifade" edilmiştir: '
1-Yer, Toprak.
2-İlk dayanak ki bu üçtür; bunlar da: Hakk, Muhammed, Ali dir ki Bektaşi
sembolüdür.
3-İkinci dayanak ki bu da ikidir; bunlar da: Fatma ile Hasan ve Hüseyn’dir.
4- Üçüncü dayanak ki bu da ikidir: bunlar da: İki İmam’dır.
5-Dördüncü dayanak ki bu da Tavan’dır ve bu da Gaib îmam’a işarettir.
Bektaşi Tekkesinin bu bina şeklinde, bu binanın Sekiz İmam’a mensub bir
bina olduğu ifadesi ile birlikte bu binanın, ayni zamanda, Bektâşilerin (Mekke)ye
karşılık kendilerine mahsus bir (Kıble) olduğu ifadesi de mevcuttur ve
bilindiği gibi Kırşehir'deki Hacı Bektaş Tekkesi, Bektaşîlerin kıblegâhıdır.
Nitekim, sonradan, Müslümanların kıblegâhı olan (Mekke) binasının
yapılış şeklimde birçok anlamlar taşımaktadır.
Bektaşîlikteki Gaib İmam, yani Mehdi meselesinin de Yahudilikten
Bektaşîliğe geçmiş olması kuvvetlidir. Bunun aslı, Yahudilerin kendilerini,
Asûrluların esaretinden kurtaracak bir kurtarıcı bekleyişidir ki bu Bir
Kurtancı i’tikadı Asya Dinlerinde de görülmektedir. Ve bir bakıma, Gaib İmam,
yani Mehdi ile İsâ ve Hızır ayni anlamdadırlar, bunların aralarında' fark
yoktur.
Yine işaret edelim ki Bektaşilikte:
A (1) sayısı, Tanrı, İnsan ve Ali sembolüdür ve bunlar yer değişirler.
B (3) sayısı, Hakk-Muhammed, Ali sembolüdür.
C (5) sayısı, Hakk, Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyn sembolüdür. '
D (7) sayısı, Hakk, Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyn, Hacı Bektaş,
Balım Sultan sembolüdür.
Ve yine: Arab Alfabesine göre (Muhammed Ali) Yedi harftir; Hasan, Hüseyin
de Yedi harftir; Kur’anın özü ve özeti olan (Fâtiha) Sûresi de Yedi âyetten
ibârettir Ve yine Ehl-i Beyt denen (Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma) da on
dokuz harftir ki (Bismillâhirrahmânirrahim) de on dokuz harftir, ve bu (19)
sayısının (1) sayısı (Bir)i ve birliği temsil eder ki asildir ve (9) sayısı da
çokluğu temsil eder ki (1) in tekrarından ebârettir.
E (8) sayısı, Sekiz İmam sembolüdür.
F (9) sayısı, Dokuz Baha’yı; bütünlüğü ile varlığı kendinde toplamış olan
İnsan’ı sembolize eder ki (9)un aslı da (1) sayısı olduğundan, insan da
Tanrıdan başka bir şey değildir; Tanrı da Ali’den başka değildir, çünkü
(Ulviyyet) ondadır.
Türklerde (9) sayısı Çeşitli açılardan pek Önemlidir. Türklerin oyunlarında
bile (Dokuztaş) oyunu meşhurdur.
Dokuz sayısı Matematik açıdan da pek önemlidir. Zira (9) sayısına (1-9)
arası sayılarda bulunmayan Matematik uygulamaya ait bir çok özellikler de
vardır.
Bektaşilikte birer gerçeği deyimleyen bu_şayı sembolleri de, daha sonralan,
aşk şekilleri ve visâl timsalleri ile ilişkilendirilmiş, bundan ötürü de pek
çeşitli ve pek kaypak şekillerde tefsir edilmiştir.
Kısaca, Bektaşîlik, birçok Dinlerin
ve Felsefelerin bir Sentezidir. Bu sentezde de, özellikle, Şamanlığı, Brahmanlığı Budalığı, Zerdüştlüğü,
Yunan’dan Önce Ânadoluda yaşayan Milletlerin Tabii yaşayışlarının ve
i’tikadlarının esasını, Eski Yunan’m Mitolojik inançlarını, Hıristiyanlığı ve
en nihayet Balım Sultan’ın Bektaşîliğe soktuğu Katolikliği görebiliriz.
Dolayısıyla, Bektaşîlikte, Şâmân ve Buda dinlerindeki kadın âyinleri; Zerdüşt
dinindeki erkek âyinleri; Yunan, Suriye ve Kıbrıs’taki Phallus âyinleri gibi Eskiler’e ait birçok âyinlerin
bazı etkilerini de görebiliriz. Fakat,
Bektâşîlik, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, birçok Tabiî Dinlerin ve en
nihayet Hıristiyanlığın Göğe çıkardığı Tanrı’yı yere indirmiş ve onu da,
yalnızca, kendinde bilmiş ve bulmuştur.
Burada kısaca işaret edelim ki: Hıristiyanlıktaki Tanrı görüşü de Eski
Yunan’daki (Güneş)e ait bir i’tikadın aynıdır ve İsâ’nın geçirdiği mâcera da
(Güneş)in geçirdiği mâceranın aynıdır. Hıristiyanhktan çok daha önce
Hintlilerce (Vişnu); Mısırlılarca (Apis); Japonlarca (Boğa) ve Hıristiyanlığa
yakın devirlerde Yahudilerce (Altın Buzağı) ve Mûsâ’ca (Yahova) ve Yuhannâ’da
da (öküz) adı ile (ve dünyanın öküzün boynuzu üzerinde olduğu inancı ile) bir
İlâh olarak tapılan bu güneş Yunan mitolojisine göre: Gökyüzünde Kış başlarken
bir bâkire tarafından doğmakta, fakat, sonra zâlim Tanrı tarafından öldürülüp
Kışa gömülmekte, fakat, Yaz başlarken tekrar dirilip kötü ruhların gelemeyeceği
Göğün en yüksek noktasına çıkmaktadır.
İşte, Güneş’in bu Mitolojik mâcerası ile İsa’nın Dinî mâcerası arasında tam
bir uygunluk vardır. Hıristiyanlık ta İsâ’yı bâkire Meryem’den doğurtmuş, daha
sonra Yahudilere çarmıha gerdirip öldürtmüş ve en nihayet te onu tekrar
dirilterek Gökyüzünün en yüksek yerine çıkar* mıştır. Bazı Hıristiyan
Papaslarının başlarının tepelerine kondurdukları küçük tekerlek Takke de yine
Güneş sembolünden başka değildir.
Şimdi, Hıristiyanlığın (Baba-Oğul-Ruhül kuds) teslisini iycad ile babasız
olarak dünyada yarattığı ve dünyada öldürdüğü, fakat, öldürdükten sonra Göğe
çıkardığı ve İsâ’dan ibaret gördüğü İnsan Tanrı’sını, Bektaşilik, Gökten Yere
indirip tekrar insanlar arasına sokmuş, ancak, onu (öldürmeyip), (Yürütmüş)tür.
Bektaşîlikte (ölmek) yok, ancak, (Yürümek) denen şey vardır. Bu, şu
demektir: madem ki insan Tanrı’dır, insanın ruhu da Tanrı ruhudur; ve madem ki
öyledir o ruh ta daima yaşayıcı ve daima ayni algı ile bâkî kalıcı bir ruhtur.
Gerçi insanın bedeni maddedir ve maddî olan her şey değişmek zorundadır ama
insanın maddî olan bedenindeki ruhu madde ve maddî değildir; dolayısıyla de
asla değişmez. .
Ruh dediğimiz şey, her şeyden Önce, maddeyi (Canlı Kılma) yetisine ve sonra
da her şeyi (Algılama) yetisine sahip olan bir şeydir. Ruhun bu iki yetisi her
bir( varlıkta aledderece görüle-bilir ise de bu iki yetinin tam kemâli, ancak,
insan denen varlıktadır. Hattâ, insan ruhunda, bu iki yetiye ek olarak bir de
algıladığını başkalarına da (Algılatıp Anlatma) yetisi vardır. Şu hâlde,
maddenin tamamı insanda olduğu gibi ruhun tamamı da yalnız ve yalnız
insandadır.
Şimdi, her insan, surette insandır ama, ancak, (Cemâl) ve (Algılama veya
Anlama) ve (Algılatma veya Anlatma) gibi üç insânî sıfatı kendinde kemâl
mertebede toplayabilen insan gerçek insandır ve ancak böyle bir insan
Tanrılaşabilir; aksi halde, insan bile sayılmaz.
Kısaca, Bektaşîliğe
göre de ruh ölümsüzdür ve bundan ötürü de beden ölüp değiştiğinde ruh başka bir
bedene geçer. İşte, bundan Ötürü de Bektaşîlikte (ölmek) yok, ancak, (Yürümek)
vardır, yani gerçek hayatta devamlılık vardır.
hzl:Prof. Dr. Cavit SUNAR
Osmanlı İmparatorluğunda insanı Allah Teâlâ’ya
ulaştıran Mistik yollar sayılan Tarikatlar arasında bir Halk Tarikatı olan Bektaşilik
ile bir aristokrat Tarikatı olan Mevlevilik, özellikle, Vahdet-i Vücud
görüşüne dayanan ve Aşk’a bağlanan iki büyük Tarikat idi. Ancak, bunların
arasında yine de bir ayrıcalık vardı; şöyle ki:
Bektaşîliğe göre varlık bir bütündür; her şey birdir; yalnız (Bir) vardır. Bu (Bir) de
(İnsan) dır, insandan başka değildir.
Daha açık bir deyişle, İnsandan başka Allah Teâlâ
yoktur. İnsandan ve insan hayatından başka hiç bir şey mevcut değildir. İnsan
da (Ali)den başka değildir ve Ali Tanrı’dır. Bektaşîlikteki (Cem Âyini) de bu
görüşün temsilinden ibarettir.
Bektaşîlikte bu görüş, İbranî Alfabesinin tertibinden
başka bir şey olmayan Ebced alfabesinin harflerine ve o harfleria karşılıkları
kabul edilen rakamlara dayanarak matematiksel olarak ta ispatlanır, şöyle ki:
Biliyoruz ki dünyada mevcud her şeyi (1-9) arası
rakamlarla hesaplamamız mümkündür. Yani, bizim de içinde bulunduğumuz varlıklar
âlemine ait bütün hesaplan biz bu rakamlarla ifade edebiliriz. Şimdi, Ebced
harflerine ve Osmanlıca yazılışa göre (A, D, M) harflerinden ibaret olan Adem
kelimesi de, dolayısıyla, bize (1-9) arası rakamların toplamını verir. Ebced
hesabına göre (A) harfinin karşılığı (1) rakamıdır; (D) harfinin karşılığı (4)
rakamıdır; (M) harfinin karşılığı da (40) rakamıdır ki bu rakamların toplamı
(45) eder. (45) sayısı ise (4) ve (5) rakamlarından ibarettir ki bu iki rakamın
toplamı da (9) eder. Şu halde, dünyanın tamamını ifade ettiğimiz rakamların
topu (Âdem) i temsil etmektedir. Bu da gösterir ki Âdem, dünyanın bütünüdür,
tamamıdır. Âdem’den maksat
ise İnsan suretidir; İnsan sûretinden maksat ta insanda tam kemâl ve cemâl
üzere bulunan Hakk suretidir.
Şimdi, tam kemâl ve cemâl üzere inhanda görünen
Hakk sûretinden maksat ta Erkek suretidir, Dişi sûreti değildir. Çünkü,
Âdem’in dişisi olan (Havva) kelimesi Osmanlıca harflerle (H, Y, A) gibi üç
harften ibârettir ki Ebced hesabı ile (H), (8) sayısına; (V), (6) sayısına ve
(A) da (1) sayısına karşılıktır ki bu sayıların toplamı da (15) eder. (15)
sayısı ise Âdem’in sayısı olan (45) in üçte biridir. Üç ,(15) Havva’nın üç
şeklidir ve Âdem üç (15) ile tamam olur. Kısaca, (Havva) da gerçek payı, ancak,
üçte birdir ve bu da kemâlin dişide olmayıp erkekte olduğunu gösterir. Zâten,
Havvâ, Âdem’in oyluk kemiğinden, yani Âdem’in belinden yaratılmıştır ve Havvâ,
Adem’den bir parçadır; ve Havvâ, önceden mevcut değildir.
Ve yine Bektaşîliğe göre Âdem, (45) tir; (45)
sayısının toplamı da (9) dur; (9) ise üç tâne (3) ten ibârettir; sayılarda
çokluk ta (3) te başlar, fakat bu (3) ten de birlik doğar. Şu hâlde sayı (3)
tür ve en nihâyet Ali de üçtür ve üç te bir’dir. Kısaca, Âdem de, Âdem
sûretinde tecellî eden Tanrı da hep Ali’dir.
Şöyle de diyelim: her şeyi hesaplayabildiğimiz
rakamlar (1-9) arası rakamlardır ve Kâinat, bütünlüğü ile (9) rakamı ile ifade
edilmiştir ki bu da İnsan’dır. Fakat, (1) den sonra gelen ' ve (9)a kadar devam
eden rakamlar, (1) rakamının tekrarından, dolayısıyla ayni bir şeyin
çok-luğundan başka bir şey değildir. (9) rakamı da esasta (1) rakamı demektir.
Şu halde (1), (9) de-mektir ve-(9) da (1) demektir ki o (1) de Allah Teâlâ’dır
ve o da Ali’dir; çünkü, tam kemâl, tam Ulviyyet Ali’dedir.
Şimdi, Bektaşîlikte, insan, Hakk’a kavuşmağa muhtaç
değildir; çünkü, Hakk, kendisindedir, kendisidir. Fakat, Mevlevîlik,
insanın Hak olduğunu kabul etmez ve dolayısıyla de Hakk’a gitmeğe çalışır ve
Hakk’ın varlığını da her şeyin tamamen birleşmesinde görür. Eğer demek caizse, Bektaşilik Realist ve Materyalist,
Mevlevîlik ise Spritüalist ve İdealisttir.
Mevleviler, Hakk’a ulaşma
yolunda da kadını büyük bir engel saymış, bundan ötürü de kadın aşkı yerine
erkek aşkına yönelmiştir. Gerçi bu görüş sonraları Bektaşîliğe
de girmiş ve onda da rol oynamışsa da Bektaşîlikte esas, kadın aşkıdır.
Bektaşîliğe göre dünyaya hükm eden, dünyadaki
insanları, hayvanları ve hatta cansız varlıkları harekete getiren tek şey
(Cemâl), yani (Mutlak Güzellik) ile bu güzelliğe olan (Aşk) tır. Cemâl, bir
aynadır ki bütün kâinat bu aynada ve bu ayna ile görülür. Bu ayna da bütün
organları tam ve sıhhatli, mütenasib endamlı, teslimiyyet feragatına sahih bir
güzel’den başka değildir; ve özellikle böyle bir güzelin, nûrânî halâvete mâlik
yüzüdür, öyle ise insan, yalnız ve yalnız güzeli seyr etmeli, güzeli sevmeli ve
kendini güzele teslim etmelidir. İnsandaki en büyük kusur olan (Benlik)i yok
edecek, ve insanları birliğe götürüp bir yapacak tek şey, işte, bu güzellik ve
ona olan aşk’tır. Bundan ötürü de insan, bir güzele değil, her güzele âşık
olmalıdır. Ve çünkü, yalnız âşık olandır ki benliğini kaybedebilir ve Tanrısı
ile, daha doğrusu, kendisi ile kavuşabilir.
Bektaşilikte, her şeyden önce, (Benlik) i yok etmek
şarttır. Bundan ötürü de Bektaşîlikte (Kapı)
meselesi büyük bir önem taşır. Kapıdan maksat ta, gerçekte, (Benlik)i yok eden
mahaldir. Benliğin gerçekten yok olması da erkek ve dişinin visali ile
mümkündür. Bektaşîlikte,
bundan ötürü kapı’nın (Eşik)i de Kutsal sayılır ve çünkü, eşik, duhul yeridir.
Yine bundan ötürü Bektaşiler eşiğe basmazlar, hatta bakmazlar; eşiğe bakmağı
büyük bir günah sayarlar.
Kısaca, insan, ancak, bir güzellik ve güzel karşısında
benliğini kaybedebilir, kendinden geçebilir. Nitekim, Peygamberimiz de
Mi’rac’ta Allah Teâlânın cemâli ile karşılaştı ve O'nun cemâli karşısında
kendinden geçip benliğini kaybetti.
Ve en nihayet, madem ki insan Allah Teâlâ
sûretindedir, o suretin güzelliğine, yani (Cemâl)i ne de, dolayısıyla (ilm)i ne
de sahib olmak gerekir.
Tekrar edelim ki Bektaşiliğin esası (Aşk)tır. (Vahdet)te bu aşkın visâl noktasıdır. Bektaşilikte
tek bir kadehten içmek te (Vahdet)in başka bir çeşit temsilidir.
Şimdi biz burada tekrar sayılar meselesine dönerek
diyelim ki: sayıların ilki ve başı olan (1) sayısı ile sayıların sonu olan (9)
sayısı birbirinin aynıdır; çünkü, sayı, aslında (1) dir, (9) ise (1) in
çokluğundan, dolayısıyla ayni (1) den başka değildir. İşte, bu gerçek,
Bektaşîlikte bazı âyinlerle de ifade edilmiştir. Bektaşîlikte, birçok
âyinlerde Baba sayısı dokuzdur. Dokuz sayınının şekli Bektaşîlikte (Asâ)
anlamına tefsir edilmiş ve Asâ, bütün bir varlık, bütün bir gerçek kabul
edilmiştir ve hattâ bunun için özel bir âyin de tertib edilmiştir. Hiç
kuşkusuz, bu Asâ âyininin aslını Yunan Mitolojisinde Priapos adına yapılan aşk
ve eğlence şenliklerinde görmek mümkündür. Priapos, Yunan Mitolojisine göre iyş
ü işret _Tanrısı Bacchus (Dionysos) ile güzellik ve aşk Tanrıçası Afrodit
(Zühre) in oğludur ki bağlardan bahçelerden, tarlalardan kaldırılan ilk mahsul,
bunun özellikle Lapseki (Lampsokos)daki ma’bedine gönderilir ve belirli günlerde
bunun adına iyş ü işret âlemleri düzenlenirdi. Priapos, iri kıllı tenli, keçi
ayaklı ve başı boynuzlu olarak tasvir edilirdi. İşte, bu şenliklerde büyük bir
rol oynayan (Phallus), sonraları, Bektaşîlikte (Asâ) olarak ta tefsir edilmeğe
başlandı.
Bu noktada Bektaşîlikte büyük bir önem taşıyan üç
boğumlu bir değnek (Alaca
Değnek) ten de kısaca söz edelim:
Ve yine, Bektaşilerin bu üç boğumlu değnekleri de,
aslında. Eski Mısır Kâhinlerinin ellerinde taşıdıkları Zünnür’den başka bir şey
değildir ki bu değneği, daha sonraları, Yahudi Hahamları ve Hıristiyan
Papasları da taşımışlardır. Bektaşîlikteki bu üç boğumlu değnek, daha doğrusu,
değneğin bu üç boğumu (Hakk, Muhammed, Ali) üçlüsünü sembolize eder ki
Hıristiyanlıkta (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) teslisini ve meselâ,
Brahmanizm’de de (Brahma, Vişnu, Şiva) teslisini sembolize eder.
Yukarıda sözünü ettiğimiz bu üç boğumlu değnek,
özellikle, Mücerred Babalık âyininde rol oynar. Bektaşi babalan bu değnek ile
sırası gelince, âyin gereği, çocukların dillerine, ellerine ve bellerine
vururlar: Dile vurmakla, çocuğa, tatlı dilli olması ve sır saklaması
gerektiğini; ele vurmakla, çocuğa, yalnız başına bir şey yapamayacağı,
dolayısıyla, bir vasıta araması gerektiğini; bele vurmakla da, çocuğa, aşkta
devamlılık gerektiğini; birer kelime ile: dil ile sevmesini bilmesini; el ile
bu sevgiyi toplamasını bilmesini; bel ile de, yalnız ve yalnız aşka dayanmasını
ve çünkü Vahdet için Aşk’ın zorunlu olduğunu işaret ve telkin etmiş olurlar.
Bektaşilik, aşkı, bel ile birleştirir, bele dayandırır. Çünkü, insan, ancak,
belden çıkmaktadır; bel, insanın aslıdır. Bu yüzden de Bektaşilik, insanı, (Bel
Oğlu) diye de tanımlar. İnsan, ancak, belden çıktığı gibi aşk ta, ancak, bu
bel ile gerçekleşebilmektedir. Yani, bel, hem bizim aslimizdir hem de bizi
aslımıza kavuşturan aşk’ı meydana çıkaran şeydir. Kısaca, Bektaşîliğe göre
Yaratılış insandadır ve yaratılışı meydana getiren üç şey de, insan sıfatı ve
sureti ile, bir olmaktadır.
Şimdi tekrar Bektaşîlikteki dokuz sayısına ve dokuz
Baba meselesine dönerek diyelim ki Bektaşîlikte Babalık mertebesi pek büyük ve
pek kutsal bir mertebedir. Çünkü, babalık’tan maksat, sâdece, başa Tac giymek
değil, fakat, Bektaşiliğin aslını, esasını, daha doğrusu Felsefesini
kavramaktır ve ancak böyle olan bir kişi Baba sayılmağa lâyıktır. Bunun için
de, en azından, Tarikatın dört kapısından geçmiş olmak gerekir. Yine bu scbeble
Baba olacak namzetler yirmi bir yaşına kadar birçok dersler alırlar ve birçok
pratikte bulunurlar ve en nihayet (Cem Âyini) nde de destur alırlar ve
âyinleri idare etmeğe başlarlar. Bektaşilikte birçok âyinlerde âyinin icrası
yolunda, Baba sayısı dokuz olmakla beraber Bektaşilik, sekiz İmam
üzerinedir, bir İmam da Gaiptir ve bu remz de Müslümanlıktan alınmıştır.
Bu sekiz İmam meselesini Bektaşi Tekkesinin
mi’marisinde de görmek mümkündür; ön ve yan direkleri, çaprazları ve
tavanının genel durumu ile eski rakamlarla sekiz şeklini gösteren bu binâ
aşağıda belirttiğimiz sekiz dayanak üzerinde durur ve bu da bu binânın Sekiz
İmam’a mensub bir binâ olduğunu deyimler. Bu sekiz dayanak ta şu beş şekille
ifade" edilmiştir: '
1-Yer, Toprak.
2-İlk dayanak ki bu üçtür; bunlar da: Hakk, Muhammed,
Ali dir ki Bektaşi sembolüdür.
3-İkinci dayanak ki bu da ikidir; bunlar da: Fatma ile
Hasan ve Hüseyn’dir.
4- Üçüncü dayanak ki bu da ikidir: bunlar da: İki
İmam’dır.
5-Dördüncü dayanak ki bu da Tavan’dır ve bu da Gaib
îmam’a işarettir.
Bektaşi Tekkesinin bu bina şeklinde, bu binanın Sekiz
İmam’a mensub bir bina olduğu ifadesi ile birlikte bu binanın, ayni zamanda,
Bektâşilerin (Mekke)ye karşılık kendilerine mahsus bir (Kıble)
olduğu ifadesi de mevcuttur ve bilindiği gibi Kırşehir'deki Hacı Bektaş
Tekkesi, Bektaşîlerin kıblegâhıdır. Nitekim, sonradan, Müslümanların kıblegâhı
olan (Mekke) binasının yapılış şeklimde birçok anlamlar taşımaktadır.
Bektaşîlikteki Gaib İmam, yani Mehdi meselesinin de
Yahudilikten Bektaşîliğe geçmiş olması kuvvetlidir. Bunun aslı, Yahudilerin
kendilerini, Asûrluların esaretinden kurtaracak bir kurtarıcı bekleyişidir ki
bu Bir Kurtancı i’tikadı Asya Dinlerinde de görülmektedir. Ve bir bakıma, Gaib
İmam, yani Mehdi ile İsâ ve Hızır ayni anlamdadırlar, bunların aralarında' fark
yoktur.
Yine işaret edelim ki Bektaşilikte:
A (1) sayısı, Tanrı, İnsan ve Ali sembolüdür ve bunlar
yer değişirler.
B (3) sayısı, Hakk-Muhammed, Ali sembolüdür.
C (5) sayısı, Hakk, Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve
Hüseyn sembolüdür. '
D (7) sayısı, Hakk, Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve
Hüseyn, Hacı Bektaş, Balım Sultan sembolüdür.
Ve yine: Arab Alfabesine göre (Muhammed Ali) Yedi harftir;
Hasan, Hüseyin de Yedi harftir; Kur’anın özü ve özeti olan (Fâtiha) Sûresi de
Yedi âyetten ibârettir Ve yine Ehl-i Beyt denen (Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin,
Fatma) da on dokuz harftir ki (Bismillâhirrahmânirrahim) de on dokuz harftir,
ve bu (19) sayısının (1) sayısı (Bir)i ve birliği temsil eder ki asildir ve (9)
sayısı da çokluğu temsil eder ki (1) in tekrarından ebârettir.
E (8) sayısı, Sekiz İmam sembolüdür.
F (9) sayısı, Dokuz Baha’yı; bütünlüğü ile varlığı
kendinde toplamış olan İnsan’ı sembolize eder ki (9)un aslı da (1) sayısı
olduğundan, insan da Tanrıdan başka bir şey değildir; Tanrı da Ali’den başka
değildir, çünkü (Ulviyyet) ondadır.
Türklerde (9) sayısı Çeşitli açılardan pek Önemlidir.
Türklerin oyunlarında bile (Dokuztaş) oyunu meşhurdur.
Dokuz sayısı Matematik açıdan da pek önemlidir. Zira
(9) sayısına (1-9) arası sayılarda bulunmayan Matematik uygulamaya ait bir çok
özellikler de vardır.
Bektaşilikte birer gerçeği deyimleyen bu_şayı
sembolleri de, daha sonralan, aşk şekilleri ve visâl timsalleri ile
ilişkilendirilmiş, bundan ötürü de pek çeşitli ve pek kaypak şekillerde tefsir
edilmiştir.
Kısaca, Bektaşîlik,
birçok Dinlerin ve Felsefelerin bir Sentezidir. Bu sentezde de, özellikle, Şamanlığı, Brahmanlığı
Budalığı, Zerdüştlüğü, Yunan’dan Önce Ânadoluda yaşayan Milletlerin Tabii
yaşayışlarının ve i’tikadlarının esasını, Eski Yunan’m Mitolojik inançlarını,
Hıristiyanlığı ve en nihayet Balım Sultan’ın Bektaşîliğe soktuğu Katolikliği
görebiliriz. Dolayısıyla, Bektaşîlikte, Şâmân ve Buda dinlerindeki kadın
âyinleri; Zerdüşt dinindeki erkek âyinleri; Yunan, Suriye ve Kıbrıs’taki
Phallus âyinleri gibi Eskiler’e ait
birçok âyinlerin bazı etkilerini de görebiliriz. Fakat, Bektâşîlik, yukarıda da
işaret ettiğimiz gibi, birçok Tabiî Dinlerin ve en nihayet Hıristiyanlığın Göğe
çıkardığı Tanrı’yı yere indirmiş ve onu da, yalnızca, kendinde bilmiş ve
bulmuştur.
Burada kısaca işaret edelim ki: Hıristiyanlıktaki
Tanrı görüşü de Eski Yunan’daki (Güneş)e ait bir i’tikadın aynıdır ve İsâ’nın
geçirdiği mâcera da (Güneş)in geçirdiği mâceranın aynıdır. Hıristiyanhktan çok
daha önce Hintlilerce (Vişnu); Mısırlılarca (Apis); Japonlarca (Boğa) ve
Hıristiyanlığa yakın devirlerde Yahudilerce (Altın Buzağı) ve Mûsâ’ca (Yahova)
ve Yuhannâ’da da (öküz) adı ile (ve dünyanın öküzün boynuzu üzerinde olduğu
inancı ile) bir İlâh olarak tapılan bu güneş Yunan mitolojisine göre:
Gökyüzünde Kış başlarken bir bâkire tarafından doğmakta, fakat, sonra zâlim
Tanrı tarafından öldürülüp Kışa gömülmekte, fakat, Yaz başlarken tekrar dirilip
kötü ruhların gelemeyeceği Göğün en yüksek noktasına çıkmaktadır.
İşte, Güneş’in bu Mitolojik mâcerası ile İsa’nın Dinî
mâcerası arasında tam bir uygunluk vardır. Hıristiyanlık ta İsâ’yı bâkire
Meryem’den doğurtmuş, daha sonra Yahudilere çarmıha gerdirip öldürtmüş ve en
nihayet te onu tekrar dirilterek Gökyüzünün en yüksek yerine çıkar* mıştır.
Bazı Hıristiyan Papaslarının başlarının tepelerine kondurdukları küçük tekerlek
Takke de yine Güneş sembolünden başka değildir.
Şimdi, Hıristiyanlığın (Baba-Oğul-Ruhül kuds)
teslisini iycad ile babasız olarak dünyada yarattığı ve dünyada öldürdüğü,
fakat, öldürdükten sonra Göğe çıkardığı ve İsâ’dan ibaret gördüğü İnsan
Tanrı’sını, Bektaşilik, Gökten Yere indirip tekrar insanlar arasına sokmuş,
ancak, onu (öldürmeyip), (Yürütmüş)tür.
Bektaşîlikte (ölmek) yok, ancak, (Yürümek) denen şey
vardır. Bu, şu demektir: madem ki insan Tanrı’dır, insanın ruhu da Tanrı
ruhudur; ve madem ki öyledir o ruh ta daima yaşayıcı ve daima ayni algı ile
bâkî kalıcı bir ruhtur. Gerçi insanın bedeni maddedir ve maddî olan her şey
değişmek zorundadır ama insanın maddî olan bedenindeki ruhu madde ve maddî
değildir; dolayısıyla de asla değişmez. .
Ruh dediğimiz şey, her şeyden Önce, maddeyi (Canlı
Kılma) yetisine ve sonra da her şeyi (Algılama) yetisine sahip olan bir şeydir.
Ruhun bu iki yetisi her bir( varlıkta aledderece görüle-bilir ise de bu iki
yetinin tam kemâli, ancak, insan denen varlıktadır. Hattâ,' insan ruhunda, bu
iki yetiye ek olarak bir de algıladığını başkalarına da (Algılatıp Anlatma)
yetisi vardır. Şu hâlde, maddenin tamamı insanda olduğu gibi ruhun tamamı da
yalnız ve yalnız insandadır.
Şimdi, her insan, surette insandır ama, ancak, (Cemâl)
ve (Algılama veya Anlama) ve (Algılatma veya Anlatma) gibi üç insânî sıfatı
kendinde kemâl mertebede toplayabilen insan gerçek insandır ve ancak böyle bir
insan Tanrılaşabilir; aksi halde, insan bile sayılmaz.
Kısaca, Bektaşîliğe göre de ruh ölümsüzdür
ve bundan ötürü de beden ölüp değiştiğinde ruh başka bir bedene geçer. İşte,
bundan Ötürü de Bektaşîlikte (ölmek) yok, ancak, (Yürümek) vardır, yani
gerçek hayatta devamlılık vardır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar