BELALAR ÇAĞI
Arnold J. Toynbee
(1889-1975), tarihinin ilk yarısında Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü
ile eşanlamlıydı. (1) 1925-1954 yılları arasında Araştırmalar Direktörlüğü’nü
yürüttü; daha sonra da ölümüne kadar Chatham House’ta bir ofisi oldu. Bu yarım
yüzyıl süresince, akademisyen ve halk entelektüeli rollerini özdeşleştirdi;
araştırmalarının meyvelerini ve bulgularını politika-yapıcılara ve toplumun geneline
ulaştırmak için International Affairs (Uluslararası İlişkiler) dergisini
kullandı. Chatham House’daki 50 yılı boyunca, Toynbee, dergide 19 makaleye
katkı sağladı ve çok ciltli iki anıt eser bıraktı: 19241958 yılları arasında
kaleme aldığı, düzelttiği veya yetkilendirdiği Survey of International Affairs
(2) ve 1934-1961 yılları arasında 12 cilt halinde yayımlanan Tarihin bir
Araştırması (3). Aynı zamanda hayatı boyunca 50 tane daha kitap ve yüzlerce
akademik makale yayımlamasının yanı sıra, birçok röportaja katıldı. Eğer
diğerleri tarafından kendisinin yazdığı kitapların incelemelerini de katarsak,
Toynbee’nin tüm çalışmaları neredeyse 3000’e çıkar.
Toynbee iki dünya savaşı sırasında da
ülkesine hizmet etti; politika yapımını şekillendirmenin ve onu araştırmanın
yollarını aradı. İlk savaş sırasında, Dışişleri Bakanlığı’nın Siyasi İstihbarat
Departmanı için çalıştı (5) ve Versay Konferansı'na giden İngiliz delegasyonuna
katıldı. İngiltere’nin Versay’da ve sonrasında Orta Doğu’ya yönelik
yaklaşımında çok tartışılan, önemli bir rol üstlendi. (6) İki savaş arası
dönemde, Toynbee, kamusal yaşantıda etkili ve ağırlıklıydı: Britanyalı
politika-yapıcılar, onun tavsiyelerini ve Chatham House gibi yerlerdeki
konuşmalarını dikkate alırdı. Yabancı politikacılar, ve hatta Adolf Hitler
bile, oldukça şüpheci yaklaşan Toynbee’yi 1936 yılında Almanya’ya özel bir
görüşmeye davet etmişti. 1920’li ve 1930’lu yaşlarda, savaş sırasında birçok
arkadaşını ve eski öğrencisini kaybetmenin verdiği travmayla, Milletler
Cemiyeti’nde önde gelen bir “halkların hak savunuculuğuna” soyundu. Cemiyet’in
başarısızlığı netlik kazandığında ise pozisyonunu değiştirdi, yatıştırma
politikasının kararlı bir savunucusu haline geldi. Savaş bir kez daha patlak
verdiğinde ise, savaş sonrası yeniden inşa konusunda araştırmalar yapmak üzere
Dışişleri Bakanlığı’na yeniden katıldı. Savaş sona erdikten sonra ise, halk
entelektüeli rolüne geri döndü; yazdıkları ve konuşmaları, hem Britanya içinde
hem de dışında talep aldı.
Toynbee’nin şöhreti ve kendine has
akademisyenliği aynı anda hem takdir hem de kaçınılmaz olarak eleştirileri
kendine çekti. Lig’deki pozisyonları, ardından yatıştırma politikası, 1930’lu
yıllarda oldukça eleştiri çekti. Örneğin E. H. Carr, Toynbee’nin liberalizme
olan bağlılığıyla ve kolektif güvenlik gibi soyut kavramlarıyla dalga geçti.
(8) Carr’ın Yirmi Yıl Krizi (1939) adlı kitabında da, Toynbee, paradigma seven
bir Ütopyacı olarak hicvedildi; sadece ahlaki yönden değerlendirmeler yapabilen
biri gibi gösterildi, kısa süre sonra da Realist’in tarih çöp sepetine
gönderileceği ileri sürüldü; keza her ne kadar totaliter olsa da aydınlık bir
geleceğe doğru ilerleniyordu. (9) 1950’li yıllarda, Toynbee, daha sert
saldırılarla karşılaştı, özellikle de Tarihin Bir Araştırması adlı kitabının
7lO.ciltleri arasındaki bölümleri yayımlandıktan sonra. (10) Kıdemli tarihçiler
sıraya geçip, onun tarihsel yöntemini “taklit” diyerek açıkça suçladılar ve
medeniyetin büyümesi ve çöküşüne dair “kanunlarını” reddettiler. (11) Çoğu
onlarca yıl önce yazılıp güncelliğini yitirmiş olan ikincil kaynaklara
dayandırması konusunda hayıflandılar ve bazı yerler ve dönemlere dair bilgisinin
derme çatma olduğunu iddia ettiler. (12)
Bununla birlikte, eleştirenlerin en büyük
öfkesi, Batı ve onun yeni keşfedilmiş dindarlığına yönelik yaklaşımı
konusundaydı. (13) 1930’lu yıllarda, Toynbee’nin yaptığı nazik uyarı (“Batı
medeniyetinin insan başarısının en üst noktasını temsil etmeyebileceği”) iyi
karşılanmıştı. (14) 1950’li yıllarda ise, aynı argüman, Avrupa emperyalizmi
tarafından Batılı olmayan halklar üzerinde uygulanan korkuların da anımsanması
sonucunda, o kadar iyi görülmedi. (15) Toynbee, muhafazakarlar ve bazı
liberaller tarafından son derece büyük bir yalancı ve gizli Komünist olmakla
itham edildi; Sovyetler Birliği ve sömürgecilik karşıtı devrim gibi iki
tehditle karşılaşan Batı’nın altını oymaya çalıştığı söylendi. (16)
Argümanlarını dindar bir söylem üzerine temellendirmesi ise, herhangi bir
yardımda bulundu: onu eleştirenlerin çoğu açısından kendisinin kehanette
bulunması, artık yarı dönekliğinden daha çok arzu edilen bir şey değildi. Savaş
sonrası İngiliz akademisine hakim olan saldırgan sekülaristler ki aralarında
AJ.P. Taylor ve Hugh Trevor Roper vardı. Toynbee’nin “karmakarışık” diniyle ve
dünyanın tüm sorunlarını çözebileceğine dair inancıyla dalga geçmeye
yöneldiler. (17)
Toynbee’nin imajına dair bu lekelemelerin
talihsiz sonuçları oldu. Her şeyden önce, geç dönem akademisyenlerin,
kendisinin uluslararası ilişkiler araştırmasına yaptığı sıradışı katkılara ve
bir halk entelektüeli olarak rolüne odaklanmalarını engelledi. (18) “Kısa”
süren yirminci yüzyılın 1914-1989 arasındaki kanlı ve çalkantılı dönem, bir
diğer adıyla Belalar Çağı uluslararası ilişkilerinde krizin sebeplerine dair
yorumları, Atlantik’in her iki yakasında, daha sonra da dünyanın geri
kalanında, önemli düşünürlerin fikirlerini şekillendirmişti. (19) Bu makale,
Toynbee’nin düşüncesine dair yorumları, kökenlerini ve gelişimini analiz
etmektedir. Makalenin argümanı ise; çalışmasının şekli ve içeriğinin büyük
kısmı oldukça kişisel ve modem okur açısından dostane değilken, o dönemde dünya
siyaseti hakkındaki kamusal tartışmalara İngiltere’den en büyük katkıyı
sağlayan yirminci yüzyıl düşünürlerinden biri olarak kendisinin uluslararası
düşünce tarihçilerinin takdirini alması gerektiğidir.
Benim kuşağım, İngiltere’de Yunanca ve
Latince dillerinde eğitim almış ve 15.yüzyılın en sıkı standartlarına bağlı
kalmış olan neredeyse son kuşaktır. (20)
Toynbee’nin uluslararası düşüncesi, en iyi
şekilde, çağdaş dünyayı Yunan ve Roman klasiklerinin objektifinden yorumlama
girişimi olarak yorumlanabilir. İlk önce Harrow’da, ardından Oxford’da,
kendisine en kaliteli klasik eğitim verilmiş, bu çalışma alanlarında
mükemmeliyete kavuşmuştur. Bununla birlikte, yönünü bulmak için zamana ihtiyacı
oldu. Etkileyici bir başlangıç olarak, 1912 yılında, Balliol Koleji/Oxford’da
bir eğitim bursu kazanmıştır. Ancak, dünyevi düzeydeki öğretim ve idare
angaryalarından kısa süre içerisinde mutsuzluğa sürüklenmiştir. (21) Birinci
Dünya Savaşı, değişim için bir fırsat sundu, ancak Toynbee’nin söz konusu
değişimi sağlama yönündeki eylemleri, zorlu bir miras doğurdu. Her ne kadar askeri
hizmete uygun yapıda olsa da, Toynbee, onu bu görevden muaf tutması için barış
yanlısı bir doktoru ikna etti, birkaç yıl önce dizanteriye yakalandığını söyledi.
(22) Bu, belirleyici bir karar oldu; Toynbee’nin daha sonraki kariyerinin
büyük kısmını tanımlayan bir dönemeç oldu. Savaş meydanından kendini kurtaran
Toynbee’nin peşini, bunu başaramayan herkesin meslektaşlarının, arkadaşlarının,
öğrencilerinin hatıraları bir daha asla bırakmadı, Chatham House’taki ofisinde
hepsinin fotoğraflarım astı. Keder ve suçluluk duygusu, 1918’den sonraki
çalışmalarında ağır bastı, yazdıklarının bjiyük kısmında bu duygular kendini
belli etti.
1915 yılında, Toynbee, Oxford’dan ayrılarak
Dışişleri Bakanlığı’na geçti ve burada Siyasi İstihbarat Departmanında Versay
Konferansı sırasında ve sonrasında çalıştı, propagandalar üretti, ardından da
savaş sonrası düzeni planladı. 1919 yılında, entelektüel ilgi alanlarının
klasiklerdense, artık çağdaş siyasete yöneldiğinin sinyalini verdi; Londra
Üniversitesi’nde Bizans ve Modem Yunan Tarihi alanında kürsü başkanlığı yaptı.
Ancak bu görev sırasında yaptıkları pek de mutlu şeyler değildi. Eğitimini tamamladığından beri Toynbee’nin görüşleri,
Yunan Hayranlığı’ndan modern Yunanistan’a neredeyse düşmanlığa ve hatta Türk
yanlısı duygulara doğru kaydı. (23) Bu durum ise,
Kürsü’nün kurucularının pek hoşuna gitmedi. 1924 yılında, 35 yaşındayken,
Toynbee, bu kez Chatham House’a kaçmayı başardı ve burada yeni yayınını hazırlamaya
başladı: Yıllık Uluslararası İlişkiler Araştırması. Enstitü, bu araştırmanın,
dünya siyaseti hakkında kamuoyunu bilgilendirmek anlamında önemli bir katkı
sağlayacağını düşünmüştü.
Toynbee, Enstitü’ye
uluslararası ilişkilere dair nevi şahsına münhasır bir anlayış getirdi, bazı
çok Ortodoks unsurlar varken bazıları kesinlikle bu nitelikte değildi. Kendisi
liberal görüşlüydü, ama sosyalist eğilimleri de Vardı. O dönemde ise ateistti,
ancak metafiziğe derin bir ilgisi vardı ve metafizik kapsamında “gelişimsel
idealizm” olarak nitelendirdiği şeye ilgi duyuyordu. Henri Bergson ve J.C.
Smuts bunun birer örneğiydi. (24) Kendisi, Milletler Cemiyeti’mim bir
destekçisiydi, ama kuralları veya kurumlar karşısında büyük bir her yecan
duymaktan daha çok, bu kurumun ilkelerini beğenmişti. Uluslararası ilişkiler
hakkında çok az yazı yazmıştı savaş dönemi propagandası ve Milliyetçilik ve
Savaş adlı 1915 tarihli kitabı haricinde. Ancak, Versay’da Arap dünyasına aşina
oldu. Bunun dışında, Toynbee, “uluslararası ilişkiler teorisi” hakkında çok az
şey biliyordu; çağdaş tarihe ilişkin tarihsel kuram konusunda bilgileri de
kısıtlıydı. Temel bilgileri, geç dönem Viktorya ve Edward dönemi İngiltere
idi: endüstriyel ekonomi dünyayı birleştinnişti ve bunun ardından siyasi
birlik de bir şekilde sağlanmalıydı. (25) Ekonomi ve finans konusunda neredeyse
hiçbir şey bilmiyordu ve Araştırma’nın bu kısımlarını bu konuların uzmanlarına
devretmek konusunda kararlıydı. (26) Bununla birlikte, gerisini kendisi
halletti.
İlk birkaç cilt
boyunca, 1920-1929 dönemi ele alındı; Toynbee ise diplomatik düzeyde
yapılanlar ve söylenenlere dair az çok tutkudan arınmış söylemler sundu. Bu
söylemler derhal bir araya getirildi normal olarak altı aydan kısa süre içerisinde.
Resmi yayınlardan ve Chatham House kütüphanesindeki basın dosyalarından
veriler derlendi. Araştırmaların ilk dönemlerinde Toynbee’nin kendi görüşleri
sadece iki noktada davetsiz misafir olarak girdi. Birinci; tüm toplumların
artık tek bir uluslararası sistem altında birleşme biçimini yansıtacak şekilde,
dünya siyasetine bütüncül bir bakışın gerektiğini vurgulamak, böylelikle de
“olayların birliği” ile “tertip birliği”ni özdeşleştirmek konusunda hassastı.
(28) İkinci olarak, klasik analojileri çağdaş olayların örgüsüne eklemlemeyi
severdi. Toynbee’nin örneğin 1920 yılında Fransa’nın kolektif psikolojisine
dair açtığı tartışma, Kartaca’nın yıkımı öncesi ve sonrasında Romalıların
davranışlarına dair uzun, ancak pek de orijinal olmayan bir tartışmaya giden
yolu araladı. (29) Bununla birlikte,
farklı oyuncuların
davranışlarına yönelik tarafsız bir duruş olarak gördüğü şeyi sürdürmek için
1920’li yıllarda yoğun bir çalışma içerisine girdi.
Toynbee dünya
sahnesindeki olayları açıklarken, bir yandan da “Safsata
Kitabı” olarak adlandırdığı şeyin üzerinde çalışıyordu: Tarihin bir Araştırması.
Oldukça iddialı ve kapsamlı bir kitap olan Tarihin bir Araştırması, çağdaş
siyaset ve uluslararası ilişkileri belli bir bağlam içerisine yerleştirmeye ve
Modern Batı tarihinin yeniden ve eksiksiz bir şekilde yorumlanmasını
sağlamıştır. Toynbee’nin 19. ve erken 20.yüzyıl dönemine dair tarihsel
araştırmalardaki amacı şuydu: modem tarih, durdurak bilmeyen bir ilerleme
tarihidir ve ulus devlet, insanlığın hedefleyebileceği en yüksek siyasi
noktadır; Batı ise bu süreçte “muzaffer” olmuş, değerleri, kurumlan ve
fikirleri özellikle de demokrasi ve endüstriyelleşme dolayısıyla diğerlerinden
üstün olmuştur. Hatta, diğer tarihçilerin üzerinde çalıştığı “tarihsel
düşüncenin endüstriyelleşmesi” meselesine bile saldırmıştır; keza söz konusu
yaklaşım, geçmişe dair zekice, kapsamlı ve kitaplar boyunca gerçekleştirilen
yorumlar yerine, giderek daha dar kapsamlı ve muğlak konular üzerindeki ezbere
makalelere öncelik veriyordu. (30)
Tarihin bir
Araştırması’nda, Toynbee, çok farklı bir yaklaşım benimsemiştir ve oldukça
farklı bir hikâyeyi ele almıştır. Küresel bir yaklaşım benimsemiş, emperyalizm
ve teknolojik değişim yoluyla 19.yüzyılda ortaya çıkan insanlığın birleşme
sürecini incelemiştir. (31) Toynbee’nin iddiasına göre; İngiltere'nin tarihinin
ancak Avrupa’nın geniş kapsamlı olayları çerçevesinde incelendiğinde anlam
kazanması gibi, Batı medeniyetinin (veya Batı Toplumu’nun) tarihi de, ancak
kapsamlı, mekânsal ve uzunlamasına ele alındığında “anlaşılır” olduğudur. (32)
Ve bir adım daha ileri gider; herhangi bir medeniyetin tarihine dair gerçek
bir anlayışın, kıyaslamak bir yaklaşım gerektirdiği konusunda ısrarcı olur.
(33) Bu çerçevede, daha önce var olmuş olan tüm medeniyetler karşısında kıyaslama
yapılmalı ve onları birbirleri karşısında “felsefi açıdan çağdaşmış gibi”
değerlendirmek gerekir. (34) Bu şekilde yaklaşıldığında, Toynbee’ye göre,
medeniyetlerin gelişim eksenlerinde bazı benzerlikler göze çarpar: doğuş noktaları,
büyümeler, kopuşlar, dezentegrasyon, evrensel devletler ve birçok toplumun tarihinde
birbiri ardı sıra gelen evrensel kiliseler.
Toynbee, sadece, bu
benzerlikleri betimlemekle ilgilenmedi, aynı zamanda medeniyetler tarihinde bu
farklı dönemlerin sebeplerini belirlemekle de uğraştı. Tarihin bir Araştırması,
tarih yazımına dair tutkusuz bir çalışma değildi; daha ziyade oldukça güncel
bir girişimdi. Geçmişin araştırılması, Toynbee’ye göre, günümüzdeki
meselelerimizi yönetmemize yardımcı olabilirdi uluslararası ilişkiler de buna
dâhil. Toynbee, medeniyetlerin yükselecekleri veya düşeceklerinin önceden
belirlendiğine inanmıyordu. Irksal üstünlük ve aşağılık yönündeki kuramlar,
ona göre, medeniyetlerin ortaya çıkması ve gelişmeleriyle bağlantılandırılamazdı;
keza 21.yüzyılda ve öncesinde yükselen ve düşen medeniyetler, farklı ırktan
insanİardan oluşmaktaydı. (35) Çevresel belirleyicilik kuramları da, benzer
şekilde, kırılgandı; keza medeniyetler oldukça farklı bir doğal ortamda
gelişmişlerdi. (36) Büyümeyi, kırılmayı, dezentegrasyonu tetikleyen, evrensel
devletlerin veya imparatorlukların ve evrensel kilise veya dinlerin yükselişini
sağlayan şey, insanların etkisiydi, veya daha spesifik olmak gerekirse,
insanların “yaratıcılığı”ydı.
Toynbee’nin bu konu
karşısındaki hayranlığı, üniversite yıllarına dayanıyor; bu dönemde Henri Bergson
ve onun “yaratıcı evrim” kavramının etkisi altına girmişti. (37) Bergson,
sosyal değişimin, temel sıçrama olarak adlandırdığı şeyin aşılandığı, yeni
inanışlar, kavramlar, değerler üreten ve toplumların statik hale gelmemeleri ve
çöküşe geçmemeleri için kendilerine ihtiyaç duyulan yaratıcı bireylerle
sağlanabileceğini ileri sürüyordu. (38) Bu tür fikirler, genç Toynbee’nin
aklına yatmıştı: 1911 yılında bir arkadaşına yazdığı gibi, “iki
büyük toplum sınıfı olduğu konusunda ikna olmuştu: (1) fanatikler
(peygamberler, şehitler (ve bakireler) ve yeni çalışmanın görevini ve
yaratıcılığını bunlar belirlerdi; (2) yaratılan şeyin sürdürülebilirliği gibi
devasa bir işi gerçekleştiren çok fazla sayıda sakin insan.” (39) Tarihin bir
Araştırması’nda, Toynbee, bu çerçevede argümanlar ileri sürdü; yaratıcı
bireyler tarafından sosyal değişimlerin genellikle toplumun marjinal
noktalarında veya bir tür sürgün sırasında yaratıldığı ölçüde medeniyetlerin
“büyüdüğünü” belirtti. (40) Bu bireyler, yeni kavramları, inanışları veya
değerleri sunmaktaydı ve böylelikle medeniyetler sosyal pratiklerini yeniden
örgütlemektedirler; kitleler ise kendilerini bu yeni inancı taklit etmeye
uyarlarlar.
Toynbee’nin Tarihin Bir
Araştırması, medeniyetlerin doğuşu, büyümesi ve çöküşüne dair nedenler konusunda
bir araştırmadan ötedir; bir diğer ifadeyle, çağdaş dünya için bir dizi
kapsamlı kısa hikaye içine entegre edilmiş, daha kapsamlı bir sosyal felsefe
sunmaktaydı. (41) Toynbee, bu tür bir felsefeye acilen ihtiyaç olduğuna
inanmıştı. Modem Batı, ona göre, doğuş ve büyüme aşamalarını çoktan geride
bırakmıştı ve şu anda bir kırılma noktasındaydı ve içinde bulunduğu bu
“Belalar Çağı’ndan ancak ve ancak “yaratıcılığın yemden canlanmasıyla”
çıkabilirdi.
Arnold J. Toynbee, 1 April 1947.
Batılı ve
endüstriyel dünyanın tüm insani ve maddi kaynaklarının Gaddar Tann’nın büyük
fırınım beslemek için harekete geçirildiğini gördük; burada Homo Occidentalist,
1914-18 yılları arasında büyük Batılı iç savaşımızda kendi çocuğunun
soykırımına göz yummuştur. (42) Tarihin bir Araştırması’nda, Toynbee,
geçmişteki birçok Bela Dönemi’ni belirlemiştir. Dikkatini ilk aşamada
çekenlerden biri; “Hannibal Savaşı’yla başlayan, Helen Toplumu’nun artık
yaratıcı olmadığı ve çöküşe geçtiği” dönemdir. (43) Bir diğer dönem ise,
Beşinci Hanedanlığın sona ermesinden sonraki “Egyptaic” Toplumdur; bu da
İngiltere hakimiyetindeki Mısır’ın dağılmasına ve bir dizi küçük devletin
ortaya çıkmasına yol açmıştır. (44) "Hindu Toplumu”nda, Belalar Çağı’ndan
önce, yaratıcı bir dönem olmuştur ve Mauryan İmparatorluğu’nun İ.Ö. üçüncü ve
dördüncü yüzyıllarda yükselmesi ve çökmesiyle aynı döneme rastlamıştır yani
tam da Budizm’in ortaya çıkmasından önce. “Sinik Toplum”da, bu durum daha da
erken, Konfüçyüs’ten önce, İ.Ö. beşinci ve altıncı yüzyıllarda gerçekleşti.
(46) Ve Toynbee, “fosil” medeniyetlere dair koleksiyonunda çok daha fazla örnek
bulmuştur: Minos medeniyeti, Sümerler, Hititler, Babiller, And medeniyeti,
Mayalar, Yukatekler ve Aztek medeniyeti. Bunların her birinin benzer bir
yöresel ve elden ayaktan düşüren bir çatışma yaşadığını belirtmiştir. (47)
Toynbee’nin
ifadelerini kullanırsak, kalıcı, sınırsız savaş, Belalar Çağı’nın en bariz
semptomuydu; ancak sebebi değildi. Savaşlar, bir medeniyetin “yaşam”ının içinde
erken dönemde, yaratıcılık aşamasında, zaten birçok farklı siyasi birime
bölünmüş durumda olduklarında cereyan eder. Ancak, bu savaşlar medeniyet
üzerinde büyük bir etki doğurup, büyük bir şeytanlık yaparlarkengenellikle “az
çok belli sınırlar içerisinde tutulmuşlardır.” (48) Belalar Çağı’nda, savaş, bu
bağları aniden çözdü ve medeniyetin varlığını tehdit etti. Toynbee’ye göre, bu
gelişimin sebepleri çok ve çeşitliydi. Öncelikle, yaratıcılığın gözle görünür
bir kaybı söz konusuydu, yeni sorunlara yanıt verme yeteneği azalmıştı. İkinci
olarak, her medeniyetin, “Sosyal Bedende bir Ayrılık” yaşadığını
gözlemlemişti; elitlerle kitle arasında, “başat azınlık” ile “ülke içindeki
proletarya” arasında. (49) Üçüncü olarak, her vakada, barbarlar veya farklı
bir medeniyetten gelen yabancıların oluşturduğu bir “dış proletarya” olduğunu
belirtmişti; ve bu proletarya, söz konusu medeniyetin sınırlan ötesine
geçmesini engellemiştir. (50) Son olarak, Toynbee, her medeniyetin “Ruhunda bir Ayrılıkçılık” olduğunu
tespit etmişti ki bu da, kayıp bir geçmiş veya erişilemeyecek bir gelecek adına
sosyal şeytanlıkların ortaya çıkmasına, bireysel veya kolektif özdenetimin
kaybedilmesine, “şehitlik” eğilimlerinin artmasına, kadercilik
eğilimine ve kültürel, dilsel ve cinsel gelişigüzellikte sıçrama yaşanmasına
sebep olmuştur. (51)
1930'lu yıllara
gelindiğinde, bu kuramlar, Tarihin bir Araştırması’ndan Toynbee’nin
Uluslararası İlişkiler Araştırması’na doğru kaydı; okurları da “çağdaş
dünyanın şimdilerde kendi Belalar Çağı’nda olduğu” yönündeki inanışını kuşku
duymaksızın kabul etmeye yöneltti. İlk yarım düzine ciltte, günlük diplomasiye
dair sıkıcı dökümler yer alıyordu. (52) Bununla birlikte, 1930’dan sonra
işlerin seyri değişti. Toynbee, anlaşılması güç bir tarza doğru ilerlemesinin
sebeplerini şu şekilde açıkladı: “İnsanoğlu’nun kısa süre önce Batı girişiminde
bütünleştiği Büyük Toplum”a dair olasılıklar, dünyanın her bir yerinde tüm
sınıflar ve milliyetten halklar arasında endişeli bir bekleyiş doğurmuştur. Bu
durumda, son takvim yılı boyunca uluslararası meselelerin gelişiminde yaşanan
başarısızlıklar ve başarıların dengesini kısaca ve üstünkörü şekilde tespit
etmek, uygunsuz kaçmayabilir.” (53)
E.H. Carr’ın Yirmi
Yılın Krizi adlı kitabındaki temel argümanı önceden ortaya atan ve Tarihin bir
Araştırması’ndaki argümanı geliştiren Toynbee, “aç ile
doymuş, sahip olan ve mahrum olan, endişeli ile huzursuz arasındaki ayrılığın
ortaya çıktığı” konusunda uyarıda bulunmuştur. Ona göre, bu durum, her iki tarafta da,
savaş sonrası Avrupa’daki sorunların yeni mantık yöntemleri, tartışmalar ve
uzlaşılarla değil, ancak eski şiddet yöntemleriyle çözülebileceği konusunda
bir kanıya varılması anlamına gelecektir. (54)
Uluslararası
İlişkiler Araştırması’nın sonraki bölümlerinde, Toynbee, Cemiyet’in ilkeleri
ve pratiklerine dönmek üzere tutkulu bahaneler eşliğinde karma bir tarafsız
söyleme ve Batı devletleri arasında ve içinde artan bölünmeleri çözmeye dönük
araçlar bulma çabalarına girişir. 1931 yılındaki sayısı, annus horribilis
(korkunç yıl) olarak adlandırdığı yıla dair alınan dersler konusunda uzun ve
duygulu bir fikir muhakemesiyle başlatılmıştır. O yıl, “dünyanın dört bir
tarafındaki kadınlar ve erkekler, Batı’nm güvenlik sisteminin artık
işlemediğini düşünmeye başlamışlardır.” (55) 1930’lı yıllar ilerledikçe,
duygularını daha fazla dışa vurmaya başladı. Toynbee, 1933 yılındaki
Uluslararası İlişkiler Araştırması’nda, Batı medeniyetinin iki sacayağı olan
hümanizma ve Hıristiyanlığın, “günahkar İnsan Doğası’nın ibadetiyle” yer
değiştirdiği konusunda sitemde bulunmuş, Nazizm’i “siyasi dini bir hareketin
ikmali, pagan bir tapınma ve darkafalı insan topluluklarının ibadeti” olarak
yaftalamıştır. (56) 1935 yılında yayımlanan Uluslararası İlişkiler Araştırması’nda ise (2
ciltlik olarak yayımlanmıştı), bir adım daha öteye gitmiş, Mussolini’nin
Habeşistan’ı fethetmesini ve Batı’nın bu konuda ona karşı gelmemesini,
“uluslararası tarihin trajik bir olayı” olarak nitelendirir ve bu olayın ancak
“günah ve intikam öyküsü” olarak tanımlanabileceğini söyler. (57)
Tüm bunlar bir arada
düşünüldüğünde, Uluslararası İlişkiler Araştırması ve Tarihin bir Araştırması,
Toynbee’nin 21.yüzyılın Belalar Çağı’nın sebeplerini değerlendirmesinin bir
temelini sunmuştur. Toynbee, Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığını ve siyasi
elitlerin “yerel” veya “sınırlı” egemen devletlerin ötesine geçmedeki
beceriksizliğini, “yaratıcılığın” kaybının göstergeleri olarak nitelendirmiştir.
(58) Endüstriyelleşme ve dünyayı ekonomik olarak birleştiren modem iletişimin
doğurduğu sorunlara uygun yanıtlar verilmemişti. Toynbee’ye göre, “eksiksiz
uluslararasıcılık, modem medeniyetin dağılmasının tek alternatifiydi, ancak
halen gerçekleşmedi.” (59) “Ülke içindeki proletaryanın” büyük kısmı, bunun
doğru olduğunu biliyor, ancak "başat azınlık” bunu fark edemedi ve gereken
yaratıcı yanıtı veremedi. Daha da kötüsü, ülke dışında bir proletarya
toplanıyor, bu kez duvarların içinde ve ötesinde, ve bunlar hem komünist hem de
faşist olup şiddet yanlısı aşinalar. Bunlar, kendi sahte idollerine eşit bir
tapınmayla bağlılar ve onlar için ibadet ediyorlar.
Toynbee, bu zor
durumun geçmişte nasıl çözüldüğünü biliyor. Helen dünyasında, Romalı başat
azınlık, sınırları içinde düzeni sürdürmek için şiddet içeren yollara
başvurdular, onlar dışındaki barbarlara savaş açtılar, bir imparatorluk
kurdular. Ancak, Toynbee’ye göre, böylesi bir imparatorluk veya “evrensel
devlet,” tebrik edilmesi gereken bir şey değildi. Bu, “başat bir azınlığın
toplanmasıydı; medeniyetin karşılaştığı sorunlara yönelik tam da yaratıcı bir
yanıt olarak görülemezdi ve iç ve dış proleterlerin elinde olası bir “hezimet”
olmaya mahkumdu. (60) Çağdaş dünyaya yönelik ders ise netti. 1938 yılı
itibariyle, Toynbee, halihazırda yaşanan Belalar Zamanı ’nın, yeni bir “evrensel
devlet” kurulmasına yol açabileceği konusunda halka yönelik uyanlarda
bulunuyordu. “Kolektif güvenliğin
başarısını sağlayamazsak,” demişti o yılın Mart ayında Chatham House’taki bir topluluğa yaptığı
konuşmada,” bu durumda dünya siyasi olarak birleşecek, ama banşçıl bir anlaşma
olmayacak bu; bazı güçlü ülkeler veya ülkeler grubu tarafından askeri bir fetih
şeklinde eski güç yöntemleriyle olacak.” (61) Ve İngiliz imparatorluğunun bu
süreçte galip gelmesi mümkün değildi Toynbee’ye göre; keza “anarşik bir dünyada
herkesin herkesle mücadele ettiği bir ortamda birden fazla raundda hayatta
kalması mümkün değildi.” (62)
1939
yılının çifte felaketleri savaşın patlak vermesi ve en büyük oğlu Anthony’nin
intiharıToynbee'yi Hıristiyanlığın kabulü noktasına oldukça yaklaştırdı ama
Rosalind’in istediği gibi Roma Katolikliği’ne değil. (69) 1940 yılında
Burge’yi okuyunca ise (“Hıristiyanlık ve Medeniyet”) kritik bir dönemece
erişmiş oldu. İlk başta Gibbon’a, Hıristiyanlığı Helen medeniyetini “yıkan
unsur” olarak ele aldığı için saldırdı; Hıristiyanlığın çöküşünün sebeplerinin
çok daha derinde, İ.Ö. 5.yüzyılda ve siyasi teorinin doğduğu dönemlerde
olduğunu iddia etti; bireyin devlet karşısındaki yükümlülüklerine odaklandı.
(70) Toynbee, aynı zamanda, “evrensel devletlerin” yıkıntılarından
ortaya çıkan “evrensel dinlerin”, (tıpkı Hıristiyanlığın Roma
imparatorluğundan ortaya çıkması gibi) medeniyetlerin entelektüel miraslarının
koruyucusu olduğu ve kendi içlerinde koruduklarını sonraki medeniyet
kuşaklarına aktardıkları yönündeki ilk dönem tezini reddetti. (71) Artık,
Toynbee şuna inanıyordu: medeniyetler, “dinin hizmetçileridir” ve “tarihsel
işlevleri”, çöküşleriyle birlikte, “her zaman için daha derin bir dini
öngörünün ortaya çıkmasına dair ilerlemeci bir sürecin atlama taşlan”
olmalarıdır. (72) Batı medeniyetlerinin çöküşü, eğer gerçekleşirse, matemi tutulacak
bir şey değildir: Batı, dünyayı bir araya getirmiştir, tıpkı Roma imparatorluğunun
daha önce yaptığı gibi ve artık Hıristiyanlık yayılabilirdi. (73)
İkinci
Dünya Savaşı sırasında, Toynbee, bir Anglikan olarak ibadetini yapmıştı, ancak
Hıristiyanlığın Ortodoks yorumlarından da uzallaşmıştı. Ortada üç etmen vardı:
(1) yavaş yavaş ilerleyen inancı (bunu 1930’lardan beri koruyordu ve bunu.
Tanrı’ya giden birçok yol olduğu ve Hıristiyan yolunun da bunlardan sadece
biri olduğu şeklinde yorumlıyordu) (74). (2) 1942 yılında Rosalind ile evliliğinin bitmesi, ki bu da Roma Katolikliği’ne
geçiş yolunu kapatmış oldu. (3) İkincisiyle bağlantılı: oğlu hakkındaki
üzüntüsü ve Rosalind’e dair duygularıyla başa çıkabilmek için Toynbee
psikoterapi sürecinden geçti, bu sırada da C.G. Jung’un çalışmalarını inceleme
fırsatı buldu. (75) Jung’un fikirleri, Toynbee’nin daha erken dönemde Platon,
Bergson ve diğerleriyle kesişen yollarıyla uyumluydu. Jung’un
“arketipleri” sayesinde, “yüksek dinler” olarak nitelendirdiği şeyin farklı
boyutları hakkında düşüncelerini örgütlemenin bir yolunu bulmuş oldu. Araştırma’nın
son ciltlerinde ve Gifford Okumaları dizisinde (“Bir Tarihçinin Dine Yaklaşımı”
olarak yayımlanmıştır), Toynbee’nin iddiası şuydu: çağdaş dünyanın önde gelen
dört “yüksek dini” olan Hıristiyanlık, Hinduizm, İslam ve Mahayana Budizm, aynı
amaca farklı yollardan gidiyordu: Allah Aşkı. (76) Hepsi, erken dönem
din düşünceleri konusunda ilerlemeleri temsil ediyordu, çünkü insanoğlunu
doğadan ve kendinden alıp Tanrı’ya yakınlaştırmalardı. Ve tümüne de çağdaş
dünyada ihtiyaç duyuluyordu, keza sadece bu yüksek dinler, insanları diğer
insan yapımı putlara (mantık, bilim veya modem egemen devlet gibi) tapmaktan
alıkoyabilirdi. Bir diğer deyişle, “Belalar Çağı”, tarihin bize yüksek dinler
konusunda söylediklerinin kabulünü gerektirmektedir: her bir dinin siyasi
söylemlerin ötesine geçmesi ve medeniyeti daha üst bir aşamaya çıkarması.
Araştırma ve diğer birçok kitap, makale, okuma ve konuşmada, Toynbee, insanoğlunun
materyalizmden, eşitsizlikten, bölgesel çatışmalardan ve nükleer yok ediş
tehdidinden (keza bir devletin evrensel imparatorluk arayışlarında bu aşamalar
söz konusu olabilmektedir) azade olması için “ruhani
bir devrim” önermekteydi.
İnsan ırkı, elde ettiği’ teknolojik hüner sayesinde, taahhüt
edilmiş evrensel soykırım ile tek bir aile olarak yaşamayı öğrenmek arasında
bir tercih yapmak zorundadır artık. Toynbee, bugün artık gözden düşmüştür en
azından uluslararası ilişkiler konusunda çalışan akademisyenler arasında. Bu
ilgi noksanlığının ardında iyi sebepler bulunmaktadır ve kötü sebepler de...
Yazdıkları sıkıcıydı, aşırı süslüydü, genellikle de iyi bir editörün elinden
çıkmamış olurdu. Çok fazla ve çok hızlı yazardı. Teorilerini genellikle net
olmayan bir şekilde ifade ederdi; kinaye veya alegori kullanırdı. Onları
anlamak, klasikleri, İncil’i ve diğer büyük din kitaplarını, Bergson’u ve
Jung’u bilmeyi gerektirirdi.
Foreign Affairs ve International Affairs'te yayımlanan denemelerinin yanı sıra -ki bunlar
net, direkt ve anlaşılırdı- Toynbee’nin çalışmalarının geri kalanının büyük
bölümü, ilgi çekici değildi; bazıları insanı hiç tatmin etmezdi. Toynbee, ulus
lararası ilişkilerin akademik düzlemine ciddi katlılarda bulundu; daha sonraki
kuramcıların (örneğin Martin Wight) (79) ve Orta Doğu araştırmaları yapan bazı
tartışmalı yazarların (80) düşüncelerini şekillendirdi ve tarihte kalıcı bir
etki bıraktı - özellikle de Amerika’da. (81) Ancak, son kertede, Toynbee’nin
politika ve uygulama konusundaki kamusal tartışmalara olan katkısı, en uzun
erimli olanıydı.
Toynbee’nin bir
tarihçi veya kuramcı olarak gözden düşme sebebi ne olursa olsun, kendisi güncel
gelişmeleri çok iyi okurdu. 1930' lu yılların sonunda yayımlanmış makaleleri
ise, oldukça etkileyicidir: “Münih’ten sonra: dünyanın görünümü” ve “tarihte bir dönüm
noktası” Avrupa’daki güç dengesinin dokunaklı açıklamalarıdır. (82) Toynbee'nin liberalizme yönelik ütopik inancı, Carr’ın totaliter
realizminden baskın gelmişti; Hitler’e direnmek, ahlaki ve stratejik olarak
tercih edilir bir amaçtı. (83) Toynbee’nin Avrupa emperyalizminin
adaletsizlikleri hakkındaki görüşleri -ve Batı’nın “geri kalanlar” üzerindeki
geniş etkisi- şimdilerde kapsamlı bir şekilde kabul ediliyor. Ve İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra bir dünya devleti kurulacağına dair öngörüsü
gerçekleşmezken, ABD ve Sovyetler Birliği’nin dünya siyasetindeki en nüfuzlu
güçler olarak Britanya ve diğer Batı Avrupalı devletlerden üstün çıkması
konusundaki tahmini de, oldukça kurnazca ve öngörülüydü. (84) Toynbee, genellikle cesur, insancıl biri olarak takdiri hak ediyor;
kendisi Yirminci Yüzyıl’ın Belalar Çağı’nı oldukça doğru yorumlamıştır. Her
zaman haklı değildir ve yöntemleri, taklit girişimlerini reddeder. Ancak,
özellikle International Affairs’ın sayfalarında, bu alanın akademisyenleri
tarafından kamu tartışmalarının etkilenmesi ve bilgilendirilmesi için neler
yapılabileceğini ve nelerin yapılması gerektiğini göstermiştir. (Chathamhouse)
1.
1
See esp. Andrea Bosco
and Cornelia Navari, eds,Chatham House and British
foreign policy, 1919–1945: the Royal Institute of International Affairs in the
inter-war period(London: Lothian Foundation Press, 1994); and,
notoriously, Elie Kedourie, ‘The Chatham House version’, in hisThe Chatham House version and other essays(Hanover and
London: Brandeis University Press and University Press of New England, 1984;
first publ. 1970), pp. 351–94.
2.
2
Toynbee handed over the postwar volumes first to Coral Bell and then to
others, including Geoffrey Barraclough, in the early 1950s, though he continued
to work on those on the war years. The last of these was published in 1958.
3.
3
Arnold J. Toynbee,A study of history, 12 vols (London: Oxford University
Press, 1934–61).
4.
4
See W. H. McNeill,Arnold J. Toynbee: a life(New York: Oxford University
Press, 1989); and, for a full list of his work, S. Fiona Morton, ed.,A bibliography of Arnold J. Toynbee(Oxford: Oxford
University Press, 1980).
5.
5
There is controversy
about this episode. See esp. W. H. McNeill, ‘Toynbee revisited’, in Wm Roger
Louis, ed.,Adventures with Britannia: personalities, politics and culture in
Britain(Austin, TX: University of Texas Press, 1996), p. 177.
6.
6
See Kedourie, ‘The Chatham House version’.
7.
7
McNeill,Arnold J. Toynbee, p. 172. Toynbee’s recollections of
the interview were typed up and passed on to the then Foreign Secretary,
Anthony Eden. See the transcript, dated 13 March 1936, in Toynbee MS 76,
Bodleian Library, Oxford.
8.
8
Carr, review of Toynbee,Survey of International Affairs, 1935inInternational Affairs16: 2, 1937, p. 28ya.
9.
9
E. H. Carr,The twenty years’ crisis: an introduction to the study of
international relations, 1st edn (London: Macmillan, 1939), pp. 53,
82n. 2, 100–101, 103, 142.
10.
10
Toynbee replied at
length to his many critics inA study of history,
vol. 12 (London: Oxford University Press, 1961), but his peers were
unconvinced. Among today’s historians, as Michael Lang recently observed,
Toynbee is ‘regarded like an embarrassing uncle at a house party’:
‘Globalization and global history in Toynbee’,Journal of World History22:
4, 2011, pp. 747–83.
11.
11
Maurice Cowling,Religion and the public doctrine in modern England, I
(Cambridge: Cambridge University Press, 1980), p. 20. On Toynbee’s ‘laws’, see
Pieter Geyl, ‘Toynbee’s system of civilizations’, in M. F. Ashley Montagu, ed.,Toynbee and history: critical essays and reviews(Boston,
MA: Porter Sargent, 1956), pp. 39–72.
12.
12
See, for example, Wayne
Eltree, ‘Toynbee’s treatment of Chinese history’, in Montagu, ed.,Toynbee and history, pp. 243–72.
13.
13
Ian Hall, ‘The “Toynbee
convector”: the rise and fall of Arnold J. Toynbee’s anti-imperial mission to
the West’,The European Legacy17: 4, 2012, pp. 455–69.
14.
14
For a representative
review, see Geoffrey Hudson, ‘Professor Toynbee and Western civilisation’,The Criterion, xv, October 1935–July 1936, collected
edn (London: Faber & Faber, 1967), pp. 441–54.
15.
15
Ian Hall,Dilemmas of decline: British intellectuals and world politics,
1945–75(Berkeley, CA: University of California Press, 2012), pp.
131–51.
16.
16
Douglas Jerrold,The lie about the West: a response to Professor Toynbee’s
challenge(London: J. M. Dent & Sons, 1954).
17.
17
A. J. P. Taylor, ‘Much
learning … ‘, in Montagu, ed.,Toynbee and history,
p. 117. See also Hugh Trevor-Roper, ‘Testing the Toynbee system’, in Montagu,
ed.,Toynbee and history, pp. 122–4.
18.
18
This neglect has begun
to be addressed. See, for example, Luca G. Castellin’sAscesa e decline delle civiltà: La teoria delle
macro-trasformazioni politiche di Arnold J. Toynbee(Milan: Vita e
Pensiero, 2010) and Cornelia Navari, ‘Toynbee, decline and civilization’, in
herPublic intellectuals and international affairs: essays on public
thinkers and political projects(Dordrecht: Republic of Letters,
2012), pp. 113–36.
19.
19
See Henry Kissinger,
‘The meaning of history: reflections on Spengler, Toynbee and Kant’, unpublished
undergraduate honours thesis, Harvard University, 1950; Hans J. Morgenthau,
‘Toynbee and the historical imagination’,Encounter4: 3, 1955,
pp. 70–76; Kenneth Thompson,Toynbee’s philosophy of world
history and politics(Baton Rouge and London: Louisiana State
University Press, 1985); also Martin Wight,Systems of states,
ed. Hedley Bull (Leicester: Leicester University Press, 1977); Hedley Bull and
Adam Watson, eds,The expansion of international society(Oxford:
Clarendon Press, 1984). Toynbee still has a particularly strong following in
Japan. See Jacob Kovalio, ‘A. J. Toynbee and Japan’, in Kovalio, ed.,Japan in focus(Toronto: CAPTUS Press and York
University Publications, 1994), pp. 301–312.
20.
20
Toynbee,A study of history, vol. 12, p. 577. See also ‘Three Greek
educations’, in Arnold J. Toynbee,Experiences(London:
Oxford University Press, 1969), pp. 10–45.
21.
21
Toynbee,Experiences, pp. 66–71.
22.
22
Toynbee,Experiences, pp. 38–40. For a discussion of this
episode and its significance, see McNeill, ‘Toynbee revisited’, p. 177.
23.
23
See Richard Clogg,Politics and the academy: Arnold Toynbee and the Koraes chair(London
and New York: Routledge, 1986).
24.
24
Lang, ‘Globalization and
global history in Toynbee’, pp. 750–55. See also Henri Bergson,Creative evolution, trans. Arthur Mitchell (Mineola,
NY: Dover, 1998; first publ. 1911); J. C. Smuts,Meaning and holism,
3rd edn (London: Macmillan, 1936).
25.
25
See Toynbee,Nationality and the war(London and Toronto: Dent,
1915), p. 6. For a later iteration of this argument, see Toynbee, ‘Economics
versus politics’,The Listener4: 95, 1930, pp. 824–5.
26.
26
Toynbee,Experiences, p. 75.
27.
27
Roland N. Stromberg
notes that from the mid-1920s to 1939, Toynbee established the habit of
finishing theSurveyfor the previous year by June of the next, then
handing over the copy-editing and proofs to his assistant, Veronica Boulter, so
that he could write theStudyfrom July to November: ‘A
study of history and a world at war: Toynbee’s two great enterprises’, in C. T.
McIntire and Marvin Perry, eds,Toynbee reappraisals(Toronto:
University of Toronto Press, 1989), p. 141.
28.
28
See the opening
epigraphs in Arnold J. Toynbee,Survey of international
affairs, 1920–1923(London: Oxford University Press, 1927).
29.
29
Toynbee,Survey of international affairs, 1920–1923, pp. 61–4.
30.
30
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 5.
31.
31
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 27.
32.
32
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 17–50.
33.
33
Here Toynbee took his
cue especially from Edward Freeman, whoseHistorical essayshe
once called, in correspondence, ‘one of the greatest historical books of the
world’ (Toynbee to Darbishire, 19 Aug. 1912, Toynbee MS 80).
34.
34
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 172–7.
35.
35
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 207–49.
36.
36
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 250–71.
37.
37
See e.g. Toynbee’s unpublished essay, ‘What the historian does’, read to an
undergraduate club in the academic year 1910–11, Toynbee MS 1, p. 6. He was
still reading Bergson in the 1920s: see Toynbee to Darbishire, 23 Sept. 1925,
Toynbee MS 80.
38.
38
See Bergson,Creative evolutionandThe two sources of morality and
religion, trans. R. A. Audra and C. Brereton (Notre Dame, IN:
University of Notre Dame Press, 1986).
39.
39
Toynbee to Darbishire, 17 May 1911, Toynbee MS 80.
40.
40
A lengthy discussion of
examples of these individuals takes up the second half of vol. 3 ofA study of history. See esp. pp. 217–376.
41.
41
In 1918, Toynbee had considered writing ‘a short history of Greece, and a
much longer history of how Rome destroyed the world’, specifically to recount
his understanding of the causes and consequences of the Great War in parables,
noting: ‘I believe that one can put one’s experience of the war best in
parables’ (Toynbee to Darbishire, 5 May 1918, Toynbee MS 80).
42.
42
Toynbee,A study of history, vol. 5, p. 16.
43.
43
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 53.
44.
44
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 137.
45.
45
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 86–7.
46.
46
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 89.
47.
47
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 92–129.
48.
48
Toynbee,Democracy in the atomic age, the Dyason Lectures 1956
(London: Oxford University Press, 1957), p. 39.
49.
49
Toynbee,A study of history, vol. 5, pp. 35–193.
50.
50
Toynbee,A study of history, vol. 5, pp. 194–319.
51.
51
Toynbee,A study of history, vol. 5, pp. 376–568.
52.
52
The one exception to
this rule was theSurveyfor 1928, which contained an
extraordinary paean of praise for the Pact of Paris.
53.
53
Toynbee,Survey of international affairs, 1930, pp. v–vi.
54.
54
Toynbee,Survey of international affairs, 1930, p. 10.
55.
55
Toynbee,Survey of international affairs, 1931, p. 1.
56.
56
Toynbee,Survey of international affairs, 1933, pp. 4, 111.
57.
57
Toynbee,Survey of international affairs, 1935, vol. 2, p. 1.
58.
58
Arnold J. Toynbee,
‘Historical parallels to current international problems’,International Affairs10: 4, 1931, pp. 479–92.
59.
59
Arnold J. Toynbee, ‘The
trend of international affairs since the war’,International Affairs10:
6, 1931, p. 806. See also hisEconomics and politics in
international life, Montague Burton Foundation Lecture 1930
(Nottingham: University College, 1930).
60.
60
On the dynamics of
‘rally-and-rout’, see Toynbee,A study of history,
vol. 6.
61.
61
Arnold J. Toynbee, ‘The
issues in British foreign policy’,International Affairs27:
3, 1938, p. 317.
62.
62
Toynbee, ‘The issues in British foreign policy’, p. 318.
63.
63
Arnold J. Toynbee,Civilization on trial(London: Oxford University Press,
1946), pp. 91, 158. See also ‘The unification of the world and the change in
historical perspective’,History33: 117–18,
1948, pp. 1–28.
64.
64
Arnold J. Toynbee, ‘The
virtue of the middle way’,The Listener36: 931,
1946, p. 661.
65.
65
Arnold J. Toynbee, ‘The
international outlook’,International Affairs23: 4, 1947,
p. 464.
66.
66
For a good but terse
treatment of the subject, see Christian Peper, ‘Toynbee: an historian’s
conscience’, in McIntire and Perry, eds,Toynbee reappraisals,
pp. 50–62.
67.
67
McNeill,Arnold J. Toynbee, pp. 141–3.
68.
68
William H. McNeill,
‘Some unresolved questions’, in McIntire and Perry, eds,Toynbee reappraisals, p. 43.
69.
69
See the reference to
Toynbee’s ‘public anxiety and private grief’ in the Preface toA study of history, vol. 4, p. viii, as well as his
references to St Augustine’sCity of Godon p. ix.
For context, see McIntire, ‘Toynbee’s philosophy of history: his Christian
period’, in McIntire and Perry, eds,Toynbee reappraisals,
pp. 66–71.
70.
70
Arnold J. Toynbee,Christianity and civilisation, Burge Memorial Lecture
(London: Student Christian Movement Press, 1940), pp. 8–11.
71.
71
On the role of Christianity
in bridging Hellenic and western society, see Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 56–7. For one
intriguing take on this supposed phenomenon, see Walter M. Miller Jr’s
extraordinary novelA canticle for Leibowitz(New York:
Eos, 2006; first publ. 1959).
72.
72
Toynbee,Christianity and civilisation, pp. 14, 23.
73.
73
Toynbee,Christianity and civilisation, p. 23.
74.
74
See Peper, ‘Toynbee: an historian’s conscience’, p. 53.
75.
75
For an account of what
Toynbee took from Jung, see Arnold J. Toynbee, ‘The value of C. G. Jung’s work
for historians’,Journal of Analytical Psychology1:
2, 1956, pp. 193–4.
76.
76
See esp. Toynbee,A study of history, vol. 7, and Arnold J. Toynbee,An historian’s approach to religion(London: Oxford
University Press, 1956).
77.
77
Arnold J. Toynbee,America and the world revolution(London: Oxford
University Press, 1962), pp. 75–7.
78.
78
Toynbee,A study of history, vol. 12, p. 579.
79.
79
Ian Hall, ‘Challenge and
response: the lasting engagement of Arnold J. Toynbee and Martin Wight’,International Relations17: 3, 2003, pp. 389–404.
80.
80
On Toynbee’s influence,
see Albert Hourani,The emergence of the modern Middle East(Berkeley
and Los Angeles, CA: University of California Press, 1981).
81.
81
Toynbee was particularly
important for scholars like W. H. McNeill, whoseThe rise of the West: a history
of the human community(Chicago: University of Chicago Press, 2009)
continues to appeal, 50 years after its original publication in 1964.
82.
82
Arnold J. Toynbee,
‘After Munich: the world outlook’,International Affairs18:
1, 1939, pp. 1–28; ‘A turning point in history’,Foreign Affairs17:
2, 1939, pp. 305–20.
83.
83
E. H. Carr,The Soviet impact on the western world(New York:
Macmillan, 1947).
84.
84
Arnold J. Toynbee, ‘The
international outlook’,International Affairs23: 4, October
1947, pp. 463–76.
20 Mart 2014 Turquie Diplomatique
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar