Print Friendly and PDF

BELALAR ÇAĞI

Bunlarada Bakarsınız



Arnold J. Toynbee (1889-1975), tarihinin ilk ya­rısında Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ile eşanlamlıydı. (1) 1925-1954 yılları arasında Araştırmalar Direktörlüğü’nü yürüttü; daha sonra da ölümüne kadar Chatham House’ta bir ofisi oldu. Bu yarım yüzyıl süresince, akademisyen ve halk entelek­tüeli rollerini özdeşleştirdi; araştırmalarının meyvele­rini ve bulgularını politika-yapıcılara ve toplumun ge­neline ulaştırmak için International Affairs (Uluslararası İlişkiler) dergisini kullandı. Chatham House’daki 50 yılı boyunca, Toynbee, dergide 19 ma­kaleye katkı sağladı ve çok ciltli iki anıt eser bıraktı: 19241958 yılları arasında kaleme aldığı, düzelttiği veya yetkilendirdiği Survey of International Affairs (2) ve 1934-1961 yılları arasında 12 cilt halinde ya­yımlanan Tarihin bir Araştırması (3). Aynı zamanda hayatı boyunca 50 tane daha kitap ve yüzlerce akade­mik makale yayımlamasının yanı sıra, birçok röporta­ja katıldı. Eğer diğerleri tarafından kendisinin yazdığı kitapların incelemelerini de katarsak, Toynbee’nin tüm çalışmaları neredeyse 3000’e çıkar.
Toynbee iki dünya savaşı sırasında da ülkesine hiz­met etti; politika yapımını şekillendirmenin ve onu araştırmanın yollarını aradı. İlk savaş sırasında, Dışiş­leri Bakanlığı’nın Siyasi İstihbarat Departmanı için çalıştı (5) ve Versay Konferansı'na giden İngiliz dele­gasyonuna katıldı. İngiltere’nin Versay’da ve sonra­sında Orta Doğu’ya yönelik yaklaşımında çok tartışı­lan, önemli bir rol üstlendi. (6) İki savaş arası dönemde, Toynbee, kamusal yaşantıda etkili ve ağırlıklıydı: Britanyalı politika-yapıcılar, onun tavsiyele­rini ve Chatham House gibi yerlerdeki konuşmalarını dikkate alırdı. Yabancı politikacılar, ve hatta Adolf Hitler bile, oldukça şüpheci yaklaşan Toynbee’yi 1936 yılında Almanya’ya özel bir görüşmeye davet etmişti. 1920’li ve 1930’lu yaşlarda, savaş sırasında birçok arkadaşını ve eski öğrencisini kaybetmenin verdiği travmayla, Milletler Cemiyeti’nde önde gelen bir “halkların hak savunuculuğuna” soyundu. Cemiyet’in başarısızlığı netlik kazandığında ise pozisyonu­nu değiştirdi, yatıştırma politikasının kararlı bir savu­nucusu haline geldi. Savaş bir kez daha patlak verdiğinde ise, savaş sonrası yeniden inşa konusunda araştırmalar yapmak üzere Dışişleri Bakanlığı’na ye­niden katıldı. Savaş sona erdikten sonra ise, halk ente­lektüeli rolüne geri döndü; yazdıkları ve konuşmaları, hem Britanya içinde hem de dışında talep aldı.
Toynbee’nin şöhreti ve kendine has akademisyenli­ği aynı anda hem takdir hem de kaçınılmaz olarak eleştirileri kendine çekti. Lig’deki pozisyonları, ar­dından yatıştırma politikası, 1930’lu yıllarda oldukça eleştiri çekti. Örneğin E. H. Carr, Toynbee’nin libera­lizme olan bağlılığıyla ve kolektif güvenlik gibi soyut kavramlarıyla dalga geçti. (8) Carr’ın Yirmi Yıl Krizi (1939) adlı kitabında da, Toynbee, paradigma seven bir Ütopyacı olarak hicvedildi; sadece ahlaki yönden değerlendirmeler yapabilen biri gibi gösterildi, kısa süre sonra da Realist’in tarih çöp sepetine gönderile­ceği ileri sürüldü; keza her ne kadar totaliter olsa da aydınlık bir geleceğe doğru ilerleniyordu. (9) 1950’li yıllarda, Toynbee, daha sert saldırılarla karşılaştı, özellikle de Tarihin Bir Araştırması adlı kitabının 7lO.ciltleri arasındaki bölümleri yayımlandıktan sonra. (10) Kıdemli tarihçiler sıraya geçip, onun tarihsel yön­temini “taklit” diyerek açıkça suçladılar ve medeniye­tin büyümesi ve çöküşüne dair “kanunlarını” reddetti­ler. (11) Çoğu onlarca yıl önce yazılıp güncelliğini yitirmiş olan ikincil kaynaklara dayandırması konusun­da hayıflandılar ve bazı yerler ve dönemlere dair bilgi­sinin derme çatma olduğunu iddia ettiler. (12)
Bununla birlikte, eleştirenlerin en büyük öfkesi, Batı ve onun yeni keşfedilmiş dindarlığına yönelik yaklaşımı konusundaydı. (13) 1930’lu yıllarda, Toyn­bee’nin yaptığı nazik uyarı (“Batı medeniyetinin in­san başarısının en üst noktasını temsil etmeyebilece­ği”) iyi karşılanmıştı. (14) 1950’li yıllarda ise, aynı argüman, Avrupa emperyalizmi tarafından Batılı ol­mayan halklar üzerinde uygulanan korkuların da anımsanması sonucunda, o kadar iyi görülmedi. (15) Toynbee, muhafazakarlar ve bazı liberaller tarafından son derece büyük bir yalancı ve gizli Komünist ol­makla itham edildi; Sovyetler Birliği ve sömürgecilik karşıtı devrim gibi iki tehditle karşılaşan Batı’nın altı­nı oymaya çalıştığı söylendi. (16) Argümanlarını din­dar bir söylem üzerine temellendirmesi ise, herhangi bir yardımda bulundu: onu eleştirenlerin çoğu açısın­dan kendisinin kehanette bulunması, artık yarı dönekliğinden daha çok arzu edilen bir şey değildi. Savaş sonrası İngiliz akademisine hakim olan saldırgan sekülaristler ki aralarında AJ.P. Taylor ve Hugh Trevor Roper vardı. Toynbee’nin “karmakarışık” diniyle ve dünyanın tüm sorunlarını çözebileceğine dair inan­cıyla dalga geçmeye yöneldiler. (17)
Toynbee’nin imajına dair bu lekelemelerin talihsiz sonuçları oldu. Her şeyden önce, geç dönem akade­misyenlerin, kendisinin uluslararası ilişkiler araştır­masına yaptığı sıradışı katkılara ve bir halk entelektü­eli olarak rolüne odaklanmalarını engelledi. (18) “Kısa” süren yirminci yüzyılın 1914-1989 arasında­ki kanlı ve çalkantılı dönem, bir diğer adıyla Belalar Çağı uluslararası ilişkilerinde krizin sebeplerine dair yorumları, Atlantik’in her iki yakasında, daha sonra da dünyanın geri kalanında, önemli düşünürlerin fi­kirlerini şekillendirmişti. (19) Bu makale, Toyn­bee’nin düşüncesine dair yorumları, kökenlerini ve gelişimini analiz etmektedir. Makalenin argümanı ise; çalışmasının şekli ve içeriğinin büyük kısmı oldukça kişisel ve modem okur açısından dostane değilken, o dönemde dünya siyaseti hakkındaki kamusal tartışma­lara İngiltere’den en büyük katkıyı sağlayan yirminci yüzyıl düşünürlerinden biri olarak kendisinin uluslara­rası düşünce tarihçilerinin takdirini alması gerektiğidir.
Benim kuşağım, İngiltere’de Yunanca ve Latince dillerinde eğitim almış ve 15.yüzyılın en sıkı standart­larına bağlı kalmış olan neredeyse son kuşaktır. (20)
Toynbee’nin uluslararası düşüncesi, en iyi şekilde, çağdaş dünyayı Yunan ve Roman klasiklerinin objek­tifinden yorumlama girişimi olarak yorumlanabilir. İlk önce Harrow’da, ardından Oxford’da, kendisine en kaliteli klasik eğitim verilmiş, bu çalışma alanla­rında mükemmeliyete kavuşmuştur. Bununla birlikte, yönünü bulmak için zamana ihtiyacı oldu. Etkileyici bir başlangıç olarak, 1912 yılında, Balliol Koleji/Oxford’da bir eğitim bursu kazanmıştır. Ancak, dünyevi düzeydeki öğretim ve idare angaryalarından kısa süre içerisinde mutsuzluğa sürüklenmiştir. (21) Birinci Dünya Savaşı, değişim için bir fırsat sundu, ancak Toynbee’nin söz konusu değişimi sağlama yönündeki eylemleri, zorlu bir miras doğurdu. Her ne kadar as­keri hizmete uygun yapıda olsa da, Toynbee, onu bu görevden muaf tutması için barış yanlısı bir doktoru ikna etti, birkaç yıl önce dizanteriye yakalandığını söyledi. (22) Bu, belirleyici bir karar oldu; Toyn­bee’nin daha sonraki kariyerinin büyük kısmını ta­nımlayan bir dönemeç oldu. Savaş meydanından ken­dini kurtaran Toynbee’nin peşini, bunu başaramayan herkesin meslektaşlarının, arkadaşlarının, öğrencile­rinin hatıraları bir daha asla bırakmadı, Chatham House’taki ofisinde hepsinin fotoğraflarım astı. Keder ve suçluluk duygusu, 1918’den sonraki çalışmalarında ağır bastı, yazdıklarının bjiyük kısmında bu duygular kendini belli etti.
1915 yılında, Toynbee, Oxford’dan ayrılarak Dışiş­leri Bakanlığı’na geçti ve burada Siyasi İstihbarat De­partmanında Versay Konferansı sırasında ve sonra­sında çalıştı, propagandalar üretti, ardından da savaş sonrası düzeni planladı. 1919 yılında, entelektüel ilgi alanlarının klasiklerdense, artık çağdaş siyasete yö­neldiğinin sinyalini verdi; Londra Üniversitesi’nde Bizans ve Modem Yunan Tarihi alanında kürsü baş­kanlığı yaptı. Ancak bu görev sırasında yaptıkları pek de mutlu şeyler değildi. Eğitimini tamamladığından beri Toynbee’nin görüşleri, Yunan Hayranlığı’ndan modern Yunanistan’a neredeyse düşmanlığa ve hatta Türk yanlısı duygulara doğru kaydı. (23) Bu durum ise, Kürsü’nün kurucularının pek hoşuna gitmedi. 1924 yılında, 35 yaşındayken, Toynbee, bu kez Chat­ham House’a kaçmayı başardı ve burada yeni yayınını hazırlamaya başladı: Yıllık Uluslararası İlişkiler Araştırması. Enstitü, bu araştırmanın, dünya siyaseti hakkında kamuoyunu bilgilendirmek anlamında önemli bir katkı sağlayacağını düşünmüştü.
Toynbee, Enstitü’ye uluslararası ilişkilere dair nevi şahsına münhasır bir anlayış getirdi, bazı çok Ortodoks unsurlar varken bazıları kesinlikle bu nitelikte değildi. Kendisi liberal görüşlüydü, ama sosyalist eğilimleri de Vardı. O dönemde ise ateistti, ancak metafiziğe derin bir ilgisi vardı ve metafizik kapsamında “gelişimsel idealizm” olarak nitelendirdiği şeye ilgi duyuyordu. Henri Bergson ve J.C. Smuts bunun birer örneğiydi. (24) Kendisi, Milletler Cemiyeti’mim bir destekçisiydi, ama kuralları veya kurumlar karşısında büyük bir her yecan duymaktan daha çok, bu kurumun ilkelerini be­ğenmişti. Uluslararası ilişkiler hakkında çok az yazı yazmıştı savaş dönemi propagandası ve Milliyetçilik ve Savaş adlı 1915 tarihli kitabı haricinde. Ancak, Versay’da Arap dünyasına aşina oldu. Bunun dışında, Toynbee, “uluslararası ilişkiler teorisi” hakkında çok az şey biliyordu; çağdaş tarihe ilişkin tarihsel kuram ko­nusunda bilgileri de kısıtlıydı. Temel bilgileri, geç dö­nem Viktorya ve Edward dönemi İngiltere idi: endüs­triyel ekonomi dünyayı birleştinnişti ve bunun ardından siyasi birlik de bir şekilde sağlanmalıydı. (25) Ekonomi ve finans konusunda neredeyse hiçbir şey bil­miyordu ve Araştırma’nın bu kısımlarını bu konuların uzmanlarına devretmek konusunda kararlıydı. (26) Bu­nunla birlikte, gerisini kendisi halletti.
İlk birkaç cilt boyunca, 1920-1929 dönemi ele alın­dı; Toynbee ise diplomatik düzeyde yapılanlar ve söylenenlere dair az çok tutkudan arınmış söylemler sundu. Bu söylemler derhal bir araya getirildi nor­mal olarak altı aydan kısa süre içerisinde. Resmi ya­yınlardan ve Chatham House kütüphanesindeki basın dosyalarından veriler derlendi. Araştırmaların ilk dö­nemlerinde Toynbee’nin kendi görüşleri sadece iki noktada davetsiz misafir olarak girdi. Birinci; tüm toplumların artık tek bir uluslararası sistem altında birleşme biçimini yansıtacak şekilde, dünya siyaseti­ne bütüncül bir bakışın gerektiğini vurgulamak, böy­lelikle de “olayların birliği” ile “tertip birliği”ni öz­deşleştirmek konusunda hassastı. (28) İkinci olarak, klasik analojileri çağdaş olayların örgüsüne eklemle­meyi severdi. Toynbee’nin örneğin 1920 yılında Fran­sa’nın kolektif psikolojisine dair açtığı tartışma, Kartaca’nın yıkımı öncesi ve sonrasında Romalıların davranışlarına dair uzun, ancak pek de orijinal olmayan bir tartışmaya giden yolu araladı. (29) Bununla birlikte, farklı oyuncuların davranışlarına yönelik tarafsız bir duruş olarak gördüğü şeyi sürdürmek için 1920’li yıllarda yoğun bir çalışma içerisine girdi.
Toynbee dünya sahnesindeki olayları açıklarken, bir yandan da “Safsata Kitabı” olarak adlandırdığı şe­yin üzerinde çalışıyordu: Tarihin bir Araştırması. Ol­dukça iddialı ve kapsamlı bir kitap olan Tarihin bir Araştırması, çağdaş siyaset ve uluslararası ilişkileri belli bir bağlam içerisine yerleştirmeye ve Modern Batı tarihinin yeniden ve eksiksiz bir şekilde yorum­lanmasını sağlamıştır. Toynbee’nin 19. ve erken 20.yüzyıl dönemine dair tarihsel araştırmalardaki amacı şuydu: modem tarih, durdurak bilmeyen bir ilerleme tarihidir ve ulus devlet, insanlığın hedefleye­bileceği en yüksek siyasi noktadır; Batı ise bu süreçte “muzaffer” olmuş, değerleri, kurumlan ve fikirleri özellikle de demokrasi ve endüstriyelleşme dolayı­sıyla diğerlerinden üstün olmuştur. Hatta, diğer tarih­çilerin üzerinde çalıştığı “tarihsel düşüncenin endüstriyelleşmesi” meselesine bile saldırmıştır; keza söz konusu yaklaşım, geçmişe dair zekice, kapsamlı ve kitaplar boyunca gerçekleştirilen yorumlar yerine, giderek daha dar kapsamlı ve muğlak konular üzerin­deki ezbere makalelere öncelik veriyordu. (30)
Tarihin bir Araştırması’nda, Toynbee, çok farklı bir yaklaşım benimsemiştir ve oldukça farklı bir hikâyeyi ele almıştır. Küresel bir yaklaşım benimsemiş, emper­yalizm ve teknolojik değişim yoluyla 19.yüzyılda or­taya çıkan insanlığın birleşme sürecini incelemiştir. (31) Toynbee’nin iddiasına göre; İngiltere'nin tarihi­nin ancak Avrupa’nın geniş kapsamlı olayları çerçe­vesinde incelendiğinde anlam kazanması gibi, Batı medeniyetinin (veya Batı Toplumu’nun) tarihi de, an­cak kapsamlı, mekânsal ve uzunlamasına ele alındı­ğında “anlaşılır” olduğudur. (32) Ve bir adım daha ile­ri gider; herhangi bir medeniyetin tarihine dair gerçek bir anlayışın, kıyaslamak bir yaklaşım gerektirdiği konusunda ısrarcı olur. (33) Bu çerçevede, daha önce var olmuş olan tüm medeniyetler karşısında kıyasla­ma yapılmalı ve onları birbirleri karşısında “felsefi açıdan çağdaşmış gibi” değerlendirmek gerekir. (34) Bu şekilde yaklaşıldığında, Toynbee’ye göre, medeni­yetlerin gelişim eksenlerinde bazı benzerlikler göze çarpar: doğuş noktaları, büyümeler, kopuşlar, dezentegrasyon, evrensel devletler ve birçok toplumun tar­ihinde birbiri ardı sıra gelen evrensel kiliseler.
Toynbee, sadece, bu benzerlikleri betimlemekle il­gilenmedi, aynı zamanda medeniyetler tarihinde bu farklı dönemlerin sebeplerini belirlemekle de uğraştı. Tarihin bir Araştırması, tarih yazımına dair tutkusuz bir çalışma değildi; daha ziyade oldukça güncel bir girişimdi. Geçmişin araştırılması, Toynbee’ye göre, günümüzdeki meselelerimizi yönetmemize yardımcı olabilirdi uluslararası ilişkiler de buna dâhil. Toyn­bee, medeniyetlerin yükselecekleri veya düşecekleri­nin önceden belirlendiğine inanmıyordu. Irksal üstün­lük ve aşağılık yönündeki kuramlar, ona göre, medeniyetlerin ortaya çıkması ve gelişmeleriyle bağlantılandırılamazdı; keza 21.yüzyılda ve öncesinde yükselen ve düşen medeniyetler, farklı ırktan insanİardan oluşmaktaydı. (35) Çevresel belirleyicilik ku­ramları da, benzer şekilde, kırılgandı; keza medeni­yetler oldukça farklı bir doğal ortamda gelişmişlerdi. (36) Büyümeyi, kırılmayı, dezentegrasyonu tetikleyen, evrensel devletlerin veya imparatorlukların ve evrensel kilise veya dinlerin yükselişini sağlayan şey, insanların etkisiydi, veya daha spesifik olmak gerekir­se, insanların “yaratıcılığı”ydı.
Toynbee’nin bu konu karşısındaki hayranlığı, üni­versite yıllarına dayanıyor; bu dönemde Henri Berg­son ve onun “yaratıcı evrim” kavramının etkisi altına girmişti. (37) Bergson, sosyal değişimin, temel sıçra­ma olarak adlandırdığı şeyin aşılandığı, yeni inanışlar, kavramlar, değerler üreten ve toplumların statik hale gelmemeleri ve çöküşe geçmemeleri için kendilerine ihtiyaç duyulan yaratıcı bireylerle sağlanabileceğini ileri sürüyordu. (38) Bu tür fikirler, genç Toynbee’nin aklına yatmıştı: 1911 yılında bir arkadaşına yazdığı gibi, “iki büyük toplum sınıfı olduğu konusunda ikna olmuştu: (1) fanatikler (peygamberler, şehitler (ve ba­kireler) ve yeni çalışmanın görevini ve yaratıcılığını bunlar belirlerdi; (2) yaratılan şeyin sürdürülebilirliği gibi devasa bir işi gerçekleştiren çok fazla sayıda sa­kin insan.” (39) Tarihin bir Araştırması’nda, Toynbee, bu çerçevede argümanlar ileri sürdü; yaratıcı bireyler tarafından sosyal değişimlerin genellikle toplumun marjinal noktalarında veya bir tür sürgün sırasında yaratıldığı ölçüde medeniyetlerin “büyüdüğünü” be­lirtti. (40) Bu bireyler, yeni kavramları, inanışları ve­ya değerleri sunmaktaydı ve böylelikle medeniyetler sosyal pratiklerini yeniden örgütlemektedirler; kitleler ise kendilerini bu yeni inancı taklit etmeye uyarlarlar.
Toynbee’nin Tarihin Bir Araştırması, medeniyetle­rin doğuşu, büyümesi ve çöküşüne dair nedenler ko­nusunda bir araştırmadan ötedir; bir diğer ifadeyle, çağdaş dünya için bir dizi kapsamlı kısa hikaye içine entegre edilmiş, daha kapsamlı bir sosyal felsefe sun­maktaydı. (41) Toynbee, bu tür bir felsefeye acilen ih­tiyaç olduğuna inanmıştı. Modem Batı, ona göre, do­ğuş ve büyüme aşamalarını çoktan geride bırakmıştı ve şu anda bir kırılma noktasındaydı ve içinde bulun­duğu bu “Belalar Çağı’ndan ancak ve ancak “yaratı­cılığın yemden canlanmasıyla” çıkabilirdi.
Arnold J. Toynbee, 1 April 1947.
Batılı ve endüstriyel dünyanın tüm insani ve maddi kaynaklarının Gaddar Tann’nın büyük fırınım besle­mek için harekete geçirildiğini gördük; burada Homo Occidentalist, 1914-18 yılları arasında büyük Batılı iç savaşımızda kendi çocuğunun soykırımına göz yum­muştur. (42) Tarihin bir Araştırması’nda, Toynbee, geçmişteki birçok Bela Dönemi’ni belirlemiştir. Dik­katini ilk aşamada çekenlerden biri; “Hannibal Savaşı’yla başlayan, Helen Toplumu’nun artık yaratıcı ol­madığı ve çöküşe geçtiği” dönemdir. (43) Bir diğer dönem ise, Beşinci Hanedanlığın sona ermesinden sonraki “Egyptaic” Toplumdur; bu da İngiltere haki­miyetindeki Mısır’ın dağılmasına ve bir dizi küçük devletin ortaya çıkmasına yol açmıştır. (44) "Hindu Toplumu”nda, Belalar Çağı’ndan önce, yaratıcı bir dönem olmuştur ve Mauryan İmparatorluğu’nun İ.Ö. üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda yükselmesi ve çök­mesiyle aynı döneme rastlamıştır yani tam da Bu­dizm’in ortaya çıkmasından önce. “Sinik Toplum”da, bu durum daha da erken, Konfüçyüs’ten önce, İ.Ö. beşinci ve altıncı yüzyıllarda gerçekleşti. (46) Ve Toynbee, “fosil” medeniyetlere dair koleksiyonunda çok daha fazla örnek bulmuştur: Minos medeniyeti, Sümerler, Hititler, Babiller, And medeniyeti, Mayalar, Yukatekler ve Aztek medeniyeti. Bunların her birinin benzer bir yöresel ve elden ayaktan düşüren bir çatış­ma yaşadığını belirtmiştir. (47)
Toynbee’nin ifadelerini kullanırsak, kalıcı, sınırsız savaş, Belalar Çağı’nın en bariz semptomuydu; ancak sebebi değildi. Savaşlar, bir medeniyetin “yaşam”ının içinde erken dönemde, yaratıcılık aşamasında, zaten birçok farklı siyasi birime bölünmüş durumda olduk­larında cereyan eder. Ancak, bu savaşlar medeniyet üzerinde büyük bir etki doğurup, büyük bir şeytanlık yaparlarkengenellikle “az çok belli sınırlar içerisinde tutulmuşlardır.” (48) Belalar Çağı’nda, savaş, bu bağla­rı aniden çözdü ve medeniyetin varlığını tehdit etti. Toynbee’ye göre, bu gelişimin sebepleri çok ve çeşit­liydi. Öncelikle, yaratıcılığın gözle görünür bir kaybı söz konusuydu, yeni sorunlara yanıt verme yeteneği azalmıştı. İkinci olarak, her medeniyetin, “Sosyal Be­dende bir Ayrılık” yaşadığını gözlemlemişti; elitlerle kitle arasında, “başat azınlık” ile “ülke içindeki prole­tarya” arasında. (49) Üçüncü olarak, her vakada, bar­barlar veya farklı bir medeniyetten gelen yabancıların oluşturduğu bir “dış proletarya” olduğunu belirtmişti; ve bu proletarya, söz konusu medeniyetin sınırlan öte­sine geçmesini engellemiştir. (50) Son olarak, Toynbee, her medeniyetin “Ruhunda bir Ayrılıkçılık” olduğunu tespit etmişti ki bu da, kayıp bir geçmiş veya erişilemeyecek bir gelecek adına sosyal şeytanlıkların ortaya çıkmasına, bireysel veya kolektif özdenetimin kaybe­dilmesine, “şehitlik” eğilimlerinin artmasına, kaderci­lik eğilimine ve kültürel, dilsel ve cinsel gelişigüzellikte sıçrama yaşanmasına sebep olmuştur. (51)
1930'lu yıllara gelindiğinde, bu kuramlar, Tarihin bir Araştırması’ndan Toynbee’nin Uluslararası İlişki­ler Araştırması’na doğru kaydı; okurları da “çağdaş dünyanın şimdilerde kendi Belalar Çağı’nda olduğu” yönündeki inanışını kuşku duymaksızın kabul etmeye yöneltti. İlk yarım düzine ciltte, günlük diplomasiye dair sıkıcı dökümler yer alıyordu. (52) Bununla birlik­te, 1930’dan sonra işlerin seyri değişti. Toynbee, anla­şılması güç bir tarza doğru ilerlemesinin sebeplerini şu şekilde açıkladı: “İnsanoğlu’nun kısa süre önce Batı girişiminde bütünleştiği Büyük Toplum”a dair olasılıklar, dünyanın her bir yerinde tüm sınıflar ve milliyetten halklar arasında endişeli bir bekleyiş do­ğurmuştur. Bu durumda, son takvim yılı boyunca uluslararası meselelerin gelişiminde yaşanan başarı­sızlıklar ve başarıların dengesini kısaca ve üstünkörü şekilde tespit etmek, uygunsuz kaçmayabilir.” (53)
E.H. Carr’ın Yirmi Yılın Krizi adlı kitabındaki te­mel argümanı önceden ortaya atan ve Tarihin bir Araştırması’ndaki argümanı geliştiren Toynbee, “aç ile doymuş, sahip olan ve mahrum olan, endişeli ile huzursuz arasındaki ayrılığın ortaya çıktığı” konusun­da uyarıda bulunmuştur. Ona göre, bu durum, her iki tarafta da, savaş sonrası Avrupa’daki sorunların yeni mantık yöntemleri, tartışmalar ve uzlaşılarla değil, ancak eski şiddet yöntemleriyle çözülebileceği konu­sunda bir kanıya varılması anlamına gelecektir. (54)
Uluslararası İlişkiler Araştırması’nın sonraki bö­lümlerinde, Toynbee, Cemiyet’in ilkeleri ve pratikle­rine dönmek üzere tutkulu bahaneler eşliğinde karma bir tarafsız söyleme ve Batı devletleri arasında ve içinde artan bölünmeleri çözmeye dönük araçlar bul­ma çabalarına girişir. 1931 yılındaki sayısı, annus horribilis (korkunç yıl) olarak adlandırdığı yıla dair alınan dersler konusunda uzun ve duygulu bir fikir muhakemesiyle başlatılmıştır. O yıl, “dünyanın dört bir tarafındaki kadınlar ve erkekler, Batı’nm güvenlik sisteminin artık işlemediğini düşünmeye başlamışlar­dır.” (55) 1930’lı yıllar ilerledikçe, duygularını daha fazla dışa vurmaya başladı. Toynbee, 1933 yılındaki Uluslararası İlişkiler Araştırması’nda, Batı medeniye­tinin iki sacayağı olan hümanizma ve Hıristiyanlığın, “günahkar İnsan Doğası’nın ibadetiyle” yer değiştir­diği konusunda sitemde bulunmuş, Nazizm’i “siyasi dini bir hareketin ikmali, pagan bir tapınma ve darkafalı insan topluluklarının ibadeti” olarak yaftalamıştır. (56) 1935 yılında yayımlanan Uluslararası İlişkiler Araştırması’nda ise (2 ciltlik olarak yayımlanmıştı), bir adım daha öteye gitmiş, Mussolini’nin Habeşis­tan’ı fethetmesini ve Batı’nın bu konuda ona karşı gelmemesini, “uluslararası tarihin trajik bir olayı” olarak nitelendirir ve bu olayın ancak “günah ve inti­kam öyküsü” olarak tanımlanabileceğini söyler. (57)
Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde, Uluslararası İlişkiler Araştırması ve Tarihin bir Araştırması, Toyn­bee’nin 21.yüzyılın Belalar Çağı’nın sebeplerini de­ğerlendirmesinin bir temelini sunmuştur. Toynbee, Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığını ve siyasi elitle­rin “yerel” veya “sınırlı” egemen devletlerin ötesine geçmedeki beceriksizliğini, “yaratıcılığın” kaybının göstergeleri olarak nitelendirmiştir. (58) Endüstriyel­leşme ve dünyayı ekonomik olarak birleştiren modem iletişimin doğurduğu sorunlara uygun yanıtlar veril­memişti. Toynbee’ye göre, “eksiksiz uluslararasıcılık, modem medeniyetin dağılmasının tek alternatifiydi, ancak halen gerçekleşmedi.” (59) “Ülke içindeki pro­letaryanın” büyük kısmı, bunun doğru olduğunu bili­yor, ancak "başat azınlık” bunu fark edemedi ve gere­ken yaratıcı yanıtı veremedi. Daha da kötüsü, ülke dışında bir proletarya toplanıyor, bu kez duvarların içinde ve ötesinde, ve bunlar hem komünist hem de faşist olup şiddet yanlısı aşinalar. Bunlar, kendi sahte idollerine eşit bir tapınmayla bağlılar ve onlar için ibadet ediyorlar.
Toynbee, bu zor durumun geçmişte nasıl çözüldü­ğünü biliyor. Helen dünyasında, Romalı başat azınlık, sınırları içinde düzeni sürdürmek için şiddet içeren yollara başvurdular, onlar dışındaki barbarlara savaş açtılar, bir imparatorluk kurdular. Ancak, Toynbee’ye göre, böylesi bir imparatorluk veya “evrensel devlet,” tebrik edilmesi gereken bir şey değildi. Bu, “başat bir azınlığın toplanmasıydı; medeniyetin karşılaştığı so­runlara yönelik tam da yaratıcı bir yanıt olarak görü­lemezdi ve iç ve dış proleterlerin elinde olası bir “he­zimet” olmaya mahkumdu. (60) Çağdaş dünyaya yönelik ders ise netti. 1938 yılı itibariyle, Toynbee, hal­ihazırda yaşanan Belalar Zamanı ’nın, yeni bir “evren­sel devlet” kurulmasına yol açabileceği konusunda hal­ka yönelik uyanlarda bulunuyordu. “Kolektif güvenliğin başarısını sağlayamazsak,” demişti o yılın Mart ayında Chatham House’taki bir topluluğa yaptığı konuşmada,” bu durumda dünya siyasi olarak birleşe­cek, ama banşçıl bir anlaşma olmayacak bu; bazı güçlü ülkeler veya ülkeler grubu tarafından askeri bir fetih şeklinde eski güç yöntemleriyle olacak.” (61) Ve İngi­liz imparatorluğunun bu süreçte galip gelmesi mümkün değildi Toynbee’ye göre; keza “anarşik bir dünyada herkesin herkesle mücadele ettiği bir ortamda birden fazla raundda hayatta kalması mümkün değildi.” (62)
nnı inci
bee'nİM leriyle I “arketia dirdiği 1
Nazizm’in mağlubiyeti, Toynbee’nin, dünyanın kı­sa süre içerisinde ya anlaşmayla ya da daha muhtemel güçle birleştirileceğine dair kanısını değiştirmek konusunda fazla bir etkide bulunmadı. Bu savaş son­rası ortamda, dünyanın ekonomik ve kültürel olarak birleştiği, bundan sonra da siyasi birleşmenin gelmesi gerektiği noktasının üzerinden gitmeye devam etti. (63) Ancak, bu düşünce yapısı, iki kritik noktada de­ğişti. Öncelikle, Avrupalıların şimdilerde bu büyük girişimde anlamlı bir rol oynayabilecekleri konusun­da kuşkulara kapılmıştı. 1946 gibi erken bir tarihte, Toynbee, ABD ve Sovyetler Birliği’nin yeni “dev devletlerinin”, şimdilerde sözü dinlenen yegane dev­letler olduğunu söylüyordu dinleyicilere. Bu devletler, Britanya ve Fransa’yı gölgeleri altında bırakmışlardı, keza bu yükselen ulus-devletler, dört yüz yıl önce Ve­nedik, Floransa, Gent ve Brüges gibi şehir devletlerini de gölgede bırakmışlardı. (64) Toynbee’nin Uluslara­rası İlişkiler’de iddia ettiğine göre, ABD ve SSCB, şimdilerde tıpkı Roma ve Kartaca gibi, birbirleriyle karşı karşıya kalmışlardı ve “hayatta kalan bir Büyük Güc’ün geriye kalan son rakibi yere serdiği ve fetih yoluyla dünyaya barışı getirdiği" bir savaş ortamını bekliyorlardı. (65) Bu sebepten ve başka sebeplerden ötürü, Toynbee, günümüzdeki Belalar Çağı’nın sorun­larına verilecek doğru yanıtların siyasette değil, dinde olduğu konusunda görüş birliğine varmıştı. Toynbee’nin düşüncesinin bu boyutu karmaşıktır ve çeliş­kili olmaya devam etmektedir. Kendisi, klasik bir Anglikan olarak yetişmiş, ancak 10’lu yaşlarında inancını yitirmiş ve 20’li yaşları ile 30’larm başında agnostik olarak kalmıştır. 1930’ların başında ise, kişi­sel ve kamusal koşullar gereği, perspektifinde bir de­ğişim yaşamıştır. Evliliğinde sorunlar ortaya çıkmış, bir tarihçi olan Eileen Power ile bir ilişki yaşamayı denemiş, herhangi bir ilişki başlamamasına rağmen daha sonraları bunun pişmanlığını yaşamıştır. (67) Karısı Rosalind kendi ateist ailesine karşı isyan etti­ğinde ise, yeni gerilim noktaları ortaya çıkmış, 1932 yılında Roman Katolikliğine geçmiş ve “Katolik ger­çekliğini savunmaya” karar verdi. (68) Toynbee o ka­dar uzak bir noktaya gitmeyecekti, ancak kendi inanç­larını yeniden değerlendirmeye başladı, en tercih ettiği siyasi çözümlerin artık işe yaramadığını giderek daha çok fark eder hale geldi. Seküler toplumları eleş­tirirken giderek daha çok dini kavramlara başvurmaya başladı; 1930’ların başında söylemi giderek daha din içerikli hale geldi; günahtan, putperestlikten, kurtu­luştan söz etmeye başladı.
1939 yılının çifte felaketleri savaşın patlak vermesi ve en büyük oğlu Anthony’nin intiharıToynbee'yi Hıristiyanlığın kabulü noktasına oldukça yak­laştırdı ama Rosalind’in istediği gibi Roma Katolikliği’ne değil. (69) 1940 yılında Burge’yi oku­yunca ise (“Hıristiyanlık ve Medeniyet”) kritik bir dö­nemece erişmiş oldu. İlk başta Gibbon’a, Hıristiyanlı­ğı Helen medeniyetini “yıkan unsur” olarak ele aldığı için saldırdı; Hıristiyanlığın çöküşünün sebeplerinin çok daha derinde, İ.Ö. 5.yüzyılda ve siyasi teorinin doğduğu dönemlerde olduğunu iddia etti; bireyin dev­let karşısındaki yükümlülüklerine odaklandı. (70) Toynbee, aynı zamanda, “evrensel devletlerin” yıkın­tılarından ortaya çıkan “evrensel dinlerin”, (tıpkı Hı­ristiyanlığın Roma imparatorluğundan ortaya çıkması gibi) medeniyetlerin entelektüel miraslarının koruyu­cusu olduğu ve kendi içlerinde koruduklarını sonraki medeniyet kuşaklarına aktardıkları yönündeki ilk dö­nem tezini reddetti. (71) Artık, Toynbee şuna inanı­yordu: medeniyetler, “dinin hizmetçileridir” ve “tarih­sel işlevleri”, çöküşleriyle birlikte, “her zaman için daha derin bir dini öngörünün ortaya çıkmasına dair ilerlemeci bir sürecin atlama taşlan” olmalarıdır. (72) Batı medeniyetlerinin çöküşü, eğer gerçekleşirse, ma­temi tutulacak bir şey değildir: Batı, dünyayı bir araya getirmiştir, tıpkı Roma imparatorluğunun daha önce yaptığı gibi ve artık Hıristiyanlık yayılabilirdi. (73)
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Toynbee, bir Angli­kan olarak ibadetini yapmıştı, ancak Hıristiyanlığın Or­todoks yorumlarından da uzallaşmıştı. Ortada üç etmen vardı: (1) yavaş yavaş ilerleyen inancı (bunu 1930’lardan beri koruyordu ve bunu. Tanrı’ya giden birçok yol olduğu ve Hıristiyan yolunun da bunlardan sadece biri olduğu şeklinde yorumlıyordu) (74). (2) 1942 yılında Rosalind ile evliliğinin bitmesi, ki bu da Roma Kato­likliği’ne geçiş yolunu kapatmış oldu. (3) İkincisiyle bağlantılı: oğlu hakkındaki üzüntüsü ve Rosalind’e dair duygularıyla başa çıkabilmek için Toynbee psikoterapi sürecinden geçti, bu sırada da C.G. Jung’un çalışmala­rını inceleme fırsatı buldu. (75) Jung’un fikirleri, Toynbee’nin daha erken dönemde Platon, Bergson ve diğer­leriyle kesişen yollarıyla uyumluydu. Jung’un “arketipleri” sayesinde, “yüksek dinler” olarak nitelen­dirdiği şeyin farklı boyutları hakkında düşüncelerini örgütlemenin bir yolunu bulmuş oldu. Araştırma’nın son ciltlerinde ve Gifford Okumaları dizisinde (“Bir Tarihçinin Dine Yaklaşımı” olarak yayımlanmıştır), Toynbee’nin iddiası şuydu: çağdaş dünyanın önde ge­len dört “yüksek dini” olan Hıristiyanlık, Hinduizm, İslam ve Mahayana Budizm, aynı amaca farklı yollar­dan gidiyordu: Allah Aşkı. (76) Hepsi, erken dönem din düşünceleri konusunda ilerlemeleri temsil ediyor­du, çünkü insanoğlunu doğadan ve kendinden alıp Tanrı’ya yakınlaştırmalardı. Ve tümüne de çağdaş dünyada ihtiyaç duyuluyordu, keza sadece bu yüksek dinler, insanları diğer insan yapımı putlara (mantık, bilim veya modem egemen devlet gibi) tapmaktan alıkoyabilirdi. Bir diğer deyişle, “Belalar Çağı”, tari­hin bize yüksek dinler konusunda söylediklerinin ka­bulünü gerektirmektedir: her bir dinin siyasi söylem­lerin ötesine geçmesi ve medeniyeti daha üst bir aşamaya çıkarması. Araştırma ve diğer birçok kitap, makale, okuma ve konuşmada, Toynbee, insanoğlu­nun materyalizmden, eşitsizlikten, bölgesel çatışma­lardan ve nükleer yok ediş tehdidinden (keza bir dev­letin evrensel imparatorluk arayışlarında bu aşamalar söz konusu olabilmektedir) azade olması için “ruhani bir devrim” önermekteydi.
İnsan ırkı, elde ettiği’ teknolojik hüner sa­yesinde, taahhüt edilmiş evrensel soykırım ile tek bir aile olarak yaşamayı öğrenmek arasında bir tercih yapmak zorundadır artık. Toynbee, bugün artık göz­den düşmüştür en azından uluslararası ilişkiler ko­nusunda çalışan akademisyenler arasında. Bu ilgi noksanlığının ardında iyi sebepler bulunmaktadır ve kötü sebepler de... Yazdıkları sıkıcıydı, aşırı süslüydü, genellikle de iyi bir editörün elinden çıkmamış olur­du. Çok fazla ve çok hızlı yazardı. Teorilerini genel­likle net olmayan bir şekilde ifade ederdi; kinaye veya alegori kullanırdı. Onları anlamak, klasikleri, İncil’i ve diğer büyük din kitaplarını, Bergson’u ve Jung’u bilmeyi gerektirirdi.
Foreign Affairs ve International Affairs'te yayımlanan denemelerinin yanı sıra -ki bunlar net, direkt ve anlaşılırdı- Toynbee’nin çalışmalarının geri kalanının büyük bölümü, ilgi çekici değildi; bazıları insanı hiç tatmin etmezdi. Toynbee, ulus lararası ilişkilerin akademik düzlemine ciddi katlılarda bulundu; daha sonraki kuramcıların (örneğin Martin Wight) (79) ve Orta Doğu araştırmaları yapan bazı tartışmalı yazarların (80) düşüncelerini şekillendirdi ve tarihte kalıcı bir etki bıraktı - özellikle de Amerika’da. (81) Ancak, son kertede, Toynbee’nin politika ve uygulama konusundaki kamusal tartışmalara olan katkısı, en uzun erimli olanıydı.
Toynbee’nin bir tarihçi veya kuramcı olarak gözden düşme sebebi ne olursa olsun, kendisi güncel gelişmeleri çok iyi okurdu. 1930' lu yılların sonunda yayımlanmış makaleleri ise, oldukça etkileyicidir: “Münih’ten sonra: dünyanın görünümü” ve “tarihte bir dönüm noktası” Avrupa’daki güç dengesinin dokunaklı açıklamalarıdır. (82) Toynbee'nin liberalizme yönelik ütopik inancı, Carr’ın totaliter realizminden baskın gelmişti; Hitler’e direnmek, ahlaki ve stratejik olarak tercih edilir bir amaçtı. (83) Toynbee’nin Avrupa emperyalizminin adaletsizlikleri hakkındaki görüşleri -ve Batı’nın “geri kalanlar” üzerindeki geniş etkisi- şimdilerde kapsamlı bir şekilde kabul ediliyor. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir dünya devleti kurulacağına dair öngörüsü gerçekleşmezken, ABD ve Sovyetler Birliği’nin dünya siyasetindeki en nüfuzlu güçler olarak Britanya ve diğer Batı Avrupalı devletlerden üstün çıkması konusundaki tahmini de, oldukça kurnazca ve öngörülüydü. (84) Toynbee, genellikle cesur, insancıl biri olarak takdiri hak ediyor; kendisi Yirminci Yüzyıl’ın Belalar Çağı’nı oldukça doğru yorumlamıştır. Her zaman haklı değildir ve yöntemleri, taklit girişimlerini reddeder. Ancak, özellikle International Affairs’ın sayfalarında, bu alanın akademisyenleri tarafından kamu tartışmalarının etkilenmesi ve bilgilendirilmesi için neler yapılabileceğini ve nelerin yapılması gerektiğini göstermiştir. (Chathamhouse)
1.            1
See esp. Andrea Bosco and Cornelia Navari, eds,Chatham House and British foreign policy, 1919–1945: the Royal Institute of International Affairs in the inter-war period(London: Lothian Foundation Press, 1994); and, notoriously, Elie Kedourie, ‘The Chatham House version’, in hisThe Chatham House version and other essays(Hanover and London: Brandeis University Press and University Press of New England, 1984; first publ. 1970), pp. 351–94.
2.            2
Toynbee handed over the postwar volumes first to Coral Bell and then to others, including Geoffrey Barraclough, in the early 1950s, though he continued to work on those on the war years. The last of these was published in 1958.
3.            3
Arnold J. Toynbee,A study of history, 12 vols (London: Oxford University Press, 1934–61).
4.            4
See W. H. McNeill,Arnold J. Toynbee: a life(New York: Oxford University Press, 1989); and, for a full list of his work, S. Fiona Morton, ed.,A bibliography of Arnold J. Toynbee(Oxford: Oxford University Press, 1980).
5.            5
There is controversy about this episode. See esp. W. H. McNeill, ‘Toynbee revisited’, in Wm Roger Louis, ed.,Adventures with Britannia: personalities, politics and culture in Britain(Austin, TX: University of Texas Press, 1996), p. 177.
6.            6
See Kedourie, ‘The Chatham House version’.
7.            7
McNeill,Arnold J. Toynbee, p. 172. Toynbee’s recollections of the interview were typed up and passed on to the then Foreign Secretary, Anthony Eden. See the transcript, dated 13 March 1936, in Toynbee MS 76, Bodleian Library, Oxford.
8.            8
Carr, review of Toynbee,Survey of International Affairs, 1935inInternational Affairs16: 2, 1937, p. 28ya.
9.            9
E. H. Carr,The twenty years’ crisis: an introduction to the study of international relations, 1st edn (London: Macmillan, 1939), pp. 53, 82n. 2, 100–101, 103, 142.
10.         10
Toynbee replied at length to his many critics inA study of history, vol. 12 (London: Oxford University Press, 1961), but his peers were unconvinced. Among today’s historians, as Michael Lang recently observed, Toynbee is ‘regarded like an embarrassing uncle at a house party’: ‘Globalization and global history in Toynbee’,Journal of World History22: 4, 2011, pp. 747–83.
11.         11
Maurice Cowling,Religion and the public doctrine in modern England, I (Cambridge: Cambridge University Press, 1980), p. 20. On Toynbee’s ‘laws’, see Pieter Geyl, ‘Toynbee’s system of civilizations’, in M. F. Ashley Montagu, ed.,Toynbee and history: critical essays and reviews(Boston, MA: Porter Sargent, 1956), pp. 39–72.
12.         12
See, for example, Wayne Eltree, ‘Toynbee’s treatment of Chinese history’, in Montagu, ed.,Toynbee and history, pp. 243–72.
13.         13
Ian Hall, ‘The “Toynbee convector”: the rise and fall of Arnold J. Toynbee’s anti-imperial mission to the West’,The European Legacy17: 4, 2012, pp. 455–69.
14.         14
For a representative review, see Geoffrey Hudson, ‘Professor Toynbee and Western civilisation’,The Criterion, xv, October 1935–July 1936, collected edn (London: Faber & Faber, 1967), pp. 441–54.
15.         15
Ian Hall,Dilemmas of decline: British intellectuals and world politics, 1945–75(Berkeley, CA: University of California Press, 2012), pp. 131–51.
16.         16
Douglas Jerrold,The lie about the West: a response to Professor Toynbee’s challenge(London: J. M. Dent & Sons, 1954).
17.         17
A. J. P. Taylor, ‘Much learning … ‘, in Montagu, ed.,Toynbee and history, p. 117. See also Hugh Trevor-Roper, ‘Testing the Toynbee system’, in Montagu, ed.,Toynbee and history, pp. 122–4.
18.         18
This neglect has begun to be addressed. See, for example, Luca G. Castellin’sAscesa e decline delle civiltà: La teoria delle macro-trasformazioni politiche di Arnold J. Toynbee(Milan: Vita e Pensiero, 2010) and Cornelia Navari, ‘Toynbee, decline and civilization’, in herPublic intellectuals and international affairs: essays on public thinkers and political projects(Dordrecht: Republic of Letters, 2012), pp. 113–36.
19.         19
See Henry Kissinger, ‘The meaning of history: reflections on Spengler, Toynbee and Kant’, unpublished undergraduate honours thesis, Harvard University, 1950; Hans J. Morgenthau, ‘Toynbee and the historical imagination’,Encounter4: 3, 1955, pp. 70–76; Kenneth Thompson,Toynbee’s philosophy of world history and politics(Baton Rouge and London: Louisiana State University Press, 1985); also Martin Wight,Systems of states, ed. Hedley Bull (Leicester: Leicester University Press, 1977); Hedley Bull and Adam Watson, eds,The expansion of international society(Oxford: Clarendon Press, 1984). Toynbee still has a particularly strong following in Japan. See Jacob Kovalio, ‘A. J. Toynbee and Japan’, in Kovalio, ed.,Japan in focus(Toronto: CAPTUS Press and York University Publications, 1994), pp. 301–312.
20.         20
Toynbee,A study of history, vol. 12, p. 577. See also ‘Three Greek educations’, in Arnold J. Toynbee,Experiences(London: Oxford University Press, 1969), pp. 10–45.
21.         21
Toynbee,Experiences, pp. 66–71.
22.         22
Toynbee,Experiences, pp. 38–40. For a discussion of this episode and its significance, see McNeill, ‘Toynbee revisited’, p. 177.
23.         23
See Richard Clogg,Politics and the academy: Arnold Toynbee and the Koraes chair(London and New York: Routledge, 1986).
24.         24
Lang, ‘Globalization and global history in Toynbee’, pp. 750–55. See also Henri Bergson,Creative evolution, trans. Arthur Mitchell (Mineola, NY: Dover, 1998; first publ. 1911); J. C. Smuts,Meaning and holism, 3rd edn (London: Macmillan, 1936).
25.         25
See Toynbee,Nationality and the war(London and Toronto: Dent, 1915), p. 6. For a later iteration of this argument, see Toynbee, ‘Economics versus politics’,The Listener4: 95, 1930, pp. 824–5.
26.         26
Toynbee,Experiences, p. 75.
27.         27
Roland N. Stromberg notes that from the mid-1920s to 1939, Toynbee established the habit of finishing theSurveyfor the previous year by June of the next, then handing over the copy-editing and proofs to his assistant, Veronica Boulter, so that he could write theStudyfrom July to November: ‘A study of history and a world at war: Toynbee’s two great enterprises’, in C. T. McIntire and Marvin Perry, eds,Toynbee reappraisals(Toronto: University of Toronto Press, 1989), p. 141.
28.         28
See the opening epigraphs in Arnold J. Toynbee,Survey of international affairs, 1920–1923(London: Oxford University Press, 1927).
29.         29
Toynbee,Survey of international affairs, 1920–1923, pp. 61–4.
30.         30
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 5.
31.         31
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 27.
32.         32
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 17–50.
33.         33
Here Toynbee took his cue especially from Edward Freeman, whoseHistorical essayshe once called, in correspondence, ‘one of the greatest historical books of the world’ (Toynbee to Darbishire, 19 Aug. 1912, Toynbee MS 80).
34.         34
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 172–7.
35.         35
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 207–49.
36.         36
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 250–71.
37.         37
See e.g. Toynbee’s unpublished essay, ‘What the historian does’, read to an undergraduate club in the academic year 1910–11, Toynbee MS 1, p. 6. He was still reading Bergson in the 1920s: see Toynbee to Darbishire, 23 Sept. 1925, Toynbee MS 80.
38.         38
See Bergson,Creative evolutionandThe two sources of morality and religion, trans. R. A. Audra and C. Brereton (Notre Dame, IN: University of Notre Dame Press, 1986).
39.         39
Toynbee to Darbishire, 17 May 1911, Toynbee MS 80.
40.         40
A lengthy discussion of examples of these individuals takes up the second half of vol. 3 ofA study of history. See esp. pp. 217–376.
41.         41
In 1918, Toynbee had considered writing ‘a short history of Greece, and a much longer history of how Rome destroyed the world’, specifically to recount his understanding of the causes and consequences of the Great War in parables, noting: ‘I believe that one can put one’s experience of the war best in parables’ (Toynbee to Darbishire, 5 May 1918, Toynbee MS 80).
42.         42
Toynbee,A study of history, vol. 5, p. 16.
43.         43
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 53.
44.         44
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 137.
45.         45
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 86–7.
46.         46
Toynbee,A study of history, vol. 1, p. 89.
47.         47
Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 92–129.
48.         48
Toynbee,Democracy in the atomic age, the Dyason Lectures 1956 (London: Oxford University Press, 1957), p. 39.
49.         49
Toynbee,A study of history, vol. 5, pp. 35–193.
50.         50
Toynbee,A study of history, vol. 5, pp. 194–319.
51.         51
Toynbee,A study of history, vol. 5, pp. 376–568.
52.         52
The one exception to this rule was theSurveyfor 1928, which contained an extraordinary paean of praise for the Pact of Paris.
53.         53
Toynbee,Survey of international affairs, 1930, pp. v–vi.
54.         54
Toynbee,Survey of international affairs, 1930, p. 10.
55.         55
Toynbee,Survey of international affairs, 1931, p. 1.
56.         56
Toynbee,Survey of international affairs, 1933, pp. 4, 111.
57.         57
Toynbee,Survey of international affairs, 1935, vol. 2, p. 1.
58.         58
Arnold J. Toynbee, ‘Historical parallels to current international problems’,International Affairs10: 4, 1931, pp. 479–92.
59.         59
Arnold J. Toynbee, ‘The trend of international affairs since the war’,International Affairs10: 6, 1931, p. 806. See also hisEconomics and politics in international life, Montague Burton Foundation Lecture 1930 (Nottingham: University College, 1930).
60.         60
On the dynamics of ‘rally-and-rout’, see Toynbee,A study of history, vol. 6.
61.         61
Arnold J. Toynbee, ‘The issues in British foreign policy’,International Affairs27: 3, 1938, p. 317.
62.         62
Toynbee, ‘The issues in British foreign policy’, p. 318.
63.         63
Arnold J. Toynbee,Civilization on trial(London: Oxford University Press, 1946), pp. 91, 158. See also ‘The unification of the world and the change in historical perspective’,History33: 117–18, 1948, pp. 1–28.
64.         64
Arnold J. Toynbee, ‘The virtue of the middle way’,The Listener36: 931, 1946, p. 661.
65.         65
Arnold J. Toynbee, ‘The international outlook’,International Affairs23: 4, 1947, p. 464.
66.         66
For a good but terse treatment of the subject, see Christian Peper, ‘Toynbee: an historian’s conscience’, in McIntire and Perry, eds,Toynbee reappraisals, pp. 50–62.
67.         67
McNeill,Arnold J. Toynbee, pp. 141–3.
68.         68
William H. McNeill, ‘Some unresolved questions’, in McIntire and Perry, eds,Toynbee reappraisals, p. 43.
69.         69
See the reference to Toynbee’s ‘public anxiety and private grief’ in the Preface toA study of history, vol. 4, p. viii, as well as his references to St Augustine’sCity of Godon p. ix. For context, see McIntire, ‘Toynbee’s philosophy of history: his Christian period’, in McIntire and Perry, eds,Toynbee reappraisals, pp. 66–71.
70.         70
Arnold J. Toynbee,Christianity and civilisation, Burge Memorial Lecture (London: Student Christian Movement Press, 1940), pp. 8–11.
71.         71
On the role of Christianity in bridging Hellenic and western society, see Toynbee,A study of history, vol. 1, pp. 56–7. For one intriguing take on this supposed phenomenon, see Walter M. Miller Jr’s extraordinary novelA canticle for Leibowitz(New York: Eos, 2006; first publ. 1959).
72.         72
Toynbee,Christianity and civilisation, pp. 14, 23.
73.         73
Toynbee,Christianity and civilisation, p. 23.
74.         74
See Peper, ‘Toynbee: an historian’s conscience’, p. 53.
75.         75
For an account of what Toynbee took from Jung, see Arnold J. Toynbee, ‘The value of C. G. Jung’s work for historians’,Journal of Analytical Psychology1: 2, 1956, pp. 193–4.
76.         76
See esp. Toynbee,A study of history, vol. 7, and Arnold J. Toynbee,An historian’s approach to religion(London: Oxford University Press, 1956).
77.         77
Arnold J. Toynbee,America and the world revolution(London: Oxford University Press, 1962), pp. 75–7.
78.         78
Toynbee,A study of history, vol. 12, p. 579.
79.         79
Ian Hall, ‘Challenge and response: the lasting engagement of Arnold J. Toynbee and Martin Wight’,International Relations17: 3, 2003, pp. 389–404.
80.         80
On Toynbee’s influence, see Albert Hourani,The emergence of the modern Middle East(Berkeley and Los Angeles, CA: University of California Press, 1981).
81.         81
Toynbee was particularly important for scholars like W. H. McNeill, whoseThe rise of the West: a history of the human community(Chicago: University of Chicago Press, 2009) continues to appeal, 50 years after its original publication in 1964.
82.         82
Arnold J. Toynbee, ‘After Munich: the world outlook’,International Affairs18: 1, 1939, pp. 1–28; ‘A turning point in history’,Foreign Affairs17: 2, 1939, pp. 305–20.
83.         83
E. H. Carr,The Soviet impact on the western world(New York: Macmillan, 1947).
84.         84
Arnold J. Toynbee, ‘The international outlook’,International Affairs23: 4, October 1947, pp. 463–76.


20 Mart 2014  Turquie Diplomatique

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar