BEYNİNİZİN CİNSİYETİNİ ÖĞRENMEK İSTER MİSİNİZ?
Yazan Serkan Karaismailoğlu
|
Son 20 yılda sinirbilim alanında gerçekleşen
keşifler, aslında kadın ve erkeklerin beyin yapılarının birbirlerinden oldukça
farklı olduklarını ortaya koymuştur. Konuyla ilgili farklılıklar daha çok
bilişsel düzeyde olmakla beraber detayları merak edenler Kadın Beyni – Erkek Beyni serisine bir göz atabilirler. Genellikle erkeklerin
çoğu erkek beynine, kadınların çoğu da kadın beynine sahip olmasına rağmen
erkek beynine sahip kadınlar ve kadın beynine sahip erkekler de bulunmaktadır.
Peki siz hangi kategoriye giriyorsunuz? Gelin hep beraber bunu nasıl
ölçebileceğimizi öğrenelim.
Kadın – Erkek Beyin Yapıları Neden Farklı?
Kadınlar ve erkeklerin birbirlerinden farklı bir beyin
yapısına sahip olmasındaki en önemli etken anne karnında iken maruz kaldıkları
cinsiyet hormonlarıdır. Bu hormonlar beynin gelişimini etkileyip cinsiyete özgü
bir beyin yapısının oluşmasına neden olmaktadırlar. Bu gelişim sırasında
çeşitli hormonların etkisi olmasına rağmen asıl etki gösteren hormon,
genellikle erkeklik hormonu olarak da bilinen testosteron adlı hormondur. Bu
hormonun vücutta çeşitli kaynakları olmasına rağmen, beyinde asıl etki gösteren
testosteronun büyük bir kısmı erkek bebekte üretilir. Bebeğin kız olması
durumunda anneden ve bebekten kaynaklanan (böbrek üstü bezleri ve yağ dokusu)
az miktarda testosteron da duruma göre etkili olabilmektedir.
|
Yandaki şekilde de gösterildiği üzere beyin birbirine
oldukça benzeyen sağ ve sol yarıküre olmak üzere 2 kısımdan oluşur. Hamilelik
döneminde bebeğin maruz kaldığı testosteron hormonu beynin sol yarıküresinin
gelişimini geciktirmektedir. Sol yarıküre, gelişiminin gecikmesi nedeniyle daha
fazla dış etkene maruz kalmaktadır. Sonuçta tipik bir erkek beyninde sol
yarıküre sağ yarıküreye göre farklı bir gelişim göstermektedir. Diğer taraftan
kadın beyninin gelişimi sırasında ise herhangi bir hormonun belirleyici bir
etkisi yoktur. Ortamda testosteronun az olması nedeniyle beyin normal
gelişimini tamamlayabilmektedir (sağ ve sol yarıkürelerin benzer koşullarda
gelişmesi). Özetle söylemek gerekirse, bebek anne karnında iken ne kadar çok
fazla testosterona maruz kalırsa o kadar erkek beyinli olacaktır.
Vücudumuz Olay Yeri?
Yukarıdaki bilgiler ışığında şu soru oldukça önem
kazanıyor. Peki, anne karnında ne kadar testosterona maruz kaldığımı nasıl
öğreneceğim? Sevgili okuyucu, aslında doğrudan amniyosentez yoluyla bu konuda
bir fikir sahibi olabilirsiniz. Daha çok genetik incelemeler için gerekli olan
bu yöntemde, annenin karnına bir iğne yardımı ile girilerek bebeğin içinde
yüzdüğü amniyon sıvısından bir miktar alınarak içeriğine bakılmaktadır. Lakin
bu yazıyı okumakta olan bir çok kimsenin elinde böyle bir sonuç olmadığından
yola çıkarak asıl konumuza gelelim. Aslında anne karnında maruz kaldığımız
hormonlar ile ilgili olarak vücudumuzda şu an gözlemleyebileceğimiz çeşitli
biyolojik izler ve göstergeler bulunmaktadır. Örneğin parmak izleri ve işitme
ile ilgili bir konu olan otoakustik emisyon meselesi aslında anne karnında ne
kadar çok testosterona maruz kaldığımız hakkında bize bilgi vermektedir. Ama şu
an okumakta olduğunuz yazının konusunu yüzük parmağınız ve işaret parmağınız
arasındaki gizli ilişki oluşturmaktadır.
İşaret Parmağı (2d) / Yüzük
Parmağı (4d)
Kadınlar ve erkeklerin parmakları arasındaki
farklılıktan ilk olarak 1875 yılında bahsedilmiştir. Alman antropolog
Johan Alexander Ecker, kurucusu da olduğu Alman antropoloji dergisinde (Archiv
fur Anthropologie) konuyla ilgili bir makale yayınlamıştır (Some remarks
about a varying character in the hand of humans). O dönemden günümüze
konuyla ilgili birkaç çalışma olmasına rağmen asıl patlama 2000 yılının
başlarında olmuştur. Konuyu oldukça popüler bir şekilde tekrar gündeme
getiren Swansea Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden John T. Manning
olmuştur. Ölçümün nasıl yapılacağı ile ilgili detaylar yazının devamında
açıklanacak olmasına rağmen en baştan şunu söyleyebiliriz. Yüzük parmağınız,
işaret parmağınıza göre ne kadar uzunsa anne karnında o kadar fazla
testosterona maruz kalmışsınız demektir. Yani o kadar erkek beyinlisiniz.
Ölçüm yöntemi:
Sevgili okuyucu aslında biz bu analizlerde eli bir
tarayıcıda tarayıp özel bilgisayar programları ile hesaplama yapıyoruz. Zira
parmak uzunlukları birbirine oldukça yakın olduğu için hassas ölçümler ayırıcı
tanıyı koymakta daha güvenilir oluyor. Ama şu an bizim elimizde böyle bir imkan
olmadığından yola çıkarak bu ölçümü biraz daha basit bir düzeyde yapalım.
Konunun daha anlaşılır olması için aşağıda yer alan elimin resmi üzerinden size
ölçümü aşama aşama anlatmaya çalışacağım.
Normalde ölçümler her iki el için de yapılmakta olup
genellikle benzer sonuçlar çıkmaktadır. Bilimsel çalışmalar sağ elimiz için
yapılan ölçümlerin sola göre daha belirleyici olduğunu söyleseler de, siz hangi
elden ölçüm yapmak kolayınıza geliyorsa o elinizden ölçüm yapabilirsiniz.
Yukarıdaki resimde gördüğünüz üzere ölçümü avuç içinden yapacaksınız. İlk
olarak işaret parmağımızı ölçelim. Bu ölçümde dikkate almamız gereken iki kısım
var. Parmağınızın elinizle birleştiği kısıma (resimde A harfi ile
gösterilmektedir) yakından bakarsanız tam sınırda 1 ya da birbirine yakın 2
çizgi görürsünüz. Eğer 2 çizgi görüyorsanız ölçümünüzü alttaki çizgiden
itibaren yapacaksınız. B noktası ise tam olarak işaret parmağınızın tepe
noktasını ifade ediyor. Şimdi bir cetvel aracılığıyla A ve B noktaları
arasındaki mesafeyi ölçelim. Ne kadar hassas ölçerseniz sonuç o kadar doğru
çıkacaktır. Benim kendi işaret parmağımda yaptığım ölçümde bu mesafe 8,6 cm
olarak çıktı. Şimdi gelelim yüzük parmağınıza. Aslında işaret parmağı
için yaptığınız işlemlerin aynısını yüzük parmağınız için de yapacaksınız. Yani
yukarıdaki resimde de gösterildiği şekilde C ve D mesafesini ölçeceksiniz.
Benim kendi yüzük parmağımda yaptığım ölçümde bu mesafe 8,4 cm olarak çıktı.
Yaptığımız bu basit ölçüm sonucunda işaret parmağının yüzük parmağından uzun
olması nedeniyle okumakta olduğunuz yazıyı hazırlayan kişinin kadın beyinli bir
erkek olduğunu ileri sürebiliriz. Ama gerek kadın beyni gerekse de erkek
beyninin de dereceleri var. Şimdi burada benim merak ettiğim ne derece
kadın beyinliyim. Bunun için geriye sadece basit bir bölme işlemi kalıyor.
2d:4d
Yazının bundan sonraki kısmında işaret parmağı için
2d, yüzük parmağı için 4d ifadesini kullanacağız. Zira tıbbi literatürde bu
kavram 2d:4d oranı olarak geçer. Burada d harfi digit (parmak) kelimesinin baş
harfini, 2 ve 4 rakamı da kaçıncı parmak olduğunu ifade etmektedir. Parmakları
numaralandırmada baş parmak 1 nolu parmak olarak kabul edilmektedir. Yukarıda
cetvel aracılığıyla elde ettiğimiz ölçümler doğrultusunda işaret parmağımızın
uzunluğunu yüzük parmağımızın uzunluğuna böleceğiz. Böylece aşağıda gösterilen
oranı elde etmiş oluyoruz. Ölçümün hassasiyeti önemli olduğundan virgülden
sonraki üç basamağı da kullanıyoruz.
Peki bu oran bize ne ifade ediyor? Aşağıdaki resime
bakarsanız aşırı uçtaki erkek beyni ve aşırı uçtaki dişi beyin arasında bulunan
oranlar yer almaktadır. Irklar arasında farklılıklar olmakla beraber genel
anlamda 0,970 oranının altına inildikçe erkek beynine doğru bir gidiş, 1,000 ve
üzerine çıkıldıkça da kadın beynine doğru bir gidiş söz konusudur. Aradaki
değerler ise (0,980 ve 1,000 arası) ırklara ve coğrafi bölgelere göre
çeşitlilik gösterdiğinden net bir yorum yapmamıza engel olmaktadır.
Peki bu nasıl oluyor?
Homeobox genlerden bir grup gen, bebeğin anne
karnındaki gelişim döneminde ürogenital sistemin, el ve ayakların
farklılaşmasında rol oynamaktadır. Burada bebeğin maruz kaldığı testosteron
hormonu yüzük parmağının büyümesini sağlarken, östrojen hormonu (genellikle
dişilik hormonu olarak da bilinir) ise işaret parmağının büyümesini
sağlamaktadır. İnsanda hamilelik dönemindeki testosteron 8. ve 24. haftalar
arası çok önemli olmakla beraber 2d:4d parmak oranı yaklaşık olarak 14. ve 16.
hafta arası şekillenmektedir. Bu oran özellikle 5 yaşından sonra sabit
kalmaktadır.
Bilimsel mi Popüler mi?
Bir çok okuyucunun parmakla beyin cinsiyeti arasındaki
bu garip ilişki konusunda ciddi şüpheleri olduğunu varsayarak konuyla ilgili
ilginç birkaç çalışma paylaşalım. Manning ve arkadaşlarının amniyotik sıvıları
incelenen bebeklerde yaptıkları çalışmada bu bulgular desteklenmiştir. Yakın
dönemde yapılan hayvan çalışmaları da benzer sonuçlar göstermektedir. Hamilelik
döneminde deney hayvanına (anne) dışarıdan testosteron enjekte edildiğinde
doğan yavrularının cinsiyetten bağımsız bir şekilde dördüncü parmaklarının
ikinci parmaklarına göre uzun oldukları gösterilmiştir. Tüm bu bilgiler
ışığında ikinci ve dördüncü parmakların uzunluklarının oranının (2d:4d)
hamilelik döneminde bebeğin maruz kaldığı testosteron hakkında dolaylı da olsa
bir bilgi verdiğini söyleyebiliriz.
Son söz:
Bu konuda oldukça fazla sayıda parmak ölçümü yapan ve
konuyla ilgili yayını da olan biri olarak okuyucuyla hayata dair bir ipucu
paylaşmak isterim. Baştan vurgulayayım ki, bu söylediğimi bilimsel verilerden
ziyade kişisel gözlemlerime ve yorumuma dayanarak söylüyorum. Aşık olduğunuz ve
hayatınızı birleştirmeyi düşündüğünüz kişinin parmaklarına çaktırmadan
bakmanızda bir miktar fayda olabilir. Zira eğer sizin yüzük parmağınız uzunsa
seçeceğiniz kişinin işaret parmağının uzun olması, ya da tam tersi, hayata dair
bir çok kolaylık sağlayacaktır.
Kaynaklar:
1- Ecker A. Some remarks about a
varying character in the hand of humans. Arch Anthropol 1875
2- Geschwind N, Galaburda AM.
Cerebral Lateralization: Biological Mechanisms, Associations and Pathology, MIT
Press, Cambridge, MA, 1987
3- Manning JT, Scutt D,
Wilson J, Lewis-Jones DI. The ratio of 2nd to 4th digit length: a predictor of
sperm numbers and concentrations of testosterone, luteinizing hormone, and
oestrogen. Hum Rep,1998
4- Talarovicová A, Krsková L,
Blazeková J. Testosterone enhancement during pregnancy influences the 2D:4D
ratio and open field motor activity of rat siblings in adulthood. Horm Behav.
2009
KADIN BEYNİ ERKEK BEYNİ - BÖLÜM 1: GEZEGENLER, MİTOLOJİ VE
TOPRAK SOLUCANLARI
Hepimiz bir şekilde hayatımızın bir aşamasında bir
beyin resmi görmüşüzdür. Peki hiç merak ettiniz mi gördüğünüz bu beyin resmi
bir erkeğe mi yoksa bir kadına mı aitti? Aslında yakın zamana kadar bilim
dünyası bize hep tek bir resim gösterdi ve bir iki ufak ayrıntı dışında her iki
cinsiyetin beyninin de benzer yapıda olduğunu savundu. Lakin son 10 yılda
elde edilen verilere baktığımızda kadın beyni ve erkek beyninin aslında birçok
düzeyde birbirinden farklılık gösterdiği ortaya konulmuştur. Okumuş olduğunuz
bu yazı dizisinde, kadın ve erkek beyni arasındaki farklılıkları ve bu
farklılıklar sonucu dünyaya oldukça farklı gözlerle bakmamızın altında yatan
sinirbilimsel nedenleri inceleyeceğiz. Bunu yaparken de özellikle kadın ve
erkek arasındaki problemleri bir bir ele alıp aslında tüm bu problemlerin nedeninin
beynimizdeki bazı bölgelerin birbirinden farklı çalışmasından kaynaklandığını
göreceğiz. Kadın ve erkek beyinleri arasındaki temel farklar nedir? Kadınlar
gerçekten de çok mu konuşur?, Erkekler neden dinlemez?, Empati yapmak erkek
adamı bozar mı?, İlişkide seçici olan kimdir? gibi bir çok soruyu beynimizdeki
bu farklılıklar doğrultusunda cevaplayacağız.
“Boşlukta dönen bir topun üzerinde yaşıyorken ne kadar ciddi olabilirsin”
|
Yazar John Gray 1990’larda yazdığı “Men Are from Mars,
Women Are from Venus” (Türkçeye Altın Kitaplar tarafından Erkekler Mars’tan,
Kadınlar Venüs’ten adıyla çevrilmiştir) adlı kitabıyla 121 hafta boyunca en çok
satanlar listesinde yer almakla beraber 7 milyonun üzerinde satış rakamlarına
ulaşarak bir kitap için olağanüstü bir başarı göstermiştir. Sırf bu rakamlara
bakarak bile kadın ve erkeklerin cidden ayrı gezegenlerden gelmiş olabileceğini
düşünen oldukça kalabalık bir topluluk olduğunu varsayabiliriz. Peki, gerçekten
de iki ayrı gezegenden gelecek kadar farklı mıydı her iki cinsiyetin
davranışları? Ortada bu kadar ciddi anlaşmazlıklar var mıydı yoksa konu
abartılıyor muydu? Tüm davranış modellerini beynimiz belirlediğine göre
Venüslülerle Marslıların beyin yapılarının birbirinden oldukça farklı olma
ihtimali söz konusu olabilir.
Kadınları
güzeller güzeli Venüs temsil ederken erkekleri yamuk yumuk Mars’ın temsil
etmesine hiç takılmadan birkaç konuya açıklık getirelim. Mitolojide Venüs
(Yunancada Afrodit), aşkın ve güzelliğin tanrıçasıdır. Venüs gezegeni geçmiş zamanlardan
beri en parlak gezegen olarak gözlendiğinden kendisine bir tanrıça ismi
verilmiştir. Diğer taraftan kızıl gezegen Mars’ın adı ise Roma
mitolojisindeki savaş tanrısından gelmektedir. Doğal olarak kadınların
Venüs’ten, erkeklerin ise Mars’tan dünyamıza geldiği fikri gezegenlerin ad ve
karakterlerine bakınca oldukça olası duruyor.
Hatta bu fikri destekleyecek bir
bilgiyi daha paylaşalım. Hepinizin bildiği üzere güneş sistemindeki gezegenler
belirli bir yörüngede dönerken aynı zamanda kendi etraflarında da
dönmektedirler. Kendi etrafında dönen bir gezegene üstten baktığınızda saat
yönünün tersinde dönüyorsa buna pozitif yön denir. Gezegenlerin hemen hepsi
kendi eksenleri etraflarında dönmelerini pozitif yönde yaparken bilin bakalım
hangi gezegen diğerlerine ters yönde dönmektedir. Evet, tam da tahmin ettiğiniz
gibi tipik bir Venüs davranışı. Hani erkekler, hatta sinirbilimciler olarak
kadınların bazı davranışlarını tanımlamakta zorlanırız ya işte astronomi
dünyasında da Venüs’ün niye böyle davrandığı da bir o kadar tanımlaması zor bir
durumdur.
Günümüzde kullanılan kadın ve erkek sembolleri de aslında Venüs ve Mars'a ait semboller olmakla beraber aşağıdaki resimde güneş, ay ve birtakım gezegenlere ait diğer sembolleri de görebilirsiniz.
Günümüzde kullanılan kadın ve erkek sembolleri de aslında Venüs ve Mars'a ait semboller olmakla beraber aşağıdaki resimde güneş, ay ve birtakım gezegenlere ait diğer sembolleri de görebilirsiniz.
1. Güneş (altın) 2. Ay (gümüş) 3. Satürn (kurşun) 4.
Jüpiter (kalay) 5. Mars (demir) 6. Merkür (civa) 7. Venüs (bakır)
|
Madem gezegenler ve mitoloji dünyasına bu kadar girdik
bir diğer meseleye de açıklık getirelim. Sonuçta yeryüzünde kendini kadın ya da
erkek gibi hissetmeyenler de var. Peki, bunların bir gezegeni var mı? İlginç
bir şekilde eşcinseller ve cinsiyet değiştirenler de geleneksel olarak
kendilerini simgeleyen gezegeni Merkür olarak seçmişlerdir. Doğal olarak da
kendilerini temsil etmesi açısından Merkür'ün sembolünü
kullanmışlardır.
Merkür’ü seçmelerinin altında yatan hikâye de bir o kadar ilginç aslında. Roma mitolojisindeki kanatlı tanrılardan biri olan Merkür aynı zamanda eski yunanda sabah yıldızı Hermes olarak da bilinir. Hikaye bu ya, Hermes bir gün güzeller güzeli Afrodit’e âşık olur ve bu aşkın sonucu olarak ise bir oğulları olur. Doğan oğullarına kendi isimleri olan Hermes ve Afrodit’in birleştirilmiş hali olan Hermafrodit adını koyarlar. Sevgili okuyucu gördüğün üzere günümüzde sevgililerin isimlerini birleştirerek yeni bir isim oluşturma çabası ta buralara kadar uzanıyor gibi görünüyor. Neyse hikayemize geri dönecek olursak Hermafrodit bir gün göle yüzmeye gider. Orada Hermafrodit’i gören ve görür görmez âşık olan bir su perisi Hermafrodite sıkıca sarılarak Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Dileği anında kabul olur ve sonuçta tek bir bedende çift cinsiyetli olarak yaşarlar. Okuyucuyla şunu paylaşmak gerekir ki biyolojide çift cinsiyet organına sahip canlıları tanımlamakta kullanılan hermafrodit kelimesi de buradan gelmektedir. Bu arada söz konusu mitoloji olduğunda hikayelerin birçok uyarlaması olduğunu unutmamak lazım. Hikâyenin bir farklı uyarlamasında ise Hermes ile Afrodit’in hiç ayrılmamak adına tek bir vücutta birleştiği de öne sürülür. Hikâyenin çok farklı anlatımları olsa da sonuç aynıdır. Aslında hermafroditlik doğada sık karşılaşabileceğiniz bir durumdur. Örneğin hareket eden bir hermafrodit görmek istiyorsanız herhangi bir parka giderek bir toprak solucanını inceleyebilirsiniz.
Merkür’ü seçmelerinin altında yatan hikâye de bir o kadar ilginç aslında. Roma mitolojisindeki kanatlı tanrılardan biri olan Merkür aynı zamanda eski yunanda sabah yıldızı Hermes olarak da bilinir. Hikaye bu ya, Hermes bir gün güzeller güzeli Afrodit’e âşık olur ve bu aşkın sonucu olarak ise bir oğulları olur. Doğan oğullarına kendi isimleri olan Hermes ve Afrodit’in birleştirilmiş hali olan Hermafrodit adını koyarlar. Sevgili okuyucu gördüğün üzere günümüzde sevgililerin isimlerini birleştirerek yeni bir isim oluşturma çabası ta buralara kadar uzanıyor gibi görünüyor. Neyse hikayemize geri dönecek olursak Hermafrodit bir gün göle yüzmeye gider. Orada Hermafrodit’i gören ve görür görmez âşık olan bir su perisi Hermafrodite sıkıca sarılarak Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Dileği anında kabul olur ve sonuçta tek bir bedende çift cinsiyetli olarak yaşarlar. Okuyucuyla şunu paylaşmak gerekir ki biyolojide çift cinsiyet organına sahip canlıları tanımlamakta kullanılan hermafrodit kelimesi de buradan gelmektedir. Bu arada söz konusu mitoloji olduğunda hikayelerin birçok uyarlaması olduğunu unutmamak lazım. Hikâyenin bir farklı uyarlamasında ise Hermes ile Afrodit’in hiç ayrılmamak adına tek bir vücutta birleştiği de öne sürülür. Hikâyenin çok farklı anlatımları olsa da sonuç aynıdır. Aslında hermafroditlik doğada sık karşılaşabileceğiniz bir durumdur. Örneğin hareket eden bir hermafrodit görmek istiyorsanız herhangi bir parka giderek bir toprak solucanını inceleyebilirsiniz.
İlk bölüm için yazılanlar sizleri yanıltmasın.
Okumakta olduğunuz yazının konusu astronomi, mitolojik tanrılar ve toprak
solucanlarının cinsel hayatları ile ilgili olmamakla beraber asıl ana konumuza
geri dönelim. Kadın ve erkek beyinleri arasında fark var mıdır, varsa bu
farklar nelerdir? Zira hemen hepimiz bir beyin resmi ya da çizimi görmüşüzdür.
Peki, bu beyin bir erkek beyni midir yoksa bir kadın beyni midir? Her iki
cinsiyetin beynini birbirinden ayıracak yapısal ya da fonksiyonel farklılıklar
bulunmakta mıdır? Son dönemlerde beyin cinsiyeti “brain gender”
konusunda yapılan birçok çalışma ortaya çok ilginç sonuçlar koymaktadır. Lakin
bu çalışmaları incelemeden önce gelin hep beraber şu tarihi erkek beynini bir
inceleyelim.
Kaynaklar:
1- Men Are from Mars, Women Are from Venus (1992
- John Gray)
2- The Cambridge planetary handbook (2000 -
Michael E Bakich )
3- The Origin of the Male and Female Symbols of
Biology (1962 - William T. Stearn)
KADIN BEYNİ ERKEK BEYNİ - BÖLÜM 2:
TARİHİ ERKEK BEYNİ
Hepimiz bir şekilde hayatımızın bir aşamasında bir
beyin resmi görmüşüzdür. Peki hiç merak ettiniz mi gördüğünüz bu beyin resmi
bir erkeğe mi yoksa bir kadına mı aitti? Aslında yakın zamana kadar bilim
dünyası bize hep tek bir resim gösterdi ve bir iki ufak ayrıntı dışında her iki
cinsiyetin beyninin de benzer yapıda olduğunu savundu. Lakin son 10 yılda
elde edilen verilere baktığımızda kadın beyni ve erkek beyninin aslında birçok
düzeyde birbirinden farklılık gösterdiği ortaya konulmuştur. Okumuş olduğunuz
bu yazı dizisinde, kadın ve erkek beyni arasındaki farklılıkları ve bu
farklılıklar sonucu dünyaya oldukça farklı gözlerle bakmamızın altında yatan
sinirbilimsel nedenleri inceleyeceğiz. Bunu yaparken de özellikle kadın ve
erkek arasındaki problemleri bir bir ele alıp aslında tüm bu problemlerin
nedeninin beynimizdeki bazı bölgelerin birbirinden farklı çalışmasından
kaynaklandığını göreceğiz. Kadın ve erkek beyinleri arasındaki temel farklar
nedir? Kadınlar gerçekten de çok mu konuşur?, Erkekler neden dinlemez?, Empati
yapmak erkek adamı bozar mı?, İlişkide seçici olan kimdir? gibi bir çok soruyu
beynimizdeki bu farklılıklar doğrultusunda cevaplayacağız.
"Masal tadında insanlar tanıdım, bir varmış bir yokmuşlardı"
Tarihsel sürece bakacak olursak insan beyni ile
ilgili önemli keşiflerin, özellikle savaş alanlarında gerçekleşen kafa
yaralanmaları ve ölümler sonucu ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Savaş
alanlarında çoğunlukla erkekler bulunduğundan, beyin ile ilgili toplanan
bilgilerin büyük bir kısmı erkeklere aitti. Günümüze kadar ulaşan birçok
çizimde de erkek beyni resmedilmektedir. Burada sinir bilim camiası basite
indirgeme kullanarak, muhtemelen erkek beyni için geçerli olan özelliklerin
kadın beyni için de geçerli olacağını düşünmüştür. Günümüzde ortaya çıkan
bulgular ışığında ise aslında bu basit mantığın doğru olmadığını görüyoruz.
Aslına bakarsanız beynimizin günümüze kadar ulaşan
tarihi keşif süreci oldukça keyifli bir hikaye olup bir başka yazının konusu
olabilir. MÖ 7000 yılında trepanasyon (kemikleri delerek vücut boşluklarının
açılması) ile başlayan hikaye, Hipokrat (MÖ 460- 379) ve Aristo’nun (MÖ 384-
322) beyin konusundaki zıt fikirleri, Galen’in (MS 130-200) konuya tek bir
dokunuşla açıklık getirmesi, elektriğin keşfine kadar hüküm süren Descartes’ın
(1596 – 1650) yanılgısı gibi bir çok ilginç başlık içermektedir. Lakin
belirtilen bu dönemlerde beyin üzerine yapılan doğru ya da yanlış yorumların
hiç birisinde kadın ve erkek beyninin farklılığına dair bir bulgu yoktur. Bu
konudaki ilk tespitler ilginç bir şekilde 19. yüzyılda ortalığı kasıp kavuran
frenoloji “phrenology” adlı uydurma bilimin katkısı ile ortaya
çıkmıştır.
Akıl
Bilimi - Frenoloji
Beyne baktığınızda kıvrımlı bir yapıda olduğunu
görürsünüz. Peki beynin yüzeyinin kıvrımlı olmasının bir nedeni var mıydı?
Acaba bu durum beyinde farklı fonksiyonların oluşmasına mı neden oluyordu? Bu
ve benzer soruların ışığında 1809 yılında henüz bir tıp öğrencisi olan
Avusturyalı Franz Joseph Gall ortaya çok ilginç bir fikir attı. Gall’ın fikrine
göre, insan kafatasının şekli ile beyin benzer özelliklere sahip olmalıydı.
Yani beyin ve kafatası birbirine paralel girinti ve çıkıntılardan oluşmaktaydı.
Ayrıca beynin belirgin şekilde daha büyük olan bölgelerinin büyük olmalarının
sebebinin, bu bölgeleri ilgilendiren niteliklerin daha gelişmiş olmasından
kaynaklanmakta olduğunu da düşünmekteydi. Bu fikirlerden yola çıkan Gall ve
arkadaşları yüzlerce insanın kafatasında çeşitli ölçümler yaparak beyin ile
ilgili bir çok bölge tanımladılar. Bazı bölgeleri ve neleri temsil ettiğini
aşağıdaki resimde görebilirsiniz.
İnsanın kafa şekli ve kişisel özellikleri arasında
bağlantı kuran bu yeni bilime frenoloji yani akıl bilimi adını verdiler. Bu
fikir ve uygulamalar genel bilim camiasında çok ciddiye alınmasa da döneminde
inanılmaz bir popülariteye ulaşmıştı. 1827 yılında frenoloji hakkında yazılan
kitaplar yüz binin üzerinde satış yapmıştı. Fikir o kadar popüler olmuştu ki
artık insanlar kafataslarına göre sınıflandırılmaya başlanmıştı.
Örneğin 1876 yılında İtalyan hekim ve kriminoloji
uzmanı Cesare Lombroso’nun Suçlu İnsan (l'uomo delinquente) adlı kitabında,
kafataslarına göre suçlu olabilecek insanlar ile ilgili birçok bilgi ve resim
bulunmaktaydı. Cetvelle kafatası ölçümü Almanlar arasında da oldukça moda
olmuştu. Örneğin, Bayerthal (1911) çevresi 52-53 cm’den küçük kafatasına
sahip birinin asla profesör cerrah olamayacağını hatta 52 cm’den düşüklerin
ciddi düşünsel faaliyette bile bulunamayacağını belirtir. 50,5 cm’den
aşağısının ise normal bir insan olamayacağını söyler. Bu görüşlerin yayılması o
kadar hızlı olmuştu ki işverenler iş başvurularında değerlendirme yapmaları
için frenologlar tutmaya başlamıştı. Bu hızlı yayılma karşısında bilim camiası
daha sert tepkiler vermesine rağmen çok da başarılı olamamıştı. Örneğin dönemin
en önemli dergilerinden olan Edinburg Review’da konuyla ilgili aşağıdaki
cümleler kullanılmıştı.
“Kendilerini bilimsel
araştırmacı olarak adlandıran bu iki adam (Gall ve Spurzheim) böylesi
saçmalıkları, adi süprüntüleri, 19. yüzyılın hekimlerine düşüncenin ve
tümevarımın numunesiymiş gibi sunacak kadar vahim şekilde küstahtırlar”
Paul Broca ve Fransız Kadınlar Meselesi:
Fransa’da Paris tıp fakültesinde profesör olan Paul
Broca, _ki kendisi oldukça önemli bir şahsiyet olup, beyinde
konuşma ile ilgili bölgeyi keşfettiği için bu bölgeye kendisinin adı
verilmiştir (Broca Alanı)_ inanılmaz kariyeri olan bir bilim insanıydı. 20
yaşında tıp fakültesinden mezun olan Broca; matematik, fizik ve Fransız
edebiyatı üzerine de eğitim almıştı. Broca, dönemin popüler fikirlerinden
frenolojinin de bağlantısıyla antropolojiye oldukça merak salmıştı. Her ne
kadar yaptığı antropolojik ölçümler adının Paris emniyetindeki dosyalarda
şüpheli şahıs olarak geçmesine neden olsa da en önemli keşfini de yine
frenoloji sayesinde yapmıştır. 1861 yılında Gall’ın öğrencisi ve frenoloji
uzmanı olan Ernest Aubertin’in verdiği bir konferansa katılan Broca, en önemli
keşfinin ipucunu buradan almıştı. Çünkü Aubertin verdiği konferansta ilginç bir
şekilde hitap yeteneğinin beynin ön kısmındaki bir alanda olduğunu iddia
adiyordu. Tesadüfen o dönemde Broca’nın çalıştığı hastanede otuz yıldır felçli
olan bir hasta yatmaktaydı. Kendisine sorulan her soruya sadece “tan tan”
diyerek cevap verebildiğinden kendisine Tan takma adı takılmıştı. Bu kişinin
ölümünün ardından beynini inceleyen Broca, beynin ön lobunun sol kısmında doku
bozukluğu olduğunu farketti ve bu bölgenin konuşma ile ilgili bir merkez
olabileceğini öne sürdü. Daha sonra konuşma bozukluğu olan kişilerde benzer
bölge hasarlarının gösterilmesi ile Broca’nın fikri doğrulanmış oldu. Merak
edenler için söyleyelim Tan’ın (Leborgne) bu ünlü beyni halen Paristeki
Dupuytren müzesinde sergilenmektedir.
Kadın ve erkek beynine dair ilk keşifler Broca
aracılığıyla olmuştur. Broca yaptığı antropometrik ölçümler ile kişileri beyin
ölçüleri, ırk ve zekasına göre gruplara ayırıyordu. 292 erkek ve 140 kadında
yaptığı otopsi araştırmaları sonucu, kadınların beyninin erkeklerin
beyninden daha küçük ve hafif olduğunu buldu. Bu sonuçlar doğrultusunda,
kadınların erkeklerden daha küçük bir beyne sahip olduklarından dolayı asla
erkeklerle aynı zeka seviyesinde olamayacaklarını öne sürdü. Kadın ve erkek
beynine ait ilk keşfedilen bu farkın bu denli yanlış yorumlanması büyük bir
şanssızlık olmasına rağmen Broca’nın bu görüşü erkek egemen bilim camiasında
çok hızlı popüler olmuştu. O dönemde hızla popülerlik kazanan bir diğer akım da
Darwin’in öne sürdüğü evrimsel fikirlerdi. Bu fikirler etkisinde, Broca’nın
öğrencilerinden ve aynı zamanda kadınlardan çok da fazla hoşlanmadığını
düşündüğümüz Gustave Le Bon 1879 yılında elde ettiği bazı verileri
yayınlayarak, ortalama bir Paris kadınının beyin büyüklüğü bakımından
erkeklerden çok gorillere yakın olduğunu ileri sürmüştü.
Yakın Tarih:
Elle tutulur ilk veriler ise yaklaşık 40 yıl önce
keşfedilmeye başlandı. Amerikalı psikolog Herbert Landsell, beyinde oluşan benzer
hasarlarda kadın ve erkeklerin çok ilginç biçimde farklı tepkiler ortaya
koyduğunu gösterdi. Örneğin aynı bölgelerin benzer hasarlarında erkekler
neredeyse tümüyle konuşma yeteneklerini kaybederken kadınlarda oluşan hasar
daha düşük seviyeli olmaktaydı. Demek ki her iki cinsiyetin ilgili beyin
bölgeleri arasında bir takım farklar söz konusu olabilirdi. Burada sadece bu
örneği vermekle yetinelim. Zira ileride kadın ve erkeklerin dinleme ve konuşma
konusundaki müthiş farklılıkları uzun uzun irdelenecektir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar