Print Friendly and PDF

BİLİNMEYEN SIRLARDAN



Hz. Ali kerremallâhü veche buyurdu ki;
“Doğru yolu gösteren Hak Teâlâ’ya yönelmeyen ve onun çizdiği yolda yürümeyen bir insana vaizler etki edip, onun kalbinin hastalığına devâ bulamazlar.”
Bahaüddin Nakşbendî Hazretlerine gelerek ondan şifâ dile­yen bir hastaya tövbe ve istiğfar etmesini emir buyurmuşlar. Bu­nun nedenini soranlara Şah-ı Nakşibend:
“Önce hasta kendi sıh­hatina talip olmalı ve ondan sonra Cenâb-ı Hak’tan iyileşmesi için niyazda bulunmalıdır ki biz de onun duâsının kabulü için Allah’a yalvaralım. Kendisinin istemiş olduğu şeyin meydana gelmesi için önce kendisi duâ etmelidir. Henüz hastanın isteme­diği bir durumun olması için duânın kabulü çok uzak bir ihti­mâldir,” demiştir.

Kaynakça
Hz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.225

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ismi veya O’nun hakkında müstear bir ifade geçtiğinde kısaltma yapılmasının hatalı olduğunu hatırlatmak için bu yazılar tekrar edildi.

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, namazların teşehhüdünde ve başka yerlerde salât getirmek meşrudur. Bu durum, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin adı, bir kitaba, mektuba, makale vb. şeye yazılırken de gerçekleşir. Meşru olan, Allah Teâlâ’nın bize emrettiğini gerçekleştirmek için salât’ın tam yazılmasıdır. Okuyucu, görünce onu hatırlamalıdır. Salâtın (s.)—(s.a.s.)—(a.s.) gibi kısaltılarak yazılması uygun değil ve hatalıdır. Bunda yüce Allah Teâlâ’nın “Ona salât getirin ve samimi bir şekilde selâm edin” emrine aykırı davranıştır.
Mesela, Osmanlıcada besmele için  به   yazılmıştır. Bu Arapçada “O’nun ismiyle” diye bir mana ifade eder.
“İbnu’s-Salâh “Mukadimetu ibni’s-Salâh” diye bilinen “Ulûmu’l-hadis”te şöyle der:
“Anıldığında, “Allah Teâlâ’nın Rasulü’ne salât ve selâm olsun” diye yazmaya dikkat etmesi ve tekrar tekrar yazmaktan usanmaması. Çünkü bu, hadis öğrencilerinin peşinen elde ettikleri kazançların en büyüklerindendir. Bunu ihmal eden, büyük bir kısmetten mahrum olur.
Bununla ilgili bazı salih rüyalar da vardır.
İbnu’s-Salah şöyle der: Yazarken şu husustan sakınmalıdır. “Ve sellem= selâm etsin”i yazmamak suretiyle, onu eksik olarak yazması, Hamza el-Kınanî şunu anlattı: Hadisi yazıyordum. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin adı geçtiğinde kısaltmak için “ve sellem”i yazmıyordum. Rüyamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi gördüm. Bana:
“Niçin bana salâtı tamamlamıyorsun?” dedi. Ondan sonra “Ve sellem”siz hadis yazmadım.
İbnu’s-Salâh şunu ilave etti: “Aleyhi’s-Selâm” yazılması mekruhtur. Allâme es-Sehâvî, Fethu’l-muğhis Şerhu Elfiyyeti’l-hadîs li’l-Irâkî adlı kitabında şöyle der:
Ey yazıcı! “Allah Teâlâ’nın Rasûlü’ne salât ve selâm olsun”u yazarken kısaltma yoluna gitmekten sakın.”
Es-Suyûtî de Tedribur-râvî fî şerhi Takrîbi’n-Nevâvî adlı kitabında şöyle der: “Salât ve selâmı yazarken kısaltma yapmak mekruhtur. Tam yazılmalıdır.” Her erkek ve kadın müminin görevi, her zaman Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ve selâm getirmeye devam etmek, en iyiyi, ecir ve sevabı artıranı istemek, Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellemin ümmeti üzerindeki en önemli haklarından olan bu gibi şeylerde, şeytanı ve onun aldatma ve küçümsemesini bırakmaktır.” (Yahyâ B. Mûsâ Ez-Zehrânî, Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellemin Ümmeti Üzerindeki Hakkı, s. 22)
Yazmak konusunda bu derece bir incelik olduğuna göre kelâmda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin adını anmakta  çok daha dikkatli olunmasının gereği açığa çıkar.
Necip Fazıl KISAKÜREK rahmetullâhi aleyh “O ve BEN” isimli eserinde bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir.

Varlığın Tâcına dair, Zonguldak'ta yazdığım yazı şöyle başlıyor:
                    Yâ (M..... !)
Noktalı yerde O'nun ismi, hâs ismi... Mukaddes hâs isim... Yâni mukaddes isme, nida siygasıyla hitap ediyordum.
«— Onu çıkar oradan, buyurdular; Allah’ın Resûlüne, hâs ismiyle ve nida siygasıyla hitap olunmaz.
                    Niçin efendim?
«— Hayâ meselesi!.. Allah bile Kur'ânında, Sevgi­lisine, hâs ismiyle nida ederek hitap etmedi.»
Büyük sır karşısında yandım, kül oldum. Bizzat Allah'ın haya gösterdiği sır...
                     Kur'ânın hiç bir yerinde böyle bir hitap yok mu?
Kısa ve sert:
«— Hiç bir yerinde!..»
Gerçekten «de ki» mânasına «gûl» kelimesiyle başlayan birçok âyette, bu hitaptan sonra isim gelmediği, gözümün önünden geçiverdi. Buna karşılık, birçok tefsircinin «de ki yâ M...... diye kullandıkları klişelerdeki ka­balık içimi burkuttu.[1]
Yine bazı kimselerin Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme adını anmadan “aleyhissalâtü vesselam” olarak söyledikleri saygı ifadesinin (?) Allah Teâlâ’nın emir buyurduğu salavât cihetinden bir manası olmadığı ve içeriği çok dolu olmayan bir terkip olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir.
Salavât konusunda son söz Araplar ve Arapça diline vakıf olanlardır. Geçmiş zaman ve yeni literatürde araştırma yapıldığında bu durumun açık olarak görüleceğini beyan ederiz.
Ümmeti olarak Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin şanlı ve yüce zatından özür diliyoruz.
Yâ Rasûlullâh!
Cahilliğimizi bağışla ki, Allah Teâlâ’da bizlerden razı olsun.
Âmin.

HZ. ALİ KERREMALLÂHÜ VECHE’NİN MÜNACATI

لَبَّيْـــــكَ لَبَّيْــــــــــــكَ اَنْتَ مَوْلاهُ****** فَارْحَمْ عُبَيْداً اِلَيْـــــكَ مَلْجاهُ
“Ey Allah’ım yüzümü dergâhına sürüp kapına geldim. Gideceğim tek yer ancak senin ulu dergâhındır. Sana sığınan bir kula merhamet et.”
يا ذَاالْمَعالي عَلَيْكَ مُعْتَمَدي****** طُوبى لِمَنْ كُنْتَ اَنْتَ مَوْلاهُ
“Ey Kadir-i Zü’l-Celâl olan Allah’ım tek dayanağım ancak sensin, yüksek mertebede olanların Mevlâsı ve sığınağısın. Hakiki Mâbud olduğunu bilip senin kapına itimad edenler, mutlu kimselerdir.”
طُوبى لِمَنْ كـــانَ نادِمــاً اَرِق****** يَشْكُو اِلى ذِي الْجَلالِ بَلْواهُ
“Pişmanlık duyarak nefsinden şikâyetçi olan ve yaptığı kusurların etkisiy­le uyumayıp Allah’a yalvaran kişi, mutlu ve bahtiyardır.”
وَ ما بِهِ عِلَّةٌ وَ لا سُقُمٌ****** اَكْثَرُ مِنْ حُبِّهِ لِمَوْلاهُ
“Görünürdeki hastalık ve mânevi eksikliklerinden hiç biri, insanı, Mevlâ ile olan gizli gönül muamelelerinden alıkoymamalıdır.”
اِذا خَلا فِي الظَّلامِ مُبْتَهِل****** اَجابَهُ اللَّهُ ثُمَّ لَبَّاهُ
“Gece karanlığında yalnız kalıp Allah’a yalvaranın duâsını kabul eden ve isteklerine cevap veren Cenâb-ı Hakk, kulun, “Yâ Rabbi” demesine karşılık “Lebbeyk” cevabını verir.”
(s.37-39)
********************************

ذُنُوبِيَ اِنْ فَكَّرْتُ فيــــها كَثيــــرَةٌ****** وَ رَحْمَةُ رَبّي مِنْ ذُنُوْبِـــــيَ اَوْسَــعُ
“İşlediğim günahları düşündüğümde onların haddinden fazla olduklarını görürüm. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfireti benim günahlarım­dan daha fazladır.”
فَما طَمَعي في صالِحٍ قَدْ عَمِلْتُهُ****** وَ لكِنَّني في رَحْـــمَةِ اللَّهِ اَطْمَــعُ
“İşlediğim iyi işler dolayısıyla ben Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretini talep etmi­yorum. Benim ümidim ancak O’nun rahmet ve mağfiretidir. Rahmet eden­lerin en merhametlisi olan Allah, beni boş çevirmeyecektir.”
فَاِنْ يَكُ غُفْرانٌ فذاكَ بِرَحْمَةٍ****** وَ اِنْ تَكُنِ الْاُخْرى فَما كُنْتُ اَصْنَعُ
“Eğer gufran ve rahmet zuhur ederse bu, Cenâb-ı Hakk’ın bir lutfudur. Bu­nun zıddı meydana gelirse suç ve hata benimdir.”

مَليكي وَ مَعْبُودي وَ رَبّي وَ حافِظي ****** وَ اِنّــي لَهُ عَبْدٌ اُقِرُّ وَ اَخْشَعُ
“Benim mâbudum, koruyucum, Rabbim ve melikim Hak Teâlâ’dır. Onun kulu olduğumu ikrar edip ondan korktuğumu ifade ederim.”
(s.396-397)
**************************

اِلهي اَنْتَ ذُو فَضْلٍ وَ مَنٍّ****** وَ اِنّي ذُو خَطايا فَاعْفُ عَنّي
“Ey Allahım, lutuf ve minnet sahibisin. Ben ise kusur ve hataya malikim. Beni affına mazhar kıl.”
وَ ظَنّي فيكَ يا رَبِّ جَميلٌ****** فَحَقِّقْ يا اِلهي حَسْنَ ظَنّي
“Ey Allah’ım, lutûf ve ihsanda bulunacağını ümit etmekteyim. Benim bu iki ümidimi gerçekleştir.”
اِلهي لاتُعَذِّبْني فَاِنّى****** مُقِرُّ بِالَّذي قَدْ كانَ مِنّي
“Ey Allahım, beni azabına duçâr etme. Meydana gelecek isyan ve hatalar­dan uzak tutarak kendine yakın kıl.”
فَما لي حيلَةٌ اِلاَّ رَجائي****** بِعَفْوِكَ اِنْ عَفَوْتَ وَ حُسْنِ ظَنّي
“Benim ricadan başka bir çârem yoktur. Senin affına güveniyor ve senin hakkında hüsn-i zann besliyorum.”
فَكَمْ مِنْ زَلَّةٍ لي فِي الْخَطايا****** عَضَضْتُ اَنامِلي وَ قَرَعْتُ سِنّي
“Birçok hata ve ayak sürçmelerime pişmân oldum. Bundan dolayı parmaklarımı ısırdım, dişlerimi kopardım.”
يَظُنُّ النَّاسُ بي خَيْراً وَ اِنّي****** لَشَرُّ الْخَلْقِ اِنْ لَمْ تَعْفُ عَنّي
“Ey Allah’ım, insanlar benim hakkımda hayır ve iyilik düşünüyorlar. Eğer beni affetmezsen insanların kötüsü olurum.”
وَ بَيْنَ يَدَيَّ مُحْتَبَسٌ طَويلٌ****** كَاَنّي قَدْ دُعيتُ لَهُ كَاَنّي
“Benim önümde uzun bir hapis vardır (ölüm). Sanki ben şu anda mahpus olup kalmışım.”
اُجَنُّ بِزَهْرَةِ الدُّنْيا جُنُون****** وَ اُفْنِيَ الْعُمْرَ مِنْها بِالتَّمَنّي
“Cihânın güzelliği ile ben divâne olmuşum. Uzun ömrümü bazı emeller ve temennilerle tükettim.”
فَلَوْ اَنّي صَدَقْتُ الزُّهْدَ فيه****** قَلَبْتُ لَها ظَهْرَ الْمِجَنّي
“Eğer dünyada züht ve takvâyı gerçekleştirip ve onların peşinde koşmam söz konusu olsaydı, sırtımı onlara dayar ve kalkan yapardım.”
(s.620-622)
Kaynakça
Hz. Ali kerremallâhü veche Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981 İstanbul)




HZ. ALİ kerremallâhü vechenin KASİDE-İ MECDİYESİ
بسم الله الرحمن الرحيم
لك الْحَمْدُ يا ذَا الْجُودِ وَالْمجْدِ وَالْعُلا ... تباركت تعطي من تشاءُ وتمنعُ
“Ey kerem, cömertlik sahibi ulu Allah’ım, sana hamd ve şükür olsun. Sen istediğine verir, istediğinden alırsın.”
إلـهي وَخَلاّقيْ وَحِرْزي وَمَوْئِلي ... إليك لدى الإعسـار واليســر أفزع
“Ey, Allah’ım, benim yaratıcım, koruyucum ve sığınağımsın. Darlık ve fe­rahlık zamanlarında ancak sana yalvarır ve senden yardım dilerim.”
إلـهي لَئِنْ جَلَّتْ وَجَمَّتْ خـطيـئـتـي ... فعفوك عن ذنـبـي أجـل وأوسـع
“Ey Allah’ım, benim kusur ve günahlarım ne denli çok olursa olsun, senin affedici ve bağışlayıcı merhametin ondan daha çoktur.”
إلهي لئن أعـطـيـت نـفـسـي سـؤلها ... فـهـا أنا في روض الندامة أرتع
“Ey Allah’ım, ben ne kadar nefsimin istemiş olduğu şeyleri ona verdimse de şu anda pişmanlık bahçesinde dolaşmaktayım.”
إِلـهي تَرى حالي وَفَقْري وَفــاقــَتـي ... وأنت منــاجــاتي الـخـفية تسمع
“Ey Allah’ım, benim durumumu, ihtiyaçlarımı ve fakirliğimi görensin. Be­nim yapmış olduğum gizli münâcat ve isteklerimi duyansın.”
إِلـهي فَلا تَقْطَعْ رَجائي وَلا تُزِغْ ... فـؤادي فلي في سيب جودك مطمع
“Ey Allah’ım, benim rica ve yalvarışlarımı geri döndürme. Kalbimi, hidâ­yete erdikten sonra dünyaya, meyl ettirme. Senin sonsuz hâzinenin bah­şişlerinden mahrum etme
اِلـهي أجرني مِنْ عَذابِكَ إِنَّـني ... أسيـر ذلــيــل خـائـف لــك أخــضــع
“Ey Allah’ım, beni azabından halâs eyle! Çünkü ben sana karşı boynumu bükmüş ve zilletle huzurunda eğilmişim.”
اِلـهي فَآنِسْني بِتَلْقِينِ حُـجَّـتـي ... إذا كــان لــي فـي القبر مثوًا ومضجع
“Ey Allah’ım, beni kendine ve muhabbetine yakın et! Kabirde yatacağım zaman bana soru soran meleklerin cevabım kolaylıkta vermeği nasib et.”
إلـهي لَئِنْ عَذَّبـْتـَنـي ألْــفَ حِجَّةً ... فـحـبـل رجـائـي مــنـك لا يـتـقـطـع
“Ey Allah’ım, eğer bin yıl bana azap etsen bile senin lutuf ve merhame­tinden ümidimi kesmem.”
إلـــهــي أذِقـْنـي طَـعْـمَ عَـفـْوِكَ يـَوْمَ لا ... بـنـون ولا مـالٌ هنــالك ينفـع
“Ey Allah’ım, bana affediciliğini göstererek bağışlamandan tattır. Malın ve mülkün yarar sağlamadığı bir günde bana yardımcı ol.”
إِلـهي لَئِنْ لَمْ تَرْعَني كُنْتُ ضــائِـعـاً ... وإن كنت ترعانـي فلست أضيع
“Ey Allah’ım, eğer beni korumazsan; yok olup giderim. Eğer korur ve mu­hafaza edersen sağ kalırım.”
إِلـهي إذا لَمْ تَعْفُ عَنْ غَيْرِ مُحْسِن ... فـمـن لـمـسـيء فـي الهوى يتمتع
“Ey Allah’ım, eğer iyilik yapanlara lutf ve merhametini hasredersen, kö­tülük yapanlara kim merhamet edecektir.”
إِلـهي لَئِنْ فَرَّطْتُ فِي طَلَبِ التُّقى ... فها أنـا إثـر الـعـفـو أقـفـو وأتـبــع
“Ey Allah’ım, eğer takva hususunda bir kusur işledimse işte buradayım. Senin affediciliğine sığınarak onun izinden yürüyorum.”
إِلـهي ذُنُوبي بَدَتِ الطَّوْدَ وَاْعتَلَتْ ... وصـفـحـك عـن ذنـبـي أجل وأرفع
“Ey Allah’ım eğer günahlarım dağları aşacak bir noktaya eriştiyse senin bağışlaman kusur ve günahlarımdan daha yüksek ve daha çoktur.”
إلـهي لَئِنْ أخْطاْتُ جَهْلاً فَطالَما ... رجـوتـك حـتـى قـيـل هـا هو يجزع
“Ey Allah’ım, eğer kusur işleyip dergâhına geldimse beni atfet. Senin ka­pma gelip öylesine beklemişim ki benim hakkımda, sabırsızlık yapıp yüz çevirmez diyorlar.”
إلـهي يُنَجي ذِكْرُ قوْلِكَ لَوْعَتي ... وذكـر الـخــطــايــا الـعيـن مني تدمع
“Ey Allah’ım, senin kereminin zikri, beni yakmaktan uzaklaştırır. Kusurla­rımın anılması gözlerimden yaşlar akıtıyor.”
إلـهي اَقِلْني عَثْرَتي وَامْحُ حَوْبَتـي ... فإنـي مـقـر خــائــف مــتــضــرع
“Ey Allah’ım, kusurlarımı affet ve güçlüklerimi gider. Ben kusurlarımı itiraf ediyorum ve korku ile senin dergâhına sığınmışım.”
إلـهي أنلني مِنْك رَوْحاً وَراحَــةً ... فـلـسـت سـوى أبـواب فضلك أقرع
“Ey Allah’ım, beni rahmet ve mutluluğuna eriştir. Senin fazilet ve kerem kapından başka bir kapı bilmiyorum.”
إِلـهــي لَئِنْ أقصـيـتـني أو أهـنـتـنـي ... فمن ذا الـذي أرجـــو ومــن ذا أشفع
 “Ey Allah’ım, eğer beni uzaklaştırırsan ve bana hakaret edersen, senin dı­şında kendisinden bir şey ümit edebileceğim kimse var mıdır?”
إلـهي لَئِنْ خَيَّبْتَني أو طَرَدْتَـنـي ... فما حيلتي ياربي أم كيف أصنع
“Ey Allah’ım, eğer beni zararlı çıkarır ve elimde bir şeyim kalmazsa, başka çârem var mıdır? Ne iş yapabilirim, ki?”
إِلـهي حَليفُ الْحُبِّ في اللَّيْلِ ســاهـِـرٌ ... ينــاجي ويدعو والمغفل يهجع
“Ey AlIah’ım; sözünü tutarak gece yarılarından sonra kalkıp ibadet eden­ler, sana duâ ederek yalvarıyorlar. Diğer müminler ise derin uykuda mışıl mışıl uyuyorlar.”
وكُلُّهُمُ يَرجُو نَوالجنس راجِياً ... لرحـمـتـك الـعـظـمى وفي الخلد يطمع
“Herkes senden yardım dilemektedir. Senin büyük merhametine ve senin cennetine girmeği ümit ederek hareket etmektedirler.”
إِلـهـي فَـاِنْ تـَعـْفـُو فـَعـَفـْوُكَ مُـنـْقـِذي ... وإلا فـبالـذنـب المدمر أصـرع
“Ey Allah’ım, eğer beni affedersen, kendimi kurtaracağım. Aksi takdirde günahlarım beni helâk eder, âhirette zararlı çıkarım.”
إلـهـي بـِحـَقِّ الـْهـاشـِمـيِّ مـُحـَمـَّد ... وحرمة أبــرار هـمُ لـك خــشــع
“Ey azamet ve ululuk sahibi Allah’ım, Haşim soyundan gelen Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ve onun ehl-i beyti ile İyilerin hürmetine beni affet.”
إِلـهي فانشرنـي عَـلـى ديـنِ اَحْـمـَد ... منيـبـا تـقـيـاً قـانـتـا لـك أخـضـع
“Ey Allah’ım! Senin sevgili Peygamberin herkese yardım ettiği ve şefaatçi olduğu günde beni mahrum bırakma.”
وَلا تَحْرِمْني يا إلـهي وَسَيِّدي ... شـفــاعــتــه الــكـبـرى فـذاك الـمـشفع
“Ey Allah’ım, beni Hazret-i Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin dini üzere ömrümün sonuna ka­dar sabit kıl. Böylece senin emirlerini tutan, kötülüklerden sakınan ve boy­nu bükük bir insan olayım.”
وَصــلِّ عَـلَـيْـهِمْ ما دَعــاكَ مُــوَحِّـدٌ ... وما جـاك أخـيــار بـبـابـك ركـع
“Ey Allah’ım, Muvahhidler [2] sana yalvarıp dua ettikleri ve senin kapına ge­len ve rukûa eğilerek niyazda bulunanlar olduğu müddetçe Rasûlullâh'a salât ve selâmın osun.”

Kaynak:
Mecmuatül Ahzab (Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kaddesellâhü sırrahu’l azîz) Şazeliye Cildi, s.536-539
Hz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.398-406

بسم الله الرحمن الرحيم

وكم لله من لطفٍ خفيٍّ                  
 يَدِقّ خَفَاهُ عَنْ فَهْمِ الذَّكِيِّ
“Allah’ın kullar üzerinde nice gizli nimet ve lütufları vardır ki zeki olan kimseler dahi bunu idrâk edemezler.”
وَكَمْ يُسْرٍ أَتَى مِنْ بَعْدِ عُسْرٍ                  
فَفَرَّجَ كُرْبَة َ القَلْبِ الشَّجِيِّ
“Nice güçlüklerden sonra kolaylıklar meydana geldi. Gamlı ve kederli 'kim­selerin kalbi ferahlık buldu.”
وكم أمرٍ تساءُ به صباحاً                  
 وَتَأْتِيْكَ المَسَرَّة ُ بالعَشِيِّ
“Nice işler vardır ki sabahleyin (başlangıçta) kötülüğe giderken, akşamleyin (sonuçta) neşe ve sevince dönüşür.”
إذا ضاقت بك الأحوال يوماً                  
فَثِقْ بالواحِدِ الفَرْدِ العَلِيِّ
“Bir gün devrân seni darlığa düşürürse Rezzak, yüce ve tek olan Cenâb-ı Hakk, sana kâfidir.”
تَوَسَّلْ بالنَّبِيِّ فَكُلّ خَطْبٍ                  
يَهُونُ إِذا تُوُسِّلَ بالنَّبِيِّ
“Sıkıntıya düşüldüğünde Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem vesile kılındığı gibi,  bütün duâlarda Nebi sallallâhü aleyhi ve sellemi vesile kıl.”
وَلاَ تَجْزَعْ إذا ما نابَ خَطْبٌ                  
فكم للهِ من لُطفٍ خفي
“Allah’ın kullar üzerinde nice gizli nimet ve lütuflarını umutsuzluğa düşmeden dua ettiğiniz zaman (görürsünüz.)”

Kaynak:
Mecmuatül Ahzab (Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kaddesellâhü sırrahu’l azîz) Şazeliye Cildi, s.536-540
Hz. Ali Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.682 (Bir kısmı)


باسمه
Şeyh Ebu Hafs Şihabüddin Ömer b. Muhammed b. Abdillah el-Bekri es-Sühreverdi Kuddise Sırrahu’l Azîz Hazretleri;(1 Muharrem 632'de (26 Eylul 1234) Yed-i saâdedleri ile tanzim buyurdukları MUHARREM DUÂSI’nı zât-ı âlinizi vesîle kılarak, yeni senenin hayırlara, feyz ve bereketlere vesîle olmasını niyâz eder, Ümmet-i Muhammedin istifâdelerine arz ederim.
Eûzubillâhi mineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm
 Elhamdüîlillâhi Rabbil âlemîyn, vessalâtu vesselâmu alâ seyyîdinâ Muhammedin ve alâ âlihi vessahbihi ecmâin.
Allahümme Ebediyyü’l Kadîm, el-Hayyu’l Kerîm, El-Hannân, El-Mennân, hâzihi senetü’n celîletü’n es’elüke fîhel ismete, mineşşeytânirracîm ve’l avne alâ hâzihi nefsi’l emmâreti bissûi
Ve’l iştiğâle bimâ yukarribunî ileyke Yâ Zel Celâl-i Ve’l ikrâm, birahmetike Yâ Erhamerrâhimîn ve sallâllâhu ve selleme alâ seyyîdinâ ve nebîyyinâ Muhammedin ve alâ   âlihi ve sahbihi ve ehli beytihi ecmâin.[3]


Hazret-i Hüseyin aleyhisselâm bir ara maddi sıkıntı çekmiş ve borçlan­mışlardı. Yakınları ve çoluk çocuğu toplanarak kendisine dediler ki:
Muâviye, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin hanedanına boyun eğmek ve bunu kullanmak için bir bahane arar. Bu sıkıntımızı münasip bir şekilde kendi­sine bildirirsek borcumuzu öder, dediler.
Hazret-i Hüseyin:
“Kul, kişi’den rızkını talep etmez. Kulun durumunu Hâlik Teâlâ kuldan daha iyi bilir,” dedi. Çok ısrar ettiklerinde ise, “Peki bir mektup yazın, sabahleyin mühürler ve göndeririz,” dedi.
Âdetleri gereği seher vakti yataklarından kalkıp dışarıya çık­tılar. Döndüklerinde ellerinde bir kâğıt parçası vardı,
“Bunu ba­bam Hazret-i Ali’nin kendi el yazılarıyla yazılmış olarak buldum,” dedi.
“Alın, okuyun.”
Baktılar ki kâğıtta bu dört mısralık şiir ya­zılıdır. Bunun üzerine Muâviye’ye mektup yazmaktan vazgeçti­ler.

 “Rızkını yalnız Cenâb-ı Hakk’ın dergâhından iste.
Çünkü Allah’tan başka hiç bir kimse rızık veremez.”
“Rızkının yaratıklar elinde olduğunu zanneden kimse,
Hâlikine ve Rezzâkına güvenmiyor demektir.
Eğer inansaydı rızkını mahlûkta değil Hâlik'tan isterdi.”
Kaynakça: Hz. Ali Divanı.
(trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981). İstanbul, s.437


[1] Not: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir iki yerde geçen ismi ise üçüncü şahıs olarak gelmiştir.
[2] Muvahhid: Allah’ın birliğini ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi rasül kabul edip tekrarlayan kimselere denir.
[3] Arîza: Bu duâ-i şerîf Muharrem ayının 1. Ve 10.günü üçer kez okunur. İsteyen bu mübârek ay boyunca her gün okuyabilir.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar