Bir günah destanı ! Rahip BARSİSA
Ünlü Rus
yazar N.V. Gogol’ün VİY’ de Rahip
BARSİSA hikayesinden etkilendiğini ve benzerlikler olduğunu okuyunca görebilirsiniz.
Bir zaman İsrail oğulları içinde
Barsisa denilen bir ibâdet ehli vardı. Zahitliğinin ünü, doğuya batıya
erişmişti. Nerde bir hasta varsa, ona su yollarlardı, o suyu okur, üflerdi;
hasta içince sağlık ve esenlik bulurdu.
Herkes de bilir ve anlardı ki bu
onun soluğunun eseridir.
Çok geçmedi ki halk, bu
sağlık-esenlik, filan ilaçtan meydana gelir mi ki diye ilaçların tesirinde
şüpheye düştü.
Barsisa öyle bir şöhret kazandı ki o
zamanın hekimlerine kimse gitmez oldu.
O lanetlenmiş şeytan, o pusuda
gizlenmiş eski düşman, o bel kıran mel'un, demir geveliyor, fakat bir çâre
bulamıyordu. Durmadan bu Rahibi yoldan çıkarmanın, onu ibadetten alıkoymanın
yolunu arıyordu.
Bir gece lanetlenmiş şeytan, yüzünü
oğullarına döndü ve dedi ki: Sizden hiçbir kimse
yok mu ki beni bu tasadan kurtarsın, bu tek eri tuzağa düşürsün?
Oğullarından biri, bu işi benim
adıma yaz, benden iste, senin gönlünü bu dertten ben kurtaracağım diye
böbürlendi.
Şeytan ona, en gerçek oğlum sen
olursun, bu işi başarırsan, kör gözümü sen aydınlatırsın, dedi.
Şeytanın o oğlu, şöyle bir mel'un
aklına danıştı.
O, şeytanın oğluna:
- Halkı
genç, güzel kadınlardan daha iyi avlayacak hiçbir tuzak olamaz, dedi. Çünkü
altın arzusu, lokma dileği tek taraflıdır. Sen altına âşık olursun amma onun
canı yoktur ki sana âşık olsun; lokmanın canı yoktur ki seni arasın, seninle
konuşsun. Fakat genç kadınlara duyulan sevgi, iki taraflı olur. Sen onu sever,
istersin, o da seni sever ve ister. Sen ona ulaşmak istersin, o da sana.
Bir
hırsız geceleyin dışardan kapıyı açmak için bir tuzak kurar; amma o hırsızın,
evde bir eşi ortağı bulunur yahut bir halayıkcağız, içerden kapıyı açarsa, bu,
hırsızın dışardan para çalmaya uğraşmasına benzer mi hiç?
Altın
yahut sandık, kalkıp kapıyı açamaz ki.
Şeytanın oğlu da, bütün dünyayı
dolaştı. Güzel, akıllı, soylu soplu, alımlı, işveli bir kadın arıyor, zahidi
avlamak için o çeşit bir dilber araştırıyordu, şeytanlık hasedinin kuvvetiyle
ev ev, şehir şehir gezip dolaşıyordu. Çok aradı.
Sonunda o ülkenin padişahının kızını
seçti. Kızın güzelliği dillere destandı. Kızın beynine girdi, onu deli divane
etti, hastalandırdı.
Padişah, hekimleri, hikmet ehlini
topladı. Hepsi de onu iyileştirmede, ona ilaç tertip etmede âciz kaldı.
Şeytan, bir zahit elbisesine bürünüp
geldi:
-Eğer bu kızın hastalıktan
kurtulmasını istiyorsanız, dedi, onu Barsisa'ya götürün. O, okusun, üflesin, bu
hastalıktan kurtulur. Onlar da başka çare bulamadılar, onun sözünü dinlediler,
kızı, Barsisa'ya götürdüler.
Barsisa dua etti, şeytan da kızı
bıraktı, kız iyileşti. Böylece de şeytan, padişahın bir dahaki seferde de kendi
sözüne inanmasını sağlamış oldu. Kız iyileşince sevindi.
Bir zaman sonra şeytan, gene kızı çıldırttı.
Hekimler yine iyileştirmede âciz kaldılar.
Şeytan aynı suretle tekrar geldi.
Bunu, gene Barsisa'ya götürün; amma bu sefer geri getirmeyin, kız size,
iyileştim diye haber yollayıncaya kadar yanında kalsın, dedi.
Kızı, yüz binlerce güzel kızı nasıl
götürüyorlarsa, öylece götürüp Rahibin yanına bırakıp döndüler.
Kız, Rahip ve şeytan o ibâdet
yurdunda kaldılar. O rahip, bilgin olsaydı, kızla yalnız olarak o ibâdet
yurdunda kalmaya razı olmazdı.
Esenlik ona, Peygamber(sallallâhü
aleyhi ve sellem) dedi ki: "Bir
kadın, bir konakta bir erkekle beraber kaldı mı, üçüncüleri şeytandır,
onların." Bir kadın,
bir yerde bir erkekle beraber kalınca şeytan, onların aracısı olur.
Hasılı uzun bir zaman, kız, zahit
rahibin yanında kaldı. Otur kalk derken Rahip Barsisa, göz ucuyla da olsa kızı
süzdü ve iyice gönül kaptırdı. Gönül kaptırılmayacak da bir dilber değildi
padişahın kızı.
Nihayet bir gün, kızla buluştu ve
kız hamile kaldı.
Rahip kara kara düşünmeye başladı.
Bu sefer şeytan, bir insan şekline
bürünüp Rahip Barsisa'nın yanına geldi. Onu düşünür buldu. Neden düşüncelisin,
dedi. Barsisa, hikâyeyi anlattı. Kız, gebe kaldı dedi.
Şeytan:
-Kızı öldürmekten başka çare yok,
dedi. Öldürür, sonra, öldü gömdüm, dersin.
Barsisa, geceler boyu düşündü, başka
bir çare bulamadı. Onun dediğini yaptı.
Diğer yanda lain şeytan, gene insan
şeklinde padişaha geldi.
Kız iyileşti, gidip getirin, dedi.
Padişahla perdeciler gidip kızı
istediler. Rahip Barsisa:
-Kız öldü, gömdüm dedi. İnanıp geri
dönüp yasını tutmaya koyuldular.
Şeytan, bu sefer başka bir şekle
girip, padişahın yanma gitti.
-Kız nerede, dedi. Padişah:
-Rahip Barsisa'nın yanına götürdük,
orada öldü, dedi.
Şeytan:
-Kim söyledi, diye sordu.
Padişah:
-Barsisa söyledi, deyince Şeytan:
-Barsisa söyledi, deyince Şeytan:
-Yalan söylüyor, dedi. Rahip kızınla
buluştu, kız gebe kaldı, sonra kızı öldürdü, falan yere gömdü. İnanmıyorsan
orayı kazdır, görürsünüz, dedi.
Padişah, tam yedi kez yerinden
kalktı, bir başka yere oturdu, sonra gene yerine geldi. Şaşkına döndü, hâli
değişti, kafası ateşlendi, kızdı.
Sonra bir toplulukla atına binip
Barsisa'nın ibâdet yurduna vardı. İçeri girip:
-Kız nerde, diye sordu.
-Rahip Barsisa:
-Öldü, gömdüm deyince, peki dedi,
bize neye haber vermedin? dedi.
Barsisa:
-Evrad-ı ezkar ile meşguldüm,
evradımdan kalırım diye korktum, dedi.
Padişah:
-Bu sözün aksi çıkarsa ne yapayım
dedi.
Bu söz üzerine Barsisa kızdı, ileri
geri söylenmeye durdu.
Padişah, Şeytanın bildirdiği yeri
kazdırdı. Kızı çıkardılar, kız öldürülmüştü.
Barsisa'nın ellerini bağladılar,
terlemeye başladı. Halk toplandı.
Barsisa, kendi kendine, ey kutsuz
nefis diyordu. Duan kabul oluyor diye seviniyordun. Halkın gönlüne, gözüne
üstün, büyük görünüyorsun diye seviniyordun.
Halk seni beğeniyor, övüyor diye
gururlanıyordun.
Halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi?
Gerçekte bu düşüncelerden hepsi de yılandı, akrepti;
evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı diyor, içten içe ah
ediyordu; ama artık faydası yoktu.
Onu yüce bir darağacının dibine
getirdiler.
Merdiven dayayıp boynuna ipi
taktılar.
O anda şeytan, bir insan şekline
girip kendisini tekrar gösterdi. Bunların hepsini de ben yaptım sana; hâlâ da
gücüm var, çaren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım dedi.
Barsisa buna ümitlendi ve şeytana:
-Nasıl secde edeyim, boynumda ip
var. dedi.
Şeytan, secde niyetiyle başınla
işaret et, akıllıya işaret de yeter dedi.
Barsisa, can korkusuyla, secde
etmeye niyetlendi; can tatlıdır ya, fakat başını eğince ip, boynunu daha da
sıktı. Nefesi kesildi.
Ve şeytana secde ederek öldü.
Şeytan uzaklaşırken, "Ben
senden tamamıyla uzağım" dedi.
Şanı ululandıkça ululansın, Tanrı
buyurur ki: Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe
çağırırsa, bu iş, sizin faydanızadır derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de
bizimsin, öldükten sonra da; biz de seniniz diye vaadde bulunursa ona
inanmayın; onlar, bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak,
kötülemek, kötülüğe çekmek isterler. Sizi pis bir hale getirdiler mi, ne
dostunuz kalır artık, ne eşiniz. Sizden bezerler.
Anlattığımız o şeytan gibi ki onun
derdine ortak oldu, ona dostluk gösterdi, sonunda onu tuzağa düşürünce, ondan
bezdi gitti.
(Mevlana
Celaleddin, Mecalis-i Seb'a, , çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya, 1965)
Marko, nerede şu kulübe Tanrı aşkına?
Tanrı bilir!
Galiba buralarda bir yerde. Galiba kaybolduk.
Duydunuz mu kardeşlerim!
Kurtlar!
Ne yapacağız?
Şu
ağaca tırmanıp sabaha kadar yıldızları sayacağız. Yapmamız gereken budur. Hayır
olmaz, kulübeyi bulmalıyız. Burada bir yerde olmalı. Kurtuldunuz kardeşlerim!
Sizi ezip geçebilirdi!
Ne?
Atlar. Atlar ve araba. Ne diyorsun yahu?
Ne
atı, ne arabası?
Şimdi buradan geçti. Sizi ezecek sandım. Toma, içki mi içtin sen?
Hayır. İyi akşamlar iyi insanlar. Kimse yok
mu?
Kimsin?
Gezginiz anacığım. Kasaba panayırından
geliyoruz. Geç oldu ve bize kalacak bir yer lazım.
- Ne
iş yapıyorsunuz?
-
Öğrenciyiz, rahip olacağız. Olmaz. Size verecek yerim yok. Gidin!
Yapma böyle anacığım. Bak, gece çöküyor.
-
Kurtlara yem mi olalım istiyorsun?
-
Ben ne yapayım?
Din
adamıysanız neden dolaşıyorsunuz?
Dua
etsenize. Yapma böyle, insanız sonuçta. Dışarıda yatırma bizi. Gelin ama ayrı
ayrı yatırırım sizi. Beraber çok tehlikelisiniz. Siz ikiniz evde. Sen orada
yatacaksın. Ana, biraz ayıp olacak ama dünden beri tek lokma yemedik. Şuna bak
hele. Evime alıyorum, oldu olacak orospu da getireyim size!
-
Ücretini sabah öderiz.
-
Kalsın. Yiyecek bir şey yok. Ne oldu ana?
Ne
istiyorsun?
Onun
için mi?
Lütfen yapma, bunun için çok yaşlısın Bak nine, hayatta olmaz!
Göklerdeki
Babamız, adın kutsal kılınsın.
Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de senin istediğin
olsun. Bugün bize rızkımızı ver, Günahlarımızı bağışla başkalarının bize
yaptıklarını bağışladığımız gibi baştan çıkarılmamıza izin verme, kötülüklerden
koru bizi. Yüce Tanrım. Toma hanginiz?
-
Benim.
-
Müdür seni istiyor.
-
Doğru mu duyduklarımız Toma?
-
Hayır. Doğru değil. Nineyi becerip bırakmışsın.
Harikaymışsın. Bize kahvaltı bile hazırladı. Otur. Yolculuk için
hazırlan. Efendi Zupanski seni çağırdı. Kızı ölüyormuş. Kızın dileği
öldükten sonra duasını senin okumanmış.
Neden ben?
Bilmiyorum. Efendi seni istiyor. Affedin beni
peder ama oraya gidemem. Sen ne diyorsun?
Bak
evlat, Efendi Zupanski'nin kim olduğunu biliyorsun. O olmasaydı ne kilise ne de
okul olurdu. Sende öğrenci değil domuz çobanı olurdun. Buna sen karar
veremezsin. Git ve hazırlan. Dikkatli ol. İşi mahvedersen okuldan atılırsın.
-
Merhaba peder.
-
Merhaba kardeşlerim. Doros, Spira, ona göz kulak olun. Biraz kısıtlanmak ona iyi
gelecektir. Güzel araba.
Atlar da güzel Taş veya çivi taşımak için kaç ata
ihtiyacımız olur?
-
Rahip mi olacaksın?
-
Evet. Söyle bakalım, okulda ne öğreniyorsun?
Rahiplerin kilisede okuduklarını mı, yoksa
daha fazlası var mı?
Boş
ver Spira. Üzerimize vazife değil. Onların kitabında yazanlarını bilmek
istiyorum. Bizim dua kitaplarımızın tam tersidir belki. Şarap güzelmiş.
Teşekkür ederim kardeşlerim ancak beni bıraksanız diyorum. Benden ne
istiyorsunuz?
Hasta hanım için gerçek bir rahip bulsanız daha
iyi olmaz mı?
Orada çok beyefendi olacak. Benim gibi bir
zavallı onların arasında ne yapacak?
Otur, nereye gidiyorsun?
Otur
ve bana İncil'den bahset. Bir zamanlar ben de rahip olmak istedim.
Bırakın gideyim kardeşler. Hiç bir şey
bilmem ben. Tek dua bile bilmem ben. Senden bir bok olmaz rahip efendi. Belki
de onu salıvermeliyiz.
Neden olmasın ama önce hepsini içmesi
gerek. Hadi git.
Ne bekliyorsun. Özgürsün. Kalk bakalım
rahip. Hadi. Derdin ne senin Nikita?
Burada senin işin yok. Katarina Sevgili kızım
Merhametsiz kader seni gencecik halinle annenin yanına karanlıklara
sürükledi ve zavallı baban sonsuz mateme boğuldu Katarina.
Toma sen misin?
Baban kim?
Bilmiyorum. Nasıl yani?
Onu
hatırlamıyorum. Ben çocukken öldü. Peki ya annen?
Onu
da hatırlamıyorum. Beni doğururken ölmüş. Kızımı nereden tanıyorsun?
Tanımıyorum efendim. Onu hiç görmedim. O senin
nereden tanıyor peki?
Ben
de merak ediyorum. Kusura bakmayın ama bir hata olmalı. Beni tanımasına imkan
yok.
Madem öyle dua için neden seni istedi.
Belki de yalan söylüyorsun. Yalanım varsa öleyim.
Biriciğim bir kaç dakika daha yaşasaydı her
şeyi anlardık.
Onu öldüren şeytanın kim
olduğunu da. Gün yüzü görmesin. Doğduğu güne lanet olsun ondan geriye akbabalar
için leş bile kalmasın. Sen, iyi insan
Belli ki ruhani dünya konusunda meşhur birisin .belki de zavallı çocuğum
bunu duymuştur.
Ben mi?
Tanrı affetsin.
Tam tersine efendim. Benden kötüsü yoktur.
Affedin
ancak geçen gün bir kızla beraberdim ve Kızımın tüm dileklerini yerine
getireceğim Seni seçmesinin bir nedeni olmalı. Onun için üç gece dua
okuyacaksın. Merak etme karşılığını alacaksın. Yaptığına değsin yoksa seni deri
pantolon bile kurtaramaz!
Git
şimdi. Yemeğini ye ve yat. Bu gece çalışacaksın. Hadi. Ne güzel bir yer.
Yaşamak, balık tutmak, avlanmak için
Çekmeye devam rahip!
Ormanda ördek bile var diyorsun yani
Çek!
Nikita'yla tanıştın mı?
Köpekleri eğitir. Ne eğitir ama.. Pek bir şeyi
kalmadı. Şunun haline bir bak Eskiden
her bir köpeğin ruhunu bilirdi kardeşininkini bildiği gibi. At üstünde tavşan
avına çıktığında Onun mu yoksa köpeklerin mi hangisi daha hızlı bilemezdin?
Gurur duyulacak işte öyle bir adamdı. Başına o
olay gelene kadar Ne oldu ki?
Söylerim ama kimseye söylemeyeceksin. Tek
kelime etme. Hadi. Sakin ol. İşte böyle. Koşun. Brzonja Çok mu çalışıyorsun
Nikita?
Ben
mi?
Hanımefendi
Oyun oynamak ister misin Nikita?
Sen
ve ben oyun oynayacağız ama kimsenin bilmemeli ve görmemeli. Pantolonunu çıkar
Nikita. Çıkar hadi. Niçin utanıyorsun?
Güzel. Uzan şimdi. Güzel. Üzerine ayağımı
koyabilir miyim Nikita?
Evet. Evet hanımefendi. İyi misin Nikita?
Evet. Diğer ayağımı da koyabilir miyim Nikita?
Evet, evet. İyi gidiyorsun Nikita. İyi olmana
sevindim. Onunla oyun oynadı. Artık ondan geriye kalanı sadece şeytan bilir.
Ne halde olduğunu görüyorsun. Eskiden köpek eğitmeniydi. Geride hiç bir şey
kalmadı. Kalk bakalım rahip Zamanı geldi.
-
Derdin ne senin?
-
Benim mi?
Hiç
bir şey.
-
Korktun mu yoksa?
-
Ben mi?
Korkma. Burası kutsal bir yer. Yalnızca
bakirelerin gömüldüğü yer. Görevini yap. İyi geceler.
-
Günaydın peder.
-
Günaydın. Kahvaltıya gidelim. Şu kadın kim?
Kadın değil. Hanımefendi diyeceksin. Merhum
hanımefendimiz. Hepimizin annesi gibiydi. Pekâlâ peder kilisede dün gece nasıl
geçti?
Neden sordunuz?
Hiç,
öylesine. Geceleyin insana pek çok şey görünür. Millet birinin cadı olup
olmadığını anlamının yolu var mı?
Hayır yok. Hiç bir mezmurda bir yol olduğu
yazılmamış.
Hayır, anlayabilirsin.
Anlaşılmaz deme. Her cadının kuyruğu vardır ve eteğinin altından hissedebilirsin.
Yaşlanan her kadın cadılaşır!
Sana ne demeli?
Yaşlı domuz!
Kaldır eteğini de kuyruğunu görelim. Yeter millet!
Zavallı kadın daha gömülmedi bile. Cadılardan bahsetmemelisiniz. Neden
etmeyelim?
Sana
kendi gözlerimle gördüğüm şeyleri anlatayım. Hadi, durma. Konuş. Söyle hadi.
Madem istediniz, tamam. Geçen yıl Paskalyadan önce bir Cumartesi günüydü.
Hıristiyanları kiliseye gittiği bir zamandı. Efendi bağırdı. Spira, sağır
mısın?
Kilimi getir. Kiliseye armağan edeceğiz.
Katarina, biriciğim çabuk ol. Bugün bayram. Geç kalacağız. Spira, yine
sarhoşsun!
Değilim hanımefendi. Neden yalan söylüyorsun?
Ben
mi?
Tek
yudum içmedim. Arabanın haline bak. Domuz mu binecek yoksa insan mı?
Hanımefendi. İçersen gözüme gözükme. Kovarım
seni. Senin gibi hizmetli istemem. Baba Giremem. Boğuluyorum Hayır!
Millet yardım edin!
Hayır!
Onun Hayır!
Çekilin!
Bu
masallardan sıkılmadın mı?
Devam et. Çok fazla uydurma hikâye var ama
hepsini gözlerimle gördüm tıpkı seni şu anda gördüğüm gibi. Soylu veya değil,
cadı cadıdır. Soracak olursan bana bile bindi.
Peki sen Doros, neden sessizsin?
Söyleyecek sözün yok mu?
Var ama söylemesem daha iyi. Kendi babasına
bile bindi. Bazen de babası ona binerdi.
Öyle deme. Kadın öldü ve arkasından
söylediklerimiz doğru.
Ama efendinin durumu
farklı. Kilise yaptırdı günaha girme. Doğruyu söylemek günah mı?
Hayır, hayır!
Öyleyse niçin susalım?
Kilise
yaptırdı ama o yaşlı cadı öldükten sonra kızıyla ilişkiye girdiği karısı için..
Ruhu öteki dünyada huzura eremiyor kırlarda ve kulübelerde dolaşıp kurt gibi
uluyor. Geceleyin dolunayda ödeşmek, intikamını almak için celladını bekliyor
Nereye gidiyorsun?
Ben Şey
yapmalıyım Git. Bizi fazla bekletme.
Oraya ditme. Derindir!
Kalk evlat. Zamanı geldi. Hadi. Bütün gece dua mı okursun yoksa arada
bir uyur musun?
Biraz dinlenmen gerekir. Korkmuyor musun?
İlk
sefer korkutucu olur sonra alışırsın. Ne oldu sana?
Saçların beyazlamış!
Resmi bitirmek istiyorum efendim. Pek bir şey kalmadı. Bir kaç detay
dışında. Çizme. Öldükten sonra nasıl çizebiliyorsun?
Hafızamla efendim. Tam ölüm anında göründüğü
gibi yani. Öyle olsun istiyorum. Yaparsan sana daha çok para veririm. Bitmemiş
bir resim için o kadar çok para alamam. Bitmemiş olarak kalsın. Nasılsa
yaşadığım sürece benden başkası bakmayacak. Şuna ne dersin?
Kimse onun resmini yaptığını bilmeyecek ve nasıl çizdiğini de. Bu yüzden
iki kat para vereceğim. Nasıl isterseniz efendim. Teşekkür ederim!
Ne
oldu Toma, her şey yolunda mı?
Evet
efendim. Hayır demek istiyorum!
Ne oldu?
İki
gecedir kızınız için dua ediyorum. Beni çok korkutuyor, hiç bir dua yardım
edemez. Kızım mı?
Delisin sen. Kızım bir aziz, Tanrının
meleğidir.
Öyle diyorsanız öyledir. Tanrı yardımcım
olsun daha fazla devam edemeyeceğim.
Neden?
Bir
gece kaldı. Yapamam efendim. Seni ödüllendiririm demiştim. Minnettarım ama daha
fazla dua okuyamam. Bak evlat. Bu hiç hoşuma gitmedi. Rahiplere böyle
davranamazsın ama ben yapacağımı biliyorum. Önce kırbaç sonra yaranın üstüne
konyak sonra yine kırbaç. Git ve işini yap!
Efendim bir şey söyleyebilir miyim?
Söyle evlat. Dayanamıyorum artık. Onun
ölümünden ben sorumluyum. Babasına söylemeniz için size yalvarıyorum. Neden sen
söylemiyorsun?
Yapamam. Bana inanmaz. Bana da inanmaz. Belki
sen de kendine inanmamalısın. Çek bir yudum. Düzelirsin. Cadıların doğaüstü
güçlerle başkalarının şekline girebildiğini biliyor muydun?
Siz
rahipler belli ki hiç bir şey bilmiyorsunuz. Bunu aşçılar bile bilir. Öyle mi
Lenka?
İkiniz de susun. Bütün gün çene çalıyorsunuz.
Konuş Lenka, durma. Hayır. Benimle sonra alay edersiniz. Saçma diyebilirsin.
Yalnızca gerçeği söylüyorum, doğruyu. Yine mi röntgen Nikita?
Utanmalısın. Defol yaratık!
Hadi, hadi. Güzel. Koşun hadi, güzel. Nerelerdesin kız. Bunu sana kim
yaptı?
Herifin biriyle vaktini mi harcıyorsun?
Saklama benden. Çünkü ben her şeyi bilirim.
Gitme, kal ve yardım et. Kendini erkeklere teslim etmen iyi değildir. Erkekler
için değmez. Akıllarında sadece bir tek şey vardır. Atlara benzerler. Hatta
onlardan daha beterdir. Onlara at demek atlara hakaret olur. Çok güzelsin.
Erkekleri tercih etmen ne yazık. Yapma bunu Lenka. Seni kirletmelerine izin
verme. Çok işim var hanımım. Bunları düşünecek vaktim yok. Yalan söyleme. Biri
olduğunu biliyorum. Belki de yaramaz Nikita'dır.
Söyle orospu!
O
değil mi?
Onunla aramda bir şey yok. Yok!
Erkekleri düşünmem. Hoşlarına giden şeylerle yaşamak zorundayız. Neden
yaşayalım Lenka?
Ölmek daha iyi değil mi?
Hepimiz öleceğiz. Er ya da geç. Hayır öyle
değil. Kutudaki bir lale gibi ölmek
Gerçek ölüm bu mudur?
Nasıl ve ne zaman öleceğimizi bilmeliyiz.
Neden böyle konuşuyorsunuz?
Genç, güzel ve zenginsiniz. Tanrı size her
şeyi vermiş.
Tanrıdan geldiğini
nereden biliyorsun ya şeytandan geliyorsa?
Birlikte ölelim Lenka. Beni seviyor musun?
Sarıl bana. Benimle birlikte öleceğini söyle.
Orada ne işin vardı?
Ben
Hizmet ediyordum.
Yalan söylüyorsun orospu!
Orada ne yaptığını biliyorum. Defol!
Bir
daha burada görmeyeyim. Defol!
Delisin sen. İkimizi de yakacaksın!
Git
buradan, git. Sadece birazcık dokunmak istiyorum. Burada mı?
Burada mı, deli adam, yakarlar bizi!
Sen, sen Yeter Nikita.
Yeter artık.
Git lütfen.
Nikita git, git lütfen.
Pekâlâ
Gidiyorum. Bu gece bana gel. Bekleyeceğim. Neden sessizsin?
Uyumadın değil mi?
Uyutmam seni!
Kurtlar!
Kurtlar değil. Bu vakitler başka biri ulur!
Sen!
Ölmüş evladımı lekeledin!
Götürün şunu!
Götürün!
Götürün şunu!
Götürün!
Ellerinden öperim. Biz yine geldik. Bizi hatırlamadın mı?
Şeytan hatırlar!
Ne
iş yaparsınız?
Öğrenciyiz ana. Akşama kaldık. Burada kalmak
isteriz. Ona ne oldu?
Hiç
anacığım, sarhoş biraz. Evimde ayyaş istemem. Sarhoş değil, biraz yorgun.
Pekâlâ, gelin içeri. Ayrı ayrı yatacaksınız ama. Nasıl istersen ana. Onu eve
sokun. Dışarısı soğuk. Meraklanma ana burada daha rahat eder. Bağışla ana ama
biraz konyak var mı?
İçince uyumak daha kolay
Birazını arkadaşınıza bırakın. Bırak uyusun
ana. Bırak uyusun. Neden uyandırıyorsun?
Yeter artık. Sen eve sen de şuraya. Hadi!
Uyuyordun. Uyu, uyu. Ne oldu ana?
Bir
şey mi istedin?
Lütfen yapma, ninem yaşındasın
“Paltom, benim paltom”
“Paltoyu, bana çok gördüler.”
Akaki Akakiyeviç
“Paltoyu, bana çok gördüler.”
Akaki Akakiyeviç
"Palto" Gogol'ün en
büyük hikâyelerinden biridir. Bu hikâyesinde de Gogol zavallı küçük adam"
temasını işlemektedir.
Hikâyenin konusu şöyledir:
Yedinci dereceden memur olarak
çalışan Akaki Akakiyeviç, meslek yaşamı boyunca hiç bir gelişme göstermemiştir.
Yaşamını son derece kısıtlı sınırlar içinde sürdürmektedir. Akaki Akakiyeviç
kopye çalışmalarından başka hiç bir şeyden zevk almaktadır. Günün birinde yeni
bir paltoya ihtiyacı olduğunu görür. Ancak yeni bir palto diktirmek onun
ekonomik gücünü aşmaktadır. Her şeye rağmen palto diktirmeye karar veren Akaki
Akakiyeviç, kendini en büyük zevki olan kopya çalışmalarından bile mahrum eder.
Yeni paltosunu terziden aldığı gün çaldırır.
Paltosunun bulunması için, gerekli yerlere başvurmasına rağmen kimse onunla ilgilenmez. Özellikle de herkesin çok şey başarabileceğini
düşündüğü "önemli kişi", onu azarlar. Akaki Akakiyeviç,hem paltosunun
çalınması hem de elinin kokulun bağlanıp desteksiz kalmasına dayanamaz ölür.
Hikâye'nin
sonunda,etrafta bir hayaletin dolaştığı ve herkesten paltosunu istediğine dair
söylenti çıkar. Hatta bu hayaletle "önemli kişi" bile karşılaşır.
Korkuyla ona sırtındaki paltoyu verir. Hayalet paltoyu beğendiği için bir daha
ortalıkta görünmez.
Hikâye boyunca yazarın kahramanına
karşı tutumu zaman zaman değişir. Bazen Gogol, Akaki Akakiyeviç'e sempati
ve acıma duygusuyla yaklaşmaktadır. Bazen kahramanını şiddetli denebilecek bir
tarzda alaya almaktadır, örneğin hikâyenin başlangıcında yazar, kahramanına
takılan ismin "biraz tuhaf hatta uydurulmuş gibi” bir izlenim
bıkabileceğini söyler.
Akaki Akakiyeviç doğduğunda
kendiliğinden öyle olaylar olmuştur ki başka isim koymak imkânsızlaşmıştır.
Annenin bebeğe nasıl bu ismi taktığı şu şekilde anlatılmaktadır:
"....Anneye, bebeğe konması
için üç isimden birini seçmesini söylediler: Mokki, Sossi veya çilekeş Hozdazat.
'Hayır' diyeni düşündü çoktan ölmüş olan kadın
'hepsi birbirine benziyor.'
Anneyi memnun etmek için takvimin
sonraki yaprağını çevirdiler. Bu kez de üç isim çıktı karşılarına: Trifili, Dula ve Varahasi.
'Saçmalığa bak'dedi kadın 'ne
biçim isim bunlar! Doğrusu hiç böylelerini duymamıştım. En azından Varadat
ya da Varuh falan olsaydı, çıka çıka Trifili'yle Varahasi çıktı. 'Bir sayfa daha çevirdiler. Pavsikahi ve Vahtisi isimleri vardı o sayfada da.
'Artık anladım' dedi anne 'kaderin oyunu bu.
En iyisi ona babasının adını vermek.
Babasının adı Akaki'ydi bari oğlu da Akaki olsun! 'İşte Akaki Akakiyeviç adı böylece doğdu..." (S. 60)
Adının konulması sırasında Akaki
Akakiyeviç'in annesinin karşılaştığı güçlükler, sanki onun acılı yaşamının bir
habercisi gibidir. Bunun yanı sıra bebeğe sonuçta babasının adının verilmesi
âdeta onun sınırlandırılmış yaşamının bir başlangıcıdır. Akaki Akakiyeviç
memurluğu süresince hiç bir ilerleme göstermemiştir. Bir kez işi değiştirilmiş
ancak kendisi bu işten zevk alamayınca müdüründen eski işine, yani yazı temize
çekme görevine dönmeyi istemiştir. Gogol'ün Akaki Akakiyeviç'te hicv ettiği yön
sınırlı, durgun bir yaşam sürmesi, başka türlü bir yaşam tarzının olup
olmadığına merak bile duymamasıdır. Yazar onun yaşamındaki durgunluğu "pek çok yönetici, başkan değişmiş ama herkes
onu' aynı
yerde, aynı durumda ve görevde yani yazıları kopye işinde görmüştür. Sanki o,
dünyaya üzerindeki üniforma ve saçsız başıyla öylece gelmişti...." diyerek
belirtmektedir.
Akaki Akakiyeviç'in en büyük zevki
yazıları kopye etmektir. Elinin altında şekillenen harfler onun dostu gibi
olmuşlardır. Hatta onların arasında özellikle sevdiği harfler bile vardır.
Kafası yazı yazmakla o kadar meşguldür ki sokakta yürürken bile yolun neresinde
yürüdüğünün, arkasında ne olduğunun farkında değildir. Yemek yerken rüyadaymışçasına
ne yediğinin farkına varmadan kafasında harflerle oynamaktadır. Gogol onun bu
halini şu satırlarda anlatır:
Tüm dünyası yazı yazmak olan Akaki
Akakiyeviç’in sınırlı yaşam tarzını anlatırken yazar doğrudan
doğruya kahramanını hicv edecek sözler söylemez. Bu hikâyede Gogol' ün
kahramanını hicv ederken kullandığı yöntem, yalnızca anlatım tonunda meydana
gelen ani ve tamamen zıt değişimlerdir. Bunun en güzel örneğini şu bölümde
görmek mümkündür.
"Peterburg'un
gökyüzünün tamamen karardığı, bütün memurların maaşlarına ve zevklerine göre
yemek yedikleri o saatlerde, dairede hem kendilerinin hem de başkaları için
zorunlu koşuşturmalar yorulmak nedir bilmeyen adamın kendi kendine dürüstlükle
"daha ne yapmak gerek" diye yönelttiği sorulardan sonra memurların
kalan zamanlarını zevkle geçirmeyi istedikleri zamanlarda bile... Kısacası
bütün memurların bardaktan çaylarını yudum yudum içerek uzun çubuklarından
derin derin nefes çekerek vist oynamak için bir ahbaplarının evine gittikleri
o saatlerde bile Akaki Akakiyeviç hiç bir eğlenceye katılmazdı....”
Peterburg gecelerini tasvir eden,
böylesine ciddi tumturaklı ve uzun sözlerin ardından, bütün söylenen Akaki
Akakiyeviç'in eğlencelere katılmadığıdır. Böylesine basit bir sonucu tamamen
zıt, ağır ve ciddi anlatımla gelmek kahramanın yaşam biçimini ve kahramanı daha
güçlü bir hale getirmektedir. Eyhenbaum "Kak
sdelana Şinel Gogolya" adlı makalesinde anlatım tonundaki
bu değişiklik şunları söylemektedir:
"Burada yoğun, gizem dolu bir
anlatım tonu vardır. Ciddi anlatım tonu uzun bir cümleyle gelişmekte ve
umulmayacak kadar basit bir biçimde çözümlenmektedir. Sentaks bakımından
cümlenin düzenine göre, doğal olarak, bir çözüm beklenmektedir. Ancak kelime ve
ifadelerin seçimi konusunda, cümle boyunca devam eden anlatım tonundaki ciddiyetin
artmasıyla zıt bir etkiye sahip olan sonuç arasında kurulmuş mantıklı bir
düşünce dengesi yoktur. Yazar kendiliğinden ciddiyet kazanan anlatım konuyla
düşünce içeriğindeki kıtlıktan, abartılı bir üslup ortaya koymak için yararlanmıştır.
... "
Akaki Akakiyeviç'in, özellikle,
içine kapalı dünyasının kuralları içinde palto yeni bir olaydır. Gogol, bu
olayı da aynı abartılı anlatım tarzıyla vermektedir. Akaki Akakiyeviç palto
diktirme düşüncesine alışınca, ilgi merkezi tamamen bu konu üzerinde
yoğunlaşır. Paltodan başka bir şey düşünemez olur. Gün geçtikçe palto onun
gözünde canlı bir varlık haline gelir. Gogol kahramanın bu durumunu ciddi bir
tonla anlatmaktadır. Yazar âdeta psikolojik bir konu işliyor gibidir. Ancak bu
ciddi anlatım biçimi "Bu kız arkadaş kalın vatkalı, eskimek bilmeyen,
sağlam astarlı paltodan başka bir şey değildi...." gibi beklenmedik bir
sonuçla bitmektedir.
Sınırlı bir dünya içinde yaşayan
Akaki Akakiyeviç' in, yarı gülünç yarı acıklı durumunu Gogol bu tür ani iniş
çıkışlarla dolu bir anlatım tonuyla hicv etmektedir.
Yazarın "Palto"da hicv
ettiği önemli tiplerden biri de Akaki Akakiyoviç'in paltosunu diken terzi
Petroviç'tir. Terzi Petroviç hem işinin ustası, hem de tüccar bir kişidir.
Petroviç'le karısında köyden şehre gelmiş insanların kişilikleri yansıtılmaktadır
Bu terzi hakkında elbette fazla
bir şey söylemek gereksiz, ama hikâyede her kişinin karakteri tam olarak
verildiğine göre, Petroviç'in kişiliğinden söz etmekten başka yapacak bir şey
yok. Önceleri adı sadece Grigori’ydi ve bir beyin kölesiydi. özgürlük belgesini
alınca büyük küçük hiç bir ayırım yapmadan takvimlerde haçlarla belirtilen
tüm bayramlarda zil zurna sarhoş olana kadar içmeye başlayınca ona Petroviç
adını verdiler. İçme konusunda dedelerinin geleneklerini devam ettiriyordu.
Karısıyla kavga ederken ona sosyete kadını ya da Alman diyordu...."
Gogol Petroviç'in kişiliğinde
özgürlüğüne kavuşunca bunun tadını fazlasıyla çıkarmaya çalışan bir mujiği hicv
etmektedir.
Petroviç kendinden geçinceye kadar
sarhoş olma özelliğini dedelerinden öğrenmiştir. Karısına kızınca Alman deme
huyu ise, onun küçük yerlerde yaşayan insan psikolojisinin etkisiyle
yabancılara duyduğu düşmanlığı göstermektedir.
Petroviç'in, hikâyede âdeta onun
simgesi haline gelmiş bir enfiye kutusu vardır, üzerindeki general resmi
zamanla zedelenince dört köşe kağıtla kaplanmış olan bu enfiye kutusu, hikâyede
Petroviç'in kişiliğinin bir parçası gibi anlatılmaktadır. Yazarın fırsat
buldukça bu kutudan söz etmesi, onun insanla eşya arasındaki bağlantıyı vurgulamak
amacıyla kullandığı bir yöntemdir.
Bu kez Gogol'ün hicvinin odak
noktasını "önemli kişi"yle halkın güvenliğinden sorumlu dairelerde
çalışan memurlardır. Akaki Akakiyeviç paltosu çalınınca ev sahibesinin tavsiyesi
üzerine önce başkomisere gider. Kahramanı başkomiserle görüşmeden önce uzun bir
süre oyalarlar. Her şeye rağmen baş komiserle görüşmeyi başaran Akaki
Akakiyeviç bundan bir sonuç alamayacağını anlar. Çünkü baş komiser olayla
ilgisi olmayan saçma sapan sorular sormaktadır.
Akaki Akakiyeviç çalıştığı
daireden bir arkadaşının, "önemli
kişi" ye gitmesi tavsiyesine uymaya
karar verir. Gogol "önemli kişi"yi şöyle anlatmaktadır:
"....Önemli kişinin bu güne
kadar hangi işle uğraştığı belli değildi. Bilinmesi gereken tek şey
"önemli kişi"nin kısa bir süre önce önemli bir kişi olduğudur.
Daha önce sıradan bir kişiydi.
Bununla birlikte onun mevkii diğerlerine kıyasla pek de o kadar önemli
sayılmazdı.
Ama başkaları için önemli olmayan
şeylere büyük önem veren insanlar vardır. Bununla birlikte, bu kişi pek çok
değişik yöntemle yaptığı işin önemini artırmaya çalışıyordu: özellikle iş
yerine geldiği zaman alçak rütbeli memurların onu merdivenlerde karşılamalarını
istiyordu; hiç kimse karşısına doğrudan doğruya çıkmaya cesaret etmemeliydi.
Kayıt memuru evrakı on ikinci dereceden memura, o da daha yüksek rütbeli bir
memura veya kime gerekiyorsa ona rapor vermek zorundaydı. Evrak ancak onların
elinden geçtikten sonra "önemli kişi" ye gelebilirdi. Tüm bunlar işin
düzgün gitmesi için son derece gerekliydi .. .. " (s. 79) .
Gogol bu bölümde, tasvir ettiği "önemli
kişi"yle o dönemin bürokratik düzenini hicvetmektedir. Resmi bir kuruluşun
başına, daha önce nerede görev yaptığı, kim olduğu bilinmeyen kişiler
getirilmektedir. Daha önce önemli bir görevde
bulunmamış bu kişi, üst düzeyde görev yapmanın astları üzerinde zorunlu bir
saygı uyandırmakla ve işleri mümkün olan en uzun süre içinde çözümlenmesini
sağlamakla, her şeyin hal edildiğini düşünmektedir. Akaki Akakiyeviç' in
başvurusunu "usule uygun" bulmayarak, ona baş vuru için neler yapması
gerektiğini söyler. Bu sözlerde basit bir sorunun çözümlenmesinin, böyle bir
bürokratik düzende ne kadar uzadığını göstermektedir.
Gogol bu "önemli
kişi"nin gerçekte iyi, yardım sever ve yumuşak bir insan olduğunu da
vurgular. Ancak bütün sorun, rütbesinin yükseltilmesinden kaynaklanmaktadır.
Çünkü rütbesi yükseltilince, bunun etkisine kapılarak emrindeki memurlar
arasında "yırtıcı bir arslana" dönüşmüştür. Bu kişi, aynı zamanda,
kendini küçük düşürmekten korkarak emrindeki memurlar arasındaki sohbetlere katılmaktadır.
Böylece ağzından sadece tek heceli
kelimeler çıkarmaya alışmış, bu nedenler memurlar ona "sıkıcı
adam" demeye başlamışlardır.
Akaki Akakiyeviç onun yanına girip
derdini açıklarken de tam bir arslan kesilir. Hatta zavallı kahramana, her gün
başkalarına olduğundan daha şiddetli çıkışır, "önemli kişi"nin bu
öfkeli tavrı, zaten korkak bir kişi olan Akaki Akakiyeviç'i çok korkutur. Akaki
Akakiyeviç aynı gün anjin olur ve yatağa düşer. Gogol bu olayı "yerinde
bir çıkışmanın bazen böyle şiddetli etkiler yaptığı da olur!" diyerek
alaylı bir biçimde hicveder. Bu sözleriyle Gogol, sırf büyüklüğünü ve önemini
hissettirmek için karşısındakini azarlayan bir insan tipini eleştirmektedir.
Ancak burada hicvedilen sadece "önemli kişi" değildir, yazar Akaki
Akakiyeviç'i de üstü kapalı bir biçimde hicvetmektedir. Bu olayın onun
üzerinde böyle bir etki yapmasının tek nedeni kendisidir. Çünkü o güne kadar
dış dünyadaki yaşamla yüzleşme gereğini duymamıştır ve içine kapalı
kalmıştır. Böyle bir olay meydana geldiğinde, şiddetli etki yapması doğaldır.
Görüldüğü gibi, "Palto" hikâyesinde Gogol
tasvir ettiği "zavallı, küçük memur” tipi Akaki Akakiyeviç aracılığıyla o
dönemin memur yaşantısını pek çok yönüyle hicvetmiştir. Akaki Akakiyeviç dış dünyaya kapalı, sessiz ve kendi
halinde bir yaşara sürdürmektedir. Gogol'ün bu içine kapanık memurda hicvettiği
nokta budur. İşte bu nedenle yazar, palto diktirmeyi kahramanın yaşam tarzında
büyük bir olaya dönüşmesini, onun neredeyse canlı bir varlık gibi görmesini
hicvetmektedir. Akaki Akakiyeviç'in yazı yazmaktan başka eğlencesi
bulunmamasını, hatta yemek yerken aklı yazı yazmakla meşgul olduğu için,
çorbasındaki sinekleri bile yutmasını zaman zaman acımasız denebilecek bir
üslupla işlemektedir. Gogol'ün Akaki Akakiyeviç'i şiddetle hicvetmesinin
yanısıra, ona sempati ve acıma duyduğunu da belli eden bir yaklaşım gösterdiğini
söylemek yanlış olmayacaktır.
Akşehir’in beyleri Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin;
davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa
getirdin diyen var. Herkes, allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca,
bir koşu evine giderek, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş.
Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca’yı,
yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne
koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan
kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye
kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.
- İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?
Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:
- Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.
Ancak zamanımızda garibana kürkü de çok görürler, Vesselam
Şimdi bir şey yapmak için çok geç. Beni daha
erken aramalıydın, mümkünse dün aramalıydın
Beyler
duydunuz mu ?
Paltosundan sonra ağlıyor Yüksek mevkilere baş
vuruyormuş.
**
Ya hırsız katiplerden biri değilse?
Nasıl olur!
Mağdur açıkça tarif etti, Benim seni gördüğüm
gibi gördü. Kısa boylu, tatsız Ama hangi
bölümden?
Tam söylemek zor. sadece İnsanlar bizim Bashmachkin’in yaptığını
söylüyorlar Beyler!
Hırsız Akakiy Akakyevichmiş.
Gerçekliği
kanıtlamak zor ama öyleymiş
Kim?
Kim!
İtibari danışmanı Bashmachkin.
Yüce
Meryem!
Ekselansları, buraya!
Ondan oda kiraladı. Bu o. Bu gece dışarı çıktı
mı?
Hayır, hiçbir yere gitmedi. İki gündür ölü.
Onu sormuyorum. Öldüğünü biliyorum. Size sorulan;bu akşam dışarı çıktı mı?
Ve saat kaçta?
Hiçbir yere gitmedi. Sessizce yatıyor. Ölmüş
işte, ama şehri dolaşıyor ve yüksek mevkili insanların paltolarını yırtıyor.
Daha hızlı!
Daha hızlı!
Kalk!
Ne var bakalım orada?
Tabut, ekselansları.
**
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar