"BİR ZAMANLAR BİR İSMET ÖZEL VARDI..." TARTIŞMASI
(4 Ağustos
2003 - Millî Gazete)
"Yazı
yazmak" demiş E.L.Doctorow, "geceleyin araba sürmeye benzer.
Önünüzü sadece size farların gösterdiği yere kadar görebilirsiniz; ama bu
suretle seyahatin tamamına erersiniz." Bu söze itibar edeceksek, ben
de geldim geleceğim yere kadar, bitirdim gezimi. Benim için gazete yazarlığı
bağlamındaki seyahat tamamlandı. Bundan sonra gazete yazısı yazmayacağım. Yirmi
altı sene önce bir yandan inancıma ortak saydığım kimselere laf anlatmak, diğer
yandan geçim derdiyle şoför mahalline bir şekilde oturduğum bu arabayı sürmem
için hiçbir ahlâki gerekçe kalmadı artık. Neydi gazete yazısı yazmamdaki ahlâki
gerekçe? İslamî siyaset yaklaşımı başını dik tutmak istiyorsa, ona destek
olmaktı. Çok önemli ve işlev değeri çok yüksek bir işe giriştiğimi düşündüm.
Yıllar ve yıllar boyunca çabalarımı hafife almadım. O kadar ki benden başka bir
başka kalemle ikame edilebilecek bir tek satır yazmadım. Devran döndü ve benim
niyetlerimle olduğu kadar, benim ciddiyetimle ortamın ahvali arasında herhangi
bir irtibat bulunmadığı ortaya çıktı.
Bu sebepten
dolayı hakkımda "Bir zamanlar bir İsmet Özel vardı.."
denilmesi pek yakışık almaz. Ben ortalıkta dönüp duran işlere, çevrilen
dolaplara bulaşmadım. Buna mukabil adı duyulmuş biri haline geldim. Adım elbet
gizli kalmayacaktı. Lakin benim hedeflediğim şey adımın yaygınlaşması değildi,
varlığımın neyle uğraştığının farkına varılmasıydı. Gazete yazısı yazmaya
başladığım günden bugüne aradan yirmi altı yıl üç ay geçti. Sonuç benim açımdan
ve benim beklentilerim açısından pek parlak değil. Aslına bakarsanız, sonucun
parlaklıktan uzak kalmasını ben istedim. Bidayetten itibaren basın hayatında
kendine yer açmak isteyenlerden biri değildim. Eğer nefsanî tatmin söz
konusuysa edebiyattaki yerim buna kifayet ediyordu. Üstelik neye emek verdiğimi
anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası büyük bir
rahatsızlık duyarım, ilk yazımda dedim ki kitle iletişim araçları vesilesiyle
yazı işine giren bir Müslüman'ın vazifesi dikkate değer şeyler yazmak değil
yazdıklarıyla dikkatlerin Kur'an-ı Kerîm'de yoğunlaşmasını sağlamaktır.
Dikkatler
benim yazdıklarım vesilesiyle Kur'an-ı Kerîm'de yoğunlaştı mı? Hayır, hiç öyle
olmadı. Meseleye
"itibar" açısından bakarsanız yirmi altı senelik gazete yazarlığım
pek parlaktır. Meseleyi önümüze "hakikate yönelmek" hassasiyetiyle
koyarsak ortada tam bir fiyasko vardır. Demek ki girdiği yazı işinin altından
kalkamamış bir Müslüman sayılırım. Neden? Şimdiye kadar elimden, dilimden ve
sair azalarımdan ne kadar gavurluk (!) sadır oldu ise hepsinin bir alıcısı
çıktı. Gel gelelim, Türklüğüme müşteri bulamadım. Bu başarısızlığı devam
ettirerek daha çok rezil olmaya katlanamam. Şimdiye kadar gazete yazarlığı
dolaylarındaki işi kovalamamın sebebi sabır göstermemdi. Sabır dediğimiz şey
sonu olan bir şeydir. Zamanı gelince sabır taşar. Belli şartlar oluştuğu halde
sabrı taşmayan insan eğik bir boyunla ve mağlubiyetle yaşamayı seçen insandır.
Artık siyasete dair yazı yazmayacağım. Yazdıklarım hakkında her gün biraz daha
battıkları cehaletten aldıkları cesaretle mülahazalarını beyan etme hevesine
kapılan kimselere söyleyecek sözüm yok. Onlara artık tahammül edemiyorum.
Şimdiye kadar kendilerine gelmelerini, kendilerini bilmelerini ümit ettim.
Ümidim boşa çıktı.
Kendini
bilenin rabbini bildiği gerçeği bizi aynı zamanda rabbini bilenin kendini
bildiği gerçeğine götürmez mi? Hayır, götürmez. Giderek tersi olma ihtimali
yüksektir, yani rablerini bilmeyi öne alan kimseler kendilerini unutma akışında
ilk sırayı doldururlar. Dikkat edin, "r" harfini büyük yazmadım.
"Rabbim Allah, kitabım Kur'an" diyenleri ortamdan ayrı tutuyorum.
İçinde yaşadığımız çağ İslâm'ı arayanların onu ancak kitaplarda, Müslümanları
arayanların onları ancak mezarlarda bulabildiği bir çağdır. Hal-i hazırda kimin
terbiyesi altında bulunuyorsak (bir zamanlar bulunmuşsak değil) rabbimiz odur.
Demek ki ne ile terbiye edildiğimiz hakkında edineceğimiz her malumat rabbimizi
tanıma yönünde bir miktar ilerlememize sebep olacaktır. Terbiye edeni de
terbiye eden vardır diye düşünmekten kendimizi alamayız. En iyisi bir
başkasının terbiyesi altında olmayanın terbiyesi altına girmektir. Demek ki
kültürün kökeni bizi ilk elden ilgilendirir. Buradan kalkarak aldığımız
terbiyenin Türklüğümüzün derecesini de belli ettiğinin farkına varırız.
Türkiye'de yaşayanların ne kadarı Türk'tür? Siz bu soru üzerinde düşüne durun.
Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum.
(8 Ağustos
2003 - Yeni Şafak)
Gerçek
Hayat'ın 26 Mayıs'ta çıkan sayısında Cuma Mektupları'nı sonlandıran İsmet Özel,
geçtiğimiz Pazartesi günü de Milli Gazete'de kaleme aldığı makale ile gazete
yazılarına son verdi.
Milli Gazete
yazarı İsmet Özel, geçtiğimiz Pazartesi günü yayınlanan son yazısı ile gazete
yazılarına son verdi. 26 Mayıs'ta Gerçek Hayat dergisindeki Cuma Mektupları
köşesine veda eden İsmet Özel, bu seferki son'u; "Yirmialtı sene önce bir
yandan inancıma ortak saydığım kimselere laf anlatmak, diğer yandan geçim
derdiyle şoför mahaline oturduğum bu arabayı sürmem için, artık hiçbir ahlaki
gerekçe kalmadı" cümleleriyle anlattı.
Hacettepe
Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olan ve yazı hayatına
atıldığı günden bu güne birçok gazete, dergi ve mecmuada yazan İsmet Özel,
1970'li yılların ikinci yarısından itibaren geçirdiği fikri dönüşümün ardından
İslamcı çevrelerin kanaat önderleri arasına girdi. Bu tarihlerden itibaren
şairlik kimliğinin yanına yazarlık serüvenini de ekleyen Özel, pekçok dergide
yazdı. Son olarak haftalık Gerçek Hayat dergisinde Cuma Mektupları adıyla
makaleler yazan İsmet Özel, özellikle 'Türkçülük' konusunu işlediği son
yazılarında zaman zaman dergi okurundan tepki aldı. Cuma Mektupları'nı aynı
dönemde kitap olarak yayınlayan Özel, derginin 26 Mayıs'ta yayınlanan sayındaki
şu cümlelerle vedasını duyurdu: "Yazacak şey bitmemiş olsa bile, artık
ortada yazılacak 'yer' kalmadı. Benim için daha çok dikkat çekmek suretiyle
daha çok yanlış anlaşılmaya tahammül etmenin sınırını artık geçtim."
Geçtiğimiz
yıllarda Yeni Şafak gazetesinde de okurları ile buluşan Özel, Gerçek Hayat'taki
vedasının ardından iki ay daha Milli Gazete'de yazmayı sürdürdü. Geçtiğimiz
Pazartesi günü kaleme aldığı manifesto gibi bir makaleyle 26 yıldır sürdürdüğü
gazete yazarlığı serüvenine nokta koyduğunu duyurdu.
Şoför olmak,
yolcu olmak..
İsmet
Özel'in siyasi yazılar diye tarif ettiği gazete yazarlığından kopuşu, ilginç
yorumları da beraberinde getirdi. Yazarın, Milli Gazete'nin özellikle son
dönemde izlediği politikadan duyduğu rahatsızlıktan ötürü ayrıldığı ileri
sürülen görüşlerden biri. Bir başka görüş ise Özel'in, Yusuf Kaplan'ın
Umran'dan ayrılış gerekçesi olan 'söylediklerine karşılık bulamaması' sorununu
yaşadığı yönünde. Ancak İsmet Özel yazısının ilk cümlesinde belki de
tartışmaların önüne geçmek için ayrılık nedenini kısaca şöyle anlatıyor:
"Yazı yazmak" demiş E.L.Doctorow, 'geceleyin araba sürmeye benzer.
Önünüzü sadece size farların gösterdiği yere kadar görebilirsiniz; ama bu
suretle seyahatin tamamına erersiniz.' Bu söze itibar edeceksek, ben de geldim
geleceğim yere kadar, bitirdim gezimi. Benim için gazete yazarlığı bağlamındaki
seyahat tamamlandı. Bundan sonra gazete yazısı yazmayacağım."
İsmet Özel
makalesinde, yazı serüveninin başladığı tarihten bu yana, şoför olmanın
getirdiği zorunlulukla yalnızca kendi yazdıklarını dikkate alabildiğini, gazete
yazarlığı serüvenine son vererek artık her tarafı rahatça görebileceğini ifade
ediyor. Usta şair, kendisini anlamayanlara kırgınlığını, "Ben sizin
bulunduğunuz yerden tedirgin oldum" sözleriyle ifade edip, yazının son
cümlesinde başka yere gideceğini duyuruyor.
"Beni
anlamak isteyen çaba sarfetmeli"
İsmet Özel
daima sözünü ince eleyip sık dokuyarak, sözün mâna ile buluşmasındaki şiddeti
en etkili haliyle ayarlayarak yazdı. Oldukça ağır bir dille kaleme aldığı
makalelerini anlamakta güçlük çekip, 'Ne var sanki daha açık yazsanız"
diyenlere, "Ben anlatmak için büyük çaba sarfediyorum. Anlamak isteyen de
azıcık kendini yorsun" diyerek cevap veren Özel, yaptığı işe verdiği önemi
son yazısındaki "O kadar ki benden başka bir kalemle ikâme edilebilecek
tek bir satır yazmadım" diyerek ortaya koydu.
'TÜRKLÜĞÜME
MÜŞTERİ BULAMADIM'
İsmet Özel
son yazısında, içinde yaşadığımız çağı, İslâm'ı arayanların onu ancak
kitaplarda, Müslümanlar'ı arayanların onları ancak mezarlarda bulabildiği bir
çağ olarak niteliyor:
Neye emek
verdiğimi anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası
büyük bir rahatsızlık duyarım. İlk yazımda dedim ki kitle iletişim araçları
vesilesiyle yazı işine giren bir Müslüman'ın vazifesi dikkate değer şeyler
yazmak değil yazdıklarıyla dikkatlerin Kur'an-ı Kerîm'de yoğunlaşmasını
sağlamaktır. Dikkatler benim yazdıklarım vesilesiyle Kur'an-ı Kerîm'de
yoğunlaştı mı? Hayır, hiç öyle olmadı..
Demek ki
girdiği yazı işinin altından kalkamamış bir Müslüman sayılırım. Neden? Şimdiye
kadar elimden, dilimden ve sair azalarımdan ne kadar gavurluk (!) sadır oldu
ise hepsinin bir alıcısı çıktı. Gel gelelim, Türklüğüme müşteri bulamadım. Bu
başarısızlığı devam ettirerek daha çok rezil olmaya katlanamam.
Yazdıklarım
hakkında her gün biraz daha battıkları cehaletten aldıkları cesaretle mülahazalarını
beyan etme hevesine kapılan kimselere söyleyecek sözüm yok.
(10 Ağustos
2003 - Milliyet)
İslami
kesim, AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte yozlaştı. Başını örten kızların bir
kısmıyla göbeklerini açan kızlar aynı amacı taşıyorlar.
Cemal
Süreyya, İsmet Özel için şöyle bir şey söylemişti: "İsmet Özel'den
solcular vazgeçemedi, sağcılar da bir türlü tam sahiplenemedi." Evet,
Türkçenin en büyük şairlerinden İsmet Özel, 1975 yılında, o güne kadar ön
saflarında yer aldığı soldan kopmuş ve İslami harekete katılmıştı. İslami
kesimin,Özel'i sahiplenme sürecindeki tereddüdü bir süre sonra ünlü şairin bu
kesimin yıldızı haline gelmesi, getirilmesiyle sona erdi. Özel'in şiiri ise
değişmemişti, hâlâ her yazdığı şiir laik gazetelerde de tam sayfa haberlerle
duyuruluyor ve okurlarını heyecanlandırıyordu. Ama Özel, bir yandan da günlük,
ideolojik yazılara başlamış, İslami kesimin en önde gelen teorisyeni halini
almıştı. Bu tam 26 yıl sürdü. Özel'in toplantıları tıklım tıklım dolu
salonlarda, rock konserlerindeki gibi bir hayranlık isterisi eşliğinde
gerçekleşiyor, onun dizeleri ve davudi sesinden etkilenen birçok genç, kendine
İslami mücadele içinde bir anlatı oluşturma kararı alıyordu.
Ancak İsmet
Özel, geçen hafta pazartesi Milli Gazete'de yayımlanan "Bir Zamanlar Bir
İsmet Özel Vardı" başlıklı yazısı ile İslami hareketle bağlarını fiili ve
ideolojik olarak kopardı. Bu karar Türkiye'nin entelektüel dünyasında tam bir
şok etkisi yaptı. Şair, bu konudaki ilk ve son röportajını Milliyet'e verdi.
İşte, Özel'in çarpıcı açıklamaları:
'Sıkıştıklarında
vazgeçiyorlar'
Türkiye'de
Cumhuriyet'in neye dönüşeceği sorusu 60'tan sonra sosyalizm olarak
cevaplandırıldı. Bu cevap 80'den sonra İslamiyet oldu. Çoğunlukta olan okuryazar
insan birinci aşamada, "Sosyalizm gelecek madem, benim payıma ne düşer, ne
vermeliyim bunun için? Sosyalizm gelecek madem, ben buradaki yerimi nasıl elde
etmeliyim?" düşüncesiyle hareket etti. İşler bu entrikayla yürüdü
sosyalist hareket içinde yani.
Ve sonra
aynı şey İslamiyet için de söz konusu oldu. Ama bir farkla: "Bu devlet bir
İslam devletine dönüşecek madem, o halde benim payıma ne düşüyor, ben ne
yaparsam bu işler daha iyi yürür?" sorusunu kimse sormadı kendisine İslami
çevrelerde. İslamcılar, sadece "Madem bu devlet İslam devleti haline
gelecek, öyleyse ben nereyi kapatayım da, güme gitmemeyim?" düşüncesiyle
hareket ettiler. İslamcıların, sosyalistlerden farkı şuydu: Sosyalizm, Batı'nın
vicdan azabıdır. İşin içine vicdan girince mesele biraz değişiyor. Şüphesiz ki
o zaman bina etme, binaya harç taşıma işi daha acil, daha zaruri bir şey
oluyor.
Ama
İslamiyet söz konusu olduğunda bir mirasyedilik durumu oluyor. Türk toplumunun
kültürel değeri zaten İslamiyettir. O yüzden de İslami siyaset yapan insanlar
hazır bir şeyi kullandıkları ve bu yüzden de sosyalistler gibi harç taşımak
zorunda olmadıkları için bu hareketi bir yerinden yakalayıp kullanmakla
geçirdiler vakitlerini. Aynı bugünkü felaket AKP yönetiminin yaptığı gibi.
Sosyalistler
mücadelelerinde büyük sıkıntıya girdiler, öbürleri ise sıkıştıklarında hemen "Tamam,
ben savunmuyorum, zaten bu İslamdır" deyip bırakıyorlar. Sosyalistler,
İslamcılardan daha samimiydi. İslami hareket, sadece pastanın peşinde.
'İnsanlara
konum teklif ediyorlar'
İslami
kesimdekiler benim kendilerine benzediğimi sanarak gurur duydular. "Bak,
kömünist şair de bizim gibi oldu" dediler. Bu bana bir yıldızlık sağladı.
Ama bu aynı zamanda benim ne dediğimi anlamama şartlarını da yarattı. Oysa ben
İslamı onların şartlanmalarından bağımsız olarak öğrendiğim için 12'den
vuruyordum hep. Ben onların korunma mekanizmalarına ihtiyaç duymadığım için
asıl meseleye yöneliyordum. Ben, İslami hareket içinde çok prestijli ama
söylediği kulak arkası edilen bir adam olarak yaşadım. İslami kesimde birtakım
şeyleri kullanıp sivrilmek soldan çok daha kolaydır. Çünkü Necip Fazıl'dan beri
bir tek adamlık, bir üstatlık mertebesi olmuştur bu kesimde. Ve isim sahibi
olan insanlar, gizli ve açık olarak buna oynuyorlar. İslami kesimde insanlara asıl
meseleden uzaklaşmaları karşılığında birtakım konumlar teklif ediliyor. Ve
sonuçta da işte AKP oluyor.
'AKP
pastanın peşindeydi, kaptı'
AKP'liler
pastayı kapmak isteyen insanlardı. Ve kaptılar da. Kapmak istedikleri şey pasta
olduğu için krema da bende olduğu için benim kitaplarımla dolaşmaya başladılar.
Bana katılmam için teklifte bulundular mı? Hayır. İsmet Özel'e teklif edilmez
çünkü. "Nasıl olsa kabul etmez" diye düşünülür. Ve "Ya, kabul
ederse" diye korkulur. Kanal 7'de üç sene program yaptım, bant yayına
geçtiler ve "Biz canlı yayında sizden korkuyoruz" dediler. Ben bugün en hafifinden şunu söyleyebilirim ki, AKP'liler
içten pazarlıklıdır. Çok daha ağır şeyler söylenebilir tabii. (Bu
sırada konuştuğumuz kafenin önünden göbeği açık, derin göğüs dekolteli bir genç
kız geçiyor. İsmet Özel, onu işaret ederek sürdürüyor konuşmasını.) Başörtülü
kızların bir kısmı bu. Amaçları bu yani. Göbeklerini açan kızlarla aynı amacın
peşindeler başlarını örterken.
'İslamcı kesim artık yozlaştı'
Şimdi artık
gazetelerde ideolojik yazı yazmayacağım için çok rahatlamış durumdayım. Ben,
hayatımı İslami ölçüler içinde düzenlemiş olmaktan pişmanlık duymuyorum. Ama
ben bunun bir de yanımda, yöremde benim gibi yaşayan insanlar olması durumunda
güzel olacağını düşünerek yaptım. Eğer bende şimdi bir rahatsızlık oluyorsa,
bunun nedeni budur. İnsan, kendini biraz soyutlanmış hissediyor. İslami kesim, AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte
yozlaştı, kelimenin tam anlamıyla yozlaştı.
Artık, İslami kesimde bütün öncelik fakirler için de, zenginler için de
çıkar hesabında. Gariptir, nezaket bile kayboldu.
'Ben edebiyatın hasını yaptım'
Ben,
edebiyatı hep has, tamamen dünyevi endişelerden arınmış bir çerçeve içinde
değerlendirdim. Benim için edebi üretim, o işi dünya ölçüsünde iyi yaptığını göstermekle
eşanlamlıydı. Ama benim şiire başladığım yıllarda, yani 60'larda, Türkiye'de
edebiyat "Acaba, gerçekten Türkiye'yle ilgili bir yeni endişeye bulaşmalı
mıyım?" sorusunu sordu kendisine. Ve sosyalist hareketle bağlantılandırdı
kendini. Ben de sosyalist harekete katıldım ama ben Türk edebiyatı için yeni
bir şey de yaptım: Devrimci şiir yazdım ve bu yine de şiirdi. O zamana kadar
edebiyatçılar Türkiye'de "Sol tandanslı edebiyat sol değerler dışında
edebiyat olarak ne taşır?" sorusunu cevaplandıramıyordu. Benim şiirimle
beraber bu soru cevaplanmış oldu. Benim edebiyatta yaptığım bu dönüşüm daha
sonra bir aşama daha geçirdi. Benim kendimi 1975 yılında Müslüman olarak
adlandırmamla birlikte eski arkadaşlarım da dahil olmak üzere birçok insan
"Artık şiir yazamaz. Ne yazacak ki; oldu gerici!" dediler. Ama yeni
kitabım çıkınca insanlar baktılar ki, "Adam hâlâ şiir yazıyor." Çünkü
ben hangi sebeplerle sosyalist olduysam, aynı sebeplerle Müslüman oldum.
(11 Ağustos
2003 - Milliyet)
Şair İsmet
Özel'in İslami çevrelere ağır eleştiriler yönelterek bu camiadan kopuşunu sol
görüşlüler, "O aslında hiç değişmedi" diye açıkladı. Bazı İslami
çevreler de kararı ve yönelttiği eleştirileri "haklı" buldu.
Sol hareketten
1975'te koparak İslami harekete yönelen şair İsmet Özel'in bu kez de İslami
çevrelere ağır eleştiriler yönelterek bu camiadan kopuşu farklı yorumlandı.
Eski Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun da yöneticilerinden olan şair Özel'in önce
soldan, sonra İslami hareketten kopuşunu sol görüşlüler, "O aslında hiç
değişmedi" diye açıkladı. Bazı İslami çevreler de bu kararı ve yönelttiği
eleştirileri "haklı" buldu.
Hüseyin
Ergün (Eski Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun ilk Genel Başkanı): "İsmet aslında hiç değişmedi. İsyancı
tavrını hep korudu; sosyalist iken de dindar iken de aynı isyancı tavrını hep
sürdürdü. Onun isyanı insan değerlerinin hiçe sayılması insanın incitilmesi ile
ilgili. Ben İsmet'in İslami hareket içerisinde arılığı, duruluğu, içtenliği
bulamayacağını biliyordum. Yine de islami hareketin içerisinde bulunması uzun
sürdü diye düşünüyordum ama böyle olacağını da biliyordum. Bu kopuşu ve
eleştirileri İsmet'in isyancılığına ve dobralığına uygun bir davranış. İsmet'i
yine birşeyin içerisinde olursa insanın incitilmesine karşı akımların içinde
görmek mümkün olur. Öyle bir gidişin içinde olur diye düşünüyorum."
Veysi
Sarısözen (Eski Fikir Kulüpleri Federasyonu yöneticisi): "İsmet benim çok eski
arkadaşım; 1960'lar da o Fikir Kulüpleri Federasyonu'nda yönetici iken ben de
federasyonun sekreteriydim. Yurtdışında iken İsmet'in mistik bir dünyaya
yöneldiğini duyduğumda bu bana tuhaf gelmedi. Çünkü İsmet'in politik yaşamını
belirleyen şiir dünyası. Bence zaten şiir sanatında mistik bir yan var her
zaman. İsmet şiirleriyle, şiirdeki mistik öğeyle tutarlı olmaya çalıştı.
Dolayısıyla bu durum onun o çevreye kaymasını doğal kıldı. Ancak onun düşündüğü
mistik dünya, şiir dünyasının içinde var. Politik hayatın içine girdi ve bu kez
de İslami politik çevre onun şiir dünyasıyla çatışmaya düştü. Sanırım İsmet
hiçbir zaman politikacı olamayacak. Onun yeri kendi şiir dünyasının içinde,
başka bir yerde yeri yok."
'Yerini
koruyor'
Abdurrahman
Dilipak (Vakit Gazetesi Yazarı): "İsmet
Özel'in eleştirisi, yozlaşma üzerine. Türkiye Müslüman bir toplum, ancak büyük
bir bölümünün hayatında İslamın etkisini göremiyorsunuz. Bu bir gerçek.
Dolayısıyla burada İslam'a ve gerçek anlamda Müslümanlara yönelik bir eleştiri
yok. Müslüman kesimdeki yozlaşma, yabancılaşmaya karşı bir eleştiri var. AKP'yi
eleştirirken de, bu yozlaşmış kesimin rant kaygıları ile AKP'ye yöneldiğini ve
AKP'nin bu kesimi temsil ettiğini söylüyor. Benzer eleştirileri Mehmet Akif'in
Safahat'ında, ya da Muhammed İkbal'in şiirlerinde de görebilirsiniz. Şevket
Eygi de benzer eleştiriler getiriyor. Yoksa Müslüman kimliğe genel bir eleştiri
yok. İsmet Özel bir şair. O yerini koruyor."
'AKP
hakkındaki değerlendirmeleri çok önemli'
Afet Ilgaz
(Milli Gazete yazarı): "İsmet
Özel gibi önemli bir şair ve yazarın samimiyetinden şüphe etmek de
değerlendirmek de bana düşmez. Özel'in Milli Gazete'den ayrıldığını
belirttiğinin ertesi günü, duyduğum üzüntüyü kendi köşe yazımda dile getirdim.
Özel'in 'Türklüğüme bir müşteri bulamadım' sözleri gerçekten çok önemlidir.
Çünkü bizi Türk olduğunu söylemekten adeta çekinir hale getirdiler. Türklüğe
sahip çıkanlar da müslümanlığımızı anlayamadılar. Yani bu konuda büyük bir
oyuna getirilmiş bulunuyorduk. İsmet Özel'in düşüncelerine derin bir saygı
duyuyorum. Kendi hesabıma konuşursam sosyalist iken de, müslüman iken de aynı
samimiyeti taşıdım. Ayrıca Özel'in AKP hakkındaki değerlendirmelerini de son
derece dikkate değer ve önemli buluyorum."
(14 Eylül
2003 - Zaman)
İsmet Özel,
Faydasız Yazılar kitabında Chuang Tzu'nun peşinden giderek meyveleri için
dallarını kimsenin taşa tutmadığı, çok budaklı olduğundan marangozların kesmeye
değer bulmadığı, dokusu gevşek olduğu için yakmaya da yaramayan, kimsenin
bahçesine dikmek istemeyeceği, şehrin bulvarlarına sokulmayan bir ağaç olmak
istediğini anlatmıştı.
Kıraç bir
ıssızlıkta, bunalmış bir yolcu, dibinde oturacağı, sırtını dayayacağı bir ağaç
buldu diye ferahlarsa bunun ona yeteceğini söylüyordu.
Bu uzun
söyleşi, bu portrenin bir izdüşümü oldu sanki. Okurlar, İsmet Özel gerçekten
faydasız bir ağaç olabilmiş mi? Yoksa 'Meyvem var diye taşlanıyorum, kerestem
mükemmel diye marangozların saldırısına uğruyorum, herkes beni bahçesine ekmek,
şehri benimle süslemek istiyor' mu dediği test edilsin. Milliyet'ten Ahmet
Tulgar'a İslami kesimden koptuğunu açıkladıktan sonra ortalık birbirine girmiş,
soldan, sağdan ve de ortadan pek çok kalem bunun ne anlama geldiğini
sorgulamıştı. Bu söyleşi İsmet Özel'in ruhunun temel koordinatlarını çok açık
bir şekilde ortaya koyuyor ve yeni tartışmalara aday görünüyor. İsteyen onun
dev egosuna takılır, isteyen İslamcılıkla ilgili sözlerinin içeriğine kafa
yorar. Sadece şunu söyleyeyim; söyleşi boyunca çok neşeliydi, öfkesini coşkuyla
yansıttı, en mahrem sorulardan kaçmadı. Öyle ki ben daha ileri gitmekten
çekinip bir noktada durmak zorunda hissettim kendimi. Söyleşi bitiminde, Türk
sanat müziğinin çok ağır parçalarından oluşan bir dizi şarkı söyledi. O an,
masum bir çocuk gibiydi...
Demek İslami
kesimle yollarınızı ayırdınız, öyle mi? Bu eyleminiz, aşağıdakilerden hangisini
kapsıyor? A) Bu kesimden insanlarla görüşmemek, B) Bu kesimin yayın
organlarında görünmemek, C) Ne halleri varsa görsünler deyip İslami sorunlar
üzerinde düşünmemek, D) Merkez medyaya kucak açmak, E) Sadece şiirle
ilgilenmek.
Merkez
medyaya kucak açmak, küçümseyebileceğim bir şey. Asıl beni bir ahlaki zaaf
içinde göstermek isteyen insanların ne halleri varsa görsün diyorum. 59
yaşındayım, itibarlı çevrelere girmek için birçok imkanla karşılaştım. Hiç
umrumda olmadı. Ben bir zaman, birileri tarafından itilip kakılmışım da, şimdi,
birilerinin imkanlarına mı talibim yani? Asla. Ben tenezzülen, lûtfen yazdım.
Bu ne kibir
böyle?
Yıllarca
insanlar bana 'Buralarda neden yazıyorsun?' diye sordu. Benim çapımda bir
yazarın, o yayın organlarında görülmesi zaten şaşırtıcı bir şeydi. Bu sadece
kalite değil, aynı zamanda tutum meselesidir. Yazı yazdığım yayın organlarının
politikasıyla benim yazdığım şeyler arasındaki konu, tavır, üslup farkına
bakın. Ben fiilen kaç kere yazmayı bıraktım. Ama hayatımı idame ettirmem için
bir yerden para almam lazım ve yıllarca yaptığım öğretmenlik de bunu bana
sağlamadı.
O zaman
nasıl, size ekmeğinizi veren yerde tenezzülen yazdığınızı söylersiniz?
Kim benim ekmeğimi
vermiş? Rezzak olan Allah'tır. Ben merkez medyada da çalışabilirdim. O zaman
onlar mı benim ekmeğimi vermiş olacaktı? Diyelim bir bankada veznedarım. Bana
teslim edilen paraları iç etmedikten sonra, banka idaresinin bana ödediği para
lûtfen mi olmuş olur? Hem ayrıca alacaklıyım ben o insanlardan.
Ne
alacağınız var?
Ben yıllarca
onlara 'İsmet Özel bizim gazetemizde yazıyor' deme imtiyazını bağışladım. Onlar
beni beslemek yerine, ben onlara yayın imkanlarının bir şekilde tezkiye
edilmesini sağladım. Yıllarca insanlar, bana müracaat etti. Kimileri gelip,
dizi konuşmalarının ilkini benim yapmamı, birinci sayıda mutlaka yazımın
olmasını istedi. Dolayısıyla onlar bana borçludur. Benim onlara kuruş borcum
yok.
Kopmak için
neden bunca yıl beklediniz?
Ben sadece
sabrettim. Taşmayan sabır sabır değildir, o tahammüldür. Ben o insanların
kalitece yükselmelerini bekledim. Ve nitekim, Milli Gazete'yi yazılarımı
bastığı için, düşünce özgürlüğüne saygılı bir yer olarak kabul ettim. Hatta
şöyle bir olay oldu: Necmettin Erbakan, 'Atatürk sağ olsaydı, Refah Partili
olurdu' dediği günün ertesinde, ben Milli Gazete'de şu başlıklı bir yazı
yazdım: 'Atatürk sağ olsaydı, İsrail'i durdurur muydu?' Bu, okuyucunun
tepkisini çekti. Hatta bir kısmı gazeteye telefon edip, 'İsmet Özel aleyhinde
imza toplayalım' teklifinde bulundu.
Bardağı ne
taşırdı?
Bardağı,
MSP, RP, SP çizgisinin ve tabii AKP de bunun içinde, siyasi bakımdan nasıl bir
tezgâhın ürünü olduklarını izah eden bir yazımı Milli Gazete'nin basmakta
tereddüt etmesi taşırdı. 'Bu İsmet Özel'in yazısı, ne olursa olsun basılır.'
Böyle düşünmelerini beklerdim. Erbakan'ın uyguladığı bir sansür yok. Bilakis,
bir keresinde bunlar benim istediğim parayı vermeye cesaret edemediler,
Erbakan'a danıştılar, o da rıza gösterdi.
Ayrıldıktan sonra
'Niye ayrıldın?' dedi mi size Erbakan?
Demez. Tam
tersine, Erbakan'la bir anlaşma alanımız yok. İsmet Özel isminin bir prestij
ürettiğini biliyor, ona itirazı yok. Siyasi kamp bakımından da benim ona
muhalif olan bir kampın bir elemanı olmadığımı da biliyor tabii. Erbakan'la bir
sorunumuz yok.
Milli
Gazete'deki tezgâh nedir?
Türk siyasi
hayatındaki ihtiyaçlara cevap verecek bir mekanizmanın bir parçası, siyasal
İslam dediğimiz şey. 1973'te AP oylarının bölünmesi gerektiği için MSP'ye yol
verildi mesela. 80 sonrasında neyi dolduracaktı, onu tekrar tartışmamız lazım.
Saadet
Partisi ile AKP arasında bir fark var mı?
Arada bir
fark var. Birisi iktidarda, diğeri değil. İktidarda olduğu için birileri bazı
imkanları kullanıyor, öbürleri sanki biz olsak başka türlü yapardık gibi
karşılıyorlar. Ben genellikle AKP'nin bir siyasi parti olduğu ve birtakım
görüşlerin savunmasını üstlenerek ve bu görüşler adına iktidara geldiği fikrini
taşımıyorum. Belli güç odakları tarafından kendi uygulamalarına vesile
olabilecek bir kadroyu, daha doğrusu kadrolaşma diyelim... Hazır bir kadro
yoktu. Bunlar belli örgünün birer parçaları. Mesela ANAP'lı bir dalga oldukça
baskın, MSP'den ziyade. O mânâda ben AKP'yi bir siyasi görüşleri billurlaşmış
insanların faaliyetlerinin bir sonucu olarak değil, bir emir yerine getiren
konumda görüyorum.
Kimin
emrini?
Onu
olaylarda görüyoruz. Mesela Irak'a asker gönderme meselesi, gündeme geldiğinde
kararsızlığı ortaya çıkan; ama AB konusunda yapmayacağını bırakmayan bir
performans sergiledi AKP. Bu demektir ki, sözünü dinlediği bir merkez var.
Türk derin
devletini mi?
Ben
Türkiye'de devletin, hiçbir derinliği olmadığı kanaatindeyim. Derin olmayan ama
birçok unsurun etkilediği bir ortam var. Pervasız olarak bir politik çizgi
sunmuyor AKP. Net olarak şöyle yapabilir, sınırları şudur diyemiyoruz.
Kendisine bir şey söylenirse ancak yaptığını çıkarıyoruz buradan.
Daha önce de
Gerçek Hayat'taki yazılarınıza son vermiştiniz. Oradaki problem neydi?
Onlar beni
sadece bir malzeme, bir flaş isim olarak gördü. Ben Gerçek Hayat'ın önerisi
üzerine, 'Toparlanın, gitmiyoruz' konuşmaları yaptım. Bunlar, Gerçek Hayat'ta
özetle dahi olsa yansıtılmadı. Ki o konuşmalara giriş bileti, Gerçek Hayat'tı.
Yeni Şafak'taki problemim de, gazetenin Müslüman olmayan yazarlarına tanıdığı
hem maddi, hem manevi yer olmuştur.
Orada
Hıristiyan yazar mı var?
Müslüman
olmayan deyince Hıristiyan mı anlıyorsunuz?
Bir kulun
Müslümanlığını başka kulun ölçmesini doğru mu buluyorsunuz?
'Ben
Müslüman kimliğimle öne çıkıyorum' demeyen yazarlar diyelim. Yeni Şafak
gazetesinin ortaklarından birinin, gazetede alenen, 'Bundan böyle İslamcı bir
gazetede çalışıyorum demeyeceksiniz' dediğini de biliyoruz.
Siz sadece
bir yazarsınız. Gazetenin bütün yayın politikası ile ilgili kararı sizin
vermenizi nasıl beklersiniz? İstediğine yazdırır. Size ne? Yazınızı yazın
geçin.
Tamam helal
olsun, ben Yeni Şafak ile o gün bana verilen ücretlerin en üstünü, yani
yazarlara ödediklerinin üstünde, üstelik bir misli para vermesi şartıyla kabul
etmiştim. Bir yıl sonra zam yapılması gerekti. Yüzde 30 herkese zam yaptılar ve
bana yapmadılar. Alenen yüzüme dediler ki: "Biz filanca yazara yüzde yüz
zam yapıyoruz, ama onun aldığı, senin almakta olduğuna hâlâ yetişmiyor."
Ben de onlara dedim ki: "Ben bu para için yazıyorum, para için
yazmıyorum." Çünkü o sırada borçlarım vardı. Ondan sonra birkaç yıl daha
sürdü Yeni Şafak'ta çalışmam.
Yani zamsız
yazmaya devam ettiniz.
Yo yo hayır.
Onlar yaptılar zammı. Ne münasebet? Hiçbir zaman kendimi birilerine mecbur
hissetmedim. O yüzden de ayrılmam çok şaşırtıcı olmamalı.
Milli
Gazete'den ne alıyordunuz?
En son 635
milyon alıyordum.
İslami
kesimden ayrılmanın diğer şıklarına dönelim mi?
İslami
kesimle ilişkim neymiş? Ne zaman kurulmuş, ne yapmışım onlarla ortak da bunu
ayıracağız? Ben Müslümanlarla müşterek dergi bile çıkaramadım. Bunu istedim,
fakat hiç kimse, bir kişi bile arkamda, yanımda olmadı. Siyasi olarak dönen bir
dolap var ve ben bunun içinde hiçbir zaman olmadım. Kendim de bir dolap
çevirmedim. O bakımdan çok rahatım, hiç dert değil bana İslami kesimin yayın
organları. Kanal 7'de üç sene, haftada bir 'İsmet Özel ile Başbaşa' programı
yaptım. Ama onlar hiçbir zaman rahat olmadılar bu konuda. 'İsmet Özel acaba ne
der, bizi ne bakımdan zor durumda bırakır' endişesiyle, bir süre canlı olan
yayın, kısa sürede bant yayına dönüştü.
Ama bir
kurum, her şeyiyle, A'dan Z'ye size göre kendini dizayn edemez ki.
Valla edemez
ise çok kaybeder.
Siz de
kaybedebilirsiniz.
Ben niye
kaybedeyim ki? Bir şey elde etmek istemişim de başarısız mı olmuşum? Türkiye'nin
ileri gelen ailelerinden birine mensup değilim. Herhangi bir yarışmada birinci
gelmedim. Benim İsmet Özel olmamda, Türkiye'nin tutacağı istikamet açısından
sıhhatin nerede olduğunu bilip, ona göre zahmet çeken bir kimse olmanın harcı
var.
SOSYAL BİR
ÇEVREM HİÇ OLMADI
O kesimden
insanlarla görüşmeyi de bıraktınız mı?
Benim sosyal
bir çevrem hiç olmadı. İnsanlarla temas ettim, ama o insanlar baktılar ki, bu
adamla işleri devam ettirmenin fiyatı çok yüksek.
Nedir o
fiyat?
Yaşadığımız
ortamın eleştirisini üstlenme fiyatı. Yani perhiz yapacaksınız ve lahana
turşusu yemeyeceksiniz. Bu perhiz çok ağır geldi insanlara.
İslamcılığı
terk ettiniz mi peki?
Hayır, ben
sözlerimi İslamcılığı terk edenlere karşı söyledim. İslamcılarla eğer aramda
bir mesele varsa onların İslamcı olmayışı yüzünden.
Onlardan
kopuşunuzu medyatik bir gösteriye dönüştürdüğünüz yolunda eleştiriler oldu.
Valla bunu
eleştiri kabul etmek doğru değil, bu bir tespit.
Niye böyle
bir gösterişe ihtiyacınız var?
Gol atmak
için.
Vay be! Bu
ne hınç?
İçimdeki
kırgınlık, bu hıncın daha üstünde. Çocuklarımın başkalarının çocukları yanında
daha az imkanlar içinde büyümelerine sebep olacak bir aralıkta yaşadım
hayatımı. Çocuklarımın hakkını yedim bir bakıma.
İslami
medyada yazıp az para alarak mı?
Tabii.
Davama sadık kalmaktan pişman değilim. Ama insanlar orada burada kuyruk
sallarken ben belli bir yolu yürüdüm. Hem de ayak seslerimin duyulacağı bir
şekilde.
(15 Eylül
2003 - Yeni Şafak)
Ahmet Tulgar'ın
söyleşi diye sunduğu şey, düz bir metindi. Orada bir çarpıtma var mıydı?
Orada birçok
çarpıtma var. Mesela, benim sosyalistlerle İslamcılar arasında bir kıyaslama
yapıp, sosyalistleri daha samimi adlandırmam konusundaki çarpıtma. Ben şöyle
dedim: Herkes Türkiye'de siyaseti, Türkiye'nin alacağı siyasi resim
doğrultusunda yapıyor. Sosyalistler, 'Bir gün Türkiye sosyalist olacak, ben de
burada bir yer kapayım' diye, Müslümanlar da 'Bir gün Türkiye İslami bir yer
olacak, ben de burada bir yer kapayım!' diye siyaset yaptı. Herkes aslında
dünyalığa talipti. Ben bunu söyleyince Ahmet Tulgar araya girip, 'Ama.' dedi,
'Sosyalistler daha samimi değiller miydi İslamcılara göre?' Ben bunun üzerine
dedim ki, oradaki fark, sosyalizmin Türkiye'de Batılılaşmanın vicdan azabı
olması yüzündendir. Orada yazıldığı gibi Batı'nın vicdan azabı demedim.
Sosyalistler, bir bina kurmak üzere, kendi yaptıklarının isabetli olduğunu
kanıtlamak için buraya harç taşımak zorundaydı. İslamcıların böyle bir şeye
ihtiyacı yoktu. Çünkü, hazır bir İslami kültür var. Türk toplumunun başka bir
kültürü yok. İslamcıların bunu istismar etmeleri daha kolay. Sosyalistler ise
sosyalizmin haklılığını, Türkiye için yararlı olduğunu göstermek için birçok
malzeme taşımak zorundalar buraya. Bir İslamcının, İslamiyet'in Türkiye'nin
lehine olduğunu göstermek için birtakım malzemeler taşımasına ihtiyaç yok.
Böyle bir fark var arada dedim. Ama bu böyle yansımadı.
Neden tekzip
yoluna gitmediniz?
Dedim ya,
goldü bu zaten. Milliyet gibi bir gazetede böyle birinci sayfada, Pazar eki
bile olsa benim böyle beyanlarımın olması benim için yeterliydi.
Neden
Milliyet'i bu kadar önemsediniz?
Milliyeti mi
önemsedim? Yok canım, Ahmet Tulgar benimle ilgili bir mülakatı yapmaya razı
olacağını bildiğim için ve o da Milliyet'te çalıştığı için. Yani Hürriyet'te
olması biraz rahatsız ederdi beni.
Patronları
aynı, ne fark eder ki?
Ne bileyim,
yani hava meselesi biraz.
Dergah'ta
yayınlanan Of Not Being a Jew adlı şiirinizde Müslümanlar arasında kendinizi
diasporada bir Yahudi gibi hissettiğinizi öğrenmiştik: "Yükün ağır / He is
so heavy / Just because his your brother / Kardeşlerin pogrom sana /
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor senin diasporan." Bu kadar trajikti
yani sizin durumunuz?
Evet ama, bu
sadece Müslümanları kapsayan bir şey değil, Türkiye'de yaşayan hatta Türkiye'de
yaşamayan Türkiye kökenli insanları bile kapsıyor.
Bu şiir
93'te yayınlandı. On yıl daha beklediniz, köprüleri atmak için.
Köprüleri
atmak yanlış. Bir köprü kurmuş değiliz.
Ama kurmuş
gibi davrandınız.
Türkiye'de
İslamiyet'in posası çıkmak üzere kullanıldığı bir dönem var. Ve ben bu dönemde
'Bu, posası çıkarılacak bir şey değildir'in mücadelesini tek başıma veriyorum.
'Müslüman'ım' diye ortaya çıkan insanları işe yaramaz hale getirmek üzere bir
siyasi program uygulandı. Ben bu programın başarısızlığa uğraması için çaba
sarf ettim. Benim son yazdıklarıma, 'Vay canına herif neler söylüyor!'
diyenler, merak edip, önce yazdıklarıma baktı ve 'Aaaa adam zaten bunu
söylüyormuş.' dedi. Bu mücadelemin farkına varmayan insanlarla köprü mü kurmuş
oldum ben şimdi? 'Hey ahmaklar' dedim ben onlara. İşin rengi, sizin bildiğiniz
gibi değildir. Bunu dilimde tüy bitene kadar söyledim. Dilimde tüy bittikten
sonra da artık yeter dedim.
Ama
'tenezzülen yazıyor olmak', o tevazudan yoksun oluş, yazılarınıza siniyordu
demek ki.
Ben tevazuyu
elden bırakmadım. Tevazu, insanın kendi yerini bilmesi demek.
Lizy
Behmeoras'a dediniz ki, 'Müslümanlıkla ilgili aşkın gerçekleri bir Müslüman'la
konuşamıyorum.' İyi ama abi, 'En hakiki Müslüman' sen misin?
Ben
'Türkiye'de Müslüman var mı?' sorusuna hep şöyle cevap verdim: Aynaya baktığım
zaman bazen görüyorum.
Kendiniz
bile her zaman Müslüman değilsiniz yani.
Ben kimseyi
tekfir etmiyorum, bu dince haramdır. Pekala bütün Müslümanlar yanlış bir
rüzgara kapılmış olabilir, ki bu kanaatteyim. Ben hayatının orta yaşlarında
İslamiyet'i seçmiş bir insan olarak çok daha bilinçliyim birçok insandan.
Yıllar önce, İzmir İlahiyat Fakültesi'nde konuşuyorlar. 'Niye İsmet Özel,
İslamiyet'e bu kadar kıskançlık gösteriyor?' diyor biri. Öteki şöyle diyor:
'Herkesin gözü görüyor. Ama gözü sonradan açılmış olan adam mı gözüne ihtimam
gösterir, yoksa doğuştan beri zaten görmekte olan adam mı?'
Sık sık Hz.
Ömer'i örnek göstermekten hoşlandınız.
Çünkü Hz.
Ömer, İslam'a büyük bir düşmanlık gören bir yerden, İslam aleyhindeki her şeye
büyük bir rahatsızlık duyan bir noktaya geldi. Dolayısıyla hiç umrumda değil.
İnsanlar, 'Sosyalistti, İslamcı oldu, şimdi de Türkçülük tellerini çalıyor'
diyorlar. Hepsi salakça şeyler. Komünist olmam, bugünkü durumumla tıpa tıp
yerine oturan bir şey. Ben pozitivist kültür içinde yetişmiş bir insan olarak,
o gün komünist olmadığım takdirde, bir gün Müslüman olamayacaktım. Ben de
onlara söylüyorum: 'Behey salaklar, ben komünistken siz niye değildiniz? Ben
sosyalist değilim demedim hiçbir zaman. Sosyalist olmayı geride bıraktım dedim.
O zaman, 'Hah İsmet Özel bak, sen bu kadar zaman vakit kaybettin. Biz bu sırada
buradan buraya gelmiştik, gel bunu sana gösterelim' diyemediler. Tam tersine,
ben ihtida ettikten sonra, onlara 'Bakın kardeşim, oradan buraya gelmek lazım'
diye yol gösterdim.
'Niye o
zaman onlar komünist olmadı?' sözünü açmak lazım. Yani dinlerini mi
bıraksalardı?
Dinlerini
bırakmaları gerekmiyormuş demek ki. O sırada Türkiye için sosyalizm, bugün
Irak'taki işgale 'hayır' demek gibi bir şeydi.
Bunun için
sosyalist etiketine gerek var mıydı?
Eee... Yok
işte, görüyorsunuz. O gün Müslüman kimliğinde olmak, kirli ilişkiler içinde
olmaktan ayrılamıyordu. Benim verdiğim karar, bunun üzerine zaten. Şimdi de
ayrılamıyor. Ben niye, bu kadar ter dökeyim, gırtlağımı yırtayım yani?
O şiirin
sonunda 'Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön' diyorsunuz. Ev neresi, nereye
dönüyorsunuz şimdi?
Oradaki
sıralama içinde eve ve şarkıya dönmenin, kalbine dönmedikçe, bir üretken alan
türetemediği tezi işleniyor. Eve dönmek, ülkesinin asli kültürüne dönmektir.
Şarkıya dönmek, insanlık için söylenebilecek en güzel şeyi terennüm etmektir.
Bütün bunlar kalbe dönmenin aşamalarıdır.
Kalp
dediğiniz vahiy mi?
Hayır, Kâbe.
Vahiyle, Resullullah'a inen vahyi kastediyoruz. Ama Kâbe'yi Hz. İbrahim yaptı.
Ve Kâbe kalp şeklindedir.
Kare
şeklindedir.
Benim
Muhammed Hamidullah'tan öğrendiğim şekliyle o kalptir. Köşelerden birisi
bükümlüdür, ilk yapıldığında mı artık, bakmak lazım metne.
Hep anlaşılamamaktan
yakınıyorsunuz ya, şöyle düşündüm. Foucault, Joyce, Baudrilliard, Lacan da çok
zor okunan, çok ağır metinler yazan insanlar. Ama hiçbiri sizin gibi
anlaşılamamaktan yakınmadı. O kadar öfke dolu olmadılar insanlara karşı. Siz
niye böylesiniz?
(Gülerek).
Bu entelektüel sahtekârlıkla alakalı bir şey. Bu adamların hepsi şarlatan.
Hadi ya!
Çetin metin
yazıyor olmaları, lafı eveleyip gevelemelerinden dolayı. Yoksa sarahaten bazı
şeyleri söyleyebilirler, cesaret edemiyorlar. Politik yerlerini tespit
ettiğiniz zaman, bunların şarlatanlığını fark edebiliyoruz. Habermas, NATO
kuvvetleri tarafından Belgrad'ın bombalanmasının yerinde olduğunu, çünkü
Belgrad'ın vahşet odağı olduğunu söylüyor. Daha geçenlerde yine Habermas bir
metin yazdı. Bunu da Derida imzaladı. O zaten şarlatanların başı. Bu
imzaladıkları şey de, Irak'taki işgali haklı görmek. Baudrilliard dediğiniz
adam, Fransız devletine Birinci Körfez Savaşı sırasında danışmanlık yapan adam.
Faucoult, Halkın Mücahitleri'yle iş tuttu İran Devrimi'nden önce. Erken öldü.
Yaşasaydı ne herzeler yerdi bilmiyoruz. Lacan'ın numarası çok daha derinlerde.
Onu söylemeyeceğim. Söylersem işin büyüsü bozulur. Merak etsin millet.
James
Joyce'a nasıl şarlatan dersiniz?
James Joyce
bugünleri göremeden öldü yazık. James Joyce şarlatan değil. Tam tersine
şarlatanlık postmodernlere mahsus.
Siz sanki
hayal kırıklığına uğramaktan gizli bir mutluluk duyuyorsunuz. Çünkü herkes sizi
anlarsa elinizde onları eleştirme gücü kalmayacak.
Bu
kesinlikle doğru. (Gülmeler)
O zaman niye
'anlaşılamıyorum' diye afra tafra yapıyorsunuz?
Ben yanlış
anlaşılmayı bile nimet kabul ediyorum. Rahatsız olduğum şey, beni yanlış bile
anlamıyorlar, hiç anlamıyorlar şeklinde. Yoksa beni gerçekten anlayacak
olsalar, hiç konuşmam. (Gülüyor)
Siz
anlaşılmak istediğinizden emin misiniz?
İnsan
anlaşılmak ister mi? İnsan ancak sevgilisi tarafından anlaşılmak ister ve bu da
mistik bir şeydir. İnsan, 'Rabbim Allah' dediği andan itibaren, yaratıcısı ile
kendisi arasında bir sır doğar. Bu sır mutlaka saklanmalıdır. Ve bu anlaşıldığı
zaman insan kalitesizleşir. O yüzden beni hiç anlamıyorlar. 'Beni bari yanlış
anlayın' diyorum.
Ama canım
söz oyunu var burada.
Tabii. Söz
oyunu nasıl olmasın? Oyunsuz nasıl yaşanır? Ayet-i Kerîme demiyor mu ki, 'Dünya
bir oyundan, oyalanmadan ibarettir' diye. Wittgenstein ne demiş, 'Language
games', yani dil oyunları.
Bu kadar dil
oyunu yaparsanız, samimiyetiniz sorgulanır hale gelir.
Samimiyetimi
sıkıysa sorgulasınlar. Ben gençlik yıllarımdan beri edindiğim tecrübe
sonucunda, işkence altında söyleyecek sözümün olmaması dikkatini gösterdim.
Başkalarına
durmadan çuvaldız batırıp bir iğneyi bile kendinize çok görmekte hastalıklı bir
taraf yok mu yani?
Ben buluğa
erdiğim zamandan itibaren yaşamanın dayatmalara boyun eğmekle değil, seçenekler
arasında yaptığım tercihle yürütülmesi gerektiğine inanarak yaşadım. O bakımdan
birçok yanlış yaptıysam eğer, bu yanlışların hepsini bile isteyerek yaptım.
Yani ayağım kaymadı, bir kaza olmadı. Neden acaba ben her zaman haklıyım?
Çünkü çok
kibirlisiniz.
Ben vakur
bir insanım, kibirli değilim. Benim vakarımdan başka tutunacağım bir dünyevi
güç yok. Babam zengin değil. Param, ilmî kariyerim yok. Onun için benim bir
vakarım var, onu da elden çıkarmak istemem.
TÜRKİYELİLİK, TÜRK OLUNMAYINCA GÜLÜNÇ KALIYOR
İslamcılardan
sıtkınız sıyrılmasaydı, Türklüğünüze müşteri arar hale gelir miydiniz?
Benim
İslamcılığımla, Türkçülüğüm arasında hiçbir mesafe yok. İnsanlar anlamak
istemiyor. Başlangıçta Türklükten söz etmek, İslam'dan uzaklaşmak içindir.
Batılılaşma serüveni içinde Türklüğünü öne sürenler, İslamcılığı yok saymayı
mümkün kılar ümidiyle buna yamanmışlardır. Bize Yahudilerin öğrettiği
Türklükten bahsetmiyorum ben. Yaptığım Türklük tarifi şu: Kâfirle çatışmayı
göze alan Müslüman'a Türk denir. Bu adam Malezya'da da olsa budur, Filistin'de
de olsa budur, İzlanda'da da olsa budur. Belçika'da bir Türk köyü var. Modern
çağın başlarında, kâfir devlet, bir vergi koymuş. Bu köy demiş ki 'Vermiyoruz
bu vergiyi.' Devlet bunlara, 'Nasıl olur da vermezsiniz, Türk müsünüz siz?'
demiş. 'Evet' demişler, bu fırsatı yakalayıp, 'Evet Türk'üz vermiyoruz.' Türk
köyü olarak kalmışlar, bu vergiyi de vermemişler. Bu köy, Türk köyü adıyla hâlâ
Belçika'da var. Demek ki kâfirle çatışmayı göze alan herkes Türk'tür.
Özetle
Türklük vurgusuyla şu anda Müslümanların emperyalizmle işbirliği halinde
olduğuna mı işaret etmek istiyorsunuz?
Emperyalizm
ile işbirliği halinde olan Müslümanlar vardır. Olmayanlar da Türk'tür.
Tayyip Erdoğan'ın başlattığı 'Türkiyelilik' tartışmasına ne diyorsunuz?
Türkiyelilik,
Türk olunmadığı takdirde gülünç bir şey. Mesela Bulgaristan'daki Türk diyor ki,
ben Bulgar değilim, ama ben Bulgaristanlıyım. Bunun manası ne olabilir? 'Ben
Türk'üm' dediği anda, Türk olmanın yükümlülükleri var. 'Ben Türk'üm, ama
Müslüman değilim' diyen insanlar, bir şeye ihanet ediyorlar. Neye ihanet
ettiklerini kendileri keşfetsinler!
İnsanlarla
ilişkilerinizde biraz paranoyak mısınız siz?
Biraz değil,
çok! Lizy Behmeroas, bana Yahudiler hakkında paranoyam olup olmadığını sordu.
Dedim ki, 'Hayır, Yahudiler hakkında paranoyam yok, ben zaten paranoyakım.'
'Delidir, ne
yapsa yeridir' sözünden yararlanmak için mi bu yolu seçtiniz?
Bakınız,
paranoyak, komplocu, bunlar birtakım namussuzlukları saklama için birilerinin
başkalarını suçladıkları şeyler. Bırak o paranoyak! Neden? Çünkü o diyor ki,
filanca işi yapanlar, filanca adamlardır. O ilişkiyi keşfetmiş. Adamın yalan
söylediğini kanıtlayamıyorsunuz, ne yapacaksınız? Paranoyak diyeceksiniz ona.
Ben bu manada bayıla bayıla paranoyakım.
(16 Eylül
2003 - Zaman)
İslami
kesimdeki imamlık, hocalık, üstatlık, abilik sistemini eleştiriyorsunuz. Yerden
göğe kadar da haklısınız. Ama İslam'ı, sizin gibi anlamadılar diye,
hırçınlaşarak üstatlık rolüne talip olan siz değil misiniz?
İslami
eğitim tarzında hocaya talip olunur. Onun için talebedir onun adı. Ama hoca da
talebesini seçer. Yani bir insan, filancadan ders almak isteyebilir, fakat o
ders verecek olan da, 'Sen bu dersi almaya müsaitsin veya değilsin' diye karar
verir. Hatta tasavvufta, şeyh bazı insanların peşine düşer, müridi olsun diye.
Yani çünkü vereceği şeyi o alabilir ancak. Ben şeyhlik, müritlik, üstatlık,
ağabeylik sistemini eleştirirken, böyle bir ilişki kurulmadığını, işin tam
tersine, hakimiyet ve yararlanma ilişkisi olarak devam ettiğini söylemeye
çalıştım. Ben üstat falan olmadım. İlgilendiğim meseleler dolayısıyla uygun
çizgiyi tutturacak birisi olsaydı, bunu ret mi edecektim?
Siz
ederdiniz valla!
Hayır.
Nitekim birçok deneme de benim haklı olduğum şekilde tezahür etti. Tıpkı yayın
organlarında olduğu gibi, bireyler de bana yaklaşırken benim havamı, taşıdığım
şeyden daha önemli buldular. Şimdi yarım bıraktığım şeyleri tamamlamaya
çalışacağım. Çünkü ben bütün bu süreç boyunca, takınılacak tavır konusunda
insanlarla yardımlaşmayı, dayanışmayı-elbette benim farkına vardığım
şeylerin-onların da farkına varmasını sağlamak için uğraştım.
Ama yine de
sizi idol etmelerine müsaade ettiniz. Hiç mi kusurunuz yok bunda?
Başka bir formu
yok bunun. Bir adam kahve gürültüsü içinde konuşup, sözlerinin neye değdiğini
anlatamaz. Diyelim ki bir kahvehanedeyiz. Herkes patır kütür konuşuyor. Bir
adam da 'Biraz sonra bu kahvehane bombalanacak' diyecek. Bu adam, 'Yanındakine
söylesene bu kahve bombalanacak' diyemez.
Sandalyenin
üstüne çıkıp......
'Susun lan!'
der. 'Laga luga yapmayın. Biraz sonra bu kahve bombalanacak!' Böyle demezse
hiçbir şey anlaşılmaz. 'Ey muhterem kahvehane sakinleri' diye lafa başlasa
herkes ticari kaygılarla böyle konuştuğunu, sirk palyaçosu olduğunu düşünür.
Benim de bir şekilde 'Bakın, bu böyledir' demeyi sağlayacak bir üslup tutturmam
gerekir.
Bunda,
ruhunuzun saygı ve hürmete fazlaca ihtiyacı olmasının bir rolü yok mu?
Yok.
Amerikan sosyologlarının haberdar olduğum araştırmalarına göre, politikacılar
bu mesleği, daha ziyade anne şefkati arayışı için seçerlermiş. Yakın ilgi
bulamadıkları için bunu kitle ilgisi ile telafi etmeye çalışırlarmış. Bu belki
isabetli bir yorum olabilir. Mesela Hitler'in Führer olmadan önceki hayatı
oldukça karışık. Çok özel sebeplerden dolayı, o siyasi yaklaşımı benimsemiş
olabilir. Çünkü J. P. Taylor diye bir İngiliz tarihçisinin söylediğine göre
Hitler, en samimi beyanlarını kitleler karşısında yaparmış. Yani Hitler'le
konuşmak, onun gerçek görüşünü öğrenmek için yeterli değilmiş.
Sizde de
psikolojik bir boşluk var mı?
Varsa bile,
benim şiir alanında yaptıklarım, bu psikolojik sorunlarımla baş etmem için
yeterlidir. Benim ayrıca bu ideolojik kelam ile bazı şahsiyet problemlerime
çözüm aramam, bana göre aydınlatıcı bir bilgi sayılmaz.
Sizin
şahsiyet problemleriniz neler ki?
Kendi
psikanalizimi mi yapmamı bekliyorsunuz?
Varsa
cesaretiniz!
Ben bunları
yapıyorum. Ve bu bende kalıyor. Sonra kendimi tedavi etmeye çalışıyorum. Biraz
ipucu verin.
O zaman bu
sır olmaz. Ben size bir hikâye anlatayım. Anadan doğma bir kör varmış. Ama
hayatını iki gözü gören bir insan gibi yaşarmış. Merak etmiş herkes tabii. Ama
o, bu konuda hiçbir bilgi vermemiş. Günün birinde kıramayacağı kadar yakın
birisi çıkmış karşısına. Demiş ki 'Sen nasıl oluyor da, iki gözü gören bir adam
gibi yaşıyorsun?' Ona cevap vermezlikten kaçamamış. Demiş ki, 'Benim, önümde
iki tane koç beliriyor. Mesela şu bardağı tutmak istedim değil mi, iki tane
koç, bardağın iki yanında duruyorlar, ben ortadan bardağı tutuyorum. Hangi
yoldan gitmem gerektiğinde o iki koçun arasında gidiyorum.' Ama sözünü burada
kesmiş. Demiş ki, 'Bunları söyledim, koçlardan birisi kayboldu. Bunu söyledim,
ikincisi de kayboldu.' Ve adam günün geri kalan kısmını bir âmâ gibi geçirmiş.
İnsanın ayakta durmak için kendisiyle ve Rabbiyle sır olan kısmı, başkasına
söylemesi, aleyhine olur. Onun için İslam'da bütün hükümler zahire göre
verilir. Rüyalar göreni bağlar.
Ama
verdiğiniz örnekte sır, pozitif. Ben sizin huysuzluğunuzun sırrını istedim.
Yoksa sizin önünüze de size dev aynası tutan şeytanlar mı çıkıyor?
(Kahkaha)
Benim önüme çıkan şeytan dünyayı kundaklamaya beni kışkırtıyor.
Özel
hayatınızda mutlu bir adam olsaydınız, size sizi yumuşatacak bir kadın eli
değseydi böyle bir İsmet mi olurdunuz?
Bu Freud'un
sublimasyon yani yüceltme tezi. Freud der ki, 'İnsanlar, sanat eserleri gibi,
bilim çalışmaları gibi yüce şeyleri, hayatlarındaki mahrumiyetleri, özellikle
cinsel doyumsuzlukları telafi etmek için yaparlar.' Buna gençliğimde ben de
inandım. Ama böyle olmadığını Freud'un talebesi Jung'dan öğrendim. O diyor ki:
'Evet, şairler birçok cinsel problemler taşıyan insanlar. Ama aynı problemleri
yaşayan insanlar şair olmuyorlar ki.' Yani insanların cinsel tatminsizlik
içinde olmaları eğer birtakım davranışları benimsemelerine sebep olsaydı, o
zaman o tatminsizlikler kimde varsa onun da bir numara çekmesi lazımdı. Sadece
şair olması lazım değil. Mimar olabilirdi. Ama böyle bir şey yok.
Şairliğinizi
sorgulamaya ne cüret ederim, ne böyle bir niyetim var. Ama söyleyin, aşkı
yaşayan bir insan olsaydınız, bu kadar öfkeli olur muydunuz?
Bilakis, ben
bu manada birtakım tatmin fırsatları elde etmiş biri olsaydım belki çok daha
cüretkâr ve saldırgan olurdum. Mesela Arapça bilmeyişimi de Allah'ın lütfu
olarak yorumluyorum. İyi bir Arapça bilgim olsaydı, şimdi olduğundan çok daha
ukala olurdum.
Bundan
ötesini ben düşünemiyorum!
Öyle mi?
Olsaydı da görseydiniz.
Siz mutsuz
bir insansınız, doğru mu?
Çok doğru.
Çünkü mutluluğun daha ziyade ineklere yakıştığını düşünüyorum. Saman bulan
ineklerin hepsi mutlu olur.
Ama
sublimasyonu şimdi yaptınız. Sahip değilsiniz diye küçümsediniz mutluluğu,
kendinizi yücelttiniz.
Mutluluğu
küçümsediğim yok.
Ama ineklere
layık gördüğünüze göre küçümsüyorsunuz.
Boğalar mutlu
değil, inekler mutlu.
Mutlu olan
boğalar inekliğe mi dönüyor yani?
Herhalde
onlar da mutluluğu boğalığı devam ettirmekte bulamayacaklarını anlıyorlar.
Açık
konuşun, siz kadınlara inek mi diyorsunuz?
Erkekler
öküz olmadığı sürece evet. Çünkü erkek olmasına rağmen öküz, erkekliğini
kullanamaz.
Kadınlardan
nefret mi ediyorsunuz?
Nefret
demeyelim de hınç diyelim. Çünkü ben sevdiğim kızla evlenemedim. Hıncım onun
gibilere. İnsan tercih edilmek, seçilmek istiyor.
Ondan yola
çıkıp bütün kadınlara hınç mı besliyorsunuz?
Beni
seçmeyen bütün kadınlara hınçlıyım. (Gülmeler)
Hiçbir
kadını yanınıza yaklaştıracak kadar yüreğinizin sıcak olduğuna inanmıyorum.
Ben de
hiçbir kadının benim yüreğime yaklaşacak kadar cesur olduğunu sanmıyorum.
Fırsat
verdiniz de yaklaşamadılar mı?
Tabii ki.
'Yanarım' diye çekildiler. 'Bu adamla, onun istediği şekilde bir ilişki
kurduğum takdirde ben ne olacağım?' dediler.
Sunduğunuz
format neydi?
Kölelik.
Bunu gönüllüce, çok arzulayarak yapması lazım.
Eşiniz
köleniz olmadı diye mi küstünüz ona?
Köle olmak
şöyle dursun, beklediğim yardımı bile alamadım. İyi evlilik kolay elde
edilebilen bir şey değil. Bunun yanı sıra çocuklar Allah'ın bize emaneti.
Peki köleniz
olmasını istediğiniz kadının siz de kölesi olacak mısınız?
Hayır. Çünkü
bir ilişkide iki köle olmaz.
Neden siz
değilsiniz köle de, kadın oluyor?
Çünkü
Kur'an-ı Kerîm'de 'Kadınlar sizlerin tarlalarınızdır' diye yazıyor.
Bu, 'kadın
köledir' değil ki. Siz oradan ürün alacaksınız, soyunuz ilerleyecek
anlamındadır.
Ayet-i
kerîme nasıl devam ediyor: 'Onlara istediğiniz zaman girebilirsiniz.' Kadın
benim tarlam olacağına kölem olduğu takdirde, daha avantajlı durumda. Çünkü
köleyle bir diyalog kurmak mümkün. (Suat Yıldırım'ın mealinde ayetin doğrusu
şöyle: 'Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz
şekilde varın. Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın. Allah'ın haram
kıldığı şeylerden korunun ve onun huzuruna varacağınızı iyi bilin.' NA)
Kadınları
Tanrı'nın muradı dışında aşağılıyorsunuz. O, böyle adaletsiz olamaz.
Tanrı'nın
adaletsiz olduğunu kim söylemiş? Demek ki adalet bu.
Çok
hastalıklı bir yorum bu. İstemesem bile, erkeğim benimle olmak istiyor diye
buna müsaade edeceğim ha?
İnsanın
fiziki zorlukları dışında evet.
Ne
diyorsunuz ya siz? Psikoloji diye bir şey var.
Neden bir
kadın kocasından bağımsız bir psikoloji sahibi oluyormuş?
Siz
delirdiniz mi? Niye olmasın?
O zaman niye
onun kocası, niye onun karısı? Evlilik bir birlik değil mi?
Sizin
anlattığınız birlik değil ki.
Bir insan
evlendiği zaman, evlenmeden önceki insan değildir.
Bu neden
sadece kadın için geçerlidir?
Erkek için
geçerli olmadığını kim söyledi? Siz bana deseniz de, kadın erkekle beraber
olmak istedi, ama erkek onu reddetti. Buna erkeğin de hakkı yok tabii ki.
Köleyse,
kadın efendisinden nasıl bir şey talep edecek?
Şarkıda
söylendiği gibi, efendi, ihsanını köleden esirgemez.
O zaman niye
kadını köle olarak adlandırıyorsunuz da, 'Erkek de onun kölesi olmalı'
demiyorsunuz?
Bir iş bir
türlü yapılır. Beş türlü yapılmaz.
Bir iş İsmet
Özel, bin türlü yapılır.
Hayır, her
biri başka iştir onların. Her biçim, başka bir özdür.
Yine söz
oyunu. Bir erkeğin kölesi olma mantığıyla hiç işim olmaz!
Erkeğinin
kölesi olmayan kadın, o erkekle niçin evlenmiştir?
Eğer böyle
bir eşitlik kurduysanız, erkek de kadının kölesi olabilir.
Bunun nöbet
defterini kim düzenleyecek?
Onların
psiko-kimyaları.
Demek ki
kadın ve erkeğin birliğinin üstünde bir makam belirliyorsunuz siz.
O sizi ilk
başta reddeden harika kadın, belli ki köle olmak istemedi. Aferin ona. Ama siz
Bir Yusuf Masalı'nda acı acı feryat ediyorsunuz, 'Gel ey kadın beni bul' diye.
Kalbinizin soğukluğunu giderecek bir kadın arayışı bu kitapta çok belirgin. Ama
siz 'bulunan' olmayı tercih ediyorsunuz. Arayıp bulmaya cesaretiniz yok.
Vaktim yok.
(Gülüyor) Belki cesaretim de.
Çünkü
rekabete girmek istemiyorsunuz.
Kesinlikle.
Bunun da tabii psikolojik, derin sebepleri vardır.
Oralara
girmeyeyim artık. Özetle ihtiyacım yok diyorsunuz kadınlara.
Yahu altmış
yaşıma geldim ben. (Gülüyor)
Allah Allah.
Her şey cinsellik değil ki. Bir paylaşımdır, bir şefkattir.
Her şey
cinsellik değildir ne demek? Walt Whitman'ın bir mısraı var biliyor musunuz?
Sex contains all-Cinsiyet her şeyi içerir.
O halde siz
şu anda bir hiç misiniz yani?
Nerede bende
o şans? (Gülüyor) Hiç olmak öyle herkese nasip olmuş mu? Ben bir şeyim ve işe
yarayan bir şey değilsem, işe yarayan bir şey olmak istiyorum. Hiçlik bunun
üstünde. Hiç olamıyorum, hiç olmayı çok isterdim.
Madem ki
seks her şeyi içerir ve sevdiğiniz bir insan yok. O halde, zaten hiç olmuşsunuz
da farkında mı değilsiniz acaba?
Olabilir.
Ama farkına varmadığımız şeyler, pek bize yakın şeyler değildir.
Siz sadece
kadınları değil, hiç kimseyi sevmiyorsunuz sanki.
Belki de
öyledir bilmiyorum. Ama sevmeyi isteyen bir adamım en azından. Ben sevginin
herkese kolayca dağıtılabilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Sevgimi de
kıskançlıkla en uygun kişiye vermek istiyorum.
Ama
veremiyorsunuz.
Veremiyorum.
Çünkü sevgi
yok sizde.
Ha o zaman
bende bir kabahat yok. (Gülüşmeler) Olmayan şeyi nasıl vereyim?
BENİM GÖREVİM TEBLİĞ DEĞİL Kİ
Sizin bu
kendini beğenmiş tarzınızı sorgulamaya devam edeceğim. Peygamberimiz insanlara
tebliğini sunarken daha anlayışlı, daha merhametliydi. Hatta Allah onu uyardı,
'Ey Muhammed, onları hidayete erdirecek sen değilsin, benim' diye. Sizin bu
kadar öfkeli olmaya ne hakkınız var?
Bu soruyu
tersine çevirmek lazım. Peygamber bile bir âmâya tebliğde bulunmak konusunda
ihmalkâr davrandığı için Allah tarafından azarlanmışken, benim hiç peygamber
olmadığım halde, hatta evliyadan biri de olmadığım halde......
Ama
Peygamberimiz üzülüyordu, hidayete ermiyorlar diye, 'Senin görevin sadece
tebliğ' dedi Allah.
Benim
görevim tebliğ değil ki.
Eee, tebliğ
yapıyormuş gibi davranıyorsunuz ama.
Hayır, ne
münasebet. Ben Müslümanlığın yaşanması üzerinde hiçbir şey söylemedim. Hiç
kimseye şunu yapma, şunu yap demedim. Ben sadece şartların ne olduğunu izah
etmeye çalıştım insanlara. Hiçbir zaman hüküm verip, 'Kardeşim bu yanlış
oluyor, şöyle yapın' demedim.
Hadi canım,
basbayağı dediniz. Üstelik Gerçek Hayat'taki son yazınızda, 'Beni sevmeyenlere
gelince, onların da canı sağ olsun demeyeceğim. Allah onların kalplerindeki
hastalığı artırsın' diyorsunuz. Bu, Müslümanca bir tavır mı? Kusurlu bile olsa,
insan böyle beddua eder mi, din kardeşlerine? Peygamberimizin geçtiği yola
taşlar döşediler. Ayaklarından kanlar akarken bile böyle beddua etmedi. Siz
niye bu kadar merhametsizsiniz?
Yoo ben
merhametsiz değilim. Eğer, beni sevmemek bir hastalıksa, e tabii ki yani, 'Beni
sevsinler' mi diyeyim?
Ama 'Canları
sağ olsun demeyeceğim', büyük bir aşağılama. Peygamberimiz kimseyi aşağılamadı.
'Onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar' dedi.
Onu Hz. İsa
söyledi. (Gülüyor)
Hz. İsa da
Allah'ın peygamberiydi, Hz. Muhammed de hiç beddua etmedi.
Acaba?
Resullah hiç beddua etmedi, öyle mi? Ben peygamber değilim. Kur'an-ı Kerîm'de
diyor ki, 'İnsan hayra olduğu kadar, şerre de dua eder.' Ben insanım ve bu
konuda da böyle bir dua ediyorum. Kendimden çok eminim. Yani Türkiye için doğru
hatt-ı hareketin ne olduğunu tespit konusunda hiçbir tereddüdüm yok. Benim
söylediklerim konusunda yamru yumru şeyler söyleyen ve beni bu sebepten ötürü
sevmeyen insanların, Allah kalplerindeki hastalığı bin kat artırsın.
Allah
aşkına, insanların hastalıklarının artması, sizin murat ettiğiniz nihai amacın
gerçekleşmesine nasıl bir katkıda bulunur?
Ben
yaşadığım ülkenin ve insanlarının, dünyada haysiyetli ve itibarlı bir yere
kavuşmasını öngörüyorum. Çünkü bu insanlardan birisi benim. Eğer benim yaptığım
şey, Türkiye'nin aleyhindeyse, Allah benim bin belamı versin. Ama benim
yaptığım şey, Türkiye'nin lehinde bir şey de insanlar bu sebepten dolayı beni
sevmiyorsa, Allah hepsini kahretsin.
(17 Eylül
2003 - Zaman)
Daha
alçakgönüllü olamaz mısınız?
Asla! Çünkü
alçakgönüllülükte alçaklık vardır.
'Allah
hepinize selamet versin, hadi bana Allah'a ısmarladık' deyip, niye edeplice
veda etmiyorsunuz da, kapıları çatur çutur milletin suratına kapatıp, 'Allah
belanızı versin' diye bir ayrılışı seçiyorsunuz?
Ha! Ayrıldık
ama dost kalalım! (Gülüyor) Bu kadar iğrenç bir şey düşünemiyorum. Niçin
ayrıldık? Dostluğumuz sona erdiği için.
O kadar
kapıyı sert çarpmayın, sonra bir gün tıklatmak zorunda kalırsınız.
Allah beni
tekrar tıklatmak zorunda bırakmasın. Kalırsam da layık olayım bu işe.
Amerikalılar derler ki, merdivenden yukarı çıkarken aşağı inenleri küçük
görmeyin, çünkü bir gün rolleri değişebilirsiniz. Eğer hayattaki rolümüz, bir
merdiveni çıkmak ve o merdivenden inmek şeklindeyse sadece, biz Amerikalı gibi
daha çok para kazanmaktan başka hiçbir değer tanımıyorsak, tabii bizim başımıza
gelenler, müstahaktır. Beter olalım.
Bu
hastalığın artmasının dünya barışına katkısı ne olacak?
Dünya
barışına katkısı, bu beni sevmeyenlerin manyak bir pozisyonda kalmaları,
dolayısıyla Türkiye'nin artık aklı başında insanlarla daha yüksek bir hayata
geçmesi.
Sizin
dünyanızda hiçbir zaman sizden sevgi alabilen bir insan olmayacak.
Olmayacaksa
boş ver, çekiver kuyruğunu gitsin. Peki ben öyle bir insansam, nasıl oldu da bu
kadar adım duyuldu? Şöhretli biri olmak için, küçük parmağımı bile
kıpırdatmadım. Hiçbir zaman nabza göre şerbet vermeye çalışmadım. Ne mevki
olarak yüksek insanlara, ne benden maddi imkanları daha büyük olan insanlara
tebessüm ettim. Tam tersine, onların tebessümlerinin bir gün hatalarını fark
etmeye yol açacak olmasını gözeten bir davranış rotası izledim. Yani şimdilik
bunu terslemiyorum. Bir gün inşaallah anlarlar diye. Yoksa, başından terslemem
lazımdı birçok şeyi. O yüzden bugünlerde olup bitenler, sadece bazı şeylerin
açığa çıkmasıdır. Bundan otuz sene önce, Türkiye'de namaz kılan bir insan,
düzenin adamları tarafından, şüpheyle karşılanan bir insandı. Aynı insan bugün
düzenin adamları tarafından küçümsenen bir insan. Bu durumda ben kimi ne gözle
göreceğim. O yüzden söylediklerime pişman değilim.
Sizin şöyle
bir sözünüz var. 'Dikkatler, benim yazdıklarım vesilesiyle, Kur'an-ı Kerîm
üstünde yoğunlaşmadı.' Siz onun ölçümünü mü yaptınız?
Tabii ki
yaptım. Yazı yazmaya, inançlarına sadık kalan bir insan olarak bir İslamî yorum
getirmenin İslam'a uygun olmadığı görüşüyle başladım. Hiçbir ferdin, İslam'ı
kendi şahsına ya da şartlara göre yorumlama imtiyazı yoktur. İslam neyse odur.
Dersin ki, 'İslam budur, ama ben uymuyorum.' Ben bu inançla işe başladım. Bunun
böyle olduğu konusunda görüş birliği içinde birçok insan var gibi görünüyordu.
Hayatımızı yaşarken, asr-ı saadetteki insanların vizyonlarını değerli bulmak
otuz sene önce birçok insanın, olağan, isabetli karşıladığı bir şeydi. Şimdi,
bu insanlar sahabenin anlayışını ihmal edilebilir bir şey olarak bir kenara
itti ve Kopenhag Kriterleri çok daha önemli oldu. O zaman beni sevmeyenlere ben
niye gülücük dağıtayım?
Otuz yıl az
bir zaman değil. Bu süre içinde kaç kişinin elinden tuttunuz? İyi bir
entelektüel yetişmemesinde sizin de payınız var. Kimseye destek çıkmadınız.
Hışmınıza uğramamak için takma adlarla yazılar yazdılar. Bir korku odağı
oldunuz.
Neden benden
korkuyorlar? Çünkü, ben Türkiye'de söz söyleyecek bir mevkideysem, bu mevki hiç
kimse tarafından bana armağan edilmedi. Dolayısıyla aleyhimde söz söyleyecek
adamın, önce o söz söyleme mevkiine nasıl geldiğinin sorgulanması lazım: 'Sen
kim oluyorsun da nereden çıktı da İsmet Özel aleyhinde konuşmaya başladın?'
Bu kadar
dokunulmazsınız ha!
Yo, dokunan
dokunsun! Son olayların ardından Konya'dan bir kitapçı bana telefon etti ve
dedi ki, 'Ben Kur'an-ı Kerîm'i ve İsmet Özel'i okumaya aynı zamanda başladım.
Ve Kur'an'ı, İsmet Özel okuduğum için daha iyi anladığım kanaatindeyim. Ruz-i
mahşerde bunu söyleyeceğim.' Bu bana yeter. Ben böylelikle otuz yıl değil, otuz
yüz yıl boyunca yapılmış bir şeyin üstünde bir şey yaptığıma kanaat getirdim.
Yazı dünyasında iyi ki, hiç kimseye destek olmamışım. Çünkü olduğum takdirde,
sahte birtakım insanları hak etmedikleri avantaja kavuşturacaktım. Bu, benim
terk olayımdan sonra hemen ortaya çıktı. Bir kişi bile aleyhimde yazılanlara
cevap verme gereğini duymadı.
Zaman'da
Nevval Sevindi olumlu şeyler yazdı sizin için.
Biliyorum,
ama o benim aleyhimde yazılanlara cevap değildi. O sadece 'Bu adam iyi bir şey
yapıyor.' dedi. Yoksa çirkin denebilecek saldırılar oldu. Öyle insanlar vardır
ki şu dünyada, onlara gerçekten faydam olmuştur. Hiç biri, 'Ya etmeyin,
eylemeyin' demedi. Ben neyle övüneceğim? Kalkıp 'filancaya şunu yaptım, bunu
yaptım' mı diyeceğim? Gördüm ki, iyi ki yapmamışım.
Ece Ayhan'ın
şöyle bir sözü varmış sizin için. 'Silgiler silerken, silinirler de.' Sizin
silgi gibi çalıştığınızı ima etmiş, böyle bir şey doğru mu?
Onun böyle
bir sözü olduğunu, dolaylı olarak biliyorum. Bütün bu laflar Sivas olaylarından
sonra çıktı. Benim ahlayıp vahlamamış olup, tam tersine, 'Sivas göklerinde Sırp
tayyareleri uçacak mı?' diye sormam sol görüşlülerin benim asla savunulacak bir
tarafım kalmadığı fikrinde toplanmalarına neden oldu. Bundan da hiç şikâyetçi
değilim.
Ama sizin
için insanların yakılmasını onayladınız gibi bir anlama oldu.
İnsanların
yakılmasını onaylamam için, benim o yakanların ekibine dahil olmam lazım.
Otelin kuşatılması ile yanması arasında yedi saat var. Herkes Ankara'yla temasa
geçildiğini gayet iyi biliyor. Ve bu olay oluyor. Ne Müslümanların, ne İsmet
Özel'in birtakım insanların yanarak ölme hadisesinde bir dahli var. Burada bir
kasıt var, ama bu kasıt kime ait ve kimin icraatı bu? Bu hiç konuşulmuyor.
Demek ki bundan faydalanan birtakım insanlar var. Hemen akabinde Başbağlar
olayı. Ve biri diğerine hiç benzemeyen iki şey. Ama sanki intikam hadisesi
gibi. Şimdi bütün bu karışıklıklar içinde Türkiye'nin lehine bir ses olmak,
eğer kötü bir şeyse, ben bu kötülüğün tamamını üzerime alıyorum. Ve Sivas
olayları için hâlâ ahlayıp vahlamıyorum.
Öyle
demeyin.
Derim. Bunun
Alevi-Sünni çatışmasını çıkarmak için çok özel bir çalışma olduğunu düşünmemek
mümkün mü? Daha önce Maraş olayları var. İstanbul'da Gaziosmanpaşa olayları
yaşandı. Ve mesela o sırada ben 'Eğer ajanlar devredeyse Alevi'siyle
Sünni'siyle hepimiz devletiz' diye bir yazı yazdım ben. Neden insanlar bunu öne
çıkarmıyor? İnsanların salaklığına saygı mı duymam lazım?
İnsanların
yanmasından memnun olan bir adam görüntüsü verdiniz.
Benim
insanların yanmasından memnun olduğumu ilan edenler, o yanma dolayısıyla bir
provokasyonu gündeme getirememiş olmanın sıkıntısındadır. Böyle tuhaf bir duygu
manipülasyonu ile Türkiye üzerine oynanan oyunlara alet olmak, güzel bir şey
ise güzellik onların olsun. Çirkinlik nerede, ben oradayım. O yazı gazetede
yayınlandığı zamanlar, hiç tanımadığım insanlar, bu yazıyı afiş haline getirip,
duvarlara yapıştırdı. Bunu yapanlar kimlerdi? Onun için ben, elveda deyip,
elimi yıkadım bu işlerden.
Şimdi
tamamen şiire mi döndünüz?
Şiir öyle
bir şey ki, yazmadığınız zaman bile bir parçanız olarak yaşar. Siz sadece şiir
yazdığınız zaman şairseniz, hakiki şair değilsiniz.
Bir şair
gibi yaşamadığınızı, hiç riske girmediğinizi, karavana atmadığınızı, evinizin
yolunu hiç şaşırmadığınızı, daima hesaplı olduğunuzu, bu nedenle de şiirden
uzaklaştığınızı düşünenler var.
Beethoven de
öyleydi. Biraz tutumlu olduğu söylenir Beethoven'in. Çünkü sakat olan
kardeşlerine de bakmak zorunda. Çalışmaktan başka bir şey yapmadı. Yani öyle
maceralı bir hayatı yok. Şairlerden örnek vereyim. Mesela Wallace Stevens...
Ben gençliğimden beri keşke onun gibi olabilsem derim. Onun sigortacı, bankacı
gibi hayatı var. İnsan, yazdıklarıyla şairdir. Oscar Wilde ne demiş, 'Ben,
dehamı hayatıma koydum. Eserlerimde sadece kabiliyetim vardır.' Hatta
Amerika'ya girerken gümrük memuru, 'Deklare edeceğiniz bir şey var mı?' diye
sormuş. O da, 'Dehamdan başka deklare edeceğim hiçbir şey yok' diye cevap
vermiş.
Oscar Wilde
ultra sanatçı hayatı yaşadı. Onun için de eserleri o kadar parlak değil. Sadece
kabiliyeti olmasına rağmen, dikkate değer şeyler yaptı. İddia üzerine yazmıştır
Dorian Grey'in Portresi'ni. Birisi demiş ki, 'Sen roman falan yazamazsın.'
'Öyle mi?' demiş. Efsaneye göre birkaç gündür, ama bu imkansız tabii. Çok kısa
bir zamanda yazmış.
Kendinizi
dâhi mi kabul ediyorsunuz?
Ben kendimi
dâhi saymıyorum. Fakat, yaptığım şeylere bakıyorum ki, bunları ancak bir dâhi
yapabilir. (Gülüşmeler)
Bir de şöyle
deniyor: 'O kadar çok politikayla, nesirle, teoriyle uğraştı ki, düş kuracak
hali kalmadı. Şiire dönse ne olacak bundan sonra, çok geç olmayacak mı?'
Valla
göreceğiz. Bu adam, bütün bu düz yazı süreci içinde acaba dünyayı bir şair
gözüyle mi değerlendirdi, yoksa başka bir şey mi yaptı? Reel politik diye bir
şey var. Reel politik, bir çeşit ahlaksızlıktır. Demek ki politik diye bir şey
var, reel olmayan. Benim bütün politik yazılarım, reel politik değildir. O
yorumu yapanlar, benim ne kadar açık uçlu bir metin ürettiğimi okumadıkları
için bunu söylüyor.
BİR DAHA GAZETEDE YAZMAK MI? ALLAH KORUSUN!
Artık yazı
yazmayacak mısınız?
Allah
korusun! İnşaallah yazmak zorunda kalmam.
'Ben hep
12'den vurmuştum. Çünkü İslam'ı onların şartlanmalarından bağımsız öğrendim'
dediniz. İslam'ı dışarıdan öğrenmek nasıl 12'den vurmanın garantisi olabilir?
Ben hep
12'den vurdum. Çünkü Müslümanlığın millet olarak bizi düze çıkaracak bir
düşünce olduğu kadar yaşama biçimi olduğuna da inanarak işe başladım. Halbuki,
birçok insan, gelenekten böyle olduğu için, İslam'la Türkiye arasındaki bağı
kurmuş olabilir, mutaassıp bir çevreden gelebilir. Yani İslam'la olan ilişkisi
fonksiyonel değildir. Benimse sadece bu ilişkim var. Zaten ben, Allah bana
hidayet nasip ettikten sonra, bugünkü durumuma gelmek istemiştim, 1974'te.
Yani nasıl?
Hiç yazı
mazı yazmayan. Fakat ne oldu? Benim ihtida ettiğimi öğrenen insanlar, bana öyle
bir ilgi gösterdiler ki, ben şöyle düşündüm: Bu insanlara bir faydam
dokunabilir. Bu, benim 11'den vurmamı önledi. Faydam olmuyorsa zaten yapmadım
onu. Yani annemden babamdan gördüğüm şeyi yapmadığım için, sadece bu insanlara
ne faydam olur düşüncesinde olduğum için, 12'den vurmazsam, onu vurmuş
olmuyordu yani. Açın 1977'de Yeni Devir'de yazdığım yazıları, görürsünüz bugün
yaşadıklarımızın o günden tohumları olduğunu. Diyelim ki, ben İETT yazmışım.
Onun İstanbul, elektrik, tramvay, tünel olduğu bugün anlaşıldı. Yani bunları
böbürlenerek söylemem bana rahatsızlık vermiyor. Çünkü ben bunları yaptım.
Şimdi yazı
yazmayacağınıza göre, gelirlerinizde bir düşme olacak.
Evet. Trajik
durum. Gelirim, üçte iki oranında azaldı. İçim birazcık titremiyor değil. Ama
gayet eminim, Allah hem kapı açar, hem beni besler. Eğer sıkıntı yaşayacaksam,
demek ki hak etmişimdir. Ben mutlak mânâda kaderciyimdir.
Ne kadardı yazı
gelirleriniz?
Daha önce
Milli Gazete'den 635 milyon aldığımı söyledim. 1,5 milyar da Gerçek Hayat'tan
alıyordum.
Hocalığınız
var, bir de emekli maaşınız.
Evet. O
kadar. Ama hocalığım da part time.
Tek eviniz
var. Onu yazı gelirlerinizle mi almıştınız?
Tabii.
Gerçi, babamın Söke'deki evinin satılması sonucunda da elime geçen, çok cüzi
bir para da oldu. Ama genel olarak alnımın teriyle yaptım. O günlerde beni bir
yere davet ettiklerinde, 'Kusura bakmayın' diyordum, 'haftanın 14 günü işim
var.' Evimin borçları bittiği gün, televizyondaki programlara son verdim.
(18 Eylül
2003 - Vatan)
"Ben ne
büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damların
ve plastik sürahilerin tanrısını yerimi yadırgadım yerim olmadı zaten kendi
mezarımdan başka çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı..."
Evet, şair İsmet Özel geçtiğimiz günlerde yine yerini yadırgadı; yine
"çılgının biri sanılmaktan" sakınmaksızın yerini değiştirdi.
Gazeteler, dergiler de günlerdir ondan söz ediyor. Solcu'ydu 60'larda. 70'lerin
başında hidayete erdi. Buraya bir not koymalıyım: Bizim bu işlere pek yakın
olmayan arkadaşlanmız o zaman da, şimdi de olayı anlatırken İsmet Özel'in
"İslami harekete geçtiğini" yazıp durdular. Oysa ihtida etmekle
(Bilerek seçim yoluyla Müslüman olmak) belli bir siyasal ideolojinin savunucusu
olmak arasındaki farkı unutmamak gerek. Tabii ki ardından Türkiye'de o yıllarda
gelişip zenginleşmeye başlayan İslamcı düşünce ve siyaset platformunda İsmet
Özel de kendine özgü yerini aldı.
Görüşlerine
katılınırsa da, katılınmasa da "İsmet Özel ne diyor?" sorusu hep
heyecan verici oldu. Doğrusu o da aydın çevrelerdeki bu heyecanı iyi
kullandı!.. 80'lerde medeniyet hakkında radikal teoriler geliştirdi. Batı'nın
teknolojik kalitesine karşı Müslümanları, tek tek insani kalitelerini
geliştirdikleri bir düzen kurmaya çağırdı. Batı medeniyetini tümüyle
dışlamaktan çekinmedi. 90'larda İsmet Özel'in düşüncelerinde yeni ve
alışılmadık kıpırdanmalar başladı. Müslüman kavramı yerine sık sık Türklüğü öne
çıkarır olmuştu. O çevrelerdeki egemen bakışın aksine Cumhuriyet'in insanlık
tarihindeki önemini vurguluyordu. (Bu aslında eski Türk-İslam sentezi
tezlerinin 28 Şubat sonrası yeniden ve şairane dirilişi mi, yoksa özgün bir tez
mi, ayrıca tartışılmalı!) En sonunda da Milli Gazete'deki ve Yeni Hayat'taki
köşelerini bıraktı; "Bundan böyle yazmayacağım" dedi. "İslami
kesime derdini anlatamadığını, anlaşılmadığını" öne sürerek, o platformdan
da çekildi. Gürültü koptu. Televizyon söyleşileri, gazete söyleşileri, havalı
fotoğraflar, iddialar.... Benim aklıma o söyleşileri gördükçe İsmet Özel'in şu
dizeleri geldi durdu hep: "Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta"
İsmet Özel
muhafazakâr-İslami kesim tarafından anlaşılmıyor muydu, yoksa anlaşılmak
istemiyor muydu? Ben epeydir doğru yanıtın ikincisi olduğunu düşünüyorum. İsmet
Özel doğruları mı anyordu, "hep haklı olmayı" mı istiyordu? Bu
sorunun yanıtı da benim için ikinci şıktı. İsmet Özel hep sivri olmayı
istemişti, şimdi "beni sivri buldular, kendime aralarında yer
edinemedim" tavrını anlamam zor. Fakat bunlan bırakıp bugün asıl konu
etmek istediğim noktaya gelelim. Zaman Gazetesi'nde geçen hafta Nuriye (Akman)
öyle bir söyleşi yaptı ki İsmet Özel'le, inanılır gibi değil. (Karşısındakinin
bütün korkularından çılgınca cesur laflar üreten bir söyleşi tarzı! İletişim
okullarında ders olacak türden!) İşte orada şu sözleri söyleyiverdi İsmet Özel.
"Kadınlara sunduğum format kölelik. Bunu gönüllüce, çok arzulayarak
yapması lazım. Eşimden köle olması şöyle dursun, bekledğim yardımı bile
alamadım. Erkeğin kölesi olmayan kadın, o erkekle neden evlenmiştir ki? Bu iş
bir türlü yapılır. Beş türlü yapılmaz." Özel bu, düşüncesini en çarpıcı
biçimde ifade ediyor. Buyrun işte! "Kadınlar inektir. Boğalar mutsuz,
inekler mutludur."
Ve son
olarak da şu saptama: "Cinsellik her şeyi içerir." Böylece popüler
basının aradığı malzeme de bulunmuştu. Bu kez İsmet Özel medya arenasında dişi
aslanların önüne atılıyor. Profesörler, toplumbilimciler, feminist olmayan ve
fakat kendini feminist sananlar öfke kusuyorlar şimdi: "Dikkate almaya
bile gerek yok." "Psikolojik tedaviye ihtiyacı var onun."
"Bu insan haklan için ihlaldir." Bence Özel'e böyle karşı çıkanlar
bir yerde ciddi yanlış yapıyorlar. Bu sözler bakkal İsmet Amca'nın laf arası
saçmalıkları veya kocanızın, sevgilinizin bir sarhoşluk esnasında öfkeyle içini
boşaltması veya bir sadistin itirafları filan değil ki! Bir düşünce adamı
cesaretle bir şeyler söylüyor. Kızarsınız, katılmazsınız, beğenmezsiniz. Tamam.
Ama böyle tezlere karşı hem "bana ne" deyip hem de bu konularda fikir
yürüten birisi olamazsınız. Kaldı ki, bu sözler Bukowski, D. H. Lawrence'ın
filan sözleri olarak gündeme gelseydi, böyle sırtımızı kolayca döner miydik?
Merak ediyorum. İsmet Özel'in açıklamalarını konuşmaya devam edeceğiz, umarım,
yarın...
Kaynak:
bkz:
»
Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı... / İsmet Özel
(04.08.2003 - Millî Gazete)
» 'Beni Anlamadılar' / Haber: Ömer Çakkal (08.08.2003 - Yeni Şafak)
» İslami Kesimin Önceliği: Çıkar / Röportaj: Ahmet Tulgar (10.08.2003 - Milliyet)
» 'İsmet Özel Aslında Hiç Değişmedi' / Haber: Belma Akçura (11.08.2003 - Milliyet)
» İsmet Özel ve Nezaket / Nevval Sevindi (12.08.2003 - Zaman Turkuaz)
» Şairin Kuyuya Attığı Taşı Kim Çıkaracak? / Mehmet Bekaroğlu (22.08.2003 / 28.08.2003 - Gerçek Hayat)
» Çok "Özel" Bir Hikaye / Sami Hocaoğlu (25.08.2003 - Yeni Şafak)
» Hiç Kimse Hep "12'den" Vuramaz / Sami Hocaoğlu (29.08.2003 - Yeni Şafak)
» "İslamcılar Ortada Yok" / Özdemir İnce (29.08.2003 - Hürriyet)
» İsmet Özel - Sevdiği Oyun: Kuka. Sevmediği Oyun: Saklambaç / Ahmet Güntan (Eylül 2003 - Kitap-lık)
» Herkes Neden Burada? / Mehmet Butakın (Eylül 2003 - Milliyet Sanat)
» "Çerağıma Kastedenin / Hak Yandırsın Çerağını" Diyebilmek... / Sami Hocaoğlu (01.09.2003 - Yeni Şafak)
» Şairin Kuyuya Attığı Taş / Hayrettin Karaman (05.09.2003 / 11.09.2003 - Gerçek Hayat)
» Evet İsyan'dan Amentü'ye - Amentü'den Evet İsyan'a... / Rahmi Emeç (13.09.2003 - Evrensel)
» İslami Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcum Yok / Röportaj: Nuriye Akman (14.09.2003 - Zaman)
» Vakurum, Asla Kibirli Değilim! / Röportaj: Nuriye Akman (15.09.2003 - Zaman)
» Erkekler Öküz Olmadığı Sürece Ben Kadınlara 'İnek' Diyorum / Röportaj: Nuriye Akman (16.09.2003 - Zaman)
» Yaptığım Bütün İşlere Bakınca 'Bunu Ancak Bir Dâhi Başarabilir' Diyorum / Röportaj: Nuriye Akman (17.09.2003 - Zaman)
» Hakîkati Hakkıyla Mesele Edinemediğimiz İçin İsmet Özel'i Anlayamıyoruz (1) / Yusuf Kaplan (15.09.2003 - Yeni Şafak)
» "Çılgının Biri" Konuştukça... / Haşmet Babaoğlu (18.09.2003 - Vatan)
» İsmet Özel Ne Dedi? / Haşmet Babaoğlu (19.09.2003 - Vatan)
» Erkek Nesli Yok Oluyor / Nevval Sevindi (21.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» İsmet Özel Şaka mı Yapıyor? / Hasan Sutay (21.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» Üstadımız Bediüzzaman'dan, Vicdanımız İsmet Özel'e Bir "Aşk Ateşi" "Masal"ı (1) / Yusuf Kaplan (22.09.2003 - Yeni Şafak)
» Kukalı Saklambaç / Haftalık Komiser (26.09.2003 / 02.10.2003 - Akşam-lık)
» Mahkum Etmek mi? / Sami Hocaoğlu (26.09.2003 - Yeni Şafak)
» Part-Time Feministler / Mustafa Armağan (28.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» Erkek Milleti / Hasan Sutay (28.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» İsmet Özel Haklı mı? / Nesrin Yanık (29.09.2003 - Internethaber.com)
» Üç Kerre Çüşş / Ömer Lekesiz (Ekim 2003 - Hece)
» Bıyıklı İktidar, Etekli İktidar / Fadime Özkan (04.10.2003 - Yeni Şafak)
» Türkiye'nin Vicdanı / Osman Özbahçe (Ekim / Aralık 2003 - İslâmiyât)
» Bir "Özel" Vaka Münasebetiyle / Arif Kaya (Kasım 2003 - İktibas)
» 'Beni Anlamadılar' / Haber: Ömer Çakkal (08.08.2003 - Yeni Şafak)
» İslami Kesimin Önceliği: Çıkar / Röportaj: Ahmet Tulgar (10.08.2003 - Milliyet)
» 'İsmet Özel Aslında Hiç Değişmedi' / Haber: Belma Akçura (11.08.2003 - Milliyet)
» İsmet Özel ve Nezaket / Nevval Sevindi (12.08.2003 - Zaman Turkuaz)
» Şairin Kuyuya Attığı Taşı Kim Çıkaracak? / Mehmet Bekaroğlu (22.08.2003 / 28.08.2003 - Gerçek Hayat)
» Çok "Özel" Bir Hikaye / Sami Hocaoğlu (25.08.2003 - Yeni Şafak)
» Hiç Kimse Hep "12'den" Vuramaz / Sami Hocaoğlu (29.08.2003 - Yeni Şafak)
» "İslamcılar Ortada Yok" / Özdemir İnce (29.08.2003 - Hürriyet)
» İsmet Özel - Sevdiği Oyun: Kuka. Sevmediği Oyun: Saklambaç / Ahmet Güntan (Eylül 2003 - Kitap-lık)
» Herkes Neden Burada? / Mehmet Butakın (Eylül 2003 - Milliyet Sanat)
» "Çerağıma Kastedenin / Hak Yandırsın Çerağını" Diyebilmek... / Sami Hocaoğlu (01.09.2003 - Yeni Şafak)
» Şairin Kuyuya Attığı Taş / Hayrettin Karaman (05.09.2003 / 11.09.2003 - Gerçek Hayat)
» Evet İsyan'dan Amentü'ye - Amentü'den Evet İsyan'a... / Rahmi Emeç (13.09.2003 - Evrensel)
» İslami Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcum Yok / Röportaj: Nuriye Akman (14.09.2003 - Zaman)
» Vakurum, Asla Kibirli Değilim! / Röportaj: Nuriye Akman (15.09.2003 - Zaman)
» Erkekler Öküz Olmadığı Sürece Ben Kadınlara 'İnek' Diyorum / Röportaj: Nuriye Akman (16.09.2003 - Zaman)
» Yaptığım Bütün İşlere Bakınca 'Bunu Ancak Bir Dâhi Başarabilir' Diyorum / Röportaj: Nuriye Akman (17.09.2003 - Zaman)
» Hakîkati Hakkıyla Mesele Edinemediğimiz İçin İsmet Özel'i Anlayamıyoruz (1) / Yusuf Kaplan (15.09.2003 - Yeni Şafak)
» "Çılgının Biri" Konuştukça... / Haşmet Babaoğlu (18.09.2003 - Vatan)
» İsmet Özel Ne Dedi? / Haşmet Babaoğlu (19.09.2003 - Vatan)
» Erkek Nesli Yok Oluyor / Nevval Sevindi (21.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» İsmet Özel Şaka mı Yapıyor? / Hasan Sutay (21.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» Üstadımız Bediüzzaman'dan, Vicdanımız İsmet Özel'e Bir "Aşk Ateşi" "Masal"ı (1) / Yusuf Kaplan (22.09.2003 - Yeni Şafak)
» Kukalı Saklambaç / Haftalık Komiser (26.09.2003 / 02.10.2003 - Akşam-lık)
» Mahkum Etmek mi? / Sami Hocaoğlu (26.09.2003 - Yeni Şafak)
» Part-Time Feministler / Mustafa Armağan (28.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» Erkek Milleti / Hasan Sutay (28.09.2003 - Zaman Turkuaz)
» İsmet Özel Haklı mı? / Nesrin Yanık (29.09.2003 - Internethaber.com)
» Üç Kerre Çüşş / Ömer Lekesiz (Ekim 2003 - Hece)
» Bıyıklı İktidar, Etekli İktidar / Fadime Özkan (04.10.2003 - Yeni Şafak)
» Türkiye'nin Vicdanı / Osman Özbahçe (Ekim / Aralık 2003 - İslâmiyât)
» Bir "Özel" Vaka Münasebetiyle / Arif Kaya (Kasım 2003 - İktibas)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar