Print Friendly and PDF

BİRDE TESLİM OLDUM DİYORSUN!

Bunlarada Bakarsınız




“Sâlik başlangıçta inancını tam teslimiyetle bir pîre teslim edip her emrine itaat ve hizmet ve ihtimam ile çalışırsa yolu Hakk’a gider. Lâkin otuz, kırk günde pîrim himmetiyle irşâd olurum deyip azm ile zikri ve fikir ile çalışır ve gönlü acele ile Hakk’tan tecellî-i cemâl ümit eder. Lâkin istediği gibi, nefsin muradı hâsıl olmayıp zamanla zikr ve fikrini terk eder, sonra şeyhine gücenip birkaç gün bu hâle sabır edemeyip şeyhin mahremle­rine ve hadimlerine şeyhten şikâyet ettikte, o -azîze onun şikâyetinden haber ver­diklerinde tebessüm edip cevap vermez. Sonra bir zaman geçtikten sonra şeyhinden yüz döndürüp ahbaplarına, akrabasına ve akranına söyler ki,
“Bizim şeyhimizi ben tasarruf sahibi bir mürşid-i kâmil zannederdim. Lâkin zannım gibi değil imiş. Bende bu ilim, fazilet ve ciddi çalışma, amel ve kabiliyet var iken, beni terbiye edip insân-ı kâmil edemedi.
Şimdi bildim ve anladım ki, onlar dahi benim gibi âciz ve zayıf imiş. Boş yere zahmet verip gönlümüze ağırlık verdiler” dedikte, onun küstahlığına nazar etmeyip yine onun ıslâhına hüsn-i teveccüh olurlar. Bu esnada o mürit, şeyhi ziyaretine vardıkta, onun bu makama uğradığını bildiğinden dolayı lutf ile muamele edip nasihat ile rıza makamına delil olup Hakk yoluna rağbet ettirip ve bazı hizmet teklif edip onu imtihan eder. Ama o sâlik kulağına girmeyip nasihati kabul etmez ve hizmetini görüp rızasında bulunmaz. Huzurunda ve arkasından küstahlık edip şeyhe itiraz ve atma tutma yapıp aklî deliller ve naklî ile -azîzi töhmet altında bırakmaya çalışır. O, onun hâlini ilhâm-ı rabbaniyle bildikte, Hakk’ın izni ile onun terbiyesinden fariğ olup gönlünden çıkarıp nefret eder. O sâlik meclisten gidip evvelki fitne ve fesadına koşarak nefsine tâbi olup gider.[1]
Hasan Sezâî kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin Mektubât-ında buyurdu ki;
 “Saadet sahibi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin or­taya çıkışında, Ashâb-ı Kiram Hazretleri radiyallahü anhüm bir­likleri tam ve noksansız idi. Ama nübüvvet kemâl buldukça hepsinde kalplere kabiliyetler geldi. Birbirine rekabet lâzım geldi. Aralarında neler neler oldu. Siyer kitaplarında bunlar yazılıdır. Okuyanlar durumu bilirler. Üç ve belki de dörtte biri aynî mü­min. Diğerleri münafıklığa düştüler. Benzetme olma­sın da, bizim de bugünkü hâlimiz böyle. Her gün fu­kara (dervişler) arasında uydurma, düzme ve yalan sözler zuhur etmektedir ki, işiten hayrette kalır. Hâlâ içimde gizli olan, tekkede olanların hepsini def edip, dışarıdan görevle bir imam ve müezzin tedarik ede­rek ve avam şeklinde bir hizmetkâr bulmak. Hakkı arayanlar da, rüyası ve derdi olduğunda gelsin; ha­berini alsın; gitsin. Başka çaresini bulamadım.
Kime gönül bağlıyayım?”[2]
“Ne hâldir bilinmez.  Zamane müridleri kendi hâllerini ve gayretlerini bilmeyip, mürid iken mürşid gibi davranırlar, batınî ve mânevî zevkimiz yok derler.
Subhânallah!
Hastasın; hastalık sıfatı, illetle mey­dana gelir. Hastalık olmasa, hasta olma hâli nasıl be­lirirdi?
Behey deli!
Akıllıyım dersin, mürşidin işle­rine tarizde, itirazlarda bulunursun. Ya Hazret-i Allah Teâlâ’dan utanıp, evliyâullahtan hayâ etmez misin?
Halife-i zatî, işinde kimseye bağlı değildir. Doğru yan­lış sorulmaz. O’nun işi zâtını ilgilendirir. Soru ve cevap kendisinden kendinedir. Çünkü mürîd oldun. İhtiyarî ölüm tahsil et. Bu suretle nefsini bilip, sıddık sıfatıyla nitelenmiş ol. Yoksa mecâzî hayatta ne yola çıkarsın;
Behey gafil! Adın Ahmed, Mehmed; Musta­fa diye onurlanırsın. İşin ise, gafil işi. Utanmaz mısın? Gaflet sahiplerinin yanında ne söylersin? Onlar hayrı şerri bilmezler, ihtiyarî ölüm (Ölmeden evvel ölünüz hadis-i şerifine işaret ediyor.) sahibi olup, bu mecâzî varlıktan kurtulup, gafletten uyanmamışlardır. Uy­kuda konuşan, sayıklar. Onun sözüne itibar olunur mu? Uyanık (kalıp gözü açık) olanlar, saçma sapan söz­ler söyleyenlere gülerler. Uyanıklık kılığına bürün­müşsün. Hakikâten uyanık olanlara merhamet etmez misin? Bu halini ârif-i billah olanlar görüp:
“Taş atan bizden, attıran bizden değil” demişler.”[3]


[1]— Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, hzl. Mustafa KOÇ-Eyüb TANRIVERDİ, İstanbul, 2006, c. II, s.667
[2]— YARAR, Cezair, Mektubât-ı Hasan Sezâî, İstanbul, 2001. s.92, 48. mektup
[3]— YARAR, Cezair, a.g.e,s.90, 47. mektup

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar