BİZ NERESİNDEYİZ?
İbn Haldun'un siyasal felsefesinde
yöneticilerin ahlak ve karakteri, devletin geçirdiği safhalarla devlet muhtelif
tavırlardan ve yenilenen bir takım hallerden geçer. Devleti yönetenler her
tavırda, o tavrın hallerinden bir takım huylar ve karakterler kazanırlar. Bu
sebeple İbn Haldun devlet yöneticisinin geçirmiş olduğu aşamaları devletin
geçirdiği safhalar içinde değerlendirmiş ve bunun beş evreden oluştuğunu iddia
etmiştir. Bunlar ;
Zafere
ulaşma, güç ve otoriteyi elde etme safhası:
Bu aşamada devlet başkanı, şan ve şeref kazanma, vergileri toplama ve yurdu
savunma hususlarında halka örnek olur. Onların görüş ve düşüncelerini almadan
tek başına hareket etmez. Zira zaferin meydana gelmesine esas teşkil eden
asabiyetin gereği budur ve asabiyet henüz olduğu şekliyle devam etmektedir.
Bu
safha devlet yöneticisinin, ülkeyi halkın katılımı olmadan kendi başına
yönettiği ve başkalarının müdahale ve katılımından uzak tuttuğu safhadır. Bu aşamada devletin başındaki şahıs, kendine taraftar olan
adamlar toplamaya, azatlılar ve
devşirmeler edinmeye ve bunları arttırmaya önem verir. Mülkün paylaşımı
hususunda zararlı hissettikleri ve kendisiyle aynı nesebi paylaşan aşiretinin
(kurucu üyelerin) ve asabiyet (parti) mensuplarının burunlarını sürtmek için
böyle hareket eder. Hâkimiyetin talep ve tesisi yolunda evvelkilerin
karşılaşmış oldukları gibi hatta ondan daha zor sıkıntılara, asabiyetinden
olanlara karşı mücadele ederken, onlarla boğuşurken ve onları iktidarda
uzaklaştırırken katlanır. Bu yolda çok çetin ve daha fazla zorluklara göğüs
germek mecburiyetinde kalır. Çünkü evvelkiler, mülkü yabancılara (diğer
partilere) karşı savunmuşlar, bu konuda mücadele etmişlerdi. Verdikleri bu mücadelede
destekçileri asabiyet sahipleriydi. Şimdi kendisi ise hâkimiyet hususunda
yakınlarına karşı mücadele vermekte, onlara karşı mücadelesini yürütürken, uzak
ve yabancı olanlardan pek az kimse ona destek olmakta, işte bunun için de
cidden zor bir işe teşebbüs etmiş bulunmaktadır.
Dinlenme
ve rahatlık safhası: Zirâ artık insan tabiatının
meylettiği servete, eserlerin ebedîleştirilmesine ve şöhrete kavuşmak gibi
mülkün semereleri elde edilmiştir. Bu sebeple hükümdar, bütün enerjisini
vergi toplamaya, servet edinmeye, gelir ve giderleri zabt ve tespit etmeye,
nafaka ve masrafları kaydetmeye, biriktirilen servetle de büyük ve gösterişli
binalar, muazzam sanat eserleri, geniş şehirler, yüksek heykeller inşa etmeye
sarf eder. Kendilerine gelen diğer ülkelerin elçilerine, eşrafına ve ileri
gelenlerine bahşişler verir, ihsanda bulunur. Ehil ve layık olanlara
iyiliklerini yayar. Askerlerin erzaklarını ve maaşlarını bolca verir. Bu
safhada, orduya yönelik düzenleme, barış zamanında şatafatlı askerî kıyafetler
giymek, silahlar taşımak, geçit törenleri yaparak diğer devletlere karşı övünmekten
ve savaş zamanında da düşmanı korkutmaktan ibarettir. Bu dönem, onların izzet
ve şan içinde yaşadıkları ve kendilerinden sonra gelenlere yol gösterdikleri
dönemdir.
Kanaat
ve barış safhasıdır. Bu safhada hükümdar seleflerinin
tesis ettiği şeye kanaat eder, zamanında ki ve dengi olan hükümdarla barış
içinde yaşar. Seleflerini (öncekileri) taklit ederek adım adım takip eder,
iktidardaki usullerin en güzeli ile onların yoluna tâbi olur. Öncekilerin kendilerinden
daha doğru ve ileri görüş sahipleri olduklarına ve bu düşünceleriyle devlete
mevcut güç ve itibarını kazandırdıklarına inanırlar.
5- Son dönem ise
israf, har vurup harman savurma safhasıdır. Hükümdar, bu safhada, seleflerinin
tüm birikimini, nefsanî arzu ve zevkleri, ihtiras ve tutkuları uğrunda
savurganca tüketir. Yakınlarına, kötü dost ve destekçilerine tüm servetinden
cömertçe sunar. Büyük ve önemli işlerin başına bunları getirir. Halbuki bunlar
bu nevi işleri yürütemezler. Üzerlerine aldıkları hususlarda neyi yapmaları ve
neyi yapmamaları gerektiğini bilmezler. Hükümdar (lider), kavminden olan önemli
taraftarlarının, büyük yardımcılarının ve baba dostlarının kalbini kırar,
onları kendine kin besleyen ve yardıma muhtaç olduğu zaman desteklerini çeken
bir hale getirir. Bunların yanı sıra ordunun giderleri için ayrılan bütçeyi de
kendi nefsâni arzu ve istekleri yolunda kullanır. Bizzat gidip ordu mensupları
ile temasta bulunmadığı için, ihtiyaç ve dertlerini tespit etmekten uzak kalır.
Böylece selefleri tarafından
kurulmuş olan her şeyi
hoyratça tüketir ve yıkar.
İşte bu safhada, devlette ihtiyarlık belirtileri ortaya çıkar. Devlet tedavisi olmayan hastalığa tutulur ve bu hastalık onu yer bitirir.
Sonuçta diyebiliriz ki; İbn
Haldun'un felsefesinde, toplumsal şartların bireyler üzerinde sonsuz bir
hâkimiyeti vardır. Elbette bunun sonucu olarak yöneticiler de dönemlerinin
sadece birer yansımalarıdır.
bkz. Osman Arpaçukuru, İbn Haldun-Devlet, İlke yay., İstanbul
2003 İbn Haldun, Mukaddime, C. I, s. 399
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar