Print Friendly and PDF

BOŞANMAK İSTEMİYORUM






 “Üç hâkimin hükmünde isabet aranmaz: kalbin, kaderin, ölümün.”
Nurettin Topçu, Var Olmak,
İstanbul, 1965, s. 93.
İnsanlar evliliği güzel hayaller ve umutlar üzerine kurarlar. Neden flört ederek, sevişerek evlenmenin arttığı bir zamanda boşanmalar çoğaldı?
Konu üzerinde düşünmek gerekirse, beklenti, güven ve geçim şartları altında ezilen çiftler, “evliliğin sosyal özgürlüklerini kaybettirdiği” düşüncesi ile kendilerine olan inançlarını kaybetmelerinin bu yönde etkili olduğunu görebilmekteyiz. Evli kardeşlerimiz sabır veya çözüm yerine kolay olan boşanmayı tercih ediyorlar. Günümüz TV’lerinde reyting uğruna parçalanmış aile senaryolarının çok işlenilmesi boşuna değildir. Şu an için düşünün, hayata karşı mücadele veren birbirine destek olan bir aile dizisi var mı? Bir tane var gibi oda geçmiş tarih adıyla anılıyor. Aslında bu dizi bile geçimli aile hayatının 20-30 sene önce olduğunu anlatır gibi. Diğerleri ise akla hayale gelmez entrikalar dolu iğrençlik arzeden konulu hayat dizileri ki, [bunların yasaklanması gerekiyor.] beyinlerimize üzülme senin gibi bir aile tiplemesi var. Temasıda “Yalnız değilsin”
Boşanmak geçimsiz bir çift için en uygun olan bir durumdur. Ancak boşanma ile hayatın kısa olduğu kadar ve hızlı bir şekilde ilerleyişine ayak uydurmakta zorlanan bireyler, ihtiyarlık günlerine ait dayanaklarını kaybediyorlar.
Günlerimiz geçiyor, her gelen yıl bir şeyleri beraberinde götürürken, sıkıntı veren bir yalnızlığın boğucu nefesini üzerimizde hissettiriyor. “Ne olacak şimdi” denileyecek bir gün geldiğinde, mecburî hayatın bir akış yönünde, dönülmez bir halde mutluyum/ mutlu muyum ile geçmişimizi bir daha ele geçirmek mümkün olmayacak.
Yalnızlığı hayat olarak benimseyen kişiler, genellikle paylaşabileceği bir özellikleri ile kendilerini tatmin ederken, yetersiz bir alt yapısı olanlar için, kapalı kapılar ardında “iki göz” arayışı acı verecek bir durum gibidir. Onlar için sevmek/sevilmek kelimesi dahi korku verir. Çünkü hayat onlar için kumar masasında, kağıtlara mahkum olmuş, sermayesini kaybetmiş kumarbazın, kalbine saplanan düşünceler ile korku salar.
Ne olmalı?
Sen ve ben olan hayattan çıkıp O olmalıyız.
O.
O aslında seni-beni kapsayan bir zamirdir.
O olmak.
“Onlar zamiri” dahi O’ yu karşılayamaz. Her şey O’nun içindedir. Yaşadığımız döngüsel halleri O da korumaya alarak birçok şeyi hemen bitirebiliriz. Hayatımız O’nun kutsallığı ile benlikten senlikten çıkabilir.
Düşüyoruz.
Ufka bakan bir hanım/erkek; yudumladığı çayında, içiyorsa sigarasının dumanında hep O su vardır. Ulaşılacak O’su. kavuştum dediği anda O nu neden çabuk kaybetmişti ki?
O’nun, olamadığı yerden kendine gelen O’su, yine sensiz bensiz tarafıyla orada idi. Ancak ulaşamıyordu. Yılları geçsede umutla beklenilen ışığı da sönemiyordu.
Sonsuzluk hayali gerçekten korkutucu olarak burada başlıyor. Bitmiyor ve olmuyor. Ancak insan olarak çok şanslıyız.
Neden?
Öleceğiz. Bu mutluluk hepimizin tek dayanağı.
Ne mutlu bize ki öleceğiz ve hasretimizin giderildiği yerden dirileceğiz.
Gözümüz açılacak mutlu veya mutsuz olarak değil.
Gerçekten bu dünyada ölümü tatmak Allah Teâlâ’nın insanlığı verdiği en güzel nimet. Bu nimetin kadrini mutsuzlar daha iyi bilir, derler.
Şimdi
Hayatını bir insanla paylaşabilme bahtiyarlığına erebilmek Adem ve Havva annemizden bize miras kalan ilk eylemdir. Onların ilk paylaştıkları eylem günahlarıydı, beraber yaptılar. Beraber ağladılar, üzüldüler.
Şimdi ise, sevabımızı paylaşmak şöyle dursun, bir günahımızı dahi paylaşacak bir [taş] dahi bulamıyoruz, [bulsaydık şekil verirdik, bir özelliğimizi paylaşırdık] Yoksa çok mu benciliz.
Kısa hayatımızı yalnızlığa mahkum etmek için elimizden geleni sarf ediyoruz. Aslında hayat paylaşmak üzerine kuruludur.
İşte
Bu konuda evli çiftler birbirlerine cömert olmalıdırlar. Cömert olmak ötekini sevmek demektir, O’nunla mutlu olmak demektir.
Bizce
Yalnızlık mutluluk verecek kadar, bir erdem değil. Allah Teâlâ bile kullarıyla paylaştığı yalnızlığını bizler neden tercih ediyoruz?
Ey yalnız insanlar
Kaybettiğiniz veya bulamadığınız mutluluk yine bir başkasıyla paylaştığınız bir simitin diğer yarısında. Çünkü biliyorsunuz ki aynı simitin bir parçası sizinde içinizde duruyor. Bu bizce çok büyük bir mutluluktur. Sevdiğinizden bir parça şimdi içinizde.

“Allah, bizi kaybetmiştir.
O bizi arıyor. O da bizim gibi muhtaçtır ve arzunun esiridir.
Bazen lâle yaprağı üzerine name yazıp bize gönderir.
Bazen kuşların sinesine girip feryat eder.
Bizim cemalimizi temaşa için nerkis üzerine oturup gözlerini yollara diker.
Gözleri o kadar cilvelidir ki bakışları adeta konuşur.
Bizim ayrılığımızdan dolayı ettiği feryat, çektiği ah içten, dıştan,
dört cihetin altından üstünden akisler yapar.
Şu topraktan yaradılanın cemalini görmek için çırpınıp durmaktadır.
Bu bakışa bahane de renk ve kokunun temaşasıdır.
Zerre zerre gizleniyor ve hâlâ tanınmış değildir.
Mehtap gibi kasırların, sokakların aguşunda parlıyor.
Bizim toprak dünyamızda hayat cevheri kaybolmuştur.
Bu kaybolan cevher biz miyiz yoksa o mudur?
Muhammed İkbal
Kaynak: MUHAMMED İKBAL, ESRÂR-I HODİ [Benliğin Sırları], sh:23- RUMUZU BÎHODÎ- ” Benlikden geçmenin remizleri “ESRAR VE RUMUZ, hazırlayan: Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Yenilik Basımevi, 1958, İstanbul,
BOŞANMALARIN YÜZDE 40’I EVLİLİĞİN İLK 5 YILINDA GERÇEKLEŞİYOR
Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları son yıllarda artan boşanmaları Dr. Gottman’ın “Mahşerin Dört Atlısı” adını verdiği dört hata ile açıklıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre; geçen sene yaşanan boşanmaların yüzde 40’ı evliliğin ilk 5 yılında gerçekleşti. DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog/Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları boşanmaların artmasını, evlilik ve ilişki konusunda uzun yıllar araştırmalar yapmış biri olan Dr. Gotman’ın “Mahşerin Dört Atlısı” adını verdiği dört hata ile değerlendiriyor. Yapılan hatalar çiftler arasında sıklıkla tekrarlandığı takdirde boşanma kaçınılmaz oluyor.
Bunların ilki suçlamadır. Suçlama doğal olarak savunmayı doğurur. Eşinizi suçlamaya başladığınızda o da kendisini savunmaya başlayacaktır.
İkincisi, aşağılama-hor görmedir. Bu, tartışmalar sırasında karşımızdaki kişiyle dalga geçme, alay etme, küçük düşürme gibi sözler ve bunlara uygun beden hareketlerini içermektedir.
Üçüncüsü, savunmadır. Herhangi bir saldırıya maruz kaldığında kişi kendini savunmaya başlar.
Sonuncu ve dördüncü de, duvar örme olarak tanımlanan eşlerden birinin iletişimi kesmesi, çoğunlukla da ortamı terk etmesi anlamına geliyor. İlişkilerde erkeklerin kadınlara oranla daha çok duvar ördüğünü anlatan Canoğulları, “Gottman’a göre erkekler kadınlardan daha fazla duvar örer. Bu oran yüzde 85’dir. Bu yüzden, eğer duvar ören kişi bir kadınsa bu gerçekten boşanmanın habercisi olabilir. Evliliklerinin ilk yedi yılında boşanan çiftlerde suçlama, savunma, duvar örme ve aşağılama-hor görme daha fazla görülürken, evliliklerinin ilerleyen dönemlerinde boşanmanın görüldüğü çiftlerde, duygusal olarak bir bağın olmaması, olumlu herhangi bir duygunun gösterilememesi boşanmayı en fazla tetikleyen etken olarak tespit edilmiştir” diyor.
Her ilişkide tartışma yaşanabileceğini anlatan Canoğlulları, “Tartışmalar tabii ki olacaktır. Tartışılan konular çoğunlukla net bir çözüme ulaşmayan konular olur. Özellikle yeni evlenen çiftlerde eşlerin aileleri, tartışma konusu olabilir ve bu büyük çoğunlukla net bir çözüme ulaşamayan bir sorun olur. Ancak önemli olan konunun bir çözüme ulaşması değil, bu tartışmaların nasıl yapıldığıdır” diyor.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar