Print Friendly and PDF

BÜYÜK YAZAR NE YAZAR



Türkiye'de sağ kesimin tabanı, Batı dünyasına gavur alemi der. Zirvesi ise tabanının aksine sermaye birikim modeli ile zevk ve estetikte, 'gavur alemi' ile bütünleşir. Politikadaki kitle particiliğinin zaruri bir neticesidir bu tabanla-tavanın çelişkisi. Bu çelişki, kendine göre bir "Büyük Yazar" tipi üretmiştir. Bu büyük yazarı sağ kesimin tabanı tutar, tavanı ise besler. Büyük yazar, sağ kesimin tabanı ile zirvesi arasındaki bu çelişkiyi maskelemek için, köprü görevi üstlenir. Dolayısıyla, "Büyük yazar" işbirlikçidir, muvazaacıdır, işi idare edicidir, daha doğrusu, "münafıktır"...
Büyük yazar 'Ayasofya' meselesini iyi bilmelidir. Zaman zaman Ayasofya üzerinde şahane iç gıcıklayıcı, gönül hoplatıcı ve okuyana "helal olsun" dedirtici yazılar yazar, yazmalıdır. Mehteri göklere çıkartır. Büyük yazarın baş düşmanı “yahudidir”. Komünistlerin Allah belalarını vermelidir.  Zaman zaman çaktırmadan kapitalizme de "kahrolsun" çeker. Sular mı akmıyor, elektrikler mi sık sık kesiliyor? işin içerisine ya siyonist parmağı ya da komünist parmağı girmiştir. Anneler günü kör bir Batı taklitçiliğidir ve opera ile bale için yapılan masraflar, düpedüz israftır, falan filan gibi...
Türkiye'de sağ kesimin tabanına hitap eden gazeteleri yine o sağ kesimin tavanı çıkartır. Tabanda emek, tavanda ise sermaye vardır. Amma beri yandan Türkiye'deki sermaye birikiminde de, baştan sona üçkağıtçılık mevcuttur. Teknik tabirle konuşursak, sermaye birikiminde artık değerin nisbi payı çok yüksektir... Çoğu kez, yüzde elliyi bile aşmaktadır.
Sermaye birikimini, biraz kabaca fakat, "anlaşılabilirce" tarif edelim... Fahişe bedenini satıyor, ücretini ise aradaki komisyoncu alıyor. Halk ağzıyla bu komisyoncuya pezevenk deniliyor. Komisyoncu üç tane beş tane sermaye çalıştırır. Toplam birikimin, hasılatın yarısını işçilerine verir. Diğer yarısına ise kendisi sahiplenir. Kapitalizmin sermaye birikimi de tıpkı bu örnekte görüldüğü gibi pezevenkçedir. Bilhassa işsizliğin yaygın ve yoğun olduğu kriz dönemlerinde, işçiye gerçek ücretinin "hak ettiğinin üçte biri verilir". İtirazı olana da yol gösterilir.
"Büyük Yazar", kendini besleyen tavanın arzusu doğrultusunda sermaye birikimindeki çirkefliklere kalemini bulaştırmaz. Kendini büyük kabul eden, büyük sayıp alkışlayan tabanı hoşnut etmek içinse ha bire Ayasofya'ya yüklenir. Şanlı tarihin büyük kahramanlıklarından sahifeler çevirir. Hamasi edebiyatın bir numaralı Pir'i kesilir. Tavan ile taban arasında denge kurar. Dengeyi bozduğu an "hain" damgasını yer. Ayağının altındaki toprak zemin kayar, balon patlar, efsane yıkılır ve "büyük yazar" ihanetinin enkazı altında ezilip kalır. Büyük yazar, fukaralığın sebebini, insanlar arasında Allah korkusunun kalmayışında görür. İnsanlarda Allah (c.c.) korkusu kaybolmamış ve din cevheri insanların yüreğindeki varlığını koruyabilmiş olsaydı; binalardaki zinalar böylesine yol ortalarına kadar yayılmazdı. Baksanıza şu dünyanın manzarasına. Başımıza taş yağmadığına şükür. Üçlerin, Yedilerin ve Kırkların yüzleri suyu hürmetine yaşıyoruz. Büyük yazar'a göre, Allah korkusunun insanların yüreklerinden kayboluşunun belirtisi otobüslerde gençlerin ihtiyarlara yer vermeyip koltuklarda fütursuzca oturuşlarıyla kendini gösterir. Fakat, "emek-sermaye" ilişkilerine sıra geldi mi, Allah korkusunun burada yeri yoktur. İşveren, Allah korkusundan muaftır.
Sağ kesimin tavanında da, tabanında görüldüğü gibi çeşitli meşrep ve ekol havaları esmektedir. Bu havalar, hem tavanı hem de tabanı heterojen kılar. Amma iş emek-sermaye ilişkilerine, sermaye birikiminin pezevenksel temerküz metoduna ve usulüne gizli-açık bir tehdide dünüştü mü, sağ kesimin tavanı kendi arasında derekap birleşir. Operacılar ile Ayasofyacılar birbirleriyle kucaklaşarak emeğin hak istemine karşı çelikten bir koruyucu duvar örerler. Bu durum sermayenin doğal tabiatındandır. İşte sermayenin bu doğal tabiatı, Büyük Yazar'a, kendisine ihanet imkan ve fırsatını vermez. Bu fırsatı bulamadığı, cesareti de kendinde göremediği için büyük yazar, işçi meseleleriyle, ücretlerdeki adaletsizliklerle uğraşmaya yanaşmaz. Bu sebeple ki, cemiyetimizdeki sosyal adaletsizlikler solun inhisarına terk edilmiştir. Aşırısı olsun ılımlısı olsun, işçinin dertlerine sahiplenmiştir. Emr-i bil maruf a aykırı da gelse, Nehyi anil münkerin ihlali dahi olsa, "büyük yazar" vazifesi gereği, sağ kesimin tabanını mehter marşıyla Ayasofya'nın gölgesinde uyutur. Sh:59-61
Dünyaya geliş sebebinin unutulması gelir dağılımını olumsuz yönde etkiliyor. İnsanların kendi görevlerinin kul mu yoksa vatandaş mı olmak noktasında tereddüt göstermeleriyle de gelir dağılımı, adil ve dengeli olma vasfını tüketiyor. Dağılımda sivri uçlu zirveler ve sert cidarlı kuyular baş gösteriyor.
Türkiye'de kulluk ihtiyaridir. İyi vatandaşlık ise mecburi bir mükellefiyettir. Resmi görüş, kulluğu insanın ihtiyarına, özel tercihine bırakmaktadır... Öncelikle iyi vatandaş olmayı öğütleyip istemektedir. İyi vatandaş olabilmenin vazgeçilmez ilk şartı ise, fiil ve davranışları kanun ve nizamlara uydurmaktır. İyi vatandaşlık, düşünce ve davranışlarda kanunilik gerektirmektedir. İyi vatandaş, emredilen biçimde düşünendir.
Türkiye'nin kendine özgü kanun ve nizamlarından bugüne kadar insanımızın bir kısmı, kantara vurulamaz, hesaba kitaba getirilemez ve rakamların diline sığdırılamaz cesamette, irilikte ve büyüklükte rant kazançları iktisap etmiştir... Kamu İktisadi Teşebbüslerinin tahsisli satışları büyük rant gelirleri sağlamıştır, tahsis sahiplerine... Demir, çelik, çimento, kağıt, gübre vs. gibi ara mallarını cari piyasa fiyatının altında bir fiyatla satın alan tahsis sahipleri, bunları cari fiyatların üzerinde gerçek ihtiyaç sahiplerine tek kalemde devredince, milyonluk ve milyarlık rantların üzerine oturuvermiştir tahsis sahipleri.
Rant gelirleri özü itibariyle risksizdir ve emeksizdir ve bu bakımdan haksız bir iktisaptır. Fakat idari mekanizmanın emir ve direktifleri doğrultusunda kanuni oluştuklarından, meşru kazanç sayılmaktadır...
Kârhane/semaye patronlarının, başkalarının sırtlarından emeksiz ve risksiz temin ettikleri kendi sektörlerine has gelirleri de, özleri itibarıyla haksız iktisap olmakla birlikte, idari mekanizmanın emir ve direktifleri doğrultusunda kanunlara uygun biçimde oluştuklarından, meşru sayılmaktadır. Gözlenen odur ki, kârhane patronları ile Rant ekonomisinin tahsisi sahipleri arasında kazançlarının meşruiyetleri bakımından fark yoktur. Sadece rantların oluşum kaynaklan değişiktir. Kimisinin fuhuştan, kimisinin kağıt tahsisinden ve kiminin de devalüasyondandır.
Rant ekonomisinde rant gelirlerinin paydaşlar ile, kişileri rant gelirlerinde paydaş kılan idari karar mercilerinde bulunanlar arasında bir çıkar ilişkisinin bulunmuş olması, bulunması doğaldır. Kağıt tevzi edenler ile kağıt tevziatından tahsis kopartacak olanların aynı pota içerisinde erimiş ve eritilmiş olmaları eşyanın tabiatı gereğidir. İşte bu pota Rotaryenlik potasıdır. Lionizm potasıdır. Yuvarlak Masa Şövalyeliğinin potasıdır. Ve bunların hepsini de içerisine alan büyük potadır Masonik localar. Rotaryenlere, Lionlara ve Masonlar ile Şövalyelere bakıldığında bunların hepsinin, ya da çok büyük bir çoğunluğunun ülkemizde rant ekonomisinden büyük pay kopartan kişiler oldukları görülebilecektir.
(Lavvazye)'nin bir enerjinin sakımı kanunu vardır. Hiç bir şey var olmaz, hiç bir şey de yok olmazmış. Bunun doğruluğu-yanlışlığı bir başka mesele.. Doğru ise, söz konusu rantların kaynağı nerededir? Madem ki hiç bir şey var olmaz, Rant ekonomisinde sözünü ettiğimiz akıl almaz rant gelirleri nereden çıkar...?
Geniş halk yığınlarından parça parça, dirhem dirhem onların kanlarından, damarlarından ve iliklerinden iğne ile santim santim çekilerek toplanmaktadır. Şu halde rantlar, gerçekte yığınları yoksullaştıran en önemli faktördür. Küçük azınlıkların, büyük halk yığınlarını yoksullaştırması ise, insanın dünyaya geliş sebebini unutmasının neticesidir. Dünyaya geliş sebebini unutan, ona göz ve kulak tıkayan insan ise, artık insan değildir fakat faredir... Fareler, kurbanlarının kulaklarını kemirirlerken, kurbanları canlarınımn yandığını farketmesinler diye, kemirdikleri noktaya üfürürler. Aynen rant ekonomisinin egemen olduğu düzenlerde de rantiye sahipleri, yoksullaştırdıkları geniş halk yığınlarının işin gerçeğini, püf noktasını fark etmesinler diyerek onları zaman zaman uyuşturucu üfürüklerle efsunlarlar... Lionlar/aslanlar ile
Rotaryenlerin zaman zaman sefaletlerine ve fukaralıklarına bizzat sebep oldukları halk tabakalarının kenar semtlerine sırf iş olsun kabilinden seferler düzenleyerek bir takım atraksiyonlara girişmeleri bu kabilden birer üfürükçülüktür...
Devlet adına işlem tesis eden hükümetler bugüne dek rant ekonomisi yerine, milli geliri daha adil ve dengeli dağıtabilecek bir başka politika uygulayabilmiş olsalardı, laboratuvarları araç ve gereçsiz kalmayacak olan hastaneler ile okullarda rant ekonomisine bağlı eksikliklerin giderilmesi maksadıyla davul zurna eşliğinde ve umuma ilan edilerek yapılan yardım gösterileri de hep bu kabilden birer üfürükçülük gösterileridir. Resmi görüş, vatandaşın iyisini kanun ve nizamlara uygunlukta arar. Oysa ki, vatandaşın iyisi uyanık olandır. Gözünü açandır, kanun ve nizamların çarpıklıklarının altlarını eşeleyendir. Kendini yoksullaştıranları, fukaralaştıranları başına taç etmeyendir. Farelere kulaklarını kemirtmek istemiyenler, gözlerini ve idraklerini dört açmalıdırlar. Sh:143-146 [Eskiden böyle idi….]
***
Çağımızda kalkınmadan anlaşılmak istenen mana sanayileşmek oluyor. Ödemeler dengeleri açık veren ülkeler, sanayileşerek ürettikleri endüstri mallarının ihracı yolundan bu açıklarını kapatmak istiyorlar.
Türkiye'nin şu anda benimsediği yolda, şu andaki yaşayan nesillerinin kalbur üstü kesimleri, "Gelecek nesillerin üreteceklerini daha bugünden ipotek altına bağlamış bulunuyor." İşte sistemdeki çarpıklık buradadır...
Türkiye insanına ille de velakin batı ölçülerine uygun bir tüketim hayatı yaşatılacak ise, bugünün insanına düşen görev "Uçkurlu Potur" ile iktifa etmektir. "Uçkurlu potur" ile kendisi arasında insani bir irtibat ve telif köprüsü kurmak tevazuunu gösteremeyen günümüzün ve yakın geçmişimizin elit kesimi, Türkiye insanının ayağına "Sanko" yu şimdiden sokuşturmuşsa da, eline tutuşturduğu bira şişesiyle karşısına geçirdiği TV serisinin en heyecanlı yerinde, aniden zuhur eden voltaj kesilmelerinin hâsıl ettiği karanlığın, onun sosyal bir ine gelmesine de mani olmamıştır...
 Doğan her bir Türk çocuğu boynuna borç ipoteği bağlı olarak doğmaktadır... Hayat mı bu ?...(Ön Kapak Yazısı)
Kaynak:
Atilla ÖZDÜR Uçkurlu Potur,  Çizgi Yayınları, 1990-İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar