BÜYÜKLERE SALDIRAN KALTABANLAR
İletişim çağında her şeyin çok hızlı
yayılıp ve ulaşılmak istenen mevzulara kolay ulaşıldığı bir asırda yaşıyoruz.
Önlemez, engellenemez ve salvosu çok bir hayatta o duvardan bu duvara vurur
şekilde dengesiz ruh halleri ile boğuşup duruyoruz. Bu meyanda hayatımızın bir
parçası olan internette birçok alıntı, oradan buradan alınıp kopyalanıyor.
Sonuçta bilgiler toz gibi havaya kalkmış, konacak bir yerde bulamaz hale
gelmiştir. Tesadüfen rastladığımız, ne niyetle hazırladığını tahmin ettiğimiz
bir sitede Hz. Mevlana Celâleddin kaddesellâhü sırrahu’l azîz ve bazı meşâyihi
kiram için, iftira kabilinden alıntılar yapılmıştır. Görünen odur ki bu alıntıyı yapan, baştan
sona okumadığı kitapların içinden “pazarlamacı provakatörler” tarafından
cımbızla çekilmiş, siyak ve sibakı olmayan parçalardan oluşmuş metinleri
sunarak, bir karalama kampanyası mahiyetinde, milletimizin geçmişine söverek
haz almanın gayretindedirler. Hakikatte bu alıntılar ile insanların fikir
merhalelerine yardım ediyormuş görünseler de,
dimağlara dinamitler koymaktadırlar.
Allah Teâlâ buyurdu ki;
“Allah'ı ve Rasullerini inkâr
edenler, Allah ve rasulleri arasına ayırımcılık sokmaya çalışanlar, “Bir
kısmına iman ediyoruz, bir kısmını inkâr ediyoruz" diyenler, iman ile
küfür arasında bir yol tutmak isteyenler kâfirdir.” (Nisa; 150)
Bu ayetin işaretiyle bu kimseler
doğruluğu kesin olan şeylerde dahi, işlerine gelen taraftan görmek ve bir
kısmını terk etmekle, Yahudi zihniyetinine tabi olmuşlardır.
Unutulmamalıdır ki, insanlara
mevzular, tevil, mecaz, istiare ve idrak penceresinden anlatılır. Konuya vakıf
olmadan ve bütünlük içerinde bakmayan kişi, bazen netice-i meramda, ayyuka
çıkmış aklı ile nefsini yere indirmede aciz kalır. Çıktığı yerin sarplığı ve
iniş yolu ona korkular verirken, biçareler durumunda labirent içerisinde
kaybolur gider. Bazıları da günübirlik olarak popülaritesini artırarak maddî
kazanç kazansa da, neticede kahpeliği ile unutulmaya mahkûm olacaktır.
Ruh ve nefis terbiyecisi
diyebileceğimiz Hz. Mevlâna, mesnevide anlattığı bir hikâyede “Eşlerinden
önce, onlara, insan ve cin eli değmemiştir.” (Rahman, 74) ayetinin işaretiyle terbiye olmamış,
safiyetine kavuşmamış “ruh, nefis ve şeytan üçgeni” nde olan sapık
ilişkiyi dolaylı şekilde anlatmaktadır. Bu durum insanın dış dünya ile ilişkili
cinselliğiden önce vücudunda yani iç dünyasında birçok sapık ilişkiler içinde
yuvarlanıp durduğunu göstermektedir. Ancak bazı ahmaklar “görünüşe bağlanıp”
kaldığından ve anlayamadığı yüksek manevî beden sırlarını duyunca, maddî
içerikli bilgilerde S. Freud’u çok kere tasdik ve takdir ederken, ruhânî
mahalde itirazını koyuverir. Hiç düşünmez ki, Hz. Mevlâna, muhteşem altı
ciltlik mesnevi kitabını yaralamak adına, basit bir “sapık –seks- hikayesi” ni niye koymak
ihtiyacı duysun ki!
İşte, bunu düşününce bir muammanın
kapı aralığı açıkgöze çarpar durur. Bu tür meselelerden içeri dalıpta aklını
kaybetmeden çıkabilecek, salim düşünce çok azdır. Bilindiği üzere bazı
meseleleri şer ve şenâat ile mütalaa etmek kolaydır. O meseleleri hayr ve
iyilik adı altında ki unsurlarla bağdaştırıp anlatmak mümkün değildir. Öyle
meramlar vardır ki, ayet ve hadisle anlatamazsın; anlatmak istediğimiz zaman
daha büyük yanlışa düşüveririz. Ancak mecaz yolu ile olandan sudur edecek
itiraz fısk ile bir şekilde bertaraf edilebilir.
Bu zeminler ayakların kaydığı
yerlerdir. Ancak bu ayak kaymalarında bazen yol hakkın olduğu tarafa meyl eder.
Mesela Hz. Mevlâna hikâyenin sonunda
Kuran’dan rezillikle azap
edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
Bil ki bu hayvan nefis bir
erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.
Nefis yolunda benlikle
ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.
Tanrı, nefsimize eşek
sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.”
(Mesnevi c.
V- beyit.1391-1394)
Bu münekkit art niyetli kişiler için
bu mısralar yeterli olmasa da, konuya açıklık getirirerek, ayak kaymasının
engel olacak taşı koymuştur. Hz. Mevlâna hikâyenin başında bu izahı kullanmayıp
önce meramını “şerri galip olan nefs” ile anlatıp, insanı kendi gerçeğiyle baş
başa bırakmaktadır. Yani “şoklayıcı ve itiraf ettirici merak” ile terbiye
olmamış insanın kendi gerçeğini kendine bildiriyor. Asıl sorun insana sırrını
açıklayan casusun, kavuştuğu bu gizli bilgiyi nasıl elde ettiğidir. Bazı
insanlar, vücut ikliminin casuslarıdır. Onlar insana kendi bilinmeyenlerini
açıklar. Bu hikâyede olgunlaşmamış nefislerin, aptalca, ahmakça ruhlarına
tecavüz ettiği açık şekilde ifade edilmiştir. Bu bilgiler bazılarını rahatsız
edebilir. Sırları ifşa olup rahatsız olanlarda çeşitli sebepler adı altında
(mesela “din”) saldırma ihtiyacını hissederler. Bu türlü kişilerin özel
hayatları hepimize kapalıdır. Eğer, insanda cinsellik bir gerçekse bunun iyi,
kötü, vahşi, sapık vb…bin türlü şekli olması gereklidir. Bunun kıyaslamasında
herkesin kendi terazisi de vardır. Ancak hiçbir vezin bu hikâyeyi anlatan Hz.
Mevlâna’nın terazine muvafık düşmeyeceği için isabetli “aynî bilgi”yi
bulmayacağımızda kesindir. Bu nedenle birçok Mesnevi şarihleri bu konularda
gayretli bir açıklamaya yönelmemişlerdir. Hikâye hakkında kaçamak ifadeler ile
cevap vermişlerdir. Bunun sebebi tabiki “çetin ve sarp yolda” yürüyen adam gibi
olup ve zülf-i yâre dokunmaktır. Allah Teâlâ sığınırız.
Hikâyenin Mesnevi cilt V, deki
mecâzi şekli
1330. Onun ağlayışı da
kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur. Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o
ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır. Hasılı maksada
erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt
olup gitmiştir.
Keçiye mum
iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar bellettikleri gibi bir
halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı öğretmişti, onunla nefsini
körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine
bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali gördü, fakat kabağa dikkat etmedi.
Halayığı, bir bahane ile uzak bir yere yolladı, ahıra girip eşeği kendisine
yakınlaştırdı ve rezaletle ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce “A benim
canım, a benim gözümün nuru, aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı
gördün, öbürünü niye görmedin?” diye feryada başladı. “Her noksanı olan
Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu olmasaydı
zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı. Halbuki onlara
acınır, lanet edilmez. “Köre zahmet ve teklif yoktur” ayetini okusana. Bu ayet,
körden teklifi de gidermiştir, laneti de kaldırmıştır, azarlamayı da,
öfkelenmeyi de.
Bir halayık şehvetin
çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet
edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
1335. O hilebaz
halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin
aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin
yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi
de parçalanırdı, damarları da. Eşek
boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle
zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne
olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara
illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
1340. Onda hiçbir
illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya
başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya
çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü
her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de
ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek
şaştı.
1345. Eşek, erkekler
kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini
becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş?
Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra
yayılmış, mum da yanmış. Görmemezlikten
gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
Bu sözü işi gizlemek için
söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
1350. Sustu, halayığa
hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat
aletlerini gizleyip kapıyı açtı. Yüzünü ekşitip gözlerini
yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı,
develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak
altından seni usta seni, dedi.
1355. Yüzünü ekşittin,
eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp
durmada. Gözleri kapıda seni beklemede. Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan
gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp, Dedi ki: Tez çarşafını başına al.
Filan eve git benden selam söyle. Şunu
söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
1360. Maksat neyse sen
onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen
kapıyı kapadı, oh dedi. Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık
erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum. Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle
neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü. Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi
haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya
şaşılmaz ki!
1365. Şehvet isteği,
gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir
ateş parçası gösterir. Nice ateşten sarhoş olmuşlar
vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar. Yalnız Tanrı
kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir,
yaprağı döndürür bu da başka! Böyle
olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar. Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol
afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
1370. Şehvet yüz
binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın
bir hale getirmiştir. Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi
güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir? Pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş
inada bindi mi balı nasıl gösterir? Bir düşün artık. Şehvet yemeden olur, az ye. Yahut bir kadın
nikahla da kötülükten kaç. Yedin
içtin mi şehvet, seni harama çeker. Ele gireni elbet harcetmek gerektir.
1375. Şu halde nikah
Lâhavle okumaya benzer. Oku, yani bir kadın nikahla da şehvet, seni belaya
düşürmesin. Madem ki, yemeye içmeye hırsın
var, çabuk bir kadın al evlen. Yoksa bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar. Sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o
kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle. Ateşin ne yaptığını
bilmezsin, savul oradan. Bu çeşit bilginle ateşin çevresinde dönüp dolaşma. Ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi
bilmiyorsan bil ki ne çömlek kalır, ne çorba.
1380. Su hazır olmalı,
ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin. Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci
ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın. Kadın kapıyı kapadı,
sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke
ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı. O kahpe de muradına ermek üzere halayığın
yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.
1385. Eşek ayağını
kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü. Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta
hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi. Eşeğin aletinin hızından
ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan
derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana. Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı
yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.
1390. Kötü ölüm,
yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş
insan gördün mü? Kuran’dan
rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme. Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir.
Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir. Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki
hakikatte sen de o kadın gibisin. Tanrı,
nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.
1395. Kıyamette
sırların açığa çıkması budur. Tanrı hakkı için eşeğe benzeyen nefisten kaç. Tanrı, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar
da ateşe utançtan hayırlıdır demişlerdir. Tanrı hayır demiştir, o ateş, utançların
aslıdır. Bu kadını öldüren şu ateş gibi. Hırsından doyacak kadar yemek yemedi,
daha fazla yemek istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu. A haris adam
doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve palüze bile olsa.
1400 Tanrı,
teraziye dil verdi. Aklını başına devşir de Kuran’dan Rahman suresini oku. Kendine gel de
hırsından teraziyi bırakma. Hırs ve tamah seni azdıran bir düşmandır. Hırs, hepsini
ister fakat bütün lezzetlerden mahrum olur. A turp oğlu turp hırsa tapma. O halayıkcağız hem gidiyor, hem de ah
diyordu; a kadın sen ustayı yola saldın. Ustasız is yapmak istedin.
Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın.
1405. Benden bir
bilgidir çaldın, çaldın ama tuzağın ahvalini sormaya arlandın. Kuş, hem harmanından tane toplamalıydı, hem
de boynuna ip dolaşmamalıydı. Taneyi az ye bu kadar pis boğaz olma.
“Yiyin” emrini okudunsa “İsraf etmeyin” emrini de oku. Bu suretle tane yemekle beraber tuzağa da
düşme. Bilgi ve kanaat ancak bunu icap ettirir. Akıllı kişi dünyanın gamını yemez, nimetini
yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar.
1410. Boğazlarına
tuzağın ipi dolaştı mı tane yemek, hepsine haram olur. Kuş, tuzaktaki taneyi nasıl yer? Yemeye
kalkışırsa tuzaktaki tane zehre döner. Tuzaktaki taneyi gafil kuş yer,
halkın bu dünya tuzağındaki nimetleri yemesi gibi. Akıllı ve işten haberi olan
kuşlar, kendilerini taneden adamakıllı çekerler. Çünkü tuzağın içindeki taneler zehirlidir.
Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler.
1415. Tuzak sahibi,
aptalların başını keser. Güzel ve narin olanlarıysa meclislere çeker götürür. Çünkü aptalların
ancak etleri işe yarar. Güzel ve zariflerinse güzel sesleri işe yarar. Hasılı
halayıkcağız kapının yarığından, hanımının eşeğin altında can verdiğini görünce,
Dedi ki: A ahmak kadın, bu iş
nedir? Sana ustan bir şey gösterdiyse, Yalnız görünüşe kapıldın. Halbuki
iç yüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkan açtın.
1420. Bal gibi, paluze
gibi olan o aleti gördün,âlâ. Fakat a haris neden kabağı görmedin? Yoksa eşeğin askına o kadar mi dalmıştın ki
gözüne kabak görünmedi? Ustadan
sanatın dış yüzünü gördün sevine, sevine ustalığa kalkıştın. Nice riyacı ve işten haberi olmayan ahmak
kişiler vardır ki erlerin yolundan göre, göre ancak sof kumaş görmüştür. Nice
boş boğazlar vardır ki azıcık bir hüner elde etmişler, padişahlardan laftan
başka bir şey öğrenmemişlerdir.
1425. Her biri
Musa’yım diye eline bir sopa almış, her biri, İsa’yım diye ahmaklara üfürmeye
kalkışmıştır. Bir gün doğruların doğruluğu, senden mihenk taşını isteyecektir. Eyvah
o günden! Artık geri kalanını ustaya sor. Bu harislerin hepsi de kördür
dilsizdir. Hepsini aradın, elde
etmek istedin, fakat herkesten geri kaldın. Bu ahmak sürü, kurtlara av
olmuştur. Bir suret gördün, onun sözünü söylemeye başlayıverdin ha; dudu
kuşları gibi kendi sözünden haberin bile yok!
Tanrı telkinine takatleri olmayan ümmetlere
peygamberlerin, müritlere, şeyhin telkini, insanla ülfeti olmayan dudu kuşunun
ayna karsısında söz söylemeyi öğrenmesine benzer. Ulu Tanrı da dudu kuşuna
yapıldığı gibi müridin önüne şeyhi bir ayna gibi koyar, ayna arkasından ona
telkinde bulunur. Tanrı, Peygamberce ”Dilini oynatıp Cebrail’den önce okumaya
kalkışma”ve “Peygamberin söylediği, ancak Tanri’nin vahyettigi sözdür”demiştir.
İste sonu olmayan meselenin başlangıcı budur. Nitekim senin hayal dediğin
aynadaki dudu kuşunun gagasını oynatması yok mu? O hareket dinarda söz
söylemeyi öğrenen dudu kuşunun aksidir, fakat aynamın ardında bulunan söz
öğretenin aksi değildir. Yalnız aynanın önünde dudu kuşunun sözü ve hareketi,
ayna ardında bulunan ve söz söylemeyi öğretenin tasarrufuna tabidir. Bu da bir
örnektir, tıpkısı değil.
1430. Dudu kuşu,
önünde bir ayna, ayna içinde de kendi aksini görür. Aynanın ardında usta gizlenmiştir; güzel
dille edeplice söz söyler. Duducuk,
bu söz söyleyeni ayna içinde gördüğü dudu sanır. Bu suretle o koca kurdun hilesinden haberi
olmaz, güya kendi cinsinden olan bu dududan söz söylemeyi öğrenir. Usta,
ona ayna ardından söz söylemeyi öğretir. Böyle olmasa kendi cinsinden olmayan
birisinden söz söylemeyi öğrenemez.
1435. O hünerli kus,
söz öğrenir ama sırrından da haberi yoktur manasından da. Söz söylemeyi bir
insandan beller. Fakat bir duducuk, bundan başka insandan ne bilebilir, ne elde
edebilir ki? Velinin beden aynasında da kötülüklerle dolu olan mürit, tıpkı bunun
gibi kendisini görür. Fakat söz
ve iş zamanında aynanın ardındaki Akl-ı Küll-ü nereden görecek? O sanır ki insan söylüyor. Hâlbuki bu,
başka bir sırdır, onun bundan haberi bile yoktur.
1440. Söz söylemeyi
belletir, belletir ama önü sonu olmayan sır belletir. Hâlbuki o, bu sırra eş
değildir, bir dududur, bunu bilemez. Halkta kuşların ötüşünü taklit ederler. Bu, ağzın ve boğazın
yapabileceği bir şeydir. Fakat kuşların seslerini taklit edenin o seslerdeki
manadan haberi bile yoktur. Kuşdilini ancak bakışı hoş Süleyman bilir. Nice
kişiler de dervişlerin sözlerini öğrenir, mimber ve meclisleri o sözlerle
parlatır. Fakat onların ya bu sözlerden başka bir kısmetleri yoktur, yahut da
sonunda Tanrı rahmeti onlara yol gösterir.
Gönül sahibinin biri,
gebe bir köpek gördü. Yavruları karnında havlamaktaydı. Köpeğin havlaması
bekçilik etmek içindir dedi, hâlbuki ana karnında bekçilik olmaz. Sonra köpek
havlaması, imdat istemeye, süt istemeye ve saireyse delalet eder. Ana
karnındaysa bunların hiçbir faydası yoktur. Bu ne iş? Şaşırmış bir haldeyken
kendisine gelince Tanrıya münacatta bulundu, "Bunu, Tanrımdan başka kimse
bilmez" dedi. Tanrıdan şu cevap geldi: Bu, hicaptan çıkamamış, can gözleri
açılmamış olduğu halde görgü sahibi olduklarını davaya kalkışanların, bu
hususta söz söyleyenlerin halidir. Bu davadan ve bu sözlerden ne bir kuvvete
sahip olurlar, ne bir yardıma, ne de dinleyenleri doğru yola götürebilirler.
Yorum:
Kısaca bu
hikaye ile Hz. Mevlâna kaddesellâhü sırrahu’l azîz efendimiz aşağıdaki
hususlara işaret etmektedir. (
a- Görünüşe
aldanmayın
b- Cinsellik
gerçeğinin insanî boyutta yaşamanın gerekli olduğu;
c- Ruh
dünyamızın çok emniyette olmadığını
d- Evlilik
müessesinin geçerliliği
e- Hırsın
zararlarını
f- Kendi
kendine verilen kararların yanlış olduğu
g- Şeytanın,
insanın mastürbasyon yaparken hayaline girmesi; rüyada kadın şeklinde gelip
uykuda kendini sunması, halüsinasyon veya vesvese ile hayalini kaplaması gibi
manevi tecavüzlerin bulunduğunu.
h- …………………(daha
da artırabiliriz.)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar