Print Friendly and PDF

BÜYÜKLERE SALDIRAN KALTABANLAR



İletişim çağında her şeyin çok hızlı yayılıp ve ulaşılmak istenen mevzulara kolay ulaşıldığı bir asırda yaşıyoruz. Önlemez, engellenemez ve salvosu çok bir hayatta o duvardan bu duvara vurur şekilde dengesiz ruh halleri ile boğuşup duruyoruz. Bu meyanda hayatımızın bir parçası olan internette birçok alıntı, oradan buradan alınıp kopyalanıyor. Sonuçta bilgiler toz gibi havaya kalkmış, konacak bir yerde bulamaz hale gelmiştir. Tesadüfen rastladığımız, ne niyetle hazırladığını tahmin ettiğimiz bir sitede Hz. Mevlana Celâleddin kaddesellâhü sırrahu’l azîz ve bazı meşâyihi kiram için, iftira kabilinden alıntılar yapılmıştır.  Görünen odur ki bu alıntıyı yapan, baştan sona okumadığı kitapların içinden “pazarlamacı provakatörler” tarafından cımbızla çekilmiş, siyak ve sibakı olmayan parçalardan oluşmuş metinleri sunarak, bir karalama kampanyası mahiyetinde, milletimizin geçmişine söverek haz almanın gayretindedirler. Hakikatte bu alıntılar ile insanların fikir merhalelerine yardım ediyormuş görünseler de,  dimağlara dinamitler koymaktadırlar.
Allah Teâlâ buyurdu ki;
“Allah'ı ve Rasullerini inkâr edenler, Allah ve rasulleri arasına ayırımcılık sokmaya çalışanlar, “Bir kısmına iman ediyoruz, bir kısmını inkâr ediyoruz" diyenler, iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler kâfirdir.” (Nisa; 150)
Bu ayetin işaretiyle bu kimseler doğruluğu kesin olan şeylerde dahi, işlerine gelen taraftan görmek ve bir kısmını terk etmekle, Yahudi zihniyetinine tabi olmuşlardır.
Unutulmamalıdır ki, insanlara mevzular, tevil, mecaz, istiare ve idrak penceresinden anlatılır. Konuya vakıf olmadan ve bütünlük içerinde bakmayan kişi, bazen netice-i meramda, ayyuka çıkmış aklı ile nefsini yere indirmede aciz kalır. Çıktığı yerin sarplığı ve iniş yolu ona korkular verirken, biçareler durumunda labirent içerisinde kaybolur gider. Bazıları da günübirlik olarak popülaritesini artırarak maddî kazanç kazansa da, neticede kahpeliği ile unutulmaya mahkûm olacaktır.
Ruh ve nefis terbiyecisi diyebileceğimiz Hz. Mevlâna, mesnevide anlattığı bir hikâyede “Eşlerinden önce, onlara, insan ve cin eli değmemiştir.” (Rahman, 74)  ayetinin işaretiyle terbiye olmamış, safiyetine kavuşmamış “ruh, nefis ve şeytan üçgeni” nde olan sapık ilişkiyi dolaylı şekilde anlatmaktadır. Bu durum insanın dış dünya ile ilişkili cinselliğiden önce vücudunda yani iç dünyasında birçok sapık ilişkiler içinde yuvarlanıp durduğunu göstermektedir. Ancak bazı ahmaklar “görünüşe bağlanıp” kaldığından ve anlayamadığı yüksek manevî beden sırlarını duyunca, maddî içerikli bilgilerde S. Freud’u çok kere tasdik ve takdir ederken, ruhânî mahalde itirazını koyuverir. Hiç düşünmez ki, Hz. Mevlâna, muhteşem altı ciltlik mesnevi kitabını yaralamak adına, basit bir  “sapık –seks- hikayesi” ni niye koymak ihtiyacı duysun ki!
İşte, bunu düşününce bir muammanın kapı aralığı açıkgöze çarpar durur. Bu tür meselelerden içeri dalıpta aklını kaybetmeden çıkabilecek, salim düşünce çok azdır. Bilindiği üzere bazı meseleleri şer ve şenâat ile mütalaa etmek kolaydır. O meseleleri hayr ve iyilik adı altında ki unsurlarla bağdaştırıp anlatmak mümkün değildir. Öyle meramlar vardır ki, ayet ve hadisle anlatamazsın; anlatmak istediğimiz zaman daha büyük yanlışa düşüveririz. Ancak mecaz yolu ile olandan sudur edecek itiraz fısk ile bir şekilde bertaraf edilebilir.
Bu zeminler ayakların kaydığı yerlerdir. Ancak bu ayak kaymalarında bazen yol hakkın olduğu tarafa meyl eder. Mesela Hz. Mevlâna hikâyenin sonunda
Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.
Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.
Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.”
(Mesnevi c. V- beyit.1391-1394)
Bu münekkit art niyetli kişiler için bu mısralar yeterli olmasa da, konuya açıklık getirirerek, ayak kaymasının engel olacak taşı koymuştur. Hz. Mevlâna hikâyenin başında bu izahı kullanmayıp önce meramını “şerri galip olan nefs” ile anlatıp, insanı kendi gerçeğiyle baş başa bırakmaktadır. Yani “şoklayıcı ve itiraf ettirici merak” ile terbiye olmamış insanın kendi gerçeğini kendine bildiriyor. Asıl sorun insana sırrını açıklayan casusun, kavuştuğu bu gizli bilgiyi nasıl elde ettiğidir. Bazı insanlar, vücut ikliminin casuslarıdır. Onlar insana kendi bilinmeyenlerini açıklar. Bu hikâyede olgunlaşmamış nefislerin, aptalca, ahmakça ruhlarına tecavüz ettiği açık şekilde ifade edilmiştir. Bu bilgiler bazılarını rahatsız edebilir. Sırları ifşa olup rahatsız olanlarda çeşitli sebepler adı altında (mesela “din”) saldırma ihtiyacını hissederler. Bu türlü kişilerin özel hayatları hepimize kapalıdır. Eğer, insanda cinsellik bir gerçekse bunun iyi, kötü, vahşi, sapık vb…bin türlü şekli olması gereklidir. Bunun kıyaslamasında herkesin kendi terazisi de vardır. Ancak hiçbir vezin bu hikâyeyi anlatan Hz. Mevlâna’nın terazine muvafık düşmeyeceği için isabetli “aynî bilgi”yi bulmayacağımızda kesindir. Bu nedenle birçok Mesnevi şarihleri bu konularda gayretli bir açıklamaya yönelmemişlerdir. Hikâye hakkında kaçamak ifadeler ile cevap vermişlerdir. Bunun sebebi tabiki “çetin ve sarp yolda” yürüyen adam gibi olup ve zülf-i yâre dokunmaktır. Allah Teâlâ sığınırız.
Hikâyenin Mesnevi cilt V, deki mecâzi şekli
1330. Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur.  Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır. Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.
Keçiye mum iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar bellettikleri gibi bir halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı öğretmişti, onunla nefsini körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali gördü, fakat kabağa dikkat etmedi. Halayığı, bir bahane ile uzak bir yere yolladı, ahıra girip eşeği kendisine yakınlaştırdı ve rezaletle ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce “A benim canım, a benim gözümün nuru, aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı gördün, öbürünü niye görmedin?” diye feryada başladı. “Her noksanı olan Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu olmasaydı zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı. Halbuki onlara acınır, lanet edilmez. “Köre zahmet ve teklif yoktur” ayetini okusana. Bu ayet, körden teklifi de gidermiştir, laneti de kaldırmıştır, azarlamayı da, öfkelenmeyi de.
Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.  O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.   
1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı.  Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.  Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.  Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.  Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,   
1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi.  Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.  Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?  Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.   
1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.  Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.  Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.  Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu. 
1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.  Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.  Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.  Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi. 
1355. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?  İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.  Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp, Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.  Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.   
1360. Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca,  Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi. Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.  Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.  Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki! 
1365. Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir.  Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar. Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka!  Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.  Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.   
1370. Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir.  Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir?  Pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş inada bindi mi balı nasıl gösterir? Bir düşün artık.  Şehvet yemeden olur, az ye. Yahut bir kadın nikahla da kötülükten kaç.  Yedin içtin mi şehvet, seni harama çeker. Ele gireni elbet harcetmek gerektir. 
1375. Şu halde nikah Lâhavle okumaya benzer. Oku, yani bir kadın nikahla da şehvet, seni belaya düşürmesin.  Madem ki, yemeye içmeye hırsın var, çabuk bir kadın al evlen. Yoksa bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar.  Sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle. Ateşin ne yaptığını bilmezsin, savul oradan. Bu çeşit bilginle ateşin çevresinde dönüp dolaşma.  Ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi bilmiyorsan bil ki ne çömlek kalır, ne çorba.   
1380. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin.  Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın. Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı.  O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.   
1385. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü.  Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi. Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana.  Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı. 
1390. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü? Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.  Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.  Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.  Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.   
1395. Kıyamette sırların açığa çıkması budur. Tanrı hakkı için eşeğe benzeyen nefisten kaç.  Tanrı, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar da ateşe utançtan hayırlıdır demişlerdir.  Tanrı hayır demiştir, o ateş, utançların aslıdır. Bu kadını öldüren şu ateş gibi. Hırsından doyacak kadar yemek yemedi, daha fazla yemek istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu. A haris adam doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve palüze bile olsa.   
1400  Tanrı, teraziye dil verdi. Aklını başına devşir de Kuran’dan Rahman suresini oku. Kendine gel de hırsından teraziyi bırakma. Hırs ve tamah seni azdıran bir düşmandır. Hırs, hepsini ister fakat bütün lezzetlerden mahrum olur. A turp oğlu turp hırsa tapma.  O halayıkcağız hem gidiyor, hem de ah diyordu; a kadın sen ustayı yola saldın. Ustasız is yapmak istedin. Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın.
1405. Benden bir bilgidir çaldın, çaldın ama tuzağın ahvalini sormaya arlandın.  Kuş, hem harmanından tane toplamalıydı, hem de boynuna ip dolaşmamalıydı. Taneyi az ye bu kadar pis boğaz olma. “Yiyin” emrini okudunsa “İsraf etmeyin” emrini de oku.  Bu suretle tane yemekle beraber tuzağa da düşme. Bilgi ve kanaat ancak bunu icap ettirir.  Akıllı kişi dünyanın gamını yemez, nimetini yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar.
1410. Boğazlarına tuzağın ipi dolaştı mı tane yemek, hepsine haram olur.  Kuş, tuzaktaki taneyi nasıl yer? Yemeye kalkışırsa tuzaktaki tane zehre döner. Tuzaktaki taneyi gafil kuş yer, halkın bu dünya tuzağındaki nimetleri yemesi gibi. Akıllı ve işten haberi olan kuşlar, kendilerini taneden adamakıllı çekerler.  Çünkü tuzağın içindeki taneler zehirlidir. Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler.
1415. Tuzak sahibi, aptalların başını keser. Güzel ve narin olanlarıysa meclislere çeker götürür. Çünkü aptalların ancak etleri işe yarar. Güzel ve zariflerinse güzel sesleri işe yarar. Hasılı halayıkcağız kapının yarığından, hanımının eşeğin altında can verdiğini görünce,  Dedi ki: A ahmak kadın, bu iş nedir? Sana ustan bir şey gösterdiyse, Yalnız görünüşe kapıldın. Halbuki iç yüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkan açtın.
1420. Bal gibi, paluze gibi olan o aleti gördün,âlâ. Fakat a haris neden kabağı görmedin?  Yoksa eşeğin askına o kadar mi dalmıştın ki gözüne kabak görünmedi?  Ustadan sanatın dış yüzünü gördün sevine, sevine ustalığa kalkıştın.  Nice riyacı ve işten haberi olmayan ahmak kişiler vardır ki erlerin yolundan göre, göre ancak sof kumaş görmüştür. Nice boş boğazlar vardır ki azıcık bir hüner elde etmişler, padişahlardan laftan başka bir şey öğrenmemişlerdir.
1425. Her biri Musa’yım diye eline bir sopa almış, her biri, İsa’yım diye ahmaklara üfürmeye kalkışmıştır. Bir gün doğruların doğruluğu, senden mihenk taşını isteyecektir. Eyvah o günden! Artık geri kalanını ustaya sor. Bu harislerin hepsi de kördür dilsizdir.  Hepsini aradın, elde etmek istedin, fakat herkesten geri kaldın. Bu ahmak sürü, kurtlara av olmuştur. Bir suret gördün, onun sözünü söylemeye başlayıverdin ha; dudu kuşları gibi kendi sözünden haberin bile yok!
 Tanrı telkinine takatleri olmayan ümmetlere peygamberlerin, müritlere, şeyhin telkini, insanla ülfeti olmayan dudu kuşunun ayna karsısında söz söylemeyi öğrenmesine benzer. Ulu Tanrı da dudu kuşuna yapıldığı gibi müridin önüne şeyhi bir ayna gibi koyar, ayna arkasından ona telkinde bulunur. Tanrı, Peygamberce ”Dilini oynatıp Cebrail’den önce okumaya kalkışma”ve “Peygamberin söylediği, ancak Tanri’nin vahyettigi sözdür”demiştir. İste sonu olmayan meselenin başlangıcı budur. Nitekim senin hayal dediğin aynadaki dudu kuşunun gagasını oynatması yok mu? O hareket dinarda söz söylemeyi öğrenen dudu kuşunun aksidir, fakat aynamın ardında bulunan söz öğretenin aksi değildir. Yalnız aynanın önünde dudu kuşunun sözü ve hareketi, ayna ardında bulunan ve söz söylemeyi öğretenin tasarrufuna tabidir. Bu da bir örnektir, tıpkısı değil.
1430. Dudu kuşu, önünde bir ayna, ayna içinde de kendi aksini görür.  Aynanın ardında usta gizlenmiştir; güzel dille edeplice söz söyler.  Duducuk, bu söz söyleyeni ayna içinde gördüğü dudu sanır.  Bu suretle o koca kurdun hilesinden haberi olmaz, güya kendi cinsinden olan bu dududan söz söylemeyi öğrenir. Usta, ona ayna ardından söz söylemeyi öğretir. Böyle olmasa kendi cinsinden olmayan birisinden söz söylemeyi öğrenemez.
1435. O hünerli kus, söz öğrenir ama sırrından da haberi yoktur manasından da. Söz söylemeyi bir insandan beller. Fakat bir duducuk, bundan başka insandan ne bilebilir, ne elde edebilir ki? Velinin beden aynasında da kötülüklerle dolu olan mürit, tıpkı bunun gibi kendisini görür.  Fakat söz ve iş zamanında aynanın ardındaki Akl-ı Küll-ü nereden görecek?  O sanır ki insan söylüyor. Hâlbuki bu, başka bir sırdır, onun bundan haberi bile yoktur.
1440. Söz söylemeyi belletir, belletir ama önü sonu olmayan sır belletir. Hâlbuki o, bu sırra eş değildir, bir dududur, bunu bilemez. Halkta kuşların ötüşünü taklit ederler. Bu, ağzın ve boğazın yapabileceği bir şeydir. Fakat kuşların seslerini taklit edenin o seslerdeki manadan haberi bile yoktur. Kuşdilini ancak bakışı hoş Süleyman bilir. Nice kişiler de dervişlerin sözlerini öğrenir, mimber ve meclisleri o sözlerle parlatır. Fakat onların ya bu sözlerden başka bir kısmetleri yoktur, yahut da sonunda Tanrı rahmeti onlara yol gösterir.
Gönül sahibinin biri, gebe bir köpek gördü. Yavruları karnında havlamaktaydı. Köpeğin havlaması bekçilik etmek içindir dedi, hâlbuki ana karnında bekçilik olmaz. Sonra köpek havlaması, imdat istemeye, süt istemeye ve saireyse delalet eder. Ana karnındaysa bunların hiçbir faydası yoktur. Bu ne iş? Şaşırmış bir haldeyken kendisine gelince Tanrıya münacatta bulundu, "Bunu, Tanrımdan başka kimse bilmez" dedi. Tanrıdan şu cevap geldi: Bu, hicaptan çıkamamış, can gözleri açılmamış olduğu halde görgü sahibi olduklarını davaya kalkışanların, bu hususta söz söyleyenlerin halidir. Bu davadan ve bu sözlerden ne bir kuvvete sahip olurlar, ne bir yardıma, ne de dinleyenleri doğru yola götürebilirler.
Yorum:
Kısaca bu hikaye ile Hz. Mevlâna kaddesellâhü sırrahu’l azîz efendimiz aşağıdaki hususlara işaret etmektedir. (
a-   Görünüşe aldanmayın
b-   Cinsellik gerçeğinin insanî boyutta yaşamanın gerekli olduğu;
c-   Ruh dünyamızın çok emniyette olmadığını
d-   Evlilik müessesinin geçerliliği
e-   Hırsın zararlarını
f-    Kendi kendine verilen kararların yanlış olduğu
g-   Şeytanın, insanın mastürbasyon yaparken hayaline girmesi; rüyada kadın şeklinde gelip uykuda kendini sunması, halüsinasyon veya vesvese ile hayalini kaplaması gibi manevi tecavüzlerin bulunduğunu.
h-   …………………(daha da artırabiliriz.)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar