CENAB ŞAHABEDDİN- TİRYAKİ SÖZLERİ
ÖNSÖZ
Cenab Şahabeddin, Tevfik Fikret ve Halid Ziya Uşaklıgil ile birlikte
Serveti Fünun edebiyatının üç büyük temsilcisinden biri olarak Türk Edebiyatı
Tarihinde yer almıştır 1870'de Manastır'da dünyaya gelen Cenab Şahabeddin,
babası Osman Şahabeddin beyin 1877—78 Türk—Rus harbi sırasında Plevne'de şehit
olması üzerine, henüz 78 yaşlarında tahsil hayatını İstanbul'da doktoryüzbaşı
olarak sona erdiren Cenab Şahabeddin 1889'da Paris'e giderek, ihtisasını da
orada tamamlamıştı. Türkiye'ye dönünce çeşitli resmî memuriyetlerde bulunmuş
olup, I. Dünya Harbi sırasında İstanbul Darâlfünun'u Edebiyat Fakültesi'nde de
önce Garp Edebiyatı sonra Osmanlı Edebiyatı müderrisi (profesörü) olarak vazife
görmüştür. 12 Şubat 1934'de bir beyin kanaması neticesinde hayata gözlerini
yuman Cenab Şahabeddin Bakırköy mezarlığında gömülüdür.
Şiirle alâkası daha tibbiye öğrenciliği sırasında başlayan Cenab'ın ilk
yazıları Saadet Gazetesi'nde çıkmış olup, daha sonra da Maarif, Hazine-i Fünûn
ve Mektep mecmualarında da şiirleri yayınlanmıştır. Serveti Fünûn'da ise onun
hem şiir, hem de nesirleri çıkmıştır Başlıca eserleri arasında Hac Yolunda,
Evrakı Eyyam, Suriye Mektupları, Avrupa Mektupları ile Nesri Harp, Nesri Sulh
ve Tiryaki Sözleri (1918)'ni sayabiliriz.
Cenab Şahabeddin'in birkaç tane tiyatro eseri de vardır Bundan dörtbuçuk
sene kadar önce, sayın hukuk doktoru Reyan Erben'den, ailece olan yakın
dostlukları dolayısıyla, Cenab'ın eski haflerle ve kendi elyazısıyla yazılmış
bir Not Defteri'nin hususi kütüphanesinde bulunduğunu öğrenmiştim. Kısa bir
müddet sonra Dr.Reyan Erben'in müsaadesiyle bu defter'deki süzme sözlerden
küçük bir kısmını, o sıralarda hazırlamakta olduğum bir antolojiye “Cenab
Şahabeddin'in NotDefteri” başlığı altında almıştım. Daha sonraki bir
makalemde de bu sözlerden başka bir kısmını yayınlamıştım. Şimdi Dr. Reyan
Erben ile birlikte tamamını yayınladığımız bu esere “Tiryaki Sözleri”
adını vermekle merhum Cenab Şahabeddin Bey'in duygu ve düşüncelerine tercüman
olduğumuzu zannediyorum.
Dış görünüşü bakımından tam bir tarih şeklinde, basit, fakat güzel bir
cilt içindeki bu defter'de bizzat Cenab Şahabeddin tarafından numaralanmış olan
1816 tane süzme söz bulunmaktadır. Ancak 342 numaranın bu defterde mükerrer
olarak yazıldığını dikkate alacak olursak aslında bu seçme sözleri 1817 olarak
kabul etmek gerekir. Diğer taraftan elimizdeki defter'in ilk yaprağında “Mukaddeme
makamında” başlığı altında 13 süzme sözün daha mevcut bulunduğunu düşünecek
olursak bu tiryaki sözlerinin 1830'a vardığı görülecektir. Her biri Cenab
Şahabeddin tarafından numaralanmış olan bu ince, zarif ve düşündürücü sözler,
defterin bazen bir yüzüne,bâzen de her iki yüzüne yazılmış bulunmaktadır Bu
defterde dikkati çeken bir husus da bu sözlerden bâzılarının çizilmiş olmasıdır.
Ancak biz bu çizilmiş olan sözleri dahi hiç okunamayan birkaç tanesi dışında
yine aynen yayınlamayı faydalı gördük. Bununla birlikte, defterin aslına sâdık
kalabilmek için, bu gibi sözlerin yanında parantez içinde çizilmiş olduklarını
da ayrıca belirttik Cenab Şahabeddin'in 1918'de eski harflerle neşrolunan Nesri
Harb ve Nesri Sulh ve Tiryaki Sözleri adlı kitabında 361 tane tiryaki sözü yer
almıştır. Bunlardan 323 tanesinin şimdi yayınladığımız defterdeki 559—886
numaraları arasında —bâzı taktim ve tehirlerle— yer verildiğini yaptığımız
karşılaştırma neticesinde tespit etmiş bulunuyoruz. Hem basılmış metinde hem de
şimdi yayınladığımız yazma metinde birbirine tıpa tıp uyan sözlerin dışında
kalanlar, okuyucuya ve araştırıcılara, Cenab Şahabeddin'in nasıl çalıştığı
hususunda bir fikir verebilmek için mukayeseli bir şekilde gösterilmiştir. Bu
arada bu 1830 süzme sözden bâzılarının birbiriyle büyük bir benzerlik
gösterdiğini de belirtmek gerekir. Cenab Şahabeddin'in bir defter halinde
topladığı hayatta iken sâdece 361 tanesini yayınladığı ve Tiryaki Sözleri adını
verdiği bu süzme sözlerin hangi kaynaklardan mülhem olduğu, bunlardan ne
kadarının Cenab 'm orijinal fikirlerini teşkil ettiği, bu sözlerin yazarın
diğer eserlerinde kullanılıp kullanılmadığı ve buna benzer hususlar edebiyat
tarihçileri için ayrı bir araştırma mevzuu teşkil eder. Biz burada Cenab'ın
vaktiyle yarım bıraktığı bir işi tamamlamakla büyük edibin ruhunun şâd
olacağına ve bu sözlerinin gün ışığına çıkarılmasıyla şahsiyetinin ve çeşitli
meselelerdeki fikirlerinin daha iyi anlaşabileceğine inanıyoruz. Cenab Şahabeddin'in parlak üslûbunun ve nice
istihzasının mahsulü olan bu 1830 süzme sözü, ifade kuvvetini bozmamak için
aynen vermekle beraber, okuyucunun bu fikirleri anlamasını kolaylaştırmak bakımından
gerekli yerlerde, parantez içinde kelimelerin bugünkü manasını da yazmak yoluna
gittik. Cenab Şahabeddin'in şahsiyeti ve Tiryaki Sözleri hakkındaki bu kısa
açıklamamıza son verirken bu süzme sözlerin hepsinin aynı değerde olamayacağını
da ayrıca belirtmek isteriz Defterin son yaprağında bulunan iki şiir de kitabın
sonuna ilâve edilmiştir
14 EKİM 1977
Dr. Orhan F.KÖPRÜLÜ
CENAB ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Cenab'ın “Vecize” diye nitelendirilen düşünce ürünlerinin kendi el
yazısı ile içinde toplanmış olan defterin elimizde bulunması bir tesadüf eseri
değildir. Cenab Şahabeddin ailesi ile ailemizin yakınlığı sıkı dostluk bağları
ile kurulmuştur. Henüz biz lise sıralarında iken içinde yaşadığımız, daha sonra
da yıllarca sürmüş bu dostluk atmosferi elbette ki bizim için bir şanstı.
Bundan yararlanmamak imkânsızdı Yüksek zekâsı, geniş bilgisi ile beliren derin
görüşlerinin oluştuğu hava içinde bulunabilmek, bu görüşlerin düşünce olarak
belirlenmesini görebilmek bulunmaz bir nimet idi Şu bir kaç söz Cenab'ın kişiliği
ve edebiyatımızdaki yerini belirtecek mahiyette bir deneme iddiasında olamaz.
Altmış dört yaşında henüz zinde iken dünyaya gözlerini kapadı. Ömrü boyunca
çalışmış, verimli bir hayat sürmüştü. Ama bildiğimiz kadarı ile daha yapacak
işi, söyleyeceği çok şeyi vardı Ölüm haberini aldığımızda biz memleket dışında
idik. Sonradan öğrendik: Bir gece bize bir mektup yazmağa başlamış. Fakat
birdenbire gelen kriz ile uzanmış, son nefesini vermiş. Yarım kalmış mektup
masa üzerinde unutulmuş, daha sonra da başka kâğıtlar arasına karışarak
kaybolmuş. Bunları bize anlatmış olan en büyük evlâdı sayın Şivezad Erez
mektubu arayıp bulamayınca kendi el yazısı ile yazılmış “cönk” şeklindeki
defteri bize hatıra olarak verdi Kabataş Lisesinde edebiyat hocamız rahmetli
Ali Canib Yöntem “bilimsiz san'at gelişemez, düşünce unsurundan yoksun edebiyat
çelimsiz kalır” derdi. Örnek vererek: “Bakınız eskiler arasında “Servet—i
Fünun” culardan hâlâ kalemini kuvvetle kullanabilen tek kişi Cenab
Şahabeddin'dir” demişti Arabça, ve Farsçayı derinliğine bilmesi, Fransızcanın
bütün inceliklerini benimsemiş olması, Türkçeyi kullanmaktaki hüneri ve geniş
kültürü ona duygu ve düşüncelerini en güzel biçimde ifade imkânı sağlamıştır
“Dünyaya geliş hüner değildir” diyen şairin sözüne müstesna örnekler var: Vinci
gibi, Goethe gibi. Cenab da hayatı yoğun olarak duymuş ve yaşamıştır “Pek çok
adamların benden ziyade fikirleri vardır” diye söze başlar. Doğrudur belki.
İnsanoğlu var olduğundan beri idraki ile oluşturduğu düşünce ürünlerini her
devirde yetiştirmiştir. Ama “Yaşanan her ânın değerinin bilinmesi gerektiğini”
yalnız sözü ile değil gerçek yaşayışı ile de göstermiş olan Goethe'nin bu
görüşüne Cenab şunu eklemektedir:
“Vakti geçirmek için bana “Briç—Plafon” yaput “Majör” teklif
ediyorsunuz. Bense vaktin geçtiğinden müştekiyim ve aradığım vakti geçirecek
değil, geçmekten men edebilecek bir vasıtadır” der Sonunda, ergin insan tevazuu
ile, “Pek çok adamların kendisinden ziyade fikirleri” bulunabileceğini
söyledikten sonra “fakat benimkiler az—çok bir işe yaramaz ümidiyle ortaya
çıkarken onlarınki tembel tembel evlerinde kapalı oturuyorlar” der O da tıpkı
Montaigne gibi dünya üzerinde gezindiği sürece oluşturduğu düşüncelerini
titizlikle sakladığımız defterinde toplayıp bırakmıştır Nurundan yararlandığımız
bu büyük kişiliğe, değerli dostum Orhan Köprülü'nün himmeti ile bir küçük
hizmettir bizim yapmak istediğimiz
Dr. REYAN H. ERBEN
MUKADDİME
Mukaddime makamında söylenmemiş fikir yoktur, diyor. Bu söz doğru da
olsa bundan sonra bütün insanlar sükût edecek (susacak) değil!.. Fikir
cilveleri zekânın fışkınlarıdır (ince dallandır)
*
Pek çok adamların benden ziyade fikirleri vardır, fakat benimkiler az
çok bir işe yaramak ümidiyle ortaya çıkarken, anlarım ki tembel tembel
evlerinde kapalı oturuyorlar
*
Ne bütün varını yiyip ölmüş vardır, ne her fikrini söyleyip susmuş
*
Güzel fikir doğru olmasa bile hoşa gider
*
Fikir uğradığı dimağın değil, sâdır olduğu (çıktığı) dilin malıdır
*
Güzel fikir ihtiyarlamaz
*
Temiz nâsiyenin (alnın) üstünde bir sema vardır. Doğru ve güzel bir
fikir!
*
Fırtına saçları yolsun, beis (zarar) görmem, eğer bana bir fikir
getirirse
*
Mide için lokma neyse dimağ için fikir de odur; Hepsi beslemez, bir
kısmı sıhhate dokunur ve bazıları zehirler
*
Bu fikirler beşeriyet dudağından dökülmüş olmak iddiasındadırlar
*
Günde bir doğru fikir göğsümüze çarpar, birisine olsun yüreğimizi
açtığımız nâdirdir
*
Yüz kere asırların ibriğinden süzülmüş fikirleri bile herkese kabul
ettiremeyiz
AŞK
—Kalb
bir aşktan ötekine göç ederken azçok zedelenir: Tam aşk, ilk aşkdır
—Aşkın bütün lezzetini ancak ummağa cesaret
edemediği bir aşkı bulan hakirler tadar.
—Bir aşkın açtığı yaraya ancak yeni bir aşk
merhem olur.
—Hakikaten
âşıkı olduğumuz mahlûkun ihtiyarladığına inananlayız: Çünkü aşk daima gençtir.
—Komedyaların
çoğunda aşk vardır, aşkların birçoğunda komedya olduğu gibi.
—İçinde
yaşadığı kalbe göre aşk altın, gümüş yahut tenekedir.
—Aşk mektebinde üstad erkekler vardır: Onların
elinden geçmeyen kadınlar aşkı tamamıyla öğrenemezler.
—Bazı
aşklar meleğe benzer: onlarda erkeklik ve dişilik yok gibidir. Aşkın öylesiyle
sevişenler birbirine: “anam, babam!” diyebilirler.
—Hakiki
aşk kadınları pek güzel giyinemezler: Kalbleri sanki zevklerini biraz ezer.
—Aşkın
en büyük mucizesi kendi varlığına hepimizi inandırmaktır.
—Aşk
yolunun garip yokuşları ve inişleri vardır: Çıkarken baş döner, inerken gönül
bulanır.
—Aşkta
kadın ve erkek aynı güfteyi terennüm ederler (söylerler), fakat bütün bütün
ayrı iki beste ile., biri adagio öteki allegretto!
—Aşkın
yarattığı semada güneş bazen cehennemden doğar!
—Aşkın
en tatlı parçaları başındaki ümid ile sonundaki hâtıradır.
—Allanın
bence yarısı aşk, yarısı şiirdir.
—Şiir
bir musiki ise aşk orada orkestranın müdürüdür. (idarecisidir)
—Aşkın lezzetleri kısa, elemleri uzun ömürlüdür:
Bir şüpheden doğan ıztırabı bin teminat (garanti) teskin edemez (yatıştıramaz)
— Aşk
alıngan ve itimatsızdır. Haset ve kıskançlık bir tek hedefde tekasüf edince
(yoğunlaşınca) âzami şiddetlerini gösterirler
—Bir kadın bir erkekle yeni tanıştı mı, onunla
kendi arasında neler geçeceğini değil neler geçmek
mümkün
olduğunu düşünür.
—
Aşk bir kaside (medih) şairi, kıskançlık bir hiciv (yerme) şâiridir.
—En
çok dilimize dolanan kelimeler en büyük güçlükle tarif edebileceğimiz mefhumlardır:
Hürriyet, vazife, aşk. vatan, efkâr ı umumiye (kamuoyu) (v.s.)
—İzdivaca
mukavemet eden aşk hiçbir zaman yıpranmaz.
—Aşk,
kalbimizin saygısız misafiridir: Bize sormadan gelir; bize sormadan gider.
—Aşk
üstüne keder kor üstüne kömür gibi düşer: Evvelâ körletir, sonra alevlendirir.
—Aşk
buldukça bunar.
—İnce
âşıkların zevki mâlik olmak değil memlûk olmaktadır (mâlik olunmaktadır).
—Aşkın
gözü kör kulağı sağırdır; ne doğru yolu görür ne doğru sözü duyar
—Aşk
ancak kaz gelecek yerden tavuğu esirgemez: Aşktan bir şey bekleyen ona hiç olmazsa
iki şey vâd etmelidir.
—Aşk
ı maddi ile aşk ı manevi arasında şöyle erken yatmakla geç yatmak arasındaki
kadar ancak fark vardır.
—Aşk
dağ tepelerine benzer: Tırmanması olmasa nezâreti (manzarası) fena
değildir.
—Kibri
ile aşk şu cihetten birbirine benzer ki ikisi de kör eder.
—Her cenaze alayında olduğu gibi aşkın cenaze
alayında da kalabalığı hizb (yalan) ve riyâ (iki yüzlülük) teşkil eder.
—
Büyük aşk kadına bir nevi asalet getirir: O artık sevmekten başka hiçbir şeyi
lâyıkı ile ifâ edemez (yapamaz)
—İhtiyarlayan aşk eğer kayıtsızlığa
(ilgisizliğe) dönmezse bir nevi dostluk olur: ihtiyarlayan dostluk da eğer
yaşamakda devam ederse bir nevi aşk olur.
—İşret bazen âdemi temyiz (ayırd etmeğe)
mihenktir, demişler; aşk da öyledir, kumar da, siyasi ihtiras da!
—
Daima daha çok sevmek iştihasını duyan kalblerdir ki bir aşk ile iktifa
edemezler (yetinmezler)
—Aşk
mektebinde üstad erkekler vardır: Onların ellerinden geçmeyen kadın aşkı
tamamıyla öğrenemez.
—Her
büyük aşka hissiyat ı diniye (dini hisler) karışır; aşkın büyük mübtelâları
(düşkünleri) arasında hiçbir samimi dinsiz yoktur.
—Pek
yüksek aşklar hiçbir zaman dostluğa münkalib olmaz (dönüşmez): Fakat bazen düşmanlığa
münkalib olduğu (dönüştüğü) vakidir.
—Aşkı
bazen alevlendiren uzun ayrılık dostluğu behemehal (herhalde) hararetinden
düşürür.
—O
aşk uzun yaşar ki yalnız kalbde mahbus (hapsedilmiş) değildir, adelâtta
(adalelerde) ve dimağda da vücudu hissolunur.
—Hayatta
ihtizarı (can çekişmeyi) tatmak ister misin? Sev ve aşkının en ateşli devrinde
sevdiğinden ayrıl!
—Hürriyetten
tatlı bir esaret vardır: Aşk!
—Aşk
ne zaman kanun tanırsa hakiki san'at de o zaman ahlâk gözetir —Bütün insanlar yalana tövbe etseler yine
yeryüzü lâhûti (tanrıya âit) yalanlarla dolu kalır: Aşk, şiir, gençlik, güzellik,
ilh (v.s.)
—
Aşkta muvaffakiyetin (başarının) hiç olmazsa yarısı bir küstahlık
(terbiyesizlik) meselesidir.
—Aşkın
lezzetleri kısa, elemleri (üzüntüleri) uzun ömürlüdür: Bir şüpheden doğan
ıztırabı bin teminat (garanti) teskin edemez (yatıştıramaz) Ancak cemiyet sahnesinde hiç rolü olmayan
hakirlerdir ki komedyası/, yaşayabilirler!
—Sevdiğine
tam bir emniyetle bakana tam seviyor denemez; hakiki aşk alıngan ve itimadsızdır.
—Gurur
dünyada yalnız aşka mukavemet edemez: Sevdiğinin huzurunda şeytan bile mütevazidir!
(alçak gönüllüdür)
—Aşkı
kalabalık tazyik eder ve uzlet (toplumdan uzak kalma) besler; bunun içindir ki
sevişenler başbaşa kalmak isterler.
—Sizi ahlaken yükseltmeyen aşk, emin olunuz ki
bir tarafından kirlidir
—Gözü
kör olmakla beraber aşk güzeldir. Fakat ondan daha güzel birşey tanırım:
Gözlerini yuman dostluk!
—Merkezinde kuvvetli bir aşk bulunmadıkça
hayatınız ne tam bir saadet olur, ne hakiki bir facia
— Bilhassa aşkdadır ki küçük sebepler büyük
eserler vücude getirir.
—Derin
bir kin telâkki etmek derin bir muhabbet telkin etmekden (aşılamaktan) kolay
değildir. İki çirkin bile büyük bir aşk ile birleşince biraz güzel görünürler.
—Bir kadını bin türlü sevmek mümkündür: Aşkın
hangi şeklini tercih ettiğini bilmelisiniz ki bir kadına arzettiğiniz
(sunduğunuz) muhabbet makbul (beğenilir) olsun
—Güzel
kadınlarımız eskiden tavan gibi idiler: Yalnız sahib i haneye (ev sahibine)
görünürlerdi. Şimdi sema gibi oldular: Her gözü olan görebilir
—Aşkı tatmış bir kalb için aşksız hayat bir soğuk
esnemedir.
—En tatlı buse (öpücük) o dudaklara mev'uddur
(vâdedilmiştir) ki en hayal perver (hayal besleyen) bir dimağa (beyne)
merbutturlar (bağlıdırlar)
—San'at gibi muhabbeti de bediiyat (estetik ilmi)
besler: İstiyorsanız ki uzun yaşasın, aşkınızı güzel, zarif, ince şeylere ihata
ediniz (çeviriniz)
Her kadının
ruhunda bir roman yatar: ve gari bi şudur ki en çılgın masallar alelekser
(ekseriya) en uslu hanımların ruhlarına sokulur!
—Aşkın en tabii gıdası fedakârlıkdır, ister bir
tarafdan sâdır olsun (çıksın) ister karşılıklı.
Akim (neticesiz) hülyalar kendi kendilerini yiyerek beslenirler
— Vefasız kadınlar âşıklarını aşk hatırı için
severler. Vefakârlar bilâkis (aksine) âşıklarının hatırı için aşkı sevenlerdir
—Sevmekten
usanınca erkek kadını terk eder, kadın erkeği...! unutur!
—Harab olmuş kalblere velev gülünç olsunlar aşk
teklif etmemeli
—Yalancıların en mahiri (ustası) tabiattır: Hiç
sezdirmeksizin hepimizi aldatır.
Ancak aşkı sevenlerdir ki şiiri severler: Şiirden hoşlanan hadım ağası
hiç görülmemiştir.
—Ferd için aşk ne ise cemiyet için hürriyet de
odur: Aşksız ferd ve esir cemiyet akamete (neticesiz kalmağa) mahkûm kalır.
—Aşk, yürekten bir hayat yaratmak, ve şiir, hayatta
bir yürek yaratmaktır.
—Ebedi aşkımızı her kime vaadetsek hepimiz “ölüm”ün
nişanlısıyız.
gençtir
—Kadın olsun, erkek olsun, sert başlılardır ki
kuvvetli aşka müsteiddirler (kabiliyetlidirler) Sevdiğini insan kendisinden
başka herkese karşı kuvvetli, âsi, emniyetsiz, ve müstahkar (hakir nazarla
bakan) görmek ister.
—Aşıklar görünüşe kolaylıkla aldanırlar: Meselâ
nâza red mânası yahut redde nâz mânası verirler.
—Coşkun âşıklar daima bedbindirler
(karamsardırlar): Sevdiklerinin hemen her hareketini kendi aşkları aleyhine tefsir
ederler (yorumlarlar) ve hayallerinde kendilerine mevhum (vehmedilmiş) rakibler
yaşatırlar.
— Gözü kör olmakla beraber aşk hiç de çirkin
değildir; fakat ben ondan daha güzel birşey tanırım: Gözlerini yuman dostluk!
— Sizi ahlaken yükseltmeyen aşk emin olunuz ki bir
tarafından kirlidir.
—Erkeğe müfrit aşkın verdiği pısırıklığı hiçbir
kadın anlayamaz.
—Coşkun aşk kadınları isterler ki faziletlerini siz
dilinizle tasdik ve kalbinizle... inkâr edesiniz!
kıymetlidir
—Vuslat (kavuşma) kitabının binbir sahifesi vardır:
Sevdiğinizle hergün bir başka yaprak açınız ki aşkınızın baharı solmasın!
—İnsan bütün ömründe bir tek kadının aşkı ile
iktifa edebilir (yetinebilir); şu şartla ki size her gün onun vuslatı
(kavuşması) birgün evvelki kendinize bir aşk hiyaneti hissini versin
—Kadınların fazileti için sokak az çok çocukların
mektep kaçkınlığını hatırlatır
— Yüreği aşkdan boşalmış kadının hayatını hiç bir
saadet dolduramaz
—Bazı sözler o kadar nazikdir ki yakından ve çok
yavaş söylenmek lâzım gelir: Uzakdan gelinceye kadar sanki harab olurlar!
—Arzu alevinde çiçek buketi gibi görünen hisler
bazan vuslattan (kavuşmadan) sonra bize ot demeti görünür!
—Aşk bir oyundur ki sevimsiz arkadaşla oynanamaz.
—Kadın aşkın esiri olmak için yaratılmıştır:
Sevdiği erkeğin gövdesine sarmaşık gibi sanlı yaşamadıkça tamamıyla bahtiyar
olamaz.
—Aşkını kâfi gören âşık değildir
—Visalden (kavuşmadan) evvel: “Seviyorum” sözünde
sıdk (doğru) ve kizbin (yalanın) yarı yarıya his sesi vardır. Visalden
(kavuşmadan) sonradır ki o söz ya bütün bütün doğru, ya bütün bütün yalan olur
—Sevmediği halde kendisini âşık zannedenler kadar
da sevdiği halde âşık olmadığını iddia edenler görülür.
—Maşukasının (sevgilisinin) huzurunda zarafet ve
zekâsını kaybetmeyen adam hakkı ile âşık değildir
KADIN
—Sevdiği kadında her tuvaleti hoş gören erkekler
olduğu gibi, beğendiği tuvalette her kadını hoş bulan erkekler de vardır.
—Bir
zen-gi-riz (kadın düşmanı) diyordu: “Hiç ömrünüzde bir kadın ile beraber bir
dağa tırmandığınız vâki midir? (olmuş mudur?) Çıkarken daima siz ilerdesiniz o
geridedir; inerken o daima önde gider siz geride kalırsınız. Yanyana gitmeniz
ancak düz yolda mümkün olabilir!”
—Zeng riz (kadın düşmanı) dermiş ki: “kadınların
çocukluklarını mazur (özürlü) görmeliyiz: Çocuk kalıbıdırlar!”
—Çok defa kendisini veren kadın kendilerini satan
kadınlardan daha pahalıya malolur.
—Tarih biraz kadın ruhludur: Büyük vak'aların
çoğunu el altından karanlıkta hazırlar.
—Kadın,
kumar, içki: Bunlardan yalnız birinin mübtelâsı (düşkünü) olmak, hepsine düşkün
olmaktan daha fenadır. Iptilâ (düşkünlük) dairesi ne kadar darsa o kadar
kuvvetli olur ve içinden kurtulmak o derece de güçleşir.
—Kadın erkekten aslan yüreği içinde kuzu itaati
ister.
—Nâz bana kadının ismi tasgiri (küçültülmüş ismi)
gibi gelir.
—Kocanı yahut âşığını zaptedmek ister misin hanım?
Uçmağa hazırlanmış kuş görün, lâkin ayakların yuvana mıhlı dursun.
—İki kadın yavaş sesle konuşuyorlar mı, emin
olabilirsiniz ki aralarında gizli bir erkek vardır.
—Çok kere bir hanım: “benim fikrim...” diye söze
başlar, bir de bakarsınız ki bütün söyledikleri “his”dir!
—Kadın ile erkek arasında dostluk güzeldir, fakat
sonbahar güzelliği gibi solgun ve hazin durur.
—Kadınlar nebatata (bitkilere) benzer: İnkişaf
(gelişme) için bâzısı açık hava ister bâzısı limonluk.
—Her meziyete mâlik bir kadın olmak bir melek
olmaktan daha güçtür.
—İZDİVAÇTA GÜÇ OLAN
SEVİŞMEK DEĞİL, ANLAŞMAKTIR
—Kadının hakiki kıymeti mes'ut zamanında görülür.
—Karı koca arasında kâh dargınlık cali (yapmacık),
barışma samimi olur, kâh barışıklık cali (yapmacık), darılma samimi olur: İkisi
de samimi yakut ikisi de cali olamaz
— Kadınlarca erkekler iki büyük sınıfa ayrılır:
Çapkınlar ve.... abdallar!
—Kadınların af edemeyecekleri yalnız bir kabahat
vardır: İhtiyarlamak.
— Kadın ya itaat ister, ya kumanda. Hukuk
muvâzenesi (dengesi) ancak bir katlı evlerde görülür, her gün bir kaç kavga
şeklinde!
—Kadın ya bütün ruh yahut.... bütün bütün bî ruhdur
(ruhsuzdur)!
—AHMAĞA GÜZEL KIZ
VERMEK EŞEĞE ÇİÇEK YEDİRMEĞE BENZER
—Gariptir, ipeği yapan böcek değil, de giyen kadın
gururlanır!
—Hürriyet sahasında kadınlar öyle geniş adımlarla
yürüyorlar ki bu gidişle yakında bıyık ve sakal iki miskinlik damgası olacak
—Bir edib için üslûb ne ise,bir kadın için kıyafet
de odur
—Dinlemeği bilmek musahabe (konuşma) san'a tının
yarısıdır, derler; kadınlar mezu ı bahis (bahis konusu) olunca dörtde üçüdür
denebilir.
—Bir kadın
bir erkeğe: “ahmak” mı dedi, “beni dilediğim yola getiremedin!” demektir
—Kadın erkekten
yüksektir; fakat düşünce erkekten daha aşağı düşer.
—Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanma,
münderecatına (içindekilere) bak.
—Uzun söz uzun ökçe gibi kadınlara yakışır.
—Kadına yalnız temellükten (sahip olmaktan) zevk
alanlar olduğu gibi yalnız tahakkümden (hükmetmekten) zevk alanlar da vardır!
—Erkek gülerken bir az kadına, kadın ağlarken bir
az erkeğe benzemez mi?
—Erkeğin kalbi
yaşlandıkça kadının kalbi bozuldukça katılaşır.
—Bir erkek aklını almağa karar veren kadın daima
işini becerecek kadar zekâ bulur .
—Kadın erkek birbirini ikmâl eder (tamamlar)
diyorlar. Hâlbuki alelekser (ekseriya) biri diğerini tenkis eder.
—Bir kadının eli boş durursa dili, eli ve dili boş
durursa gönlü işler.
—Kadına büyük muhabbet bir nevi atâlet getirir: O
artık sevmekten başka hiçbir şeyi lâyıkı ile ifâ edemez.
—Bir kadının mâhiyetini anlamak ister misin,
tanıdığı kadınlar hakkında neler düşündüğüne dikkat et: herkesi kendi gibi
zannetmek bilhassa kadınlar için doğrudur.
—Bir kadın her meselenin ancak kendine nazır
(bakan) cihetini iyi görür.
—Kadınların akılları, eskilerin dedikleri gibi,
kısa değil, fakat daima biraz hisleri ile mağşuşdur (karışmıştır)
— Kadın yüreğine göz yaşından ziyade şetaretle
(neşeyle) girilir: Mahir âşıklar hissiyat (hisler) yerine şathiyyat (boş ve
alaylı sözler) sarfederler
—En nâdir (az
rastlanan) ve kıymetli nümune i beşer (beşer numunesi) o kadındır ki güzel
olduğu halde kendine baktırmak istemez.
—Bâzı kadınlar birlikte düşmek için birbirine
tutunurlar.
—Kadın düşünürken hemen her fikrini bir erkek yahut
bir kadın hayaline isnad eder (dayandırır)
—En zeki erkek bile kadınları bihakkın (hakkıyla)
tanımak iddiasında bulunamaz; halbuki en ahmak kadın bile erkekleri tanımak
davasındadır.
—Gençler
ister ki kadınların peçesi kalksın; orta yaşlılar ister ki bluzları açılsın; ihtiyarlar
ister ki jüpü kısalsın.
—Kadının tırnakları yırtıcı da olsa elleri çok iyi
“hasta bakıcı”dır.
— Çincede kadına “niyu” derlermiş; “niyu ni yu”
gevezelik etmek, “niyu niyu niyu” gizli dolap kurmak demekmiş: Garip iştikak
(türeme)
—Kadın kocasına ya tamamiyle itaat eder, ya
tamamiyle kumanda.. Muvazene i hukııkdan (hakların dengesinden) kavga çıkar
—Kadının her damla göz yaşında daima biraz sevmek
yahut sevmemek arzusu karışıktır.
—Her kadın ister ki sevdiği erkek bir tarih
kahramanı yahut bir roman kahramanı olsun
—Erkekler
için rütbe ve nişan ne ise kadınlar için elmas odur
—Sevişenler, cemiyet i muhitanın (toplum
çemberinin) mevcudiyetinden, ancak cemiyet (toplum) onlara mani i telâki
(buluşma manii) oldukça, haberdar olurlar
—Malûmatlı (bilgili) fakiri az çok hak nâşinas
(hakkını bilmez) gibi telâkki ederiz (düşünürüz) Bizde erkekler asırlarca yükselemedi;
çünkü kadını vaz ettikleri (koydukları) mevkiden yukarı salıvermek istemediler.
—Güzel kadın için kapalı yaşamak namuslu yaşamaktan
güçtür.
—Bir kadın için sevdiğini yalnız kendisinin
beğenmesi kâfi (yeter) değildir, başka kadınlar da beğenmeli ki ona muhabbeti
devam etsin.
—Bir kadını ev hali ve mühmel (ihmal edilmiş)
kıyafeti ile daha latif bulmuyor musun? Beyhude “seviyorum!” deme.
—Kadın serapa
(baştan ayağa) ruh, yahut... serapa (baştan ayağa) bi ruhdur (ruhsuzdur)
—Râm olmak (boyun eğmek) isteyen kadın sevildiğine
inanmış görünmekle iktifa eder. Râm olmağa (boyun eğmeğe) karar verendir ki
sevildiğinden emin olmak ister
—Çok işvekâr (işveli) kadın gibi hiç işvesiz kadını
da şüphe altında tutunuz: Zira biraz işve kadın iffetinin hukuk ı
tabiiyesindedir (tabii haklarındandır)
—Duvak altında her kadın az çok gelindir; duvak
açıldıktan sonra.... bilmem!
—Kadınların ellerinde baston gördüğümden Beri:
Amentü! dedim, nisaiyuna dahil oldum (feministlerle birlik oldum)
—Erkek ister ki sevdiği kadın başkalarının
karşısında melek, kendine karşı çiçek olsun
—En tatlı şey bir kadın gözünden kendimiz için
dökülen yaşlar arasında gördüğümüz tebessümdür (gülümsemedir)
—Kadın ve erkekden mürekkeb cemiyetlerde nezaket
sanki fahri ve meccani (parasız) olmakdan çıkar.
— Kadın kolaylıkla inanır ve daha kolaylıkla
inandırır.
—Kadınlar çabuk değişir, fakat az tenevvü eder
(çeşitlilik gösterir); erkekler bilakis (aksine) geç değişir, lâkin çok
mütenevvidir (çeşitlidir). Bundan dolayıdır ki erkek intihabında (seçiminde)
kadınlar daha ziyade üzülürler
—Güzel kadının en iyi bildiği şey tebessümünün
(gülümsemenin) kıymetidir.
—Para nereye gidiyor, anlamıyorsan kadınların ayak
izlerini takibet.
—Bir kadının ruhundaki nezaketi hizmetçilerine
ettiği muamele (davranış) ile ölçebilirsiniz
—Fikirleri bile kadınlar eğer hissetmezlerse
beğenmezler
—Zendostluk (kadıncıllık) saz gibidir, kırkından
sonra başlayan beceremez.
—İdare işlerinde kadınlar erkeklerin yerini tutar,
iğne süngünün yerini ne kadar tutabilirse ,
—Seven kadın düşündükçe yanılır ve saçmalar.
— Sevdiğinizin bir kadın farkına varmıyor mu,
anlayınız ki bir başkasını seviyor.
—Seven kadın sevdiğini dinlerken çok kere sözünü
değil, sesini dinler
—Bir kadının kıymet i mâneviyesini (mânevi
kıymetini) sevdiği erkeğin kıymet i mâneviyesi (manevi kıymeti) tayin eder
—Karı koca kavgası eğer huyların müsademesi
(çarpışması) değilse geçici bir sağnakdır, geçdikden sonra hava daha güzel
açılır
—Erkeğe sevdiği kadın muğlak (karmaşık) görünür,
kadının bilakis (aksine) en iyi anladığı sevdiği erkektir. Bakıyorum kadınlara
hamakat (ahmaklık) erkeklere geldiği derecede tahammülsüz (tahammül edilmez)
gelmiyor, hattâ zeki kadınlara bile, bahusus (hususiyle) hamakat biraz endamlı
ve biraz tuvaletli olursa.
—Cildi soğuk
kadınlar, dikkat olunmuş, alelekser (ekseriya) tehlikelidirler.
—Alelekser (ekseriya) kadınlar boş ve erkekler nâ
hoş (tatsız) konuşur
—Coşkun
âşıklar dalgın ve sâkit (susan) kadınlar arasından çıkar
—Erkek sevdiği kadını hem saklamak hem göstermek
ister: Âşıklarını çıldırtan o kadınlardır ki mütesettiren (kapalı olarak)
görünürler.
—Saçlarıyla pek çok
oynayan kadının, emin olabilirsiniz ki aklı başında değildir .
—Her kavgada kocasına galebe edemeyen kadın....
bihakkın (hakkıyla) kadın değildir.
—Zevc ve zevce arasında kefavet (denklik) aranır,
fakat oynaşma mevzu ı bahis (bahis konusu) olunca her erkek ve her kadın
küfüvdür (denktir)!
—Beğenilmek arzusu her kadında sevilmek hevesinden
gelmez. Kadın vardır ki beni herkes beğensin
de isterse hiç kimse sevmesin der.
—Fikirler kadınlar gibidir: Güzellikleri modaya
muvafık (uygun) kıyafetler içinde artar
—Müphem (örtülü) bir korku, gizli bir sevinç, daimi
(devamlı) bir dalgınlık, daimi (devamlı) bir süs arzusu: Seven kadını bu dört
hal taksim eder (böler.)
—Güzel ve ahmak kadına dikkat ediniz: Güzelliği
azaldıkça hamakatı (aptallığı) artar
—İnsan çok yorgun olmalı ki bir güzel kadının karşısında
şiirden başka birşey düşünebilsin
—En kıymetli kadın
eşini bütün diğer kadınlardan müstağni (ilgisiz) kılandır.
—Çok işvekâr (cilveli) kadın gibi hiç işvesiz
(cilvesiz) kadına da inanmayınız: Biraz işve kadın iffetinin, (namusunun) tabii
haklarındandır.
—Hayattan bir kadın yorgun olabilir: Fakat tok ve
bıkmış olamaz
—Her kadının bir erkeğe ihtiyacı vardır, hastaya
ilâç nasıl lazımsa
—Kocasız kadın
işsiz erkeğe benzer
—Zavallı kadın ninemin ne garip hasiyeti diniyesi
(dini hassası) vardı; En sevdiği kuzuyu kendisine kurbanlık ayırırdı!
—Evlenen
erkekler alel umum (umumiyetle): “Filan hanımı aldım” derler. Hâlbuki çokları
için: “Filan hanıma kendimi verdim!” demek daha doğrudur.
—Eski izdivaçları
yenilere tercih ediyorum: Gözü kapalı evlenmek başı dönerek gerdeğe girmekten
ehvendir (yeğdir)
—Alelekser
(ekseriya) kendi nefislerine (kendilerine) hâkim olmayan kocalardır ki
karılarına hâkim olmak iddiasındadırlar
DİN
—Allah'ı her birimiz tasavvur ettiğimiz gibi
tesmiye etseydik (isimlendirseydik) esma ı hüsnü (güzel isimleri) insanların
adedine baliğ olurdu (varırdı)
—Her taassubda katil bir mahiyet vardır: Tarihin
taassubu hakikat i vekayii (vak'alarm gerçekliğini) öldürür; felsefenin
taassubu fikri öldürür; dinin taassubu... dini öldürür
—Her din kendisinden evvelki dinleri kaba abeslerle
(boşlarla) doldurur
—Aşıkda biraz kıskançlığı hoş gördüğümüz gibi
dindarda biraz taassubu da mazur görmeliyiz
—Hayat fırtınalarında din çok kişi için şamandra
olur
—Tam dindar yahut tam dinsiz olmak: Her ikisi de
müstesna (eşsiz) kuvvet ister
—Münhasıran (yalnızca) günahların çare-i kefaretini (bağışlatma
çaresini) düşünerek dindar olanlar da vardır ve belki diyanet (dindarlık)
cumhurunda (topluluğunda) ekseriyeti onlar teşkil ederler
—Hayat bizi öyle
aldatıyor ki galiba öldükden sonra bile öldüğümüze tamamiyle inanamayacağız
—Her dindar bir papa yahut bol arpalıklı bir
şeyhülislâm olacağından emin olsaydı yeryüzünde bir tek bile dinsiz kalmazdı!
— Köyünün şivesini dilinden ve dininin damgasını
yüreğinden hiç kimse bütün bütün atamaz
—Din o kadar pek canlıdır ki bir kere kanımıza
girdi mi, orada boğulsa bile ölü halinde yaşar.
—Din ölse
bile it canlı taassub yaşamakta devam eder.
—Dinsiz vardır ki erkânı inkârı (inkârının
esasları) bir mâbed teşkil eder.
—Din hiç olmazsa felsefesi olmayan zavallıların
felsefesidir.
—Müminler (inananlar) kadar münkirler de
(inanmayanlar da) bir dinin hayatına hadimdirler (hizmet ederler) dinin mühfik
(yok edici) düşmanları lakaytlardır (kayıtsızlardır).
—Dini yaşatan bilhassa
ölümdür. Ölüme çare bulunmadıkça din ölmez.
—An samim (samimi olarak) ahret için dine hizmet
edenler bile dünyada az çok dini istihdam ederler (kullanırlar).
—Ruhumuzu din pek
az tadil eder (değiştirir) fakat ruhumuz dini öyle değiştirir ki her müslümanın
yüreğinde başka bir islâmiyet yatar, denebilir
— Sâlihlere (iyilere) cennet, fâsıklara
(günahkârlara) cehennem: Bunda bütün dînler müttefikdir. Fakat fısk (günâh
işleme) ile salâhın (iyiliğin) hududları mevzu ı (bahis konusu) olunca müttefik
iki din bulunmuyor.
—Çok kişide din bakiyyesi olarak yalnız bir riya
(ikiyüzlülük) an'anesi görüyorum.
—Dindarlar gibi dinsizleri doğuran da vâızlardır.
—Dinini
müctehitlere teslim ettiği gün Hazret i Muhammed galiba: “Eti sizin kemiği
benim!” demiş.
—Her dua bir ihtiyaç ifade eder: Muhtaçların hepsi
dindardır .
—Sofunun riyası (ikiyüzlülüğü) dindarı kandırır
dinsizi değil.
—Osmanlı
kardeşlerimiz, müslüman kardeşlerimiz, din kardeşlerimiz, vatan kardeşlerimiz,
kan kardeşlerimiz... İnsan bu kadar kardeşi tasavvur edince: “Allah babamıza
kuvvet versin!” diyeceği geliyor.
—Dinsizliğin en muktedir (kudretli) naşirleri
(yayıcıları) iktidarsız ulemayı dindir (din bilginleridir)
—Allah'ın affını hatırlattığı için cehennem korkusu
çok günahkârın içine serinlik verir!
—Allah'dan uzun ömür isteyenler tuhafıma gider:
“Azizim mümkün mertebe geç görüşelim!” demektir.
—”Re'sü'l hikmeti mehâfetullah ve ahıru'l hikmeti
mehâfesunnas” (Hikmetin başı Allah korkusu, sonu insan korkusudur)
—”Beni hiç kimse
anlayamadı!” diyordu. Az kaldı soracaktım: “Allah mısın be herif?”
—Allah'ın insanlara
iki zengin sadakası: Ümit ve hülya.
—Cenab ı Hakkı
(Allahı) çocuklar anlayamaz diyoruz; güya büyükler anlayabilirmiş!
—Nasıl ki Allah'ın varlığı tahakkuk etmekle (gerçek
olmakla) imansızlar tükenmez; Allah'ın yokluğu ispat edilmekle de taassubun
canı çıkmaz. Ve inanç ölse bile ilahiyat fakültesi yaşar
—Bana Allah'ı hissettirmeyen mâbed ne kadar
muhteşem olsa güzel değildir
—Allah'ı yalnız Allah tanır ve yalnız şeytan anlar.
—Allah'ın büyüklüğü varlığında mı, yokluğunda mıdır
kesdiremiyorum? (iman edip etmemede mi?)
—Yalnız dilini hıfza alış: Azâ yı sâireni
Allah hıfzeder
—Allah kalın kafalılığı yaratmıştır onu ahmaklığa
biz insanlar tahvil ettik.
—Benim bildiğim Allah büyüklüğünü anlatmak için
hiçbir vaizin tercümanlığına muhtaç değildir.
—İbadetlerin bile tuzu biberi şeytandır
—Bir hareketin seni biraz ıslah etti mi
(düzelttimi) ona bir ibadet diyebilirsin.
—Kâinatta yalnız bir sosyalist tanıyorum: Ecel...
mamafih o bile Nuh ile İsa'ya müsavi muamele edemiyor
DUA
— ÖYLE DUALARIMIZ
VARDIR Kİ MÜSTECAB OLSALAR (KABUL EDİLSELER) DAHA BEDBAHT OLURUZ
—Yalnız bir duayı
çok güzel bulurum: “Ya Rabbi, insanların hiç kimseyi izrar etmeyecek (zarara
sokmayacak) dualarını kabul et!” Bu dua da dua sahasını o kadar tahdit eder
ki., (sınırlar ki)
—Namazdan sonra çok
uzun dua, bana öyle gelir ki, salâtın (onun) ibadet sıfatını şüpheye
düşürür
SİYASET
—Siyaset âleminde insaf bir hırsız feneridir, ne
tarafı dilerse orayı aydınlatır.
—Siyasiyatta (siyasette) doğru yürümeği
bilmeyenlerdir ki şimdi koşarlar, şimdi yerinde sayarlar.
—Lâfla peynir gemisi yürümez, ama siyaset gemisi
haydi haydi!
—Sarhoşluk çok kötü hal; ömrümde bir kere başıma
geldi, ve yalnız o gün ruhumda siyaseti andırır birtakım hisler vardı!
—İçtimai (sosyal) meselelerde kelimelerle söyle,
fakat asar (eserler) ve vukuaat (olaylar) ile düşün: İş yerinde lâf koyunca
siyaset değil edebiyat yapmış olursun
—Siyasette herkes sahil—i selâmeti (selâmet sahilini)
kendi fikri ucunda görür.
—Siyasette çok kere hekimlerin hastalardan ziyade
muhtaç ı tedavi (tedaviye muhtaç) oldukları iddia olunabilir
—Siyaset i hâzırada (bugünkü siyasette) bir çıkar
yol görmek ister misiniz? Gözünüze gözlük değil, belinize kılıç takınız.
—Muvafıklar, muhalifler siyaset salatasında
zeytinyağı ile sirke gibidirler: Biri eksik olsa salatanın tadı kaçar.
—Cemiyetin (toplumun) yerinde sarf olunmayan her
kuvveti bir siyasi muhatara (tehlike) teşkil eder.
—İstibdat her miskin kavimin siyâsi cezasıdır.
—İstibdat her âciz milletin cezayı siyasisidir
(siyasi cezasıdır)
—Siyasi bir ihtiras içinde hareket edenlere
hakikati anlatmak çölde kumları ve ummanda (okyanusta) dalgaları idare etmekten
daha güçtür
—Politikada iyilik ve kötülük bir zafer ve
mağlubiyet meselesidir: Teşebbüsünde muvaffak olan her idare faikiyetini
(üstünlüğünü) ispat etmiş olur
—Bizde mevki
i iktidara (iktidar mevkiine) geçen her siyasi fırkanın (partinin) ilk eser i
icraatı (yaptığı iş) bir “mazlumlar alayı” (zulme uğramışlar) teşkil etmek
oluyor
—Bizde mevki
i iktidara (iktidar mevkiine) geçen her siyasi fırkanın (partinin) ilk eser i
icraatı (yaptığı iş) bir “mazlumlar alayı” (zulme uğramışlar) teşkil etmek
oluyor.
—Hakikaten mahir (maharetli) politikacı düşmanlarını
bile kendi lehinde istihdam etmenin (kullanmanın) yolunu bulur
—Vukuât ı siyâsiye (siyâsi olaylar) kâh facia, kâh
mudhikedir (komedidir): Büyük diplomatlar o mahir (becerikli) aktörlerdir ki
ikisinde de güzel oynarlar
—Tekgözlerden ve körlerden ziyade memleketimizde
bostana su aksın diye dolabı çeviren gözü bağlılara acırım!
CEMİYET
—Bir cemiyeti yükseltmek mi istiyorsunuz, efradına
(fertlerine) mes'uliyet (sorumluluk) hissini tevzi ediniz (dağıtınız)
—İnsan ne kadar hür olsa cemiyet i muhita (çevre)
içinde mevzuatın (yasaların) esiri kalır!
—İnsanı insan eden cemiyettir, sırtlan eden de o
—HANGİ CEMİYET TEDENNİDEDİR (GERİLEMEDEDİR) BİLMEK
İSTER MİSİN? BAK Kİ YÜKSEK ADAMLAR NEREDE YÜKSELMEKTEN MENEDİLİYOR
(ALIKONULUYOR)
—Ferd unutmaz affeder; cemiyet bilâkis (aksine)
affetmez, unutur
—ACI TECRÜBELER BİR ADAMI USLANDIRABİLİR, FAKAT BİR
CEMİYETİN AKLINI BAŞINA GETİREMEZ.
—Avamı ümitli oldukça bir cemiyet ölmez: En kötü
idare avamı me'yus edendir (ümitsizliğe düşürendir).
—Cemiyet bir saat gibi işlemeli: Geri kalmak gibi
ileri gitmek de bir kusurdur.
—Umumi harb (I.Dünya Savaşı) bize ne acûbeler
göstermedi: FUKARAYA MUAVENET (FAKİRLERE YARDIM) CEMİYETLERİNDE SERVET
KAZANANLARA KADAR!
—Hakiki fazilet itikadımca (inanışımca) cemiyete
faydalı işlerdir: Kâtibin fazileti kaleminden damlar, çiftçininki alnında
terler.
—Hürriyet mecraları cemiyetin nefes borularıdır:
Tehlikesiz tıkanamayacağını mutlakiyyet idareleri anlayamazlar
—Ancak cemiyet sahnesinde rolü olmayan hakirlerdir
ki hayatlarını hiç komedyasız yaşayabilirler
—Tabiatın ilm i halinde “düşünmek” bir farz ı
kifayedir (yalnız şartlarını hâiz olanlara gerekli farz): Her cemiyette birkaç
kişinin ifası (yapması) ile sakıt olur (hükmü kalmaz).
—Her cemiyet (toplum) lâyık olduğu edebiyatı sever
—CEMİYETLER
ŞEHİRLER GİBİDİR; HARAB OLSALAR DA BÜYÜK VE SAĞLAM PARÇALARI AYAKTA KALIR.
—Söz içinde
dürub-ı emsal (darbımeseller) ne ise cemiyet içinde insanların bir kısmı da
odur: Her ağıza uymaları manasızlıklarını unutturur.
—Bir
cemiyeti defaten (bir defada) mesut edebilecek düstur ı icazı (kısa düsturu)
keşfeden bile karşısında kuvvetli bir fırka i itiraz (itiraz fırkası)
bulacağından emin olmalıdır
—Mefhumat ı
külliye (genel kavramlar) hüsn- i inkilabı (iyi gelişmeyi) ve mefhumat ı
cüz'iye (özel kavramlar da) hüsn i idareyi (iyi idareyi) temin eder (sağlar)
—Hiçbir
fikir yoktur ki galattan (yanlıştan) doğsun da kuvvet doğursun
—lcab ı muvâzene (denge gereği) odur ki sıklet i
içtimaiyenin (sosyal ağırlığın) her cüz'ünü (parçasını) bir selâhiyet deruhte
etmeli (üzerine almalı)
— Zengin bir amcası olan kimsesiz sayılmaz; bilakis
(aksine) yükselememiş bin dayınız olsun, cemiyet içinde bi kes (kimsesiz)
tanılırsınız
—Koyunlar, kurtlar, çobanlar, çoban köpekleri: En
medenisine varıncaya kadar işte her cemiyetin alettakrib (aşağı yukarı)
tertibi!
—Ferd olsun, cemiyet olsun, bir gün gelir ki
yorulur, yorulunca dinlenmek ister ve dinlenince mevkiini kaybeder
— Ahlâk, son tahlilde, ferd için hıfzıssıhha
(sağlığı koruma) ve cemiyet için menfaattir
—Her cemiyette teceddüt (yenileşme) aşağıdan
başlar: Avam (halk) eski halinde kaldıkça terakkiye (ilerlemeye) inanma!
—Alıklarla kaçıkları çıkarınız, cemiyet i beşeriye
(insan toplumu) öyle tenhalaşır ki
—Bir cemiyetin (toplumun) lüzumundan ziyade kuzu olması
o cemiyet içinde ergeç bir kurt sürüsü yaratır
—Kan içinde temel kurmak isteyen cemiyet(toplum)
daima çürük kokar
—Ferd (kişi) olsun cemiyet (toplum) olsun hayatını
tayin eden başlıca şu üç âmildir: Kan, zaman ve mekân (yer)
—Hiç ağlamamış gözler her şeyi görseler de
ağlayanları görmezler
—Ben cemiyet giriz yaratılmışım: Kalabalıkda bana
ruhum dağılıyor gibi gelir
—Kırda gezerken süprüntü görmeğe başladınız mı,
anlayınız ki biraz sonra bir insan cemiyetine rast geleceksiniz.
— Bâzı üdeba (edipler) diyorlar ki: “Biz halka
doğru gitmeliyiz!” bâzıları da: “halk bize doğru gelsin!” diyorlar. Acaba en
doğrusu yarı yolda buluşmak değil midir?
İNSAN
—Yer yaşlandıkça âlâmı (elemleri) artıyor: insan
gibi!
—İnsana en güzel sıfatı “fâni” diyen vermiştir.
—İnsan gönül verdiği mahlûkdan hiç birşeyi diriğ
edememek (eksik edememesi) pek tabiidir; zira gönlümüzden daha kıymetli nemiz
vardır.
—Şâfiiler
nazarında köpek ne ise, benim için taassub da odur: Sanırım ki teması insanın
abdestini bozar!
—Zavallı
insan hayata o kadar sırnaşıktır ki vücudumuz toprak olduktan sonra gölgemizi
bir soluk fotoğraf halinde yaşatmaktan bile gizli bir lezzet umarız.
—Tarihe insan her istediğini söyletebilir, mademki
ölüler itiraz edemezler.
—Ölüme nisbetle insan kurbanlık koyunu hatırlatır:
Bıçak altına gözleri bağlı gider.
—Aldatabileceğinden emin olduğu mahlûkun
(yaratığın) yalanlarını insan tiksinmeksizin dinler.
—Tükrük gibi
hakikatlar vardır ki ağızdan çıkınca iğrenç olur ve yutulmak icab eder.
—Her mahkemede adalet namına beşerin (insanın)
zaafını tartaklayan bir pençe hissederim.
—Lâfa bakılsa herkes müsavat (eşitlik) ister; fakat
insanların bir kısmını ayakları altında görmek için bir kısmını başında
taşımayacak pek az kişi vardır
—Hakikat ile
hayali insan birbirlerine katık ederek yaşar: Ayağımız yerde iken gözlerimiz
göktedir
—Beşeri (insani) gafletlerin hududu yoktur:
Tekmesini yediğimiz bir eşek bile olsa başında bir zekâ tacı tevehhüm (kuruntu)
ederiz
— Kaplan sırtı için insaniyet en çekilmez yüktür
—Âdemin dudakları Havva'nın dudaklarına dokunduğu
anda şiir doğdu ve bu nevzâdın (yeni doğanın) sinesinde beşerin (insanlığın)
bütün elem ve lezzeti gizli idi
—Sokağın kıymetini insan bâzı cemiyetlerden çıkınca
anlıyor
—insanları oynatan kuvvet başlarında değil,
göğüslerindedir. Onları idare için dimağlarına değil, hislerine hitab etmeli
—Tam bîtaraflık (tarafsızlık) insan harcı
değildir
—Bâzı acı sözler insanın hafızasında hiç erimeyecek
bir buz parçası gibi yaşar
sevimsizdirler
—Bir kitab ilmi var, bir de hayat ilmi: Merd i
kâmil (olgun insan) ikisine vâkıf olana derim . Zeki adam kitaptan bir hayat
hissesi ve hayattan bir kitap hissesi alır
—Fırtına denizde bir kuvvet eseri, beşerde
(insanda) bil'akis (aksine) bir zaaf eseridir
—Hüsn i kabule (iyi kabule) mazhar olmak (ermek)
için fikirler de insanlar gibi iyi giyinmiş olmalıdır.
— Hatâlarımızdan münhasıran (yalnızca) kendimizi
itham edeceğimiz (suçlayacağımız) yerde çok kere beşeriyeti mes'ul tutarız: En
sık dilimize gelen tâbirlerden biri: “İnsan halidir”. Düşünmeyiz ki “insan
hali” olsa aynı hatâ herkesten sâdır olmak (çıkmamak) lâzım gelirdi. Hiç kimse
ne tamamiyle olduğu gibi görünebilir ne tamimiyle olmadığı gibi.
—Riyakâr (ikiyüzlü) ona denir ki benliğinden
sakladığı gösterdiğine galiptir.
Riyakârlık (ikiyüzlülük) korkusu bâzılarını kabalığa sevkeder. Kendini beğenmişlerin nedametleri (pişmanlıkları)
bile şişkin olur: Sanırlar ki hatâları da kâinatı doldurmuştur.
alıyor
—Az para çalanlar mevzu ı bahis (bahis konusu)
oldukça: “Bu kadarcık şey için insan kendini rezil eder mi!” derler. Hâlbuki
nefsini (kendini) bâd ı hava (bedava) terzil (rezil) edenlerin ve hattâ üstelik
masraf edenlerin hesabı yoktur
—Yalnız bir duayı güzel bulurum: “Ya Rabbi,
insanların dualarını kabul et!”
— Fikir vardır ki kuş gibi dâima uçar ve yükselir;
yine fikir vardır ki madenciler gibi daima kazar ve derinleşir: İnsaniyet
bunların ne birinden vazgeçebilir, ne ötekinden!
— Menfaat, cemiyet i beşeriyenin (insan
topluluğunun) çimentosudur
—Dost ve düşman şu noktadan birbirine benzer ki
insan ikisi hakkında da kalbindekinden ziyade söyler
— Zarafet
insani sevdirmek için kâfi değildir, fakat zarafetten hiç nasibi olmayan güç
sevilir
—insan ilmine bile biraz huyunu karıştırır:
Riyaziyeyi (matematik) çetinleştiren alelekser (ekseriyetle) riyaziye
(matematik) hocalarının (öğretmenlerinin) tabiatıdır.
— Yalan o kadar insanidir ki eğer “yalancı”
kelimesi icat edilmiş olmasa yalan zemâim (fena haller) sırasına girmezdi
—Tabiatın güzelliklerini seyrederken insaniyete
(insanlığa) muhabbetin artıyorsa kâinatı (âlemi) anladığına hükmedebilirsin,
—Muharebelerde midenin tesiri dimağın tesirinden
ziyadedir. Tok karnına insan tepişmek değil uyumak ister
—İnsan ekseriya başkasına sürmek istediği çamura
bulanır
—İnsaniyeti (insanlığı) en çok seven, hiç şüphem
yok yamyamlardır
—Kendisini
beğendirmek hevesi insanda hayati bir ihtiyaçdır; halin takdirinden müstağni
(ilgisiz) görünen, emin olunuz ki alkışı âtiden (gelecekten) bekler.
— Kendini öğrendikten sonra insan nasıl mağrur
olabilir?
—Develer kılavuzları eşek olduğuna kızarlarmış:
Eğer bu rivayet doğru ise demek olur ki develer insandan ziyade nefislerine
(kendilerine) hürmetkardır
—Fikir vardır ki kuş gibi uçar ve yükselir; fikir
de vardır ki madenciler gibi kazar ve derinleşir: insaniyet bunların ne
birinden vazgeçebilir, ne ötekinden
—Dost ve düşman şu nokta i nazardan (görüş
bakımından) birbirine benzer ki insan her ikisi hakkında kalbindekinden ziyade
söyler
—Zarafet
insanı sevdirmek için kâfi değildir, fakat zarafetten hiç nasibi (hissesi)
olmayan da güç sevilir
— Gözlerimizden akabilen yaşların merâreti
(acılığı) hiçtir, asıl insanı ruhunda mahbus kalan yaşlar zehirler.
— Yaşamak ve iyi yaşamak: İşte yalnız insanlarda
değil, bütün uzviyâtta (organlarda) yegâne (tek) gaye!.. Üst tarafı beşerin
(insanın) yalanıdır
—Yalnız bir duayı
çok güzel bulurum: “Ya Rabbi, insanların hiç kimseyi izrar etmeyecek (zarara
sokmayacak) dualarını kabul et!” Bu dua da dua sahasını o kadar tahdit eder
ki., (sınırlar ki)
—İnanmak
biraz mağlûb olmaktır: Çok kolaylıkla insan ya çok sevdiğine ya çok korktuğuna
inanır
—Sözlerimize nazaran hepimiz müsavat (eşitlik)
isteriz; fakat insanların bir kısmını ayaklar altında görmek bahasına diğer
kısmını başında taşımaya razı olmayacak kimse yoktur.
—Hemen bütün insanlar ikbalde (mevkide) aslan,
kibarda (düşkünlükte) sıçandır
— Canı sıkılınca hayvan uyur, insan kötü şeyler
düşünür
—Kırka kadar insan yaşa basar, kırktan sonra yaş
insana!
—Uykuda bütün insanlar insandır; uyandıktan sonradır
ki bazen hayvanın dûnuna (aşağısına) düşer
—Zamanın insana en büyük zulmü ihtiyarlık dedikleri
gülünç hale getirmesidir
—Bir yaştan
sonra insana gazete havadisi (haberleri) kifayet etmiyor (yetmiyor): Ahretten
de haber almak istiyorsunuz, çünkü tanıdıklarınızın çoğu artık oradadır.
ÇOCUK
—Aktörlerle farkımız: Onlar komedyayı bile bile
oynarlar. Ölüm fikri hayat safhalarım
ne güzel tahdid eder (sınırlar): Çocuklukda anlamayız; gençlikde inanmayız;
orta yaşda o bize görünür; ihtiyarlıkda biz onlara bağlanırız.
—Namık Kemal, eserleri çocuklara benzetir: Doğru,
şu fark ile ki tashihi (düzeltilmesi) daha çok
Güç.
—Avam çocuk gibidir, daima gürültü ister: Gürültülü
eğlenceyi, gürültülü matemi ve hattâ gürültülü idareyi sever
—Çocukken perde arkasındaki karagözü canlı
sanırdım, şimdi perde önündeki canlıyı karagöz sanıyorum. Hayatta öyle
karagözlere rast geldim ki kâğıttan oyulmuş adaşı daha canlı sayılabilir, zira
birinin bir değnekle hiç olmazsa bir kolunu kımıldatabilirsiniz.
—Zavallı baş yaşı kaç olursa olsun daima çocuktur:
Rahat uyumak için şefkatten yapılmış bir yastık ister.
“İnsan.
câhili olduğunun düşmanıdır” derler ama hiç bilmediği şeyin hararetli taraftarı
olanları ben çok gördüm
—”Terbiyesiz!” diye çocuklarım azarlayan anaları
işittikçe soracağım gelir: “Kabahat kimde?”
—Çocuk küçükken başağrısıdır, büyüdükçe yürek
çarpıntısı olur!
—Hangi yaşta olursak olalım, kendi çevirdiğimiz
çenberin arkası sıra koşan çocuklarız
—Güç olan kahramanca ölmek değil kahramanca
yaşamaktır
—Bir valide (anne) demiş: Dağlar yaklaştıkça
büyürler, çocuklar büyüdükçe uzaklaşırlar.
—TATMİN EDİLMEYEN
HER HAKLI İHTİYAÇ BİR AHLÂK TEHLİKESİDİR: OYUNCAKSIZ KALAN ÇOCUKLAR EDEB
YERLERİYLE OYNARLAR!
—Yalnız
küçük çocuklar tam mes'ud olabilirler
—Bütün çocuklar az çok şâirdir; Hakiki şâirler de
behemehal (muhakkak) hayatlarının bir tarafını çocuk bırakırlar.
—Ölüler mezarlarından kalksalar ne diyeceklerini
bilirim: Çocuklar, cennet ve cehennem yeryüzünde ve hayat içinde imiş!...
—Vesayet (vasilik) altında yasaya yasaya ferd gibi
cemiyet de biraz çocuk olur.
—Fikrimiz ne kadar azsa fikrimize irtibatımız o
kadar kavi (kuvvetli) olur: İşte evlâdımızla efkârımız arasında bir vech i
şebih daha!
HAKİKAT
—Terazi hakikaten adaletin timsalidir: Dili daima
ağır basan tarafa meyleder!
—Herkes başkasına hakikatte kendi lâyık olduğu
muameleyi reva (uygun) görür.
—Ne kadar
yalanları bir “varaka i sahiha” (resmi kâğıda) üstüne geçirmekle hakikate kalbettik
(çevirdik) sanırız.
—Avâm yalanla avutanı hakikat ile korkutana tercih
eder.
—Tesadüfün yükselttiği adamlar hakikaten yüksek
adamlardan daha yüksek görünürler.
—Bâzı adamların dimağı sağırdır: Hakikat onlara
haykırılmak ki anlasınlar.
—Bizim hakikat dediğimiz beşeri hakikatlerdir,
mutlak değil.
—Hakikati güneşe benzetirler; doğrudur: Gözlerimizi
yaralar korkusu ile çoğuna bakamayız.
—Hakikat her zaman mantığa tevafuk etmez
(uymaz).
—Hakikaten şayan ı hürmet (hürmete değer) o
adamlardır ki başkalarına su geçirmemek için muşamba gibi kendileri ıslanırlar.
—Hatânın kuvvetine hakikatin bâzusu ile, ecelin
pençesine hayatın yumruğu ile, zulmün taarruzuna isyanın silâhı ile, kinin
dişlerine affın tebessümü ile mukabele: İşte say i necib (temiz çalışma)
bunlara derler
— Sen: Filan zadesin, öteki fıstık zâde... nihayet
bilmiş ol ki yavrum “tabiatzâde”yiz. Hakikaten asil odur ki göğsünü gere gere:
“kendimzâdeyim” diyebilir
—Hakikat taşı bâzan bir sanem (put) kırar ve sanemi
(putu) kıymetten düşürmekle kendi kıymeti ar
tar
—Hakikat güneşini örten bulutların en kesifi
menfaattir
—Kara cümle kaidesi: Üç insan, beş bal kabağı, on
kuzu cem'edilemez (toplanamaz). Bunun için efradı (fertleri) hakikaten
mütteiıid (birleşik) bir cemiyet yoktur.
—Hakikaten dolmaz bir uçurum tanırım: Nisyan
(unutma)... eb'adını (ölçülerini) hiç değiştirmeksizin ne kadar adam yutmuştur
ve daha ne kadar yutacak!
—Ummadığımız ağızlardan çıkınca hakikat deli
saçması gibi görünür.
—Hoşa gidecek yalanı beyhude (boş yere) yaralayan
hakikate tercih etmeliyiz
—Ferdasız (geleceksiz) muvaffakiyetler hakikat
ilzamlarıdır (bozgunlarıdır)
—Aczini duymayan adam hakikaten kuvvetli değildir
—Sıcak iklimlerde öğrendiğim bir hakikat: Derece-i
haraket (sıcaklık derecesi) kırkı aşdı mı, bütün ahlâk nazariyatı (nazariyeleri)
altüst oluyor
— Hakikat bile ayak
takımına düşünce kıymetten düşer. (Tasavvufun günümüzdeki durumu)
— Hakikat
dediklerimizin çoğu, henüz tekzib edilmemiş (yalanlanmamış) yalanlardır
—Harb-i
umumî (I.Dünya Savaşı) felsefesi: ölüme koşan sekiz milyon Avrupalının ayak patırdısı
altında bütün eski hakikatler ezilmiştir
—Edebi hakikati her fert kendi istediği noktada
keşfedebilin Çünkü o hakikatin, nihayet, zevkden başka miyarı (ölçüsü) yoktur
—Yalanı söküp
atmadan hakikati dikmeye kalkışma: Tutmaz
—İnsan hakikaten
mahlûkâtın (yaratıkların) en şereflisi olurdu, eğer kalb genç kalsa ve dimağ
(beyin) yaşlı doğsa..
—Hakikati keşf için vâsıtamız havas ı hamse (beş
duygu), maniamız (engelimiz)... yine havas ı hamsedir (beş duygudur).
—Sâdık köpek vakıa (gerçi) dayağa tahammül eder
(dayanır), fakat sadakati dayakla değil okşamakla temin olunmuştur
(sağlanmıştır)
—Çok kere vâki olur (vukua gelir), her biri kendi
fikrinin hakikat (gerçek) olduğunu iddia eden iki kişiyi dinlerken siz de
üçüncü bir hakikat keşfedersiniz ve böylece hakikat taaddüt eder (çoğalır),
gider
—Salya gibi bâzı hakikatlar vardır ki ağızdan
çıkınca iğrenç olur; onları yutmak evlâdır (daha iyidir)
—İnsan hakikati hayal ile katık ederek yaşar:
Ayaklarımız yerde ise gözlerimiz semadadır.
—Hakikaten büyük adamlar onlardır ki haklarından
her kelime i takdir (övme kelimesi) bir haşv i kabih (kötü şişirme) tesiri icra
eder (yapar): Voltaire hakkında “zeki adamdır!” demek gibi.
—Darb ı
meseller (ata sözleri) ancak muvazaa-i umumiye (umumi danışıklılık) ile hakikat
kuvvetini alırlar.
—Hakikat
bile harc ı âlem (herkesin harcı) olunca kıymetten düşer Bence hal bütün hayatı kaplar ve istikbal
her ferd için kendi öldüğü gün başlar
Çoğumuz sanırız ki takdirde ne kadar müşkil pesend (güç beğenir)
davranıyorsak o nisbette ince zevkliyiz.
—Her muntazam cemiyet bir hakikate lâ e kal (en az)
on yalanı katık eder: Yalnız hakikat ile beslenmek isteyen cemiyet yaşayamaz;
fakat yalnız yalanla beslenen cemiyet de zehirlenir (İşimize yarayan yalan her hakikatten
üstündür.)
—Ammenin (halkın) zaikası (tadalma duygusu)
hakikatin (gerçeğin) tadından hoşlanmaz
—Arayan bulur, derler. Hakikat mevzu ı bahs (bahis
konusu) olunca bulamayacağımızı bilsek bile aramalıyız
—Tarihin hakikatları üstünde yetişmeyen hamiyet
(onur) bir şüpheli mantardır, gıda olabildiği gibi zehir de olabilir
— Başkasını yola
getireyim derken yoldan çıkanlar çok görülür. Bir şöhrete leke süren yalanlar pek çok
ağızda dolaşınca hakikat kuvvetini alır . Usanç vermeyen hal yoktur: Şan ve
şerefe varıncaya kadar!
— Bâzı hakikatler daha bariz (açık) surette
karanlıkda görülür: Gece gezen bekçiler öyle şeyler öğrenirler ki.
“Kusurlarını gördüğüm için muhabbetim
kalmadı” deme; “muhabbetim kalmadığı için kusurlarını görüyorum!” de
—Hakikat en büyük
başlar için tâc ı şeref (şeref tacı) bile fazla bir yüktür.
— Memalik i harrede (sıcak memleketlerde)
öğrendiğim bir hakikat: Derece—i hararet (sıcaklık derecesi) kırkı geçdi mi,
bütün ahlâk nazariyatı değişiyor.
—Hakikat güneşini
örten bulutların en kesifi (koyusu) menfaattir.
—Hakikati görmek için her şeyden evvel lâzım olan
hür nazardır
—Zamanımızda
hakikaten ehl i kalem (kalem sahibi) olmak isteyen her yazacağı satıra mukabil
(karşlık) bir kitap okumalıdır
—”Ahmak!” hitabı hemen daima: “Benim gibi
düşünmüyorsun!” demektir
—Hayat bize
haykırıyor: “Ben terleyen kulların, çırpınan kanatların yahut hakikat (gerçek)
uğrunda didinen kafaların yardımcısıyım!”
—Edebiyatta hakikat
bir ân için hakikattir; bir ân sonra yalan, hatâ veya galat (yanlış) olabilir
—Hakikaten hür adam
odur ki başkasında kendi hürriyetinden daha geniş gördüğü hürriyeti
alkışlayabilir
—Kalb için şiir her irtifada (yükseklikte)
hakikattir (gerçektir) ve hakikat gözden kaybolacak kadar yükselmeli ki şiir
olsun
—Hakikaten temiz vicdanlar daima müsamahaya
(hoşgörüye) maildir
—Garabet (gariplik) dediğimiz çok kere yeni
hakikatlerdir
—Ummadığımız ağızdan çıkanca en parlak hakikat deli
saçması görünür
—Ferdasız (yarınsız) muvaffakiyetler (başarılar)
hakikatte gizli mağlûbiyetlerdir
—Kokmuş yumurtayı ezen kokusuna dayanmalı
—Kendisinden çok
bahseden mütevâzi (alçak gönüllü) hakikatte korkak bir mağrurdur (kendini
beğenmiştir)
—BEŞERİYET
(İNSANLIK) YALANA O KADAR ALIŞTI Kİ KABUL ETTİRMEK İSTEDİĞİNİZ HAKİKATİ
BİRAZ YALANLA SALÇALAMALISINIZ
—Her medeni cemiyet bir hakikata en aşağı on yalanı
katık eder: Yalnız hakikatla beslenmek isteyen cemiyet yaşayamaz; fakat yalnız
yalanla beslenen cemiyet de zehirlenir
—BİR DEVRİN
FİKİRLERİ İLE ANCAK O DEVİR İÇİNDE YAŞANIR: BUGÜNKÜ NAZARİYELERLE YÜZ SENE
EVVEL YAŞAYAMAZDIK, BİR ASIR SONRA DA YAŞAYAMAZSIN
—Hakikaten büyük adamlar onlardır ki haklarında her
takdir kelimesi soğuk bir haşiv (mânâsız ve fazla lâkırdı) tesiri yapar: Meselâ
Gazi hakkında “zeki zattır!” demek gibi
—Mantık fikre ait hususâtta pek az kıymetlidir;
Hayat meselelerinde on para etmez.
DOĞRU
—Her cahil yanlış düşünür ve her âlim doğru
düşünmez. Doğru düşünebilmek için dürüst yaradılmış ve ilim ile tefriş edilmiş
(döşenmiş) bir dimağ (beyin) lâzımdır
—Dost başa, düşman ayağa bakar, derler; doğru
değil... kimin serpuşu (başlığı) yeni ise başa, kimin
ayakkabısı yeni ise ayağa bakar!
—”Hazır ol
eğer ister isen sulh u selah!” hayır, doğru değil. İnsan ne isterse ona
hazırlanır: “Hazır ol sulha eğer ister isen sulh u selah!” .... harbi Almanya
gibi cenge hazırlanan devletler açar ve İran gibi cenge hazırlanmamış devletler
harbden kaçar.
— Hal ve istikbal ancak mazinin (geçmişin) kaarına
(derinliğine) çekilip de oradan bakınca doğru görülür
—Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür.
—Doğru söz her ağıza yaraşmaz; bâzılarının
dudaklarında salyaya bulanmış gibi olur.
—Halkı kışkırtan doğru fikirler değil, ateşli
fikirlerdir. Dürüst (sert) düşünen ve mülayim söyleyenlerden hiçbir hükümet
kuşkulanmasın.
—Salim
(doğru) düşünen her dimağ (beyin) azçok reybiliğe (şüpheciliğe) mahkûmdur. Hiç
şüpheye
düşmeksizin ancak
mecnunlar düşünebilirler
—Bâzı güzel ve doğru fikirleri öyle fena müdafaa
ederler ki o fikirlerin doğruluğunu ve güzelliğini inkâr edeceğiniz gelir.
—Güzel fikir doğru olmasa bile hoşa gider
—Hatt ı müstakim (doğru çizgi) en kestirme yoldur
ama hayatta hemen daima sefalete çıkar
— İdbarımıza (düşkünlüğümüze) yerinenler ikbalimize
(işimizin doğru gitmesine) sevinenlerden çoktur; mamafih taziyet (başsağlığı)
mektubundan ziyade tebrikname alırız
—Dünyanın her yerinde devlet sefinesi (gemisi) onu
idare edenlere pusulası düzgün, fakat teknesi çürük gelir ve bilakis (aksine)
muhaliflere teknesi sağlam, fakat pusulası bozuk görünür: Doğruyu ancak vekayi
(olaylar) söyler.
—”Elhasud la yesud” demişler, doğrudur, zira
hased (kıskançlık) kendisinde kuvvet tevehhüm
(vehiu) eden acizden doğar
—Her vicdan için ancak içinde istirahat bulduğu
(dinlendiği) fikirler doğrudur
—”Sakalım olsa sözüm dinlenir!” deriz. “Kılıcım
olsa sözüm dinlenir!” desek daha doğru olurdu
—İnsan ektiğim biçer, derler. Her yerde ve her
zaman doğru değil. Kıtlık ve fakirlik ekip servet biçenler görülmüştür
—Saadete bir rüya diyorlar: Belki doğrudur ama o
rüyayı ancak uyanıklar görür
—İnsan korktuğuna uğrar deriz. Bu söz bilhassa
potçular için doğrudur.
YALAN
—İşimize yarayan yalan her hakikatten üstündür
—Fikir bazan mantığın dilemediğini söyler; fakat
kalb mantığa daima kendi istediğini söyletir
—Âharın (başkasının) hürriyetine taarruz için belli
başlı behanelerimiz: Hamiyyet din, ahlâk... Bunlardan herbiri nâmına düzülmüş
bir sürü yalanlarımız vardır.
—Bazı adamlar aharın (başkasının) hürriyetine mâni
olmadıkça kendisini tamamıyla hür hissetmez.
—Vicdan yalan söylemez ama sık sık yanılır ve
yanıltır.
—Bir cemiyetin hayatına hizmet eden her tedbir
makbuldür, bir yalan, bir seyyi'e, (kötülüğe) hattâ bir cinayet olsa bile.
—Ömründe hiç yalan söylememiş adama yalan söylemeğe
hiç kimse cesaret edemez, herkesin yalana cür'eti öyle adam bulunmadığı
içindir.
—”Yalan”in bile
kıymeti nisbidir; lehimize olursa: “medih ve sena (övme) deriz, aksi takdirde
adı: “zem (yerme) ve iftira” olur.
—Yalancının
en gülünç müdafaası: “Doğrusunu söylesem inanmayacaktıınız!”
—Sözüne inanmayanlara yalancı kızar; inananlara
acır, fakat içinden sevinerek
—En iğrenç
yalan gözyaşı şekline girendir
—Doğru sözünü yalan şüphesi altında tutmanız
yalancının pek hoşuna gider: Bu haksız ithamınızla bütün haklı ithamlarınızı
(suçlamalarınızı) çürütmüş gibi olacağınız için!
—Yalan kadar hiç bir hayvan velud (çok doğurucu)
Bir yalan en aşağı on yalan doğurur
—Kendi kibrimize dokunmadığı müddetçe başkalarının
kibrinden şikâyet etmeyiz
—Kendi kibrimize dokunmasa başkalarının kibrinden
şikâyet eder miyiz?
—Revaç bulan (aranan şey) çoğalır: Yalan, doğru,
iyilik, fenalık iiâhire (ve diğerleri).
—İnsan için yalan o kadar tabiidir ki eğer
“yalancı” sözü icat edilmiş olmasa kimse yalancının farkına varmazdı
—Yalanların en müstekreki (iğrenci) ahlâk' namına
edilenlerdir
—İnsan fitreten (yaratılıştan) bir yalancı
şahittir: Her gördüğünü az çok tahrif ile (bozarak ve değiştirerek) anlatır.
Bunun güzel bir delili: Bütün “tarihi sözler” yalandır
—İnsanların sıdkına (doğruluğuna) güzel bir delil:
Bütün “tarihi sözler”uydurmadır.
—Ağzı yalan söyleyenden ziyade gözü yalan
söyleyenden korkarım
—Yalanda muğfil (iğfal edici) bir fetanet
(uyanıklık) manzarası vardır: Onun için zeki görünmek isteyen, akılsızları çok
cezbeder
—Yalanın hizmet i bediiyesi (estetik hizmeti):
Maceralar hikâye edildikçe güzelleşir
—İfratsız (aşırılıksız) gençlik yarım yahut yalancı
gençliktir
—Hâtıralarımız
günden güne samimi yalanlarımızın inzimamı (eklenmesi) ile gerginlenen bir
sermayedir
—Sözüne
inanmayanlara yalancı kızar; inananlara ise acır, fakat içinden sevinerek
—İstersen yalandan
yerindir; fakat yalandan sevindirme: Çünkü bu çok acıdır
—En iğrenç yalan gözyaşı şekline girendir
— Pek açık yalan
neticesi itibariyle (bakımından) doğrudan farksızdır
—Açık istibdad (keyfi yönetim) yalancı
hürriyetten her itibarla (bakımdan) ehvendir (daha az kötüdür)
—Diyorlar ki: “En tehlikeli yalancı kendini
aldatandır!” bilmem kendisini aldatmayan yalancı ve
doğrucu kimse var mıdır?
—Caniler cemiyetinde şüphe yok ki cinayete ceza
terettüb etmez (gerekmez) ve eminim ki yalan memleketinde yalan kelimesi mevcut
değildir
—Ağzımızı dikkatle yoklayalım: Orada her siyâsi
hamakatın (ahmaklığın) yedi asırdan beri birikmiş acılığını buluruz
PARA
—Para akıllıların dostu akılsızların düşmanıdır.
—Kumarbaz odur ki kumarı paradan çok sever
—Bâzı zenginler vardır ki onlar servetlerine değil,
servetleri onlara maliktir ve daima paraya avuç açmış gibi görünürler
—Nasihat kalp paraya benzer: Kimse kabul etmez
—Sonsuza kadar tahtında kalacak yalnız bir hükümdar
tanırım: Para... kim olursak olalım ona biat mecburiyetindeyiz.
—Parasızlık hiç yalan söylemeyen kara habercidir.
—Çok arzusu
olup hiçbir parası olmamaktan çok parası olup hiç arzusu olmamak daha elimdir
(acıklıdır).
—Parasız kalmamak istiyorsan ihsandan (bağıştan)
değil ikrazdan (borçtan) çekin.
—”Kesemediğin eli öp!” demişler; hayır, para doldur
—Alelekser (ekseriya) fakirin zilleti (alçalması)
ondan ileri gelir ki züğürtlüğünü kendisi bile istihkar eder (hakir görür):
Paranın kuvvetine bakınız!
—Tembelin
iki meşhur bahanesi: “Param yok!” “vaktim yok!”
—Çok para ile elde ettiğin her şeyi kıymettar
sanma: Pahalı başka, kıymetli başkadır.
—Zarafet paraya benzer: Gümüşü, altını, kâğıdı,
siliği, kalpı ve hattâ..... çalınmışı vardır
—Para ile muhabbet olmaz: Amenna... Fakat parasız
muhabbet de sürmez
—Vahşet âleminde (dünyasında) zor ne ise medeniyet
âleminde para odur
—Vakit nakittir, çalışanlar için., çalışmayanlar
için bilâkis masraftır
— Hasetçi (kıskanç) paradan ziyade zekânın
düşmanıdır: çünkü buna hiçbir zaman mâlik olamayacağını bilir
— Bir mütefekkire (düşünüre) sordum:
Efkâr ı umumiye (kamuoyu) nedir?
Birkaç milyon başlı bir ucube (korkunç yaratık) ki
elime geçse yirmi paraya seyrettirirdim
—Çamurlu yolda yürümek temiz yokuşa tırmanmaktan
güçtür: Sefillere acıyalım!
—Köylü elinden para zor çıkar, çünkü eline zor
girmiştir
—Anha minha (şu veya bu) en ucuz para çalışarak
kazanılandır
—Devamlı parasızlık ergeç bir musibet (felâket)
celbeder (getirtir), ister fertte ister cemiyette olsun
—Kaplanla aramızdaki fark: Onun pençesi ile aldığı
kuzu etini biz paramızla alırız!
—Sıhhatin var, aklın var, paran var, malumatın
(bilgilerin) var, mansıbın (makamın) var: Ey, insaf et, düşmanın olmasın mı?
—”Millet bitti! memleket mahvoldu!” diye
haykıranlarımızı muayene ediniz: ya yüreklerinde memuriyet hasreti vardır, ya
ceplerinde para yoktur!
— Para sebebiyle endişe dilencilerden ziyade
bankerlerdedir
—Müsrif ile hasis arasındaki fark: Paranın
kıymetini biri bilmez öteki yanlış bilir!
—Adaletin
bulunmadığı yerde para en güzel silahtır
—Parasız şan
ve şeref cemiyet i muhitanın en zalim istihzâsıdır
ALTIN
—Altın törpü ile eğelenemeyecek pençe yoktur.
—Hamal ancak yüz altında güzel yürür
—Altından kendini gözet: Zehri hiçbir zaman teneke
kupa içinde sunmazlar
—DAİMA ARA: BUGÜN ALTIN ARARKEN BAKIR BULURSUN,
YARIN BAKIR ARARKEN ALTIN
—Altınla kazanılan muhabbetler az zamanda demir
zincir sıkleti (ağırlığı) alır
— “Terakki—i iktisadi (ekonomik ilerleme) yoktur”
demeyiniz: Altın yerine Alman kâğıdı kaim oldu (geçti)
—ALTIN KURBANLARI
KURŞUN KURBANLARINDAN AZ DEĞİLDİR
—Altın dolu avuç daima az çok kuvvetli bir
yumruktur
EŞEK
—Gaflet i beşeriyenin (insanlığın gafletinin)
hududu yoktur: Tepmesini yediğimiz eşek bile olsa bize zeki görünür
— Mahalsiz yaygara bir anırmadır, az çok eşekliği
ifade eder
—Siz meleklere hitab ederken bakarsınız bazen
eşekler üstüne alınır
—Karga ne kadar adını değiştirse sesinden tanınır. Talih bile deve gibidir; Önüne bir eşek
düşmedikçe istediğiniz tarafa yürümez.
—İnad iradenin eşekliğidir.
MUHTELİF KONULAR
—Boş mide haykırır, derler. Biz de ilâve edelim:
Dolu ağızların sesi çıkmaz
—Derin sefalet gibi büyük zenginlik de güzel
hislerin inkişâfına (gelişmesine) mânidir
—Ruhu kör odur ki önündeki tarihi geçmiş tarih gibi
vazıh (açık) göremez
—İstibdadın muhasebesini hep “tarh” (eksiltme) ile
rüyet etmeliyiz (görmeliyiz). Tâ ki sıfıra müncer olsun (sıfırla son bulsun)
—Selâmeti ancak vukuatın (olayların) mantığında
buluruz
—Dehâetin (dâhiliğin) ne memleketi, ne asrı olur;
her yer onun, her zaman onundur.
—En sevimsiz
faaliyet başkasının pislediğini temizlemektir.
—Dünya çok çabuk döndüğü için rengi belirsizdir.
—Ne dediği anlaşılmayan ses sükûtun (susmanın)
yaramazıdır.
—Can sıkıntısı ruha nisbetle cismin tavlaşmasından
ileri gelir.
—Halimize uymayan bizi oyalayamaz.
—Dimağın (kafan) dolu ise çok yazacak bulursun;
Kalbin dolu ise dimağın boşalmış gibi olur.
—Avam mahkemesi daima gıyaben mahkûm eder.
—Kanunların büyük vazifesi zaif ile kuvvet arasında
muvazene âleti olmakdır.
—Siyâsi makalelerin çoğu bir tarafı pişmiş omletler
gibi ancak altüst ettikten sonra yutulabilir!
—İyilik kuvvetin eserlerinden biridir; hiçbir zayıf
müstemirren (devamlı olarak) iyi olamaz.
—Halinden şikâyet zımmen mağlûbiyeti itiraftır;
onun için muhatabımız nazarındaki kıymetimizden bir kısmını kaybettirir.
—Fenalığımızı kendimiz suiistimal ederiz;
iyiliğimizi başkaları suiistimal ederler.
—Hayatta muvaffak olmak için göze çarpan maskaralık
kendini gösteremeyen ehliyetten şüphesiz daha kıymetlidir.
—Adaleti tabiiye (tabii adalet) daima kuvvetin
taraftarı ve hamisidir (koruyucusudur). Bismarck gibi!
—Yüzümüzde bugünkü tebessüm (gülümseme) yarınki
buruşuğu hazırlar.
—Nazm ile şiir görüyorum ki, çok kişinin ağzında
hâlâ çifte badem gibi aynı kabukdan çıkmış zan olunuyor.
—Gözlerini anahtar deliğinden ayırmayan
hizmetçilerdir ki efendilerini en iyi tanırlar!
—San'atta yaşayacak bid'atler (sonradan çıkma
âdetler) ancak an'aneye tamamen vâkıf olanlardan sâdır olabilir
(çıkabilir).
—Üzümün tatlısı bağ bozumuna kalır.
—Bolca maaşlı bir memuriyet şekline girmedikçe
büyüklerin teveccühüne aklım ermez.
—İlim yalnız zekâyı değil hamakati (ahmaklığı) de
artırır.
—Herkesi tanımak dâvası kendini bilmeyenlerden
sadır olur (gelir).
—Takdir gibi tahkir de mahalline sarfedilmeli ki
(yerinde kullanılmalı ki) kıymeti olsun.
—Metin dediklerimiz alelekser hissizlerdir.
—XIV. Louis: “Devlet benim!” dermiş. Diyebilsek
hangimiz demezdik?
—Murdar ilik bazı adamlarda beyin yerini
tutar.
—Tatlı hâtıra mesut hayatın faizidir.
—Kanunı tâviz (tâvizin kanunu): Aklı çok olanın
lezzeti de çok olur elemi de.
—Yeryüzünden fenalık kalkamaz: Çünkü enbiya
(peygamberler) ölüdür, evliya ölü, ancak şeytandır ki herkesten arta
kalır!
—Tevâzuun güzelliği sâdır olduğu (çıktığı) noktanın
irtifaı ile mütenasiptir (yüksekliği ile orantılıdır).
—Yeni fikirler uzun ömürlü olmak için çok yaşamış
vak'alara istinad etmelidirler (dayanmalıdırlar).
—İçinde yaşadığı zamanı beğenmemek aczin en şayi
(yaygın) şeklidir.
—Yüksek fikirlere hizmetkâr olmayan, hakkı ile âmir
olamaz.
—Zayıflar nazarında kuvvetin her tecellisi
(görünüşü) bir fazilettir: İster yapsın, ister yıksın. Zayıfın takdiri ile
karşılanır.
—Hayat hiç
şüphe yok ki bir komedyadır: Fakat içinde çoğumuz ağlarız.
—En acıdığım dimağlar onlardır ki Tevrat ile tabiat
arasında ezilir kalır.
—Bir zerre ümidiniz var mı, bir çeki elem
yüklenebilirsiniz: Muvazene-i hayat (hayatın dengesi) böyledir.
—Herkes kendisini beşeriyyet için elzem (çok
lüzumlu) hisseder; halbuki beşeriyyetin hiç birimize ihtiyacı yoktur.
—Vakit geçirmek için bana “briç plafon” yahut
“majon” teklif ediyorsunuz. Bense vaktin geçtiğinden müştekiyim (şikâyetçiyim)
ve aradığım, vakti geçirecek değil, geçmekten men edebilecek (geçmeyi
önleyebilecek) bir vasıtadır.
—Ancak cücelerdir ki küçüldüklerini
hissetmezler.
—Hakiki şükran dudaklardan çıkmadan evvel gözlerde
okunur.
—Birbirini tanıyanlar ve anlayanlar arasında sükût
sözden daha çok derinlere ve daha çok uzaklara gider.
—Köyler şehirlerden az akıllı değildir; fakat
köylerde akıl paslanır.
—Bir şâirin hafızası tarihleşti mi, anlayınız ki
ihtiyarladı.
—İyi giyin ama dikkat et ki kostümün sana faik
olmasın (senden üstün olmasın).
—”Tarihi yazan biziz, yapan siz!” evet, ama itiraf
buyurunuz ki yapabilecek olsanız yazmayı istihkar ederdiniz (küçük
görürdünüz).
—Bir mükemmel iftar sofrasında ramazanı beğenmeyen
kimseyi görmedim.
—Fikren emir olamazsan esir olursun: İkisi ortası
yoktur.
—Çenesi düşmedikçe
ihtiyarlar az söylerler: Hayat onlara sözün faydasızlığını öğretmiştir.
—Hürriyeti bihakkın (hakkıyla, gereği gibi)
anlamayan ergeç suiistimal eder (kötüye kullanır).
—Bayram, kıyafetlerin riya (iki yüzlülük)
devridir.
—Yeisi hakiki (hakiki üzüntü) ağlamaz, acı acı
sırıtır.
—Fırtına
gecelerinde nakış işlenmez.
—Hal ve mevki ne kadar vahim (kötü) olsa ahali
nikbin (iyimser) idarenin taraftarıdır.
—Sürüden ayrılanı sürü sevmez.
—Avam nazarında yükselmek ister misin, evvel
beevvel (her şeyden önce) kendi nazarında küçülmeğe razı olmalısın.
—Biraz
araştırırsanız elmas da kömürdür.
—Akarsu ne güzel hayat dersidir: Küçük manilerin
üzerinde köpürür; büyüklerin yanından sessizce geçiverir.
—Ruhumuzda mahbus kalan yaşların zehrine nisbetle
gözümüzden akanların acılığı hiçtir.
—Her terakki hatvesi (ilerleme adımı) milyonlarca
adam ezer: Kanun ı tarih (tarih kanunu) budur.
—İstibdad her tenbel milletin kürek cezasıdır.
(Çizilmiştir.)
—Politikanın en bariz (görünür) hedefi maliye
lokantasında bol ziyafettir.
—Çok sakladığımız yemek bizden ekşimek suretiyle
intikam alır.
—Her yük omuzdan indirilebilir, senelerin
yüklettiği yaş yükü müstesna!
—”Atarlar sengi (taşı) elbette dırahtı meyvedar
üzere” (meyveli ağaca)... Fakat dırahtı meyve darın (meyvali ağacın) hiç
umurunda değildir; düşen mazakları yiyecekler düşünsün!
—Mütevazi (alçak gönüllü) dediklerimizin çoğu
gururlarını izhardan (göstermekten) korkanlardır.
—Gençlerin hücumuna maruz kaldıkça (uğradıkça)
kendi kendime diyorum: İnsan “yalnız uzun yaşamayı değil, sabırsızların
vârislerini de düşünmeli imiş!”
—Tarihi olmayan milletler mes'uttur, diyorlar. Ben
bu sözün mabe'üttatbikini (tatbik yerini) bulamadım. Kanaatime göre sözün
doğrusu şudur ki tarihi olmayan milletler mes'ut değil, mevte (ölüme)
mahkûmdurlar.
—Yeryüzünde yaşamak arzın (dünyanın) ağırlığından
az çok bir hisse yüklenmektir.
—Mutaassıb (taassubu olan) muhafazakârlar nazarında
(gözünde) her tahavvül (değişme) bir inhitat (çöküntü) eseridir. .
—Avam en az anladığına en ziyade kuvvetle
inanır.
—Bolşevizm: Kendi kendisini yiyen bir mahlûk!
—Kazlar arasında kartal ve kartallar arasında kaz
mütesâviyen (ayni ölçüde) sıkılır.
—Fakirin zekâtı sabr ile sâ'ydrr (çalışmadır).
—Kafalar boş durdukça kalınlaşır.
—Temizlik sefalete gizli bir acılık ilâve ediyor.
—Bir güzel fikir bin dimağa uğrayabilir. Fakat en
matbu (yazılmış, basılmış) şekli hangisinden aldıysa onun malı olur.
—Gariptir, yükü çeken manda ses çıkarmaz da kağnı
inler.
—Ahmak hiç kimsenin beğenmediği hamakatini
(ahmaklığını) kusursuz güzel bulur.
—Soysuzların garazı ehliyetin en bariz (görünür)
delilidir.
—O zât hakiki bir idare adamıdır ki sırasında:
“pekiyi” ve sırasında: “olmaz!” demeyi bilir. Ve hiç bir zaman rücü etmez (geri
dönmez).
—Hakiki fenalar iyiliği ham aka te (aptallığa)
atfederler (bağlarlar).
—Düşman edinmek dost kazanmaktan kolay değildir:
Beriki himmete mütevakkıfsa (bağlı) öteki de kudrete tevakkuf eder (bağlı
olur).
—Herkes satılık olamaz ama herşey satın alınabilir,
fîatını iyi takdir etmek şartıyla.
— Gençliğe çok kusur bağışlanabilir, çünkü nefsini
(kendini) tashihe (düzeltmeğe) vakti vardır —Edebiyat sarayında dikkat ettim,
en çok sesi çıkanlar darüssüade ağaları (kızlar ağaları).
—Çalışmak öyle emin bir bastondur ki her düşen ona
dayanarak kalkabilir. “Düşenin dostu olmaz hele bir yol düş de gör!” diyen
sây'i (çalışmayı) hatırlamamış olsa gerek.
—Her memlekette öyledir: Darülfünunlar
(üniversiteler) kıyamete yakın düzelir.
—Uykuda gördüğümüz rüyalar uyanık gördüklerimizin
her itibar (bakımdan) ile binde biri nisbetindedir.
— 1324 (1908)'den beri an'ane (gelenek) ile inkilâb
arasında bocalıyoruz.
—Kendilerini günahkâr zan eden masumlar masum zan
eden günahkârlardan az değildir.
—Emin olma, fakat emniyetli görün: Bu bir fermanı
içtimaidir (sosyal kaidedir).
—Bir adamın efkârını (fikirlerini) sözleri değil
hayatı gösterir.
—Harbı umumi (I.Cihan Savaşı) ile sulhı umumi
(genel barış) arasında ben bilhassa şunu anladım ki hayatımı fedâ etmek
kazanmaktan kolaymış.
—”Kıyamet ne vakit kopacak” sualine bir müsâmerede
şu cevabı verdiler: “Cenabı hak (Allah) kâinatı yarattığına nadim (pişman)
olduğu anda!” (Allah Teâlâ pişman olmayacağına göre kıyamet için başka bir
sebep aramak gerekir)
—Muhitine (çevresine) karşı kin beşleyen adam
etrafına ateş dizilmiş akrebe benzer: Ergeç kendi zehri kendisini
öldürecektir.
—Miskin kanunlar onlardır ki hükümetin korku
hissinden doğar.
—Teb'asının tepesine her hükümet kılıç asar: İyi
hükümetler onlardır ki astıkları kılıcı hissettirmezler.
—Dimdik ve dosdoğru yürü! hiç olmazsa boyundan kısa
görünmezsin.
—Bütün teb'asını zindana tıkmak yahut sabah olmadan
güneşe kavuşturmak iddiası, ikisi de akimdir (sonuç vermez).
—Nur aydınlattığı muhite (çevreye) ve ateş ısıttığı
daireye nisbetle kıymet alır.
—Fevkalâde (olağanüstü) ruhlarda fazilet gibi kusur
da müstesna bir azamet alır.
—Milletler de efrad (fertler) gibi düşekalka
büyürler. Her sukut (düşüş) bir inhitat (çökme) eseri değildir. Bir kavim için
hakiki inhitat (çöküş) eseri odur ki içerisinde inkişafa (gelişmeğe) müstait
(elverişli) ruhları neşvünümadan (gelişmeden) meneder.
—Eski zamanın sağlam müslümanları: “Başımız şeriata
bağlı!” derlermiş. Fikrimce sağlam kanunlar da: “Başımız tekâmüle (gelişmeğe)
bağlı!” diyenlerdir.
—Hürriyet, hürriyetin ne olduğunu bilmeyenin hakkı
değildir.
—Hüküm, hükümdarın da olsa hak teb'anındır, çünkü
hükümdar her hakkım teb'anın kuvvetinden alır.
—Her millet karnında istikbal namıyla bir yavru
taşır, o yavruyu düşürmek içtimai (sosyal) cinayetlerin en büyüğüdür.
—İğtişaş (karışıklık) ile beslenen elbette asayişin
avdetini (geri gelmesini) istemez.
—Suiistimale müsait (kötüye kullanmağa elverişli)
olmayan kanun yoktur, eğer tatbik edeceklerde suiistimal (kötüye kullanma)
iştihası varsa kanun değişmekle suiistimalin ancak şekli değişir.
—Varlığını hissettirmeyen istibdadın başım üstünde
yeri var: Enseme dokunmayan boyunduruk bende yok demektir.
—Her fert kendi işine gelmeyen idareye istibdad
(keyfi yönetim) isnad eder.
—Taht yıkmak taht kurmaktan güçtür.
—En ağır angarya: Faydasızhğından emin olduğu işi
vazife namına (adına) ifa etmek (yapmak).
—Garazların en murdarı (pisi) faikiyete (üstünlüğe)
garazdır.
—Kanunlar bile lüzumundan ziyade çoğalınca
müptezelleşir (orta malı olur)! lüzumsuz kanunlardır ki kanunu istihkar
doğurur.
—Davaları hiffetle (hafiflikle) telâkki eden hâkim,
davacılara mahkemelerle oynamak, hakkını tanımış olur.
—Teşkilât şirazesine (düzenine) girince iğtişaş
(kargaşalık) bile intizam kuvveti alır.
—İyi adam dediğimiz kendimize en çok
benzeyendir.
—Ahlâki fikirler o kadar nisbidir ki o sahada hattâ
bedihiyat (açık olan şeyler) ile çok kere taâruz eder (zıtlaşır).
—Tekâmüle (gelişmeye) riâyet her hususta lâzımdır:
Nur bile karşınıza birdenbire çıkarsa karanlıkta gördüklerinizi de göremez
olursunuz.
—Başkalarına sert davranmak hakkını ancak nefsi
hakkında merhametsiz davrananlar kazanır.
—Politika yarasa tabiatlidir: Çok aydınlıktan
hoşlanmaz.
—Muhakeme mesafiyinden (masraflarından) canı yanmış
bir zât derdi ki: “Dâva açmak istikrazı dâhilinin (iç borçlanmanın) zıddına
olarak altın verip kâğıt almaktır!”
—Yoksulluk rüzgârı her tozdan evvel fazileti
süpürür.
—lnsan kolaylıkla ancak kendisini çok sevenlerle
kendisinden çok korkanları ikna edebilir: Bir tebessüm ve bir çatık
kaş,sırasında kuvvetli bir delildir.
—Etrafımdakiler haşhaş tohumu çiğner gibi lâkırdı
ederler ise elbette uyurum.
—”Bugünkü fikirler”in kıymetini ancak “yarın”
gösterir.
—Tarih bir tekerrürdür ama her devrinde haylice
değişerek.
—Genç görünmek arzusu bilhassa ölüm endişesinden
kaçınmak için beslenir: Sanırız ki genç göründüğümüz nisbette ecelden uzağız!
—Öylelerini gördüm ki ölümden ziyade mezardan
korkuyorlar: Gömülmek olmasa ölmeğe hemen hemen razı olacaklar.
Böyleleri.hayatı hayatın hülyası ile kanaat edecek kadar sevenlerdir!
—Nezaket ister iskarpin giysin, ister çarık,
bastığı yeri çamurlamaz.
—Nereye çıkacağını bilemediğin yolun basiret
iktizası ortasında durmakdır.
—Herkese aynı faziletleri tavsiye abestir (boştur)
hal ve mevkie göre teklif edilecek mekârimi ahlâk (ahlâki faziletler)
vardır.
—Söz ne kadar hararetli olsa ancak çabuk tutuşan ve
derhal sönen bir saman ateşi ika edebilir (yapabilir): kalbden kalbe sıçrayan
kıvılcımlardır ki içtimai yangınlara sebeb olur.
—Akıllılar meclisinde boş sözün en bariz (göze
çarpan) eseri meclise sükût getirmedir.
Çok kere
muhatabımızı dinlerken neyi izhar (gösterme) değil, neyi izmar (örtbas) etmek
istediğini düşünürüz.
—Her şeye gülmek delilik; hiçbir şeye gülmemek de
akılsızlıktır.
—Sırasında gülmek asla ciddiyete mâni değildir:
Doğru yaşa, serbest gül ve hiç korkma ki vakarına halel gelir.
—Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben
fikirlerimin mâlikiyim memlüku (kölesi) değil. Fikirlerime karşı hiçbir
taahhüdüm yoktur: İster tebdil ederim (değiştirir), ister muhafaza (saklarım).
—O mevkii içtimai (sosyal mevki) en yüksektir ki
sen kendini o mevkide en yüksek görürsün.
—O makam göz dikmeğe değer ki civarında hiçbir
ahmak, hiçbir câhil ve hiçbir kalleş yaşayanlasın.
—Gördüğü iş den şan ve şeref bekleyenler muhitin
(çevrenin) hizmetkârlığından kurtulamamış demektir.
—Düşenlerin
muhit (çevre) tabii düşmanıdır: Herkese ancak devri ikbalinde (iş başında) görün!
—Neleri bilmediğini bilen çoktur; güçlük neleri
hiçbir zaman bilemeyeceğini bilmektir.
—Avamın (halkın) her kusurundan havas (seçkinler)
mes'uldur!
— Süs merakı mübalâgalanınca kalbi ve dimağı bile
düzgünler.
—Düşmanlar hayat salçasının tuzu biberidir.
—İneği istihkar edenler (hakir görenler) alelekser
(ekseriyetle) pastırmayı çok sevenlerdir.
—Elinden geleni yapmadığın müddetçe umduğu nu
bulamadığından şikâyette haksızsın.
—Ehliyetleri ile yüksek makam kazananlara gıpta
ederim: Kazandıkları makamdan dolayı değil, kazandıkları ehliyetlerinden
dolayı!
—Dünyanın her yerinde mahkemeler kadar haksızlığın
soğukkanla telâkki edildiği yer yoktur!
—Eski adliye nezâreti (adalet bakanlığı) bana
karşısındaki hapishane-i umuminin (umumi hapishanenin) intizar (bekleme) salonu
gibi gelir.
—Bana öyle gelir ki kadı (hâkim) karşısına çıkan
benliğim mülga (kaldırılan) mecellenin (yasa dergisinin) bir küçük maddesine
sığacak kadar küçülür!
—Kundura merakını berimi tâd (âdet üzere) ayağı
biçimsizlerde görürsünüz.
—Bayrak vatanın serpuşudur (şapkasıdır).
—Her fırsatta kendi meziyetlerini inkâr etmek bir
tevazu (alçak gönüllülük) eseri değil, menfi şekilde gururun tecellisidir
(belirmesidir): Hakiki mahviyet (alçak gönüllülük) sükût eder (susar).
—En acınacak mahlûk (yaratık) kaplumbağalarla
beraber yürümeğe mecbur olan küheylândır.
—Yaşlılarda merhamet hissi azdır: Beyin yumuşadıkça
kalb katılaşır.
—Can sıkıntısı duymayanlar eğlenmeğe de müstaid
(kabiliyetli) değillerdir.
—Coğrafyayı siyâsi (siyâsi coğrafya) milletlerin
defteri hakanisidir (defterhanesidir)
—Mâzi (geçmiş) ile hal arasında az çok bir muvâzene
(denge) gözetmek lâzımdır. Bu muvâzeneyi ihlâl eden (bozan) inkılâbın adı
ihtilâldir.
—Hülya ile yola çıkan menzile elleri boş
girer.
—Kalbin şerefi helecanındadır: Müheyyiç (heyecan
verici) sebepler karşısında çarpıntısı artmayan yürek ölü sayılır.
—Talleyrand'ın dediği gibi çok kere mevhum
(kuruntuya dayanan) bir hâdiseye vardır diye vücut veririz.
—Çok bilen gibi hiç bilmeyen de affa maildir
(yatkındır): Yarım bilgilerden korkarım.
—Hakiki bir san'at âşığı hiçbir zaman siyâsi bir
hırs besleyemez; onun hayalleri her ihtirasına gıdayı kâfidir (yeterli
gıdadır).
—Cehil (bilgisizlik) daima nur ile alevi tağlit
eder (karıştırır) ve çok kere kendisini aydınlatan gibi yakanı da güneş
sanır.
—Ehlivetin kuvvetli bacakları vardır, emin
hatvelerle (adımlarla) yürür fakat ancak dehaattır (dâhiliktir)ki kanatlıdır ve
uçabilir.
—Biz bir zatı bir müddet alkışlamazsak unuturruz:
Hafızamız bira t avuçlarımızdadır.
— Hakiki bir san'at âşığı hiçbir zaman siyâsi bir
hırs besleyemez; onun hayalleri her ihtirasına gıda yı kâfidir (yeterli
gıdadır)
—Cehil
(bilgisizlik) daima nur ile alevi tağlit eder (karıştırır) ve çok kere
kendisini aydınlatan gibi yakanı da güneş sanır
—Ehliyetin
kuvvetli bacakları vardır, emin hatvelerle (adımlarla) yürür fakat ancak
dehaattır (dâhiliktir) ki kanatlıdır ve uçabilir
—Biz bir
zatı bir müddet alkışlamazsak unuturuz: Hafızamız biraz avuçlarımızdadır
—Ölenlerin üstüne bir kürek toprak ve düşenlerin
üzerine bir mablak (kepçe) çamur: Çok kişi becerikliliğini böyle anlar
—Köhne (eskimiş) fikirler paslanmış çivilere
benzer: Söküp atmak çok güçtür
—Bâzı adamlar vardır ki kamından korkmazlar da
“isabet i nazar “dan (nazar değmesinden) ödleri patlar
—Sanemi (putu) bazıları tapmak ve bazıları taşa
tutmak için ister
—İç ve dış az çok uygun olmalı: Kurt postu içinde
kuzu ruhu gülünç olur
—Hukukunu haykırmak bile kuvvetli ağızlarda
yaraşıklı düşer: Aç aslanların böğürmesi gibi
—Koyunlarım korumak isteyen çiftçi ağılın kokusunu
kurda duyurmaz.
—Baş için
her fikir bir taçtır, diyorlar. Bu söz doğru olsa gerektir, zira bâzı
fikirlerin bazı başlara tâç gibi ağır geldiğini ve ağrı verdiğini görürüz
—Dostunu hemen öldürecekmiş gibi sev; düşmanım hiç
ölmeyecekmiş gibi telâkki et
— Kerameti görmek
için peşin keramete inanmak lâzımdır
—Vakarlı ruhlara aharın merhameti ve hasedi
(kıskançlığı) kadar ağır gelir
—Müstesna her sahada vardır: Öyle sıralar düşer ki
hakkı bulmak için hukuk kaidelerini çiğnemek icab eder (gerekir)
—İş görmüş görünmek için yokdan iş çıkarmak da bir
nevi idare meharetidir
—Eski zaman: “ısıraMayacağın eli öp!” derdi;
asrımız bilâkis (aksine): “kıramayacağın zinciri hiç olmazsa kemir!” diyor
—Eslâfımızdan (bizden öncekilerden) biri: “Herkesin
maksudu (gayesi) bir ama rivayet muhtelif!” demiş.
—Bazen de rivayet bir olur da maksud (gaye)
değişir; meselâ taze çemen mevzu ı bahs (bahis konusu)olunca öküz de şâir gibi:
“Pek severim!” der
— Hiç kimseye
benzememek isteyen bermutat (âdet üzere) bir karikatüre benzer
—Taassubun her türlüsü çirkindir, hatta taassuba
karşı taassub bile.
—Bârân ı kaza (kaza yağmuru) bazılarını ıslatır, bazılarını
temizler, bazılarını da çamura bular
—Bir müddet bir zenciye baktıktan sonra bir hem
rengimi (aynı renginıi) görünce sanıyorum ki nazarımda (gözümde) beşeriyet bir
şeffaflık aldı, yahut küsûfdan (güneş tutulmasından) kurtuldu
—Eşeği mektep müdürü yap: dershanelerin ahıra
döndüğünden şikâyet etmemelidir.
—Beşerin bütün ef’ali (gülleri: menfaat kanununa
tâbidir: Ucunda cennet vâdi olmasa hiçbir sofu nafile namazı kılmazdı
— Hâtıralarım sanıyorum ki benim için maziyi
(geçmişi) uzatıyor ve tahattur (hatırlama) sayesinde güya geriye doğru bir ömür
uzunluğu kazanıyorum: Kimbilir, belki hatıraların lezzeti de bundadır
—Bir yaşdan sonra “İstikbal”in adı “ahır ı
ömür”(ömrün sonu) oluyor
—Öyle yaralar vardır ki hiç iltiyam bulmasın
(iyileşmesin) demeliyiz; çünkü izi kendisinden daha çirkin ve elimdir
—Şekarete (şakraklığa) o kadar az alışkınız ki “dün
akşam neşeli idim!” desem: “Ne kadar içtin!” diye sorarlar
—Takdim
ettiler: Afif Tahir bey.... içimden: “Bu bir ad değil, bütün bir ahlâk
programı!” dedim
—Tahkik et şüpheye varıyorsun; şüphe yolu inkâra
açılır.... Yarabbi imân ne büyük kuvvet istiyor!
—İstediğini olmak istersen,olmak istediğini
saklayarak çalış!
—Toplanan nesaiden lâhüti (tanrıya yakışır) bir
yıldırım çıkarmak için her kuvvet bir şimşekdir
—Güzel san'atlar için güzellikten başka her endişe
sinek gibidir: Tahrib etmese de kurtlandırır
— HasetIerin (kıskançlıkların) en zehirlisi midenin
hasedidir
—Enbiyanın (peygamberlerin) bulunmadığı yerde
evliya bolluğu görülür
—Hürriyeti suiistimal eden ona lâyık olmadığını
itiraf ediyor demektir
—Bedbahtın sükûtu şekvasından (şikâyetinden)
müessirdir (tesirlidir)
— Sukûtların (düşmelerin) en elimi (üzücüsü) kendi
nazarında sükuttur, (düşmedir)
—Çarığı ne kadar sıkı olsa hakiki köylünün
topuğunda biraz toprak vardır
— Ölümün
bile bir kıymeti vardır ki bermutat (âdet üzere) vârisler bilir
—Sevmediğimiz adamlar arz üzerinde çok yer işgal
ediyorlar (kaplıyorlar) gibi gelir.
— Mektebde okuduğumuzu hayatta öğreniriz
—Balıklar şüphesiz: “Kâinat mâyidir!” derler Bizim
malûmatımız (bilgimiz) da belki o kadar nasbidir
—Esarete düşmeksizin muti (itaat eden) ve istibdada
varmaksızın âmir olabilir misin, emin ol ki kuvvetlisin
—Kendi kendinize kalınca canınız sıkılıyor mu? o
halde huzurunuzun başkalarına sıkıntı verdiğinden mütehayyı'r olmamalısınız
(hayret etmemelisiniz)
—Herkesi tenvir etmek (aytınlatmak) isteyen
mualimler (öğretmenler) mum gibi erimeğe razı olmalıdırlar
—Mütekaid (emekli) memur itiraf etti: “Kendi işini
görmek herkesin işini görmekten daha güçmüş!”
—Sayede (gölgede) yaşayanlar güneşi göremezler
—Hakiki şan ve
şeref yosun gibi mezar taşı üstünde yetişir
—Gölgen gözümün önünde midir, anlarım ki aydınlık
beni takib ediyor
—Zamanını takibetmeyen er geç yolunu şaşırır
—Her mâbed bir ahret dehlizidir (labirentidir):
Fakat hepsinin kapısı dünyaya açılır
—İnzivayı (köşeye çekilmeyi) o kadar severim ki
odamın tavam bana sokağın semasından daha yüksek gelir. Pencereden ayrılan
gözüme yüz güzellik görünür ve pencere ile birlikte gözümü kapasam bin güzellik
görürüm. Sükûtun her lâfzı benim için bir gizli vaad yahut gizli bir müjdedir.
Kalabalık bilâkis sanırım ki hesapsız dudakları ile hürriyetime karşı daima bir
tehdit kitabesi dokuyor!
—HâfızaIarında çok şiir taşıyanların kalplerini
alelekser (ekseriya) şiirden hâli (boş) hissetmişimdir —Ahmaklar yalnız güzel söylemeyi değil
güzel susmayı da bilmezler: Sükûtları kilitlenmiş boş dolabı hatırlatır
—Karanlıkta
sükût daima nahoş gelir (hoş gelmez), sessiz gece sanki iki kere gecedir!
—Tahkir edebileceğimiz âcizlere riayet ruhumuza ne
kadar hafif ve lâtif gelir
—Gençlik çabuk geçer, derler. Maalesef ilâve edeyim
ki ihtiyarlık da öyledir
—İhtiyarlamaktan korkanlar var; hâlbuki
ihtiyarlamamaktan korkmalıyız
—Bir yangın seyrederken içimden diyordum: “Yangın
alevlerinin bile silsile i meratibi (hiyerarşisi) var. —Saçaklara saranlar bir
karış bile aşağı düşmek istemiyorlar!”
—Aslan yelesinde kehle (bit) aranmaz
—Kuvvet, lâhik (ilâve) olduğu bâzunun terbiyesine
göre zulüm de kırabilir, kasa da, kafa da!
—Alelekser (ekseriyetle) demir kafesi kendi
ellerimizle yapıp içerisine gireriz ve sonra hürriyetsizlikten şikâyet de
ederiz
—Hayrül umur evsatuha (işlerin hayırlısı
ortalardadır) evet, vasatın dûnunda (altında) olanlar için!
—ihtiyarlar hoşuma gider ki yaşayışları ile gençlik
dersi verirler
—Memuriyet yolu gariptir: Bazen yürüyen geriler ve
çok kere duran ilerler
—Her mahbusa acırım, fakat batıl (doğru olmayan)
fikirler içinde kapalı kalanlara hepsinden çok
—Bazı diyarın çamuru öyle cıvıkdır ki yüksek
nahiyelere (bölgelere) kadar çıkar.
—Öyleleri vardır ki yüzlerine birer tabii maske
denebilir
—Hayat san'atı: Bulamayacağından vazgeç;
alabileceğini iste; varından müstefid ol (faydalan)
—Avamın takdirine müsteniden (dayanarak) havasa
(üstün kişilere) kıymet tayin etmek, ayak parmaklarından kafa hakkında rey
toplamaya benzer
—Matbuatımız (basınımız) takdir ederken yerlere
kadar eğilir, tahkir ederken de öyle... onun için tahkir ve takdiri mütesaviyen
(eşit olarak) çamur kokar
—Bilmem hangi hükümdara: “Ahali sefalet içinde
yiyecekleri yok” demişler. “Sefaletlerini yesinler” cevabını vermiş. Bu cümle
saltanatı ne zarif icmal eder!
—Anlayamayacakları fikirlere yükselmek isteyenler
yarı yolda akıllarından olurlar
—Temiz nâsiyenin (alnın) fevkinde (üstünde) yalnız
bir sema vardır: Doğru ve gize! fikir!
—Fırtına saçlarımı yolsun, beis görmem; eğer bana
bir fikir getirirse.
—Her millet lâyık olduğu şekli idareye (idare
şekline) nail olur, diyorlar; hayır, öyle değil... her millet nail olduğu şekl
i idareyi (idare şeklini) lâyık olduğu kalıba döker!
—Hakkı kuvvetlendiremeyenlerdir ki kuvvete hak
derler
—Denizde yakamoz pırıltısı en parlak yıldız
aksinden daha kıymetlidir, çünkü hayalî değildir
—Yüksel oğlum yüksel! Çıkmak için müracaat ettiğin
merdiveni soran bulunmaz.
—Peyksiz (uydusuz) güneş çıplak görünür: Ha dem ve
haşem (maiyet halkı) aramayan saltanat yoktur
—Meşe gölgesinde filizlenen yosunlardan çoğu
kendilerini meşe fidanı sanırlar
—Ruhumuz içimizdedir ama şeklini etrafımızdan alır
—Hergün geçer ama hayatımızda ebedi damgasını
bırakır
—Midemiz için lokma ne ise dimağımız için fikir de
odur: Hepsi besleyemez, bir kısmı sıhhate dokunur ve bâzısı zehirler
—Kim olduğunu bilmek ister misin? tasavvura tını
(tasavvurlarını) tahlil et!
—Arzuların, kuvvetinin yetişebileceği yeri
gösterir; hayallerin zaafının yetiştiği yeri.
—Cehlin (bilgisizliğin) rahat uykusu hayatta en
korkulu rüyadır
—İnşallah eken maşallah biçer
—Üslûpda itina (özenme) mevzua karşı sena (medih)
manasını tazammun eder (içine alır)
—Medeniyetin ruhu güzel san'atlardır: Onlar
hastalanınca medeniyet can çekişmeğe başlar
—Ramazanda oruç
tutmayan bayramın tadını duyamaz
—Bilgi katarını her mevkıfda (durakta) bin meçhul
bekler ve son mevkıfda anlarsınız ki katarı yürüten kuvvet de bir meçhulmüş!
—Güneşde oturan ışıkdan yılmaz
—Heyecanların kuvve i ibdâiyesi (yaratma kuvveti)
her yerden ziyade tarihde görülür!
—Kalp söze başlayınca akıl sağır olur
—Herkes gibi
yazamayanın yazısına herkes “yapmacıklı” der
—Biz ne dersek diyelim, son söz bu hayatta dilsiz
ölümündür
—Bana öyle geliyor ki ıztırab içinde yürek daha
canlıdır
—Resül i Ekrem Efendimizin yeryüzünde yalın bir
halife bi'lhakkı vardır:
Hazret i Akıl,
Radiyallâhü anh
—Allahım, diyorum. Fakat bilirim ki o bana bir
silsile-i tesarifatın cebren giydirdiği
hazır elbisedir
— Her hayatı malûmlardan
ziyade meçhuller idare eder. Onun
için bir türlü halledemediğimiz hayat muadelesine (denklemine) “kader” deyip
geçiyoruz
—Çoğumuz içimizi bîtarafane (tarafsızca) tahlil
edebilsek gizli bir Sultan İbrahim sarayı bulurduk
—Hakiki hürriyet yüksek fikirlere esir olmaktır
—”ilaâhire (vesaire) sözünü pek severim, hafızamın
ayıbını örttüğü için
—Ölmek... Asabi bir
serabın adını ruh koşmuşuz; ecelin alabileceği işte oncağızdır.
—ŞİMDİ HEMEN BÜTÜN
DÜNYANIN MABEDİ BORSA VE SANCAĞI BANKNOT OLDU
—Son Avrupa
seyahatimden şu kanaatla döndüm: Harb i umumi (I.Dünya Savaşı) makineden başka
medeniyet eseri bırakmamış!
—Bu gün Avrupa'da “kuvvet”den ziyade hürmete şayan
(değer) bir mefhumun varlığını tevehhüm (kuruntu) edenlere iman ı tam (tam
inanış) ile “abtal” diyorlar
—Samimi düşünenler ile taban tabana zıt bile olsam
hoşlanırım: Zira fikirlerimizin manzarası ne kadar değişse güneş bir ve ziya
birdir
—Arzın çamuruna sürünmeksizin düşünebilenlerin
hepsi dimağ kardaşıdır
— Harb bir kan kumarıdır
—Hiç bir gün yoktur ki her şiddette aydınlığa
dayanabilsin: Her göz kendisine nahoş gelen (hoş gelmeyen) nurun sönmesini
diler
—Geçmiş zaman adamlarının zaman ı istihdamı
(kullanılma zamanı) geçmiştir
—İdare hususunda gençlik yaş meselesi değil, baş
meselesidir: Mazi adamları otuz yaşında da olsalar yaşlı sayılırlar
—San'atla izdivaç edemeyen ilham bence çok acınacak
bir ihtiyar kızdır
—Ekmek ucuz mudur, maddi ve manevi herşey ucuzlar
—İnsan anlamadığı fikrin taraftarı olamaz
—Ne aklını beğenmeyeni gördüm, ne talihini beğeneni
—Alkışlayanlar gibi ıslık çalanların da kemiyetine
(niceliğine) değil keyfiyetine (niteliğine) bakmalı
—Tahsin (takdir) ve takbih (beğenmeme) büyük adamın
hizayı istihkarını (hor görme hizasını) geçemez
—Ehliyetli ve mütevazı (alçak gönüllü) olmak güç
değildir. Güçlük hem ehliyetsiz hem de mütevazı olabilmektedir
—Bir serzeniş (sitem) ne kadar haklı ise muhataba
(söz söylenilen kimseye) o derecede kaba görünür!
—Her zenginlik düşman yaratır; fikir zenginliği
hepsinden ziyade
—Pek fenalar gibi pek iyiler de fenalık ile iyiliği
bihakkın (hakkıyla) temyiz edemezler (ayıramazlar) — Kendi cehlini (bilgisizliğini) örtbas
etmek için en müessir çare başkalarının cehlinden yüksek sesle şikâyet etmektir
— Memur o zattır ki
oturduğu yerde ilerlemek ister
— Bugünün ifratı (aşırılığı) yarının itidali ve
öbür günün tefritidir (aksine aşırılığıdır)
—Zayıf dimağlar kelimelerin su i hazmından (hazımsızlığından)
mııztariptir (ıztırap çeker)
—Kokmuş yumurtayı
ezen kokusuna dayanmalı
—Köyünün şivesini dilinden ve dininin damgasını
yüreğinden hiç kimse bütün bütün atamaz
—Çok kere komşumuzun semizliğidir ki bizi iğne
ipliğe çevirir
—Esir ruhlu yaratılanlardır ki müstebitlikden
lezzet duyarlar
—Kulağıma uygun gelen her gürültü bence bir
musikidir
—Medeniyetin yumruğu ancak kanun olabilir
—Kösemensiz (koçsuz) sürüde her koyun kösemen (koç)
kesilir
—Körler elele de
yürüseler ergeç düşecekleri ya bataklık, ya uçurumdur
—Kollarının kuvvetini öyle göster ki onları
bükebilmek hülyası hiç bir zihne uğramasın —Gevşetilen yular kolaylıkla elden
çıkar: Elinden çıkarmak istemediğin gemi sımsıkı tut
—Kendini beğenenleri beğenir görünmek bir merhamet
vâcibesidir (mecburi vazifesidir)
—Hamakat (ahmaklık) süslendikçe çirkinleşir manen
olsun maddeten olsun
—İnsan için en büyük kuvvet kendisini olduğu gibi
görebilmektir
—Hakkımızdaki hükümler hemen daima yanlıştır: Zira
muhabbetten veya nefretten doğmazlarsa hasetten (kıskançlıktan) veya
merhametten doğarlar
—Aharın (başkasının) tahsini (beğenmesi) kendi
kendimize sarfettiğimiz alkışlara ne kadar yaklaşırsa o nisbette hoşumuza gider
—Sözümüz güzel de olsa arasıra sükût ile
çerçevelenmedikçe sevimli olamaz: Gevezeler ne kadar mir i kelâm (güzel söz
söyler) olsalar
—Zulüm hissedilir, adalet idrak olunur; bana öyle
geliyor ki hiss-i adalet (adalet hissi) tabiri abesdir (boştur)
—Aczin en çirkin manzarası hasettir: Hasûd
(kıskanç) eğer tek gözlü ise ister ki herkesin de en aşağı bir gözü çıksın
—Mütekellimin (lâkırdı edenin) mevkii bir fikrin
kıymetini az çok değiştirir: İster istemez sözden ziyade söyleyene bakarız
—Çok kere “iyi adam” ona deriz ki hiç birşey yapmaz
“ölü adam” demiş olsak belki daha doğru olurdu —Samimiyet hoşumuza gider,
meziyetlerimizden (üstünlüklerimizden) bahsettiği müddetçe!
—Anlaşalım, diyorlar; pek iyi ama anlamayanlarla
anlaşmak nasıl mümkün olur?
—Hakiki cür'et kısır kalamaz: Her iyiliği ve her
fenalığı doğurabilir
—Gelinciksiz tarla görülmüyor: Başaklarda bile süs
ihtiyacı var
—Ölçü her şeyde lâzımdır: Nezakette elzem!
— Bilgiyi ihmal edersek mahkeme, meclis, mes cid.
her ne bina etmiş olsak mahbes (hapishane) olur —Büyük adamlar m nal memnu niye
(memnuniyetle) hizmet ederler, fakat istihdam edilmeğe (kullanılmaya) razı
olmazlar
—Vicdan, onu herkes yüreğinde taşımaz: Dilinde,
midesinde ve hattâ cüzdanında taşıyanlar vardır.
—Bizde demir çok, fakat örs ve çekiç yok
—Vaiz: “Allahı çocuklar anlayamaz!” diyordu, güya
büyükler anlayabilirlermiş te
—Bilmem kim: “ölüm bir cümle nihayetine vaz edilen
(konulan) noktadır” demiş. Doğru olabilir, şu fark ile ki cümleyi en güzel
yazdığından emin olanlar bile elleri titremeksizin o noktayı koyamazlar
—Bizde şöhret en kuvvetli gıdasını tarizden (sözle
dokunmadan) alır
—Bizim memlekette kolaylıkla kazanılan şey: Bir
yaşdan sonra semen (semizlik)
—İhtiyar olup genç gözükmek her halde genç olup
ihtiyar görünmeden hayırlıdır
—Geçineceği olmayan zavallı dost daima yarım dost
kalır!
—En hoşlanmadığım sözler yan acı,yarı tatsız
olanlardır, labada gibi!
—Medeni manfilîerde (çevrelerde) nezaket bir si
lalıdır, çok kere kuvvetin fethedemeyeceği kaleleri bize o vaadeder
—Övmek istediğiniz adamın hiçbir meziyetini
(üstünlüğünü) bulamıyorsanız bırakınız, kendi kendisinden bahsetsin!
—”El mer u
aduvvün limâ cehile” (kişi bilmediği şeyin düşmanıdır) derler ama bilmediği şeylerin
hararetli taraftan olanları ben çok gördüm
—Tabiatın büyük haksızlığı: Hayatı anlamayanlar
tadar!
—Bâzılarım rütbe ve nişan yükseltir; bâzıları da
rütbe ve nişanı alçalttır
—Mutlakıyet son tahlilde şu demektir: “Ben
hayata hükümdarlık kapısından dâhil oldum (girdim) onun için efendi sen ömrün
oldukça bana köle olacaksın!” Bu mantık ancak cehlin karanlığında yarasalar
veya baykuşlarla beraber yaşayabilir. Babandan, miras kalmış bir tahtın üstünde
misin, çalış ki güneş doğmasın, yoksa gece kendine köle ettiklerinin yer
ağardık tan sonra kölesi bile olamazsın!
—Ses vardır ki kulağıma tükürüyor sanırım ve söz
vardır ki sağır olmadığıma beni nadim eder (pişman
eder)
—Anlaşılanı anlamayanlardır ki anlaşılmayacakları
anlamak iddiasındadırlar
—İcaz (kısa kesilmiş söz) içinde bir âdi (bayağı)
fikir gözümün önüne dar elbise giymiş bir kaba adam getirir
—Elinden gelse her muharrir (yazar) bütün
kârilerine (okuyucularına) kendi zevkini aşılardı
— Çoğumuz sanırız ki beğenmediğimiz nisbette ince
zevkliyiz
—Adi fikre sarfedilmiş güzel ifadeden ziyade âdi
ifade içinde gördüğüm güzel fikre acırım
—Zevk i selim (güzel zevk) çirkinliğe acır, zevk i
sakim (bozuk zevk) güzelliğe kızar
—İnsan düşmanının her faziletine inanabilir:
Samimiyetine asla!
—Mizacı (huyu) menfaatına uymayan riyaya (iki
yüzlülüğe) mecbur olur
—İstikbalden takdir uman halin takdirinden müstağni
(gönlü tok) görünür
—İstikbal herkese aynı mesafede görünmez: Onu bir
senenin sonunda görenler olduğu gibi birkaç asrın ötesinde görenler de vardır
—Kabul etmediğimiz fikirlere karşı ne kuvvetli
mantığımız vardır
—Herkes kendi nazariyatını (nazariyelerini) onlara
edilmiş hücum nisbetinde kıymetli sanır
— Aşığın gözü kördür, derler; Iâkaydınki (ilgi
sizinki) emin olunuz ki daha kördür, çünkü bakmaz!
—Her vicdan için ancak içinde istirahat (dinlenme)
bulduğu fikirler doğrudur
—Kurduğu tuzağa düşmeyen avı hamakat (ahmaklık) ile
itham eden (suçlayan) avcı bile vardır
—Ortağı muhabbet “rakib” görür, husûmet muavin
(yardımcı)
—Sizi sevmeyenler ya kendilerini anlamadığınız
yahut... çok iyi anladığınız adamlardır
—Düşünme namına ötekilerinin yaptıkları ezberlenmiş
düsturları zihnen tekrardır
—Adam gördüm ki Hâbil'in Kabil tarafından katlini
Harb i umumiden (I.Dünya Savaşından) ziyade ehemmiyetle telakki ediyor
—Bazısının eli verir, gönlü vermez; bâzısının da
gönlü verir, eli vermez: İkisi de hasisliktir
—Yel ile gelen yel ile gitmezse sel ile gider
—Anlamamak da hukuk ı beşeriyedendir (insan
haklarındandır) ve denebilir ki çoğumuzun en ziyade selâhiyetle istimal
ettiğimiz (kullandığımız) hak budur
—Hamakata (ahmaklığa) galebenin müessir (tesirli)
çaresi zeki değil, ahmak görünmektir
—Boynuzların kıymetini takdir için öküzlerin ha
—Kör olur badem gözlü olur; kel ölür sırma saçlı
olur, çünkü geri gelme ihtimalleri yoktur
—Yağmur ve çamur... Ne temiz bir bulut hadisesi
yerle temas edince ne kadar bulaşık şekiller
—San'at için san'at belki san'attır fakat
geçindirmez!
—Aksaçlar altında çok gürültülü kahkaha şetaretten
(neşelilikten) ziyade sarhoşluğu hatırlatır
—Bâzı dostluklar doğdukları gün size çok
yaşayacaklarım zımmen (kapalıca) vaadederler
—Hâtıralarımız, yaşlandıkça kendi kendine
zenginlenen bir sermayedir
—Hiçbir göz
yoktur ki her türlü ziyaya dayanabilsin: Her göz kendisine nahoş gelen (hoş
gelmeyen)
nuru söndürmek ister!
—Zekâmız gibi ahlâkımız da bedenimizin haraç
güzandır (haraç alanıdır): Akıl olsun huy olsun vücudumuzun bütün hücrelerinden
toplanır
—Bizi cennetten sürdürmeğe sebeb olan cins...
menfamızda (sürgün olduğumuz yerde) ona “cins i lâtif diyoruz
—Şebek kıçını görüp de yüzü kızarmaya, adam derin
düşünmüyor demektir
—Bir fikrin selâmetini ancak tecrübenin verdiği
netice gösterir
—Münazara (çekişme) görmedim ki menfanla dokunan
bir hatayı kımıldatabilsin
—Ne kadar kuvvetli isen o derece de düşünerek
hareket etmelisin
—Asri (modern) gençlere bakınca içimden diyorum ki:
“bize de vaktiyle delikanlı” derlerdi, apdal kanlı demiş olsalar daha
doğru olacakmış!
—Zemanenin (bugünkülerin) manzaraları bana baharat
gibi geliyor: Acı, fakat hayat istinası verir!
—Yeryüzü gençliğimde bana nihayetsiz görünürdü,
şimdi dar, küçük ve hafif geliyor, o kadar ki bütün dünyayı kucağıma verseler
torun diye sıçratacağını!
—Beni asra rapteden (bağlayan) köprü yıkılmış
sanıyorum: Artık vukuat (olaylar) bana uzaktan bakmağa mahkumdur: Dokunamaz
—En hazin kimsesizlik lâkayıtlar (ilgisizler)
kalabalığı içinde hissedilendir
—Altta kalanın değil, geride kalanın canı çıkar:
Yaşamak isteyen asrıyla (yüzyılıyla) beraber yürümeli dir.
—Hayatta her birimiz için en ziyade iki şey haiz i
ehemmiyettir (önem taşır): umduğumuz ve korktuğumuz.
— Horoz çok ötünce sabah geç olur; evet ama
horozlar susup da tavuklar öterse sabah hiç olmaz!
— Yaşlandıkça güzelleşmek çınar ağacına mahsustur:
Sakalını süsleyene bayılırım
—Yaşlandıkça güzelleşmek çınar ağacına mahsustur:
Sakalını süsleyenlere bayılırım!
—Sadakanı tercihen kör dilencilere ver: Lütfu nu
gören seni görmezse nankörlüğünden emin kalabilirsin
—Hayat mücâdelesinde galebe için sağlam kafa
lâzımdır: İnsanlar da koçlar gibi kafa kafaya döğüşürler
—Dünkü fikir küflü, yarınki fikir henüz hamdır:
Bugünün adamına bugünün fikri yarar
— Köpeğe gem vurma: Kendisini at sanır!
— Bennutad (âdet üzere) gözünü açmalı: Fakat açık
gözlülük sırasında göz yummağı bilmektir
—Bir tabii inatçı etrafında on mecburi inatçı
yaratır.
—Su dökme tehlikesi alelekser bardağım fazla
doldurmak arzusundan ileri gelir
—Açgözlüyü minnettar edemezsin: Doymaz ki.
—Tembellik bir nevi vicdan uykusudur: onun için bir
seyyie (kötülük) olduğunun farkına varamayız
— Kaba soğana benzeyen vücutlar olduğu gibi, kaba
soğana benzeyen fikirler de vardır.
—Pek tabii olmağa gelmez, terbiyesiz, derler. Pek
samimi olmağa gelmez, saygısız, derler
—Hakiki büyük adam düşdüğü yerde uzanınca daha
büyük görünür
—Büyük adam kıyamda (ayakta) iken veya yüksek
makamlarda otururken büyük, hâki mağlubiyette (mağlubiyet toprağında) yatarken
daha büyük görünür
—Avam (halk) koyun ruhu ile kaplan huyundan
mürekkeptir (meydana gelmiştir
—Herşey ve herkes yerli yerinde gerek: Mescitte
sefihe (uçarıya) meyhanede fakihe (fıkıh âlimine) inanma!
—Kuzusuna kıyamayan kebap yiyemez,
—Sırasında
okşayan el kadar sırasında döğen el de öpülmeğe lâyıktır
—Hiçbir zaman sevmemiş olduğumuz bir mahlûkun ciddi
bir düşmanı olamayız
—Alelıtlak (umumiyetle)' görünmemiz için alelıtlak
(Genel olarak) aydınlık kâfidir; fakat istediğimiz gibi görünmemiz için ziyanın
istediğimiz taraftan gelmesi icap eder (gerekir)
—VAPURDA,
TRAMVAYDA, TİYATRODA, HER UMUMİ YERDE, OTURMAK İÇİN KÖŞELERİ TERCİH ET: HİÇ
OLMAZSA BİR TARAFIN HÜR KALIR
—Manend-i şecer (ağaç gibi) nâbit olur i büyür
(sabit olanlar!..) Evet ama münasip (uygun) yere daldırılmış ise .
—Havas
beğendikçe alkışlar; avam alkışladıkça beğenir.
—Hakiki zarafetten bi haber (habersiz) görünür.
—Sevda ile kara sevda arasında ancak hafif bir renk
farkı vardır
—Hayatta dost gibi düşman da bir kuvvettir: Dostum
olamayacaksan düşmanım ol!
—Ecelin acılığını sevdiklerimizin ölümünde tadarız
—Avam, vücud i içtimâinin (sosyal bünyenin)
şahmıdır (iç yağıdır)
—Kadı mürteşi (rüşvet alır) olunca tabiidir ki
adalet mezada (artırmaya) çıkar.
—Kavak ağacını beğenen ve seven pek az kişi
görürsünüz : Çünkü dosdoğrudur
—Âşık sevdiğine bakar, fakat... görmez!
—Bir hokkabaz (hokkabaza olmalıydı) muvaffak olmak
için iki şart lâzımdır: Kendisinde biraz gözbağcılık, seyirde bir hayli
görememezlik... Bu yalnız hokka oyununda değil, kalem oyununda da böyledir
—Güneşi istedikleri gibi görebilmek için ne kadar
küsufû (güneş tutulmasını) temenni edenler vardır
—Âlemin ayıbını arama: Tek gözlere gözlü
taraflarından bakıver
—Suiistimal kapısını aralık etmeğe gelmez: Derhal
ardına kadar açılır
—Çok kişi hayâ (ulanma) ile riyayı (yüz egülmeyi)
taglit eder (yanlışlığa atfeder) ve sanır ki riyâsızlık hayâsızlıktır
—Iftirak (ayrılık) her muhabbet şiirinin son
mısraıdır
—Kalb ne mugfil (aldatıcı) bir saattir: Kâh bir
günü bir ay kadar uzun, kâh bir ömrü bir aydan kısa gösterir
—Herkese hak vereni hiç kimse haksız bulmaz
— İyiliği yalnız iyiler anlar, fenalığı herkes
—Modayı ne tamamen kabul et. ne tamamen red: Gülünç
olmazsın
—Göz bâzı dimağların penceresi bâzılarının dürbünü
ve bâzılarının aynasıdır
—Avamın şan ve şerefi yoktur, fakat şanların ve
şereflerin çoğunu avam tevcih etmiştir (vermiştir)!
—Dimağların da oburu vardır. Pek çok yer. pek az
hazmeder
—Her iş gibi, alkışdan da yorulur.
—Zarafet zekânın tellâlıdır.
—İş adamı adama bakmaz, işe bakar.
—Makamına lâyık olan adam her ne yapsa makamına
lâyık düşürür
—San'at için
san'at: Ben bu düsturu candan kabul etmişimdir. Zira dikkat ettim, yazacağım
şeyin zarara ve faydalı olabilmek ihtimali zihnime uğrayınca samimiyetim
sarsılıyor.
—Tatsız olmamak için zarafet ince bir terbiye ile
salçalanmalı
—Terbiye ile salçalanmayan zarafet tatsız olur
—Akıl yaşta değil baştadır, fakat aklı başa yaş
getirir
—Hiçbir vâde inanmamak her vâde inanmaktan daha az
zararlıdır
—Düşmanlarını aklanmayanlar dostlarını
aratmayanlardan daha çoktur.
—Şen adam güneşe benzer: Girdiği yer aydınlanmış
gibi olur
—Iştikâr (şöhret kazanmak) için zamaneye (şimdiki
zamana) ya tamamıyla uymalı ya tamamıyla karşı koymalı
— Dün bir muallim (öğretmen) bugün bir ders yarın
bir muadeledir (denklemdir) Bugün bir
ders, yarın bir muadele, dün bir muallimdir
—Tevâzu (alçak gönüllülük) yaşmağa benzer: örterek
güzelleştirir
—Dostlarını çok sanmaktan düşmanlarını çok sanmak
daha tehlikelidir.
—Nüfuz hüsniniyetle (iyi niyetle) sarfedilmeli ki
çok yaşasın
—Zarafetin iki büyük düşmanı çok incelik ve çok
kabalıktır.
—Kaba konuş zarar yok, elverir ki ince
düşünesin
—Herkes parlamak isterdi, tutuşmak tehlikesi
olmasa
—Avam yukarıya bakamaz, başı döner: Ona hoşgörünmek
için kısa boylu olmalı
—Sırasında bir alkış hiç unutulmayacak bir
iyiliktir
—Zarafet servet gibidir: Müsriflik veya hasislik
değil, hüsn i tasarruf (iyi sahip çıkma) ister ki nemalarısın (çoğalsın)
—İnsan kendi mevkiini dostlarının lâyık gördükleri
makamla düşmanlarının gösterdikleri nokta arasında aramalıdır
—Müsmir (faydalı) işler nadiren uzar.
—İnsan sevdiğinden korkar, fakat korktuğunu sevmez
—Sırasında bir güzel kostüm bir keskin kılıç kadar
cesaret verir. Nasreddin hocanın kürkü bir silâhtır
—Aynaya pek sık bakan kusurlarını pek az görür.
—Sen yalnız dilini hıfza (tutmağa) alış.
—Eski ve yeni şeyler ne kâmilen (tamamıyla) iyi ne
kamilen (tamamıyla) fenadır: Gerek gençlerin, gerek ihtiyarların en büyük hatâları
bunu bilmemekten neşet eder (ileri gelir)
— Görmemezliğe gelmek suretiyle ne kadar kem (kötü)
nazarlar kör edilir
— Giden muhabbete hiç kimse yetişemez
—Dostluğun maliki (hikâyesi) idbâsdır
(düşkünlüktür.)
—Mürebbi (terbiyeci) yüz vermeksizin mükâfat ve
kalb kırmaksızın mücâzat etmeli (cezalandırmak)
—Kıskançlar kâh buluttan nem kapar, kâh... güneşi
görmezler
—Sevmediğimiz adamın dostumuz olabileceğine inanmak
ne garip gaflettir
—Faziletini tahrip edemediğin hasmının
mağlûbiyetinden emin olmamalısın
—En feyizli (verimli) rahmet (yağmur) alın teridir
—En müsmir (verimli) rahmet alın teridir
—İhtiyar gibi hareket eden genç bir budala, genç
gibi hareket eden ihtiyar bir delidir.
—Somurtmak istersen kendini düşün, gülmek istersen
başkalarını hatırla
—Avam iyi anladığına değil, iyi işittiğine inanır:
Ona bağırmalı!
—Fikir vardır ki mesaili (mes'eleleri) su gibi
sessiz halleder ve fikir vardır ki değirmen gibi gürültü ile ezer
—Korku daima karşısında kuvveti ve cesareti bulur
—Bir güzel eser ibda etmek (yaratmak) ademi
(yokluğu) bir az idam etmektir
—Saklanan çirkinlik iki kat çirkin görünür
—Siyâset âleminde nüfuz gayet elâstiki bir
dairedir; gevşek tutmağa gelmez derhal daralır
—Eşref (en uygun) saat alelekser (ekseriya) bade
harabü'l Basra (iş işten geçtikten soma) çalar.)
—Kalb ancak bir kere fethedilebilir istirdat
edilemez (geri alınamaz)
—Bir his daima bir diğer hisden doğar: Sarhoş,
masrû (saralı) ve mecnun (deli) hislerin yavrularından sakın!
—Müdebbire (tedbirliye) acımak âlâ, mukbili
(talihliyi) kıskanmamak aliyülâlâdır (en âlâdır)
—Her vâd bir menfaat mukabili (karşılığı) her incâz
(vadini yerine getirme)... iki menfaat mukabilidir I —KAZA GİBİ MAZİYE DE (GEÇMİŞE DE)
RIZÂDAN BAŞKA ÇARE YOKTUR: ÖLENLERİ ÇEKİŞTİRMEKTENSE DOĞANLARI ÇEKİP
ÇEVİRMELİYİZ
—Güzel gözde zeki nazar (bakış) ne ise büyük zekâya
nisbetle zarafet de odur
—Kalb ile dimağı uzlaştırmak: İşte ameli felsefî.
—Kalb ile dimağı uzlaştırmak: İşte hikmet i âmile!
—Ter vücudun gözyaşıdır.
—Hasisin kesesi hayatına ve hayatı kesesine
bağlıdır
—Malûmat, yalnız zekâyı değil, hamakati de
(ahmaklığı da) tevsi eder (genişletir)
—Hatânın eb'adını
(ölçülerini) muhitinin (çevresinin) mevkii tayin eder: Ayni hatâ büyükte daha
büyük, küçükte daha küçük görünür
—Fedakârlıkların çoğunda bir yeis (üzüntü) hissesi
vardır. Ameliyat ı cerrahiyede (cerrahi ameliyatta) olduğu gibi
—Tabiate galebe (galip gelme) aklımın eremeye ceği
fütuhattandır (fetihlerdendir)
—Ne yapayım, diye düşünmektense birşey yapma, düşün!
—Herşeyi sırasında yapmak: İşte zarafet i güliye
(gülî zarafet)
—His ne kadar kolay değişirse fikir değiştirmek o
kadar zordur
— Düşmanlığı dostluktan ziyade saklamayan yürek pek
nâdirdir (azdır)
—Daima tasdik (kabul) veya daima inkâr (red):
Akıllı muhatabı (hi t âb edileni) çıldırtmak için ikisi bir yola çıkar.
—İki şey zannolunduğu kadar kolay değildir:
Sırasında gülmek ve sırasında ağlamak... Gülünç olmaksızın güler ve ağlayan
büyük bir eser i zekâ (zekâ eseri) göstermiş
—Âşıklar arasında hakaret buse (öpücük) ile ödenir
—Güzel söyleyeceğinden emin değilsen sus: İcâb ı
zarafet (zarafetin'gereği) budur.
—Uzun müddet için yazan yazısına uzun müddet
vakfetmeli (sarf etmeli): Çabuk yazılan çabuk unutulur
—Ettiği iyiliği ve gördüğü fenalığı unutmayan
gördüğü iyiliği ve ettiği fenalığı çabuk unutur
—İyi fikirler doğru dimağlardan (beyinlerden) güzel
fikirler ince dimağlardan doğar.
—Zarafetlerin en gücü zarifi yaralamaksızın
tırmalamak acıtmaksızın çimdiklemek
—Yaralamaksızın tırmalamak acıtmaksızın çimdiklemek
—Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan
hizmetçi arıyor, demektir
—Rüyet (görüş) kanunlarının hilâfına (aksine)
olarak kendi fedakârlığımız uzaklaştıkça büyür, aharın (başkasının)
hakkımızdaki fedakârlığı yaklaştıkça küçülür
—Nefsini (kendini) düşünerek herkes için yahut
herkesi düşünerek nefsi için çalışmak: Bence ikisi de bir yola çıkar
—Büyük kalbler büyük binalar gibi daima kendilerini
gösterirler
—Âlemin zararına olarak tufeyli (asalak) yaşayan
zarafeti sevmem: Tahtakurusuna benzer.
— Kalbin hacmini ihata ettiği (kapladığı)
muhabbetler tayin eder.
—Üdebâdan (ediplerden) biri eseri edebi (edebi
eser) diye hanımlara verilmiş konferanslarını gösteriyormuş; yarın zekâ diye
serpuşunu (şapkasını) da gösterebilir
—Terakkiye (ilerlemeğe) istidadı (kabiliyeti)
olmayan mubâhaselerin (sohbetlerin) istidadı uzamağadır —Zayıfın her hâli gibi iyiliği ve fenalığı
da zayıf olur
—Hafıza dimağımızın kumbarasıdır!
—Pek çok sevenler muhabbetlerini daima az bulurlar!
—Fikir uğradığı dimağın değil çıktığı dilin malidir
—Çalışmak istirahatın hardalıdır.
—Ağaçlan severim, çünkü güneşe yazın siper olurlar
kışın elek .
—Beşeriyeti düşünürken bedbin (karamsar) de nikbin
(iyimser) kadar aldanır
—İkna kolay, rızâ güçtür: Fikir kalbden daha çabuk
kanar
—Kanmak istemeyeni hiçbir mantık kandıramaz.
—İnanmak istemeyeni hiçbir mantık inandıramaz
—Kusurumuz ne kadar çoksa o kadar kusur ararız
—İYİ YAŞAMAK CENÂB
I HAKKA (ALLAHA) HAMD Ü SENANIN (ŞÜKRETMENİN) EN MAKUL (AKLA YAKIN)
ŞEKLİDİR
—Bana öyle gelir ki kaba hareket kaba sözden daha
kabadır
—Her vaz'ı (hareketi) onu anlayabileceklere karşı
ihtiyar etmeli (seçmeli): Tevazuu (alçak gönüllülüğü) büe —Her vaz'ı onu
anlayabilecek adama karşı ittihaz etmeli, tevazuu bile!
—Ahrette dirilmek ümidi olmasa sanıyorum ki
hıfzıssıhhaya (sağlığı korumağa) riâyet çoğalırdı
—Gördüğün güzel rüyadan bile hasetçiye (kıskanca)
bahsetme: Kıskanır —Hasuda (kıskanç kimseye) gördüğün güzel rüyadan bile
bahsetme: Kıskanır!
—Pek ehemmiyetsiz bir hâdise (olay) bana çok hazin
(üzücü) gelir: Hiç yaşamamış bir adamcağızın ölmesi!
—Hareketlerimizin en kârlısı nezakettir.
—Başkalarını nezâkete davet için bazen kaba
görünmek icabeder
—Riyasız namaz kılanın dizi tahiyattan
(selâmlardan) yorulmaz
—Her san'ata yaraşır bir şekil var: Bağcı kütük
gibi olmalı
—Kendine gülen adamın handesi (gülüşü) daima
zekidir
—Söyleyeceğini bilemeyen adamın dilsiz doğmamış
olması kendisi için bir bedbahtlıktır (kötü talihtir)
—Yanlış bildiklerimizi atabilsek dimağımızın yükü o
kadar hafifler.
—Bâzıları
fıtreten (yaradılıştan) o kadar eskileri beğenir ki dimağında ecdadı (ataları)
oturuyor diyeceğiniz gelir
—Berberler nasıl geveze olmazlar: Sabahtan akşama
kadar çeneleriniz ile oynuyorlar
—Görmemezliğe
gelmek isteyen için gözlük ne kıymetli siperdir
—Öldükten sonra toprak olmak gücüme gitmezdi eğer
çamur topraktan olmasa.
—Çok kere hiç aramadığımız şeylerden bahsederken
“bulamadım” deriz
— Ağaçların
çiçekler gözü, kuşlar dilidir
— Az çok herkes nefsinin (kendinin)
dalkavuğudur
—Çok kere muvaffakiyetimize (başarımıza)
dostlarımız kadar düşmanlarımız da yardım eder, ancak ikisini de güzel intihab
etmiş (seçmiş olmalıyız)
—Avam biraz çocuğa benzer: Gülmesinin ve
ağlamasının sebebi her zaman aranmağa değmez
—Lezzet, tabiatın tasvibine (doğru bulmasına),
elem, tayibine (ayıplamasına) delâlet eder
—İHTİYARLARDA MAZİYİ GÖRÜRÜZ; HALBUKİ İYİ BAKSAK
İSTİKBALİMİZİ DE GÖRÜRDÜK!
—DAİMA: “BİLİRİM
Mİ” DİYOR, GENÇTİR; HERŞEYE “OLABİLİR Mİ” DİYOR, İHTİYARDIR
—İnkâr ile başlamamış olan iman temelsizdir: İmanın
inkâr mebdei (başlangıcı) olmazsa müntehası (sonu) olur
— Çok kere
dimağımızın iflâsı dilimizin fazla sarfiyatıdır: Geveze hiçbir zaman zeki görünmez
—Dikkat ediniz: İş görürken hiç kimse çirkin
görünmez: çirkinliği meydana vuran boş oturmaktır
—Gençler sofraya oturanların: ihtiyarlar sofradan
kalkanların halini hatıra getirir
—Yerinde sayanlar yürüyenlerden ziyade ayak
patırdısı eder
—Avam sanır ki ayın ondördü Boğaziçi'nin mehtap
sefası için hulul eder (gelir)
—Hayat bir tabur vukuattır (olaylardır) kumandası:
Tesadüf!
—Sıhhat ile semizliği tağlit etmeyen pek az kişi
vardır
—Frenk canı
sıkılınca susar, Türk canı sıkılınca çok söyler!
—Avam ve havas, un ve maya gibidir: Biri noksan
olunca ekmek yapılamaz
—Çekilmeyen arkadaş: Nükte sarfına meraklı ahmak ve
çok söyleyen kekeme!
—Osmanlı kardeşlerimiz, müslüman kardeşlerimiz, kan
kardeşlerimiz, vatan kardeşlerimiz... İnsanlar bu kardeş bolluğunu tasavvur
edince: “Allah babamıza kuvvet versin!” diyeceği geliyor
—İtikadımca (inanışımca) dünyada en çirkin mahlûk.
Voltaire'in zannettiği gibi otlubağa (karakur bağa) değil, hiddetlenmiş
budaladır
— Başını semâya (göğe) çarpmaktan bermûtâd (âdet
üzere) cüceler korkar.
—Alelekser (ekseriya) maziyi (geçmişi) düşününce:
“O zaman ne budala imişim!” deriz, yarın şimdiki zamanı düşününce yine
diyeceğimiz odur
—Kör kuvvet yıkabilir, fakat yapamaz. Zekâsız kuvvet yıkabilir, fakat yapamaz!
—Döğüşlerde midenin tesiri dimağın (beynin)
tesirinden az değildir: Tok kamına insan tepişmek değil uyumak ister. Yüksek
makamlar yüksek tepeler gibidir: Koşarak çıkanlara nefes darlığı verir
—Terfi i rütbe ettikçe (rütbesi yükseldikçe)
kibirlenenler yangın kulesine çıkınca dürbün oldum, zannedenlerdir
—Yasak arzu doğurur
—Izzet i nefse en ağır gelen şey istihfaftır
(alaydır)
—Gündüz kandilini hazırlamayan karanlığa razı
demektir
—İnsanın karnı acıkınca gözü kararır.
—Herkesi kör âlemi sersem sanmak da bir
saadettir
—Küçük kapılardan girmeğe çalışınlar eğilmeğe
mecbur olurlar
—Avam her devirde ve her diyarda ateş ve ziyayı
tağlit etmiştir (yanlış anlamıştır): Kendisini yakanı güneş sanır
—Bir adam karşımda ciddi bir delil irâd eder
(verir) gibi: “İki kere iki dört eder!” dedi mi, derhal gözümün önüne çatal
tırnaklı ve dört ayaklı bir öküz gelir.
—İnsan yükseğe çıktıkça pantolonundaki yamanın
görünmek ihtimali artar.
Yavuz köpek beyhude (boş yere) havlamaz: Ya susar,
ya ısırır!
—İhsanda bile muvaffak olmak için zekâ ve itinâ
lâzımdır: Dilenci olmayan bir adama dalgınlıkla sadaka uzatanın vaziyetini
tasavvur ediniz
—Muvaffakiyet en müessir (tesirli) leke sabunudur
—Fakirsiz memleket yoktur, zengin memleket ona
derler ki fukarasını (fakirlerini) saklayabilir
—Alelekser (ekseriya) insan başkasına sürmek
istediği çamura bulanır!
—Herkesin bayıldığı adamlar senin hoşuna gitmiyor
mu, anla ki bir fitret i âdiye (âdi bir yaratılış) değilsin
—Abes (saçma, boş) mantığın hezeyanıdır.
—Maksatla vâsıtayı taglit etmemek (yanlış
anlamamak) nasıl mümkün olsun ki bizim maksat dediğimiz de biraz ötede gizlenen
bir diğer maksadın vasıtasıdır
—Her mümâyiş soğuktur, mümâyiş i ahlâk (ahlâk
gösterişi)... iğrenç
—İstidad (kabiliyet) dimağımızın az çok mücbir
(zorlayıcı) bir âmiridir (emredicisidir)
—Hayatta öyle karagözlere tesadüf ettim ki kâğıttan
oyulmuş adaşı daha zîruh (ruhlu) addolunabilir (sayılabilir), zira hiç olmazsa
bir değnekle onun bir kolunu kımıldatabilirsiniz!
—Bâzıları tabii görünmek için ne yapmacıklar ihtiyar
ederler (göze alırlar)
—Fikrimiz ne kadar az ise fikrimize irtibatımız
(bağlantımız) o kadar kuvvetli olur: işte evlâdımızla
(çocuklarımızla) efkârımız (fikirlerimiz) arasında
bir vech i şebih daha!
—Şıpsevdi
erin ruhu han odasını andırır: Her geçenden yadigâr olarak biraz süprüntü bulursunuz. —Akar su ne güzel hayat dersidir: Küçük
mânilerin üzerinde köpürür, büyüklerin yanından sessizce dolaşıverir
—Gözlerimizden akabilen yaşların acılığı değil,
insanı ruhunda mahbus kalan yaşlar zehirler
—Terakkinin her hatvesi (adımı) milyonlarca adam
ezer: Kanun ı tarih (tarih kanunu) budur
—Menfaat sandalyeye
benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir
—Yüksek tepelerde hem yılana hem kuşa tesadüf
edebilirsin (rastlayabilirsin), fakat biri sürünerek öteki uçarak yükselmiştir
—Gün doğmadan meşime i şebden (gecenin kalbinden)
neler doğar! Evet ama geceleri, gündüz biz kendimiz telkih ederiz (aşılarız)
—Zekâları sayesinde (gölgesinde) geçinenler olduğu
gibi hamakatleri (aptallıkları) sayesinde geçinenler de vardır
—Hayal, ruhun gizli kapısıdır: Kötü fikirler hemen
daima oradan girer
— Zeki bir ihtiyar derdi ki: “Artık bana âlemin
gürültüsü bir ninni gibi geliyor, ebedi uykuya hazırlayan ninni...”
—İnsanları en çok seven hiç şüphem yok yamyamlardır
—Bir şey söylemeden evvel dokuz kere dilini ağzında
çevir, derler. Hiç fena nasihat değil: Çünkü üçüncü çevirmeye varmadan
alelekser sükûtu tercih ederiz
—Edebiyat âleminde (dünyasında) dikkat ettim,
herkes kendi seviyesindekini alkışlıyor. Kimi alkışladığını söyle, hangi
tabakadasın söyleyeyim
—Alem i edebiyatta (edebiyat âleminde) dikkat
ettim, herkes kendi hizasındakini alkışlıyor. Kimi alkışladığını söyle, meraiye
i edebiyeni (edebi vasfını) söyleyeyim
— Bermutâd
(âdet üzere) dayak atana kızar, dayak yiyene acırız: Mamafih ikisinden birinin
yerinde olmağa mecbur olsak hangisini tercih ederdik
—Edebiyatta az ehliyet ehliyetsizlikten daha büyük
bir bedbahtlıktır (kötü talihdir)
— Kendi ellerini şakırdatmak için başkasını
alkışlama vardır ve ekseriyet (çoğunluk) böyle alkışlar.
—Dişime gelen işime gelir: İşte ekseriyetin düştür
ı tercihi (tercih düsturu)
—Cenneti toprağın kimi üstünde kimi altında arar:
Yalnız filosof ruhunda bulur
—Anha minha (şu veya bu) hiç mahzursuz (zararsız)
bir tek eğlence var: Bir tatlı rüya..
—Hülyasız yürek petrolsüz lâmbaya benzer: Hiç bir
şeyle parlatılamaz
—Ahalinin lokması hükümetin temelidir.
—Her gelişi memnuniyeti mucib (gerektiren) yegâne
(tek) misafir: ikbal!
—Hürmet çok kere korkunun bir şeklidir
—A'ref i nefsin (kişinin en arifisin)! Merdüm giriz
(insandan kaçan kimse) olmak istersen.
—Kendinden bahsetmek (sözetmek) kadar çirkin ve o
kadar tabii bir hareket yoktur.
—Beşerin fitreti (insanın yaradılışı) biraz mezat
sergisini hatırlatır: Ne ararsan bulursun
—Tab ı beşer (insanın huyu) biraz mezat sergisini
hatırlatır: Ne ararsan bulursun
—Bir milletin miyar ı medeniyeti (medeniyet ölçüsü)
erbab ı irfanına (aydınlarına) derece i hürmetidir (hürmet derecesidir)
—Tabiat her birimizin eline bir ümit kemiği verir:
İliğini çıkaracağız diye ömrümüz oldukça didiniriz —Fırtınanın tahribatı (harap ettikleri)
bilhassa yükseklerde görülür: Onun için sulh ve asayiş herkesten ziyade ser i
kârda (iş başında) olanlar için kıymetli olmak lâzım gelir
—Ben enseme inen baltaya bakarım: Sapı ister şiir
ve fazilet olsun ister meşe sopası!
—Eğlencede yalnız mukaseme (bölüşme) vardır;
müşareket (birlikte bulunma) ancak elemde ve matemde his olunur
—His, fikrin hemşire i kalbîsidir (kalbî
kardeşidir)
—Ter biraz kanımızı ve az ruhumuzu dışarı çıkarır:
Yazın kalabalık yerlerde beşeriyetin (insanlığın) vicdanını kokluyorum
sanırım
—Her meslekte yükselmek için yolunu şaşıranlar
olduğu gibi, yolunu şaşırarak yükselenler de vardır.
—Sahte zarafet diken gibi yaşar ve diken gibi
metanetsizdir (dayanıksızdır.)
—Hakikî kurnaz herkesi kendisinden daha kurnaz
addeder (sayar)
—Göz gördüğüne ve kalb duyduğuna inanır.
—Göz gördüğüne ve kalb hissettiğine inanır
—Çok yaşamak
elimizde değil, fakat adımızı çok yaşatmak elimizdedir
—En metin (sağlam) nokta i istinad (dayanak
noktası) herkesin kendi kuvvetidir
—Cezasız kalan hatâlar avam nazarında (gözünde)
sevaba yaklaşır
—Çıplak söz edebi değildir, çıplak insan müeddep
(terbiyeli) olmadığı gibi.
—Maziyi (geçmişi) çiğnemek hevesi hemen bütün genç
ayakların kuvve i muharrikesidir (hareket getiren kuvvetidir)
—Karnı açlardan ziyade kalbi açlara acırım
—Öyle yaşa ki az bile yaşamış olsan yaşamış
ölesin
—Zavallı koyun sürüsü! Çobanı da o besler, çoban
köpeğini d e, kurdu da!
—Temiz bir kıyafet nadiren aldatan bir tavsiye
mektubudur.
—Ölümü
sevmeyişimizin bir sebebi de hiçliğimizi meydana vurması olsa gerek.
—El şakası fena, dil şakası daha fena, kalem
şakası hepsinden beterdir
—Rahat etmek
istersen ayağını yorganına göre uzat ve tependen yüksek fikirlere uzanma!
—Büyüklere çok sokulmak ihtiyacını ancak küçükler
hisseder
—Ölenlerin hepsi gassal (ölü yıkayıcı) elinden
geçer, fakat... ancak temizler temizlenir
—Her ölen gassal elinden geçer, fakat...
temizlenmez!
—Yuvasını
yakmadıkça yılanın kökü kesilmez. (Terör için)
—Demir mukaddestir, makine olursa; melundur
(lanetlenmiştir), pranga olursa Demir
mukaddestir, seyf (kılıç) olursa; melundur, zincir i istibdâd (istibdâd
zinciri) olursa..
— Celâdetin (gözü pekliğin) en yüksek mertebesi
hiçbir yeni fikirden korkmamaktır
—Mürekkep, bizde ekmeği en az şişiren mâyidir
—Bir müddet bir zenciye bakdıkdan sonra gözlerimi
bir hemrengime (ayni rengime) çevirince sanıyorum ki nazarımda beşeriyet âni
bir şeşafet aldı (çizilmiştir)
—Yalnız boş durana değil, faydasız iş görene de
tenbel denir “Bârân ı kaza (kaza
yağmuru)” bazılarını ıslatır, bâzılarını yıkar, bazılarını da çamura bular,
—Bir hareketin seni biraz ıslah etti mi
(düzelttirin), inan ki o bir ibadettir
—Riyâ (ikiyüzlülük) ve taassubun her türlüsü
çirkindir, fakat en çirkini taassub karşısında riyadır
—Mumun alevini güneşin ziyasından (ışığından)
ziyade şayan ı iştigal (meşgul olmağa değer) bulanı görmüşümdür
—Dimağların müsademesi (çarpışması) asla yaralamaz,
eğer kalbin hiç müdahalesi (karışması) olmazsa
—Olduğundan ziyade görünmek isteyen olduğu kadar
bile görünmez olur
—Ahlâkın nisbiyetine (nisbiliğine) bir delil daha:
İlmi kıskanan cahili kim tayibe eder (ayıplar) halbuki haset (kıskançlık)
mezunundur (zemmedilmiştir)
—Her mabut dikkat ettim, abdesi elinde ve abdesi
yüzünden ölüyor
—Galatların (yanlışların) en tehlikelisi ve en
münteşiri (yayılmışı), nefsini (kendini) yanlış tanınmaktır
—Mutlakiyyet
ile cumhuriyetin büyük
farkı: Re's i kârımızda (işbaşında) pahalı bir tac görüyorduk: şimdi
kıymetli bir baş görüyoruz
—Sevk i tabii (iç güdü) bence aklın müsveddesi dir:
En hakir hayvanda bir beşeriyet (insaniyet) mebdei (başlangıcı) görürüm
—Hissiyatı (hisleri) ile düşüneni ancak hissiyatı
(hisleri) ile düşünen anlar
—Tabiat muhasebesinde hemen her lezzet defterimize
zimmet kayıt olunur
—Hakiki (gerçek) zekânın her kanaatında velev hurde
bini (gözün göremeyeceği kadar küçük) olsun bir şüphe çekirdeği vardır
—Zamana nisbetle insan, hiçbir gün boşalmaya cak
bir kum saati içinde layenkati (durmaksızın) boşalan bir kum saatidir
—Beşeriyette (insaniyette) hiçbirşey yoktur ki
aranılınca gülünç bir tarafı keşfedilmesin: Hattâ medeniyete, hattâ irfana
kadar
—Elini (acı) yaralar onlardır ki içlerinden kan
değil gözyaşı akar
—Dimağ (beyin) iyi çalışabilmek için kalb tembel
olmalı
—Hasbelkader (talihi dolayısıyla) uçurum kenarında
dünyaya gelenler vardır: Onlar için her hatve (adım) bir hayat tehlikesi taşır
.
—Samimi faciaların en elimi: Yüksek görünmek
istediğimiz göze gülünç görünmek!
—İnsanın “hayvanı dahik” (gülen hayvan) olduğunu
kabul ediyorum, sırasında dahkini habsedebilmesi şartı ile.
—Nezaketin mübalağası gizlenmek isteyen fıtrî
(doğuştan) bir kabalık ifade eder
—Cismin elemleri hayatın ruha verdiği derslerdir
—Fikr i selimin (güzel fikrin) en kuvvetli hasmı
(düşmanı) ihtirasdır
—ÖRÜMCEK AĞI DA
TUZAKTIR AMA ANCAK SİNEKLER İÇİN
—Beğendiklerini taklid edenler zannetme ki
kendilerini beğenmezler
—Dilek aslandır ama salıverirsen, korkarım, en
evvel seni yutmasın
—Sağanak altında gülen ile ağlayan pek fark olunmaz
—Bir baş ne kadar hoş olursa o nisbette kolay
sarhoş olur
—Necabetlerin (asaletlerin) en yükseği dimağı
(fikri) necabettir (soyluluktur)
—Bana öyle geliyor ki tabiatta bizim doyamadığımız
ve hiçbir zaman doyamayacağımız daha pek çok güzellikler var; kâinatın bütün
mehasinini (güzelliklerini) idrak edebilmek için insanın beş değil, yüzlerce
hassesi olmalı idi
—İnsan
yükseldikçe yüksekliği daha yukarıda ve sukut ettikçe sükûtu daha aşağıda görür
—İyilik zaaf derecesine varınca iyilikten
çıkar
—San'atkâr olmak istiyorsan eserinin güzelliğinden
daima şüphe et: San'atta en emin salah yolu nefsine reybîliktir (şüpheciliktir)
—Vus'ati (genişliği) ihata (kavramak) için
yükselmek lâzım gelir, tabiatta olsun san'atta olsun
—Kalb kalbe sığındı mı, göz gözü kusurlu göremez
—Kütübhaneni ayak altına alırsan zincir, başında
taşırsan taç olur
—Daima beraber bulunduğumuz mahlûkların
(yaratıkların) faziletlerinden ziyade kusurlarını düşünürüz; meziyetleri
(üstünlüğü) ancak uzunca bir müddet için kendilerinden ayrılınca hissedilir
—Güzel tebessüm çok kere solgunluğu sarışınlık eder
—Hangi
sahada olsa basit olmayan mümtaz (seçkin) olamaz
—Hâtıralar kocayan dimağların koltuk değneğidir
—Asil misin, şecereni kâğıt üstünde değil,
hayatında göster
—”Bugün” ölür,
fakat “yarın” lâyemuttur (ölümsüzdür)
—Kanatlarını nur
içinde harab eden pervaneler değil, karanlıkta görünmez eden yarasalara
acıyınız!
—Utanma bilmeyen nedamet (pişmanlık) bilmez
—Icab ı vekar (vekar gereği) odur ki gözyaşlarını
sükût içinde kurutmadan göstermeyesin
—San'atı güzellikler sevindirerek ve çirkinlikler
yerindirerek yükseltir
—Mutaasıblar nazarında her tahavvül (değişiklik)
bir inhitat (gerileme) eseridir
—Vukuat ı tarihiye (tarihi olaylar) mevzu ı bahs
(bahis konusu) olunca mantık ancak mazinin şüununa (olaylarına) tatbik kabul
eder: Kıyaslar ile istikbal şifresini halletmek (çözmek) ümidi bir saf derunluk
tur (saflıktır) zira tarih daima değişerek tekerrür eder (tekrarlanır)
— SİZE: “NİÇİN
FİKİR DEĞİŞTİRİYORSUN?” DİYENLERE GÖĞSÜNÜZÜ GERE GERE ŞU CEVABI VEREBİLİRSİNİZ:
“ÇÜNKÜ KENDİM DEĞİŞTİRİYORUM!”
—Çok kere düşündüklerimiz düşünmekle
hallolunmayacak (çözümlenemeyecek) meselelerdir:
—Beşerin (insanlığın) gafleti tefekkürde
(düşünmede) bile kendini gösterir
—En muhataralı deli makul söyleyendir
—Alnını ne
kadar yüksek tutarsan o kadar yere sağlam basarsın
—Hasedin karnı doymaz, cebi dolmaz, ağrısı
dinmez
—Talih, beceriksizlerin meharete verdikleri isimdir
—Musiki hissiyatın (hislerin) haykıran sesidir
—Saadet dağlar gibidir; ses verir ama kunılda maz,
bekler ki sen ona gidesin
—En geveze kuş ümittir: Kalbimizde hiç susmaz
—Fart ı
itaat (itaatin fazlası) bermutad muvaffakiyetsizlerin menfî bir şekl i
isyanıdır (isyan şeklidir)
—Fındıkçının güzelliği hem oltadır, hem siper!
—Bilmedikleri şeylerden bahsedenler, dikkat ediniz,
söz söylerken müstesna bir azamet takınırlar!
—Bir tek tesviye i içtimaiye (sosyal düzeltme)
aleti tanırım: Ölüm.. Hakiki müsavat (eşitlik) ancak ce miyet i mevtada (ölü
toplumda) mutasavverdir (tasavvur olunmuştur)
—Ebedi (ölümsüz) yalnız bir şiir vardır: Tabiat.,
ve yalnız bir şâir vardır ki her zamanın şâiridir: Mübdi-i tabiat (tabiatı
yaratan)!
—İnsan tükenir, şiir tükenmez: Gökdeki bâzı
yıldızlar gibi yerde henüz nuru (ışığı) insanlara vâsıl olmamış (erişmemiş)
şiirler vardır
—Anlamamak, hamakatin (ahmaklığın) cezayı tabiisi
(tabii cezası) ve kâfisidir!
—Fikirler yükseldikçe aralarında ihtilâflar
(anlaşmazlıklar) çoğalır ve ittifaklar (antlaşmalar) kuvvetlenir
—Hayatta muvaffakiyet (basan) temin etmeyen
(sağlamayan) malûmatımız kendi nazarımızda (gözümüzde) bile kıymetini kaybeder
—YaInız seni sevenleri sevmek muhabbet değil,
mübadeledir (değiş tokuştur)
— Eskiden kızdığına şimdi gülüyor musun, akim
artmış demektir
—Hürriyeti su i istimal eden (kötü kullanan) ona
liyakatsizliğini (lâyık olmadığını) itiraf etmiş olur
—Kuvvetini hücumun ile değil, mukametinle ölç!
—Ekseriyetin gürültüye mecîubiyeti o kadar
kuvvetlidir ki felâketin gürültülüsünü bile kıskananlar görülür
— Kendini medhetmek aharı (başkasını) takdirden
acze delalet eder
—Kıyafet ruhun tercümanlarından biridir
—Hissiyata (hislere) istinad eden (dayanan) kafalar
makulât (akla uygun şeyler) ile ikna edilemez
—Saadet o kadar nisbidir ki seni mes'ud eden
komşunu bedbaht edebilir
—İstediğim olmadıktan sonra dünya benim olmuş neye
yarar!
—Zamanın en büyük kahrı nisyan (unutma) ve en büyük
lütfü de odur
—Hasedin
(kıskancın) sükûtu meziyetinizi itiraftır
—Modanın fikir sahasındaki adı “cereyan”dır
—Daima tevkirin (vekarlandırmanın) perdesi pes,
tahkirin (hakir görmenin) perdesi tizdir: Galiba isteriz ki biri gizli kalsın,
öteki duyulsun
—Her
vaziyetin (durumun) icabettiği nezaket başkadır: Kundura boyacılarına ayağımızı
uzatarak selâm veririz
—Fazilet
bence cemiyet i muhiteye faydalı faaliyettir: Kâtibin fazileti kaleminden
damlar, çiftçininki alnında terler
Süs merakı mübalagalanınca yalnız yüzü değil, kalbi
ve hattâ dimağı düzgünler
—Bir
akşamcının mülâhazası: Hilal ı Ahzar
(yeşilay): “İçme ölürsün!” diyor, sanki içmesem ölmeyecekmişim
—Hatâ ecdadımıza (atalarımıza) âit olmakla sevap
(doğru) olmaz: Hayr ül halef (haleflerin hayırlısı) odur ki babasının
hatalarını tashih eder (düzeltir)
—Bazı adamlar fıtraten (yaratılıştan) esir
doğarlar, öyle ki hürriyet havasını lâyıkı ile teneffüs edemezler
—Güzelliği
anlamak başka, hissetmek başkadır ve her anlayan hissetmez. Anlayıp hissetmemek
hissedip anlamamaktan beterdir (daha fenadır)
—Muzur (zararlı) tesadüfler faydalı tesadüflerden
bin kere daha çoktur: Akıllı adam tesadüften hayır ummaz
—Çok okumuş fakat hiç yaşamamış adam da hiç
okumaksızın çok yaşamış adam kadar câhil sayılır. ——Dimağ (beyin) çifte mumla
aydınlanır ve hayat ile kitaplar birbirinin karşılıklı müfessiridir (yorumcusu
dur)
—Fena yaşayışların çoğu iyi yaşamayı öğrenmemenin
cezasıdır
—En acınacak san'atkâr eserini tashih ettikçe
(düzelttikçe) kıymetten düşürendir
—Ehliyetin
pek kuvvetli bacakları olabilir: Fakat ancak dehaettir ki (deha sahibi olmadır)
kanatlıdır ve uçabilir
—Bâzı dostluklar vardır ki doğdukları gün çok
yaşayacaklarını vaad ederler; ve bâzıları da hissedersiniz
ki, ölü doğuyorlar.
— Hepimiz samimiyeti sevmek iddiasındayız Fakat
aleyhimizde tecelli edince (görününce) aklımıza derhal “kör kadı” fıkrası gelir
— Çok bilen gibi hiç bilmeyen de maili afdır (affa
meyillidir): Kini yarım ilimde ara.
—Bizde eskiden gözü kapalı evlenmek kaide idi;
şimdi başı dönerek evlenmek âdet oldu. Mamafih ikisi de alelekser (ekseriya)
aynı talakı (boşanmayı) doğuruyor
—Fıtreten (yaratılıştan) müteredditler
(kararsızlar) için her yeni dakika tereddüdü (kararsızlığı) arttıran bir
âmildir
—Ahmaklar
kendileri için her muvaffakiyeti (başarıyı) mümkün ve başkaları için her teşebbüsü
akamete (neticesiz kalmaya) mahkûm görürler
—San'at aleminde hücum daima zaafdan kuvvete,
aşağıdan yukarıyadır
—Nefsine (kendine) çok itimadı (güveni) olanın
başkasına emniyeti az olur
—Hürriyetin hakiki âşıkları esirler değil
hürlerdir; zira hürriyeti bile sevmek için tanımak lâzımdır
—En mes'ut asırlara bile, gariptir, mazi (geçmiş)
hasreti karışır
—Dostluğu
müşterek saadet kuvvetlendirir ve müşterek felâket tevhin eder (zayıflatır): Çünkü
ıztırab tabiaten hodgâmdır (kendini düşünendir)
—Hasedlerin (kıskançlıkların) en zehirlisi midenin hasedidir
(kıskançlığıdır)
—Mabudunu
her ferd (kişi) biraz kendi şeklinde tasavvur eder: Zencilerin bütün sanemleri
(putları) zencidir
—İnanmak
biraz mağlûb olmaktır: Çok kolaylıkla insan ya çok sevdiğine ya çok korktuğuna
inanır
—Eski zaman:
“ısıramayacağın eli öp!” demiş;
asrımız bilâkis (aksine): “kıramayacağın zinciri
hiç olmazsa kemir!” der.
—Edebiyatta
tenevü (çeşitlilik) o kadar mühimdir ki edeben zehirlemek bile lâzım gelse semumu
(zehirleri) tenvi etmeliyiz (çeşitlendirmeliyiz)
—Fukaranın
(fakirlerin) hediyesi daima değerinden ziyadeye (fazlaya) malolur
—Körlüklerin en çirkini eski âşinâları
(tanıdıkları) görmemezliğe getirendir
—Gıptayı
(imrenmeyi) tahrik etmeyen (harekete getirmeyen) süs behemehâl (muhakkak)
istihkarı (hakir görmeyi) tevlid eder (doğurur)
—Kuva i
tabiiye (tabii kuvvetler) haricinde (dışında) yalnız bir âmil tanıyorum ki
mantıkidir: Şeytan!
—İnsan kendi
hissiyatını (hislerini) ifade etmeyen şiirleri tamamiyle anlayamaz
—Bir fakirden tanıdığı bir zengini sorunuz: Ya
müsrif der, yahut çingene... fakir nazarında muktesit (tutumlu) zengin yoktur
—Hâtıralarımız, diyoruz ve sanıyoruz ki onlar
hayatımızın aklımızda tam kalan parçalarıdır, halbuki her birinin altında
nisyana (unutulmağa) gömülmüş binlerce parça hayatımız vardır
— Başkası düşdü mü, “çürük tahtaya basmasaydı!”
deriz; kendimiz düşünce bastığımız tahtanın çürük çıkmış olmasından şikâyet
ederiz
—Bence en şayan ı merhamet (acınmağa değer) fakir
odur ki akrabasının zenginliğini dilinden düşüremez
—Etrafımızdakilerden terbiye ve nezaket yoksulluğu bizi onların
iffetsizliğinden (namussuzluğundan) ziyade muztarib (rahatsız) eder
—Yalnız meleklerin değil şeytanın da kanatları
vardır: Velev ateşden olsun
—Geniş manzaralar, sürürümüz (neş'emiz) gibi
elemimizi (üzüntümüzü) de arttırır: Eğer mes'ut isen açıklık ara; bedhahtansın,
(talihsiz misin) kapalı yaşa!.
— Bilhassa akraba meselesinde keyfiyet (nitelik)
kemiyete (niceliğe) müreccahtır (tercih olunur):
—Haksız şikâyet kızdıracak yerde güldürür; haklı
şikâyet utandıracak yerde kızdırır
—Dünyada icrası (yapılması) en güç hareket sanıyorum
ki mevkiinden sukut etmeksizin (düşmeksizin) kahkaha ile gülebilmektir
—Lisan, ruhun vatanıdır
—İki düşmanımızın birbiri ile barışması bir
dostumuzun bize darılmasından daha zararlıdır—Dişsiz ağız ha öpmüş, ha ısırmış
—”Toz!” diye
istihkar ediyorsun (hakir görüyorsun): Halbuki o seni verem ederek öldürebilir,
sen ona hiçbirşey yapamazsın!
—Sürura
(neş'eye) o kadar az alışkınız ki “dün akşam neşeli idim!” desem sorarlar: “ne
kadar içmiştin?”
—Mahcuba
(utangaca) fırsat ver, derhal küstah (terbiyesiz) olur
—Düşmanlarının hatâlarını istismar edemeyen
(sömürmeyen) maharetten (hünerden) bahsetmesin
—Toprak: İşte kavmin anası; lisan: İşte kavmin babası..
—Zulmü affetmek büyüklük, unutmak küçüklüktür
—Boşlar
zevahirle (görünüşle) doludur
—En çok
hoşlandığımız adamlar kendimizdeki meziyetlerden (üstünlüklerden) olup da kusurlarımıza
iştirak edenlerdir (katılanlardır)
—Meslekdaşlarımızın eserlerini beğenmemek
kolay, an samim (samimiyetle) beğenmek çok güçtür —Herşey gibi muhabbetin de fazlası muzırdur
(zararlıdır): Adı sırnaşıklık olur ve mukabil (karşı) muhabbeti azaltır
—Hüsn i niyetten (iyi niyetten) nasibi (kısmeti)
olmayan başkalarına ne iare edebilir (ödünç verebilir)?
Bittabi (tabiatıyla) su-i niyet (kötü niyet)!
—Çabuk
yükselenler içtimai (sosyal) merdiveni kısa, yormaz ve tenha sanırlar
—İstanbul'u
şöyle “Beyazıd'ından tutup dut silker gibi sarsıverin iz eğer hâlis (saf) bir
dedikodu sağnağı isterseniz.
—Hayat bir
aynadır, sen ona gülersen o da sana güler
—Câha (makama) muhabbet nefse (kendine) muhabbet
gibidir, ondan ancak meyuslar (ümitsizler) müstağni (ilgisiz) görünür
—Pek mütecessis (meraklı) adam sebatkâr âşık
olamaz
—Öğünenler arasında meziyetliler de (üstünlüğü
olanlar da) yok değildir, fakat öğünürken meziyetlerini (üstünlüklerini) hiç
ağızlarına almazlar
—Düstura
(kaidesi) budur zekânın işte: Aldanma, fakat görün ferifte (aklanmış)!
—Bâzıları için, “Konuşurken kalbi ağzında!”
derler, ben tercih ederim ki dili dimağında (beyninde) olsun
—Sanayi i nefise (güzel san'atlar) için güzellikten
başka her endişe sinek gibidir: Tahrib etmese de (harap etmese de) kurtlandırır
— Birbirine hiçbir diyecekleri olmayanlardır ki
alelekser (ekseriya) tatlı tatlı konuşurlar!
—İnsanlarda tâbiiyet (tâbi olma) meyli öyle müzmin
(süre gelen) bir hastalık ki şu Amerika'ya bakınız en müterakki (ilerlemiş)
cumhuriyet içinde kendisine “çelik kralı”, “şimendifer kralı”, “bilmem ne
kralı” icad ediyor
—Çok kişi lakırdı ederken “söz”ün bir âmil i
içtimai (sosyal etken) olduğunu hatırlamaz
—Dehaetin (dâhiliğin) arasıra yorulan kanatları,
ehliyetin hiç yorulmaz ayakları vardır
—Müstesna her sahada vardır: Öyle sıralar düşer ki
hakkı bulmak için kavaid i hukuku (hukuk kaidelerini) çiğnemek icabeder.
—Her devir
kendisinden sonrakini doğurmak için ağrı çeker
—Zeki mahfillerde (çevrelerde) ahmakça bir söz
umumi bir sıkıntı tevlid eder (doğurur). Güya o ha makatten (ahmaklıktan) bütün
huzzara (hazır bulunanlara) dağılan birer hisse vardır
—Koyunlarını korumak isteyen çoban ağılın kokusunu
kurda duyurmamalı.
—Kaçakçılık
gümrük hatâlarının gayr ı meşru (meşru olmayan) çocuğudur
—Bir kalleşin yanında bir ahmak görünce: İşte
sustalı çakısı! derim
—Kalbin şerefi helecanmdadır: Çarpıntısı değişmeyen
yürek ölü sayılır
—Çok tacil (acele etme) ve çok tecil (geri bırakma)
ikisi de kararsızlık eseridir
—İnkilâblar çok büyük derslerdir; her dimağa
(beyne) sığmaz ve sığamazlığı dima’ı bittabi (tabiatıyla) bi-huzur (huzursuz)
“der
—Hedef
olduğu haksızlığa karşı her ferdin de rece-i teessürü (üzüntü derecesi)
zaafınınn derecesiyle mütenasiptir (orantılıdır)
—Güzel ağızda çirkin söz iki kere çirkin
görünür
—Öpmek istediğimiz elin tokadıdır ki en çok acıtır
—Alkışlamadığımızı çabuk unuturuz: Hâfızamız biraz
avucumuzdadır
—Köhne (eskimiş) fikirler paslanmış çivilere
benzer: Söküp atmak çok güçtür. (Çizilmiştir)
—Öyle
adamlar gördüm ki kanundan korkmazlar da efsundan (büyüden) ödleri patlar
—Şek (şüphe) bazen malum yolunu sislendirir, fakat
bazen de meçhul kapısının anahtarı olur
—Sanemi (putları) bâzıları perestiş (tapma)
ihtiyacıyla, bazıları da recm (taşa tutma) için ister
—Kaplan sırtı için en tahammülsüz (tahammül
edilemeyecek) yük merhamettir
—Âdi san'atkâr odur ki her eserinden hoşnut
(memnun) görüm!
—Hukukunu haykırmak bile ancak kuvvetli ağızlarda
ahenkdar (ahenkli) hissolunur, aç aslanların, böğürmesi gibi.
—Ak saçlar altında çok tannan (tınlayan) kahkaha
şetaretten (neş'eden) ziyade sarhoşluğu hatırlatır —Her muztarip (ıztırıp çeken) sanır ki
çektiği acıyı başka hiç kimse tatıuamıştır
—Kartalın
beğenmediğini karıncalar kapışırlar
—Bâzı
hatâlardan muhtîler (hatâyı yapanlar) değil, muhtilerin (hatâyı yapanların)
asrı mes'ul (sorumlu) olmak lâzım gelir
—Herkesle
hoş geçinmenin çaresi herkesle bir fikirde olmaktır
—Kerameti
görebilmek için evvel beevvel (her şeyden önce) keramete mutekit olmak (itikat
etmek) lâzımdır
—Muvaffakiyetlerini cüretlerine medyun (borçlu)
olanlar zekâlarından, ve zekâlarına medyun (borçlu) olanlar cüretlerinden bahsederler
—Bizi her
dinleyen biraz metbuumuz olur (bize bağlanır); onun için hiçbir mağrur geveze
değildir
—Kapalı
gözler de levâzım ı iç tim aiy edendir (sosyal levazımdandır): Herkes açık
gözlü olsaydı belki hiç kimse tehlikesiz uyuyamazdı
—Vekarh ruhlara
aharın (başkasının) merhameti de hasedi (kıskançlığı) kadar giran (ağır) gelir
—Düşman düşmanın her faziletine inanabilir, fakat
samimiyetine asla!
—Herkes
nazariyatını (nazariyelerini) onlara edilen hicivler (yermeler) nisbetinde
kıymetli hissedir
—İnsan tamamiyle ne olduğu gibi görünebilir, ne de
olmadığı gibi. Riyakâr (ikiyüzlü) odur ki izhâr ettiğinden (gösterdiğinden)
ziyade izıuar eder (saklar)
—Çirkinlik zevk i selimi (iyi zevki) tahriş eder
(azdırır); zevk i sakim (kötü zevk) güzellikten sinirlenir
—Ef’alimizin (hareketlerimizin) yüzü bize görünür,
astarı komşumuza!
—BIRAK SÖYLESİN:
DİPSİZ MÜBÂHASELERİ (KONUŞMALARI) KISA KESMENİN EN MÜESSİR (TESİRLİ) ÇARESİ
BUDUR
—Eserim kahkahaya mahkûm olmaktansa nisyana
(unutulmağa) mahkûm olsun
—Kabul etmek
istemediğimiz fikirler aleyhine ne kuvvetli mantığımız vardır!
—Ulvî
(yüksek) fikre sarf edilmiş güzel ifadeden ziyade âdi ifade içinde bulduğum
güzel fikre yanarım,
Kendini
beğenmişlerin nedametleri (pişmanlıkları) bile şişkin olur: Sanırlar ki
hatâları ile de kâinatı dolduruyorlardı
—Kurduğu
tuzağa düşmeyen avı hamakat (ahmaklık) ile ittiham eden (suçlayan) avcılar bile
gördüm!
—Elinden
gelse her muharrir (yazar) bütün karilerine (okuyucularına) kendi zevkini
aşılardı
—İcaz (az söz) içinde bir âdi fikir gözümün önüne
dar elbise giymiş kaba bir adam getirir
—Anlaşılanı
anlamayanlardır ki bermutad (âdet üzere) anlaşılmayacakları anlamak iddiasındadırlar —Yalnız muaşakadadır (sevişmededir) ki küçük
sebepler büyük eserler vücude getirebilir!
Ehliyetli ve mütevazı (alçak gönüllü) olmak güç değildir: Güçlük hem
ehliyetsiz hem kibirsiz olabilmektedir
—Bir itâb
(azarlama) ne kadar haklı ise muhataba (kendisine söz söylenene) o derecede
kaba görünür
—Alkış ne
kadar aşağıdan kopsa gururumuz için bir basamak teşkil eder
—Yazısı ile karilerini (okuyucularını) yükseltmeyen
muharrir (yazar) ancak bir kâtiptir
—Riyakâr görünmek korkusu çok kişiyi kabalığa
sevkeder
—Yarasaya güneşi göstermek bir saygısızlıktır
— Cehlin (bilgisizliğin) zararı hamakat ı
muhitanıın(ortamın ahmaklığının) murabbaı (karesi) ile meb suten mütenasiptir
(düz orantılıdır)
—Dümeni dinlemeyen gemi er geç şapa oturur
—Bazıları işitir, fakat dinlemez; bazıları anla
maksızın dinler; bâzıları da eğer işitse dinleyecek ve anlayacak, belâya
bakınız ki sağırdır. Onun için her hatvede (Adımda): “Söz anlayan beri gelsin!”
demeğe mecbur oluruz
—Arasıra
öyle iptidâi (basit) lâkırdılara muhatap olurum ki içimden: “Acaba tufanın
suyu hâlâ kurumadı mı?” derim
— Güzel kelebek isteyen çirkin tırtılı ezmemeli:
Zira o bundan çıkar
—En büyük delilik herkesi bir tarzda düşündürmeğe
çalışmaktır
—Düşmanımızın düşmanı olmayan hakiki dostumuz
olamaz
—Hakiki büyük
adamlar güzel ağaçlara benzerler: Dallarında kuşlar yuva yapar; gölgesinde
insanlar serinler; çiçeklerine sürünen hava rayiha (koku) alır; meyvesi ile
açlar doyar ve yaprakları arasında dökülen güneş damlaları altındaki toprağı
ihya eder (yeniden canlandırır)!
—Sevdiğinizi
yalnız kalbiniz değil, dimağınız ve vicdanınız da müştereken: “sev!” demeli
—Kendimden
ahmak gördüklerim bana “zeki” diyeceklerine tercih ederim ki “ahmak” desinler
—Çok kişi yoksulluk içinde iken varlıklı imiş de
sarf etmek istemiyormuş gibi görünmeğe çalışır; demek ki fakirliği hasislikten
daha büyük ayıp telâkki ediyoruz
—Sağlıklarında hürmet etmek istemediğimiz
büyük adamlarla vefatlarından sonra iftihara (öğünmeğe) hakkımız kalmaz
—Şerrin (kötülüğün) büyük menba-ı (kaynağı) esaat
değil hamakattir (ahmaklıktır): Hapishaneleri fenalardan ziyade budalalar
doldurur
—Kuduranları eğer tedavi imkânı yoksa ancak o zaman
imha (yok) etmeli
—An samim (samimi olarak) bedbin (karamsar) olmak
şartı ile yaşamakta devam ancak kuvvetli ruhların kârıdır (işidir)
—İnsan yalnız dostları ile değil, düşmanları ile de
iftihar edebilmeli
—Bir
dostundan elemsiz ayrılmak ister misin? Şu sırada bir kaç hafta evinde misafir
et
—İnsan vaktin kıymetini en ziyade birisini
beklerken anlıyor
—Musiki
şiirin ifade edemediği hissiyatı (hislerini) ifade eden şiirdir
—Tekebbür
(kibirlenme) ancak birşey üzerinde
yakışır: Hamakat (ahmaklık)
—Yüksek
makamlar ancak hafif başlan döndürür
—Talih korkanları korkutur, cesurlara cesaret
verir
—Devlet ricali (adamları) bizim memlekette kanun-ı
tekâmülün (gelişim kanununun) bir müstesnası dır: Defaten (bir defada) yetişir!
—Sahte yerinmek sahte sevinmekten kolaydır
—KENDİ KENDİSİNİ
İSTİHFAF EDEN (KÜÇÜMSEYEN) ADAMLA HİÇ KİMSE İSTİHZA (ALAY) EDEMEZ
—Her elem ve her lezzet az çok girdiği ruhun
şeklini alır: Kadehde rakı gibi
—Bedbahtlar, olsalar olsalar ancak “uzaktan
akrabamız” olabilirler
— Göz yaşının en müessir (tesirli) ilâcı göz
yaşıdır
—Her ferd için en büyük şâir kendi hülyasında bir
şekl i beyan (söyleme şekli) verebilendir
—Yeis ümidin cilvesidir
—Güçlük mektepden birinci çıkmada değil, hayata iyi
numara ile girebilmektedir
—Debbağ (deri tabaklayan san'atkâr) sevdiği deriyi
yerden yere vurur: Bunda beis yok! Fakat bazan sevmediği deriye kızar da
sevdiği deriyi paralar!
— Mektepde ve hayatta yalnız bir nokta i iştirak
(iştirak noktası) görüyorum
—Edebiyatda iştihar (şöhrete erişmek) kolaydır;
zorluk şöhreti muhafazadadır (korumadadır.)
—Her kendini bilen az çok mütevazıdır (alçak
gönüllüdür): Haykıran haset
(kıskançlık) havlayan köpek gibidir: Isırmağa cesaret edemez
—Haset (kıskançlık) başkasının inalını kendi ağzına
zehretmektir
—Firavun kaç
yaşındasın?
Hazret i Yakub;
Yüzotuz.... ve hiçbir gün rahat yüzü görmedim!
(Galiba Hazret-i Yakub Türkmüş!)
—Bizde post elden gider; post kavgası bitmez
— Dostluk kantarla alış veriş miskalle (birbu çuk
dirhemlik ölçüyle): Düşmanlık da öyledir
—Esasen hiç birşeyi mahvetmemek (yok etmemek)
taraftarıyım: Fakat behemehal (muhakkak) bir şeyi mahvetmem lâzım gelse
“taassub”un canını çıkarırdım
—Şefahatten (aşırı
zevk ve eğlenceden) delikanlıyı nasihat değil, muhabbet kurtarır
—HATÂNI GÖRMEĞE
ALIŞ, VELEV BAŞKALARINDA OLSUN: BİR GÜN GELİR, KENDİ HATÂLARINI DA GÖRÜRSÜN
—Zeki olmak kifayet etmez (yetmez), zeki
görünmelidir de
—Fikir
düşüne düşüne artar
—Hakiki iffet (namus) bir adamın kesesi kadar da
kanâatlarîne hürmet etmektedir
—Eski başka, antika başkadır
—Ağızda
eğreti sözler eğreti dişlerden daha çirkindir
—Kamı tok olan için ramazanla bayramın farkı yoktur
—Çalı fasulyasına nisbetle sırık ne ise bize
nazaran ümit de odur
—Edebsize bir tokat atmalıydın.
Eldivenim yoktu; iğrendim!
—Tıp ne kadar terakki etse Hipokrat (Hippocrate)'ın
“evet!” dediğine Calinus (Gallien): “Hayır” der
—Sözümüz er geç özümüze benzer
—”Başıma belâ geldi!” deriz, Halbuki belâya
ayağımızla kendimiz gitmişizdir
—Dünyada en çok nefret ettiğim mahlûklar
(yaratıklar) sineklerdir: Temiz ve pis herşeye tehalükle (can atma ile)
atılırlar
—Merhametten maraz (hastalık) çıkar, diyorlar Tifüstü
bir kehleyi (biti) incitmeyecek kadar yufka yürekli iseniz doğrudur
—O lâtif
köşkte o çirkin kız. Şekerleme kutusuna
girmiş hamam böceği!
—Köylülerin alın teriyle besleniyoruz! Onun için
benzimizde kandan eser yok!
— Çok kişiye dikkat ettikçe yağmurlu günlerde kira
arabacılarını hatırlarım!
—Salah (iyileşme) eseri bir hasta için uyku, bir
sağ için gözünü açmaktır
—Alıkların sükûtu bana boş kasaları
hatırlatır.
—İsteriz ki arı
bize daima balını versin ve iğnesini hiçbir zaman göstermesin
—Zavallı bitaraflar (tarafsızlar) sizi her fırka
taşa tutar: İsterler ki öteki fırkalarla alâkanız olmasın ve isterler ki
alâkasız olmayasınız!.
—İnsan çok
kere tahkir ettiğinin dûnunda (aşağısında) ve takdir ettiğinin fevkindedir
(yukarısındadır)
—Bizim
diyarda söyleyeni değil, bağıranı dinlerler
—Hiç kimseyi
beğenmeyeni beğenen de pek çok olmaz
—Ferdin beklediği bir inkilâb vardır. Her inkilâbta
sanır ki beklediği inkilâb geldi ve çok geçmeden anlar ki bir daha aldanmış!
—İlim ve
san'atı gözetmeyen hükümetten büyük hayır ummam
—Bir devrin
kazı başka bir devrin kartalı olabilir
—Bizde idare
âlemi içerisine hiç oduncu girmemiş ormana benzer: Orada ıslâhata (Judit)in
kılıcı. (Guillaume Tell)in oku, (Cromvvell)in baltası ile girişin eli
—Merhamet
fakirlerin gözünden, fakat zenginlerin elinden beklenir —Harb ve sulh meselelerinde kedilerle
köpeklerin münasebatı (münâsebetleri) sadık bir tetkik sahasıdır
—Rabbim selâmet versin: Bir gemideyim ki kaptan ile
makinist aynı fikirde değil, dümenci ikisine de muarız (karşı) tayfalarla
yolcularsa hiç düşünmezler
—Güzel bir düstur: Kiminle ve nerde konuşursan
konuş öyle farz edeceksin ki pek şayan ı hürmet (hürmete değer) bir hanımefendi
seni dinliyor
—Ben şuna mutekidim
(inanmışım): Ecdadının (atalarının) hayatı ile bir kimse ne kirlenir, ne
süslenir
—Kalleş ile
ahmaktan mecbur kalırsam birinciyi tercih ederim: Çünkü o nihayet bir işe yarayabilir
— Bir
hükümet isterim ki edebiyata hizmet etsin, edebiyatı istihdam (kullanmak)
kasdına düşmeksizin
—Ne aklından
memnun olmayanı gördüm, ne de tahinden memnun olanı
—Ağrılı başda tâç bile bir belâ olur
— Evlâd anadan
ayrılır, fakat ana evlâddan.... kopar!
—Bence dehayı edebi (edebi dehâ): Herkesin
göremediğini görmek ve gördüğünü herkesin söyleyemeyeceği gibi söylemek
—Saf derûnlar (saf kimseler) başka türlü görü neyim
derken bütün bütün oldukları gibi görünürler!
—Ahara
(başkasına) emniyetsizliğini bildirmek pantolonunun arka cebinde bir “browning”
sakladığını hissettirmeğe benzer
—Şark bir mübalağa adesesidir: Oradan tabiat bile
müfrit (aşırı) görünür
—Mahiyetini (niteliğini) muhafaza ederek
(koruyarak) manzarasını ençok değiştiren şey: Beşerin (insanlığın) gafleti
—Kendi
kendine iken bile samimi olmayan sahte vekarlar (yapma tavırlılar) vardır
—Lezzet almak için öyle sanıyorum ki romanı bir
tarih ve tarihi bir roman gibi okumalı
—Düşün ve yetiştirdiğin fikir tohumlarını rüzgâra
at: Onu çürürse biri filizlenir:
—İstersiniz ki akim (neticesiz) düşünmeyesi niz,
sevdiğiniz meseleleri düşününüz!
—Tarihte dikkat ediniz her “büyük hükümdar”
dedikleri müstebid bir hükümdardır. Onun için ben ancak “iyi hükümdar “ları
büyük tanırım
—Fikri hatâlarımızın en cömerdi şudur: Müstesnayı
kaide sanmak ve müstesnalar üstüne kaide kurmak!
— Bir hastalığı çeken hasta da bilir, tedavi eden
hekim de: Fakat aralarında ne fahiş (büyük) fark!
—Zaman olur ki mes'ud olmak muhite (çevreye) karşı
bir zulm gibi görünür
—Harb i umumi (I.Dünya Savaşı) temelleri kan içinde
bir medeniyet abidesidir
—Körler memleketinde görmek bir hastalık
saydır
—Hak idare şu üç şeyi nefislerinde cem
edebilenlerindir (toplayabilenlerindir): Zekâ, ilim, tecrübe... Ötekiler az çok
gâsıptır (zorla alandır)
—Saadet i şahsiye (şahsi saadet) ancak saadet i
umumiye (herkesin saadeti) ortasında tam olabilir
—İlim ve zekânın istibdadı bile ağır gelmez, çünki
hürriyetin bir vacibesi (gerekli olanı) de ilim ve
zekâya inkiyaddır (boyun eğmektir)
—İnsan ancak
sermaye i ilim (bilgisi) kadar hür olabilir
—Serbest (başıbağlanmamış) ona derler ki başı ancak
ilim ve zekâya bağlıdır
—Bazen su bile şayan ı tel'in (lânetlenmeye lâ yik)
olur: Meselâ yatağından taşarak masum bir köyü ezdiği zaman yahut süt
tağşişatında (karıştırmasında) şerik i cürm (cürüm ortağı) olduğu için
—Yunan ordusu bizim askerlerimizden nasıl korkmasın
ki ev sahibi daima hırsızdan kuvvetlidir ()
—Bizde
“tensikaf'dan (düzenlemeden) bahsetmek ağrısı dinmiş çürük dişi kurcalamağa
benzer
—Hayatta his değil, hayal değil, hattâ zekâ bile
değil, ancak ilim ve tecrübe rehber (yol gösterici) olabilir
—Bâzıları sanıyorlar ki seslerini duyurmak için
kavgadan başka çâre yoktur
—Aydınlık yol gösterir, eğer göz kamaştırın
azsa
—Sıhhat sarsılmadıkça hıfzıssıha (sağlığı koruma)
hatıra gelmez
—Şâirin ruhu tekke, hârâbat (meyhane), meşk hane ve
darülzifafdan (zifaf evinden) terekküb eder (oluşur)
—Beni birisi
zem ederken (kötülerken) hiç korkmam; medhederken titrerim: Zem eden (kötüle
yen) ne kadar yanılsa zararı kendine olur
—Kıyafetimiz
ne olduğumuzu değil, ne olmak istediğimizi gösterir
—Yaşadıkça
yaşamağı öğrenirsin ve öğrendikçe sanırsın ki çok yaşayacaksın
—Memur olmak
kolay, memuriyetle yaşayabilmek zordur
—Bir ziyafete daveti reddetmekdeki lezzet kabuldeki
lezzetten daha yüksektir
—Her hareketin
ahmakçası sevimsizdir, lâkin itraz ile nezaketin ahmakçaları hiç çekilmez
—Gevezelik
söz mukasemesinde (bölüşmesinde) hissesine razı olmamaktır; onun için muhatabı
(karşısındakini) sinirlendirir
—İnsan eserini elbette çocuğundan ziyade sever: Çünkü
çocuğunun ya anası yahut babasıdır; halbuki eserinin hem anası hem babasıdır
—Hainin mânâ
yı cinayeti şudur: “Ben hamiyete lâyık değilim!”
—Çok faal olmak için az hassas (hisli) olmak
şarttır
—Edebiyatta
beğenilmenin çaresi ölmektir, yahut meslektaşları tehdit edebilecek (korkutabilecek)
kadar ehliyetli olmamak
—Necabet (huy temizliği) bir nevi an'ane i uz
viyedir (uzvî gelenektir)
—Kalb
mantıkdan çok kuvvetlidir: Her dilediğini ona söyletir
—Siz yalnız
fenalığı araştırınız; iyilik kendisini gösterir
—Mahcuplara
başkalarının küstahlığı (terbiyesizliği) şayan ı gıbta (imrenmeğe değer) görünür
—Darağacı, bana öyle gelir ki, adaletin hiddet
tavrıdır
—Bir memleketin sokakları fazla gülüyorsa, emin
olabilirsiniz ki evlerinin içi ağlıyor. Evlerinin içi gülen memleketlerde
sokaklar çalışır
—Can sıkıcı
adamlar yazın bana sineklerin muavini (yardımcısı) gibi gelir
—Tövbe “günah sabunu”dur .
—Tımarhanesi
olmayan memleketlerde insan deli olmadığından nasıl emin olur bilmem!
—Sevdiğinin biraz aleyhinde bulunmak gizli
sevdaların bariz (göze çarpar) nişanesidir (belirtisidir) —Kuvvet bilhassa (hususiyle) tahribat
(harap etme) ile kendini gösterir: Babalar “bizim oğlan bir baltaya sap
olamadı!” derler; “bir sapana demir” yahut “bir hokkaya kalem” olamadı,
demezler —Evet, hayvanlarda
merhamet (acıma) kaydı yoktur; fakat zulüm fikri de yoktur
—Hamiyetin (onurun) en kötü şekli alelıtlak
(umumiyetle) ecnebigirizliktir (yabancıdan kaçarlıktır)
—İnsan mefevkin (üstün) tasavvurunu madununkinden
(astınkinden) evvel görür
—Kabalık kendi nefsine karşı fart ı nezakettir
(nezaketin fazlasıdır)
—Hakiki kibir gizli durur, zira bilir ki herkese
karşı kibir sarfı da ehemmiyet (önem) vermenin bir şeklidir
—Daima
sanırız ki mesleğimizi biz ittihaz ettik (aldık, seçtik) halbuki çok kere
meslek bizi ittihaz etmiştir (seçmiştir)
—İstihkar (hor görme) incelere tahkirden daha acı
gelir.
—Dikenden ellerini sakınmayanlardır ki güzel
gülleri koparabilirler
—Ailenin iki büyük temeli vardır: Yatak, beşik —Çok çamur karıştıran ergeç üstünü
lekeler
—Kendini
beğenenlerin iki büyük merakı vardır: Sık sık aynaya bakmak ve çok fotoğraf çıkartmak
—Zaafın
(düşkünlüğün) hakdan bahsetmesi es bab ı zaafına (zaaf sebeplerine) bir daha
ilâve etmek dir
—Bugün
İstanbul halkı: Yuvalarında gagalarını rüzgara açmış yem bekleyen kuşlardır
—İstibdadı (keyfi yönetimi) hükümet doğurur ama
sütninesi ve dadısı millettir
—Şark (doğu)
havası garbldarı (batılıları) titizlendirir
—Ölüme karşı
bir tek nöbetçimiz vardır: Korku!
—Her düşündüğünüz ve her hissettiğiniz, iki ucu
görünmez bir zincirin bir halkasıdır
—Fen bize
tabiatın ancak elfazındaki (sözlerindeki) mânayı tefsir eder (yorumlar); cümlelerindeki
mâna beşerin (insanın) zihni için muakkad (muğlak, meçhul) kalacaktır
—Bir memuriyet isterim ki onda hiç kimsenin gözü
olmasın: Onda da, bakınız, benim gözüm var
— Kılıç kınını kesmez, fakat uygunsuz kın kılıcı
körletir
—Eceli mev'udu
(tabii ölümü) ile ölen memleketler azdır: Öldü dediğimiz memleketlerin çoğu harici
(dış) veya dahili (iç) bir el ile katledilmiştir
—Bazı adamlar için şikâyet bir tabiattır: Güneşe
nisbetle arzın (dünyanın) küçüklüğünden şikâyet edeni bile belki işitirsiniz
—Adalet i ilâhiye (ilâhi adalet) mahkemelerden ümid
kesilince hatıra gelen mercidir (başvuracak yerdir)
—Lâtifeyi sevmeyenler kendi hisselerine düşecek
şakaların yarı sahih (doğru) olmasından korkanlardır
—Mâzi (geçmiş) geçen hayatımızın kısmetsizliğini
isbat ettikçe, gariptir, gelecek hayat nazarımızda (gözümüzde) kıymet alır
—Harb ı umumide (I.
Dünya Savaşında) en çok revaç bulan iki meslek vardı: Erkân ı harblik
(kurmaylık) ve.... falcılık!
—Anlamayanların medhi zemininden (kötülemesinden)
ağır gelir
—Hangi yolda olursa olsun çok mesafe katetmek
(almak) ister misin, yavaş yürü, fakat hiç durmaksızın
—Birşey istemek için kapı çalan isteyeceği rütbe, nişan, memuriyet, yahut bir
dilim ekmek, her ne olsa— dilencidir
—İftira en canı pek hayvandır: Geberdikden sonra
bile sinsi bir hayat ile yaşar!
—Talihe inananlar ve talinden bahsedenler hep
kendilerini talihsiz hissedenlerdir
—”Amir
herkes olabilir, hüner “muta” (kendisine itaat edilen) olmaktadır
—Metin (kuvvetli) ruhlar tazyik altında, ezilmez
mühürlenir!
—Her leke sabunla çıkmaz, bâzıları benzin ve
bâzıları... ebedi deniz banyosu ister!
—Aharın
(başkasının) felâketi bedbahtı mes'ut etmese de müteselli (teselli) eder: İnsan
budalaca hodgâmdır (bencildir)
—Musibette (felâkette) bile teferrüd (sivrilme)
dâiyesi (niyeti) unutulmaz: “Böyle belâlar da yalnız benim başıma gelir!”
deriz
—Bir makalede iki büyük güçlük: İyi başlamak, güzel
bitirmek!
—iyilik akim (neticesiz) kalmaz: Şükran doğurmazsa
küfrân (nankörlük) doğurur
—Hiç kimse
kendi meddahını (medhedenini) zekadan mahrum görmez
Bulduğumuz daima umduğumuzdan dûn (aşağı) ve
çektiğimiz daima korkduğumuzdan efzûn (fazla) görünür
—Yüksek ahlâk ancak yüksek zekâya refakat (eşlik)
edebilir: Hiçbir ahmak tamamıyla halûk (iyi huylu) değildir
—Dikkat ediyorum:
Her tanıştığım adamın kendine göre beni bir tanıyışı var. Tanıdıklarınız
arttıkça
sanki şahsiyetiniz
taaddüt eder (çoğalır)
— Bir sinema
müdavimi (devamlı gideni) diyordu:
Sinemanın
letafeti şundadır ki gayr ı müslim aktrisler Türkçe söylemezler!
—Terbiyesizlikde bile ihtiyat eseri gösterenler
vardır: meselâ: “Sormak ayıp olmasın!” mukaddemesi (başlangıcı) gibi
—Fevkalâde (olağanüstü) adamlar arasında hiç, ama
hiç güzel bıyıklı adam görmedim: Acaba güzel bıyık hilkatin (yaratılışın)
bayağılık vesikası mıdır?
—Kıymet
nedrettedir (azlıktadır): Politika âleminde “namuslu” sıfatı ve edebiyat
âleminde “zengin” şöhreti müstesna (eşsiz) bir ehemmiyet alır
—Hiç cezasız
terbiyeye aklım ermiyor: Saçlar bile kıvrılmak için kızgın demir ve tazyik
ister
—Bâzı adamların karikatürleri, mümkün değil, muvaffak
olmaz: Güya fotoğraf yalanı rekabete mâni olur!
—Nâ mütenahiliği (sonsuzluğu) ben bilhassa “nisyan”
(unutulma) da görürüm: Ne kadar adam yuttu, ve daha ne kadar yutacak ve hiç
dolmak bilmez!
—Memurin (memurlar) müsabakası: Ekmek fethi için
açılmış ne hazin muharebedir (savaştır)
— Alelekser (ekseriya) derin sözler uzun sükûtları
(sessizlikleri) takib eder
—Tayyarecileri kıskanıyorum: Kanaatimce insanları
nisbet i hakiki yelerinde (gerçek ölçülerinde) yalnız onlar görebiliyorlar
—PUSULAMIZIN
ŞAŞIRDIĞINI ŞUNDAN ANLIYORUM Kİ HER BİRİMİZ KENDİ GÖBEĞİMİZİ KUTUB YILDIZI
SANIYORUZ
—Zaman sana uymazsa sen zamana uy, derler. Bizim
zamanımızı düşününce bundan daha ağır teklif yok
—Bâzı hayatlar kırık doğarlar, onları hiçbirşey
tamir edemez
—Herkesle
beraber aldanmak hakika'i görüp de kendi kendine kalmakdan ehvendir
(iyidir)
—Kendi kendinize kalınca canınız sıkılıyor mu, o
halde huzurunuzun başkasına sıkıntı verdiğinden hiç mütaaccib olmamalısınız
(hayrete düşmemelisiniz)
—Anlamaksızın okuduğum kitap sanırım ki benimle
alay eder
—Felâketin
açamadığı göz kör kalmağa mahkûmdur
—Şayan ı merhamet (acınmağa değer) o milletlerdir
ki mazileriyle (geçmişleriyle) iftihar (övünür) ve âtilerinden
(geleceklerinden) şüphe ederler
—Dikkat ediniz: Fedakârlıktan bermutad (adet üzere)
tok karnına bahsolunur
—Küre i arz (dünya) hudutların parçaladığı bir
yürektir ki sızlayarak semaya bakar!
—”Hak”ın vazifesi âlemi ağlatmak ve kana boyamak
değil tenvir etmektir (aydınlatmaktır)
—Bizim gençliğimizde izdivaç (evlenme) şeraiti
(şartları) öyleydi ki kocaların çoğu zevceleri uyurken koynuna girivermiş
gibiydiler
— KİRLİ VE ACI SUDA
YAŞAMAYA ALIŞIK BALIK TATLI VE TEMİZ SUDA BOĞULUR
—Fakir her yerde biraz yabancıdır, kendi evinde
bile
—Bence en müz'iç (izaç edici) muhatablar: İşitmek
isteyen sağır ve anlamak dileyen alım ak!
—Harb i umumi'de (I.Dünya Savaşı'nda) Almanların
mağlub olacaklarını kesdirenlerimiz ancak yüzde binde bir kişi idi: İşte
ekseriyet i ârânın (çoğunluk reyinin) kıymeti!
—En soğuk câliyet (yapın acıklıhk) yapmacıklıların
tabii görünmeye çalışmalarıdır
—Dikkat ediniz: Pek kırkın temizlerde ahlak
nezâfeti (temizliği) ender (çok az) görülür
—Muvaffakiyete (başarıya) mâni olan sebeplerin en
acısı fakirliktir
—Daima Arap sabunu kullanan bir akıllı: “Siyahdır
kire dayanır!” dermiş
—”Şiir
sevmem!” diyen şiirden anlamadığını itiraf etmiş olur
—Dâhilerin asarı (eserleri) onlardır ki çok yüksek
güzellikleri arasında garip kusurlar görülür. Kusursuz eserler dehaya değil,
ehliyete delâlet eder
—İnkisâr ı
hayalin (hayal kırıklığının) menşei şudur ki bulabileceğimizi değil,
istediğimizi umarız
— “Matbuat” (basın) ın ifadesine nazaran bizde
harp, mütâreke, kolera, kaht (kıtlık), iyi kötü her hâdise “hükümran” olur
(hükünTsürer)
—Herkes zekâsını ilminden vâsi hisseder, halbuki
ilmini temamen ihata edebilmiş zekâlar enderdir
—Kuvve i iptidaiyesini (iptidâi kuvvetini)
kaybetmeyen adam gençtir, yaşı her kaç olsa.
—Harb zenginleri değil, harb kibarları tahammülsüz
(çekilmez)!
—Zencilerin ruhu bana öyle gelir ki kahve
telvesinden yahut kundura boyasından mahluktur (yaratılmıştır)
—Fazla emniyet ve fazla emniyetsizlik ikisi de
hiyaneti davet eder
—İnsan anlamadığını sevebilir, fakat sevmediğini
anlayamaz!
—Hamakatın (ahmaklığın) tashihi (düzeltilmesi)
zekânın hatasından beterdir: Bazı edebiyat hocalarının elinden geçmiş talebe
müsveddelerine dikkat ediniz
—Çok süslüler pek samimi mahluklar (yaratıklar)
değildirler
—Hayatta tehlike
ileri gitmekte mi, geri kalmakta mı, yoksa hiç ayarını bozmamakta mıdır, henüz
kestiremedim
—Hayat yolunda bizi yoran mesafenin uzunluğu değil,
kunduramızın eskiliğidir
—İkbal (mevkie erişme) ve idbar (mevkiden düşme)
iyiyi daha iyi fenayı daha fena eder: Onlar da içki gibi birer mihenktir (ölçü
taşıdır)
—Hay kırıyorsun, tabiidir ki ağzından çıkanı
kulağın işitmez
—Bizde izdivaç şarkılarının belli başlı nakaratı:
—Terliklerimi ver; pijamamı getir!
—İnce bir
hanım dermiş ki: —Kocamın bir takkesi ve bir Şam hırkası olacağına iki ortağım
olsun
—Hamal yük
altında güzel yürür: Şu kadar var ki başı bi lüzüm (lüzumsuz) görünür.
—Bilmem kim: “Ölüm bir cümle nihayetine vazedilmiş
(konulmuş) noktadır.” demiş. Temsil (benzetme) doğrudur, şu fark ile ki hiç
kimse elleri titre meksizin o noktayı koyamaz.
—Vicdan, onu herkes kalbinde taşımaz: Dilinde,
midesinde ve hattâ cüzdanında taşıyanlar vardır.
—”Cennet kılıçların gölgesi altındadır.” buyrul
muş, lâkin şimdilik kılıçların gölgesi altında ben ancak süngüleri
görüyorum
—Gelinciksiz tarla olmuyor: Başaklarda bile süs
ihtiyacı var.
—KENDİ ELLERİMİZLE
DEMİR KAFESİ KURAR, İÇERİSİNE GİRERİZ VE SONRA: “AMAN BİRAZ HÜRRİYET!” DİYE
HAYKIRIRIZ
—At yarışlarında yerinden kımıldamaksızın
hayvanlara koş! emri veren bir adam vardır: Gayr ı müsellah (silahsız) hamiyet
furuşlarımızı (onur satanlarımızı) ona benzetirim!
—Kimlerden mürekkeb olursa olsun her kalabalık bir
koyun sürüşüdür
—Cehil devam
ettikçe mescid, mahkeme, matbaa, medrese, her ne bina etmiş olsak mahbes olur.
—İstanbul'da bi's sühule (kolaylıkla) kazanılan
şey: Bir yaşdan sonra semen (semizlik)
—Her
mahbusa acırım, hurafat (hurafeler) ve telkinat (telkinler) mahbuslarına
hepsinden ziyade
—Edebiyatta şöhret en büyük gıdasını ta'rizden
(dokunacak söz söylemeden) alır
—Müdahane
(dalkavukluk) san'atı zan olunduğu kadar kolay değildir: Birini alkışlamadan
evvel kendi nefsinde beğendiği hangi evsafdır (vasıflardır) iyice tahkik
etmeliyiz (araştırmalıyız)
—Rütbe,
nişan bâzılarını yükseltir, bilâkis bâzılarını rütbe ve nişanı alçaltır
—Aczini
duymayan adamın kuvvetine güvenme
—Belagatte (güzel söz söylemede) basiret bir
korkaklıktır ve bilâkis (aksine) fesahatte (açıklıkta) korkaklık bir eser i
basirettir (basiret eseridir): Pervasız (korkusuz) düşün, titreye titreye yaz
—Kuvvetli dimağlar
ölü fikirlerle düşünemez
—Asırların tecrübeleriyle yoğrulmayan her üslûba nâ
pûhte (pişmemiş) denebilir
—Zeki adam
tepeden tırnağa göz kulakdır
—Çok kişi
için, matbuat (basın) dimağın bir hazır esvab mağazasıdır: Oradan hazır efkâr
(fikirler) alırlar
—Rüyada
ağlayanın gözü yaşarmaz
—Bazılarına: “Sen hasta değilsin: kendini
dinliyorsun “ derler. Halbuki hasta olmaksızın kendini dinlemek de bir
hastalıkdır
—Bazı gözler
vardır ki nazardan (görüşten) mahrum zan olunur: O kadar cansız bakarlar
—Zaman olur ki nazarımda (gözümde) her şey küçülür:
Öyle dakikalarda benim için ummanlar (okyanuslar) arzın kabuğu üstünde bir
şebnem (çiy) tabakasıdır
—Hayatlarında sesleri duyulmayanların vefatları
duyulmaz
—Ne
yaptıklarını bilmeyenler bittabi (tabiatıyla) istemezler ki ne yaptıkları
bilinsin
—Kalabalığı
hiç sevmem: Orada bana öyle gelir ki herkes birbirine sıvaşır!
—Yüksek fikirler yüksek dağlara benzer: Alışkın
olmayanları ürkütür
—Mektep şeriklerini (arkadaşlarım) teşbih da
nelerine benzetebilirsiniz: Tahsil (öğrenim) nihayetinde iplik kopar ve her
biri bir başka tarafa yuvarlanır
—Niçin dargın olduğunuzu bilmezseniz tabiidir ki
barışamazsınız
—Doğduğumdan
beri işitirim: “Bu böyle devam edemez!” derler. Hâlbuki pek âlâ etti, ediyor ve
kim bilir daha ne kadar edecek
—Avamın
(halkın) dimağı kulağından giren sözlerle düşünür; içinden doğan fikirler ile
değil
—Her hain
korkaktır, derler. İlâve edeyim ki hain olmaksızın korkak olanlar da vardır ve
böyleleri her tarafda hiyanet asarı (eserleri) görürler
—Tensikatınızın (düzenlemenizin) neticesi ister
misiniz ki hayırlı olsun? Evvel emirde (herşeyden önce) kalburla eleği
temizleyiniz
—Şimdi büyük
caddelerimizin gürültüsünü dinlerken sanıyorum ki koca İstanbul'un açlıktan
karnı gurulduyor
—Korku fena
nasihat verir, derler. Bütün ihtiraslar, infialler (kırgınlıklar) de böyledir
—Her cenaze
alayına tesadüfümde (rastlayışımda) düşünürüm: “Şimdi omuzlarında taşıyorlar,
bir saat sonra ayaklan altında çiğneyecekler!”
—Halinden
şikâyet büyük bir saygısızlıktır: “Elemimden bir hisse al” demektir; niçin
alınsın?
—İnsan ne
düşünse fikrine biraz kendisini karıştırır: Câzibe i umumiye (arz çekimi)
nazariyesinde bile kendi nefsini merkez hissetmeyen azdır
—Nefsinden (kendisinden) memnun olmayanı hiçbir şey
ve hiç kimse memnun edemez
—En serbest
harekâtınızda (hareketlerinizde) bile dikkat ediniz, ayağınız bir ipek köstekle
bağlıdır: Menfaatiniz
—Küçük
dimağlar kendilerini cüz'iyyat (küçük şeyler) çalılığında kaybederler;
külliyatı (bütünlükleri) ancak müstesna (eşsiz) zekâlar ihata eder (kavrar)
—O adamlara
acırım ki etrafındakilere uymak için küçülmeğe ve irtifalarından (yüksekliklerinden
f feda etmeğe mecbur olurlar
—Yaşamadığı saadetin lezzetini ümid ve hayal
kuvvetiyle duyanlar vardır: Onlara da mes'ud demeliyiz —Kırılmış hayatı şikâyetsiz yaşamak: İşte en
büyük metanet (dayanıklılık)
—Yüzde
çirkinlik huyda mübalağa tevlid eder (doğurur): Çirkinliklerin iyisi güzellerin
iyisinden daha iyi ve fenası daha fenadır. Fenaların çirkinliği haklı bir
cezayı tabii (tabii ceza) gibi görünür. Ve iyilerin çirkinliği karşısında
tabiat hesabına bir utanma hisseder gibi olursunuz
—Kin hissi ancak boş ruhları doldurur
—Hakiki ve tam saadet ancak ölüm fikrinden bi haber
(habersiz) olduğumuz devirde mümkündür:
—En hür adam hiç olmazsa bir sürü âdetlerin ve bir
alay an'anenin (geleneğin) esiridir
—Kavilerin (kuvvetlilerin) değil zaitlerin
zulmünden iğrenirim: Aslanla kehleyi (bit— mukayese ediniz
—İlim bermudat (âdet üzere) tahlili (çözücü) san'at
ve felsefe terkibidir (birleştiricidir)
—Galatı (yanlışı) öğreten derse şüphe yok ki cehil
tercih olunur: Ehliyetsiz hocaların çanına ot tıkamak ilme hizmettir
—HİÇBİR
DİLDEN ANLAMAYANLARA KUVVETİN BELÂGATİ İLE MERAM ANLATMAK FARZ OLUR!
—Hiç kimse kendi kokusunu duymaz, cihanı kokutsa
bile!
—Kâinatı
yaratmakla halik (halk eden) kendini de halk etmiştir (yaratmıştır)
—Güneşin altında at fışkısı bile altın çelenk
görünür
—Maziyi (geçmişi) hatırlaman bile yarınki hayatı
hatırlaman için olmalı
—Herkes tarihini geçtiği yola ayaklarıyla yazar
—Annesi! Çocuğuna
yalnız söylemeği değil, dinlemeği de öğret ki yavrucak konuşmağı öğrenmiş
olsun!
—Ben nasıl ecdadımla (atalarımla) bir kafada
olabilirim ki onların tepelerinden bulut ve kuş geçerdi, benimkinde radyo ve
tayyare (uçak) dolaşıyor
—Akl-ı âmil (amel eden akıl) akl ı kâmilden (olgun
akıldan) üstündür
—Bizim
kelimemiz çok mâna doğuramıyor, zira melekler gibi onlarda da müenneslik, müzekkerlik
yok
—Nurun gölgesi olmaz ama nur olmasa gölge olmazdı
—Korku
cüretten az tehlikeli değildir. İkisi arasında tercih bir mizaç meselesidir,
basiret (sağgörü) değil
—Yağmur yağarken küpünüzü doldurunuz ve küpünüz
dolunca... lekelerinizi yıkayınız!
—Eğer sağ elin ibda'a (yaratmağa) kadirse
(nıuktedirse) sol eline yıkmak hakkını tanırım
—Saçına kır düşen âşık yarım koca sayılır
— KapıIarı affa ve pencereleri hürriyete açılmayan
mâbed bence bir vicdan mahbesidir (hapishanesi dir)
—Nur evet, nur ama unutma ki diriyi kuvvetlendiren
güneş ölüyü kokutur
—Ahlâk düsturlarını kıymetten düşüren şudur ki
sağır ve dilsiz fazileti herkes istediği gibi söyletebilir
—Su dolu bir
bardağın dibinde ben susuzluk hissederim: Zira bir susayan olmasa o bardak
dolmazdı —Dalkavuklar ne kadar
yükselseler kendilerini yükselten tepme izlerini kıçlarından silemezler
—Çok kişinin en kuvvetli fikirleri kendi göbekleri
etrafında döner
—Yakından baksanız bir ferdin tamâmı
(açgözlülüğünü) bütün beşeriyet (insanlık) doyuramaz
—Cumhuriyet falakayı kaldırmadan evvel falakacıları
falakaya yatırmalıydı!
—Hodgâmlığı (bencilliği) bir maymuncuk gibi
kullanırsanız esrarını aç anlayacağınız yürek hemen hiç kalmaz
—Menfaat âdeta vicdanların cildi gibidir: Ona
dokunanlar ruhumuzun derisini yüzüyorlar sanırız “Hep”lerdir ki “hiç” telâkki edilmeğe
(sayılmağa) ehemmiyet (önem) vermezler
—Hürriyet açacağı yaraya deva (ilâç) olan silâhdır
—Fedakârlıklann en gücü zekâdan fedakârlık ederek
anladığı halde kendini anlamamağa mahkûm et mekdir!
—Kişinin işi içinin aynasıdır
—O ayyaşlar
tuhafıma gider ki biraz içtiler mi, ahlâktan bahse koyulurlar!
—Kat'i (kesin) surette inanan adam kendi için
anlamak sahasını tecdid etmiş (yenilemiş) olur; zekânın hürriyeti şüphededir t
—Her ihtiyar
bunamaz ama akıl yüzdeki buruşuklukların kemendine tutulur!
—Musiki şiirin ifade edemeyeceği şiiri ifade eden
şiirdir
—Saltanat
Türkiye'sini düşündükçe anlıyorum ki ölümü yıpratan ancak cismin iriliği
olmuştur!
—Kin kurşundan ağırdır; kanatları ne kadar geniş
olsa garazkâr (garaz tutucu) yükselemez
—Kuvvet bütün tabiatın tanıdığı hakdır. Hak ise
yalnız insanların birbirine tanıtmağa çalıştıkları mevzu (kurulmuş)
kuvvettir
—Bırak, ben başka türlü düşüneyim: Bu ihtilâf dan
(anlaşmazlıktan) olsa olsa şu çıkar ki düşündüğü şey bir cephe daha kazanmış
olur
—Daima melek olarak
ancak semada (gökte) yaşanır; yerde yaşamak için arasını şeytan olmak
farzdır
—Sevinç ve keder: Hayatta her gün girip çıktığımız
cehennem
—Eceli gelmiş, deriz: Hayır, ecele kendisi
gitmiştir, ölüm yürümez; dirilerdir ki daima ona yaklaşırlar —En vefalı dostumuz gölgemizdir: O da
yoldaşlık etmek için güneşli hava bekler
— Her sene Teşrin i evvelde (ekimde) ölen yazı
defnederken (gömerken) anlarız ki güzel mevsim çok
kısa imiş. Mamafih önümüzdeki Nisan'ın
kırlangıçları yine bizi aldatır!
—Önce gıda, sonra sevda: Hiçbir güvercin yemliği
boş iken eşini aramaz
—Tabiat kör ve sağırdır: İyi görene ve iyi işi dene
farkında olmayarak az çok zulmeder
—Hizmetten her esir müteneffirdir (nefret eder):
Azad olduktan sonra bile bu nefreti devam eder
—Fikir
ordusu yasak tanımaz: Yürür... ve daima yürür
—VATANINI HEMEN HER
FERD KENDİ FİKİRLERİYLE İDARE OLUNMAK İÇİN YARADILMIŞ SANIR!
—Hakiki âlimleri tetebbu ederken (incelerken) kendi
bilgilerime “lafz ı murad” (söylemek istediklerim) diyorum: Onların mevcudat
(mevcut olanlarla) ile bina ettiklerini ben zihnimde kelimelerle çatmağa
çabalamışını
—Çoğumuz için “dünya” içinde yaşadığımız kasaba
veya köydür
—Her yıl elinde bir sual (soru) işareti ile gelir
ve giderken ardında bir taaccüb (şaşma) işareti bırakır
—Her
anlamadığımız hadise (olay) bize gayr-ı tabii (tabiinin dışında) görünür
—Yaşamak çok
kişi için yeyip içerek ölümü beklemektir
—Edebiyatta
gençliğini kaybetmeksizin yirmi seneden ziyade yaşayan teceddüt (yenilik)
görmedim San'at denebilir ki san'atkârdan çabuk ihtiyarlar
—Fikir
önünde ahret öyle derin ve o kadar geniştir ki hiçbir itikad (inanç) onu
tamamıyla ne doldurabilir, ne aydınlatabilir
—Her şey az çok çiğ et gibidir: Biraz sabır ister
ki kebab olsun!
—Dikkat
ediniz: İnsan tok karnına inkâra, aç iken daha ziyade imâna maildir
—İstihkar
(hakir görülme) ancak istihkar (hakir görme) ile ödenir —Sevdiğin mahlûkdan (yaratıktan) soğumak
ister misin? Aranıza bir parmak nikâh çal!
—Gül yüzünü
bir şişeye doldurmak ne kadar mümkünse arzın güzelliklerini şiire koymak da o
kadar mümkündür
—Acıkan için lokanta camekânı en lâtif manzaradır
—Bir adam karşımda övünürken frenk sıfırının iki
kavsi üstüme geriniyor, sanırım
— Bülbülü bir fiske ile susturabiliriz: Fakat
sopaya davransanız bile eşeği anırmaktan menedemezsiniz
—Eğer hürriyeti başkasından kıskanıyorsam
hükmedebilirsiniz ki efendi görünen köleyim
—Elemi bilmeyenin merhametine inanmayınız
—Taze heyecan duymayan yeni şiir ibda edemez
(yaratamaz)
—Herkes umduğunu olacak sanır: Tabiatta bedbin
(kötümser) yoktur
—Bir faydaya âlet etmek istediğiniz dakikada
san'atı tahtından hal etmiş (indirmiş) olursunuz
—İnsan bir hayvandır ki hayvan olduğunu her
hayvandan daha sık hatırlar!
—Her zenginlik düşman yaratır; Fikir zenginliği
hepsinden ziyade
—Çok kere komşumuzun semizliğidir ki bizi iğne
ipliğe çevirir
—Kulağımıza uygun gelen her gürültü bir musikidir
—Garibdir ki istibdâd ancak esir ruhlu
yaratılanlara tatlı gelir
—Küstahlık, gemi azıya almış acizdir
—Akıllı diriler ölülerin acı tecrübelerinden
derdine deva çıkarır
—HARB I UMUMİ (
.DÜNYA SAVAŞI) SAĞNAKLARINDA DOLAN KÜPLERİN MÜTAREKE DEVRİ DİPLERİNİ
DELDİ.
—En hazin şey gözleri kuru olarak ağlamakdır
—Yaşayacak yenilikler ancak eskiyi bilenlerden
sadır olabilir (çıkabilir)
— İbadet çok kere keder için mahreç (çıkış)
borusudur
—Halk ne dizginleri, ne de onları tutan eli
hissetmemelidir ki candan itaat etsin
—Seyahatin güzelliği bana öyle geliyor ki karada
biraz kurur ve onu ancak denizin nihayetsiz ahenklerinde buluruz
—Şiir daima gençtir: Ruhunuzda onun hayatını
duyduğunuz müddetçe ihtiyarlamadığınıza hükmedebilirsiniz
—Her yenilik yabancıdır: Muhit (çevre) onu ezmeğe
çalışır; fakat yaşamağa lâyıksa ezilmez
—Her yeni nimet suiistimale uğrar; ondan nasıl
istifade edileceğini tecrübe bize öğretinceye kadar
—Fena yaşamış olmamak için yalnız yatağımızı değil
mezarımızı da iyi hazırlamalıyız
—En acı yaşlar gözümüzden akanlar değil, içimizde
hapse mecbur olduklarımızdır
—Yaşamak evet, kimyanın dediği doğru!— yanmaktır;
şu kadar var ki bir yaştan sonra insan alevsiz, kuru duman halinde yanıyor
—Hastalıkların çoğu yarasalara benzer: Nurun az
olduğu yerlerde dolaşır
—Düşünürken iş yerine lâf koydun mu, hayatı masala
çevirmiş olursun
—Cebin delik ve cüzdanın boşsa beyhude (boşuna)
üzülme, mevzun (uyumlu) yürüyemezsin
—Güzel fikir ihtiyarlamaz.
— İfrat aşırdık) hiçbir yolda caiz (yakışık alır)
değildir: Nurun bile fazlası gözü kör eder.
— Haykıran sükûtlar (susuşlar) vardır ki ancak.
Allah Teâlâ işitir
—Daima gözümüzü açmalıyız ki hayatı rüya sanmayalım
—kaldırımı olmayan sokaklarda evler bana yalınayak
gibi gelir
—Zekâyı hangi zindana tıksanız kendisine kenarından
sıvışacak bir gedik açar
—Mürteci
(gerici) ileriyi ve yukarıyı tanımaz: Her değişiklik onca bir musibet (felâket)
telâkki olunur (sayılır)
—Bir kavmin hayatını uzatacak her hareket
mukaddestir, manzarası çirkin ve hattâ kanlı olsa bile —Kanun yoktur ki size adalet hissi
verirken hasmınızda kuvvetin suiistimali gibi görünmesin
—Talihsizin eli yağmurda veya kurakta kapansın:
Avucu daima boş kalır
— Seven için
sevdiği daima gençtir
—Her yerde bir bakıma terakki (ilerleme) bir bakıma
tedenni (gerileme) vardır: Yüksekte oturanlar yalnız terakkiyi (ilerlemeyi)
görürler, aşağıdakilere yalnız tedenni (gerileme) görünür!
—Yarasaya güneşi göstermek bir saygısızlıktır
—Dümeni dinlemeyen gemi ergeç karaya oturur
—Bazıları dinlemez
ki anlasın; bazıları anlamaksızın dinler; bâzıları da eğer işitse anlayacak,
fakat belâya bakınız ki sağırdır. Onun için sık sık: “Söz anlayan beri gelsin!”
derneğe mecbur oluruz
—Arasıra öyle iptidâi (basit) lâkırdılara nuıha tab
olurum ki içimden: “Acaba tufanın suyu henüz kuramadı mı? derim
—Sevdiğinizi yalnız
kalbiniz deyi, dimağınız ve vicdanınız da müştereken: “sev!” demeli
—İnsan
yalnız dostlarıyla değil, düşmanlarıda iftihar edebilmeli (övünebilmek)
—Sağlıklarında kendilerine hürmetsizlik
ettiğimiz büyük adamlarla vefatlarından sonra iftihara (övünmeğe) hakkımız
kalmaz
—Bence
apdallık fenalıkdan ziyade korkunçtur: Hapishaneleri fenalardan ziyade ahmaklar
doldurur
—Sevmediği halde kendisini âşık sananlar kadar da
sevdiği halde âşık olmadığını iddia edenler görülür
—Hakiki büyük adamlar güzel ağaçlara benzerler:
Dallarında yuvalar kurulur, gölgesinde yorgunlar dinlenir; çiçeklerine
sürünenler güzel koku alırlar; meyvesiyle açmakla doyar ve yaprakları arasından
dökülen güneş damlaları toprağa hayat verir: hiç kimseye ve hiç birşeye zararı
dokunmaz.
—Çoğumuz bilmeyiz ki ateş ve yıldız böcekleri gibi
etrafın karanlığı sayesinde parlıyoruz
—Yanan kıvılcım sönük volkandan kuvvetlidir
—Acı tecrübeler nadiren (pek az) ferdi
uslandırabilir, fakat hiçbir zaman bir cemiyetin aklını başına getiremez
—Gençlerin hayatı tanımak iddiası henüz eşiğine
ayak bastığımız binanın her tarafını bilmemiz iddiasına benzer
—Çalışan avucun nasırı altından
—Gözlerinizi okşayarak sizi uyandıran sabah
güneşinin güzelliğine inanıyor musunuz? Hayata bir kere daha yeniden doğdunuz
demektir
—Yaşamak her saniye biraz ölmektir.
—Sarhoşlukta küstahlığın adı zekâ olur
—Çok uykusu gelen için bütün dünya uyuklar!
—Zamanımızda garbi (batıyı) iyi tanımadıkça
müsteşrik (orientalist) bile olamazsın!
—Bir sima yüreğimize yaklaştıkça kusurları silinir
—İlim bir
türlü, cehil bin türlüdür
—Cimriliğin girdiği yerden kibarlık kaçar
—Yağmurdan korkanlar kadar da güneşdcn korkanlar
vardır: Ve hepsi şemsiye altında buluşurlar
—Yalnız insan değil hiçbir şey kusursuz olmaz: En
saf suyun gizli bir tortusu vardır ve arayınca güneşin nle lekeleri keşfolunur.
—İçtimâi (sosyal) fırtınaların rasadhanesi borsadır
—Seyyahların en bahtiyarı bahadırı: Laponya'[1]
dan genç çıkar, Hindistan'a genç girer; her yerde daima güzel gençliğini
gezdirir
—İrsen (doğuştan) hükümdar mısın?... Çalış ki gün
doğmasın, zira gece karanlığında köle ettiklerinin
yer ağardık tan sonra kölesi bile olamazsın
—Mutlakiyyet) mantığı ancak cehlin kesif
karanlığında yarasalar veya bay kuşlarla beraber yaşayabilir
— İlelebed (sonsuza kadar) tahtında kalacak yalnız
bir hükümdar tanırım: Para... kim olursak olalım ona biat mecburiyetindeyiz.
—Sevin,
fakat sevincin kimseyi incitmesin
—Tarafdarlık
gibi muhalefet de çok sert kolalı yakalığa benzer: Onlardan biri gerdanınızda
iken başınız istediğiniz gibi oynatamazsınız
—San'atkâr nazarında açan bir çiçek düşünen bir
filozofdan daha derindir
— Hecelerini parmakla sayarak yahut aruza uydurarak
zan eder misiniz ki sözü şiire yükseltirsiniz?
—Bu tıpkı bir yapma sümbül lavantası serpmek ile
hakiki sümbül yarattığımıza inanmak gibidir
—Şüphe yok
ki şiir bir sefahattir (Eğlenceye düşkünlüktür) ve öyle olduğu için halk onu musiki
dalgalarına san'at yoldaşlığı edecek bir söz oyunu, bir beste yardağı olarak
kabul eder
—San'atın
ağlattığı göz bile ağlarken biraz san'atkâr olur
—Şiir
herkesin lakırdısı olamaz: Vakıa onda da sözden söze yürüyeceksiniz, fakat
lâhuti (ilâhi) adımlarla
—Su nesir
ise şiir buluttur: ve yükselirken içindeki tuzu, sodayı ve çamımı yerde bırakır
—Şiir insan dudağına ilk doğar gibi taze olmalıdır
ve onda yeni bir dil dünyaya yeni bir fikir getiriyor sanmalıyız
— Bayağı dille söylediğimiz şeyler manzum da
olsalar, hattâ güzel de olsalar şiir değildir
—Yeniliği
elverişli hissedilmeyen her dil şiir hesabına kötüdür.
—Şiir tarif etmez, kendi adesesiyle ancak tevil
(sözü çevirir) eder
—Nasıl ki musiki hiçbir şeyin adını söylemeksizin
herşeyi anlatabiliyor,şiir de biraz öyle olmak yaraşır —Her şiir, değil eski şiirlere, kendisinden
birgün evvel doğan şiirlere karşı bile mühlik (öldürücü) bir
san'at yeniliği göstermelidir
—Şiirde
beceriksiz yenilik bile ustaca işlenmiş tekrarlardan üstündür
—Fikir kâinatında (evreninde) her şiir yeni bir
fikir bina edecektir; bu sebepden çok kere mevcut cümlelerin vuzuhuna
(açıklığına) sığmaz ve sizi işitilmemiş ibareler yaratmak mecburiyetinde
bırakır
—Aptallığın mevkiini dimağ çerçevesinin dışında ve
tabiatın esrar kompartımanında aramalıyız
—Aptalın sözünü isyansız dinleyecek kadar geniş
müsamaha (hoşgörü) yalnız Ulu Tanrıya mahsustur!
—Aptal otobüse benzer: Bile bile adam öldürmez,
fakat yürürken çok kişiyi ezebilir
—Aptalın her aykırı işinde mana arasanız bir
boşluktan ötekine düşersiniz
— Budalalar tereddüt tanımazlar: Edebilecekleri ya
tasdiktir, ya inkâr
—Yaşamak,
hayat rüyalarından birinden ötekine uzanmaktır
—Kırılan hülyadan sessizce akan göz yaşlan ne ince
şiirdir
—Budalalar meclisinde en zarif nükte... susmak dır
—Herkes umduğunu ve beklediğini olacak sanır:
Tabiatta bedbin (kötümser) yokdur
—İnsan san'at evinde yükseldikçe mevzu (konulmuş)
kaideleri hakir ve istihkara lâyık görür
—Roma imparatorluğunu yıkan zaman karşısında benim
üslubum elbette sigara dumanından daha çürük kalır
—Bütün çocuklar az çok şâirdirler: şâirler de
behemehal (muhakkak) hayatlarının bir tarafını çocuk bırakırlar
MEZARIMIN KİTABESİ
Ömrümün defterim esefsiz kapadım
Uyusun has re kadar toprağın altında âdem
Kış günü ruh-ı günahlarımı örter karlar
Göğsün üstünde yazın afv ile al güller açar
Gökte benden daha mesud olamaz bir yıldız
Bu uzun uyku eğer olmasa hiç rüyasız
MEHMEDCÎĞİN MEZAR
KİTABESİ
Sana ey şanlı şehid az görürüm ben demeği
Ordunun gözbebeği ümmetin arslan yüreği
Çiğnedin düşmanı, serdin yere, sürdün denize
Yaşamak hakkını hak ettin o çenginle bize
Ezdi kahrın yediyüz yıl bizi ezmiş tahtı
Milletin güldü yüzü, güldü o kuster (güster) bahtı
Kefenindir senin al kan ve vatandır türben
Vatanın al kanı al sancak açar türbenden
Sen bu dar toprağa sığmış koca bir milyonsun
Ey şehid adlı şehid artık adın Türk olsun!
Kaynak:
Cenab
ŞAHABEDDİN, Tiryaki Sözleri, Hazırlayanlar: Dr. Orhan F. Köprülü Dr. Reyan Erben, Tercüman Gazetesi'nin bir
kültür hizmeti olarak yayınladığı 1001 TEMEL ESER Serisi'nin 116. kitabı Cenab
Şahabeddin'in “TİRYAKİ SÖZLERİ”, Kervan Kitapçılık Basın Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Ofset Tesisleri'nde dizilmiş ve basılmıştır. (Ocak 1978)
[1] Laponya: (İsveççe:lappland) İsveç ,
Finlandiya , Norveç ve Rusya arasında kalan tarihi bir bölge çoğunluğu İsveç'te
çok az bir bölümüde Finlandiya, Norveç
ve Rusya 'da dır. Bu ülkelerin neredeyse kuzeyinin tamamını kaplar. Bölgenin
yerli halkı bugün sayıları çok azalmış olan Sami uluslarından biri olan
Laponlar'dır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar