CHARLIE CHAPLIN (ŞARLO) ve YAHUDİ OLMAK
Chaplin'in
geçmişi üzerinde belirsiz bir giz vardır. Kesin olarak bir giz
var da denebilir buna. Chaplin'in bir gün bir gazeteciye «Hitler'den dört gün
önce» diye belirlediği doğum tarihinde, anılarında da «akşamın saat sekizinde»
diye daha ayrıntılı bir bilgi ile doğruladığı 16 Nisan 1889 tarihinde tek kuşku
yok gibidir. Doğum yeri Londra hakkındaki bilgi de öyle. Ne var ki, Londra'daki
bütün doğumların kaydedildiği Somers ve House kütüklerinde, ne belirtilen
tarihte ne de 1889 yılı boyunca Chaplin ismine rastlanılmamaktadır. Bunu ben
kendim inceledim; Pierre Leprohon ve Theodore Huff'da aynı sonuca varmışlardır.
Öyle ise bu iki bilgiden birinin yanlış olduğunu düşünmek gerekir. Ya da başka
varsayımlara yönelmek.
Tarihin
yanlış olduğuna değin kesin hiç bir kanıt yok, hiç degil.
Yer
konusunda da durum aynı: Chaplın'ın Londra'da doğmamış olduğunu gösterecek bir
kanıt bulunmuyor. Yine de belirtmek gerekir ki, bu kitabın yazarının Chaplin’in
doğduğu yer olarak ileri sürdüğü Londra' nın Wa1worth, East Lane mahallesi,
şimdiye dek benimsenen yer değildir. Gerçekten de Chaplin’in kendi
açıklamalarına ve «Çocukluk yıllarını geçirdiği yerleri tekrar görmeğe» 1921 ve
1931’de iki kez gelmesine bakılırsa, bu yer, Lambeth Kennington Road’ dur.
Chaplin’in oğlu da, babasıyle ilgili anılarında, doğum yeri olarak bir bina
gösteriyor ki, en iyi Chaplin uzmanı olarak P. Leprohon’un belirttiğine göre
de, burası bayan Chaplin’in, kocasının ölümünden sonra 1895 yılında
çocuklarıyle birlikte taşındığı yerdir. İtiraf etmek gerekir: bu karışıklık
insanı şaşırtsa yeridir. Bu durum akla şu soruyu getiriyor: «Chaplin gerçeği
söylüyor mu?»
Ya
da daha önce söylediğim gibi, başka varsayımlara yönelmek zorunlu oluyor, T.
Huff şöyle bir varsayım atıyor ortaya: «Chaplin onun gerçek adı
olmayabilir.» Bu, aslında en romantik
önerilere yol açmak ve güvenilir tarihsel araştırı alanını bir yana bırakmak
olur. Fakat şu gözlemi de unutmamak gerek: Hayat öyküsünü yazanlardan
bazılarının yanılmalarından, garip ve şaşırtıcı şeylere eğilimi nedeniyle,
biraz da Chaplin’in kendisi sorumludur, örneğin, yine Huff’un yazdığına göre, «Chaplin,
sadece kendi bildiği nedenlerle Fontaineblau’da doğduğuna inandırmıştı herkesi
yıllarca.» Bu nedenler Chaplin’in, Fransa’ya İlk gezisi üzerine 1909’da
yazdığı anılarında belki bulunabilir. Chaplin o zaman şöyle diyordu: «Fransa!
Fransa her zaman hayallerimi çekip götüren bir ülke olmuştur. Babamda Fransa kam
vardı: Gerçekten, Chaplin ailesinin kökü Fransa'dan gelmektedir. Ailem
Huguenots'lar zamanında İngiltere'ye yerleşmişti. Babamın amcası, Chaplin
ailesinin İngiliz kolunu bir Fransız generalinin kurduğunu öğünerek anlatırdı.»
Bu da çok iyi. Ne var ki, Leprohon, Chaplin’in bir gün, Henry Bordeaux’ya. 1825
yılında Andelys’de doğan Fransız ressamı Charles Chaplin’in soyundan geldiğini
açıkladığını belirtiyor. Bilmece çözülmeden sürüp gidiyor. Ancak Chaplin’in
Fontaineblau’da doğmuş olma olasılığı her türlü dayanaktan yoksun görünüyor.
Londra’da
doğmuş olmasına gelince: Tarihin doğru olduğu var sayılsın, birçok nedenle
kaydın kütüklerde bulunmaması olası görülebilir. Chaplin bir tiyatro takma adı
olabilir sadece. Charles’ın varlığı hiç bildirilmemiş de olabilir (Bu durum bir
oyuncu ailesinde olağan sayılır). Ya da anılarında yazdığının tersine,
ailesi Protestan değil de Musevî olabilir ve bu yüzden İngiliz kilisesinin
mahallî kayıtlarında aile ile ilgili bilgiler yer almamaktadır. Öne sürülen
bu tür varsayımların hemen hepsi son derece desteksiz. Herhangi birine kesin
olarak dayanmanın olanaksızlığını söylemek gereksiz. Bununla birlikte,
kanıtlanmamış olsa da, en azından, akla yakın bir durum var ortada: Chaplin’in
annesi yönünden, kuşkusuz, Musevî asıllı olduğu. Bu konuda bile tam bir
karışıklık içindeyiz. Çünkü
Chaplin, soru kendisine en az on kez sorulduğu halde, Yahudi asıllı olup
olmadığını ne doğrulamış ne de yalanlamıştır.
Anılarında,
annesinin adının Hannah Hill olduğunu ve İrlanda asıllı olduğunu yazar ve şöyle
der: «Büyük annem yarı Çingene idi. Ailenin yüzkarası idi bu durum.»
Burada da zihinleri bir miktar
karıştırma isteği sezilmektedir, ama Yahudilik, Çingene asıllı olmaktan daha
yakın gelmektedir akla. Çünkü, İlginçtir, Chaplin’in hayat öyküsünü yazanların,
araştırıcıların ve eleştiricilerin tümü —bunlar ister Yahudi, İster Yahudi
düşmanı ya da tarafsız olsun—. Chaplin’in ana tarafından. Yahudi kanı
taşıdığına hep bir olgu gözü ile bakmışlardır.
Elie
Faure, Tharaud’lar ve Rene Schwob, anne Chaplin'i açık ve seçik olarak Musevî
sayarlar. Bardechc ve Brasillaclı. Chaplin'in annesinin Yahudi asıllı olduğunu
belirttlikten sonra, Yahudi düşmanı inanç ve kızgınlıkları içinde, sonra «Şarlo
cesur değildir, korkaktır; kuvvetli, yapılı adamlar karşısında alçaklaşır ve
yaltaklanır. Bu da bize Chaplin'in ancak bir yarı aryen olduğunu gösterir» demeğe
kadar götürmektedirler. Lucien Rabatet ile (öteki adı François Vinneuil) şöyle
demekledir, «Sinemanın yarı Yahudi Charlie Chaplin'e borçlu olduğu şeyleri
saklamağa çalışmak saçma bir şey olurdu. Özellikle damarlarındaki Hıristiyan
kanı, onun ırkının kalıntılarını düzeltmiş ise—ki bu çok enderdir bir
Yahudi'nin deha sahibi olabileceğini yadsımak akla gelmez.» Tüm tarih çiler, bu Yahudi kökü bir olgu
olarak almakta ve bundan, Chaplin’in komik yönü üzerinde temel genellemeler
çıkarmaktadırlar. Chaplin’in kendisi ise bu temel soruya da çelişik cevaplar
vermiştir. 1940’ da şöyle der: «Ben Yahudi değilim. Bir damla Yahudi kanı
yoktur damarlarımda. Yahudi olduğum söylendiğinde hiç bir zaman bunu
yadsımadım, çünkü, Yahudi olsaydım bundan gurur duyardım.» Buna karşılık
1946 yılında ise «Benim
için ‘Chaplin Yahudidir' deniyor. Doğrudur. Bunu hiç bir zaman yadsımadım.
Fakat yine hiç bir zaman bunun üstünde pek durmadım» der.
Anılarında,
yüzyılın başında «Yahudi komedyenleri Londra'da pek gözdeydi» dedikten sonra —
ki, bu, yukarıda sözü geçen övünmeyi bir anlamda açıklamaya yarayabilir —
«Yahudi Semti'nde» bir tiyatroda oynadığını yazar ve konuşmasındaki «Yahudi
şivesi» nden söz açar.
Öyleyse,
Yahudi kültürü dünyaya oldukça kabarık sayıda dâhi vermişken çekinmemesi
gereken böyle bir soy bağıntısı üzerinde bu denli bilmece neden ? Birçok hayat
öyküsü yazarı ve özellikle kitabının bir bölümüne «Musevî İnsan» başlığını
veren Jose Augusto França bu soru üzerinde eğilmişlerdir. Anılarında sözünü ettiği Londra tiyatro çevreleri ve
müzikhollerinde Yahudi düşmanlığını gösterecek hiç bir olay anlatılmıyorsa da,
Chapİin'in gençliğinde Yahudi asıllı olduğunu saklama zorunluluğunu duyması bir
ölçüde anlaşılabilir. Fakat daha sonraları, hele Amerika’da şimşek gibi
birden parlayan başarısından sonra, geçmişini, soyunu gizlemesi için hiç bir
neden kalmamıştı. Bu soruyu inceleyen The Unİversal Jewish Encyclopedia' nın
«Chaplin» başlıklı bölümünde şunlar yazılıdır: «Chaplin, Yahudi olmadığını
söylemiştir, fakat Yahudi asıllı olduğuna değgin ısrarlı söylentiler
süregelmektedir. Söylentilere ve bunların dayandırıldığı örneklere bakılırsa,
üne, daha geç ulaşsaydı, ya da uluslararası koşulların uygar kişilere böyle bir
kalıtımın yeni bir değerlendirme olanağı verdiği bir dönemde varsaydı, Chaplin
Yahudiliğini kabul edecekti.» Kısaca, Chaplin’in, delikanlılığında, ırksal
kökünü saklamaya götüren bir aşağılık kompleksinin sıkıntısını çektiğini ve
sonra da asıl gerçeği belirtmek için kendi kendini yalanlamayı göze alamadığını
kabul etmek gerekiyor. Ancak Amerika’da çevresinde hissedebileceği açığa
vurulmayan Yahudi düşmanlığını azımsamak da yanlış olur. Bu düşmanlık, Chaplin
zenginleştikçe ve ileri siyasal tutumları benimsedikçe daha da kuvvetlenmiştir.
Toplumsal çekişme ve kıskançlık onun ırksal geçmişinde fazladan bir sav
kazanmıştı.
Chaplin’in
Yahudi asıllı oluşu büyük bir olasılık derecesiyle ortaya konmuş oluyor. Ne var
ki, bu durumu kanıtlayacak belge elimizde değil. Konumuz yönünden bu eksiğin de
önemi hemen hiç yok gibi. Gerçekten de, önemli olan, Şarlo’nun kişiliğinin
tipik olarak Yahudi olması: Bu konuda görüşlerini belirtenlerin tümü aynı nokta
üzerinde bİrleşiyorlar. Örneğin, sadece Buster Keatonİle karşılaştırmak bile,
Şarlo’nun komiğinin —P. Leprohon’un dikkati çektiği gibi— Anglosaksonlukla hiç
bir İlgisi olmadığını, tersine Yahudi ve Latin niteliği taşıdığını anlamağa
yeterlidir.
Sh:13-18
İnsancıllığıyla,
göçmenlerin New York’a vardığı o ünlü sahnesinin kavgacı sarsıcılığıyle «Şarlo
Göçmen» Chaplin ve yapıtının kilit noktalarından biridir. 1912 Ekiminde New
York’a ikinci kez—ve temelli— geldiğinde, Chaplin filminde canlandırdığı,
sıradan ve sefil bir göçmen olmaktan çok uzaktır aslında. Doğduğu ülkede
tanınmış bir oyuncudur, İyi bir ünü olan Karno topluluğu ile ve lüks bir gemide
seyahat etmektedir. Oysa daha iki yıl önce Amerika'ya, yine Karno topluluğu
ile, ilk gelişinde göçmen taşıyan bir gemideydi. Onun için, o acımasız giriş denetinden
önce, göçmenlerin hayvanlardan farksız bir biçimde yığılıp bekletildikleri —ve
filminde de canlandırdığı— onur kırıcı sahneyi bizzat yaşadığı tahmin
edilebilir. Bununla birlikte, yirmi yıl sonra, olayla ilgili anılarını
anlatırken, New York dokları önünde, bir Rastignac havası içinde, «Amerika!
Sıkı dur, seni fethetmeğe geliyorum» diye haykırdığını İleri sürer.
Bu
deyişte bir caka, bir abartma bulunsa da, o günkü durumu tam bîr göçmen durumu
olmasa da,
Chaplin’in
Amerika’ya vardığında, kendinden önce bu ülkeye gelen milyonlarca insandan
farklı değildi, tepkileri ve duygulan.
Çok
az anımsayabileceği kadar küçük bir çocuk İken mutlu idi Chaplin. Ama yine daha
çocuk iken sefalet, sıkıntı nedir tanımıştı. Çok içen ve sonunda 1894 aralık
ayında hastanede ölen babası, Chaplin’in doğumundan bir yıl sonra aile ocağını
bırakıp gitmişti. Bunun hemen arkasından annesi çıldırıyor ve 1896 yılında ilk
kez bir akıl hastanesine yatırılıyordu. Daha sonra, sefalete dayanamayan Hannah
Chaplin, iki çocuğuyla birlikte, Lambeth düşkünler yurduna girmeye karar
veriyordu.
İşte
bu yüzdendir ki, tiyatro oyunculuğundaki ününe karşın, genç Chaplin, Amerika’ya
ayak bastığında temelde her hangi bir göçmenden farklı değildi. Filminde
canlandırdığı varış sahnesi-—belki de— yalnız kendi simgesi değildi ve sürekli
olarak otuz yıldır Amerika’ya yerleşmeğe gelen yüzbinlerce erkek ve kadını da
temsil ediyordu.
1891 ile 1905 yılları arasında, Rusya’daki Yahudileri ezmek için yapılan
ayaklanmalardan ve Orta Avrupa’nın sefalet yuvalarından kurtulmak isteyen bir
milyon Yahudi'nin Amerika’ya gitmek için Avrupa’yı terk ettiği hesaplanmıştır. Yahudi halkı için yeni bir yayılma aşaması olan bu
korkunç göçün, birinci göçten 1850’deki «altına hücum» göçünden değişik
özellikleri vardı. Birincisi daha çok Germen ve Anglosakson iken, bu göç, her
şeyden önce İslav ve Akdeniz niteliği taşıyordu. Bu olay, Gezginci Yahudi
üzerindeki bilinen o eski «lânetleme»nin sonuçlarından biri olarak alınabilir.
Gezginci Yahudi efsanesinin bir Hıristiyan buluşu ve oldukça yeni bîr öykü
olduğu çoğu zaman bilmezlikten gelinir. Bu efsane İlk kez 1602 yılında Leyde’de
yayınlanan bir yapıtta ortaya atılmıştır. Matta ve Yuhanna tarafından, İsa’nın
ölümünden sonra tutulan Yahudılerin, sürekli göçebe olmaya mahkûm edilişleri biçiminde
edebî ve dramatik bir somutlaştırılması olan tanrısal lanetleme, bilinçli ya da
bilinçsiz olarak yüzyıllar boyunca ve özellikle, Hitler katliamından önce 19.
yüzyılın son çeyreğinde Yahudi düşmanı tüm baskıların dayanağı olmuştur.
Yahudilerin Yeni Dünya’ya doğru yayılışları bir anlamda yeni Kutsal Toprak
(=Vaadedilmiş Ülke)lara göç sayılabilirdi. Göçebe Yahudi imgesi ile Şarlo’ nun alışılmış takma adı
olan «the tramp = Avare, Serseri» arasındaki benzetme bu bakımdan ilginç ve
çarpıcıdır. Yine bu yüzden, halk kitlelerinden, kültürel geleneğin
sağladığı az çok simgesel «tip»ler yaratmasını bilen Chaplin’in, kişiliğini
tanımlamak için bu özelliği seçmesi oldukça anlamlıdır.
Üstelik, bu avare de tıpkı Gezginci Yahudi gibi bir «parya»dır.
Bu görüş, Amerikalı bir sosyoloğun, Hannah Arendt’in, Şarlo’nuıı kişiliği ile, sürekli olarak ezilen
Yahudi tipi arasındaki büyük benzerliği ortaya koyan «.The Jew as Pariah» (Parya Olarak Yahudi)
isimli temel yapıtında kanıtlanmıştır. Yazar
«Chaplin, parya Yahudi’nin dünya görüşünden, sanatçı biçim içinde, bir kahraman
yaratıyor» diyor ve şöyle sürdürüyor gözlemini: «Şarlo’nun dünyası son derece
yere yakındır, ya da buna soytarıca gülünçleştirilmiş bir dünyadır diyelim. Ama
bu dünya aynı zamanda çok katı bir biçimde gerçektir. Bu, ne doğanın, ne
sanatın kaçıp kurtulmaya olanak tanımadığı bir dünyadır; onun darbelerine ve
oklarına karşı akla gelebilecek tek kalkan herkesin alaycılığı ya da günlük
ilişkilerimizin inceliği ve insancıllığı olabilir. Şarlo’nun, yarattığı bu herkesçe
kuşku ile bakılan sefil parya örneğiyle toplumun kendilerine karşı tııtum ve
davranışlarını gören basit kişilerin sevgisini kazanmaması olanaksızdır. Bu
yüzden de Şarlo’nun kitlelerin sevgilisi haline gelivermesinde şaşılacak bir
yan yoktur.»
Yahudi edebiyatı, sonunda başlıca üç tipte birleşen kahramanlarla
doludur. Bu
üç tip luftmensch, schkmyJ, schnorrer'dir. Luftmensch işsiz-güçsüz dolaşan,
sürten adamdır. Toplumdan kopmuştur.
Fırsatlardan yararlanır, hayatını kazanır. Ufak tefek İşlerle uğraşır, tefecilik,
eskicilik ya da karaborsacılık, kaçak satış vb. işler yapar. Schlemyl
şanssız, sakar, başına durmadan belâ gelen ve masum olduğu halde tüm darbeleri
yiyen «gökten inci yağsa tarlasına bir damla düşmeyecek» adam tipidir. Schnorrer
ise yılışık, dilenci, asalak tipidir. Yardımı, hakkı imiş gibi ister, çalıp
çırptığı ile yaşar, hayatını şaklabanlıkla kazanır. Kişilikle ilgili bu
Özellikler hayata karşı başlıca iki tutum biçiminde somutlaşırlar: Bir yandan
alçakgönüllülük ve hatta bazen ödleklik, öte yandan kendine güven ve çokluk
şiddet. Sonunda bunlar da ya tevekküle ya da soylu bir iyimserliğe ulaşır.
Tevekkül, tipik bir Yahudi anlayışıdır. İyimserlik ise Yahudi ahlâkının özü,
ruhudur, ve İnsanın
Tanrının
imgesi olarak yaratıldığı, soyluluğunun buradan geldiği ve zekânın her zaman
kaba kuvvetin üstesinden geleceği, kısaca, İlâhi adaletin tam olarak yer
bulacağı inancına dayanır.
Tüm
bu kişilik özelliklerinin Şarlo'nun tipinde birleşmesi oldukça ilgi çekici. Ve
kuşkusuz denebilir ki, bu durum kaderin bir rastlantısı değil, tersine Yahudi
kültür geleneği İle onun temsilcilerinden sadece biri olan —fakat kendi
dehasıyle halkının hemen hemen bütün ruhsal ve töresel öğelerini birleştirip
yeniden yaratan —bir sanatçı arasındaki derin benzerlik ve birliğin sonucudur.
Elbette kİ, Chaplîn’in asıl dehası, Musevîliğe has ırksal ve kültürel
özellikleri aşarak, her birimizin kendini tanıyıp bulabileceği bir insan imgesi
meydana getirmesini bilmesindedir.
Sh:
19-23
Şarlo'nun
kişiliğinin ve evreninin oluşumu, onun hayat öyküsünü yazanlar ve inceleyenler
tarafından birçok kez ele alınmıştır, önce giysilerinden söz edelim. Çünkü onun
ününü kişiliğinden ya da davranışlarından çok bu giysiler sağlamıştır. Ancak
belirtmeden geçilmemesi gerekli olan bir nokta var: Şarlo’da giysi ile kişilik
birbirlerine çok yakından bağlıdır ve bir anlamda biri ötekini belirler.
…..
Bunlar
hep bilinen şeyler, gerektiğinde kanıtlanabilir de. Aklıma gelen bir soru da
şu. Yahudi tiyatro geleneğinin, aktör Chaplin’in ve kahramanının oluşmasını
etkileyen öğeleri neler olabilir?
Çünkii,
kuşkusuz kİ, Chaplin gençliğini bir Yahudi ailesi içinde, Yahudi tiyatro
çevreleri İçinde ve ara sıra Yahudi rolleri oynayarak geçirmiştir. Huff’un
yazılarına göre, 1906 sıralarında tek başına oynadığı bir gösteriye çıkıyor ve
afişler Chaplin’i «Yahudi Komiği Sam(i) Cohen» olarak tanıtıyordu. Irksal geçmişini hiç bir
zaman açıkça belirtmeye yanaşmadığına göre, bir Yahudi tipi (fiziği, Andre
Salmon’un deyimiyle «küçük kıvırcık yahudi» fiziği
buna elverişli idi) canlandırmayı kabul etmesini, az da olsa, Yahudi kanı
taşımasına bağlayarak açıklamak âdeta zorunlu oluyor.
Bu
soruya kesin bir cevap verebilmek için İngiliz tiyatrosunun geçen yüzyılın
sonundaki durumunun tarihsel açıdan incelenmesi gerekir. Bu ise amacımız ve
olanaklarımız dışında bir sorun. Yine şaşırtıcı benzeyişleri, rastlantılardan
daha derin ve ileri olan benzeyişleri ele alarak, bunların, kanıların
oluşmasını büyük bir olasılıkla aydınlatan ışığında sonuçlara, genellemelere
varmak olanağı kalıyor elimizde. Geleneksel
Yahudi tiyatrosu (kahramanları, temaları, havası ve oyunu) ile Şarlo (kişiliği,
davranışı, mimiği, fizik ve toplumsal evreni) arasındaki benzerlik, insanı
ister istemez Chaplin-Şarlo’yu Yahudi kültür geleneğinin tam ortasına yerleştirmeğe
yöneltiyor. Yahudi tiyatrosunda,
özellikle Commedia del arte’yi andıran Pourim oyunlarında mim sanatının daima
çok önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Öte yandan bilindiği gibi, mimik ve
jestlerle anlatım bir Akdeniz geleneğidir. Burada da ve bir kez daha, bu olgu
ile Chaplin ailesinin — kendisine göre —Fransız yada — başkalarına göre—
İspanyol asıllı olma olasılığı hayret verici biçimde çakışıyor. Bu çakışma, Şarlo'nun komiğinin Anglo Sakson
kökünden gelmediği sonucunu kuvvetlendiriyor.
Şarlo
ile Yahudi kültürü arasındaki ilişkiler her halde açıkça görülüyor. Sözü Jerome
ve Jean Tharaud’ya bırakıyorum: «O Yahudi’ dir.
Yeteneğini yansıtan tüm nitelikleri Yahudi işareti taşır. Eserlerinde görülen
mizah ile ‘ghetto edebiyatı'nın sevimliliğini veren özellikler arasında çok
büyük bir benzeyiş vardır. Bu edebiyat 19. yüzyılda Dickens’ini ya da A.
Daudet’sini Abramoviteh’in kişiliğinde bulmuştur. Küçük Rusyalı bir Yahudi olan
Abramovitch Yahudi lehçesinde ve büyük bir espri, incelik ve alayla dindaşlarının
yaşantısını tasvir etmiştir, tşte Abramovitch’inince bir zekâ ile portresini
çizdiği Yahudidir Chaplin’in tüm filmlerinde kişilerin arkasındaki gizli
kahraman, örneğin Altına Hücum’u anımsayalım. Bu film kendiliğinden çok
eğlendiricidir ama onun büyük bir ghetto anısı ya da serüveni (Chaplin bunu
yapmak İstemiş olsun olmasın) olarak alırsak hayran olmamak elde değildir. Bu
bir Schlemyl’in öyküsüdür (...) Görmelisiniz bunu. Charlie uzun yassı
ayaklarıyla ilerlemektedir; ve küçük yuvarlak şapkası kafasından hiç çıkmaz
(bir Yahudi hiç bir zaman başını açmaz) , ancak yüzyıllardır Israel’e has bir
biçimde geriye doğru itilir. (...) Redingot ile ve en ciddî giysiler içinde
bile çocuksuluğunu, mucizeye inanan saflığını, Aaron’un şakacılığını, saflığını
yitirmez.»
Charlie
Chaplin ou l’Espıit du Ghetto, (C. Chaplin ya da ghetto esprisi), L’Eventail'fa
(Bruxelles), 18 eylül 1927.
Tharaud’ların
anıştırdıkları yapıt, hiç kuşkusuz Mendele Moicher Sforim’in (1836-1917)
romandır. Geçen yüzyılın sonunda yayınlanan Les Voyages de Benjamin, III
(Fransızca çevirisi: Arnold Mandel tarafından, Fasquelle 1960) adlı bu romanda
«Vaadedilmiş Ülke»ye doğru yola çıkmış Ukraynalı iki Yahudi’nin kurnazlıklarla
dolu serüvenleri anlatılmaktadır.
Bu yapıtta, Şarlo’nun kahramanı ve onun dünyası arasında çarpıcı
benzeşme vardır, İşte Örnek olabilecek birkaç deyiş: «Yufka yüreklilik Yahudi’ye Özgüdür»
öte
yandan, işte Yahudi psikolojisini ve ahlâk anlayışını yansıtan birkaç örnek
atasözü:
Bu
Yahudi dünya anlayışı içinde İnce bir mizah vardır. Şarlo’da bulduğumuz yön de
işte budur.
Tharaud’ların
üzerine dikkati çektikleri benzeyişlere gerçekten de Yahudi tiyatrosunda ve tüm
Yahudi edebiyatında rastlanmaktadır: Cholem Aleİchem, Achele Ostropoler,
Mendele Moicher Sforim ya da Öbür adıyla Abramovitch’in kahramanları Chaplin
filmlerinin kişileri olabilenler Chaplin’in canlandırdığı kişilerdir.
(Tefeciler, bakkallar, terziler, eskiciler, meyhaneci vb.)1 s İtalyan Guiseppe
Ungaretti’ye göre Şarlo «eskicilerin prototipidir.
Bütün dünyanın, dün, bugün ve yarının paçavra satıcılarını benliğinde
toplamıştır. (...) Paçavracılar Şirketinin bayramlık üniformasıymış gibi
sırtına geçirdiği bu kullanılmış giysiler, bir giysi satıcısının satabileceği
en talihsiz şeylerdir sanki. En büyük traji-komik tarih bu giysilerde mİ
yaşamaktadır? Yoksa bu giysilerin bilinmeyen, geçmişinde mi; Tanrı bilir, onu
giyenin de haberi yoktur. Belki de bu geçmişi, bu giysiyi, yüklenmesindedir,
tarihin traji-komik akışı? Pireler, tozlar ve hor görülmeler arasında, bu kuşku
içindedir. Charlot’un şiiri.» Max
Jacob da onun «tipik bir Polonyalı Yahudi terzi» olduğunu söylüyor.
Şarlo’nun
içinde geliştiği çevre ve çerçeve yönünden yapılan benzetmeler de çok ilginç.
Örneğin Şarlo Diktatör' bu konuda kuşkuya hiç yer yok; Şarlo bir Yahudi berberidir ve ghetto’da
oturmaktadır. Tüm öteki filmleri göz önüne getirilsin: O sefil yollar, o
dökülen evler, o yoksullar için bakım evleri, o dükkânlar, o meyhaneler büyük
kentlerin en talihsiz, en bakımsız mahallelerini, özellikle Londra’nın,
Chaplin’in yaşadığı fakir mahallelerini, ya da Orta Avrupa’nın ghettolannı ansıtmıyor
mu? Zanaatkârların, küçük dükkâncıların yaşadığı fakat aynı zamanda toplumdan
atılmışların, işsizlerin, serserilerin ve suçluların çoğunlukta olduğu bu
yerler de aynı izlenimi vermektedir: Bu sahneler hemen tüm Amerikan filmlerinde
görülen göçmen mahallelerinin görünüşünü andırmaktadır. Diyelim ki Şarlo
ancak bir tek kez çok açık ve belirgin biçimde bir Yahudi kahramanını
canlandırmıştır. Ama Asri Zamanlarda söylediği fantezist şarkının
sözlerinde de Yahudiceyi andıran bir hava bulunmaktadır.
Albert
Memmi bu özelliğe şunu ekler: «Yahudi ırkının kaderi en genel anlamında İnsanlık
kaderinin, daha yoğun ve daha karanlık bir özetinden başka bir şey değildir.» Şarlo
gezginci Yahudi’dir bir anlamda ya da daha önce sözü geçen bir yapıtın
başlığını alacak olursak parya simgesinin ta kendisidir. Hannah Arendt «Şarlo’nun yarattığı tip, toplumun gözünde, temelde daima
kuşku İle bakılan bir tiptir. (...) Şarlo çocukluğunda iki şey öğrenmişti. Bir
yandan Yahudi’nin geleneksel olarak polisten korkusunu Öğrenmişti —ki bu düşman
bir dünya görüşünü canlandırmaya yöneltir onu— Öte yandan, değişmez Yahudi
gerçeğini kavramıştı: yani İnsanlık koşulları bu olunca, bir Davud’ un İnsanî
kurnazlığı bazen pekâlâ bir Calut’un hayvanı gücünün üstesinden gelebilirdi
(...) Bu «şüpheli» kişi temelde suçsuzdur, masumdur. Chaplin’in
kahramanları kusursuz birer erdem timsali değildirler, bin bir hatası olan,
yasalarla sürekli çatışma durumunda zayıf insanlardır. (...) Yapmadığı şeyler,
işlemediği kabahatler için her zaman bir köşeye sıkıştırılır, fakat o,
başkalarının kurtulamayacakları durumlarda kuralların bir boşluğundan
yararlanarak sıvışmasını bilir. (...) Korkuyu ve çekinmezliği birleştiren bir
davranış: Bunlar sanki birer değiştirilemez, zorlanamaz doğa güçleriymiş gibi
yasalardan korku ve fakat yasaları temsil edenlere karşı ise alışkanlık halinde
bir yüzsüzlük, alaycılık. (...) Yahudi kuşaklarınca çok iyi bilinen türden
çekingen, kaygılı bir küstahlıktır bu. Zavallı «küçük kıvırcık yahudi»nin,
toplumun kendisi için ne düzen ne de adaleti sağlayan sınıf düzenim tanımayan
küstahlığı». Ama Albert Memmi’ye bakılırsa «Yahudi kem kaderine bir
ölçüde uyarlamaktadır kendini. Sabırla bir dizi kurnazlık ve savunma tedbiri
hazırlar, başkalarına ve hatta kendine karşı. Bilinen o ünlü Yahudi mizahı
şansızlığı hafifletir, korku ve suçluluk duygusunu şahane bir biçimde yokeder
böylece.»
Şarlo’nun
Yahudi ve parya kişiliği ana çizgileriyle ortaya çıkmaktadır. Yahudi, bir
paryadır, Hıristiyanların suçlamasına göre, İsa’nın öldürülmesi günahını
işlediği için sürekli olarak gezginciliğe, göçebeliğe mahkûm edilmiştir. Bu
suçlamanın, bu savın temeli, dayanağı yoktur; bunu belirtmiştim. Sartre bu
konuda şöyle bir açıklama yapar: «Yahudilerin dünyaya yayılması İle ilgili olarak
Hıristiyanların yarattıkları bir efsanenin propagandasıdır burada söz konusu
olan. Kesin olarak bilinmektedir kİ çarmıha germe cezası bir Roma işkence
biçimidir ve İsa, Romalılar tarafından siyasal bir kışkırtıcı diye
öldürülmüştür.» Ne var ki bu denli yaygın, bu
denli ardına düşülmüş ve bu denli öldürücü bir lanetleme doğal olarak, en
sonunda, cezayı uygulayacaklar kadar kurbanların bilincine de demir atacaktır.
Bu korkulu düş, geleneksel Yahudi inanışları nedeniyle İnanılmaz korkutucu
boyutlar kazanabilir. Şarlo, belirsiz bir şekilde İsa’yı canlandırdığında
(Mösyö Verdu, Sahne Işıkları) hem kurban, yani İsa hem de cellât
—Hıristiyanların suçladıkları Yahudi olarak— oluyordu. İsa gibi, Şarlo da
insanları kurtarmak, onlara adalet ve mutluluk getirmek ister; fakat haksızlık
ve şiddete kapılarını kapamamış bir toplumda tehlikeli bir oyunbozan olarak
görülür ve sadece aynı toplumun hareket biçimlerini ve araçlarını kullandığı
halde ölüme sürüklenir. Bu M. Verduux’nun kader çizgisidir.
Hayatı
alaya alarak kaderinden kurtulmaya çabalar. Mizah onun için korkunç gerçekten
kaçmak, zenginlere, güçlülere ve kötülere karşı savunmak İçin bir yol, bir
araçtır. Chaplin güldürmek için savaşı (Şarlo Asker), Hitler’i (Şarlo Diktatör)
ve Landru’yu (Mösyö Verthı) konu olarak ele almaya cesaret edebilmiş tek
sanatçıdır. Güldürü başarılamadığı ya da yetmediği zaman, Şarlo duruma hemen
uydurur kendim, böylece daha kötüyü önlemeyi dener. Bu uyarlama yeteneğinin bir
bakıma korkaklığı, alçaklığı andırması Şarlo’nun kişiliğinden rahatsız
olanların ya da Bardeche ve Brasillach gibi Yahudi düşmanlarının Chaplİn’i
küçümsemelerine başlıca dayanak olmuştur. Şurası açık ki, Şarlo adi bir korkak değildir; sadece
peşini bırakmayanlardan daha zekidir ve beceriklilik ve kurnazlığı ile kör kaba
kuvvete karşı koymaktadır.
Elİe
Faure’u dinleyelim: «İki bin yıldır moral iskeleti Yahudi halkı İçinde demir
bir sütun gibi sağlam ve yoğun tutabilmek için her şey bi deşiyor. Hemen hemen
sürekli bir kovuşturma, içine tıkıldığı delikten çıkmasın diye konan kanlı
yasaklamalar bu halkı daima ve zorla kendi kendine kalmağa itmiştir. Bütün
meslekler yasaklanmıştır. Geriye sadece zekâyı bileyenler, sabrı işleyen ve
parlatanlar, hıncı için için sürdüren ve umutsuzluğu olgunlaş tiranlar
kalmıştır. (...) Bu halkın kesin, acımasız irdeleme, çözümleme gücü ve
dayanılmaz alaycılığı bir kezzap etkisi yapmıştır. Kendisine karşı
davranışlardan deliye dönen Yahudi doğal olarak, içlerinde, aralarında yaşadığı
ırkların ağırlıklarına, hafifliklerine, duygusallıklarına ya da
dogmacılıklarına alayla ya da sert bir umursamazlıkla karşılık vermiştir. Yahudi
esprisinin dolaşımı, bir anlamda, hissedilemeyecek kadar hafif olmasına, bunun
bilincine İse ırk ayırımı hengâmesini atlattıktan sonra varılmasına karşın,
Maimonide’ den C. Chaplin’e kadar varan gelişme çizgisini izlemek gayet
kolaydır. (...) Montaigne, Spinoza, Bergson, Marx, Freud, Einstein, Proust,
Chaplin Yunan Latin ve Katolik olan klasik yapıtlar anıtının dayanaklarını yıkmışlardır.» Yahudi bir hayalci, bir ülkücüdür. Fakat
yalnızlığı ve umutsuzluğu içine kapanmıştır ve devrimler hayaller: İşte bunun
İçin de İsa’dan Marx’a kadar türlü kuşkulara yol açmış, kendi başım da türlü
kovuşturmalardan kurtaramamıştır.
Fakat,
günü gününe de olsa iyi yaşamalıdır insan ve bu yüzden, o, şiddete kurnazlıkla
karşı çıkar. Elie Faure, Şarlo’yu anlatırken şunları da söylüyor: «Şarlo saflığı ve açıkgözlülüğü birlikte yürütür. Zaten
muzipliğiyle inandırmaz mı bizi masumiyetine, oyunlarında. İşe geç geldiğinde,
arkasını dönüp atılacak tekmeyi beklemesi; yatakta iken yüz yıkama tasını
sallaması ve kunduralarını eliyle sürükleyerek yataktan kalktığına inandırmağa
çalışması gibi çok sevimli örnekler insanı neşeye boğar. Âdeta intikam alır
böylece, hiç kimsenin yapamadığı biçimde hepimizden hıncını çıkarır: Eskilerden
ve bundan sonra gelecek kuşaklardan, tümümüzden. Kaderciliği ve yumuşak
başlılığı ile hem kötü talihin, hem de despotların üstesinden gelir. (...) Her
zaman harcanır, her zaman yenilir, sonunda yine intikamım alır, ama bu, kötülük
ederek bir öç alma değildir. Şakalar yaparak, alay ederek intikamını alır ya da
daha komiği, ayıplanmanın, hor görülmenin bir parçasını da başkalarının
çekmesine yol açan büyük hatalar yaparak aynı amaca erişir.» …..
Burada,
çok dikkatle ilerlenecek hassas bir alana girmek üzere bir parantez açıyorum.
Chaplin, Hitler’in doğum günüyle kendisininki arasında dört günlük bir fark
oluşu gibi tuhaf bir rastlantıya değinmiştir. (Acaba astrologlar bu konuyla hiç
ilgilenmişler midir?) «Hitler ile Şarlo arasında ne ilişki olabilir ki?» sorusu
akla gelebilir, öyleyse, İşte Şarlo’nun bu soruya cevabı: Hitler onun «benzer»i
değil mi Şarlo Diktatör filminde? Hitler rolünü Chaplin’in bizzat oynamasının
bir nedeni yok mu sanıyorsunuz? Bu işi başka bir oyuncuya verebilirdi. Ama
verilmemiştir. Çünkü Şarlo, Hİtler’dir. Demek istiyorum ki, Hitler, şeytanî istemsemeleri
temsil eder. Bu soy duygular hepimizde saklı, eylemsiz olarak bulunur. Durum
Şarlo için daha da doğrudur. Çünkü Yahudilere has —hep İsa’nın ölümünden doğan
lanetleme yüzünden — suçluluk duygusu, yokluk (yokedilme) korkusu ve bunların
sonucu olarak kurban arama kompleksi de eklenmiştir bu saklı duyguya. Daha önce
de belirtmiştim. Şarlo mesih olarak kurban, fakat
aynı zamanda Yahudi olarak da cellâtttır.
Şarlo’nunki ile Hitler’in mesİhlîği arasındaki benzetme ilginçtir:
Hitler Yahudi halkım yok etmek gibi bir Tanrı Görevi (misyonu) olduğuna
İnanıyordu. Yoksa «Yahudi sorununun kesin olarak çözümlenmesi» gibi şeytanî bir
fikir açıklamasız kalırdı.» Öte yandan
bilinen o eski lanetlemenin etkisi altında ezilen milyonlarca
Yahudi,
hemen hiç direnmeden Nazi mezbahalarına sürüldüler. Henri Pİchefte «Chaplin,
Hynkel aracılığıyle içimizdeki her ‘Alman’a seslenmekledir.» demektedir. Başka bir deyişle, içimizde uyuyan ve Yahudi
düşmanı cinayetler istemseyen Naziye seslenmektedir Chaplin. Demek ki
Şarlo-Hynkel «çift»i insanın içinde birarada yaşayan İyi ile Kötü’niin simgesi
oluyor. Fakat, daha açık, belki daha utanarak, her halde daha bilinçaltı bir
açıklamaya gidilirse, Chaplin’deki fikrin, Şarlo’nun tiran olamadığı için
tutsak olduğu, ve yaratıcısı gibi (Chaplin uzun süre Napolyon’u perdede
canlandırmak istemiştir) kaba kuvvete tutkun ve tehlikesi olmadığı sürece bu
kuvveti kullanmaktan yana olduğu sonucuna varılır. Acaba Şarlo-Chaplin’in asıl
arzusu mutlak kudret sahibi olmak mıdır? Şarlo Çırak filmindeki şaşırtıcı bir
yazı bu yönde düşünmeye sürüklüyor insanı. Hizmetçi kıza kur yaparken Şarlo «Diktatör
olmak için okuyorum» diyor, ancak, bunun gerçek nedenini ve yerini iyi
belirlemek gerekir. Kesin bir kanıya varmak yönünden bu gösterge çok zayıf
kalıyor tabiî. Ama önerdiğim açıklama biçimi kabul edilmeyince de Şarlo
Diktatör filminin anlaşılması ve açıklanması bana pek eksikmiş gibi geliyor.
Parantezi burada kapıyorum.
Sh:
24-47
Şarlo’nun
duygusallığının bir gizleme kalkanı olmadığından da emin değilim. Bu kadar
İnsan, Montherlant’ın deyimiyle Chaplin’e «sinemanın soytarısı» gözüyle
bakıyorlarsa, bu ahlâkî ve siyasal fikirleri onları tedirgin ettiği içindir:
Chaplin bombasını — Chaplin eğer toplumsal bir bomba ise — zararsız, tehlikesiz
hale getirmek gerekmektedir, bunun için de Şarlo’yu palyaço, şarlatan, hokkabaz
olarak ele almalıdır. Amerika’da olan budur: Chaplin düşünmeğe başladığı
günden, karşısındakileri kudurtan o siyasal ve toplumsal sözcü olmağa başladığı
günden itibaren, tatsız, kişiliksiz, zararsız fakat sonu gelmeyen küfürnameler.
Pay ne, M. Verdoux filminin Chaplin'in başına bir imzasız mektup seli yıktığım
anlatır. Bu mektupların çoğu Chaplin’i «pis komünist Yahudi» olarak
niteliyordu. Amerikalı fanatiklerin gözünde «şeytan»ı tanımlayan sıfat
ölçüsünün tamamlanması için bir «Allahsız» nitelemesi eksikti. Ahlâk alanında
Chaplin’in toplumsal fikirlerine karşı duyulan bu kinin — ya da korkunun—
Şarlo’nun en hoşgörüsüz biçimde mahkûm edilmesi sonucunu doğurduğuna inanmaktan
kendimi alamıyorum. Bazin gibi birinin iyiniyetli kaleminden bile Chaplin'in
toplumsal fikirlerinin «sempatik olduğu kadar karışık» olduğu şeklinde bir görüş
ileri sürülebiliyor.
Sh:165
Sh:252
Kaynak: MARCEL MARTIN, Türkçesi:
Timuçin Yekta, CHARLIE CHAPLIN (ŞARLO) BİLGİ YAYINEVİ, Birinci Basım Ocak 1972,
İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar