Print Friendly and PDF

CHARLIE CHAPLIN (ŞARLO) ve YAHUDİ OLMAK





Chaplin'in geçmişi üzerinde belirsiz bir giz vardır. Kesin olarak bir giz var da denebilir buna. Chaplin'in bir gün bir gazeteciye «Hitler'den dört gün önce» diye belirlediği doğum tarihinde, anılarında da «akşamın saat sekizinde» diye daha ayrıntılı bir bilgi ile doğruladığı 16 Nisan 1889 tarihinde tek kuşku yok gibidir. Doğum yeri Londra hakkındaki bilgi de öyle. Ne var ki, Londra'daki bütün doğumların kaydedildiği Somers ve House kütüklerinde, ne belirtilen tarihte ne de 1889 yılı boyunca Chaplin ismine rastlanılmamaktadır. Bunu ben kendim inceledim; Pierre Leprohon ve Theodore Huff'da aynı sonuca varmışlardır. Öyle ise bu iki bilgiden birinin yanlış olduğunu düşünmek gerekir. Ya da başka varsayımlara yönelmek.
Tarihin yanlış olduğuna değin kesin hiç bir kanıt yok, hiç degil.
Yer konusunda da durum aynı: Chaplın'ın Londra'da doğmamış olduğunu gösterecek bir kanıt bulunmuyor. Yine de belirtmek gerekir ki, bu kitabın yazarının Chaplin’in doğduğu yer olarak ileri sürdüğü Londra' nın Wa1worth, East Lane mahallesi, şimdiye dek benimsenen yer değildir. Gerçekten de Chaplin’in kendi açıklamalarına ve «Çocukluk yıllarını geçirdiği yerleri tekrar görmeğe» 1921 ve 1931’de iki kez gelmesine bakılırsa, bu yer, Lambeth Kennington Road’ dur. Chaplin’in oğlu da, babasıyle ilgili anılarında, doğum yeri olarak bir bina gösteriyor ki, en iyi Chaplin uzmanı olarak P. Leprohon’un belirttiğine göre de, burası bayan Chaplin’in, kocasının ölümünden sonra 1895 yılında çocuklarıyle birlikte taşındığı yerdir. İtiraf etmek gerekir: bu karışıklık insanı şaşırtsa yeridir. Bu durum akla şu soruyu getiriyor: «Chaplin gerçeği söylüyor mu?»
Ya da daha önce söylediğim gibi, başka varsayımlara yönelmek zorunlu oluyor, T. Huff şöyle bir varsayım atıyor ortaya: «Chaplin onun gerçek adı olmayabilir.»  Bu, aslında en romantik önerilere yol açmak ve güvenilir tarihsel araştırı alanını bir yana bırakmak olur. Fakat şu gözlemi de unutmamak gerek: Hayat öyküsünü yazanlardan bazılarının yanılmalarından, garip ve şaşırtıcı şeylere eğilimi nedeniyle, biraz da Chaplin’in kendisi sorumludur, örneğin, yine Huff’un yazdığına göre, «Chaplin, sadece kendi bildiği nedenlerle Fontaineblau’da doğduğuna inandırmıştı herkesi yıllarca.» Bu nedenler Chaplin’in, Fransa’ya İlk gezisi üzerine 1909’da yazdığı anılarında belki bulunabilir. Chaplin o zaman şöyle diyordu: «Fransa! Fransa her zaman hayallerimi çekip götüren bir ülke olmuştur. Babamda Fransa kam vardı: Gerçekten, Chaplin ailesinin kökü Fransa'dan gelmektedir. Ailem Huguenots'lar zamanında İngiltere'ye yerleşmişti. Babamın amcası, Chaplin ailesinin İngiliz kolunu bir Fransız generalinin kurduğunu öğünerek anlatırdı.» Bu da çok iyi. Ne var ki, Leprohon, Chaplin’in bir gün, Henry Bordeaux’ya. 1825 yılında Andelys’de doğan Fransız ressamı Charles Chaplin’in soyundan geldiğini açıkladığını belirtiyor. Bilmece çözülmeden sürüp gidiyor. Ancak Chaplin’in Fontaineblau’da doğmuş olma olasılığı her türlü dayanaktan yoksun görünüyor.
Londra’da doğmuş olmasına gelince: Tarihin doğru olduğu var sayılsın, birçok nedenle kaydın kütüklerde bulunmaması olası görülebilir. Chaplin bir tiyatro takma adı olabilir sadece. Charles’ın varlığı hiç bildirilmemiş de olabilir (Bu durum bir oyuncu ailesinde olağan sayılır). Ya da anılarında yazdığının tersine, ailesi Protestan değil de Musevî olabilir ve bu yüzden İngiliz kilisesinin mahallî kayıtlarında aile ile ilgili bilgiler yer almamaktadır. Öne sürülen bu tür varsayımların hemen hepsi son derece desteksiz. Herhangi birine kesin olarak dayanmanın olanaksızlığını söylemek gereksiz. Bununla birlikte, kanıtlanmamış olsa da, en azından, akla yakın bir durum var ortada: Chaplin’in annesi yönünden, kuşkusuz, Musevî asıllı olduğu. Bu konuda bile tam bir karışıklık içindeyiz. Çünkü Chaplin, soru kendisine en az on kez sorulduğu halde, Yahudi asıllı olup olmadığını ne doğrulamış ne de yalanlamıştır.
Anılarında, annesinin adının Hannah Hill olduğunu ve İrlanda asıllı olduğunu yazar ve şöyle der: «Büyük annem yarı Çingene idi. Ailenin yüzkarası idi bu durum.»
Burada da zihinleri bir miktar karıştırma isteği sezilmektedir, ama Yahudilik, Çingene asıllı olmaktan daha yakın gelmektedir akla. Çünkü, İlginçtir, Chaplin’in hayat öyküsünü yazanların, araştırıcıların ve eleştiricilerin tümü —bunlar ister Yahudi, İster Yahudi düşmanı ya da tarafsız olsun—. Chaplin’in ana tarafından. Yahudi kanı taşıdığına hep bir olgu gözü ile bakmışlardır.
Elie Faure, Tharaud’lar ve Rene Schwob, anne Chaplin'i açık ve seçik olarak Musevî sayarlar. Bardechc ve Brasillaclı. Chaplin'in annesinin Yahudi asıllı olduğunu belirttlikten sonra, Yahudi düşmanı inanç ve kızgınlıkları içinde, sonra «Şarlo cesur değildir, korkaktır; kuvvetli, yapılı adamlar karşısında alçaklaşır ve yaltaklanır. Bu da bize Chaplin'in ancak bir yarı aryen olduğunu gösterir» demeğe kadar götürmektedirler. Lucien Rabatet ile (öteki adı François Vinneuil) şöyle demekledir, «Sinemanın yarı Yahudi Charlie Chaplin'e borçlu olduğu şeyleri saklamağa çalışmak saçma bir şey olurdu. Özellikle damarlarındaki Hıristiyan kanı, onun ırkının kalıntılarını düzeltmiş ise—ki bu çok enderdir bir Yahudi'nin deha sahibi olabileceğini yadsımak akla gelmez.»     Tüm tarih çiler, bu Yahudi kökü bir olgu olarak almakta ve bundan, Chaplin’in komik yönü üzerinde temel genellemeler çıkarmaktadırlar. Chaplin’in kendisi ise bu temel soruya da çelişik cevaplar vermiştir. 1940’ da şöyle der: «Ben Yahudi değilim. Bir damla Yahudi kanı yoktur damarlarımda. Yahudi olduğum söylendiğinde hiç bir zaman bunu yadsımadım, çünkü, Yahudi olsaydım bundan gurur duyardım.» Buna karşılık 1946 yılında ise «Benim için ‘Chaplin Yahudidir' deniyor. Doğrudur. Bunu hiç bir zaman yadsımadım. Fakat yine hiç bir zaman bunun üstünde pek durmadım» der.
Anılarında, yüzyılın başında «Yahudi komedyenleri Londra'da pek gözdeydi» dedikten sonra — ki, bu, yukarıda sözü geçen övünmeyi bir anlamda açıklamaya yarayabilir — «Yahudi Semti'nde» bir tiyatroda oynadığını yazar ve konuşmasındaki «Yahudi şivesi» nden söz açar.
Öyleyse, Yahudi kültürü dünyaya oldukça kabarık sayıda dâhi vermişken çekinmemesi gereken böyle bir soy bağıntısı üzerinde bu denli bilmece neden ? Birçok hayat öyküsü yazarı ve özellikle kitabının bir bölümüne «Musevî İnsan» başlığını veren Jose Augusto França bu soru üzerinde eğilmişlerdir. Anılarında sözünü ettiği Londra tiyatro çevreleri ve müzikhollerinde Yahudi düşmanlığını gösterecek hiç bir olay anlatılmıyorsa da, Chapİin'in gençliğinde Yahudi asıllı olduğunu saklama zorunluluğunu duyması bir ölçüde anlaşılabilir. Fakat daha sonraları, hele Amerika’da şimşek gibi birden parlayan başarısından sonra, geçmişini, soyunu gizlemesi için hiç bir neden kalmamıştı. Bu soruyu inceleyen The Unİversal Jewish Encyclopedia' nın «Chaplin» başlıklı bölümünde şunlar yazılıdır: «Chaplin, Yahudi olmadığını söylemiştir, fakat Yahudi asıllı olduğuna değgin ısrarlı söylentiler süregelmektedir. Söylentilere ve bunların dayandırıldığı örneklere bakılırsa, üne, daha geç ulaşsaydı, ya da uluslararası koşulların uygar kişilere böyle bir kalıtımın yeni bir değerlendirme olanağı verdiği bir dönemde varsaydı, Chaplin Yahudiliğini kabul edecekti.» Kısaca, Chaplin’in, delikanlılığında, ırksal kökünü saklamaya götüren bir aşağılık kompleksinin sıkıntısını çektiğini ve sonra da asıl gerçeği belirtmek için kendi kendini yalanlamayı göze alamadığını kabul etmek gerekiyor. Ancak Amerika’da çevresinde hissedebileceği açığa vurulmayan Yahudi düşmanlığını azımsamak da yanlış olur. Bu düşmanlık, Chaplin zenginleştikçe ve ileri siyasal tutumları benimsedikçe daha da kuvvetlenmiştir. Toplumsal çekişme ve kıskançlık onun ırksal geçmişinde fazladan bir sav kazanmıştı.
Chaplin’in Yahudi asıllı oluşu büyük bir olasılık derecesiyle ortaya konmuş oluyor. Ne var ki, bu durumu kanıtlayacak belge elimizde değil. Konumuz yönünden bu eksiğin de önemi hemen hiç yok gibi. Gerçekten de, önemli olan, Şarlo’nun kişiliğinin tipik olarak Yahudi olması: Bu konuda görüşlerini belirtenlerin tümü aynı nokta üzerinde bİrleşiyorlar. Örneğin, sadece Buster Keatonİle karşılaştırmak bile, Şarlo’nun komiğinin —P. Leprohon’un dikkati çektiği gibi— Anglosaksonlukla hiç bir İlgisi olmadığını, tersine Yahudi ve Latin niteliği taşıdığını anlamağa yeterlidir.
Sh:13-18
İnsancıllığıyla, göçmenlerin New York’a vardığı o ünlü sahnesinin kavgacı sarsıcılığıyle «Şarlo Göçmen» Chaplin ve yapıtının kilit noktalarından biridir. 1912 Ekiminde New York’a ikinci kez—ve temelli— geldiğinde, Chaplin filminde canlandırdığı, sıradan ve sefil bir göçmen olmaktan çok uzaktır aslında. Doğduğu ülkede tanınmış bir oyuncudur, İyi bir ünü olan Karno topluluğu ile ve lüks bir gemide seyahat etmektedir. Oysa daha iki yıl önce Amerika'ya, yine Karno topluluğu ile, ilk gelişinde göçmen taşıyan bir gemideydi. Onun için, o acımasız giriş denetinden önce, göçmenlerin hayvanlardan farksız bir biçimde yığılıp bekletildikleri —ve filminde de canlandırdığı— onur kırıcı sahneyi bizzat yaşadığı tahmin edilebilir. Bununla birlikte, yirmi yıl sonra, olayla ilgili anılarını anlatırken, New York dokları önünde, bir Rastignac havası içinde, «Amerika! Sıkı dur, seni fethetmeğe geliyorum» diye haykırdığını İleri sürer.
Bu deyişte bir caka, bir abartma bulunsa da, o günkü durumu tam bîr göçmen durumu olmasa da,
Chaplin’in Amerika’ya vardığında, kendinden önce bu ülkeye gelen milyonlarca insandan farklı değildi, tepkileri ve duygulan.
Çok az anımsayabileceği kadar küçük bir çocuk İken mutlu idi Chaplin. Ama yine daha çocuk iken sefalet, sıkıntı nedir tanımıştı. Çok içen ve sonunda 1894 aralık ayında hastanede ölen babası, Chaplin’in doğumundan bir yıl sonra aile ocağını bırakıp gitmişti. Bunun hemen arkasından annesi çıldırıyor ve 1896 yılında ilk kez bir akıl hastanesine yatırılıyordu. Daha sonra, sefalete dayanamayan Hannah Chaplin, iki çocuğuyla birlikte, Lambeth düşkünler yurduna girmeye karar veriyordu.
İşte bu yüzdendir ki, tiyatro oyunculuğundaki ününe karşın, genç Chaplin, Amerika’ya ayak bastığında temelde her hangi bir göçmenden farklı değildi. Filminde canlandırdığı varış sahnesi-—belki de— yalnız kendi simgesi değildi ve sürekli olarak otuz yıldır Amerika’ya yerleşmeğe gelen yüzbinlerce erkek ve kadını da temsil ediyordu. 1891 ile 1905 yılları arasında, Rusya’daki Yahudileri ezmek için yapılan ayaklanmalardan ve Orta Avrupa’nın sefalet yuvalarından kurtulmak isteyen bir milyon Yahudi'nin Amerika’ya gitmek için Avrupa’yı terk ettiği hesaplanmıştır. Yahudi halkı için yeni bir yayılma aşaması olan bu korkunç göçün, birinci göçten 1850’deki «altına hücum» göçünden değişik özellikleri vardı. Birincisi daha çok Germen ve Anglosakson iken, bu göç, her şeyden önce İslav ve Akdeniz niteliği taşıyordu. Bu olay, Gezginci Yahudi üzerindeki bilinen o eski «lânetleme»nin sonuçlarından biri olarak alınabilir. Gezginci Yahudi efsanesinin bir Hıristiyan buluşu ve oldukça yeni bîr öykü olduğu çoğu zaman bilmezlikten gelinir. Bu efsane İlk kez 1602 yılında Leyde’de yayınlanan bir yapıtta ortaya atılmıştır. Matta ve Yuhanna tarafından, İsa’nın ölümünden sonra tutulan Yahudılerin, sürekli göçebe olmaya mahkûm edilişleri biçiminde edebî ve dramatik bir somutlaştırılması olan tanrısal lanetleme, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yüzyıllar boyunca ve özellikle, Hitler katliamından önce 19. yüzyılın son çeyreğinde Yahudi düşmanı tüm baskıların dayanağı olmuştur. Yahudilerin Yeni Dünya’ya doğru yayılışları bir anlamda yeni Kutsal Toprak (=Vaadedilmiş Ülke)lara göç sayılabilirdi. Göçebe Yahudi imgesi ile Şarlo’ nun alışılmış takma adı olan «the tramp = Avare, Serseri» arasındaki benzetme bu bakımdan ilginç ve çarpıcıdır. Yine bu yüzden, halk kitlelerinden, kültürel geleneğin sağladığı az çok simgesel «tip»ler yaratmasını bilen Chaplin’in, kişiliğini tanımlamak için bu özelliği seçmesi oldukça anlamlıdır.
Üstelik, bu avare de tıpkı Gezginci Yahudi gibi bir «parya»dır. Bu görüş, Amerikalı bir sosyoloğun, Hannah Arendt’in, Şarlo’nuıı kişiliği ile, sürekli olarak ezilen Yahudi tipi arasındaki büyük benzerliği ortaya koyan «.The Jew as Pariah» (Parya Olarak Yahudi) isimli temel yapıtında kanıtlanmıştır. Yazar «Chaplin, parya Yahudi’nin dünya görüşünden, sanatçı biçim içinde, bir kahraman yaratıyor» diyor ve şöyle sürdürüyor gözlemini: «Şarlo’nun dünyası son derece yere yakındır, ya da buna soytarıca gülünçleştirilmiş bir dünyadır diyelim. Ama bu dünya aynı zamanda çok katı bir biçimde gerçektir. Bu, ne doğanın, ne sanatın kaçıp kurtulmaya olanak tanımadığı bir dünyadır; onun darbelerine ve oklarına karşı akla gelebilecek tek kalkan herkesin alaycılığı ya da günlük ilişkilerimizin inceliği ve insancıllığı olabilir. Şarlo’nun, yarattığı bu herkesçe kuşku ile bakılan sefil parya örneğiyle toplumun kendilerine karşı tııtum ve davranışlarını gören basit kişilerin sevgisini kazanmaması olanaksızdır. Bu yüzden de Şarlo’nun kitlelerin sevgilisi haline gelivermesinde şaşılacak bir yan yoktur.»
Yahudi edebiyatı, sonunda başlıca üç tipte birleşen kahramanlarla doludur. Bu üç tip luftmensch, schkmyJ, schnorrer'dir. Luftmensch işsiz-güçsüz dolaşan, sürten adamdır.  Toplumdan kopmuştur. Fırsatlardan yararlanır, hayatını kazanır. Ufak tefek İşlerle uğraşır, tefecilik, eskicilik ya da karaborsacılık, kaçak satış vb. işler yapar. Schlemyl şanssız, sakar, başına durmadan belâ gelen ve masum olduğu halde tüm darbeleri yiyen «gökten inci yağsa tarlasına bir damla düşmeyecek» adam tipidir. Schnorrer ise yılışık, dilenci, asalak tipidir. Yardımı, hakkı imiş gibi ister, çalıp çırptığı ile yaşar, hayatını şaklabanlıkla kazanır. Kişilikle ilgili bu Özellikler hayata karşı başlıca iki tutum biçiminde somutlaşırlar: Bir yandan alçakgönüllülük ve hatta bazen ödleklik, öte yandan kendine güven ve çokluk şiddet. Sonunda bunlar da ya tevekküle ya da soylu bir iyimserliğe ulaşır. Tevekkül, tipik bir Yahudi anlayışıdır. İyimserlik ise Yahudi ahlâkının özü, ruhudur, ve İnsanın
Tanrının imgesi olarak yaratıldığı, soyluluğunun buradan geldiği ve zekânın her zaman kaba kuvvetin üstesinden geleceği, kısaca, İlâhi adaletin tam olarak yer bulacağı inancına dayanır.
Tüm bu kişilik özelliklerinin Şarlo'nun tipinde birleşmesi oldukça ilgi çekici. Ve kuşkusuz denebilir ki, bu durum kaderin bir rastlantısı değil, tersine Yahudi kültür geleneği İle onun temsilcilerinden sadece biri olan —fakat kendi dehasıyle halkının hemen hemen bütün ruhsal ve töresel öğelerini birleştirip yeniden yaratan —bir sanatçı arasındaki derin benzerlik ve birliğin sonucudur. Elbette kİ, Chaplîn’in asıl dehası, Musevîliğe has ırksal ve kültürel özellikleri aşarak, her birimizin kendini tanıyıp bulabileceği bir insan imgesi meydana getirmesini bilmesindedir.
Sh: 19-23
Şarlo'nun kişiliğinin ve evreninin oluşumu, onun hayat öyküsünü yazanlar ve inceleyenler tarafından birçok kez ele alınmıştır, önce giysilerinden söz edelim. Çünkü onun ününü kişiliğinden ya da davranışlarından çok bu giysiler sağlamıştır. Ancak belirtmeden geçilmemesi gerekli olan bir nokta var: Şarlo’da giysi ile kişilik birbirlerine çok yakından bağlıdır ve bir anlamda biri ötekini belirler.
…..
Bunlar hep bilinen şeyler, gerektiğinde kanıtlanabilir de. Aklıma gelen bir soru da şu. Yahudi tiyatro geleneğinin, aktör Chaplin’in ve kahramanının oluşmasını etkileyen öğeleri neler olabilir?
Çünkii, kuşkusuz kİ, Chaplin gençliğini bir Yahudi ailesi içinde, Yahudi tiyatro çevreleri İçinde ve ara sıra Yahudi rolleri oynayarak geçirmiştir. Huff’un yazılarına göre, 1906 sıralarında tek başına oynadığı bir gösteriye çıkıyor ve afişler Chaplin’i «Yahudi Komiği Sam(i) Cohen» olarak tanıtıyordu. Irksal geçmişini hiç bir zaman açıkça belirtmeye yanaşmadığına göre, bir Yahudi tipi (fiziği, Andre Salmon’un deyimiyle «küçük kıvırcık yahudi» fiziği buna elverişli idi) canlandırmayı kabul etmesini, az da olsa, Yahudi kanı taşımasına bağlayarak açıklamak âdeta zorunlu oluyor.
Bu soruya kesin bir cevap verebilmek için İngiliz tiyatrosunun geçen yüzyılın sonundaki durumunun tarihsel açıdan incelenmesi gerekir. Bu ise amacımız ve olanaklarımız dışında bir sorun. Yine şaşırtıcı benzeyişleri, rastlantılardan daha derin ve ileri olan benzeyişleri ele alarak, bunların, kanıların oluşmasını büyük bir olasılıkla aydınlatan ışığında sonuçlara, genellemelere varmak olanağı kalıyor elimizde. Geleneksel Yahudi tiyatrosu (kahramanları, temaları, havası ve oyunu) ile Şarlo (kişiliği, davranışı, mimiği, fizik ve toplumsal evreni) arasındaki benzerlik, insanı ister istemez Chaplin-Şarlo’yu Yahudi kültür geleneğinin tam ortasına yerleştirmeğe yöneltiyor. Yahudi tiyatrosunda, özellikle Commedia del arte’yi andıran Pourim oyunlarında mim sanatının daima çok önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Öte yandan bilindiği gibi, mimik ve jestlerle anlatım bir Akdeniz geleneğidir. Burada da ve bir kez daha, bu olgu ile Chaplin ailesinin — kendisine göre —Fransız yada — başkalarına göre— İspanyol asıllı olma olasılığı hayret verici biçimde çakışıyor.  Bu çakışma, Şarlo'nun komiğinin Anglo Sakson kökünden gelmediği sonucunu kuvvetlendiriyor.
Şarlo ile Yahudi kültürü arasındaki ilişkiler her halde açıkça görülüyor. Sözü Jerome ve Jean Tharaud’ya bırakıyorum: «O Yahudi’ dir. Yeteneğini yansıtan tüm nitelikleri Yahudi işareti taşır. Eserlerinde görülen mizah ile ‘ghetto edebiyatı'nın sevimliliğini veren özellikler arasında çok büyük bir benzeyiş vardır. Bu edebiyat 19. yüzyılda Dickens’ini ya da A. Daudet’sini Abramoviteh’in kişiliğinde bulmuştur. Küçük Rusyalı bir Yahudi olan Abramovitch Yahudi lehçesinde ve büyük bir espri, incelik ve alayla dindaşlarının yaşantısını tasvir etmiştir, tşte Abramovitch’inince bir zekâ ile portresini çizdiği Yahudidir Chaplin’in tüm filmlerinde kişilerin arkasındaki gizli kahraman, örneğin Altına Hücum’u anımsayalım. Bu film kendiliğinden çok eğlendiricidir ama onun büyük bir ghetto anısı ya da serüveni (Chaplin bunu yapmak İstemiş olsun olmasın) olarak alırsak hayran olmamak elde değildir. Bu bir Schlemyl’in öyküsüdür (...) Görmelisiniz bunu. Charlie uzun yassı ayaklarıyla ilerlemektedir; ve küçük yuvarlak şapkası kafasından hiç çıkmaz (bir Yahudi hiç bir zaman başını açmaz) , ancak yüzyıllardır Israel’e has bir biçimde geriye doğru itilir. (...) Redingot ile ve en ciddî giysiler içinde bile çocuksuluğunu, mucizeye inanan saflığını, Aaron’un şakacılığını, saflığını yitirmez.»
Charlie Chaplin ou l’Espıit du Ghetto, (C. Chaplin ya da ghetto esprisi), L’Eventail'fa (Bruxelles), 18 eylül 1927.
Tharaud’ların anıştırdıkları yapıt, hiç kuşkusuz Mendele Moicher Sforim’in (1836-1917) romandır. Geçen yüzyılın sonunda yayınlanan Les Voyages de Benjamin, III (Fransızca çevirisi: Arnold Mandel tarafından, Fasquelle 1960) adlı bu romanda «Vaadedilmiş Ülke»ye doğru yola çıkmış Ukraynalı iki Yahudi’nin kurnazlıklarla dolu serüvenleri anlatılmaktadır.
öte yandan, işte Yahudi psikolojisini ve ahlâk anlayışını yansıtan birkaç örnek atasözü:
Bu Yahudi dünya anlayışı içinde İnce bir mizah vardır. Şarlo’da bulduğumuz yön de işte budur.
Tharaud’ların üzerine dikkati çektikleri benzeyişlere gerçekten de Yahudi tiyatrosunda ve tüm Yahudi edebiyatında rastlanmaktadır: Cholem Aleİchem, Achele Ostropoler, Mendele Moicher Sforim ya da Öbür adıyla Abramovitch’in kahramanları Chaplin filmlerinin kişileri olabilenler Chaplin’in canlandırdığı kişilerdir. (Tefeciler, bakkallar, terziler, eskiciler, meyhaneci vb.)1 s İtalyan Guiseppe Ungaretti’ye göre Şarlo «eskicilerin prototipidir. Bütün dünyanın, dün, bugün ve yarının paçavra satıcılarını benliğinde toplamıştır. (...) Paçavracılar Şirketinin bayramlık üniformasıymış gibi sırtına geçirdiği bu kullanılmış giysiler, bir giysi satıcısının satabileceği en talihsiz şeylerdir sanki. En büyük traji-komik tarih bu giysilerde mİ yaşamaktadır? Yoksa bu giysilerin bilinmeyen, geçmişinde mi; Tanrı bilir, onu giyenin de haberi yoktur. Belki de bu geçmişi, bu giysiyi, yüklenmesindedir, tarihin traji-komik akışı? Pireler, tozlar ve hor görülmeler arasında, bu kuşku içindedir. Charlot’un şiiri.»  Max Jacob da onun «tipik bir Polonyalı Yahudi terzi»  olduğunu söylüyor.
Şarlo’nun içinde geliştiği çevre ve çerçeve yönünden yapılan benzetmeler de çok ilginç. Örneğin Şarlo Diktatör' bu konuda kuşkuya hiç yer yok; Şarlo  bir Yahudi berberidir ve ghetto’da oturmaktadır. Tüm öteki filmleri göz önüne getirilsin: O sefil yollar, o dökülen evler, o yoksullar için bakım evleri, o dükkânlar, o meyhaneler büyük kentlerin en talihsiz, en bakımsız mahallelerini, özellikle Londra’nın, Chaplin’in yaşadığı fakir mahallelerini, ya da Orta Avrupa’nın ghettolannı ansıtmıyor mu? Zanaatkârların, küçük dükkâncıların yaşadığı fakat aynı zamanda toplumdan atılmışların, işsizlerin, serserilerin ve suçluların çoğunlukta olduğu bu yerler de aynı izlenimi vermektedir: Bu sahneler hemen tüm Amerikan filmlerinde görülen göçmen mahallelerinin görünüşünü andırmaktadır. Diyelim ki Şarlo ancak bir tek kez çok açık ve belirgin biçimde bir Yahudi kahramanını canlandırmıştır. Ama Asri Zamanlarda söylediği fantezist şarkının sözlerinde de Yahudiceyi andıran bir hava bulunmaktadır.
Albert Memmi bu özelliğe şunu ekler: «Yahudi ırkının kaderi en genel anlamında İnsanlık kaderinin, daha yoğun ve daha karanlık bir özetinden başka bir şey değildir.» Şarlo gezginci Yahudi’dir bir anlamda ya da daha önce sözü geçen bir yapıtın başlığını alacak olursak parya simgesinin ta kendisidir. Hannah Arendt «Şarlo’nun yarattığı tip, toplumun gözünde, temelde daima kuşku İle bakılan bir tiptir. (...) Şarlo çocukluğunda iki şey öğrenmişti. Bir yandan Yahudi’nin geleneksel olarak polisten korkusunu Öğrenmişti —ki bu düşman bir dünya görüşünü canlandırmaya yöneltir onu— Öte yandan, değişmez Yahudi gerçeğini kavramıştı: yani İnsanlık koşulları bu olunca, bir Davud’ un İnsanî kurnazlığı bazen pekâlâ bir Calut’un hayvanı gücünün üstesinden gelebilirdi (...) Bu «şüpheli» kişi temelde suçsuzdur, masumdur. Chaplin’in kahramanları kusursuz birer erdem timsali değildirler, bin bir hatası olan, yasalarla sürekli çatışma durumunda zayıf insanlardır. (...) Yapmadığı şeyler, işlemediği kabahatler için her zaman bir köşeye sıkıştırılır, fakat o, başkalarının kurtulamayacakları durumlarda kuralların bir boşluğundan yararlanarak sıvışmasını bilir. (...) Korkuyu ve çekinmezliği birleştiren bir davranış: Bunlar sanki birer değiştirilemez, zorlanamaz doğa güçleriymiş gibi yasalardan korku ve fakat yasaları temsil edenlere karşı ise alışkanlık halinde bir yüzsüzlük, alaycılık. (...) Yahudi kuşaklarınca çok iyi bilinen türden çekingen, kaygılı bir küstahlıktır bu. Zavallı «küçük kıvırcık yahudi»nin, toplumun kendisi için ne düzen ne de adaleti sağlayan sınıf düzenim tanımayan küstahlığı». Ama Albert Memmi’ye bakılırsa «Yahudi kem kaderine bir ölçüde uyarlamaktadır kendini. Sabırla bir dizi kurnazlık ve savunma tedbiri hazırlar, başkalarına ve hatta kendine karşı. Bilinen o ünlü Yahudi mizahı şansızlığı hafifletir, korku ve suçluluk duygusunu şahane bir biçimde yokeder böylece.»
Şarlo’nun Yahudi ve parya kişiliği ana çizgileriyle ortaya çıkmaktadır. Yahudi, bir paryadır, Hıristiyanların suçlamasına göre, İsa’nın öldürülmesi günahını işlediği için sürekli olarak gezginciliğe, göçebeliğe mahkûm edilmiştir. Bu suçlamanın, bu savın temeli, dayanağı yoktur; bunu belirtmiştim. Sartre bu konuda şöyle bir açıklama yapar: «Yahudilerin dünyaya yayılması İle ilgili olarak Hıristiyanların yarattıkları bir efsanenin propagandasıdır burada söz konusu olan. Kesin olarak bilinmektedir kİ çarmıha germe cezası bir Roma işkence biçimidir ve İsa, Romalılar tarafından siyasal bir kışkırtıcı diye öldürülmüştür.»  Ne var ki bu denli yaygın, bu denli ardına düşülmüş ve bu denli öldürücü bir lanetleme doğal olarak, en sonunda, cezayı uygulayacaklar kadar kurbanların bilincine de demir atacaktır. Bu korkulu düş, geleneksel Yahudi inanışları nedeniyle İnanılmaz korkutucu boyutlar kazanabilir. Şarlo, belirsiz bir şekilde İsa’yı canlandırdığında (Mösyö Verdu, Sahne Işıkları) hem kurban, yani İsa hem de cellât —Hıristiyanların suçladıkları Yahudi olarak— oluyordu. İsa gibi, Şarlo da insanları kurtarmak, onlara adalet ve mutluluk getirmek ister; fakat haksızlık ve şiddete kapılarını kapamamış bir toplumda tehlikeli bir oyunbozan olarak görülür ve sadece aynı toplumun hareket biçimlerini ve araçlarını kullandığı halde ölüme sürüklenir. Bu M. Verduux’nun kader çizgisidir.
Hayatı alaya alarak kaderinden kurtulmaya çabalar. Mizah onun için korkunç gerçekten kaçmak, zenginlere, güçlülere ve kötülere karşı savunmak İçin bir yol, bir araçtır. Chaplin güldürmek için savaşı (Şarlo Asker), Hitler’i (Şarlo Diktatör) ve Landru’yu (Mösyö Verthı) konu olarak ele almaya cesaret edebilmiş tek sanatçıdır. Güldürü başarılamadığı ya da yetmediği zaman, Şarlo duruma hemen uydurur kendim, böylece daha kötüyü önlemeyi dener. Bu uyarlama yeteneğinin bir bakıma korkaklığı, alçaklığı andırması Şarlo’nun kişiliğinden rahatsız olanların ya da Bardeche ve Brasillach gibi Yahudi düşmanlarının Chaplİn’i küçümsemelerine başlıca dayanak olmuştur. Şurası açık ki, Şarlo adi bir korkak değildir; sadece peşini bırakmayanlardan daha zekidir ve beceriklilik ve kurnazlığı ile kör kaba kuvvete karşı koymaktadır.
Elİe Faure’u dinleyelim: «İki bin yıldır moral iskeleti Yahudi halkı İçinde demir bir sütun gibi sağlam ve yoğun tutabilmek için her şey bi deşiyor. Hemen hemen sürekli bir kovuşturma, içine tıkıldığı delikten çıkmasın diye konan kanlı yasaklamalar bu halkı daima ve zorla kendi kendine kalmağa itmiştir. Bütün meslekler yasaklanmıştır. Geriye sadece zekâyı bileyenler, sabrı işleyen ve parlatanlar, hıncı için için sürdüren ve umutsuzluğu olgunlaş tiranlar kalmıştır. (...) Bu halkın kesin, acımasız irdeleme, çözümleme gücü ve dayanılmaz alaycılığı bir kezzap etkisi yapmıştır. Kendisine karşı davranışlardan deliye dönen Yahudi doğal olarak, içlerinde, aralarında yaşadığı ırkların ağırlıklarına, hafifliklerine, duygusallıklarına ya da dogmacılıklarına alayla ya da sert bir umursamazlıkla karşılık vermiştir. Yahudi esprisinin dolaşımı, bir anlamda, hissedilemeyecek kadar hafif olmasına, bunun bilincine İse ırk ayırımı hengâmesini atlattıktan sonra varılmasına karşın, Maimonide’ den C. Chaplin’e kadar varan gelişme çizgisini izlemek gayet kolaydır. (...) Montaigne, Spinoza, Bergson, Marx, Freud, Einstein, Proust, Chaplin Yunan Latin ve Katolik olan klasik yapıtlar anıtının dayanaklarını yıkmışlardır.»  Yahudi bir hayalci, bir ülkücüdür. Fakat yalnızlığı ve umutsuzluğu içine kapanmıştır ve devrimler hayaller: İşte bunun İçin de İsa’dan Marx’a kadar türlü kuşkulara yol açmış, kendi başım da türlü kovuşturmalardan kurtaramamıştır.
Fakat, günü gününe de olsa iyi yaşamalıdır insan ve bu yüzden, o, şiddete kurnazlıkla karşı çıkar. Elie Faure, Şarlo’yu anlatırken şunları da söylüyor: «Şarlo saflığı ve açıkgözlülüğü birlikte yürütür. Zaten muzipliğiyle inandırmaz mı bizi masumiyetine, oyunlarında. İşe geç geldiğinde, arkasını dönüp atılacak tekmeyi beklemesi; yatakta iken yüz yıkama tasını sallaması ve kunduralarını eliyle sürükleyerek yataktan kalktığına inandırmağa çalışması gibi çok sevimli örnekler insanı neşeye boğar. Âdeta intikam alır böylece, hiç kimsenin yapamadığı biçimde hepimizden hıncını çıkarır: Eskilerden ve bundan sonra gelecek kuşaklardan, tümümüzden. Kaderciliği ve yumuşak başlılığı ile hem kötü talihin, hem de despotların üstesinden gelir. (...) Her zaman harcanır, her zaman yenilir, sonunda yine intikamım alır, ama bu, kötülük ederek bir öç alma değildir. Şakalar yaparak, alay ederek intikamını alır ya da daha komiği, ayıplanmanın, hor görülmenin bir parçasını da başkalarının çekmesine yol açan büyük hatalar yaparak aynı amaca erişir.»  …..
Burada, çok dikkatle ilerlenecek hassas bir alana girmek üzere bir parantez açıyorum. Chaplin, Hitler’in doğum günüyle kendisininki arasında dört günlük bir fark oluşu gibi tuhaf bir rastlantıya değinmiştir. (Acaba astrologlar bu konuyla hiç ilgilenmişler midir?) «Hitler ile Şarlo arasında ne ilişki olabilir ki?» sorusu akla gelebilir, öyleyse, İşte Şarlo’nun bu soruya cevabı: Hitler onun «benzer»i değil mi Şarlo Diktatör filminde? Hitler rolünü Chaplin’in bizzat oynamasının bir nedeni yok mu sanıyorsunuz? Bu işi başka bir oyuncuya verebilirdi. Ama verilmemiştir. Çünkü Şarlo, Hİtler’dir. Demek istiyorum ki, Hitler, şeytanî istemsemeleri temsil eder. Bu soy duygular hepimizde saklı, eylemsiz olarak bulunur. Durum Şarlo için daha da doğrudur. Çünkü Yahudilere has —hep İsa’nın ölümünden doğan lanetleme yüzünden — suçluluk duygusu, yokluk (yokedilme) korkusu ve bunların sonucu olarak kurban arama kompleksi de eklenmiştir bu saklı duyguya. Daha önce de belirtmiştim. Şarlo mesih olarak kurban, fakat aynı zamanda Yahudi olarak da cellâtttır. Şarlo’nunki ile Hitler’in mesİhlîği arasındaki benzetme ilginçtir: Hitler Yahudi halkım yok etmek gibi bir Tanrı Görevi (misyonu) olduğuna İnanıyordu. Yoksa «Yahudi sorununun kesin olarak çözümlenmesi» gibi şeytanî bir fikir açıklamasız kalırdı.»  Öte yandan bilinen o eski lanetlemenin etkisi altında ezilen milyonlarca
Yahudi, hemen hiç direnmeden Nazi mezbahalarına sürüldüler. Henri Pİchefte «Chaplin, Hynkel aracılığıyle içimizdeki her ‘Alman’a seslenmekledir.» demektedir.  Başka bir deyişle, içimizde uyuyan ve Yahudi düşmanı cinayetler istemseyen Naziye seslenmektedir Chaplin. Demek ki Şarlo-Hynkel «çift»i insanın içinde birarada yaşayan İyi ile Kötü’niin simgesi oluyor. Fakat, daha açık, belki daha utanarak, her halde daha bilinçaltı bir açıklamaya gidilirse, Chaplin’deki fikrin, Şarlo’nun tiran olamadığı için tutsak olduğu, ve yaratıcısı gibi (Chaplin uzun süre Napolyon’u perdede canlandırmak istemiştir) kaba kuvvete tutkun ve tehlikesi olmadığı sürece bu kuvveti kullanmaktan yana olduğu sonucuna varılır. Acaba Şarlo-Chaplin’in asıl arzusu mutlak kudret sahibi olmak mıdır? Şarlo Çırak filmindeki şaşırtıcı bir yazı bu yönde düşünmeye sürüklüyor insanı. Hizmetçi kıza kur yaparken Şarlo «Diktatör olmak için okuyorum» diyor, ancak, bunun gerçek nedenini ve yerini iyi belirlemek gerekir. Kesin bir kanıya varmak yönünden bu gösterge çok zayıf kalıyor tabiî. Ama önerdiğim açıklama biçimi kabul edilmeyince de Şarlo Diktatör filminin anlaşılması ve açıklanması bana pek eksikmiş gibi geliyor. Parantezi burada kapıyorum.
Sh: 24-47
Şarlo’nun duygusallığının bir gizleme kalkanı olmadığından da emin değilim. Bu kadar İnsan, Montherlant’ın deyimiyle Chaplin’e «sinemanın soytarısı» gözüyle bakıyorlarsa, bu ahlâkî ve siyasal fikirleri onları tedirgin ettiği içindir: Chaplin bombasını — Chaplin eğer toplumsal bir bomba ise — zararsız, tehlikesiz hale getirmek gerekmektedir, bunun için de Şarlo’yu palyaço, şarlatan, hokkabaz olarak ele almalıdır. Amerika’da olan budur: Chaplin düşünmeğe başladığı günden, karşısındakileri kudurtan o siyasal ve toplumsal sözcü olmağa başladığı günden itibaren, tatsız, kişiliksiz, zararsız fakat sonu gelmeyen küfürnameler. Pay ne, M. Verdoux filminin Chaplin'in başına bir imzasız mektup seli yıktığım anlatır. Bu mektupların çoğu Chaplin’i «pis komünist Yahudi» olarak niteliyordu. Amerikalı fanatiklerin gözünde «şeytan»ı tanımlayan sıfat ölçüsünün tamamlanması için bir «Allahsız» nitelemesi eksikti. Ahlâk alanında Chaplin’in toplumsal fikirlerine karşı duyulan bu kinin — ya da korkunun— Şarlo’nun en hoşgörüsüz biçimde mahkûm edilmesi sonucunu doğurduğuna inanmaktan kendimi alamıyorum. Bazin gibi birinin iyiniyetli kaleminden bile Chaplin'in toplumsal fikirlerinin «sempatik olduğu kadar karışık» olduğu şeklinde bir görüş ileri sürülebiliyor.
Sh:165
Sh:252
Kaynak: MARCEL MARTIN, Türkçesi: Timuçin Yekta, CHARLIE CHAPLIN (ŞARLO) BİLGİ YAYINEVİ, Birinci Basım Ocak 1972, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar