Print Friendly and PDF

ÇİFTÇİ ZEKİ SAVCI’NIN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ VE KİŞİLİĞİ

Bunlarada Bakarsınız



Hzl: Halil Savcı
Gaziantep,
20 Şubat 1985
Türkmen kolunun Savcılı aşiretinden Hacı Halil Ağa zade Halil Rifat Efendi ile Assiye Hanımın 11.4.1891 yılında bir erkek çocukları olmuş, ismini Abdürrahman Zeki koymuşlar. Şair olan babası oğlunun doğumu için şu şiiri yazmıştır.
Hazret-i Haktan ne maksudun olursa et niyaz
Eylemez bir şahsı meyus ol kerim ism-i sahi
Mal ü evlâd-ı münasip hep hudanın lutfudur
Nezd-i feyzinde müsavi şeyh ü şah, bay ü gani
Çok zamandır ister idim ben de bir hayr-i halef
Hal-i zatımda kerem kildi am rabb-ı kavi
Âlem-i fenn-i kıyafet şöyle güya olmada
İşbu tıflın vasf-ı pâkinde ne derlerse huri
Nail-i ikbal ü izz ü rifat olsa çok değil
Bir sıddik ehl-i cah ü devlete oldu semi
Öyle bir isâ nefes kim mürde kalb ü kalibim
Pirlikte etti ihya misl-i Yahya-i nebi
Çıktı bir tarih-İ cevher Rifat'â miladına
Doğdu güna luf-i hakla Abdürrahman Zeki
Zeki Savcı doğduğunda babası 61 yaşında idi. 1894 yılında henüz üç yaşında iken babasını kaybetti. Onu annesi büyüttü. Okula mahalle mektebinde başladı. Daha sonra Rüşdiyeyi bitirdi. Bir müddet medreseye devam ederek biraz Arapça ve Farsça öğrendi. Lise ve yüksek tahsil seviyesinde bir öğrenim yapamayan Zeki Savcı, amcası Dayı Ahmet Ağa’nın selâmlığında, onun sık sık misafirleri olan, o devrin vali, paşa, hakim ve benzeri ünlü kişilerine verilen ziyafetlerde hizmet ederek, onların meclislerinde bulunarak kendini yetiştirmiştir. Dayı Ahmet Ağa’nın selamlığında edebiyata ve siyasete meraklı Antep’in aydın gençleri ve yüksek rütbeli memurları geceleri sık sık toplanır ve geç saatlere kadar güncel konular üzerinde tartışmalar yaparlardı. Zeki Savcı da bu toplantıların, biraz da ev sahibi gibi, müdavimlerindendi. Böylece bu hayat okulunda yetişen Zeki Savcı babadan geçme şiir kabiliyeti ile düz yazı ve şiirde kısa zamanda kendini tanıttı.
Zeki Savcı 15-16 yaşlarında, babasından kalan, Gaziantep-Kilis yolu üzerindeki Beşgöz köyünde çiftçiliğe başladı. Beşgöz Antep’e 30 km. uzaklıkta ve Anadolu’yu vilayet merkezi Halep’e bağlayan önemli bir yol üzerinde olduğundan ve köyün içinde yolcuların geceleyeceği bir han bulunduğundan, Halep’e giden ve gelenler için bir konaklama noktası idi. Zeki Savcı yolculardan zamanın Önemli kişilerini kendi konağında misafir eder, onlarla güncel konular üzerinde uzun sohbetler ederdi. Böylece hoş sohbet, sevilen ve sayılan bir kişi olarak kendini daha küçük yaşında tanıtmıştır.
1911 yılında 20 yaşında iken, halk arasında Abdo Efendi olarak tanınan Seyyaf zade Abdülkadir Behçet Efendinin kızı Emine Hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten ikisi erkek, ikisi kız olmak üzere dört çocukları olmuştur. Sırasıyla 30 Eylül 1912’de Hatice Nadire Ülker (Kutlar), 25 Ocak 1914’te Halil Rifat, 1917’de Turgut (1920 yılında Halep’te muhacirlikte iken vefat etmiştir! ve 29 Ekim 1925’te Ayşe Necla (Uyanık) dünyaya gelmiştir. Oğlu Turgut’un ölümü Zeki Savcı’yı çok üzmüş, 1922 yılı Kurban Bayramı arife günü acılarını şöyle dile getirmiştir:
Sana kim var ki, bir avuç toprak
Onu gözyaşlarıyla ıslatarak
Bugün öksüz kalan mezarında
Halep’in köhne hâksarında,
Söyle, kim var ki, ağlayıp döksün.
O benim, şüphesiz benim emelim,
Neyleyim pek uzak yetişmez elim.
Beni de öldürür bu derd-i firak,
Sana kaldıkça böyle yavrum uzak.
Zeki Savcı Milli Mücadelede Antep savunmasında Şahin Beyle çalışmıştır. Şahin Beye Kilis yolunu tutarak, Halep’ten gelecek Fransız ikmal kuvvetlerini, millî kuvvetler Antep’e gelinceye kadar şehre sokmamak görevi verilmişti. Çete toplamak ve kendisine yardımcı olmak üzere o bölge köylülerince sevilen ve sayılan Zeki Savcı görevlendirilmişti. Göreve haşlamak üzere bir gece yola çıkarlarken, Muhammed Sait olan isminin, halk arasında mertlik ve yiğitlik simgesi ve kolay akılda tutulabilecek (Şahan) lakabı ile değiştirilmesini Zeki Savcı önermiş ve şehit olduğu güne kadar yanında beraber çalışmıştır.
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i vezninde yazmış olduğu (Hikâye-i ceng-i Antep) şiirinde bu olayı şöyle anlatmaktadır.-
Bir geceydi yola çıkmak istedik
İsmini tebdile arzu besledik.
Sen bilirsin dedi ol şir-i huda,
Aklıma gelmişti (Şahin) iptida.
Çok münasip dedi aldı ismini,
Yurda bağışladı ol an cismini.
Yolda ona çok ricalar eyledim.
“Bana yüz verme sakın sen hiç, dedim,
Ünlü tanıtmak gerek halka seni,
Bu civar halkı bilir sever beni.”
Mütarekeden sonra Fransızlar tarafından teşkil edilen mahalli idarece Zeki Savcı’nın Antep’e girmesi yasaklanmıştır.
Bana öz yurdumu göstermeyecekti o teres,
Kendi yıllarca onun hasreti kaldı çürüdü.
Antep, Fransızlar ve onların yandaşlarından tamamen temizlendikten sonra şehre dönebilmiştir.
Bu dönemde kısa bir süre “Eytam Mektebi” müdürlüğünde bulunmuştur. Bu Zeki Savcı’nın ilk ve son memuriyeti olmuştur.
1930’lu yıllarda başlayan -dünya ekonomik krizi geçim şartlarını çok güçleştirdiğinden, yakın dostu olan Mektupçu Hilmi Beyin önerisiyle Ticaret Odası Başkâtipliğine tayin edilmesi için çok uğraşmışsa da Vali Akif Beyin başka birisini bu göreve tayin etmesi buna engel olmuştur. Bu olayı muhammes tarzında yazdığı bir şiirde bütün ayrıntıları ile acı bir şekilde dile getirmektedir.
Gördüm ki ağarmaz bu gidişle kara bahtım,
Halimdeki düşkünlüğe, yoksulluğa baktım,
Naçar kalıp kendime bir iş bulacaktım.
Onlar gibi memurluğu çok özledi gönlüm,
Aylarca şu altmış lirayı gözledi gönlüm.
İsbat-ı hüner etmeye yok elde bir evrak,
Cahillere yer var mı bugün ortada hiç bak,
Bir çaresi var sosyete, olmaz o da çıplak.
Onlar gibi memurluğu çok özledi gönlüm
Aylarca şu altmış lirayı gözledi gönlüm.
Zeki Savcı tabasbus, riya ve evet efendimcilikten nefret eder, mevki, para ve dünya malına önem vermez, izzet-î nefsini her şeyin üstünde tutardı. Ömrü boyunca hakikatleri haykıran, kötülere, kötülüklere amansız çatan medeni cesaret sahibi bir insandı.
Ne maroken koltuğa, ne de sırça saraya,
Vicdanlara hükmeden, evler yıkan paraya,
İçimde bir hasret yok, ben idbarı severim.
Bu akılda oldukça mevki dışıdır yerim.
Hadiselerden alır ilhamı çıldırırım,
İçim gök gibi gürler olurum bir yıldırım,
Kinlerim gözlerimden yağmur olur dökülür,
Ruhumun isyanları birer birer sökülür.
Sıkarım yumruğumu, yazar yazar atarım,
Haksız ecelim olsa yine korkmaz çatarım.
İstemem sizin olsun mevki ve dünya malı,
Koparılırken bile başım dim dik durmalı.
Zeki Savcı her bakımdan devrinin ilerisinde yaşamış bir insandı. Bu hem yaşantısı ve kılık kıyafeti, hem de düşünce ve davranışları bakımından böyle idi. Eski grup fotoğraflarında, arkadaşlarını fes, üzerinde sarık, uzun boy entari,-bellerinde kaim yün kuşak, ayaklarında Antep yemenisi ile, bunların arasında Zeki Savcı’yı da ütülü pantolon, ceket, kolalı gömlek ve kravatı, ayağında iskarpin, ceket üst cebinde mendil ve göğsünde çiçeği ile Antep’te o devirde yadırganacak şık bir kıyafetle görmekteyiz.
Koyu bir bağnazlığın hüküm sürdüğü bu devirde akraba ve yakınlarının bütün çaba ve kınamalarına rağmen kızma çarşaf ve peçe giydirmemiştir.
1925 yılında İstanbul’da iken, Atatürk’ün Kastamonu’ da şapka giymesi üzerine, henüz kıyafet kanunu çıkarılmamışken, Beyoğlu’nda bir mağazadan Borsalino marka bir fötr şapka alarak başına giymiş ve Taksim Meydanına doğru yürürken, kötü bir rastlantı, Gaziantep eşrafından ve Antep Mevlevi tekkesi postnişini Şeyh Mustafa Efendi (Ocak) ile karşılaşır. Şeyh Mustafa Efendi hiddetle: “Tuh sana Zeki, bu başındakini sandığında mı saklıyordun.” diye onu azarlar.
1924 yılında, o zaman “Sarı Mektep” diye anılan ilkokulun üçüncü sınıfında okuyan oğlunun, okulda bir cam kırılması olayında başöğretmen tarafından haksız yere kırbaçla dövülmesi üzerine, henüz milâdi takvimin kabul edilmediği bir dönemde: “Yirminci asırda, mektepte kırbaçla çocuk dövülür mü?” diyerek bu öğretmen aleyhine dava açmış ve onu mahkûm ettirmiştir. Bununla da kalmayarak, bu şehirde bu koşullarda çocuk okutulamaz diyerek, iki sene kaybetmesini de göze alarak oğlunu İstanbul’a götürmüş ve on bir sene Galatasaray Lisesinde okutmuştur.
Siyasi hayatına gelince, daima haksız iktidarların karşısında olmuştur. Serbest Fırka, daha sonra Demokrat Parti’nin Gaziantep’te kurulması için öncülük etmiş, yazıları ile bu hareketleri desteklemiş, ne yazık ki sonunda daima hüsrana uğramıştır.
1920’li yılların Halk Fırkası yöneticilerine karşı aydın gençlerin safında mücadele etmiş, Serbest fırkanın kapatılmasından sonra Halk Partisinde iş başına gelen çok ümit bağladığı genç kuşağın yönetiminde de aradığını bulamamıştır. Bu dönemde yazmış olduğu şu iki dörtlükle Parti Başkanı ve Belediye Reisini sert bir dille hicvetmektedir.
Düzelmez Partinin ahenk ü ilhamı sen oldukça
Yüzü gülmez bu şehrin derde dermanı sen oldukça.
Vilayet heyetinde meydan ıssız bellisizdir baş,
Bütün azası başkan, Parti Başkanı sen oldukça.
**
Anladım Partide bir kaht-ı rical olduğunu,
Yok diyor her kime sorsam bana bundan iyisi,
İmrenip cenneti tanzime ecel alsa bunu,
Nereden bulmalıyız memlekete biz Reisi.
1945     yılı Halk Partisinin Toprak Kanunu tasarısını Millet Meclisine getirdiği yıldır. Zeki Savcı, toprağı olmayan çiftçilere geçimlerini sağlayacak kadar toprak verilmesini, ancak verilecek toprakların bilfiil toprakla uğraşmayan toprak sahiplerinden alınmasını, geçimini kendi çalışarak topraktan sağlayan kimselerin topraklarının alınmaması tezini savunuyordu.
Toprağı olmayana yeter toprak vermeli,
Öylelere hükümet kanadım germeli.
Toprağı olana da uzatmalı elini,
Güvenci toprak ise doğrultmak belini.
Herkes kendi kârından beklemeli ekmeği,
Çalışanın cebinde kalmalı el emeği.
Sermayeye, metreye, teraziye şehirler,
Toprağa yaslananlar toprak sahibidirler.
Kurtarmalı yokluktan çiftçiyi ve köylüyü,
Yurtta sömürgelikten kurtarmalıdır köyü.
Ancak Millet Meclisine sevkedilen tasan, düzenli bir işletme yapan orta çiftçinin de elinden toprağının alınmasını ön görüyor, bırakılan miktarla geçimini sağlaması olanaksız hale geliyordu.
Alın efendiler alın şu orta çiftçinin malın
Lüzumu yoktur onlara beş on dönüm o tarlanın. Bırakmayın saban, Öküz, ne var ne yok bütün alın,
Kırın şu orta çiftçinin başın, gözün, kolun, dalın.
Toprak Kanunu Zeki Savcı’nın C.H.P. ile zaten incelmiş olan bağlarını koparmıştır. Demokrat Parti kurucuları ile temas eder ve Gaziantep’te bu partinin kurulması için bütün gücü ile çalışmaya başlar.
Niçin kurulamıyor Demokrat Parti bizde,
Feragati sevenler hiç yok mu ilimizde.
Milli mücadelenin eşsiz kahramanları,
O heyecan, temiz kan, o fedakârlık hanı.
Partiye başkan olabilecek, herkesin sevip saydığı birçok kimselere başvurur ve geç de olsa Partinin Gaziantep’ te kurulmasını sağlar.
1946     seçim kampanyası iki parti arasında eşit olmayan koşullarla başlamıştır. Vali bizzat, köy köy dolaşarak propaganda yapmaktadır. Zeki Savcı idarenin, çok partili bir devirde tarafsız kalması gerektiğini haykırmakta ve bütün gücü ile mücadele vermektedir. Seçim arifesinde Zeki Savcı gözaltına alınır, daha sonra serbest bırakılırsa da sivil polis nezaretindedir. Partisinin Gaziantep’te seçimden çekilmesi için beyanname yayınlamak ister, fakat bütün matbaalara vilayetçe emir verilmiştir, müsaade edilmez. 1947' yılında yazdığı bir şiirde, suçlulardan er geç hesap sorulacağını, kanunî yoldan zafere ulaşılacağını söylemektedir.
Emin olmalıdırlar, er ve geç yıkacağız, Millet iradesine kıymet vermeyenlerin, Kanunu tekmeleyip, hakkı çiğneyenlerin, Kanunun pençesiyle gırtlağın sıkacağız.
Zeki Savcı siyasette daima amatör olarak çalışmış, partilerin sağladığı mevkilerden uzak' durmuş, fakat her zaman hakkı savunmuş, haksızlığın karşısında olmuştur.
1950     seçimlerinin kazanılmasını müteakip, demokratların da eski iktidarın izinde yürüdüğünü, partide disiplinin bozulduğunu, en kötüsü de gericiliğe taviz verilmek suretiyle Atatürk ilkelerinden uzaklaşıldığını görerek hayal kırıklığına uğramış, seçimlerden kısa bir zaman sonra yazdığı bir (Nefes) te:
İktidar şarabı mest etti bizi,
Gözünün önünü gören kalmadı.
Yeter hırpaladık birbirimizi,
Disiplin bozuldu, fren kalmadı.
Hakiki partili kaldı geride,
Sonradan gelenler pek ileride,
İşimiz gücümüz hep gösteride,
Dost ahbap dağıldı, yaren kalmadı.
diyerek yakın gelecekte memleketi yine kötü günlerin beklediğini sezinlemektedir.
1951     Şubatında yazdığı bir dörtlükte Partiye mensup Olmanın suçluluğunu hissetmektedir.
Şahlandı geçimsizliğimiz erdi kemâle,
Kan ağlar içim yazmaya takat yok içimde.
Gençlerden ümit ettiğimiz iş bu değildi,
Bir suç gibidir Partiye nisbet üzerimde.
Seçimlerden bir yıl sonra 17 Haziran 1951’de Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes’e yazdığı:
Ey beş sene evvelki resuller ve erenler,
İnmiş gibi gökten bizi irşade gelenler,
Ey millete hürriyeti kanunla verenler.
Ey yurda demokrasiyi kansız getirenler.
diye başlayan ve:
Siz kadrini bilmezseniz üç yıl sonu hüsran
Oldukça bu millette bu iz'an ve bu iman.
diye biten açık mektup bir bakıma onun partiden istifa dilekçesidir.
Demokrat Partiden ayrıldıktan sonra hiç bir partiye girmemiştir. 1954 yılında çok sevdiği Gaziantep’ten de ayrılarak Ankara’ya göçmeye karar verir. Gaziantep’teki evini satarak Ankara’da Bahçelievler semtinde bahçeli bir ev satın alır ve ayni yılın sonbaharında Ankara’ya yerleşir.
Ancak Ankara’da oğlu, gelini ve çok sevdiği torunları ile beraber olmasına rağmen Antep hasretiyle yanar tutuşur. Sevdiği dostlarını özlemiştir. Yıllardan beri çok yakın dostlan ile öğle sonlan eczacı Asaf Erkılıç’ın Suburcu caddesindeki eczanesinin sağ tarafındaki bölümünde toplanırlardı. Buranın adını (Polit Büro) koymuşlardı. Buranın devamlı müdavimleri yaş sırasına göre, Hüseyin Cemil Göğüş, Dr. Mecit Barlas, Zeki Savcı, İsmail Say, Nafi Erkılıç, Abdullah Göğüş, eczane sahibi Asaf Erkılıç, Avukat Zihni Kutlar ve Yüksek Mühendis Muammer Bozok idi. Aralarından en yaşlı Hüseyin Cemil Göğüş’ü başkan seçmişlerdi. Hüseyin Cemil Beyin vefatından sonra en yaşlı üye olarak başkanlık makamı Dr. Mecit Beye verilmişti. 1955 yılının şubat ayında Ankara’dan Dr. Mecit Beye yağdığı mektupta, bu ayrılığa daha fazla dayanamayacağını, tekrar Gaziantep’e dönmeyi düşündüğünü bildirir ve ona ithaf ettiği (Hasratname) şiirini gönderir. Bu şiirinde Antep’ine, sevgili dostlarına, bağına bahçesine duyduğu özleyişi çok lirik bir ifade ile dile getirir.
Özledim Antep’imi, sevgili ahbaplarımı,
Özledim bağlarımı, bahçemi, topraklarımı.
Özledim çiftliğimin mabed-i hürriyetini,
Özledim dostlarımın neş’e veren sohbetini.
Zeki Savcı altı aylık bir ayrılıktan sonra tekrar Gaziantep’e dönmüş ve Başkarakol Anıtpark sokaktaki evi satın alarak çok sevdiği şehre ve dostlarına yeniden kavuşmuştur.
Zeki Savcı’nın hayatı hep mücadele ile geçmiştir. Siyasî hayatında olduğu gibi altmış yıllık çiftçilik hayatında da doğa ile savaşmıştır. Şiddetli bir fırtına sonu ekinlerinin harap olmasının verdiği büyük üzüntünün bunalımı içinde yazdığı (Allah’ıma arzuhalim) de tanrıya bile isyan etmektedir.
Ahımla yıkar, hem yakarım arşım Rabbım
Ahım da, günahım da, sevabım da şenindir.
Ben âdil-i mutlak diyerekten sana taptım,
Düşmez bu zulüm şanına ağlatma sevindir.
Doğanın çiftçiler için bütün acımasızlığına rağmen o özgürlüğün verdiği mutluluğu yine çiftçilikte bulmuştur.
Ağzınla kuş da tutsan şu geçim dünyasında,
Yine de bir kapının boynu bükük kulusun.
Efendilik istersen, tarlanın ortasında
Çalış, yorul alnının teri aksın kurusun.
Zeki Savcı 1956 yılında gelini Haver Savcı’ya yazdığı bir mektupta ıstıraplarla dolu iç alemini ve anlaşılamamanın üzüntüsünü şöyle dile getirmektedir:
“Hayatıma gelince: el yazımın aksine olarak dışından çok cazip ve imrendiricidir. Bunun sebebi nedir biliyor musun? İçim kan ağladığı zaman bile neşeli görünen bir insanım. Hep güler ve güldürürüm. Bu da iç hayatımdaki sonsuz ıstırapların birer aksiyonu olsa gerek...
Ne yazık ki, altmışbeş senelik ömrüm içinde hiç kim-, se beni okuyamamış, yahut biraz yorularak okumak istememiş. En yakınlarımın bile hep neşeme aldandıklarını zannediyorum. Biraz derine dalmış olsalardı, görür ve inanırlardı ki, saadet güneşi sırça sarayları değil birbirini anlayan ve dertlerini paylaşmasını bilen insanların mütevazi kulübelerini aydınlatırmış.”
Ölümünden üç yıl önce bir fotoğrafının altına yazdığı şu satırlar onun hayat felsefesini özetlemektedir:
Gözyaşıyla silinir sanmayın alnın yazısı,
Yetmişüç yıl bu güler yüz ile yendim kaderi.
Toprağa yüzsuyu döktüm, göğe açtım elimi,
Zevki mihnetten alıp, neşeye kattım kederi.
Zeki Savcı 76 yaşında yakalandığı amansız bir hastalıktan kurtulamayarak 14 Kasım 1967 yılında Ankara’da Yüksek İhtisas Hastanesinde hayata gözlerini kapamış, 15 Kasım 1967 günü Gaziantep’te Asri Mezarlıkta, vasiyeti üzerine, babasının mezarında toprağa verilmiştir. Mezartaşına kendisinin yazdığı şu satırlar kazılmıştır:
Toprak altında da olsa yine mes’ut şu baba,
Yatıyor bağrına basmış biricik evladın.
Zeki Savcı baba koynunda başın dinlendi,
Bu satırlar senin en son yücelen feryadın.
Zeki Savcı’nın derleyebildiğimiz şiirleri, 286’sı hece, 410’u aruz, vezninde, 4’ü de serbest nazım olmak üzere 700’ü bulmaktadır. Aruzda kaside, gazel, şarkı, ilahi, terkıb-i bend, murabba, muhammes, tahmis, mersiye, tarih, kitabe, kıt’a, müfred gibi divan edebiyatı kalıplarının her türünde yazmıştır. Hece vezninde ise nefes, koşma, destan, ağıt ve manzum hikâyeleri vardır.
Zeki Savcı'nın şiirleri, yaşadığı devri, olayları ve kişileri ile tarihin akışı içinde somut olarak yansıtmaktadır. Bu bakımdan bu kitapta şiirleri aruz ve hece olarak veya alışılmış divan kalıplan biçiminde düzenlemek yerine, kronolojik olarak sıralamayı uygun gördük.
Şiirlerin derlenerek yayınlanması için her türlü desteği esirgemeyen ve ölünceye kadar bunun takipçisi olan ablam Sayın Ülker Kutlar’ı burada rahmet ve saygı ile anarım.
Babamın Ölümünden itibaren, onun şiirlerinin derlenmesi ve bir kitap olarak yayınlanması için önce dilek, sonraları sitemler dolu yazılan ile bıkmadan, usanmadan bu eserin gerçekleşmesine büyük katkıda bulunan şair ve araştırmacı Üstad Cemil Cahit Güzelbey’e sonsuz saygı ve şükranlarımı bu vesile ile bildirmeyi bir borç bilirim.
Halil Savcı-Gaziantep, 20 Şubat 1985
Sh: 5-16
Kaynak: Çiftçi Zeki SAVCI-Bir Ömür Boyunca-Bütün Şiirleri 1907-1967 Yayına hazırlayan: Halil Savcı, Kent Basımevi, 1986 İstanbul 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar