ÇİFTÇİ ZEKİ SAVCI’NIN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ VE KİŞİLİĞİ
Hzl: Halil Savcı
Gaziantep,
20 Şubat 1985
Gaziantep,
20 Şubat 1985
Türkmen kolunun
Savcılı aşiretinden Hacı Halil Ağa zade Halil Rifat Efendi ile Assiye Hanımın
11.4.1891 yılında bir erkek çocukları olmuş, ismini Abdürrahman Zeki koymuşlar.
Şair olan babası oğlunun doğumu için şu şiiri yazmıştır.
Hazret-i Haktan ne
maksudun olursa et niyaz
Eylemez bir şahsı
meyus ol kerim ism-i sahi
Mal ü evlâd-ı
münasip hep hudanın lutfudur
Nezd-i feyzinde müsavi
şeyh ü şah, bay ü gani
Çok zamandır ister
idim ben de bir hayr-i halef
Hal-i zatımda kerem
kildi am rabb-ı kavi
Âlem-i fenn-i
kıyafet şöyle güya olmada
İşbu tıflın vasf-ı
pâkinde ne derlerse huri
Nail-i ikbal ü izz ü
rifat olsa çok değil
Bir sıddik ehl-i cah
ü devlete oldu semi
Öyle bir isâ nefes
kim mürde kalb ü kalibim
Pirlikte etti ihya
misl-i Yahya-i nebi
Çıktı bir tarih-İ
cevher Rifat'â miladına
Doğdu güna luf-i
hakla Abdürrahman Zeki
Zeki Savcı
doğduğunda babası 61 yaşında idi. 1894 yılında henüz üç yaşında iken babasını
kaybetti. Onu annesi büyüttü. Okula mahalle mektebinde başladı. Daha sonra
Rüşdiyeyi bitirdi. Bir müddet medreseye devam ederek biraz Arapça ve Farsça
öğrendi. Lise ve yüksek tahsil seviyesinde bir öğrenim yapamayan Zeki Savcı,
amcası Dayı Ahmet Ağa’nın selâmlığında, onun sık sık misafirleri olan, o devrin
vali, paşa, hakim ve benzeri ünlü kişilerine verilen ziyafetlerde hizmet
ederek, onların meclislerinde bulunarak kendini yetiştirmiştir. Dayı Ahmet
Ağa’nın selamlığında edebiyata ve siyasete meraklı Antep’in aydın gençleri ve
yüksek rütbeli memurları geceleri sık sık toplanır ve geç saatlere kadar güncel
konular üzerinde tartışmalar yaparlardı. Zeki Savcı da bu toplantıların, biraz
da ev sahibi gibi, müdavimlerindendi. Böylece bu hayat okulunda yetişen Zeki
Savcı babadan geçme şiir kabiliyeti ile düz yazı ve şiirde kısa zamanda kendini
tanıttı.
Zeki Savcı 15-16
yaşlarında, babasından kalan, Gaziantep-Kilis yolu üzerindeki Beşgöz köyünde
çiftçiliğe başladı. Beşgöz Antep’e 30 km. uzaklıkta ve Anadolu’yu vilayet
merkezi Halep’e bağlayan önemli bir yol üzerinde olduğundan ve köyün içinde
yolcuların geceleyeceği bir han bulunduğundan, Halep’e giden ve gelenler için
bir konaklama noktası idi. Zeki Savcı yolculardan zamanın Önemli kişilerini
kendi konağında misafir eder, onlarla güncel konular üzerinde uzun sohbetler
ederdi. Böylece hoş sohbet, sevilen ve sayılan bir kişi olarak kendini daha
küçük yaşında tanıtmıştır.
1911 yılında 20
yaşında iken, halk arasında Abdo Efendi olarak tanınan Seyyaf zade Abdülkadir
Behçet Efendinin kızı Emine Hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten ikisi erkek,
ikisi kız olmak üzere dört çocukları olmuştur. Sırasıyla 30 Eylül 1912’de
Hatice Nadire Ülker (Kutlar), 25 Ocak 1914’te Halil Rifat, 1917’de Turgut (1920
yılında Halep’te muhacirlikte iken vefat etmiştir! ve 29 Ekim 1925’te Ayşe
Necla (Uyanık) dünyaya gelmiştir. Oğlu Turgut’un ölümü Zeki Savcı’yı çok üzmüş,
1922 yılı Kurban Bayramı arife günü acılarını şöyle dile getirmiştir:
Sana kim var ki, bir
avuç toprak
Onu gözyaşlarıyla
ıslatarak
Bugün öksüz kalan
mezarında
Halep’in köhne
hâksarında,
Söyle, kim var ki,
ağlayıp döksün.
O benim, şüphesiz
benim emelim,
Neyleyim pek uzak
yetişmez elim.
Beni de öldürür bu
derd-i firak,
Sana kaldıkça böyle
yavrum uzak.
Zeki Savcı Milli
Mücadelede Antep savunmasında Şahin Beyle çalışmıştır. Şahin Beye Kilis yolunu
tutarak, Halep’ten gelecek Fransız ikmal kuvvetlerini, millî kuvvetler Antep’e
gelinceye kadar şehre sokmamak görevi verilmişti. Çete toplamak ve kendisine
yardımcı olmak üzere o bölge köylülerince sevilen ve sayılan Zeki Savcı
görevlendirilmişti. Göreve haşlamak üzere bir gece yola çıkarlarken, Muhammed
Sait olan isminin, halk arasında mertlik ve yiğitlik simgesi ve kolay akılda
tutulabilecek (Şahan) lakabı ile değiştirilmesini Zeki Savcı önermiş ve şehit
olduğu güne kadar yanında beraber çalışmıştır.
Süleyman Çelebi’nin
Mevlid’i vezninde yazmış olduğu (Hikâye-i ceng-i Antep) şiirinde bu olayı şöyle
anlatmaktadır.-
Bir geceydi yola
çıkmak istedik
İsmini tebdile arzu
besledik.
Sen bilirsin dedi ol
şir-i huda,
Aklıma gelmişti
(Şahin) iptida.
Çok münasip dedi
aldı ismini,
Yurda bağışladı ol
an cismini.
Yolda ona çok
ricalar eyledim.
“Bana yüz verme
sakın sen hiç, dedim,
Ünlü tanıtmak gerek
halka seni,
Bu civar halkı bilir
sever beni.”
Mütarekeden sonra
Fransızlar tarafından teşkil edilen mahalli idarece Zeki Savcı’nın Antep’e
girmesi yasaklanmıştır.
Bana öz yurdumu
göstermeyecekti o teres,
Kendi yıllarca onun
hasreti kaldı çürüdü.
Antep, Fransızlar ve
onların yandaşlarından tamamen temizlendikten sonra şehre dönebilmiştir.
Bu dönemde kısa bir
süre “Eytam Mektebi” müdürlüğünde bulunmuştur. Bu Zeki Savcı’nın ilk ve son
memuriyeti olmuştur.
1930’lu yıllarda
başlayan -dünya ekonomik krizi geçim şartlarını çok güçleştirdiğinden, yakın
dostu olan Mektupçu Hilmi Beyin önerisiyle Ticaret Odası Başkâtipliğine tayin
edilmesi için çok uğraşmışsa da Vali Akif Beyin başka birisini bu göreve tayin
etmesi buna engel olmuştur. Bu olayı muhammes tarzında yazdığı bir şiirde bütün
ayrıntıları ile acı bir şekilde dile getirmektedir.
Gördüm ki ağarmaz bu
gidişle kara bahtım,
Halimdeki
düşkünlüğe, yoksulluğa baktım,
Naçar kalıp kendime
bir iş bulacaktım.
Onlar gibi memurluğu
çok özledi gönlüm,
Aylarca şu altmış
lirayı gözledi gönlüm.
İsbat-ı hüner etmeye
yok elde bir evrak,
Cahillere yer var mı
bugün ortada hiç bak,
Bir çaresi var
sosyete, olmaz o da çıplak.
Onlar gibi memurluğu
çok özledi gönlüm
Aylarca şu altmış
lirayı gözledi gönlüm.
Zeki Savcı tabasbus,
riya ve evet efendimcilikten nefret eder, mevki, para ve dünya malına önem
vermez, izzet-î nefsini her şeyin üstünde tutardı. Ömrü boyunca hakikatleri
haykıran, kötülere, kötülüklere amansız çatan medeni cesaret sahibi bir
insandı.
Ne maroken koltuğa,
ne de sırça saraya,
Vicdanlara hükmeden,
evler yıkan paraya,
İçimde bir hasret
yok, ben idbarı severim.
Bu akılda oldukça
mevki dışıdır yerim.
Hadiselerden alır
ilhamı çıldırırım,
İçim gök gibi gürler
olurum bir yıldırım,
Kinlerim gözlerimden
yağmur olur dökülür,
Ruhumun isyanları
birer birer sökülür.
Sıkarım yumruğumu,
yazar yazar atarım,
Haksız ecelim olsa
yine korkmaz çatarım.
İstemem sizin olsun
mevki ve dünya malı,
Koparılırken bile
başım dim dik durmalı.
Zeki Savcı her
bakımdan devrinin ilerisinde yaşamış bir insandı. Bu hem yaşantısı ve kılık
kıyafeti, hem de düşünce ve davranışları bakımından böyle idi. Eski grup
fotoğraflarında, arkadaşlarını fes, üzerinde sarık, uzun boy entari,-bellerinde
kaim yün kuşak, ayaklarında Antep yemenisi ile, bunların arasında Zeki Savcı’yı
da ütülü pantolon, ceket, kolalı gömlek ve kravatı, ayağında iskarpin, ceket
üst cebinde mendil ve göğsünde çiçeği ile Antep’te o devirde yadırganacak şık
bir kıyafetle görmekteyiz.
Koyu bir bağnazlığın
hüküm sürdüğü bu devirde akraba ve yakınlarının bütün çaba ve kınamalarına
rağmen kızma çarşaf ve peçe giydirmemiştir.
1925 yılında
İstanbul’da iken, Atatürk’ün Kastamonu’ da şapka giymesi üzerine, henüz kıyafet
kanunu çıkarılmamışken, Beyoğlu’nda bir mağazadan Borsalino marka bir fötr
şapka alarak başına giymiş ve Taksim Meydanına doğru yürürken, kötü bir
rastlantı, Gaziantep eşrafından ve Antep Mevlevi tekkesi postnişini Şeyh
Mustafa Efendi (Ocak) ile karşılaşır. Şeyh Mustafa Efendi hiddetle: “Tuh
sana Zeki, bu başındakini sandığında mı saklıyordun.” diye onu azarlar.
1924 yılında, o
zaman “Sarı Mektep” diye anılan ilkokulun üçüncü sınıfında okuyan
oğlunun, okulda bir cam kırılması olayında başöğretmen tarafından haksız yere
kırbaçla dövülmesi üzerine, henüz milâdi takvimin kabul edilmediği bir dönemde:
“Yirminci asırda, mektepte kırbaçla çocuk dövülür mü?” diyerek bu
öğretmen aleyhine dava açmış ve onu mahkûm ettirmiştir. Bununla da kalmayarak,
bu şehirde bu koşullarda çocuk okutulamaz diyerek, iki sene kaybetmesini de
göze alarak oğlunu İstanbul’a götürmüş ve on bir sene Galatasaray Lisesinde
okutmuştur.
Siyasi hayatına
gelince, daima haksız iktidarların karşısında olmuştur. Serbest Fırka, daha
sonra Demokrat Parti’nin Gaziantep’te kurulması için öncülük etmiş, yazıları
ile bu hareketleri desteklemiş, ne yazık ki sonunda daima hüsrana uğramıştır.
1920’li yılların
Halk Fırkası yöneticilerine karşı aydın gençlerin safında mücadele etmiş,
Serbest fırkanın kapatılmasından sonra Halk Partisinde iş başına gelen çok ümit
bağladığı genç kuşağın yönetiminde de aradığını bulamamıştır. Bu dönemde yazmış
olduğu şu iki dörtlükle Parti Başkanı ve Belediye Reisini sert bir dille
hicvetmektedir.
Düzelmez Partinin
ahenk ü ilhamı sen oldukça
Yüzü gülmez bu
şehrin derde dermanı sen oldukça.
Vilayet heyetinde
meydan ıssız bellisizdir baş,
Bütün azası başkan,
Parti Başkanı sen oldukça.
**
Anladım Partide bir
kaht-ı rical olduğunu,
Yok diyor her kime
sorsam bana bundan iyisi,
İmrenip cenneti
tanzime ecel alsa bunu,
Nereden bulmalıyız
memlekete biz Reisi.
1945 yılı Halk Partisinin Toprak Kanunu tasarısını
Millet Meclisine getirdiği yıldır. Zeki Savcı, toprağı olmayan çiftçilere
geçimlerini sağlayacak kadar toprak verilmesini, ancak verilecek toprakların
bilfiil toprakla uğraşmayan toprak sahiplerinden alınmasını, geçimini kendi
çalışarak topraktan sağlayan kimselerin topraklarının alınmaması tezini
savunuyordu.
Toprağı olmayana
yeter toprak vermeli,
Öylelere hükümet
kanadım germeli.
Toprağı olana da
uzatmalı elini,
Güvenci toprak ise
doğrultmak belini.
Herkes kendi
kârından beklemeli ekmeği,
Çalışanın cebinde
kalmalı el emeği.
Sermayeye, metreye,
teraziye şehirler,
Toprağa yaslananlar
toprak sahibidirler.
Kurtarmalı yokluktan
çiftçiyi ve köylüyü,
Yurtta sömürgelikten
kurtarmalıdır köyü.
Ancak Millet
Meclisine sevkedilen tasan, düzenli bir işletme yapan orta çiftçinin de elinden
toprağının alınmasını ön görüyor, bırakılan miktarla geçimini sağlaması
olanaksız hale geliyordu.
Alın efendiler alın
şu orta çiftçinin malın
Lüzumu yoktur onlara
beş on dönüm o tarlanın. Bırakmayın saban, Öküz, ne var ne yok bütün alın,
Kırın şu orta
çiftçinin başın, gözün, kolun, dalın.
Toprak Kanunu Zeki
Savcı’nın C.H.P. ile zaten incelmiş olan bağlarını koparmıştır. Demokrat Parti
kurucuları ile temas eder ve Gaziantep’te bu partinin kurulması için bütün gücü
ile çalışmaya başlar.
Niçin kurulamıyor
Demokrat Parti bizde,
Feragati sevenler
hiç yok mu ilimizde.
Milli mücadelenin
eşsiz kahramanları,
O heyecan, temiz
kan, o fedakârlık hanı.
Partiye başkan
olabilecek, herkesin sevip saydığı birçok kimselere başvurur ve geç de olsa
Partinin Gaziantep’ te kurulmasını sağlar.
1946 seçim kampanyası iki parti arasında eşit
olmayan koşullarla başlamıştır. Vali bizzat, köy köy dolaşarak propaganda
yapmaktadır. Zeki Savcı idarenin, çok partili bir devirde tarafsız kalması
gerektiğini haykırmakta ve bütün gücü ile mücadele vermektedir. Seçim
arifesinde Zeki Savcı gözaltına alınır, daha sonra serbest bırakılırsa da sivil
polis nezaretindedir. Partisinin Gaziantep’te seçimden çekilmesi için beyanname
yayınlamak ister, fakat bütün matbaalara vilayetçe emir verilmiştir, müsaade
edilmez. 1947' yılında yazdığı bir şiirde, suçlulardan er geç hesap
sorulacağını, kanunî yoldan zafere ulaşılacağını söylemektedir.
Emin olmalıdırlar,
er ve geç yıkacağız, Millet iradesine kıymet vermeyenlerin, Kanunu tekmeleyip,
hakkı çiğneyenlerin, Kanunun pençesiyle gırtlağın sıkacağız.
Zeki Savcı siyasette
daima amatör olarak çalışmış, partilerin sağladığı mevkilerden uzak' durmuş,
fakat her zaman hakkı savunmuş, haksızlığın karşısında olmuştur.
1950 seçimlerinin kazanılmasını müteakip,
demokratların da eski iktidarın izinde yürüdüğünü, partide disiplinin
bozulduğunu, en kötüsü de gericiliğe taviz verilmek suretiyle Atatürk
ilkelerinden uzaklaşıldığını görerek hayal kırıklığına uğramış, seçimlerden
kısa bir zaman sonra yazdığı bir (Nefes) te:
İktidar şarabı mest
etti bizi,
Gözünün önünü gören
kalmadı.
Yeter hırpaladık
birbirimizi,
Disiplin bozuldu,
fren kalmadı.
Hakiki partili kaldı
geride,
Sonradan gelenler
pek ileride,
İşimiz gücümüz hep
gösteride,
Dost ahbap dağıldı,
yaren kalmadı.
diyerek yakın
gelecekte memleketi yine kötü günlerin beklediğini sezinlemektedir.
1951 Şubatında yazdığı bir dörtlükte Partiye
mensup Olmanın suçluluğunu hissetmektedir.
Şahlandı
geçimsizliğimiz erdi kemâle,
Kan ağlar içim
yazmaya takat yok içimde.
Gençlerden ümit
ettiğimiz iş bu değildi,
Bir suç gibidir
Partiye nisbet üzerimde.
Seçimlerden bir yıl
sonra 17 Haziran 1951’de Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes’e yazdığı:
Ey beş sene evvelki
resuller ve erenler,
İnmiş gibi gökten
bizi irşade gelenler,
Ey millete hürriyeti
kanunla verenler.
Ey yurda demokrasiyi
kansız getirenler.
diye başlayan ve:
Siz kadrini
bilmezseniz üç yıl sonu hüsran
Oldukça bu millette
bu iz'an ve bu iman.
diye biten açık
mektup bir bakıma onun partiden istifa dilekçesidir.
Demokrat Partiden
ayrıldıktan sonra hiç bir partiye girmemiştir. 1954 yılında çok sevdiği
Gaziantep’ten de ayrılarak Ankara’ya göçmeye karar verir. Gaziantep’teki evini
satarak Ankara’da Bahçelievler semtinde bahçeli bir ev satın alır ve ayni yılın
sonbaharında Ankara’ya yerleşir.
Ancak Ankara’da
oğlu, gelini ve çok sevdiği torunları ile beraber olmasına rağmen Antep
hasretiyle yanar tutuşur. Sevdiği dostlarını özlemiştir. Yıllardan beri çok
yakın dostlan ile öğle sonlan eczacı Asaf Erkılıç’ın Suburcu caddesindeki
eczanesinin sağ tarafındaki bölümünde toplanırlardı. Buranın adını (Polit Büro)
koymuşlardı. Buranın devamlı müdavimleri yaş sırasına göre, Hüseyin Cemil
Göğüş, Dr. Mecit Barlas, Zeki Savcı, İsmail Say, Nafi Erkılıç, Abdullah Göğüş,
eczane sahibi Asaf Erkılıç, Avukat Zihni Kutlar ve Yüksek Mühendis Muammer
Bozok idi. Aralarından en yaşlı Hüseyin Cemil Göğüş’ü başkan seçmişlerdi.
Hüseyin Cemil Beyin vefatından sonra en yaşlı üye olarak başkanlık makamı Dr.
Mecit Beye verilmişti. 1955 yılının şubat ayında Ankara’dan Dr. Mecit Beye
yağdığı mektupta, bu ayrılığa daha fazla dayanamayacağını, tekrar Gaziantep’e
dönmeyi düşündüğünü bildirir ve ona ithaf ettiği (Hasratname) şiirini gönderir.
Bu şiirinde Antep’ine, sevgili dostlarına, bağına bahçesine duyduğu özleyişi
çok lirik bir ifade ile dile getirir.
Özledim Antep’imi,
sevgili ahbaplarımı,
Özledim bağlarımı,
bahçemi, topraklarımı.
Özledim çiftliğimin
mabed-i hürriyetini,
Özledim dostlarımın
neş’e veren sohbetini.
Zeki Savcı altı
aylık bir ayrılıktan sonra tekrar Gaziantep’e dönmüş ve Başkarakol Anıtpark
sokaktaki evi satın alarak çok sevdiği şehre ve dostlarına yeniden kavuşmuştur.
Zeki Savcı’nın
hayatı hep mücadele ile geçmiştir. Siyasî hayatında olduğu gibi altmış yıllık
çiftçilik hayatında da doğa ile savaşmıştır. Şiddetli bir fırtına sonu
ekinlerinin harap olmasının verdiği büyük üzüntünün bunalımı içinde yazdığı
(Allah’ıma arzuhalim) de tanrıya bile isyan etmektedir.
Ahımla yıkar, hem
yakarım arşım Rabbım
Ahım da, günahım da,
sevabım da şenindir.
Ben âdil-i mutlak
diyerekten sana taptım,
Düşmez bu zulüm
şanına ağlatma sevindir.
Doğanın çiftçiler
için bütün acımasızlığına rağmen o özgürlüğün verdiği mutluluğu yine
çiftçilikte bulmuştur.
Ağzınla kuş da
tutsan şu geçim dünyasında,
Yine de bir kapının
boynu bükük kulusun.
Efendilik istersen,
tarlanın ortasında
Çalış, yorul alnının
teri aksın kurusun.
Zeki Savcı 1956
yılında gelini Haver Savcı’ya yazdığı bir mektupta ıstıraplarla dolu iç alemini
ve anlaşılamamanın üzüntüsünü şöyle dile getirmektedir:
“Hayatıma gelince:
el yazımın aksine olarak dışından çok cazip ve imrendiricidir. Bunun sebebi
nedir biliyor musun? İçim kan ağladığı zaman bile neşeli görünen bir insanım.
Hep güler ve güldürürüm. Bu da iç hayatımdaki sonsuz ıstırapların birer
aksiyonu olsa gerek...
Ne yazık ki,
altmışbeş senelik ömrüm içinde hiç kim-, se beni okuyamamış, yahut biraz
yorularak okumak istememiş. En yakınlarımın bile hep neşeme aldandıklarını
zannediyorum. Biraz derine dalmış olsalardı, görür ve inanırlardı ki, saadet
güneşi sırça sarayları değil birbirini anlayan ve dertlerini paylaşmasını bilen
insanların mütevazi kulübelerini aydınlatırmış.”
Ölümünden üç yıl
önce bir fotoğrafının altına yazdığı şu satırlar onun hayat felsefesini
özetlemektedir:
Gözyaşıyla silinir
sanmayın alnın yazısı,
Yetmişüç yıl bu
güler yüz ile yendim kaderi.
Toprağa yüzsuyu
döktüm, göğe açtım elimi,
Zevki mihnetten
alıp, neşeye kattım kederi.
Zeki Savcı 76
yaşında yakalandığı amansız bir hastalıktan kurtulamayarak 14 Kasım 1967
yılında Ankara’da Yüksek İhtisas Hastanesinde hayata gözlerini kapamış, 15
Kasım 1967 günü Gaziantep’te Asri Mezarlıkta, vasiyeti üzerine, babasının
mezarında toprağa verilmiştir. Mezartaşına kendisinin yazdığı şu satırlar
kazılmıştır:
Toprak altında da
olsa yine mes’ut şu baba,
Yatıyor bağrına
basmış biricik evladın.
Zeki Savcı baba
koynunda başın dinlendi,
Bu satırlar senin en
son yücelen feryadın.
Zeki Savcı’nın
derleyebildiğimiz şiirleri, 286’sı hece, 410’u aruz, vezninde, 4’ü de serbest
nazım olmak üzere 700’ü bulmaktadır. Aruzda kaside, gazel, şarkı, ilahi,
terkıb-i bend, murabba, muhammes, tahmis, mersiye, tarih, kitabe, kıt’a, müfred
gibi divan edebiyatı kalıplarının her türünde yazmıştır. Hece vezninde ise
nefes, koşma, destan, ağıt ve manzum hikâyeleri vardır.
Zeki Savcı'nın
şiirleri, yaşadığı devri, olayları ve kişileri ile tarihin akışı içinde somut
olarak yansıtmaktadır. Bu bakımdan bu kitapta şiirleri aruz ve hece olarak veya
alışılmış divan kalıplan biçiminde düzenlemek yerine, kronolojik olarak sıralamayı
uygun gördük.
Şiirlerin derlenerek
yayınlanması için her türlü desteği esirgemeyen ve ölünceye kadar bunun
takipçisi olan ablam Sayın Ülker Kutlar’ı burada rahmet ve saygı ile anarım.
Babamın Ölümünden
itibaren, onun şiirlerinin derlenmesi ve bir kitap olarak yayınlanması için
önce dilek, sonraları sitemler dolu yazılan ile bıkmadan, usanmadan bu eserin
gerçekleşmesine büyük katkıda bulunan şair ve araştırmacı Üstad Cemil Cahit
Güzelbey’e sonsuz saygı ve şükranlarımı bu vesile ile bildirmeyi bir borç bilirim.
Halil Savcı-Gaziantep, 20 Şubat 1985
Sh: 5-16
Kaynak: Çiftçi Zeki SAVCI-Bir Ömür Boyunca-Bütün Şiirleri 1907-1967 Yayına
hazırlayan: Halil Savcı, Kent Basımevi, 1986 İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar