Print Friendly and PDF

ÇİN İŞKENCESİ




Çinliler ilk günden itibaren sistemli bir şekilde esir kamplarındaki mahkûmlara beyin yıkama operasyonlarına başlarlar. Bu operasyon üç aşamalıdır.
Birinci aşamada esirlerin dengelerini bozma, liderinden koparma, sert davranışlarla bunaltma, tecrit etme, soğuk havalarda dışarıda bırakma, sıcak havalarda tek kişilik kafeslerde güneş altında bekletme, çok az yemek verme, hasta ve yaralıları tedaviden mahrum bırakma gibi yıldırıcı metotlar uygularlar. Bütün bunların sebebinin lidere bağlılıktan kaynaklandığı belirtilerek liderinden soğutulur. Esirler güçsüz, dengesiz ve dayanıksız hale getirilir. Artık her türlü psikolojik etkiye hazırdır.
İkinci aşamada esir, liderden koptuğu için ödüllendirilir. İyi davranılıp, yemekleri çoğaltılıp, sıcakta ve soğukta bırakmalar kaldırılır. Esirle dostluk kurulur. Sinemaya temsillere götürülüp istekleri yapılır. Esir yavaş yavaş Çinlilere ısınır. Onların düşünüldüğü gibi kötü insanlar olmadığına inanmaya başlar. Hatta sempati duyar.
Üçüncü asamaya geçme vakti gelmiştir. Son aşamada ise Çinli propagandasına başlar. Çeşitli dersler, konferanslar verilip seminerler düzenlenir. Sempati duyanlar ödüllendirilir. Hele arkadaşlarını ikna ederek kendi saflarına çekenler iyice rahatlatılır. Onlara esir değil konuk gibi davranılır.
Çinlilerin bu beyin yıkama metodu en çok Amerikalı esirlerde etkili oldu. Her üç Amerikalı esirden biri düşmanla işbirliği yaptı. 21 Amerikalı esir ülkesine dönmeyi reddederek Çin’de kaldı. Ülkesine dönenlerden ise 75 Amerikalı esirin düşmana casusluk yapmak üzere örgütlendiği tespit edildi.
980 İngiliz esirden dördü komünizmi benimsedi, biri hariç hepsi ülkelerine döndüler. İngiliz esirlerin üçte ikisi düşmanla işbirliği yapmayı reddetti. Çinliler İngiliz subay ve astsubayları üzerinde etkili olamadılar.
Türklerde ise hiçbir başarı elde edemediler. Esir edilen 234 Türk’ün hepsi yurda geri döndü. Türklerin esaret hayatındaki bu disiplinli yaşamları inceleme konusu oldu. Amerikalı yazar Marshall bu hususu irdelerken şu hususlara değiniyordu :
Amerikalı esirlerin yarısı ölmüş, İngiliz esirleri ise hükümetin dikkatini çekecek derecede kayba uğramış, Güney Koreli ölen esirlerden ise çok bulunmaktaydı. Türkler’ de ise ölen hiç yoktu. Amerikalı esirleri öldüren kültür ve lüks olmuştu. Disiplinli davranış ve teşkilatlanma noksanı birçok Amerikalıyı ölüme götürmüştü. Bu maddi ve manevi şoktan kurtulabilmek için büyük bir güce sahip olmak, kendine güvendiği kadar arkadaşlarına da güvenebilmek ve bir lider etrafında kenetlenmek gerekli idi. Kaya gibi dimdik duran İngiliz çavuşları çok iyi mukavemet ettiler. Buna karşılık birlik, beraberlik duyguları zayıf genellikle fabrika şehirlerinden toplanmış diğer askerler daha az dayandılar. Fakat en iyi direnç gösteren Türklerdi. Türkler, ayni genel kültüre ayni bilgilere sahip tam anlamıyla bağdaşık bir gruptu. Emir komuta zinciri hiçbir zaman bozulmadı. Düşmana karşı daima aynı safta kaldılar. Bu nedenle kurtulmayı başardılar. Türk Askeri hala fazlası ile hem adet ve örfüne düşkün hem de geleneklerine bağlı bir insandı. Hayati boyunca babasının, hükümetinin ve ordusunun geleneksel disiplin anlayışına itaat etmişti. Ayrıca kendine ve vatandaşlarına büyük güveni vardı. Sıkıntı çekmenin ne demek olduğunu iyi biliyordu. Çinlilerin köpeklerini bile Allah Teâlâ’nın bir nimeti gördüğünden şikâyet etmeden yiyordu. Eline geçen her yeşilliği ağzına atıyordu. Daha yüksek tahsilli Amerikalılar, Türklerin ot yiyişlerini hayretle seyrettiler ve neticede onlar da ot yemeye başladılar. Türkler savaş kabiliyetleri ve kabadayılıkları ile iftihar ediyorlardı. Atalarının çok eski tarihlerden beri Yakındoğu’daki orduların çekirdeğini teşkil ettiğinden ve onların pala sallamalarındaki hünerlerinin örneği bulunmadığından haberdardılar. Birbirlerine karşı yabancı gibi davranan Amerikalıları anlayamıyorlardı.
5 numaralı kampta Çinli muhafızlarla arası iyi olan bir onbaşıyı kendilerine kıdemli seçen Amerikalılar gibi bir seçim yapmamışlardı. Türkler arasında kıdeme hürmet devam etmekteydi. Her sabah kıdemli olan işbölümünü yapıyordu. Suyu kimin getireceği, odunu kimin kıracağı, hastalara kimin bakacağı hiçbir zaman sorun olmuyordu. Hâlbuki Amerikalı doktorlar, astsubaylar ve papazlar, hastaları yedireceklere, kendine hâkim olamayanları yıkayacaklara veya çalı çırpı getireceklere çok defa yalvarıyorlar,
“Cehenneme gidin, senin benden ne farkın var. Kendin yapsana” cevabini alıyorlardı. Çinli muhafızlar Türklerin en kıdemlisini verilen emirleri yapmadığı için cezalandırmakla bir şey kazanamıyorlardı. Zira kıdemde ikinci, üçüncü, besinci olan idareyi ele alıyor fakat uygulamada bir değişiklik olmuyordu.”
Amerikan Mc. Coll Dergisi’nin bir araştırmacı yazarının yaptığı tespitler ise daha ilginçti. Yazar;
Anadolu Bozkırının ortasında doğan, binbir mahrumiyet içerisinde yetişen Türk çocukları bizim her türlü konforu vererek yetiştirdiğimiz çocuklarımızla aynı şartlar altında ayni sınavdan geçtiler. Onlar başarılı oldular. Tam gittiler ve tam olarak geri dönmeyi başardılar. Bizimkiler birbirlerine yardım elini uzatmadılar. Birbirlerini korumasını bilmediler. Yalnız kendileri için, bencillikle yaşamanın örneklerini verdiler. Bu yüzdende kayıplar verdiler. Kızıllardan, daha sonraki dönemlerde iyi muamele görünce gevşediler, çözüldüler. Onların rejimlerini beğendiler. Ailelerini, vatanlarını unutup oralarda kaldılar” yorumunda bulunurken şu soruları sormaktan da kendini alamıyordu.
“Nedir bu Türklerin çözülemeyen kuvveti, gücünün sebebi? Nedir bu bizim toplumumuzun zayıflığı, çürüklüğünün sebebi?” ] [1] 
Çin işkencesinden niçin bahsettik…
Kore’de kahramanlığını gösteren milletimiz niçin kendi içinde bu kuvveti kaybetmekte, her gün olur olmaz şeylerle meşgul olup yıpranmaktadır.
Bunun tek sebebi vardır.
Toplum kendine ve inancına olan güvenini yitirmekte, bir cinnet içinde birbirini yiyen bakteriler gibi düşmanca saldırmakta ve ölümünün çare olacağını zannetmektedir. Allah Teâlâ’nın bizlere ihsan kıldığı bu vatana hepimiz gözümüz gibi bakmalı parça parça olup yenilip yutulmaktan kurtulmalıyız. Sürekli akla hayale gelmez cihetlerden akan kirli suları,  kudret  ve inanç imbiğimizden geçirip saf ve duru bir hale getirmeliyiz..
Burada hatırlanacak en önemli husus, hepimizin kurtarıcı rolünü bırakarak birbirimize dayanıp güvenmeyi tekrar hatırlayıp uygulamalıyız. Yalnız başarının bize mahsus olması gerekir kaygısından kendimizi kurtarma sendromundan çıkmalıyız. (Cemaatlerin, tarikatlerin, gurupların bencilliğini burada hatırlamak yerinde olacaktır.) Bunun acı bir yıkımın habercisi olduğu bilinmelidir. Vücudun kolu baş ile birlikte mana ifade ederken onu koparmak,  sadece başı koparmayıp kolu da koparacağından, başı kuvvetten mahrum bırakarak onun perişanlığına düşmesine neden olacaktır.
Birlik beraberlik kuvvettir.
Bir olmak zaman istemeyen her zaman gerekli olan husustur. Her gün Çin işkencesi içerisinde gerilen milletimiz için dostluk ve beraberlik farz olmuştur. Bu nedenle emperyalist oyunlarına gelmemek için dikkatli olmanın ne kadar gerekli olduğu günümüzde daha belirgindir. Bu nedenle;
[Hıristiyan âlemini bilecek bir İslâm idealizmine her zamandan daha fazla muhtacız. Bin yıllık ruh ve ahlâk yapımızı koruyabilmek için, her şeyden önce dışarıdan gelecek her şeyi reddetmekten başka yol yoktur. Korunmak ancak dışarıdan gelecek bütün zehirlere karşı koyucu iktidarı şuurlandırmak ile mümkün olacaktır. Dışarının varlığından uzaklarda, kendi tarih ve mukaddesatımızın mihveri üzerinde ele alarak tedaviye çalışmazsak ruhumuzun istiklâline yakın bir istikbalde veda etmemiz lâzım gelecektir.][2]



[1] ÜZMEZ Adnan “İkinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Gelişen Olayların Işığında Kore Savaşı Ve Türkiye” [Kitap]. - Istanbul  : İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri Ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk İlkeleri Ve İnkılap Tarihi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi 454-186510, 2006. s. 124-126
[2] Nurettin TOPÇU: Ahlak Nizamı (İstanbul, 1999), 223.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar