Çin, Tibet ve Hint Öğretilerine Göre ÖLÜMSÜZLÜK ve TEKRARDOGUŞ
"Var olan, var olmaya devam
eder"
Bhagavad Gîtâ
Bhagavad Gîtâ
Alexandra David Neel, Doğu'nun gizem ve
cazibesini kendi kuşağına aktarabilmiş bir haberci ve öncüdür. Yaşadığı çağdan
çok ileride, aşkın bir insan olan Alexandra. İçinde bulunduğu toplum tarafından
uzun süre reddedilmiştir. Anlatmaya çalıştığı bilgilerin değeri yeni yeni
anlaşılmaktadır. Onun ezoterik yazılarından bir çoğu, seyahat notları,
"Jacques Brosse" imzasını taşıyan bir özgeçmişi, ölümünden sonra
yayınlanmış, kendisine hakettiği ilgi ve tanıtımı sağlamıştır.
Alexandra David Neel'in kendi zamanından
ileride olduğundan hiç kuşku yoktur. Daha iki yaşında iken evden kaçmıştı. Bu
kaçışlarını, dört sonra on beş yaşlarında iken tekrarladı. Daha sonraları
Budizm Dini'ne dönen bu katolikve protestan kızı, kendine asıl çeken şev,
Doğu’nun gizemi idi. Sonunda, on yedi yaşında iken tek başına, yanında yol
eşyası olarak bir baston, yağmurluk ve Epictete'in Maximesler ’i olduğu hâlde
yaya olarak Saint - Gothard'ı geçmeyi başardı.
Doğu Seyahatleri
Seylan ve Hindistan'a gitmek üzere gemiye
bindiğinde, cebinde pek az parası vardı. Üyesi bulunduğu fakat tüm doktrinine
katılmadığı "Teozofi Cemiyeti” sayesinde, o zamanlarda dinsel
yaşama egemen olan büyük düşünür üstatlarla karşılaşma imkânı bulan Alexandra;
saf Budist doktrinini araştırmak üzere Hind'i, Çin'i, Japonya'yı sonra Sıkkını,
Botan, Nepal ve özellikle Tibet'i dolaştı. Gizemli yapıtları keşfetmek ve
yanlarında yüksek bilgi ve esrarengiz kudretlerin ilhamım toplayacağı Yogilerle
karşılaşmak amacındaydı. Bu bilgiyi elde etmeyi kafasına koyan AIexandra,
evini, parasını ve yeni evlendiği kocasını bırakıp gitmekte bir an tereddüt etmemiştir.
Bu bilgiyi elde etmeyi kafasına koyan
Alexandra her şeye hazırdır. Yak ve katır sırtında ya da yaya olarak seyahat
eder. Dizlere kadar karda, boğazlan aşmakta, birkaç kütükten yapılmış temelsiz
köprüler üzerinden, çılgın selleri geçmektedir. Beş bin metreden daha yüksek
yerlerde çadır altında yaşamış ya da. bazen, kayaların girinti ve çıkıntısı
içine, kovuklara sığınmıştır. Köylülerin, şarap, patates, şalgam, bakla.
ızgarada pişirilmiş arpa ekmeği ve çok ender olarak insanı pek sevindiren ünlü
tuzlanmış tereyağlı çayından oluşan zayıf yiyeceklerini paylaşmıştır. Bizzat
Yogiler gibi, aylarca ilkel kır evlerinde yaşamış, bulunduğu ülkelerin belli
başlı lehçeleri ile okuyup yazmasını öğrenmiştir.
56 yaşına geldiğinde, yaşlı Tibet
dilencisi kılığına girerek, evlât edinmiş olduğu genç bir lama ile birlikte
Himalayalar arasında, Tibetli ve Çinliler'den çekinmeden yaya olarak
kilometrelerce yol almış, çeşitli araştırmalar yapmıştır.
Dönüşünde "Parisli bir kadının yaya
giderek ve dilenerek, Çin'den, Hindistan'a. Tibet Seyahati" başlığı
altında yayınlanan bu seyahatin öyküsü kendisine büyük ün kazandırmıştır.
1937 yılında Alexandra 69 yaşında iken,
ölümü bulacağını umduğu Asya'nın yolunu tekrar tutar. "Yatağım toprak,
ot ve kar, göğüm yattığım çadırın tepesi ve gök kubbe idi" demektedir.
Sağlığı ve cesareti sarsılmaz durumdadır.
"Meditasyon Kalesi" anlamına
gelen "Samten Dzong" adını verdiği büyük bir eve yerleşmek üzere
Fransa’ya dönmeden önce, 1946 yılına kadar daima yaya olarak veya yak sırtında,
yeniden Çin’i. Hindistan'ı ve Sıkkım'ı dolaşmıştır.
Alexandra David Neel, bu evde faal bir
emeklilik geçirerek, manevî evladı ile birlikte gerçekleştirdikleri seyahatler
sırasında toplamış olduğu bilgiler hakkında, topluma ve uzmanlara ışık tutacak
ilginç eserler yazmış ve 101 yaşına kadar yaşamıştır.
Gizli bilgi, gizli ezoterik doktrin,
Alexandra'nm araştırmalarına daima rehberlik etmiştir. Alexandra, lamaların
özelliği zannedilen ve Batı'nur kuşku duyduğu parapsikolojik kudretleri içinden
keşfedebilmiştir.
Alexandra, Hindistan'da karşılaştığı bir
gurudan bilgi almış ve inisiyatik sırlara erişmişti. Öğrenimi sırasında;
Tibet'te, dağın içinde kaybolmuş bir mağarada, olağanüstü kudretlerle donatılı
olduğu iddia edilen, son derece mübarek bir keşişin hayatını paylaşmıştı.
Sırası gelince de Guru'su Alexandra'yı sırra erdirmiştir. Batı'dan gelen bu
gezginci kadın, bundan sonra "Bilim Lambası" anlamına gelen "YİŞE TÖ—ME”
adını alarak Tibetliler için "Bayan Lama" olmuştur.
Alexandra David Neel, kuşku yok ki, keşif
tarihinin en ilginç simalarından birini oluşturmuştur ve okültistler arasında
da seçkin bir yere sahiptir. Bugünkünden daha
gizli ve esrarlı bir Doğu’da, yaptığı seyahatleri sırasında gerçek inisiyeler
arasında kendine iyi bir yer sağlayan ezoterik bilgiler kazanmış ve Batılı bir
kadın olarak, ruhsal plân özerinde, en büyük Hindu ve Tibet Gurular'ı ile eşit
olmayı başarmıştır.
Ruh ve Madde Yayınları
Sh:3-5
Sh:3-5
Bir kişinin kelime dağarcığı, şeklin
değişmelerinden uzakta değildir. Bu kelimelerden bazıları eskir, yazılı ve
sözlü dilde kullanılmaz, unutulurlar. Bazıları ise bunun tersine birdenbire
rağbet görürler. Yazarlar ve konuşmacılar onları birçok yerde sık sık kullanırlar.
Bunlardan en aktüel olanı "problem" terimidir. Bu, onların maruz
kaldığımız dipdiri kaygılara cevap vereceğini sanmamızı gerektirir mi? '
Bir problem, ona çözüm getiren bir çözümün
söz konusu olduğu bir sorudan ibarettir. Bu da isteklerimizi engellemeye,
istenilen hedefe ulaşmaya ve tedirgin edici bir engelin üstesinden gelmeye özgü
çareleri araştırma işidir.
Siyasî, ekonomik, dinî ve diğer birçok
problemden söz edildiği duyulmuştur. Ama çok defa herbirimizin zihinsel ve
fiziksel hayatında olduğu gibi, toplumların ortak hayatında da birçok kılıkta
ortaya çıkan şuurlu ya da şuuraltı kaygılarımızdan ön plânda olan bir şey
vardır: Bu süreklilik sorunudur.
Yok olma düşüncesi kişiler için son derece
dayanılmaz ve can sıkıcı bir düşüncedir. Kişi, varlıklar merdivenindeki yeri
çok aşağıda olsa da, tüm gücüyle sonsuza dek var olmaya yönelir.
Süreklilik sorunu sıkı sıkıya
"Ben" sorununa bağlıdır.
Şüphesiz, uygulamaya elverişli biçimlerde
hazırlanan, görüşleri zorla kabul ettiren ve zihinsel olarak ortaya çıkan bu durum,
Ben'in doğası olması fikridir.
Herhangi bir kişiye; "Ölümden
sonra var olmak ister misin? Sürüp gitmesini arzu ettiğin, gerçek olan ve
ölümden sonra sürüp gidecek olan şey nedir sence?" diye sorunuz.
Konuştuğunuz kişi sorduğunuz bu soruları saçma, en azından garip bulacaktır.
Cevap oldukça basit değil mi? Sorguya ,çektiğiniz kişiler dinî ve felsefî
inançlarına göre; "Kendi hayatımın sürüp gitmesini isterim"
veya "Ben kendim var olacağım" şeklinde cevap vereceklerdir.
"Ne zamana kadar yaşayacaksın? -Sen
kimsin?-Neden ibaretsin?- Ben'in var olacağını söylüyorsan, o zaman Ben
nedir?"
Din kitaplarındaki "İnsan, ölümcül
bir beden ve ölümsüz bir ruhtan meydana gelmiştir " tanımıyla ya da
ruh ile madde arasındaki bölünmeyi belirten benzer tanımlarla yetinen Batılılar'ın
büyük çoğunluğu için tartışılacak konu yoktur. Beden yok olsa da, ruh varlığını
sürdürür. Bu maddî olmayan kuraldır.
Her yerde olgular, insanı kendini saran
geçici karakteri saptamaya zorlar ama, ona yorucu gelen bu saptama, doğuştan
gelen ölümsüzliik arzusunu bir parça olsun azaltmaz. Bu yüzden insan,
efsaneler, öğretiler, uygulamalar yaratarak direnir. Kendini, yarattığı her
şeyle güçlendirmek, kendi ölümsüzlüğünü inançlarında doğrulamak eğilimindedir.
Bu konudaki araştırmaların tam olması için,
araştırmaların tüm uluslara yayılması gerekir. Bu konu benim imkânlarımın ve de
bu kitabın sınırlarını aşar. Ayrıntılı bilgiler, çeşitli uygarlıkların bilgili
uzmanlarının kitaplarında toplanmış olabilir. Ben bildiklerimle yetineceğim,
Alexandra David Neel
Sh: 7-8
M.Ö. III. y.y. tarihli, büyük Sinegog
Maspero (1840-1915)tarafından çevrilmiş ve "Ruh Çağırma" adı verilen
bir metin, Çinliler'in etten ve kemikten kurtulmuş ruh hakkındaki inanç ve
duygularını şiirsel bir biçimde anlatır:
"Ey ruh gel!
Efendinin vücudunu terk etmiş dört yönde
ne yapıyorsun?
Ey ruh gel!
Doğu'da birine güvenmen gerekmez!
Ruhlar bin arışlık (Dirsekten orta
parmağın ucuna kadar bir Ölçü, kude) Uzun Adam'ı izlerler.
On güneş arka arkaya doğar, metalleri
eritir, kayaları sıvı hâle getirirler.
Sular bu sıcaktan etkilenmeyeceklerdir,
orada yaşayan ruh sıvı hâle gelecektir.
Ev ruh gel!
Güney'de durman gerekmez!
Dövmeli alınlar ve "Siyah
Dişler" Tanrı'ya insan kurban ederler.
Kemikler haşlama yapılırlar.
Bu engereklerin, yılanların, yüz fersahlık
pitonların ülkesidir.
Dokuz başlı ejderha hızlıca gider, gelir.
Ve birdenbire ve aniden insanları
çiğnemeden yutar, kalbini sevindirir.
Ev ruh geri gel. Batı'da bin fersah
genişliğinde hareket eden kumlar tehlike saçarlar. .
Eğer Gökgürültüsü kaynağına döne döne
girersen, toz hâline geleceksin, orada durma!
Eğer şans eseri yakalanırsan, orası
verimsiz bir çöldür.
Fil kadar büyük, kırmızı karıncalarla ve
balkabağını andıran siyah yaban arılarıyla doludur.
Beş tahd orada yetişmez, sadece orada
yenen bitki yetişir. Bu toprak insanları kurutur, su ararlar ama bulamazlar.
Bu sonsuz büyüklükte, tutunacak bir yer
bulamadan bir oraya bir buraya sürükleneceksin.
Gel, gel, korkarım ki sen kendini
mutsuzluğa atmışsın.
Ey ruh geri gel!
Kuzey'de kalman gerekmez.
Üst üste yığılmış buzlar, dağları meydana
getirir, uçuşan kar bin arışı örter.
Gel, gel. orada kalman gerekmez.
Ey ruh geri gel!
Gökyüzüne çıkma!
Dokuz Kapı'vı kaplanlar ve panterler
korurlar, ölümlü dünyanın insanlarını yaralar ve parçalarlar.
Dokuz başlı adam, dokuz bin dallı ağacı
keser,
Canlı, parlak gözlü kurtlar dolaşırlar.
Gökyüzünün efendisinin emirlerini yerine
getirirler, sonra uyumaya giderler.
İnsanları havaya fırlatırlar ve onlarla
oynarlar, sonra onları derin bir uçuruma atarlar.
Gel, gel, karanlık yerlere inme!
Çelik boynuzlu, dokuz bükümlü Yeraltı
kontu,
Kalın kaslı, kana bulanmış pençeleriyle
hızlı hızlı insanları takip eder.
O'nun iiç gözü, bir kaplan başı ve
öküzünkü gibi bir vücudu vardır.
Tüm canavarlar insan etini severler.
Korkarım ki tehlikeye atılacaksın, geri
gel, geri gel"
Sh:14-15
Vücutta bulunan tanrılar sabit bir yerde
durmazlar, sinir ve damarlardan meydana gelmiş çeşitli yollar boyunca
dolaşırlar. Araların da zıt
vücut yapısına sahip tanrılarla yapılan döğüş sonrası atılmış ya da vücudun
dışına kaçmış olanlar da vardır. Sonunda dışardan gelen ve kapının dışına
kaçmış olanlar da vardır. Sonunda dışardan gelen ve kapının önünde karşılanan
ziyaretçiler, ya kabul edilirler ya da muhafızlar tarafından kapı dışarı
edilirler. Kötü niyetli veya tehlikeli konukların içeri sızmamaları için
dikkatli olmak gerekir. Bazı işaretler, kulaktaki homurtular, aksırmalar v.s.
surların içine giren veya girmeye çabalayan bir yabancının gelişinin belirtileridir.
Değişik uygulamalar arasında, büyülü
sözlerin ezbere okunması, özel hapların yutulması veya birazcık su içilmesi
tavsiye edilmiştir.
Vücuda en zararlı konuklar arasında
üç tanesi "üç böcekler" veya "üç kurtlar" diye bilinirler.
Onlar vücuda doğumdan önce, istek dışında girmişlerdir.
Taoist eğitimcilerin sembolik olarak
baktığı bu anlatımlar, toplumsal sınıfların mümin kişileri arasında boş
inançlar olarak görülmüşlerdir.
Vücutta hapsedilmiş kurtlar, oradan
kaçmaya çalışırlar. Eğer başarırlarsa kötü ruhlar veya hayaletler olarak
serbestçe dolaşırlar. Onları vücuttan atmak değil, yok etmek gerekir. Bu
istenmeyen konuklar uygun bir beslenme rejimiyle yok edilirler. Bu sadece
tahıldan (buğday ,arpa, darı, pirinç, nohut ve bakladır) sakınmakla olabilir.
Et, şarap, diğer sert içkiler, sarımsak ve soğandan da sakınmak gerekir.
Kurtlar beslenmek için özellikle
tahılı seçerler. Kimileri bunların
tahıl tarafından döllendiklerini söylemektedirler.
Bu rejim uzun yıllar devam etmelidir.
Arınma yardımıyla, vücudun bazı
yerlerini kemiren bu üç kurt öldürüldükten sonra, ancak bir üst rejim olan
"havayla beslenme "ye ulaşılır.
"Havayla beslenme" dünyanın içinde bulunduğu hayatî enerjiyi
sindirmektir. Dünyayı ayakta tutan ve kozmik kökenli solunuma benzer "embriyon solunumu" bu yolla geliştirilir. "Embriyon solunumu"nun
etkisiyle vücudun maddesel yapısının dönüşümü aşamalı olarak gerçekleşir: Yapı
daha görünmez hâle gelir, daha uzun süre varılır, sonunda, yok olmaya neden
olan şeylerin tümüne dayanıklı hâle gelir.
"Embriyon solunum" içeri çekilen havayı gittikçe daha çok
içerde tutma (Bu,, Yoga'nın bir parçasıdır) egzersizi ile gelişir.
Önce derince alınma bilinmelidir. Buna
Taoistler "Topuklara kadar” derler. Daha sonra içe çekilen havanın
hareketsiz kalmaması gerekir. Hava, göbek altında, kalpte ve beyinde bulunan
hayatî merkezlerde (çakra) duracağı zamanı gösteren ve büyük bir dikkatle
belirlenmiş yollan izleyerek, vücudun çeşitli yerleri boyunca
dolaştırılmalıdır. Havanın geçtiği yerlerin dokuları, onun taşıdığı akıcı
canlılarla dolar, onu sindirirler ve özümserler. Aynı zamanda akıntının gücü,
onunla birlikte zararlı ruhları, içine sızmış olan düşman tanrıları beraberinde
taşır. Böylece vücudun içinde, yok edilemeyecek yeni bir vücut oluşur.
Bu egzersiz yetkili bir ustanın
gözetiminde yapılmalıdır. Bu işe
rehbersiz olarak girişmek tehlikelidir. Bu çalışmaya genç yaşta başlanmalıdır. Yetmiş yaşındaki
birinin vücudunu ölümsüz hâle getirme çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanır.
Bu yaşta kendini ölümsüz hâle getirmeyi denemek ölüme neden olabilir. Bununla
birlikte normal bir insandan daha fazla yaşamak mümkündür.
Nefesi tutma egzersizi herhangi bir yerde
ve zamanda yapılmamalıdır. Ücra, yüksek, güneş ışığından ve şehirden uzak
dağlarda güneş doğarken yapılan egzersizler uygundur.
Soluk alma, ağız sıkıca kapatılarak,
burundan; soluk verme ise, sıkılmış ve hiç bir aralık bulunmayan dudaklar
arasından yavaşça yapılmalıdır.
Çağdaş ve uzman bir Taoist olan Prof. Pen
Chen, teknik bir deyim olan "nefesi yeme” ile ilgili aşağıdaki
notu bana verdi.
"Aşağıdaki alıntılar, Yuan
hanedanlığı sırasında yaşayan Hwan Yuan Chi'nin konuşmalarından alınmıştır
(1277 - 1367).Bu konuşmaların aynı isimde başka bir ustaya ait olması mümkün
değildir. Ne olursa olsun, aşağıdaki pasaj, alınmış olan eser, Çin'de oldukça
ünlüdür. Günümüzde tüm Taoistler 'in elinde manevî hayatın rehberi olarak bu
kitap bulunmaktadır."
"Vücutta veya nefes almayı
engelleyerek dışarda tutulan nefes 'esas nefes' olarak adlandırılmıştır,
burunla verilen nefes aynı şey değildir. Bu esas nefesin küçük bir bölümü,
Taoist egzersizin ilk etabı sırasında vücutta bulunan Embriyon nefes olarak
adlandırılmıştır. Buna "kozmik nefes" (Kozmik Prâna) de denir ama
Taoistler, Hintliler'in yaptığı gibi, bunu parçalı bir bölünme olarak kabul etmezler.
Nefes tutma ya da azaltma onlarda asla Kumbaka anlamını taşımaz."
Embriyon nefesi, tüm zihinsel çalışmaların
durmasına neden olan fizikî solunuma ara verdikten sonra vücutta açıkça
görülmez.
Bu esas nefes "gerçek'nefes",
"biricik gerçek öz", "doğal esas nefes" olarak da
adlandırılmıştır.
O şekilsiz, renksiz, sessiz ve düşüncesiz. Çok
uzakta, aynı zamanda çok yakındadır. Ne
içeride ne de dışarıdadır. Çoğalmaz ve eksilmez, insanın geliştirici satvik
çalışmalarının sonucu değildir, o hâlde "vardır"; geriletici tamazik
eğilimlerinin sonucu değildir o hâlde "yoktur."
Her şeyin kökeni odur, dünya
kurulmadan önce vardı, hiç bir şey onsuz var olamaz.
"Embriyon nefesin uyanışı, Lao
Tzu'nun öğrettiği gibi, "hayata döniiş" veya "kökene dönüş"
diye adlandırılan hareketin başlangıç noktasıdır. Bu embriyon nefes kımıldadığı
zaman, el ve ayak hücrelerinin her birine kadar tiim vücudu dolduran bir zevk
hareketi hissedilir ve duyuların aydınlanması için, ışıklı ve parlak nefes.
kafanın en yüksek noktasına çıkart (kundalini) Sonra bu nefes, zihninde erir ve
Taoist kendi kendine ölümsüz hâle gelmek için hayat iksirini hazırlar ve
büyüsüne başlar.
"Cevher" kelimesinden söz ederken, fizikî seyyal
cevher ile kaba maddî cevher arasında bir ayırım yapılmıştır.
Taoistler iki Gök'ten, iki Dünya'dan ve
iki çift ilkeden söz ederler. Açıkça bellidir ki bu ifadeler birbirlerine
(mutad) şuur hâliyle bağlıdırlar.
Taoistler, öte
âlemin bizim dünyamızdan ayrı olduğunu, bununla birlikte, onda var olduğunu,
onunla doğrudan ilişkili olduğunu ve etkisini onun üzerinde denediğini
söylerler.
Taoistler "Havayı
yemek" dedikleri zaman, ondan; "ondan yararlanmak", "onu
kullanmak" anlaşılmalıdır. Terimin esas anlamı "içeri almak"
tır, buda "yemek" deyiminin anlam belirsizliğine neden olur.
"Ölümsüzleşmek" Taoizm'de ayrı
bir anlam taşır. Bu deyim, fizikî vücudun uzun süre var olması anlamını taşısa
da, kesinlikle öyle bir şey ifade etmez. Esas anlamı "ebedî ilke" ile
birleşmek ve doğanın üstüne yükselmektir.
İradeyle bir beden içine kapanmak, bir
nefes gibi etrafa dağılmak ya da sayısız ışınımlar yayabilmek gibi yetenekler
de "ölümsüzlük" deyimi ile ifade edilir.
Solunumla ilgili egzersizleri yapma zamanı
ile ilgili özel kurallar yoktur, ama alınacak tedbirler vardır.
Eğer bu zamandan, gece ve gündüzün on iki
bölümü anlaşılırsa, bazı bilgiler verilmiştir. Uygun olan ya da olmaya'n dış
şartlar söz konusu olduğu zaman, kimi başka bilgiler de vardır.
Ne olursa olsun, soluk almayla ilgili
olarak, bir nefesden veya esas ruhtan söz eden eserlerin sayısı oldukça
fazladır. "Altın Çiçeğin Sırrı" (The Secret of the
Golden Flover adlı kitapta profesör C.G.Yung’un ”Altın Çiçeğin Sırri" ile
ilgili açıklamalarını inceleyiniz.) adlı kitap da bunlardan biridir.
Bu kitapta, Çin’de eski çağlardan bu yana
ustadan çırağa geçmiş sözlü bilgiler ve belirli kişilerin anlayabileceği
karakterde yazılmış eski bir el yazmasına ait yazılar bulunmaktadır.
"Altın Çiçeğin Sırrı" VIII. y.y.
dan günümüze kadar basıla gelmiştir. Simgesel olarak
"Altın Çiçek" ya da "Hayat İksiri" denen bu enerjinin önce
doğması daha sonra da vücutta dolaşması gereklidir.
Bu eğitim, Lao Tzu’nun çıraklarından biri
olan Lu Yen’e mal edilmiştir. Birçok efsane, Lu Yen'in kişiliğiyle ilgilidir.
O, bu efsanelerde " ölümsüzler" den biriymiş gibi tanıtılır. Diğer
birçok usta da Lu Yen'in teorilerine benzer teorileri desteklemişlerdir.
Bu türde yazılmış tüm eserlerde olduğu
gibi, bunda da anlaşılması güç anlatımlar vardır. Bu anlaşılmazlık, sunduğu
teorilerin sadece belli eğitim düzeyine erişmiş kişiler tarafından
anlaşılmasını isteyen bir yazarın düşüncesi olabilir.
Ama, özel şuur durumlarına dayanan bu
teorilerin en azından tecrübesiz kişilere anlatılamayacağı kesindir. Taoistler
genellikle, öğretilerin bu türünün bilgili bir usta tarafından okuyuculara
açıklanmasını söylerler.
Sh: 17-21
Birçok
hikâye bu inanışı doğrular, işte Tibet'te popüler olan hikâyelerden birisi:
"Yaptığı
birçok işlerin sonucunda, caninin biri, cehennemlerden birinde, at olarak
yeniden doğar ve kendisi gibi diğer iki atla beraber çok ağır bir arabaya
koşulur. Zavallılara çektirilen bu azap, arabayı inanılmayacak kadar dik bir
yolda, bir dağın tepesine kadar çekmektir. Tüm çabalarına rağmen, bu üç hayvan
ağır aracı ilerletmeye muvaffak olamaz ve zebaniler onları acımadan
kırbaçlarlar. O zaman cehennemde at olarak doğmuş olan caninin kalbinde derin
bir merhamet duygusu ortaya çıkar".
“İplerimin
bağım çözün arkadaşlar, der cellatlarına, arabayı tek başıma çekeceğim."
Zayallı
hayvan, diye bağırır öfkeli zebanilerden birisi, arabayı üçünüz birden
kıpırdatamamışken, onu tek başına çekeceğini söylemeye,nasıl cesaret
edersin?"
"Ve
bu öfke krizi esnasında, zebani merhametli atm kafasına, kırbacının demir
sapıyla korkunç bir şekilde vurur. At oracıkta ölür ve akabinde bir cennettte
tekrar doğar."
Budizm'in,
merhameti, faziletlerin en yücesi olarak kabul ettiğini biliyoruz. Merhamet,
caninin zihniyetini değiştirerek, o zihniyete uygun bir var oluş plânına
taşımaktan ileri gelir. Tibet'in iyi insanları; "O, merhametli düşüncenin
mükâfatını gördü" derler.
Diğerleri
ise, o düşüncesini değiştirdi ve bizi lâyık olduğumuz ortama otomatik olarak
yerleştiren bu düşüncedir derler.
Sh:
32-33
Önce
tekrardoğuş kelimesinin tam anlamıyla "Bedene yeniden girme" demek
olduğunu söyleyelim. Maddesel kaptan (vücuttan) yoksun kalan ölünün spiritüel
kısmı (Ben'i), yeni bir kaba (vücuda ) girer.
Tibetliler "bedene yeniden girme"den söz etmezler, sadece
"önceki hayat" "gelecek hayat" derler, aralarına şimdiki
hayatlarının yerleştirildiği iki hayatı, hangi biçimde olursa olsun, kavramak
hürriyetine sahiptirler.
Tibetliler'in
büyük çoğunluğu, daha önce var olduklarını ve maddesel bir kap içinde, otonom
bir kişilik (namşes) olarak var olmak zorunda olduklarına inanırlar. Her zaman
aynı görüşte olmayanlar da vardır. Bunlar, maddesel olmayan bir yeniden
doğuşla, düşünceler dünyasında yeniden doğuşla ilgilenirler: Düşüncelerin yok
olmazlığını kabul ederler.
Bu
düşünceler açıkça ortaya çıkmadıkları hâlde aktiftirler. Düşüncemizin her hareketi,
(samsâra, prittiler ) altı varlık sınıfından meydana gelen evrenlerde güç
akımları yayar, bu akımlar, onu alan kişilerde, yayan ölü ya da diri kişinin
durumuna uygun biçimde eğilimler meydana getirirler:
Daha
da ileri gidersek, benzer konuların tartışıldığı küçük çevrelerde bazı kişiler
"düşüncelerin tekrardoğuşu” ihtimali hakkında görüşler ileri sürerler. Bu
tip tekrardoğuş, hâlen yaşayan veya ölmüş kimselerin, düşünceleriyle doğrudan
canlandırdığı kişilerin doğuşuyla gerçekleşmiştir.
Bu,
hemen hemen Tibetli Tulku Lamaları'nın başına gelenlerle aynı şeydir. Bunlar,
yabancıların yanlış olarak "yaşayan Budalar" dedikleri
kişilerdir. Bu cins tekrardoğuşuıı en önemli kişisi Dalai Lama'dır.
Bununla
birlikte, bu Tulku dizileriyle ilgili inanış, seçkin bir kişiliğe ait ruhun,
fizikî vücudu olan bir çocuk aracılığıyla, bizim dünyamızda yeniden ortaya
çıkarak tekrardoğuşlar dizisinin başlamasını gerektirir.
Tersine, ölüm "düşüncelerin tekrardoğuşunda" önemli bir
rol oynamaz. Bir
kişiden çıkan düşüncenin gelişmesi ve yeni doğmuş birinde yerleşmesi için,
bulunduğu kişinin yok olmasına ihtiyacı yoktur.
Fizikî
olarak yeniden görüleceği, ortaya çıkacağı, içine işleyeceği kişinin döllenmesi
ile ilgili yakınlaşmalara neden olacak değişik türdeki kişilerden bile yararlanabilir.
Bu teori, gerçek bir kişilik düşüncesine mal edilebilir. Bu, doğuştan şuur ve
algılama ile donatılmış gerçek bir kişiye eşdeğerde yapılmıştır.
Çoğumuzun
kafasından çıkmayan ve uzun süre var olma isteğinin yol açtığı beceriklilik
sınırsızdır. Özel bir "Ben"in uzun süre yaşamayı sağlamak için
bulduğu kavramlar oldukça yaygındır; esasında geçici olmakla beraber burada
ölümsüzlüğün güvencesini de görmek mümkündür.
Fizikî
ve zihinsel yeniden doğuşların ya da tekrardoğuşuıı yol açtığı sebep ve sonuç dizisi,
bizi daha önce de belirttiğimiz bir soruya yöneltir; Çift veya tulpa elle
tutulur, gözle görülür bir iş gerçekleştirebilir mi?
Bazılarının,
inançlarını destekler ve doğrular görünen kimi belirgin işlere dayanarak ikna
olduklarını gördük.
Tulpa
sihirli bir varlıktır. Gizli bilimler konusunda deneyimli kimseler
düşüncelerinin konsantrasyonunun gücüyle, arzu ve tahayyül etlikleri işleri
gerçekleştirebilen insan ya da hayvan biçiminde tulpalar yansıtan kişiler
olarak bilinir.
Gelenek
ve efsanelerde, normal kişiler gibi hareket eden tulpalara rastlanır. Onlar,
adam öldürmek, bir tarlayı ekip biçmek, bir kızla evlenmek v.s gibi eylemleri
gerçekleştirme özelliğine sahiptirler.
Sihirli
işleri yapabilen tulpalar da vardır.. Hiç bir şey onlar için engel değildir. Havaya
yükselerek anında dağların üzerinden atlarlar, duvarın arasından geçebilirler,
hiç bir iz bırakmadan görünür veya kaybolabilirler.
Tulpalar,
sadece Lamalar'ın kimliklerinde değil, aziz ve kahraman gibi tarihî kişilerin
kimliklerinde de ortaya çıkarlar. Örnek olarak, Tibet'in en başarılı
krallarından biri olan Sıong bstan Gampo gösterilebilir, şimdi onun hayatından
bir bölüm anlatacağım: Sıong bstan Ganıpo, Tibet’in refahı için onu koruyacak
bir tanrı heykeli yaratmanın iyi olacağını düşünmüştü. Okyanusun kıyısındaki
Seylan Adası'nda böyle bir heykelin var olduğu, ona mucizevî bir şekilde
bildirilmişti. Tehenrezigs (sanskritçe asıl adı Avalokiteshwara) bu heykelin
bir örneğiydi. Hiç bir insan eli onu yaratmamıştır, o, kendi kendine ortaya
çıkmıştır. (Kendi kendine var olma konusu Tibet'te oldukça yaygındır.) Fillerin
yatmaya alışkın oldukları bir yerde. Vişnu heykelinin arkasında, basit bir
terlikçi idi.
Kral,
kendi başına uzun bir yolculuğa ve uzun araştırmalara giremeyeceğini, bir tulpanın,
yolunun üzerine çıkacak engelleri aşmak için ondan veya başka birinden daha
becerikli olduğunu anladı.
Kralın
bıı düşüncesinin gücü, burnunun üstünde, kaşlarının birleştiği yerde bir adam
yarattı. Bu büyülü kişi, bir Budist keşişi görünümündeydi. (13. y.y.'dan sonra
Tibetli Yogalar'ın yöntemiyle düşüncenin konsantrasyonu sonunda, beni ziyaret
edenlerden birinin gördüğü, görüntüsel bir adam yaratmayı başarmıştım,) Adının
Akaıamatişila olduğu ve uzun zaman çok aktif bir hayat sürdüğü,Tibetli tarihçiler
tarafından anlatılmıştır. (Serüvenlerinin özetini çevirim olan ''Yayınlanmış
Tibet Metinler i"nde bulabilirsiniz)
Akaramatişila'ntn
Srong bstan Gampo’ya istediği statüvü sağladığını ve daha başka işler de
başardığını söylemek gereksizdir. Sonra görevi bitince kral, onu var eden
enerjiyi geri çekti, tulpa dağıldı, yoğunluğu azaldı ve onu yaratan fizikî
kaynağa gerii dönerek, kralın kaşlarının arasına girip kayboldu.
Bu
örnekle de görüldüğü gibi, Tibetliler, tulpaların, gerçek kişilerin yapağı
işleri yapabildiğine ve aynı sonuçların alındığına inanırlar. Burada gerçek
kelimesini, başka uygun bir karşılığını bulamadığım için, kullandığımı
belirtmek isterim.
Tibetli
düşünürlere göre, gerçekliğin değişik biçim ve dereceleri vardır. Düşüncenin
eseriolan bir tulpa. kendi özel gerçeklik türüne sahiptir.
Faaliyetinin
etkilerinin, kendisine eşit veya rüyada gördüğümüz nesne ve kişilere yakın bir
gerçeklik derecesine sahip olabildiği anlatılmıştır.
Bunlar,
bizde rüyada gördüğümüz sahneleri uyanıkken de gördüğümüz zaman hissettiğimiz
duygulara benzer duygulara neden o- lurlar. Bu duygular uyandıktan sonra da
devam eder ve Tibetliler bu durumda, rüyayı gören kişinin sopayla dövüleceğim
ve ertesi gün bunların acısını çekeceğini belirtmekten geri kalmazlar.
Bize,
tulpaiarın yaptıkları işlerin etkilerinin oldukça uzun sürdüğünü, hemen hemen
normal birinin yaptıklarına eşit olduğunu söylerler.
Bir
tulpaııın gerçeklik deîecesi ne olursa olsun, bir düşünceden yaratıldığı ve
düşünce yok olunca, onun da yok olacağı kesindir. Tulpa Akaramatişila'nın,
kralın onun yardımlarına ihtiyacı kalmayınca, tekrar yok olduğunu gördüm.
Bu
devamlı böyle midir?
Çift
ve daha sonra tulpa, bağlı oldukları kişiden ayrı bir kişilik kazanmak
eğilimindedir. O zaman, bizdeki sonsuzluk tutkusunun aynısı, ilkel hâldeki
şuurda uyanacak ve tulpa ile onu yaratan kişi arasında savaş çıkacaktır.
Bu
savaş hayalî olabilir ama bildiğim kadarıyla, çiftin, birleştiği maddesel
vücudu öldürdüğünü kanıtlayan hiç bir örnek yoktur.
Zaten Tibet'te onu yaratan kişiyi öldüren tulpaiarın öyküleri anlatılmaz.
Onları
yapanları yok eden robotlarla ilgili benzer öyküler,tüm dünya ülkelerinde
vardır ama Tibet'te psişik plânda yapılan savaşları anlatan öyküler özellikle
çok korkunçtur. Çünkü maddesel öge çıkartılmıştır. Doğrucu karakterleriyle
dikkatimizi çekerler.
Bu
konuda bir Khnmslı Geşe'nin (Geşe Manastır üniversitesinden edebiyat veya
felsefe dalında diploma almış bir kişidir. Khams, Tibet'in kuzey batısında bir
bölgedir.) anlattığı bir görüşü açıklayacağım:
"Bu
tulpalarm her zaman fantastik varlıklar olarak görünmeleri gerekmez. Evet
onlardan bazıları, düşüncelerin gücü ile yaratılmışlar ve olağanüstü işler
başarmışlardır ama başka türlü olanlar da oldukça fazladır. Her gün yanyana
yürüdüğümüz insanlardan ayırt edilemezler. Bununla birlikte, çoğu zaman, onlar
yabancı güçlerin canlandırdığı robotlar da değildir. Onların durumu,
Tibetliler'in nakil (povva) töreni boyunca kendi bedenini kaybetmiş bir namşes
tarafından zihni boşaltılmış, fizikî biçimi doldurulmuş dedikleri kişilerin
durumunu hatırlatır."
Bıı
Geşe'nin yaptığı açıklama, düşüncenin iletilmesi fikrine uygundur. Kısmen ya da
tamamıyla, tulpa hâline gelmiş kişi, bir konuşmayı dinleyerek, bir kitabı
okuyarak veya bir görüşme sırasında .yabancı bir düşünceyi özümlemiştir. Çoğunlukla
bu yerleşme şuursuzca olmuştur; düşüncelerin ve yapmacıklı işlerin davranışını
yönettiği hâlde "tamamıyla hür ve bü işi seve seve yapan" biri
olarak kabul edilir. Dünyanın sadece bu türden tulpalarla dolu olduğunu
söylemek gerekir mi? İçimizden hiç biri, kendi kendine var olmamıştır. Fizikî
ve zihinsel olarak önceki nedenlerin sonuçlarıyız, Eğilimleri ve yabancı
düşünceleri temsil ediyoruz; Bu.tulpayı meydana getiren şeydir.
İşte
yeniden sonsuzluk ve ölümsüzlük konusuna değiniyor ve tekrar ediyoruz ki bu gün
"Ben" diye adlandırdığımız grubu oluşturan öğelerden hiç biri yok
olmayacaktır. Onlar, geçici veya bu gün var olan bu "Ben"i oluşturmak
için kabul edilmeden çok önce de var idiler. Tibetli hocalar öğrencilerini,
sürüp giden hayatlarının bu tablosunu görmeleri için zorlarlar.
Tibetliler,
tulpalarm belki de çiftleyin, elle tutulur işler yapmaya muktedir olduklarına
inanırlar, sorumluluk konusu da onun ardısıra gelmektedir.
"Sorumluluk"
kelimesi bir açıklama gerektirir. Halktan bir Tibetli veya bir Hintli'nin
inanışıyla, aydınların bu konudaki inancını birbirinden ayırmak gerekir.
Halktan
kişilerde sorumluluk, ceza ve ödül fikrini çağrıştırır. Diğerlerinde ise,
zihinsel veya maddesel bir işin sorumlusu, düşüncesinin veya yaptığı maddesel
işin harekete geçirdiği nedenim etkilerine maruz kalacaktır. Bu birçok ön
nedenlerin sonuçlarıdır.
Aydınlar
hariç, hiç bir Tibetli, insanın, düşüncesinin yarattığı ve tasarılarım
gerçekleştirmek için kullandığı fulpanın yaptığı işlerden sorumlu olduğu
konusunda hiç bir şüphe duymazlar.
Öte
yandan, çift, kişiyi tamamlayan bir parçadır, yani o "kendisi"dir.
Çiftin yaptığı işi kentlisi yapmıştır, sorumluluk da kendisine aittir.
Bu
gerçekten her zaman böyle midir? Onları yaratan ya da birleştikleri kişilere bağlı
olan çiftler ve özellikle tulpalar hakkında ne söylediğini hatırlayalım. Ayrı
bir kişiliğe sahip olma eğilimlerini ve onu nasıl başardıklarını hatırlayalım.
O
zamandan beri, sorumluluk konusu daha karmaşık hâle gelmiştir. Parçası olduğu
kişinin kontrolünden kısmen kurtulmuş ve kendi başına ondan uzakta dolaşır hâle
gelmiş bir çift konusu olduğu zaman durum nasıldır? Bu konu, bilgili Lamalar
arasında tartışmalara yol açmıştır.
Daha
önce konuşulmuş konuların arasında rüya ile ilgiji bir konu oldukça önemlidir.
Tibetliler bunların uyku sırasındaki pasif durumumuzun serbest bıraktığı çiftin
dolaşmasına bağlı olduğunu zannederler.
Tibetli
rahiplerin durumunu düzenleyen, Gulougspas mezhebinin kurucusu Tsong Khapa
(Tsong Khapa 1356'da Tibet'in kuzeyinde Amdo'da doğmuştur.) rüyada yaptığımız
işlerin, moral açısından uyanık hâldeyken yaptığımız işlerle aynı sonuçlan
doğurduklarını söylemekten çekinmez.
Diğerleri
konuya değişik açıdan bakarlar.
Onlara göre, yaptığımız işler ne bizi suçlu hâle sokar, ne de bizi
yüceltir. Onlar her zamanki eğilimlerimizi, isteklerimizi, rüya esnasında
düşüncelerimizi gösterirler ve çoğu zaman, varlığımızın geçici birleşmesini,
"Ben"imizin içeriğini yansıtırlar. Rüyalarımızı incelemek bizim için
eğiticidir, kendimizi tanımayı öğreniriz.
Rüyalarımızda
yaptığımız işler, ortaya çıkan duygularımız ne hâle gelirler? Sonuçları yok
mudur?
Herhangi bir var oluş konusunda gözüken, meydana çıkan hiç bir şey ne
silinebilir ne de yok edilebilir. Her şey devamlı hâlden hâle geçer, hiç bir
şey devamlı değildir ve aynı zamanda hiç bir şey yok edilemez. Rüyada
gördüğümüz sahneler, orada rastladığımız kişiler, bizi meydana getiren ve varın
yeni bir kişiyi meydana getirecek olan nedenlere bağlı olarak yaptığımız işler,
kendimizin bir parçasıdır.
"Sorumlu" olmak, "Sebep" olmak demektir. Ölümsüz
yeniden doğuşlar serisinde bir yeniden doğuş olmak demektir.
Sh:
69-74
Yoga,
"uyarlamalar"ın rekorunu elinde bıılundurmaktadır. Onun adı altında,
çok değişik teoriler ve öğretiler hazırlanmıştır. Bunlar kimi zaman, gerçek Yoga'nın
belirtilen amacına ters düşmektedir.
Kurucusu
Patânjâli'nin fikrinde Yoga, zihnin sürekli değişmesini sona
erdirmekten ibarettir.
"Yoga,
zihnin kararsızlığını yok etmek ve onun değişmesini engellemektir." "Citta vritti nirodha" Patânjâli'nin öğretisini açıkladığı baş
yapıt bu sözlerle başlar:
Yoga, "birlik" demektir. Yoga'ya göre "birleşme",
tamamıyla, Upanişadlar'da anlatılan, Hintli Bilgeler'in eğitimlerine borçlu
olduğumuz, Vedanta'yı hedefler.
(Hint
düşüncesinin temelindeki kavram panteizmdir. Burada bireysel ölümsüzlük sorun
değildir, sorun olan Atman - Varlık'ın anlaşılamayan sonsuzluğundaki
ebediyettir. Bu ebediyette biz Bizizdir.)
Bu
görüşün, yaşayan sonsuz "Benler"in sürekliliklerinin sağlanması
arzusuyla dolu zihinleri hiç de tatmin edemediğini gördük. Jiva'nın "mesken değişimi" sistemiyle söz verilmiş olan tekrardoğuş,
birbirini izleyen hayatların arasındaki uzaklıklar, bu aralıklar boyunca devam
eden "Benler" in kaderlerinin sırrı ve son olarak geçmişte karıştığı
olayları bu günkü "Benleri"ne bağlama olanağından Jivalar'ı yoksun
bırakan, hafıza kaybı yüzünden tatmin edici görünmemektedir.
Yoga'nın
bir dalı olan Hatha Yoga, ölümsüzlüğe ulaşmak isteyenlere, birkaç yöntem önerir
gibi görünmektedir. Doğruyu söylemek gerekirse Hatha Yoga ile ilgili kitaplar
bundan başka bir şeyle ilgilenmezler ve organizmanın hayatî merkezlerinin
temizlenmesi için salık verilen uygulamalar terkediîerek nefes alma tekniğiyle,
zihnin sürekliliğini sağlama konusunu gözden kaçırmışlardır.
Swâtmaram
Swami'nin yazdığı Hatha Yoga Pradipika adlı e- sere eklenmiş bir yorumda denir
ki: Hatha iki heceden meydana gelmiş bir isim olarak kabul edilir. Ha, ayı tha
da güneşi belirtir. (Çin felsefesinin Yin ve Yang fikrini burada tekrar
buluyoruz.) Bunlar sağ ve sol burun deliklerinden geçen havaya tekabül ederler.
Temel ilkenin değişmesini sınırlama amacındaki, nefes almayı kontrol altına
almaya Hatha Yoga adı verilir.
"Hatha
Yoga'yı sadece tehlikeli bir jimnastik olarak kabul etinek yanlıştır, zira
kendi egzersizlerini sınırlayan bir uygulama, sağlıklı ve uzun bir yaşama sahip
olmak için yararlı olmaktadır. Hatha Yoga, fiziksel ve zihinsel hastalıklardan
kurtulma gücünü de yanında taşır. Bu düzenli uygulamanın; kalp, akciğer ve kan
dolaşımı üzerinde olumlu etkisi vardır. Sürekli olarak ölümü geciktirme gücünü
verir. Kimi kez bu yetenek, doğa kanunlarını bozan sonuçlarının olduğunu bilen
gerçek Yogiler tarafından denenmiştir."
Hatha
Yogi'nin psişik ve spiritüel çalışma sisteminde, nefes alma çalışmasının önemli
bir yeri vardır. Bu uygulamaların verimliliğini belirten kaynakça olarak,
uygulamaları öğreten Hocalar, aşağıdaki metni örnek olarak gösterirler:
"Brahman
ve tanrılar, kendilerini prânayâmaya verirler ve ölümün baskısından
kurtulmuşlardır, biz de bu uygulamayı kabul etmek zorundayız."
Prânayâma
nefes almayı, nefes vermeyi ve mümkün olduğu kadar nefes tutmayı (kumbaka)
öneren solunumla ilgili bir jimnastiğe verilen addır. Hangi dinî mezhebe bağlı
olurlarsa olsunlar, birçok Hintli, her gün bu jimnastiği yapar. Bekledikleri
etkiler oldukça değişiktir ama fizikî karakter olarak kimileri, nefes tutmanın,
zihnin konsantrasyonuna, kendinden geçmiş, samâdhislere götüren veya onlara
büyülü güç veren, spiritüel ve zihinsel sonuçlar doğurduğunu zanneder.
Onlara
göre, onları üst merkeze çıkaran hayatî nefes, vücudun tüm mistik
atardamarlarına girmeye zorlayan, soluk kesilmesinin neden olduğu "yoğun
ahiret mutluluğu" durumu, kendi kendini öldürme yolu olarak
görülmüştür. Kafatasının en üstüne yerleştirilmiş "yüz bin taç yapraklı
Lotüs çiçeği" Hindistan'ın tüm kültür fizik sistemlerinde ortaya
çıkar.
Bununla
birlikte, bir üst merkeze ulaşmadan önce, nefesin üç mistik atardamar yoluyla
tüm vücudu dolaşması ve çeşitli hayatî merkezlere dokunması gerekir. Burada
Taoistler'in uygulamasına benzer bir uygulama görüyoruz. Ama Hatha Yoga'da
havayı emerek ve onu "yiyerek" yani vücuttaki yolculuğu boyunca
özümseyerek vücudu beslemek söz konusu değildir. Hatha Yoga, bu hava
dolaşımını, nadisleri (özellikle mistik anatominin üç ana atardamarında, ouma,
roma, kyangma'da hayatî enerjinin yaptığı dolaşım), hayatî enerjinin serbestçe
dolaşmasını engelleyen pislikten temizleme olarak görür. Bu temizleme zihin
üzerinde etki yapacak ve spiritüel aydınlanmaya ulaşmak için hazırlayacaktır.
Nefes
alma jimnastiğine, Hatha Yoga'da ne kadar büyük önem verilirse verilsin, o,
sadece bu Okul'un yetiştirdiği hocalar tarafından bulunmuş çok sayıda
egzersizden ibarettir. Konumuz olan ölümsüzlükle ilgisi olmadığı için, bu
egzersizlerin çoğuyla ilgilenmeyeceğiz. Ben sadece, tuhaf yöntemlerle olsa da,
kişisel Ölümsüzlük araştırmalarına inatla devam edildiğini belirtmekle
yetineceğim. Bunlara örnek olarak, dilin uzaması gösterilebilir:
Dile
bağlı ipi, aşamalı olarak, dilin damağın en üst kısmına ve akciğerlere hava
geçirmeye yarayan kanal ağzını kapayacak şekilde dönene ve tamamıyla serbest
kalıncaya kadar, kesmek gerekir. Diğer taraftan, uzamış dil, iki kirpik
arasındaki noktaya ve aynı zamanda gözlere dokunmalıdır.
Bu
jimnastiğin tatmin edici sonucuna ulaşmak için, altı ay süreyle her gün, bu
egzersizin yapılması gerektiği söylenir. Bu egzersizi mükemmel bir şekilde
yapan, yani dili sadece yarım dakika tutan aynı zamanda nefes almayan bir yogi,
hastalıklardan, yaşlanmaktan, hatta ölümden bile korunur. Bu egzersizin diğer
bir sonucu da aşağıda belirtilmiştir:
"Yogi
soluk borusunun ağzını tıkadığı zaman, genç ve şehvetli bir kadın onu kolları
arasında sıkı sıkıya sarsa bile menisi akmaz."
Meniyi
akıtmamanın soluk tutma gibi, hayatı uzatan ve hatta, ölümsüzlüğe götüren
yöntemlerden olduğunu belirtelim.
MENİ KAYBETMEYLE, NEFES KAYBETMENİN
ARASINDA HİÇ BİR FARK YOKTUR. BU AKAN SIVI İNSANIN HAYATÎ CEVHERİDİR. Hatha Yoga'yı öğreten hocalara göre, uzun yaşamak
isteyen bir kişi, her ikisini de sakınmalıdır. Bu durumda, cinsî birleşmeyle
ilgili çeşitli uygulamaların, karışık sistemi hazırlanmıştır.
Hatha
Yoga, karnın altında bulunan, aşağı hayatî merkezde kıvrılmış yılana benzeyen,
uyuklayan enerjiye (shakti) dikkat etmeyi unutmaz. Bu enerjiyi harekete
geçirmek için çok çeşitli yöntemler kullanılır. Çöreklenmiş "Yılanı
çözmek" ve onu damarlar aracılığıyla, hedeflenen amaca, yani
kafatasının en üst merkezine, tırmanmaya zorlamalıdır.
Hatha
Yoga, kitaplarında belirtilen tuhaf tariflerin harfi harfine yerine getirilmesi
salık verilmez, onların birçoğu, sadece bilgili kişilerin anlayabileceği
sembolik ve hayalî terimlerle yazılmıştır.
Basit
uygulamalar arasında:
Barsakları
karında dolaşacak şekilde hareket ettirmek,
Ayaklar
dik, eller kalçaya dayanmış olarak, vücudu havaya kaldırmak, sayılabilir. Bu
egzersizleri, süreyi her gün biraz daha uzatarak yapmakla ölümü yenebilirsiniz.
Hatha
Yoga üstatları, ölümsüz hâle gelmek ve ölüm anını uzatmak amacıyla yaptıkları
bu uygulamalardan, tartışmaya açık olanları yapmamaları için uyarırlar. Onları "spiritüel
sağlık" için oldukça tehlikeli olarak değerlendirirler. Zira onlar
Karma Yasası'na karşı gelirler.
Sonuç
olarak, tam olarak bilinmeyen çok eski çağlarda, Yogiler'iıı oldukça uzun bir
süre yaşadıkları söylenmişse de, bu gün durumu Çinli ölümsüzlerin durumuna
benzeyen, yaşayan ünlü birine rastlamak mümkün değildir.
Nefes
almayla ilgili uygulamalar ve Yoga ile ilgili söylenenlere ek olarak, aşağıda
minnet duyduğum çağdaş Hintli bilgelere ait iki alıntı sunuyorum. Birçok
spiritüel üstat milyarlarca yıllık çabaları sonucunda, "esas ışık" a ulaşmayı hedefleyen beş yol belirlemişlerdir: Sankya,
Yoga, Pasupatam, Pancharâtram ve Smritimatam. Bu beş okulun yazarları Yoga'nın
önemini bilirler.
Kumbaka'ya,
nefesi tamamıyla tutmaya, nefes alma (prâne-yâma) aracılığıyla erişilir ve
Kumbaka aracılığıyla da, Laya'ya yani kendi kimliğini kaybederek, Yüce Temel
İlke'ye karışan bir şuur, durumuna varır.
Yoga
okulunun diğer yazarlarının yaşadığı dönemi bilmek hemen hemen imkânsızdır ama
kişisel tecrübelere dayanarak, Laya durumuna erişme gücünün bir olgu olduğuna
inanılır.
Çok
eski zamanlardan bu yana gelişmiş, nefes tutma yeteneği, dinî disiplinin
çeşitli alnaçlarına ulaşmaya yarayan araç olarak kullanılmıştır. Bu amaçların
en önemlisi, psikofizik bağların çözülmesidir.
Nefes
tutma yeteneği insanı, aşamalı olarak, amacı olan samâdhi (zilinin tam
konsantrasyonu) durumuna ulaştırır.
Taoistlerde
onun,kozmik değerin biçim değiştirme ve üretimiyle ilgili kozmik bir anlamı
vardır. Yani kozmik enerji kaybı ve sonunda ölümsüzlüğe eriştiren psişik gücün
yüksek derecelerine u- laşmada serbest olma.
Bu
anlamdaki nefesin, nefesi tutmanın, fizyolojik fonksiyonuna sıkı sıkıya
benzemesi gerekmez. Nefes, "Yüce Gerçek",
"İçsel Hareket", "Yaratıcı Güç"tür.
Küçük
bir ölüm nefesini kullanarak, gerekli düzeye erişilebilir ve bizde kusurlu olan
şeyle, temiz ve ölümsüz olan şey değiştirilebilir.
Tüm
bu egzersizleri, yetenekli ve ihtiyatlı bir rehber gözetiminde yapmak gerekir.
Bu uygulamalar, iki itici güç; Vâyu ve Agni (rüzgâr ve ateş) ile
ilgilidirler ve eğer her ikisi de eşit düzeyde olmazsa, başarısızlıktan daha
kötü sonuçlar doğurabilirler.
Agni
yakabilir hatta kül edebilir. Vâyu, öldürür ve sürükler a- ma neyi, nereye,
hangi amaca doğru? Besleyen, tatmin eden, gerçekleştiren Soma (Kutsal törenler
sırasında tanrılara sunulan içki, ayrıca tanrıların evlerinde de bü içkiden
bulunur.) nerededir?
Nükleer
bilim ve uygulamalar, şu anda benzer bir soruyu karşısında bulur. (Tantrik Yoga
uzmanı Swani Pratyagatmananda’nın notlarının birinden kısaltılmıştır.)
Sh:89-94
Kendimi,
ölümsüzlük ve ona ulaşmaya yarayan yöntemler hakkında, fikir yürütecek
nitelikte bulmuyorum. Burada sadece, tümüyle farklı ortamlarda yaşayan, değişik
kültür ve soydan gelen kişilerin bana anlattıkları iki görüşü belirtmekle
yetineceğim.
Bunlardan
ilki, kendi iç dünyasına dalmış Tibetli bir keşişe ait; benimle, bir dağ
kıvrımında, barınak olarak kullanması içın basitçe düzeltilmiş bir mağarada
konuştu. Diğeri ise, bir Amerikan Üniversitesi'nde öğrenim görmüş, bilgili bir
Hintli idi.
Birincisi
bana, Tekrar döğuşlara veya geçmiş hayatlarında muhafaza
ettikleri hatıralara dayanarak, hayatlarını uzatmak isteyenler yanlış
yoldadırlar. Onlar "Ben'in mütecanis bir blok olduğuna inanıyorlar. Oysa
Budizm'in öğrettiği gibi, o, bir katışmaçtır (Katışmaç: Muhtelif maddelerden
oluşmuş homojen olmayan yığın (agregak). Fizikî ve zihinsel beş katışmaç; vücut,
duyular, algılamalar, zihinsel yapılar,(fikirler, istekler) ile şuur ve
bilgidir.) ve bu grubu oluşturan elemanların her biri geçicidir, birçok
nedene bağlıdır. (Zaman ve mekânda yakın ve uzak nedenler)
Ben,
Tsong Khapa'nın, Kral Srong bstan Gampo'nun veya herhangi birinin
tekrardoğuşuyum demek çok yanlıştır. Bununla birlikte,Tsong Khapa,Srong bstan
Gampo veya başka birinin adı altında yaşamış olan gruplar, bizim gibi,
duygular, algılamalar ve şuurlardan oluşmuştur. (Budizm'de şuur, zihinsel veya fizikî bir obje'yi
anlamak, melekesinin ifadesidir. Yani "Ben"in cevherine giden
şuurlanma demektir. Grubumuzun geçici unsurları, seleflerine, hissedilen
izlenimleri ve etkilerini nakletmeye muktedir olarak fiziksel ve zihinsel
değişimler meydana getirebilirler. Bazen bilinen, bazen bilinmeyen zihinsel ve
fiziksel hatıralar vardır ki onların farkında bile değilizdir ama onları duru-
görü şuuru seviyesine çekmemiz mümkündür. Katılım ve asla çekim bir hatıra
türüdür)
Bu
elemanların faaliyeti, diğer fizikî ve zihinsel faaliyet gibi, güçler
(enerjiler) doğururlar. Bunlar yayılırlar, uygun durumlara ve alıcı gruplara
(bireylere) rastladıkları zaman, bu gruplara katılırlar, tekrardoğuşa uğrarlar
ve yaşamaya devam ederler. Ben Tsong veya ben Kral Srong Bstan Gampo'ydum
denmemeli, ama düşünülmelidir ki bir algılama, böyle bir duygu, şimdi
hissettiğim böyle bir şuurlanma, bu kişilerden biri ya da bir başkası
tarafından bana geçmiş olabilir. Şimdi onlar varlıklarının devamı "Ben''
diye adlandırdığı grup aracılığıyla tezahür ediyor. Zaten sadece seleflerimiz
tarafından bize devredilen şeyler söz konusu değildir. Algılamalar,
duyular, şuurlar - bilgiler, dünya etrafında yolculuk ederler, kimsenin özel
malı değildirler. (109)
Daha
önce hiç bir şekilde ilişkilerinin olmadığı yerlere ve durumları daha önce
gördüklerini söyleyenlerin sorununa, "dejavü"ye
değineceğim. Batı'da sık sık, herhangi bir yerde ve durumda daha önce
bulunduğunu söyleyen kişinin, aslında daha öjnceden şuuraltına yerleşmiş
konuşmaları ve imajları hatırladığı söylenir. Konuştuğum kişi bunun böyle
olduğunu söyledi ama bu yerde ve bu durumda bulunmuş olmanın "şuuru"
daha önce vardı, kimileri tarafından hissedildi. Bu şuur, onu önceden
hisseden kişiye göçüp tekrar doğabilir ve az çok belirgin hatıralar şeklinde
ortaya çıkabilir.
Daha
önce var olan şey, kalır (kalıcıdır). Amerika'da yaptığı eğitime güvenerek,
Hintli aydının bana verdiği, oldukça yaygın, açıklamaları aşağıda özetliyorum:
"Canlı" ile cansız madde arasındaki son sınırını ayırt etmek
oldukça güçtür. Canlı olmayan maddede ayrılmış ilk "Canlı"nın orijini
hakkında henüz bir şey bilmiyoruz.
Budha!:Evveli
olmayan malum varlıkların menşeidir, demiştir Bununla birlikte, kesinlikle var
dediğimiz şey, değişik ve yeni eylemlerdir, milyonlarca yıl boyunca,
varlıkların faaliyetlerini oluştururlar. Atalarımızdan bize geçen ve bizde
ikâmet eden etkin güçler orada tekrardoğuşa uğramışlardır. Şüphesiz, bilimsel
verilerde inancımıza sağlam bir destek bulduğumuz hâlde, bu uzun tekrârdoğuşlar
dizisini, sürekli olarak artıranlayız. Bununla birlikte, bizden sonrakilerde
yaşayarak, sınırsız belki de sonsuz bir süreklilik sağlayan, şimdiki Şen'imizi
oluşturan, meditasyon, içe bakış aracılığıyla ayırdedilebilen ve aktif
içgüdüler, düşünceler ve görüşler biçiminde, bizde birçok kişilik
bulunmaktadır.
"Var
olan şey, var olmaya devam eder"
Kaynak: Alexandra David Neel, Çin,
Tibet ve Hint Öğretilerine Göre ÖLÜMSÜZLÜK ve TEKRARDOGUŞ, Kitabın Orijinal
İsmi: İmmortalite et Reincarnation, Türkçesi: Mehmet KUNDAKÇIOĞLU, Ruh ve Madde
Yayınları, 1987, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar