Print Friendly and PDF

Dale Carnegie, Meşhur Adamların Meçhul Tarafları

Bunlarada Bakarsınız



Size bu yazıda, henüz on yıl önce ölmüş, (21 Ocak 1924) fakat bugün 700 bin nüfuslu bir şehre adı verilen ve yüz milyon insan tarafından hami bir aziz sayılan bir adam hakkında çok az tanınan vak’alardan bahsedeceğim.
Adı, Vladimir Lenin. Ve bu adam Rusya’da dünyanın hiçbir vakit eşini görmediği en büyük İktisadî tecrübelerin birine başladı. Bu öyle bir tecrübe ki senin üzerinde de, benim üzerimde de, yeryüzünde yaşayan her insanın üze­rinde de muhakkak tesirini gösterecektir.
Lenin, ufak tefek, kafası saçsız, yüzü kırışık bir adamdı. Bir sandalyeye oturdu mu, ayakları yere değmeyecek derecede bacakları kısa idi.
En ehemmiyet vermediği şey, dış görünüşü idi. Pan­tolonu daima bacaklarından uzundu. Burnu hafifçe çar­pıktı. Gözlerinden biri kanlı idi. Ve bu adam ömründe bir silindir şapka ile bir firak giymemişti. İzdivacından mesuttu. Karısı onu o kadar seviyordu ki Lenin sürgüne mahkûm olduğu zaman onu yalnız bırakmağa razı olma­mış, ona bakmak için, onun işlerini görmek için onunla birlikte sürgüne gitmişti.         
Sibirya’da menfi yaşadığı zaman boş vakti bir hayli genişti. Bu yüzden eşsiz bir satranç oyuncusu olmuştu. Bir oturuşta muhtelif zatlarla beraber açtığı oyunu oy­nardı ve satranca o derece düşkündü ki uzaklardaki arkadaşlarıyla muhabere ederek satranç oynardı.
Lenin, çocukluk çağında, ciddî ve çatık kaşlı bir çocuktu. Arkadaşlarıyla nadiren oynar, bilhassa atletik oyunlara kat’iyyen iştirak etmezdi. Büyüdüğü zaman musikî, yahut şiir, yahut din ile zerre kadar alâkadar ol­mamıştı. Fakat “hukuk” u tetebbü etmiş ve dört lisanı konuşmağa ehemmiyet vermişti: Fransızca, Almanca, Rusça ve İngilizce.
Çar hükümeti, Lenin’in kardeşini, Çar Üçüncü Alexander’i öldürmek için suikast hazırlamak töhmetiyle yakala­mış ve asmıştı. Daha sonra ayni hükümet Lenin radikal düşünceler sahibi olmak yüzünden sürmüş, onu Sibirya’nın küçük bir kasabasına göndermişti. Lenin burada, Rus köylüsünün feci yoksulluğunu kendi gözleriyle gördü. Bun­lar o derece fakirdiler ki ancak büyük dinî bayramlarda bir et parçası yiyebiliyorlardı. Yani bunlar senede ancak yirmi defa et yüzü görmekte idiler.
1891 de 'kopan büyük kıtlıkta, milyonlarca yoksul çiftçi açlıktan, tifo ve koleradan ölüyorken Lenin radikal bir hareketin lüzumuna inanmış ve o zamandan başlaya­rak ateşli bir ihtilâlci olmuştu.
Bu hâdiseyi takip eden yirmi beş sene zarfında Le­nin her yerde takip edildi ve bir memleketten kurtularak diğer memlekete sığındı. Bu yüzden onun Almanya’da, Avusturya’da, Fransada, Lehistanda, İsviçre ve İngilterede yaşadığını görüyoruz. Bilhassa Londra’da yaşadığı zaman ekseriyetle sosyalizmin babası olan Karl Marx’ın mezarı başına gider ve orada onun mezarı yanı başında saatlerce otururdu.
Lenin, bazan tevkif edilmekten korunmak için bir çiftçi, bir denizci, bir fabrika amelesi kılığına girerek ge­zer, bazan da sahte sakal takardı. Seyahate çıktıkça bavulunun dibinde gizli bir göz bulundurur, ve bu gizli göz içinde çok kıymetli ve gizli tutulması zarurî vesika­lar taşırdı. Bazan da gizli evrakını bahçesinde saklar ve bu vesikaların bulunduğu toprak üzerine soğan ve lahana ekerdi.
İhtilâlciliğe ait eserlerinden birini hapishanede yaz­mıştı ve eserin ele geçmemesi için onu mürekkeple değil, sütle yazmıştı. Yazılar m okunabilmesi için sıcak suya batırılması lâzımdı. Bütün talebelerine, kendisine yazı yazdıkça görünmez mürekep kullanmayı söylerdi ve bu mektuplardan birini aldıkça gardiyanın kendisine bir çay vermesini ister, gardiyan sırtını çevirir çevirmez mektubu sıcak suya daldırır, sonra okurdu.
1917 senesinin ikinciteşrininde (kasım) Lenin, bütün Rusyanın diktatörü oldu ve tasarruf hakkını kaldırdı. Büyük malikânelerin sahipleri korku içinde kaçarken çiftçiler de bu topraklara sahip oldular. Çiftçiler en kıymetli duvar örtülerini parçalayarak bunlardan ayakkabıları yaptılar, Avrupa’nın en büyük san’atkârları tarafından yapılan va­zoları en adi işleri için kullandılar.
Lenin, başkaları şeker bulamıyor, diye çayına şeker koymayı reddettiği zaman, bütün Rusya, açlıktan kırılı­yordu. Gerçi kendisi, bütün Rusya’nın âmiri idi, fakat kendisini sefahatlerin en basitinden daha mahrum edi­yordu. Lenin, kâtiplerden müteşekkil bir yığın maiyete sahip olmadan Rusya’yı idare ediyor ve bir tek mektubu­nu bile başkasına dikte etmiyordu. Her gün on sekiz saat çalışır ve aldığı mektuplara doğrudan doğruya cevap ve­rirdi.
Beş yıl sonra damarların sertleşmesinden mustarip oldu ve felce uğradı. Hattâ bu yüzden konuşma kabiliye­tini kaybetti ve bir çocuk gibi konuşmayı yeniden öğren­di. Sağ kolu felce uğradığı için sol eliyle yazı yazmağa alıştı ve iki sene, ölümle en müthiş mücadeleyi yaparak ikide birde “yapılacak işim çok!,, dedi, durdu.
Bugün onun resmi Rusya’da, her evde, her fabrikada, ve her işçi kulübünde asılıdır. (1924) Ekmekçiler, onun resmini çöreklerin üzerine basıyorlar. Bahçıvanlar, çiçeklerini ekerken, çiçekler açtığı zaman Lenin’in resmini göster­mesine dikkat ediyorlar. Halıcılar, en güzel halılarını dokurken halılarında onun resmini dokuyorlar. Milyon­larca insan, ona bir ilâh gibi tapıyor, ve Rus köylüleri daha şimdiden ona dair kerametler anılıyor, onun meza­rından çıkıp başı darda olan bir çiftçinin imdadına yetiş­tiğini söylüyorlar.
Cesedi, tahnit edilmiştir ve bir camekân içindedir. Bu dakikada, belki yüzlerce kişi, açık başla bu camekân etrafında dolaşıyorlar. Her gün bin kişi bu vazifeyi yapı­yor. Bu anda da, Kızıl askerler, süngülerini takmış bir halde, dünya tarihinde yeni bir devir açmış olan bu adamı beklemektedirler.
Sh:111-115
Kaynak: Dale Carnegie, Meşhur Adamların Meçhul Tarafları, trc:  Ömer Rıza Doğrul Muallim Ahmet Halit Kitabevi, 1940- İstanbul


Üç yüz sene önce, yeni İngiltere, Britanya İmparatorluğunun çok uzak bir müstemlekesi olduğu sırada Massachusetts ülkesindeki Hadley köylülerinden birinin karısı , bir ilkkânun (aralık)  günü bir Alman kadınını ziyaret et­miş ve onun Milât gecesini tes’it ettiğini görmüştü. Al­man kadını, ormandan bir küçük çam ağacı kesmiş, onu karlar ortasında evine sürüklemiş, sonra mumlarla süs­lemiş ve çocukları bu ağacın etrafında oynayarak Milât neşideleri terennüm etmişlerdi. Hâdisede hiçbir tuhaflık ve yanlışlık yoktu.
Fakat eski çatık kaşlı müteassıp atalar yeni İngiltere’ye hâkimdiler ve bu Alman kadınını köy ihtiyarları meclisinin huzuruna getirmişler, yüzüne bağırıp çağır­mışlar, pılısını, pırtısını toplayarak kiliselerinden atmış­lardı. O devre göre bir insanın cemiyet tarafından mah­kûm edilmesi bundan ibaret gibi bir şeydi.
Kadını kabahati ne idi?
Kabahati, putperestlerden kalma bir âdet olan Milâdı tesit etmekti. Halbuki, Püri­ten’ler (*) Milâda muhaliftirler ve bütün kürsilerinden bu âdeti seslerinin bütün hiddetile takbih ediyorlardı. Bunlara göre, bu âdet, müşriklerden kalma mülevves bir âdetti ve onu tesit etmek, küfür ve isyandı. Bunlar hattâ bir kanun çıkararak Milâdı tesit edenleri nakit cezasına mahkûm etmişler, ve bu çeşit insanların her türlü haka­rete lâyık olduklarını ilân edecek derece ileriye gitmiş­lerdi
*İngiltere’de dini basitleştirmek isteyen ve ahlâka müfrit riayet peşine koşan eski protestanlar. Bunlar dinî merasimin ihtişam ve külfetine muhaliftiler ve ibadete karışan bütün merasimi kamilen kaldırmak istiyor ve mukaddes kitapların kabul etmediği merasimin ibadete karışması lehinde bulunuyorlardı. Bunla" daha sonra Amerika’ya gitmişler ve yeni İngiltere’de birleşmişlerdi.
Ateşin mizaçlı Cromwell ile askerleri, İngiltere’de ik­tidar mevkiine yükseldikleri zaman onlar da Milât (Noel) denilen ve müşriklerden kalma olan âdeti ortadan kal­dıran kanunlar yapmışlar ve bu âdetle mücadele et­mişlerdi.
Milâdın, tesidine karşı bu kadar gürültü koparılma­sının hikmeti ne? Bunun bir tek sebebi, Mesih’in Milât günü doğmamış olmasının bilinmesi idi.
İlim adamları, Mesih’in ölümünden iki yüz sene sonra başlayarak onun ne gün doğduğu üzerinde müna­kaşa edip durmaktadırlar. Bazılarına göre, Mesih, mayı­sın yirmisinde, doğmuştur. Bazılarına göre de mayısın yirmisinde değil, on dokuzunda olması lâzımdır. Bazıla­rı da bu iki tarihin de tamamıyla esassız olduğunu iddia ederek Mesihin sonteşrinin (kasım)17 sinde doğduğunu söylü­yorlar. Modern âlimlerse Mesihin ne gün doğduğunu ta­yine yarayacak uzak yakın hiçbir düşünceleri bulunma­dığını itiraf ediyorlar.
Mesihin doğmuş olduğu Beyti Lâhımda bile Milât, üç muhtelif zamanda tesit (kutlama) olunmaktadır. Bir grup onu ilkkânunun (aralık) yirmi beşinci, diğeri sonkânunun (ocak) altıncı, bir üçüncüsü de sonkânunun 18 inci günü tesit eder.
Habeşistanda Milât, mart müstesna olmak üzere, se­nenin her ayında tesit edilegelmektedir.
Mesih, 1939 sene evvel, 1944 sene evvel doğmuş ola­cak. Bunun neden böyle olduğunu mu soruyorsunuz?
Milâdı esas tutan hesap, ancak onun ölümünden, sekiz asır sonra başlamış ve o zamanın basit hesapçı­ları beş yılı saymakta yanılmışlardır.
Yemek yer gibi içki içmeyi seven Romalılar, bin­lerce yıl ilkkânun (aralık) ayında Saturnalia bayramını tesit etmek itiyadında idiler. Satürn, onların ziraat ilâhı idi. Romalılar mevsimin mahsulünü topladıktan son­ra onun şerefine büyük ihtifaller yapar, evlerini yeşil yapraklarla ve çiçeklerle donatırlar, çocuklarına bebek­ler verirler ve biribirlerine hediyeler yağdırırlardı.
Asırlarca önce, saçları dökük, ihtiyar bir imparator olan Konstantin Roma âyan meclisinde kalkmış, başında­ki takma saçları düzeltmiş, ve hıristiyanlığı Roma impa­ratorluğunun dini olarak ilân etmiş ve hıristiyanların Satürn bayramında İsanın Milâdını tesit etmelerini söylemiş, böylece iki bayramdan bir bayram vücuda getir­mek istemişti.
Milât dolayısile birçok garip ve renkli hurafeler peyda oldu. Tuhaf tuhaf itikatlar sahibi olan ihtiyar ka­dınlar, gece yarısı olduğu ve saat on ikiyi vurduğu zaman arıların 100 üncü Mezmoru vızıldadıklarını, koyunların ağzı açık yatarak “Beyti Lâhım,, kelimesini melediklerini söylerler.
Louisiana’da oturmuş kâtiplerimden biri de orada zencilerin garip telâkkilerinden bahsediyor. Bunlar, Mi­lât gecesi ineklerin diz çökerek birbirlerile konuştukla­rına inanırlarmış. Louisiana’daki inekler belki de böyle yapıyorlar. Fakat kendim de bir zamanlar Kovboydum, fakat ineklerin biribirlerile konuştuklarını görmedim. Belki de bunlar yabancı bir lisan ile konuştukları için dillerinden anlamadım.
Bununla beraber, Norveçteki çiftçiler, Milât gecele­ri, davarlarına yerli bir içki verirler ve bu davarlar söz söylemekle kalmazlar, üstelik şarkı söylerler!
Milât Gecesi, Hıristiyan Evlerini Ziyaret Ettiği Tevehhüm Edilen Noel Baba, gençliğinde eski milletlerin ateş ilâhı idi. Ve binlerce sene evvel de, Romalıların çocuk­larına hediyeler taşırdı. O da, eski kabilelerin ilâhları gibi şimal yıldızının pırıl pırıl parlayan tahtında yaşa­maktadır.
Milât, binlerce yıl önce putlara tapan veya müşrik olan birtakım eskilerin âdeti olabilir. Fakat hıristiyanlık âleminde buna aldıran yok. Çünkü her sene Milât bü­tün hıristiyanlık âleminde gürül gürül, tesit (kutlama) olunmak­tadır.
Sh: 179-183
Kaynak: Dale Carnegie, Meşhur Adamların Meçhul Tarafları, trc:  Ömer Rıza Doğrul Muallim Ahmet Halit Kitabevi, 1940- İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar