Print Friendly and PDF

DERGÂHLAR VE MASON LOCALARI

Bunlarada Bakarsınız



1925 senesine kadar yalnız İstanbul’da 365 dergâh vardı. Bunların mensupları, en az ellişer kişi olsa, 18.250 ederdi. Bu insanların da gene en az, ailelerin­den, akraba ve çevrelerinden beşer sempatizanı bu­lunmuş olsa, 91.250 adet olurdu.
Bundan yâni 1982 den yarım asır evvel, İstan­bul’un nüfûsu sekiz yüz bin civarında olduğuna göre, demek ki şehrin sekizde biri mânevi sigortaya sâhip ve muhitine şerde değil, hayırda örnek olan bir tasfi­ye cihâzı gibi idi.
İşte bu sağlam ve güvenilir kütleden çevresine sızan müsbet ve uyarıcı hava, cemiyetin hayvâni ve kirli meyillerine, şer ve şekavet arzularına sed çekip, dur... diyebilen bir emniyet ve güven bölgesi teşkil etmiş bulunuyordu.
15 sene evvel Sabriye Çökmez isminde bir yakını­mız, manavdan alış veriş ederken dükkânın çok genç çırağının, el oyunu ile ölçüde hile yapıp yapmadığını anlamak üzere çocuğun tuttuğu terâziye dikkatle ba­kıyormuş. Bunu fark eden genç:
                Teyze, korkma ben hile yapmam, büyük ba­bam derviş! demiş ve demekle de bir gerçeği ifâde ederek rahatlamış. Amma Sabriyecik, öylesine mah­cup olmuş ki ne cevap verebilmiş ne de genç çocuğun yüzüne bakabilmiş. Eve gelip, hâdiseyi bize nakletti­ği zaman, hâlâ çehresinde, o anda hissettiği utanç, bir maske gibi yüzünde durmakta idi.
 ***
Baş aşağı giden bir memleketin bütün müessese­ler! bu çöküntüden hisselenirken, dergâhların da, aynı inkırazdan pay almayacağı ve almadığı, elbette söy­lenemez. Amma, bilhassa son devirlerde acı, yersiz, kasıtlı ve körükörüne uydurularak tenbelhâne, miskinhâne diye damgalanmak istenen dergâhlar, bütün iftirâlara rağmen, son anlarına kadar, cemiyetin bir çeşit emniyet süpabı vazifesini görmekte idi.
Onun için de bu müesseseler, hür imânın filiz­lendiği ve taassubun geri püskürtüldüğü bir ocak ola­rak faaliyette bulunduğu müddetçe cemiyete seçkin ve arınmış insanlar hediye etmiştir.
Eskiden, cemiyette dindar insanlar vardı; fakat mutaassıp kütleler yoktu. Bu gün ise din anlayışı, taassubla el ele vermiş, hattâ mutaassıp olmayanı din­siz kabûl eden bir dar düşünce, topluma hâkim olmuş bulunmaktadır.
Şu hâlde dergâhların kapatılmasından, doğan netice: Bir tarafta taassubun, dîni pençesine alması, bir tarafta dinsizliği bir ilericilik hâline getirerek Türk milletini, îmân gibi târihî nafakasından mahrum bı­rakmış olmasıdır.
***
İnsanoğlu, müteâl, yüksek ve üstün zevklerden mahrum edilince şer, süflî ve muzır zevklere el atar. Dergâhlar kapatıldı ise de, dünyâ dünyâ olalı, başım bir yere bağlamak ihtiyâcında olan kütleler de iş­te, gerek kendisini, gerek memleketini millî - mânevi değerlere sırt çevirten müesseselere doğru koşmaya başladı. Bunların, en karanlık ve bulanık olanların­dan biri ise, mason localarıdır.
Türkiye’de dergâhlar kapatıldı; fakat hem gün be-gün adedleri artan mason locaları açıldı, hem de siyonizmin ileri karakolu olan bu locaları arkadan tak­viye edici yardımcı kuvvetler müesseseleşerek Lions, Rotary Kulüp gibi isimler altında, locaların bir nevi hisarpeçesi ve ihtiyat kuvveti oldu.
Yeryüzünü saran Yahudi hegomonyası, bu gün dünyâ iktisâdiyâtma, ticâretine, siyâsetine, içtimâi ve vicdânî revişine hükmeder olmuştur. İşte milletlerin târihî ve an’anevî hayâtına açtığı yaylım ateşini giz­leyebilmek için de bu cephe gerisi ihtiyat kuvvetleri­ne, hayır cemiyeti süsü vererek, onların arkalarına gizlenmeyi ustaca becermiş ve başarmış bulunmak­tadır.
Üç gün evvel, genç kızlığından beri tanıdığım kırk yaşlarında bir hanım geldi. Aileden aldığı sathî bir inancı ve derine gitmeyen millî bir hassâsiyeti vardı. Lions Kulüb’e âzâ kaydedildiğini söyledi. Gruplar hâlinde, yardıma muhtaç derneklere, çocuk yuvala­rına gittiklerini, kermesler yaptıklarını, ve ayda bir defâ da Marmara Etap Oteli’nde yemekli toplantıları olduğunu bu vesile ile hatiplerin, gelip konuştukla­rını sözlerine ilâve etti.
Fakat, bütün bu faaliyet tablosunu çizerken, ra­hat değildi. Amma, buna rağmen, içine girmiş bulun­duğu, şatafatlı işlerden de vazgeçmeği düşünmüyor­du. Zîra, rûhen tatmin olmuyorsa da, bedenen oya­lanıyordu. Acınacak bir bocalama ve cehâlet içinde idi.
***
                Rezan Hanım; dedim. Balık tutarken, oltanın ucuna bir yem takarlar. İşte siz de, olta ucundaki yemsiniz. Hem yakalanıyor, hem de başkalarının ya­kalanmasını kolaylıyorsunuz. Hiç değilse, bu tutulmuş balıkların balıkçının sepetini zenginleştirdiğini olsun bilesiniz.
Osmanlı Devleti’ni, masonlar marifeti ile Yahudilerin yıkmış olduklarını elbette size söylemişlerdir.
Zira bu oyunun figüranısınız. Şimdi, târihî ve kro­nolojik yoldan bu acı hikâyeyi anlatmaya kalkışsam, sabah olur, gene de lâfım bitmez. Onun için, kısa kes­mek evlâdır, dedim.
Sözünü oradan oraya dolaştıran bu zavallı ka­dıncağız, bir ara senebaşına da temas ederek, kendi­sine dağlar gibi yılbaşı tebriki geldiğini, buna, müvezziin bile şaştığını söyledi.
                 Peki, bayramlarda da böyle tebrik alır mısı­nız? diye sorduğumda, cevâbı: «Hasar!» demek oldu.
                 İşte, dedim, yılbaşı, haçlıların, bayram ise, tevhid ehlinin, yâni müslümanlarındır da, onun için, sizin malınızı size unutturuyor ve mühimsemiyorlar. Şu hâlde bayramınızı bile tanımayanların arasında ne işiniz var? Niçin onlara: «Tebrik edecekseniz be­nim olanı tebrik edin!» demiyorsunuz?
Nihâyet Rezan Hanım: «Bizim kulübe gelip ko­nuşsanız...» demez mi?
                 Aman Rezan Hanım, daha ağzımı açarken beni kapı önüne koyarlar, dedim Gülüştük. Daha da fazla konuşmağa değmediği için, bahsi burada ka­padım.
Sh: 104-107
Kaynak: Ne İdik Ne Olduk- Hâtıralar- SÂMİHA AYVERDİ, HÜLBE BASIM ve YAYIN , 1985, İstanbul


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar