DİKKAT ETMEDİĞİMİZ SÜNNETLERDEN
Cuma günü için yıkanmanın bâtınî yorumu, haftanın günleri olan yedi gün
karşılığında günlük zaman için ezelle temizlenmektir. Allah Teâlâ kula her
hafta yıkanmayı zorunlu bir ödev olarak emretti. Öyleyse Cuma günü yıkanmak
namaz için değil, gün içindir.
Böylece
Cuma namazı için yıkanmak hal temizliği, bu temizlik ise, zaman temizliğidir. Çünkü bilginler bu yıkanmanın
hükmü hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bir kısmına göre yıkanmak Cuma
gününe aittir. Bizim görüşümüz de budur. Cuma namazından önce temizlik
yapılırsa ve [günle birlikte] Cuma namazı için yıkanmaya da niyetlenilirse daha
iyidir. Bir kısmına göre ise, bu temizlik Cuma günü Cuma namazı içindir. Bu ise
hiç kuşkusuz, daha üstün bir davranıştır. Öyle ki, insan namazdan önce
yıkanmazsa, güneş batmadıkça yıkanması zorunlu olur.
Kulun
bütünüyle Hakka yönelmesi, zamansal olarak bu günde gerçekleşir dedik. Bu
nedenle, bu günün Hakkın katına nispeti, Hakkın önce, sonra, şimdi gibi
edatların eşlik ettiği farklı zamanlarda varlıkları yaratmaya yönelmesiyle
ezelin girdiği zamansal takdirler gibidir.
‘Önceden
ve sonradan emir Allah Teâlâ’ya aittir.’ Bu meseleyi öğreniniz! Çünkü son derece hassas
bir konudur.
Cuma
namazı için yıkanan kimse ise, hal için yıkanmayla namaz için yıkanmayı
birleştirmiş demektir. Namazdan sonra Cuma günü için yıkanan ise,
tekleştirmiştir. Bu ise, Cuma denilen şeye zarar verir. En güçlü yorum, bu
günde yıkanmanın hem Cuma günü hem de Cuma namazı için emredildiğidir.
Şari’nin bu konuda maksadının bu olması, uzak bir ihtimal sayılmaz.
Otuzikinci kısım,
c.3, 152
Bize göre, Cuma günü yıkanmak -ki kast edilen gün için yıkanmaktır-tüm
yetişkinlere farzdır. (Gün için değil de) Namaz için yıkanılması ise, daha
üstündür. Cuma günü yıkanmak ise, bir grup tarafından sünnet, bazı bilginler
tarafından ise, farz sayılmıştır ki, ben de farz olduğu görüşündeyim.
Vacip olduğunu söyleyenlerin bir kısmı yıkanmanın günden dolayı olduğunu kabul
eder. Bizim görüşümüz budur. Namaz kılınmazdan önce namaz için yıkanmak ise,
daha üstündür. Bazı bilginler ise, yıkanmanın Cuma namazından önce farz
olduğu görüşündedir.
Batınî hayat vasıtasıyla (bilgi) insanın içini ve batınını -ki kalbidir-genel olarak
temizlemesi, Allah Teâlâ’yı bilmek amacı taşır. Kalplerin canlılığı, bu bilgide
bulunduğu gibi yine bu bilgiye bağlıdır. Bu durum, Allah Teâlâ’nın kendisini bu
özel tarzda ortaya koyması yönüyle Cuma namazının sağladığı bilgi bakımından
böyledir. Çünkü Cuma, Allah Teâlâ’nın bu ümmetine ihsan ettiği en büyüle
hidayettir. O gün, ümmetin görüş ayrılığına düşüp Allah Teâlâ’nın görüş
ayrılığına düşülen konuda doğruyu gösterdiği gündür.
Bunu şöyle açıklayabiliriz: Allah Teâlâ her cinsten bir
tür, her türden, bir şahıs seçmiş, seçtiği bu şahsı ya kendisine ya da onun
sebebiyle başkasına bir iyilik olsun diye tercih etmiştir. Allah Teâlâ bazen
bir cinsten iki ve üç tür seçer, bazen türden iki, üç ya da daha fazla şahıs
seçer. Bu bağlamda insan türünden müminleri, müminlerden
velileri, velilerden nebileri, nebilerden resulleri seçmiş resullerin de bir
kısmını diğerlerinden üstün yapmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, ‘Peygamberleri
birbirine üstün tutmayın’ diye yasaklamasaydı, hiç kuşkusuz, en
üstünlerinin kim olduğunu belirtilirdi. Fakat Allah Teâlâ peygamberlerin bir
kısmını diğerlerinden üstün yaptığını bize bildirmiştir.
Öyleyse (inkâr edilemeyecek bir raviler topluluğunun
aktardığı) mütevatir bir nas ya da gerçek bir keşif bulan kişi, onun sınırında
durmalıdır. Tek kişinin rivayet ettiği sahih bir hadise sahip olan ise, -konu
dünyevi davranışlarla ilgiliyse-onunla hüküm vermelidir; ahiretle ilgiliyse,
onu inancında esas yapmamalıdır. Bunun yerine şöyle demelidir: Bu hadis bize ulaştığı
tarzda gerçekte peygamberden gelmişse, ben o hadise ve peygamberin ve Allah
Teâlâ’nın katından gelen bilip bilmediğim her şeye inanırım.
Çünkü inanç konularında ancak kesin olduğuna hükmedilen şeyler kullanılabilir.
Söz konusu olan bir rivayet ise, onun tevatür yoluyla güvenilir olması gerekir;
söz konusu olan akıl ise, mütevatir bir nassla çelişmediği sürece, kesin aklî
kanıta dayanan bir hüküm kullanılabilir. Mütevatir bir nas aklın deliliyle
çelişip onları uzlaştırmak mümkün olmazsa, nassa inanılır, delil terk edilir.
Bunun sebebi şudur: Şeriat diliyle belirtilen şeylere
inanmak, zikredilen şeyin gerçekte imanın bildirdiği tarzda olmasını zorunlu
kılmaz. Akıllı kişi, Allah Teâlâ’nın yükümlüden bu kesin nassın verisine
inanmasını istediğini anlar; tevatür zinciri, akıl deliliyle çelişse bile, o
hadisi peygamberin söylediğini bildirir. Böylece akıllı, bilgi olması
bakımından bilgisini muhafaza eder ve Allah Teâlâ’nın söz konusu nassın
varlığıyla imanı o bilinene bağlamadığını anlar. Yoksa, akıllının (bu nas
nedeniyle) bilgisinden ayrılarak Allah Teâlâ’nın istediği şekilde o nassa
inanması gerekmez. Allah Teâlâ, bildiğiyle çelişen bu nassla neyi kastettiğini
keşfinde kula bildirirse, bu hitaba tahsis edilen kimse, Hakkın belirlediği
bağlamda ona inanır. Böyle bir keşfi, karışıklığa yol açacağı için sıradan
insanlar arasında açıklayamayız. İhsan ettiği nimetlerinden dolayı Allah
Teâlâ’ya şükrederiz! Bu, Allah Teâlâ yolunda yararlı olan bir öncüldür.
Allah Teâlâ haftanın günlerinden ise, Cuma gününü seçmiş
ve bu yedi günün içinden seçtiği bir gününün olduğunu bildirmiştir. Söz konusu
günü de haftanın diğer günlerinden üstün yapıştır. Bu nedenle. Cuma günüyle
Arefe ya da Aşure gününü karşılaştıran kimse yanılır. Çünkü Arefe’nin üstünlüğü
haftanın günlerine değil, yılın bütün günlerine dayanır. Bu nedenle Arefe günü
bazen Cuma gününe denk gelebileceği gibi Aşure günü de Cuma’ya denk gelebilir.
Cuma ise, değişmez, hiçbir zaman Cumartesi veya başka bir gün olamaz.
Öyleyse Cuma gününün üstünlüğü kendindendir. Arefe ve
Aşure gününün üstünlüğü ise, geçici durumlardan kaynaklanır.
Haftanın hangi gününde bulunurlarsa bu geçici haller nedeniyle üstünlük o güne
aittir. Böylece Arefe ve Aşure günlerinin üstünlüğü, o tür içindeki üstünlüğü
gerektiren geçici durumlar arasındaki bir üstünlük haline gelir. Ramazan ayının
diğer aylardan üstünlüğü de, Güneş aylarında değil Kameri (ay yılı) aylardadır.
Çünkü Güneş yılı aylarının en üstünü, güneşin en şerefli burcunda bulunduğu
gündür. Ramazan ayı ise, güneş yılının her ayına denk gelebilir. Bu nedenle
Ramazan’ın bulunduğu güneş ayı, diğer güneş aylarından daha üstün olur.
Ramazan’ın bir Güneş ayında bulunmasıysa, dönerken kendisine ilişen geçici bir
durumdur.
Binaenaleyh Cuma günü, Arefe veya başka bir günle
mukayese edilemez. Bu nedenle yıkanmak, namazdan dolayı değil, günden dolayı
gerekli görülmüştür. Cuma günü sadece namaz nedeniyle yıkanılsaydı, o günün en
faziletli gün olduğu konusunda aramızda bir görüş ayrılığı kalmaz, bilginler
arasında gerçekleşen görüş ayrılığı ortadan kalkardı.
Allah Teâlâ (günler içindeki bir) günün değerini ve
üstünlüğünü ümmetlere zikredip tam olarak belirtmeyerek, günü bilmeyi onların
içtihatlarına bırakmış, insanlar da görüş ayrılıklarına düşmüştür. Bu bağlamda
Hristiyanlar en faziletli günün Pazar günü olduğunu iddia etmiştir, çünkü
Pazar, güneşin günüdür. Pazar göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların
yaratıldığı /ilk gündür. (Hristiyanlara göre) Allah Teâlâ, diğer günlerden
üstün olduğu için yaratmayı Pazar gününde gerçekleştirmiştir. Böylece o günü
bayram sayıp şöyle demişlerdir: ‘Allah Teâlâ’nın kastettiği gün Pazar'dır.’
Hâlbuki peygamberleri bu konuda onlara bir şey söylememişti. Bu konuda bir
rivayet olmadığı için, Allah Teâlâ’nın peygamberlerine bu günü bildirip
bildirmediğini de bilmiyoruz. Yahudiler ise şunu ileri sürmüştür: ‘En
faziletli gün Cumartesidir, çünkü Allah Teâlâ yaratmayı Cuma günü bitirmiş,
Cumartesi dinlenmiş, sırt üstü yatmış, ayaklarını üst üste koymuş ve ‘ben her
şeyin sahibiyim demiştir.’ Allah Teâlâ bu ve benzeri sözler karşısında şöyle
der: ‘Onlar Allah Teâlâ’yı hakkıyla takdir edemediler: " Yahudiler,
Cumartesi hakkındaki bilgilerinin Tevrat’ta bulunduğunu iddia eder. Biz, bu
konuda Yahudileri ne doğrular ne de yalanlarız. Kısaca, Yahudiler şunu iddia
etmiştir: ‘Cumartesi, Allah Teâlâ’nın haftanın en faziletli günü olarak
seçtiği gündür.’ Böylece Yahudiler ve Hristiyanlar, haftanın en üstün günü
hakkında görüş ayrılığına düşmüştür.
Cuma gününün üstün olmasının nedeni, Pazar’dan
Perşembe’ye kadar diğer yaratıkların kendisinden dolayı yaratıldığı insan
türünü Allah Teâlâ’nın Cuma günü yaratmış olmasıdır. Bu nedenle Cuma’nın en
üstün vakit olması gerekir. İnsan ise (Cebrail’in getirdiği) aynada nokta şeklinde
gözüken o saatte yaratılmıştır. Nokta aynada gözükünce, bu örnek, onun yer
değiştirmeyeceğini gösterdi. Nitekim o nokta da, aynada yer değiştirmez.
Öyleyse bu vakit, Allah Teâlâ’nın bilgisinde belirlenmiş bir saattir. Bu
örneğin duyudaki durumunu dikkate alırsak -ki almalıyız-şöyle dememiz gerekir:
Nokta aynada yer değiştirmediği gibi (insanın kendisinde yaratıldığı) saat de
yer değiştirmez. Bu örneğin verilişini hayalde dikkate alırsak ve onu duyuya
çıkarmazsak şöyle deriz: O saat gün içinde yer değiştirir. Çünkü hayalin
etkisi, surette yer değiştirmektir. Çünkü hayal, duyulur bir şey değildir ki
kontrol (zabt) edilebilsin. Hayal, sadece duyulur surete benzeyen hayalî
suretteki bir anlamdır. Bir anlam aynı anda pek çok lafız kalıbında farklı
dillere geçebildiği için, bu durum hayale benzemiştir. Öyleyse (benzetmeyi
duyulur değil, hayaldeki bir örnek olarak alırsak), insanın yaratıldığı saat
de Cuma günü yer değiştirir. Her iki dürüm da olabilir. Bu ise, ancak Allah
Teâlâ’nın bildirmesiyle bilinebilecek bir iştir.
Cuma günündeki (insanın kendisinde yaratıldığı en
şerefli) saat, sene içindeki Kadir gecesinin durumuna benzer. Allah Teâlâ,
Kadir gecesinin durumu hakkında şöyle der: ‘İnsanlar tek bir ümmet idi, Allah
Teâlâ peygamberlerini müjdeleyen ve korkutan kimseler olarak gönderdi. Onlarla
hakkı indirdi ve böylece görüş ayrılığına düştükleri konuda insanlar arasında
hüküm verirler. O konuda sadece daha önce kendilerine Allah Teâlâ katından
apaçık deliller gelen kimseler kıskançlıkları nedeniyle görüş ayrılığına
düşmüştür. Allah Teâlâ iman edenleri görüş ayrılığına düştükleri konuda
hidayete ulaştırmıştır: ' Bu ayet, Kadir gecesi hakkındaki görüş ayrılığı
hususunda inmiştir.
Cuma günü için yıkanmak, (saatin hangisi olduğuyla
ilgili) bu görüş ayrılığından kaynaklanır. Bu sayede insan, Allah Teâlâ’nın iç
gözünü açmasıyla temizliği hakkında kesin bir bilgiye ulaşır. Allah Teâlâ’nın
iç gözünü açması, o gündeki saati bilmektir. Çünkü daha önce (en şerefli) gün
belirsizdi. Allah Teâlâ, peygamberinin diliyle bize günü tanıttı. Geride, gün
içindeki saatin belirsizliği kaldı. Öyleyse -saat yer değiştiriyorsa- her Cuma
günü o saati ya da -saati değişmezse-onun belirli vaktini bilen kişi, bu
bilgiyle bilgisizlikten temizliğini yapmış demektir. Bu nedenle, yıkanmanın
(namaz için değil) günden dolayı olması gerekir. Çünkü gün, daha geneldir.
Kırkbirinci Kısım, c.4, sh:35-40
Kaynaklar:
Muhyiddin İbn Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye
Futûhât-ı Mekkiyye Tercümesi, hzl: Ekrem
Demirli, 2011,İstanbul
Bir grup bunun vacip olduğu görüşündedir
ki, ben de o görüşteyim. Bunun nedeni, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’den güvenilir bir şekilde aktarılan emirdir. Bir grup ise, onun sünnet
olduğunu söylerken başka bir grup müstehap olduğunu söylemiştir. Fakat kimse
onu reddetmemiştir.
Allah Teâlâ’nın şeriatını bilen hadis
bilginleri için (fecir namazından sonra uyumanın reddedilemeyeceği hususunda)
herhangi bir kuşku ve belirsizlik yoktur. Müçtehitleri taklit eden zamanımız
fakihleri ise böyle değildir. Onların ne Kur'an-ı Kerîm ne de Sünnet hakkında
herhangi bir bilgileri yoktur: Onlar, Kur'an-ı Kerîm’i ezberleseler ve onda
üstadlarının görüşlerine aykırı görüşler bulsalar bile, Kur'an-ı Kerîm’e
yönelmez, onunla amel etmez, bilgiyi aktarmak niyetiyle onu okumaz ve bu
rivayet ve ayete aykırı imamların mezhebine dayanır. Onların bu konuda bir
mazeretleri olamaz. Söz konusu kimselerden kıyamet günü uzaklaşacak ilk kişi,
imamlarıdır. Çünkü onlar, imamlarına insanlara ‘Beni taklit edin bana uyun’
dediklerini kesinlikle doğrulatamazlar. Çünkü kendisini taklit ve ona uymak,
(müçtehitlerin değil) Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
özelliklerindendir. Şöyle iddia edebilirler: ‘Bize imamlara uymayı Allah
Teâlâ emretmiş ve ‘Bilmiyorsanız Zikir ehline (bilenler) sorunuz’ demiştir.
Biz de, onlara sorduk ve fetva istedik.’ Bu iddiaya karşı şöyle yanıt
verebiliriz: Biz onlara meseleler hakkında kendi görüşlerini değil, Allah
Teâlâ’nın hükmünü bize aktarsınlar diye soruyoruz. Çünkü Allah Teâlâ ayette
‘zikir ehli’ demiştir, kast edilenler ‘Kur'an-ı Kerîm’i bilenlerdir,’
çünkü zikir Kur'an-ı Kerîm demektir. Kur'an-ı Kerîm’i okurken onların
fetvalarına aykırı bir hüküm bulduğumuzda, Allah Teâlâ’nın kitabına bağlanıp o
imamın görüşünü terk etmemiz gerekir. Müçtehit imam, bir ayeti ya da hadisi
aktardığında ise, onun sözüyle değil, ayet veya hadisle amel etmiş oluruz.
Böyle olduğunda ise, dili ya da hükmün gerektirdiği şeyi bilmediğimiz için,
başka bir ayet veya rivayetle ona karşı çıkmamamız gerekir. Başka bir bilgimiz
varsa, biz ve müçtehit imamlar eşitiz demektir.
Sahih bir rivayette, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in fecir namazından sonra uzanıp istirahat ettiği
aktarılmıştır. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste, fecir
namazının iki rekâtını kılan herkese uzanmak emredilmiştir. Benim görüşüm,
bunu yapmayanın günahkâr olduğudur. Çünkü (hadiste) bunu yapmak zorunlu olarak
emredilmiştir. Dolayısıyla herhangi bir vakitte kaza edilse bile, mutlaka
uzanmak gerekir. Hadiste geçen bağlaç, ardışıklık ifade etse de zahir ehlinden
geç dönem bazı müçtehit hafızlar şöyle demiştir: ‘Fecir
namazını kılıp uzanmayanın sabah namazı geçerli değildir. Fecir namazını
kılmamışsa, (yatmadan) sabah namazını kılabilir.
Uzanmak,
fecir namazından sonra ve sabah
namazından öncedir. Çünkü yükümlü mekruh bir iş yapma durumunda kalmıştır. Çünkü
fecir doğduktan (sabah vakti girdikten) sonra, ancak fecrin iki rekâtını kılabilir,
sonra sabah namazını kılar. Böylece
fecir namazı, farz ibadetlere benzemiş, bu nedenle onunla sabah namazı arasında
uzanmak gerekmiştir. Bu sayede sünnet farzdan ayrışır ve fecir namazından
ayrıldığını bilerek, uzanmış olduğu yerden farza kalkar. Kişi fecir namazından
(uzanmadan) sonra sabah namazına kalksaydı, hiç kuşkusuz, namazı dört rekâtlı
namazlara benzemiş olurdu. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
müezzin kamet getirirken fecir rekâtlarını kılan kişiye ‘Sabahı dört rekât
mı kılıyorsun?’ demiştir. Öyleyse,
namaz kılanın fecir namazından ayrılmış olduğu anlaşılacak şekilde fecir
namazı kılan kişinin bu iki rekâtla sabah namazını ayırt etmesi uygundur.
Allah
Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ’ya ve ahiret gününe iman edenler için, Allah
Teâlâ’nın peygamberinde sizin için güzel örnek vardır.” Zıddında sınırlanmayanın
mertebesinin yüksekliğine bakınız!
Kırkdördüncü
kısım, c.4, sh133-134
***
Fecir namazı kılmazsa, yatması gerekmeden
sabah namazını kılabilir. Bu görüş sahibi o kişinin kuvvetli bir sünneti terk
ettiğini söylemek istemektedir ki, onu terk etmesi nedeniyle bir günahı yoktur.
Otuzuncu Sifr, c.15, sh:338
Kaynaklar:
Muhyiddin İbn Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye
Futûhât-ı Mekkiyye
Tercümesi, hzl: Ekrem Demirli, 2011,İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar