DİL DÜNYAMIZ
Dil, bir toplumun temel taşıdır. İnsanların
varlığını sürdürmesi dil ile olur, uygarlıkların kurulması dil vasıtasıyla
olur. İnsanın hayat mücadelesini kazanması yine dil ile kurulur. Dil, bireyin
kendini ifade etmesidir. Dil, insanın meramını, isteğini, sevincini,
üzüntüsünü, aşkını, ayrılığını, ölümünü dile getirmesidir.
Bir milletin var olabilmesi ancak dil
sayesinde olur. Dil olmazsa toplum olmaz, toplum olmazsa dil olmaz. Toplum
içinde bir birlik sağlamanın önde gelen kurallarından birincisi, o toplumu
oluşturan bireylerin mutlaka aynı dil ile konuşmaları gerekir. Çünkü toplumca
benimsenmiş ortak değerlerin oluşmasında, bunların paylaşılmasında, dünden
bugüne insandan insana aktarılmasında insanların toplumsal varlığını devam
ettirmesinde hiç şüphesiz dilin birçok önemli görevi vardır.
Toplumların bütün özellikleri diline yansır.
Dil ile toplum arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Toplumların dünya görüşü yani
eşyayı anlamdırma dillerinde gizlidir. Dil, bozulduğu zaman insanın toplum
içindeki değerleri de bozulur.
Dili, toplum geliştirir. O toplumun şairleri,
yazarları, düşünürleri, bilim adamları, gazatecileri vb. dilin gelişmesine katkıda
bulunurlar. Güçlü şairlere, yazarlara ve düşünce adamlarına sahip olan
toplumlar, her zaman varlığını devam ettirir. Toplumun düzeni genellikle dil
vasıtasıyla olur. Bu söz, ilk bakışta çok iddialı gözükse de Konfiçyüs'ün o
meşhur tespiti doğruluğunu ispatlamaya yeter:
''Bir ülkenin yöneticisi olsanız ilk
yapacağınız iş ne olurdu? Diye sorulduğunda, 'Hiç şüphesiz dili gözden
geçirmekle başlardım.' der ve şöyle devam eder: Dil düzensiz olursa sözler
düşünceyi iyi anlatmaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, adetler ve kültür bozulur.
Adetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa,
şaşkınlık içine düşen halk, ne
yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için her şey dil kadar
önemli değildir.''
Her
milletin kendine özgü kuralları olan bir dili vardır. Bir milletin ruhu ve
yaşama biçimi dilinde şekillenir. Bir milletin dilini inceleyerek yaşam tarzı
hakkında fikir sahibi olabiliriz. Çünkü dil uzun zaman içinde tarih,
coğrafya, kültür, medeniyet ve çeşitli sosyal etkilerin altında bütün
toplumların ortak düşüncesinden meydana gelmiştir. Dili toplumdan ve kültür
unsurlarından ayrı düşünmek mümkün değildir. Toplumun en küçük zerresi bile dil
ile ilişkilidir. Toplumların edebiyatı, felsefesi, güzel sanatları,
gelenekleri, görenekleri, kısacası kültürü dil ile bir bağlılık içerisindedir.
Bu değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması tamamen dil denilen iletişim aracı
ile olur. Bir milletin kültürü, tarih boyunca ortaya koyduğu eserlerden oluşur.
Kültür bir toplumun adeta kimliğidir. Sözlü yazılı her türlü kavram kültür
içine girer.
Türk milleti, kültürün her alanında kalıcı
eserler bırakmıştır. Avusturyalı ünlü araştırmacı ve yazar Hammer, Türkler
hakkında şunu söyler:
''Herodot'un Tarjinaüs, Tevrat'ın Togarıma
diye andığı Türk, o müverrihten ve o mukaddes kitaptan daha çok eski asırların
tanıdığı bir millettir. Tahakküm kabul etmeyen bir şecaat, alabildiğine geniş
fütuhat aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, muhitlere uymaktan ziyade
muhitleri kendine uydurmak zevki ve iptilası bu milletin asırlar dolduran
tarihinde apaçık görülür, okunur. Türkler, devlet yıkmakta ve devlet kurmakta
birinci sınıf üstadlardır. Ülkeleri değil, kıtaları altüst etmişler ve bu
korkunç savletler arasında sarsılması hiç de kolay olmayan hâkimiyetler yaratmışlardır.
Tarih, Türklerden çok şey öğrendi, onların elinden çıkma öyle eserler var ki
medeniyet için birer süs teşkil etmektedir.''[1]
Türkler ana dilleri yanında kullandığı gizli
dilleri de vardır. Kendi milletinin tarih ve kültürünü öğrenmek isteyen her
Türk, Türkçenin ölümsüz eserlerini incelemesi gerekir. Gizli diller de nadide
zenginliklerden birisidir.
Türkiye'deki gizli dilleri konuşan bazı Türk
toplulukları da gizli dili bir barınak olarak görmüşlerdir. Türkiye'deki gizli
dilleri öğrenmek ve araştırmak gerekir. '
'Kelimeler ister eski, ister yeni, ister
yerli, ister yabancı olsunlar, öğrenilmesinde daima fayda vardır.''
Yeryüzünde uzun ömürlü olmak isteyen
milletler, daima kuşaklar arasındaki bağların kuvvetli ve devamlı olmasına
dikkat etmelidir. Bir milleti uzun ömürlü kılan onun kültürüdür, geleneğidir,
göreneğidir ve en önemlisi dilidir.
Günlük hayatta 400 kelime ile ihtiyacını
gideren milletimizin dil zenginliği hergeçen gün azaltılmaktadır. Sonuç olarak
dilimize sahip çıkmalıyız. Sahip çıkamadığımız güzel Türkçemizin zenginliğini
gözler önüne seren bir çalışmayı okumanızı tavsiye ediyorum.
(MOR Gökmen Türkiye'deki Gizli Dillerin
Ses, Şekil Ve Kavram Alanı Bakımından İncelenmesi [Kitap]. - Kars :
Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Ana Bilim
Dalı Yeni Türk Dili Bilim Dalı 253583-Yüksek Lisans Tezi , 2009)
HAYALLERİMİZE NE OLDU?
İnsan, bazen hızla akıp geçen dünyada, içe kapanmayı, hayal kurmayı
kendine tutunmayı seçer. Bazen de şahsî eleştirisini kendi gerçekliğini ortaya
koyarak var kılmaya çalışır. Benliğini, kendisinden geri kalan her şeyden,
dünyadan ayıran ve bir parçası olan hayalleri, yaşadığı dünyası karşısında
elbette cılız, sakat ve yetersiz olduğunu görür.
Hakikatte insanın hayatı, dünyanın ve onun içindekilerin bizzat
kendisiydi.
Gerçeği ise, dünyaya ait olmak, yenilmek ve sonunda ölmekti.
İnsanın hayali bir manada dünyaya muhalif olan isyanı mıydı? Çünkü
dünyanın bir parçası olmak kaderi, benliğin değil bedenin ölümüdür. Bu nedenle
insan muhalefet etmek iştiyakından bir türlü hayal kurmaktan vazgeçemeyecekti.
Hayal kurmak dünyanın bir parçası olmaktan kaçınmaktır. Kurulu düzene
bir şekilde aykırı olmaktır. Bu fark edenin varlığını bütünleyecek,
tamamlayacak düşlerine dalma zamanı demektir. Bu bağlamda insan, aşkı, başta
olmak üzere varlığı tamamladığına inanılan her türlü ilişkisinde hayallerin
kapsama alanına girmekten kendini nasıl kurtarabilir. Bazen de bunu paylaşmaya
çalışır. Eğer hayalini paylaşabilirse çeşitli duygularla ruhî olarak yeni biçimlemelere
doğru yol açılır. Fakat yaşanılmayan ve sözlerle ifade edilemeyen kimi hayaller
ise, çok zaman ortaya çıkamadan bastırılır, düzeninde ezilir, gider.
Zamanımızda bazı hayallerini ‘şey’
leşerek çıkaran, insanın anlayış kaymalarına düştüğünde Allah Teâlâ’ya ve
dolayısıyla ilk’e olan özlemi dünyasını sarınca, umutsuzluğun, çaresizliğin
içinde açılan bir penceresi kırılır gider. Belki hayalimiz ilk’e karşı olan
özlem değil, belki ayrılıktan kalan izlerin gölgesinde, bastırılmış
duygulardan, zaaflardan, bir arayışın işareti miydi? diye düşünülebilir.
İnsan ilişkilerinde bir kavramı, şahsî olarak veya kendiliğinden maddî
imgelere dönüştürürken, duyguların suretinde etkisinde kalması, dışarıdan
bakılınca ifade edilebilir, yorumlanabilir. Ancak zamanımızda hayal kurabilme
yeteneği zayıflamış veya zayıflatılmış olunca bu durum çok zor olmaktadır.
Dışlanan, bugünün dünyasında adı kötüye çıkan birçok kişi yalnızlığa
düşürülmüştür. Maddiyatın zafer kazandığı bir dönemde hayal kurmak artık
gereksizlik, geleceğe yönelik bir engel, yoldan sapmış olarak görülmektedir. İçine
düştüğümüz tüketim toplumunda yabancılaşmış insan, ilişkilerini tüketilebilen
bir eşya olarak görmektedir.
Günümüzde insanların, fazla bilginin, fazla görüntünün, kucağında
ilişkilerini taklitle ve özentiyle yaşaması tüketimi tetiklemiştir. Televizyon
yayınlarında, reklamlarda yaratılan ilişki tiplemelerinin yozlaşması, hayalsiz
hayata dönüşümün sebeplerindendir. Bu şekilde hayal kapıları ya kırılıyor, ya
da kapatılıp mühürlenip. Sadece gerçeklerin dünyasında bunalmış insanlar
toplumu oluşmaya başlamış ve dinsizliğin içine doğru çekilmektedir.
Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de buyurdu ki;
“Andolsun ki biz cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için
yaratmışızdır.
Onların kalpleri vardır, bunlarla idrâk etmezler;
Gözleri vardır, bunlarla görmezler;
Kulakları vardır, bunlarla işitmezler.
Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir.
Hatta daha sapıktırlar.
Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (A’raf, 179)
Bu ayet hayal kurmayan insanlar içinde gelmiştir. Hayatı maddiyat içinde
boğulup hayal bile kurmayan insan nasıl inançlı olabilir. Allah Teâlâ’yı nasıl
idrak edebilir. Zamanımızda hayallerini teknolojik kurguya bağlayan filmlere
dikkatli baktığımızda görüyoruz ki, genel temelinde duygusuzluk ve inançsızlık
bulunmaktadır. Bunlar hayal değil, safsatadır. Hayal, insana zevk verirken
ruhunu okşayan unsurlar ile doludur ve sonu da gelmemektedir. Bir hayvanın
hayal kurduğunu düşündüğümüzde sadece yemek olmasını hayal ederdi. Bu hayvanî
durumdur. Buna göre bizim bahsettiğimiz hayal ilk’e olan yani Allah Teâlâ’ya
olandır. Diğerleri ise şehvet ve hırs yalaklarında sulanan hayvanlara aittir.
Bu hayali insanlardan tenzih ederiz.
Son söz için
“Ah, hayallerimiz mi öldü, inancımız mı kalmadı?”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar