Print Friendly and PDF

DİN VE MUTLULUK




Din tapınma dilidir, inanan kişinin bilgisine kılavuzluk eden, onu güvenilir kılan, canlı tutan, imâni aklına uygun yapan tapınma fiilleridir.
[İnsan, doğumundan ölümüne kadar hep mutlu olmak arzusu içerisindedir. Mutluluk insanın hayatının amacı ve anlamıdır. Bu yüzden o, daima ona mutluluğu yaşatacak şeyi arar durur.
Modern dünyada teknolojinin ve bilimin ilerlemesi ile insanın mutluluğunun artacağı düşünülmüştür. Oysaki teknolojinin ilerlemesi insanın mutlu olmasına vesile olmamış, aksine kaygının, sıkıntının, stresin artmasına neden olmuştur. Bu ortam içerisinde insan kendisini mutlu edecek her yöntemi kullanmaya çalışmıştır. KİŞİLERİ MUTLULUĞA GÖTÜRECEK ÇEŞİTLİ FORMÜLLER ÜRETİLMEYE ÇALIŞILMIŞ VE BU FORMÜLLERLE İLGİLİ YÖNTEMLER VE KİTAPLAR TÜM DÜNYA ÜZERİNDE RAĞBET GÖRMÜŞTÜR.
Başlangıcını insanlığın başlangıç tarihi olarak gösterebileceğimiz dinler de kişilerin mutluluğunu hedeflediklerini, amaçlarının insana dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırmak olduğunu ifade etmişlerdir. Öyleyse mutluluğu arzulayan insan için dinler olumlu bir katkıda bulanabilir. Çünkü dinler, insanın yaratılışına uygun formüller ileri sürer ve iddia ederler. Bu yüzden bir dine inanma nasıl insanın doğasında yer alıyorsa, inandığı dinin ona mutluluğu getireceği düşüncesine sahip olmak da kişilerin zihninde yer alabilir. Bu durumda din ile mutluluk arasında anlamlı bir ilişkinin var olduğu söylenilebilir.][1]
[Ancak modern dönemin burjuvazi kesimi, geleneksel din kavramını kökten değiştirerek yerine kusursuz evren düzeneğini yaratan “İyi ve Adil Saat Yapımcısı”, herkesi aynı düzeyde seven, onlara günah işleme ya da günahtan kaçınma özgürlüğü veren, sadece çok büyük günahları cezalandıran yeni bir Tanrı koydu. Allah Teâlâ’yı mantıkî önermelerle ispatlanmasını rasyonel bir söyleme geçirdiler ve İNANCI KİŞİSEL BİR SEÇİM saydılar. ][2] Bu şekilde insan aklı karıştı. Birçok uydurma ve benzeri hayale gelmeyen kurgular ile olur olmaz felsefî, ideolojîk türevler içinde dinleri ve manevî hayatları zayıflamaya başladı. Hakikatte din zayıflamaz, dinî yaşayış zayıflar. Ürküntüler içinde her geçen gününde insan çaresizlilerini gidermek ve mutlu olmak için gayret gösterse de sonuçta üzülen ve öldüğünde dünyaya gelip ve gelmediği kimseler tarafından hatırlanmayan birey olarak kalmaktadır.
İnsan mutluluğa azıcık bir şeyle kavuşur. Fakat sevdiği şey bir zaman sonra onu sıkmaya başlar.
Sonsuz hırs ve istek karşısında ezilen insan için ancak Allah Teâlâ’nın tatmin edebileceğini görmekteyiz. Sonsuzluk ancak Allah Teâlâ’da olunca başka bir şeyden mutlu olunacağını sanmak yanlış olabilmektir. Allah Teâlâ dahi insanın fıtratında usanç olduğunu bildiği için ibadetleri çeşitlendirdi. Her zaman ibadet etmeyi değil, bazı zamanlarda ibadeti emretti. Mesela,  namazı kılmak değil namazı yerine getirmek niyetinde olursa namaz seni sıkmaz. Zira her namaz kılmakla namazı gerçekle kılmış değildir. Eğer öyle olmuş olsa idi, mutsuz insanları namaz kılanlar içinde görmezdik.
Sonuç olarak bedeni zevkler hiçbir şekilde insanı mutlu etmiyor. Ruhânî zevkler ise geçici bir dönem mutluk veriyor. Onun için tek kurtuluş din sahibi olmak değil, Allah Teâlâ’yı sevmek ve ona kendimizi sevdirmenin yollarını bulmaktır.

İbadet çokluğuna yok itibar hiç
Kulundan Hâlikı hoşlanmayınca[3]

İYİLİKLERİN KÖTÜLÜĞE DÖNÜŞMESİ


Bir şeyin yok edilmesinin prensibi, ya doğrudan ya da dolaylı yollardan müdahaleden geçtiği herkes tarafından bilinmektedir. Doğrudan müdahalenin karşısında tepkiler her zaman olmuştur. Ancak dolaylı müdahalenin ne tepkisi, ne de bir uyarıcısı vardır. Genellikle dolaylının geliş yönü hep olumlu taraftan gözüküp bu şekilde de algılanmış olması aslında illüzyondan başka bir şey değildir. Bu durumu açıklayabilmek için, Osmanlının yıkılış politikalarındaki iyi insanların rolünü örnek olarak anlatacağız. 
İyi insanlar, iyilik namına bir şeylerden bahsederken, sonuçta yıkımın öncüleri olmuşlar ve bunda kendilerinin bir payı olabileceğini hiç düşünmemişlerdir. Bu konuda, nasihat türünden yazılmış siyasetnâmeleri söyleyebiliriz. Bu kitaplar, aslında hep iyi olmanın ve tecrübelerin bir kazanımı sonucu olarak yazılmış olmaları açısından gerçekten güzel ve faydalıdırlar. Ancak verdikleri etkinin tepkisi ise, hiçte düşünüldüğü kadar iyi olmamıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda, XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra baş gösteren bunalımlar, dönemin düşünürlerini ve devlet yönetiminde deneyimi olanları, çareler aramaya yöneltmiştir. Eflatun’un “Politia”sından ilham alan, bu tür siyaset kitaplarını yazma gereğini düşünenler “siyasetnâme” olarak isimlendirilen eserleri ile yazıldıkları döneme ışık tutmaya çalışmışlardır. Ancak bu tür ve benzeri kitapların, ortaya koyduğu kötüleşme durumları, insanların bakışını olumsuz etkileyecek bir yapıya maalesef dönüşerek, gerçekte her bahsedilen durumun, aynı şekilde cereyan edip etmediği de belli olmayan bu bilgiler yüzünden, umumun psikolojik yapısında aksi tesirler meydana getirmiştir. Bu kitapların ortaya koydukları problemlerin, ne sınırda olduğu da kesinlik bildirmekte yeterli olamamıştır
Bahsedilen kitaplar, iyi olmanın kutsal çıtasını yüksek tutarak ulaşılamayacak seviyeye çıkarmış olmaları sebebiyle, insanların hem kendilerine hem de diğerlerine karşı güvenlerini yitirmelerine sebep olmuşlardır. Burada hatırlanması gereken asıl konu, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin, İslâm’ı tebliğ ederken, karşısındaki insanların anlayışını bloklama taktiği yapmadan, en önemli ibadetimiz olan namaz hakkında "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, öyle namaz kılın." (Buhari) buyurması bir gerçeği haber vermektedir. Yani insanların terbiye edilmesinde nasihat edilirken örnekleme yapılmalıdır. Mesela “yönetici sabırlı olmalıdır.” Yerine “filan devlet adımı sabırla hareket ettiği için tebaasını şu sıkıntılardan kurtardı” demek arasında algılayış yönünden çok fark vardır. Çünkü okuyan veya duyan kişinin, müşahhas bir kişi ile örneklenmesi, onun hayal dünyasında bütün insanları kapsamaktan çıkartacaktır. Sadece örneğe bakar ki, bu durumda diğer insanlar hakkında töhmet etmekten de kurtulmuş olur.
Bahsettiğimiz gibi Osmanlı İmparatorluğunu yıkan sebepler içinde sadece insan faktörü olmayıp, dünya üzerindeki ekonomik yeni oluşumların getirileri de var olduğu anmak isteriz.
Sonuç olarak nasihat kitapları yazanların, faydayı celp eden durumları muhakkak vardır. Ancak zarar verici taraflarının da olduğunu açıklamış bulunmaktayız. Bu nedenle, örnek insan yetiştirmenin daha önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Mesela; Muhammed Bican Efendi, yazdığı Muhammediyye'yi, hocası Hacı Bayram-ı Velî kaddese’llâhü sırrahu’l azîze takdim ettiğinde;
"Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mıydı?" buyurduğunda, Muhammed Bîcân bir "Âhh!" çekti ki, o anda kitabın açık olan sahifeleri "Âhh" ateşinden kararıp simsiyah oldu.
 Bize, milletimize ve devletimize düşen en önemli görev “âdem yetiştirmek” davasını tekrar canlandırmak ve bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Adam sayısının arttığı yerlerde, âdemler aza düşerse, hangi tedbiri alırsak alalım sonuç daima olumsuz olacaktır. Bir toplulukta, örnek göstereceğimiz, sözüne fiiline itibar edebileceğimiz kişilerin az ya da hiç olmaması, ne kadar acı ve üzüntü verecek bir durum olabileceğini söylemeye gerek yoktur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, İslam dini yaşayarak tebliğ edip, insanlara öğretti. Bizde konuşanlardan çok, yaşayanları örnek alalım. Konuşmak kolay, işlemek ve uygulamak ise zordur.


[1] ACABOĞA Asiye, Din-Mutluluk İlişkisi. - Kahramanmaraş : Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim dalı Yüksek Lisans Tezi-204569, Ocak–2007, s. IV
[2] ER, Filiz, Ontolojinin Dinî Tasavvurların İçeriğine Etkisi (Doğal Teoloji). - Bursa : Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Din Felsefesi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi 204782, 2006. , s. 82-85
[3]  Kuddûsi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar