Print Friendly and PDF

DİNÎ HAYAT GERÇEKTE NEDİR?



Bir kardeşimizin yazdığı mailde can evimizi titreten bir sorusu ve cevapta umuma şamil bir durum arzetmesi nedeniyle aşikâre olması için paylaşıma koymak uygun oldu.
Sorular sırasıyla:
Diyordu ki “Yıllar önce bir yakınım "Eşimi tanıyınca İslâmiyet’i tanıdım ama insanlığımı kaybettim"demişti.
Evet, nasıl bir ahval ki dini yaşamakla/tanımakla bir şeyler kazanılmıyor, yanında kaybediliyor. İnsanın ahlaki cephesindeki merhamet, sevgi, huzur .. kavramlarını kaybedip, sert, haricî, Makyavelist, menfaatçi, beklenti arzusu ön planda olan denî bir insanlıktan nasip alıp ulvilikten uzaklaşan bir hal almak..
Dini hayat, iki cepheden cereyan ettiğini biliriz. Zahirî ve bâtınî.
Zahirî muamele eğer batınî ahlakla içtima eylemeyip, yalnızta kalır birde içtinap eylerse dışı yeşeren içi boşalan cevizler gibi yemiş olmaktan uzak bir gıdaya döner. Bu cevizi yemekte mümkün olamayınca, ya ocakta yakarsın yada tekrar toprağa gübre olsun diye çürümeye bırakırsın.  Bu nedenle içi boşaltılmış dini hayat ancak insana yük olur. 
Cevizin yeşil kabını yemekle tad bulunmaz,
Zâhir ile ey fakîh Kur’ânı arzularsın.   [1]
Hakiki dindar, insanlık hakikatli müslüman mıdır?
Adem aleyhisselâmdan beri gönderilmiş ve tarif edilmiş din İslâm’dır. İslâm,  Tevhid dini demektir. Tevhid Allah Teâlâ’ya şirk koşmamak manasına olduğu gibi, zahirî ve bâtınî cepheyi bir edip hakiki manadaki kulluğa ermektir. Batını cephe her hâlükârda ahlakî cepheyi bize haberdâr eyler. Dinin evveli  ve ahiri insan-ı kâmil olmaktır.
İnsanlığı zayıf müslüman, dinci midir?
İnsanlığı zayıf olmak demek, bedenen zayıf olan değil ahlaken istiğmal ettiği duygu ve düşüncelerini nebevî çizgide bulunduramayandır. Yoksa dinsiz birinin dini hayatın şekline dönüş yapabilir. Bu dine dönmek değil toplum içindeki yersizliğini  gidermek içindir. Dini yaşayışın zayıflığı bir yerde ahlaki zayıflığa giderken ahlaki erezyonuda getirebilir. Ahlakî erezyon dinin yaratılıştaki cephesinden çok insaniyeti nakıs kılar.
 İnsanlığı kendinden taşan müslüman ise hakikatli dindar mıdır?
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin “Ben mekârimi [erdemler. İyilikler. * Güzel ahlâk sahibi olmak. * Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk.] ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurması ile dinin nihayetini ele alır.
İnsanlık ile dindarlık arasında nasıl bir ilişki vardır?
Sekulerizm tarafından Ahlak ve dindârlık birbirinden ayrı olarak farzedilsede  ying-yangvâri [2] karşıt gibi görünür. Ancak birinde enyüksek mertebeye ulaşırken diğerinin en altkademesini bulabilme şansını tanıyan ayrılmazlar ilişkisi vardır. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz. Ahlakın zirvesine çıkan kişi neticede dinin en zayıf noktasını bulur mu, elbet bulabilir. Eğer devam ederse dinin en yüksek mertebesine erer. Dininde en yüksek metebesinde olan kişide dini hayatını zayıflatmaya başlayınca en son bırakacağı hususlar ferdi ve fikrî plandaki muamelat olan ahlakî umdeleridir. Bu durumu bir Müslüman için düşünecek olursak ilk evvel emirde ameli ibadetleri terkederek (namaz kılmamak, zekat vermemek gibi…) dinden uzaklaşır. Dindar olmayan kişinin bile “kalbime bak” diyerek açıkladığı ahlaki prensiplere kadar iner. Görünüşte hissiyat ve maneviyatın zahiren tartılma imkânı olmadığından ve yalana nifaka yakın bir durum arzetmesiyle karma karışık bir hal alır. Velhâsıl dini zayıf olanın derecesinin yakın olduğu yer yaratılış/fıtrat icabı ahlâka yakındır. Bu yerde  ruhsal krizlerin / itmi’nanın olmadığı yerdir. İşte ahlak ve din birbirini ister itemez bırakmadan devam ederse, birde sarmal döngüdeki hızda atınca ikilik yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Tek renk zuhur eder.
Hakk'a kulluk halka hizmete neden götürmüyor?
Nefis terbiyesi üzerine oluşmayan dini eğitimin sonucunda radikalleşen dindar yavaş yavaş  kendi oluşturduğu tapınağın ilkelerini uygulamaya alır. Her şey o “iç-tapınağın” gerçeğindeki gerçek manaya varır. Şu an için küfür üzere olan bir kişiye her ne kadar hakikat üzereyiz, denilse de, onun bizi hakikat üzere görmemesi bir açıdan doğrudur. Çünkü biz onun doğrularına uymuyoruz.
Yukarıda belirtildiği gibi Allah Teâlâ’nın bizden istediği kulluk neticede bizim kendi sosyal alanımızdaki mahlukatla olan ilişkimizi düzenlerken ötekiler diyeceğimiz unsurlarla tevhid üzere buluşmayı sağlar. İncitmeden ve incinmeden bir hayatın idamesi ancak tevhidi inanç üzere olur ki , bu da şirkten uzaklaşıp maddî ve mânevi birlikteliği sağlamakla olacaktır. Şirki bugün bazı çevreler putlar ile karıştırıp laik bir düşünce tarzı ile ele alırken maddi ve manevi ayrım/dünya ve din ayrımcılığı yapıyorlar. Şirk aslında budur.
 İnsanî programları İslâmiyet hangi şartlarda inkişaf ettirir?
İnsanlık, kendi bünyesinde barındırdığı hususlar ile Allah Teâlâ’ya ulaşabilir mi?  Ulaşabilir. Fakat bu bir yerde nakıs kalır. Eğer bu programlar günümüzde (hümanist -New Age) gibi akımlar bu hareket tarzı ile dünyanın daha güzel yaşanılacak bir ortama kavuşacağını iddia ederek, ilâhi/kitabi dinlerden harmanlayıp birşeyler üretiyorlar. İşin garip tarafı baştaki çıkışlarındaki kişi veya guruplarını bir zaman sonra peygamberliklerini ilan edip onun çizdiği dünyanın dar kapsamına düşüyorlar. Sonunda yanlış bir hareketleri ile kendi koydukları hususlardan inhiraf edip yok oluyorlar/ediyorlar.
İşte Allah Teâlâ kullarını, bu tür çırpınmalar ile zaman kaybetmemeleri için rahmetinin iktizası rasüller ve nebiler göndererek sorun olmadan çözmüştür.
Sonuç olarak eşinin etkisiyle bozulduğundan bahseden kardeşimiz Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin “evlenen dinin yarısın kurtarır.”  Buyurduğu mana ile işaret eder ki; bu kişi evlenince kalbinin dehlizlerinde kalmış kirli bulaşık düşünceleri evlilikle aşikar olmuş demektir. Bu sebeple terbiye edilmesi gereken hususları veya hikmete mukarin işler vardır demektir.
“Karısının dilinden, tahakkümünden, kötü davranışlarından eziyet görmeyen Allah Teâlâ dostları azdır. Bunların bu kadınla evlenmeleri ya nefisleri terbiye ya da başkalarını o kadından korumak içindir.”
Bu meselenin bir benzeri hacca giden insanlarda da zuhur eder yine Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki, “Hacla umrenin arasını birleştirin. Zira bunlar tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlemesi gibi günahları temizler.” (Nesâî, İbnu Mâce)
Bu hadisden çıkan işâri bir manada dini ameliyye insanın madenini ortaya çıkarır demektir.
Bu meyanda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki, "Dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın, fakat bir kişinin huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın. Çünkü o yine fıtratındaki şeye döner." [3]
Sözü Allah Teâlâ’nın kelâmıyla bitirelim “Allah’ın yaratışında değişme yoktur” (Rum, 30/30) Çalışma ve gayretler Allah Teâlâ’nın lufu ile nihayete erer.

NOTLAR
[1] Nâdanı terk etmedin yârânı arzularsın,
Hayvânı sen geçmedin insânı arzularsın.
“Men arefe nefsehû fakad arefe Rabbehû”
Nefsini sen bilmedin Subhânı arzularsın.
Sen bu evin kapusın henüz bulup açmadın,
İçindeki kenz-i bî-pâyânı arzularsın.
Taşra üfürmek ile yalunlanır mı ocak,
Yönün Hakk’a dönmedin ihsânı arzularsın.
Dağlar gibi kuşatmış benlik günâhı seni,
Günâhın bilmeden gufrânı arzularsın.
Cevizin yeşil kabını yemekle tad bulunmaz,
Zâhir ile ey fakîh Kur’ânı arzularsın.
Şarâbı sen içmedin sarhoş u mest olmadın,
Nice Hakk emrine fermânı arzularsın.
Gurbetliğe düşmedin mihnete sataşmadın,
Kebab olup pişmedin büryânı arzularsın.
Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok.
Issız dağın başında mihmânı arzularsın.
Ben bağı ile bostanı gezdim hıyâr bulmadım,
Sen söğüt ağacından rummânı arzularsın.
Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
(Yunus) leyin Niyâzi irfânı arzularsın.

[2]Yin ve Yang felsefesi, dünyada bugün varolan gelmiş geçmiş tüm bilgi kaynaklarının temelinde görünebilen, karşıt kutupları ve bu kutupların birbiriyle olabilecek her türlü ilişkisini ortaya koymaya uğraşır. Kadim Çin'in yazılı en eski belgelerinden kabul edilen Yi Çing MÖ 2800 (Değişimler, Dönüşümler Kitabı) Yin ve Yang üzerine kurulmuştur. Yin ve Yang kutuplarının ilkerinden bazıları:
Her şey, iki kutupludur ve birbirine karşıttır
Her şeyin birbirinden ayrılamaz iki karşıt kutbu vardır. "Yin" ve "Yang" kutubu. Nerede Yin ve Yang kutuplaşması oluşur, orada hareket de başlar. "Bir" "Hiçlikten" gelir. "İki" de Bir'den doğar. Her şey ise İki'nin yani iki kutubun Yin ile Yang'ın tükenmeyen, değişen ve dönüşen sarmal döngüsünün ürünü olarak ortaya çıkar. Her şey için geçerlidir. Hücre bölünmeleri gibi gittikçe daha karmaşıklaşarak gelişir, dönüşür. Karşıt kutuplar, elektrikte akımı, mıknatısta çekme ve itmeyi tetikler.
[3] İmam Suyutî, bu hadisin zayıf veya sahih olduğuna dair bir işarette bulunmamıştır. Haysemî ise, -Ahmed b. Hanbel’in Ebu’d-Derda’dan rivayet ettiği bu hadisin rivayet zincirinde bir inkıta/kopukluk olduğuna dikkat çekmiştir(bk. Mecmau’z-Zevaid, 7/196).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar