DİNİ KAYNÂKLÂRA GÖRE HZ. İBRAHİM aleyhisselâm
Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Şaban
KUZGUN
XIX ve XX. yüzyıllarda, İslâmiyet
ile ilgili çalışmalarını yoğunlaştıran Yahudi ve Hristiyan araştırmacıların, en
çok ilgilendikleri konulardan biri de, Hz. İbrâhim ve Haniflik mevzudur. Bu
araştırmacılar, İbrâhim, İsmâil ve Hanif kelimelerinin geçtiği Kur’an
ayetlerinin, Mekke veya Medine döneminde nazil oluşuna bakarak, kendilerine
göre bir takım sonuçlara ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bunlar, özellikle Hanif
kelimesi üzerinde durarak, bu kelimenin, Hz, İbrâhim’in inancının adi olmadığı
şeklinde bir sonuca varmaktadırlar.
XIX. yüzyılda, müsteşrikler
tarafından başlatılan ve gittikçe artan bu çalışmalara karşı, İslâm âleminde
konu ile ilgili olarak yeterli bir çalışmanın yapıldığını göremiyoruz. Bu durum
bizi, Hz., İbrâhim ve Haniflik, konusunda bir araştırma yapmaya sevketmiştir.
İki bölüm halinde, «İslâm
Kaynaklarına göre Hz, İbrâhim ve Haniflik» ismi ile takdim ettiğimiz bu
İncelemenin birinci bölümünde, Hz. İbrâhim’in hayatını, Yahudi Kaynaklarındaki
bilgilerle mukayeseli olarak araştıracağız. İkinci bölümde ise, Haniflik
konusunu ele alarak, Onun, Hz. İbrâhim’in inancının adı olup olmadığını ortaya
koyacağız. Daha sonra,. İslâm kaynaklarına göre, Hanif lığın esaslarını tesbit
etmeye çalışacağız.
Araştırmamızda esas prensibimiz,
ilmi gerçekler neyi gösteriyorsa, onu ortaya koymaktır. Müsteşriklerin konumuz
ile ilgili olarak ileri sürdüğü iddiaları, elimizden geldiği kadar derinliğine
inerek incelemeye ve tarafsız bir şekilde değerlendirmeye çalışacağız.
Konuyu araştırırken karşılaştığım
güçlüklerin halledilmesinde, kıymetli fikirlerinden yararlandığım, Prof. Dr.
Ekrem Sarıkçıoğlu beye teşekkürlerimi arzederim. Ayrıca, araştırmam esnasında
faydalandığım Fransızca eserlerin tercümesinde, her türlü yardımlarını
esirgemeyen, Halil İbrâhim Açmaz ve Yrd. Doç. Dr. Harun Güngör beylere, Almanca
eserlerin tercümesinde yardımcı olan Yrd, Doç, Dr. Halit Ünal beye,
teşekkürlerimi sunarım.
Şaban KUZGUN
Kur'anı Kerim'de tevhid inancının
tebliğcisi ve temsilcisi olarak takdim edilen Hz. İbrâhim, vahye dayanan üç
büyük dinin (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâmiyet) temel dayanak noktalarından
biri olarak görülmektedir. Tevratta Ondan «İbranî İbrâhim» şeklinde
bahsedilirken, Matta İncilinde Hz. İsa'nın nesebi «İbrâhim oğlu, Davud oğlu,
İsa mesih» şeklinde verilmekte ve Hz. İsa’nın soyu Hz. İbrâhim'e
bağlanmaktadır. Kur’anı Kerimde Onun hakkında İbrâhim ne Yahudî, ne de
Hristiyandı, O, Hanif ve Müslim idi, müşriklerden değildi» denilerek inanç
yönünden Ona atıfta bulunulmaktadır. Tevrat ve İncil soy bakımından ilişkiyi
ilk plana alırken, Kur’anı Kerim, açık bir şekilde Ona soy yönünden atıf yapmamakta,
Hz. İbrâhim’in Arapların ve Hz. Muhammed’in atası olduğunu zikretmemektedir .
Üç İlâhî dinin şu veya bu şekilde
Hz. İbrâhim'e atıfta bulunması; Yahudilerin soylarını Ona dayandırması,
İncil’de Hz. İsa’nın soy kütüğünde Onun adının geçmesi ve Kur’anı Kerimde 69
ayette Ondan bahsedilmesi, bu dinlerin Hz. İbrâhim'e verdiği önemi ortaya
koymaktadır.
Bazı çevrelerde Hz. İbrâhim’in
tarihî bir şahsiyet olmadığı, aksine İbrâhim kelimesinin bir soy veya kabile
adı olduğu şeklinde bir takım iddialar ileri sürülmektedir. (5) Bu bakımdan
yukarda zikrettiğimiz dinlerin, özellikle İslâmiyetin Hz. İbrâhim’e ve Onun
inancına bakış açısını tesbit etmek, bu dinlerde bulunan, Onun hakkındaki
farklı görüşleri ortaya koyarak bir mukayese yapmak gereklidir, Dogmatik ve
doğmatik olmayan malzemelerden faydalanarak, Hz. İbrâhim'in tarihi bir şahsiyet
olarak yaşadığını, İbrâhim isminin bir kabile ismi olmayıp, bir şahıs adı
olduğunu ortaya koymak, meseleye kuşku ile bakanları ikna açısından faydalı
olacaktır.
Tevrat ve İnciller Hz. İbrâhim’in
tebliğ ettiği dinin İsmini zikretmemektedir. Fakat Kur’anı Kerimde Onun tebliğ
ettiği dinin adı Haniflik olarak özelikle zikredilmektedir (6). XIX ve XX.
yüzyılda bir kısım müsteşrikler, Kur’ anı Kerimde «İbrâhim» ve «Hanif» kelimelerinin
geçtiği ayetleri ele alıp incelemiş ve kendilerine göre bir takım sonuçlara
ulaşmışlardır. Hemen hemen bütün müsteşriklerin bu konuda ulaştıkları sonuçlar,
Islâm kaynaklarının verdiği bilgilerle bağdaşmamaktadır. Bu yüzden «Hanif®
kelimesini ele alıp tetkik etmek, İslâm kaynakları açısından Haniflik inancının
mahiyetini ortaya koymak ve bu dinin esaslarını tesbit etmek gerekmektedir.
İbrâhim kelimesinin yanısıra Hanif
ve Hunefa kelimeleri de Kur’anı Kerim’de 12 yerde geçmektedir. Tefsir, Hadis ve
İslâm tarihi kaynaklarında Haniflik konusu ile ilgili pek çok bilgi bulunmasına
ve batılı müsteşriklerin bu konu ile aşırı derecede ilgilenmelerine rağmen,
bilebildiğimiz kadarı ile bugüne kadar İslâm âleminde Hz. İbrâhim ve Onun
tebliğ ettiği Haniflik inancı hakkında müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Hz.
İbrâhim’in hayatı, peygamberler tarihi ile ilgili eserlerde diğer
peygamberlerin hayatları gibi bir bölüm olarak anlatılırken, inanç sistemi
üzerinde durulmamıştır. Hristiyan ve Yahudi ilim adamlarının çalışmaları, kendi
mukaddes kitapları ve inançlarına paralel kalmıştır. Bilhassa Onun tarihî bir
şahsiyet olmadığı şeklindeki tarihçiler tarafından ortaya atılan iddialar
üzerine, çalışmaların ağırlığı, Onun tarihî bir şahsiyet olduğu hususu üzerine
teksif edilerek ortaya atılan iddialar çürütülmeye çalışılmıştır. Yahudi ve
Hristiyanlar tarafından hazırlanan ansiklopedilerde İbrâhim (Abraham) maddesine
çok geniş yer verilmiştir. İslâm âleminde yayınlanan İslâm ansiklopedilerinin
İbrâhim ve Hanif maddelerinin de genellikle yine müsteşrikler tarafından kaleme
alınması, İslâm Dünyasında bu konuda yeterli araştırmanın henüz yapılmamış
olduğunu göstermektedir. Bu durum, bizi bu konuda bir araştırma yapmaya
sevketmiştir.
1 —Araştırmada
Karşılaşılan Problemler: Hz. İbrâhim’in hayatını ve tebligatını araştırırken
karşılaştığımız en büyük problem, konu ile ilgili Hz. İbrâhim’e çağdaş
kaynakların bulunmayışıdır. Elimizde, Onun zamanında yazılmış, Ondan bahseden
bir kitap mevcut değildir. Kur’anı Kerim* Hz.. İbrâhim’e gönderilen sahifelerin
varlığından bahsetmekle beraber, bu sahifeler bize kadar ulaşabilmiş değildir.
Her ne kadar İbnu'n- Nedim, bu sahifelerin Halife Harunı Reşid zamanında
Keldanîceden Arapçaya tercüme edildiğini kaydediyorsa da, ne İbnu’n Nedim, ne
de diğer ilim adamları, bu sahifelerin mahiyeti hakkında bize hiçbir bilgi
vermemektedir Ayrıca, bu sahifeler elimizde olsa bile bunların, gerçekten Hz.
İbrâhim'e vahye dilen sahifeler olup olmadığını tesbit etmemiz de oldukça güç
olacaktır. Nitekim Hz. İbrâhim'e nisbet edilen İbrâhim’in Vahyi (Apocalypse of
Abraham) ve İbrâhim'in Ahdi (The Testament of Abraham) gibi eserler için de
aynı şeyler söz konusudur. Bu eserler, Hz. İbrâhim'den çok sonralara ait
bilgileri ihtiva ettiği için sahte kabul edilmektedir.
Hz. İbrâhim'in yaşadığı bölgelerde
bugüne kadar yapılan kazılarda Ondan bahseden ancak iki belge bulunabilmiştir.
Bu belgelerden birinde babasının ve kendisinin adı geçmekte; daha fazla bir
teferruata rastlanmamaktadır. Diğerinde ise, Ur peygamberinin tutuklanmasından
söz edilmektedir . Fakat bu bölgelerde yapılacak yeni kazılarda Onun hayatını
aydınlatacak belgelerin bulunma ihtimali mevcuttur. Bu tür bir çalışma için hem
iyi bir arkeolog olmak, hem de eski Mezopotamya, Mısır, Kuzey ve Batı Arabistan
dillerini bilmek gerekmektedir. Bu da ferdî çalışma boyutlarını aşmakta ve bir
ekip çalışmasını gerektirmektedir.
Hz. İbrâhim ile İlgili olarak elde
mevcut en eski kaynak (Onunla çağdaş olmamakla beraber) Tevrattır. Fakat bu
kitapta Hz. İbrâhim ile İlgili olarak bulunan haberlerde çelişkiler vardır. Bu
durum, güveni sarsmakta ve mezkûr kitaba dayanarak Onun hakkında sağlıklı bir
bilgi elde etmemizi engellemektedir. Sözlü Yahudi rivayetlerinde Hz. İbrâhim
hakkında bazı bilgiler bulunuyorsa da, onlarda da aynı çelişki ve tutarsızlıklarla
karşılaşmaktayız.
Kur’anı Kerim, Hz. İbrâhim hakkında
bilgi vermekle beraber, Onun doğumu, ölümü, göçleri vb. hususlarda tarihî bilgi
vermez. Kur'an kendi metodu ve hedefi icabı, sadece Onun inancı, dininin
esasları, ibadetleri ve putperestlerle mücadelelerinden bahseder. Kur’anı
Kerim’de Hz. İbrâhim’in hayatı hakkında teferruatlı bir tarihî bilgiye
rastlanamaması, Tevrat ve sözlü Yahudi rivayetlerindeki çelişkili haberler,
araştırmamızda karşılaştığımız güçlüklerden biridir.
Tefsir, Hadis ve İslâm tarihi
kaynaklarında Hz. İbrâhim’in hayatı hakkında mevcut olan bilgiler, bazı
noktalarda Yahudi rivayetlerine paralellik arzetmektedir, Bu durum, bir kısım
israilî rivayetlerin İslâm kaynaklarına girdiğini ortaya çıkarmaktadır. Ancak,
Yahudi ve İslâm kaynaklarında aynı haberlerin bulunması her zaman bu haberleri
birinin diğerinden almış olmasını gerektirmez. Fakat bu hususta yine de
dikkatli ve ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Biz, israilî rivayetleri, israilî
olmayan rivayetlerden ayırmak için gerekli gayreti gösterdik.
2 —
Araştırmanın Alanı : Eski Orta Doğu dillerini bilmeden Hz İbrâhim ve Onun
Haniflik dini hakkında kaynak ve alan sınırlamasına gitmeksizin bir araştırma
yapmanın güçlüğü ortadadır. Bu yüzden araştırmamızın alanını İslâm kaynakları
ile sınırlamak zorunda kaldık. Bu sınırlama, diğer kaynaklardan
faydalanmayacağımız anlamına gelmez. Başta Kur’anı Kerim olmak üzere, Hadis,
Tefsir ve İslâm tarihleri, araştırmamızda temel dayanağımız olacaktır. Bununla
beraber yerî geldikçe yazılı ve sözlü Yahudi rivayetlerine ve Batılı
araştırmacıların eserlerine başvuracağız.
3 —
Araştırmada Takip Edilen Metod : Araştırmamızın alanını Islâm kaynakları ile
sınırladığımız için, ele aldığımız her konuda önce İsiâmın temel kaynağı
Kur'anı Kerime müracaat edecek, Kur’an’da mevcut olmakla berâber tam olarak
anlaşılamayan hususlarda Tefsir ve Hadîs kaynaklarına başvuracağız.
Araştırmamızın temel amacı, bugüne
kadar biline gelen bilgileri kuru kuruya nakletmek değildir. Amacımız, İs lâm
kaynaklarında mevcut olan bu bilgileri tahlil etmek, onları Yahudi
rivayetlerindeki haberlerle karşılaştırarak bazı sonuçlara varmaktır. Bu yüzden
Kur’anı Kerimde Hz. İbrâhim hakkında mevcut olan bir bilgi için Tevrata ve
diğer Yahudi rivayetlerine başvurarak karşılaştırma yapacağız.
Hz. İbrâhim’in hayatı ve inancı
hakkında Kur’anda bulunmayan bazı bilgilere, Tefsir, Hadis ve İslâm Tarihi
kaynaklarında geniş ve ayrıntılı bir biçimde rastlanmaktadır ki, bunların
Yahudi rivayetlerindeki haberlerle karşılaştırılması çok önemlidir. Daha önce
belirttiğimiz gibi bu yolla, İslâm kaynaklarına giren İsrailiyyatı tesbit
imkânı doğacaktır, İslâm ve Yahudi kaynaklarını bir bütün olarak ele alıp,
konumuzla ilgili olan, haberler hususunda karşılaştırdığımızda, Hz. İbrâhim
hakkında Kur’anda mevcut olan bir bilginin bazen Tevratta bulunmadığı, ancak
sözlü Yahudi rivayetlerinde mevcut olduğu; Onun hakkında Tevratta bulunan bir
haberin bazan Kur’anda mevcut olmadığı, ancak diğer İslâm kaynaklarında bu
haberlerin mevcut olduğu görülmektedir. Bu durumları çeşitli metodlarla tahlil
ederek bazı müphem noktalan aydınlatmaya çalışacağız.
4 —
Araştırmada Faydalanılan Kaynak ve Araştırmalar : Hz. İbrâhim ile çağdaş olup,
Ondan bahseden kaynak niteliğinde bir kitabın olmadığını daha önce
belirtmiştik. Araştırmamızda, esas olarak faydalandığımız eserler İslâm
kaynaklarıdır. Yahudi kaynaklarına da bazı konuları aydınlığa çıkarmak ve
mukayese için sık sık başvurduk. Ayrıca Batıda, gerek Hz. İbrâhim, gerekse
Haniflik hakkında yapılmış olan araştırmalara da yeri geldikçe başvurduk.
a) Kaynaklar:
Faydalandığımız, kaynak niteliğindeki eserleri iki kısma ayırmamız mümkündür.
1) İslâm
Kaynakları : İslâm kaynaklarını, Kur’anı Kerim, Hadis, Tefsir ve İslam Tarihi
eserleri olmak üzere dört kısma ayırabiliriz.
a) Kur’anı
Kerim : İslâmi İnanca göre Kur’anı Kerim, Allah (C.C.) tarafından Hz.
Muhammed’e vahyedilen ilâhî bir kitaptır ve Allah kelâmıdır. O, ilk
vahyedildiği şekli ile bugüne kadar muhafaza edilmiş olup, onda her hangi bir
değişiklik meydana gelmemiştir.
Araştırma konumuz olan Hz. İbrâhim
ve Haniflîk ile ilgili olarak Kur’anı Kerimde her hangi bir çelişki yoktur,
Kur’an, Hz. İbrâhim'in hayatı hakkında yer ve zaman göstererek bilgi
vermemekte, sadece Onun inancı, ibadetleri ve putperestlerle mücadeleleri ile
İlgili olarak ibret alınması için bilgi vermektedir. Kur’anı Kerimin, Tevrat ve
Incil'den metod olarak farklı olduğu esas nokta budur. Gerek Tevrat, gerek
İnciller, adeta birer şecere (soy) kitabı niteliğindedirler. /Onlarda bir çok
tarihî bilgi mevcuttur; yer ve zaman göstererek bir çok olaydan
bahsedilmektedir.
Kur’anı Kerim’in kendi metodu icabı,
verdiği bilgilerden Hz. İbrâhim’in hayatı konusunda pek faydalanamıyoruz. Fakat
Onun inancı Haniflik hakkında Kur’anda yeteri kadar bilgi mevcuttur. Hanifliği
araştırırken faydalandığımız temel kaynak, Kur’anı Kerim’dir.
b) Hadis
Kitapları : Araştırmamızda Kur'anı Kerimden sonra faydalandığımız ikinci
kaynak, Hz. Muhammed' in sözleri, yani Hadisi Şeriflerdir. Ancak bu noktada
karşılaştığımız en büyük güçlük, rivayet edilen hadisin sahip olup olmadığı
hususudur. Bu yüzden, hadislerin toplandığı kaynaklardan en güvenilir
olanlarını kullanmaya çalıştık. Kütübi Sitte olarak isimlendirilen ve diğer
hadis kitaplarına göre daha sağlam olarak, kabul edilen; Buha r’nin (H.256) Sahihî
Buharî, Müslim’in. (H. 261) Sahih? Müslim, Tirmizî’nin (H.279) Süneni Tirmizî,
Ebu Davud’un (H.279) Süneni Ebi Davud, İbni Mace'nin (H.275) Süneni İbn’i Mace,
Nesaî’nin (H.303) Süneni Nesaî İsimli eserleri ile, Ahmed b. Hanbel’in (H. 241)
Müsned isimli eserini kaynak olarak kullanmaya çalıştık. Bu eserlerde gerek Hz.
İbrâhim'in hayatı, gerekse Haniflik ile alakalı pek çok haber mevcuttur. Zaten
İslâm tarihçileri ve tefsirci ler de genellikle Hadisi Şeriflere
dayanmaktadırlar. Fakat onların zikrettiği bazı hadisler, yukarda zikrettiğimiz
Hadis kitaplarında yoktur.
İslâmî inanca göre Hadisi Şerifler,
Kur’an ayetleri gibi asıl kaynaktır. Ancak bir kısım hadisler, tevatür yolu ile
nakledilmediği için, güvenilirlik bakımından Kur’an ayetleri derecesinde
değildir.
Hadisi Şerifler, Kur’an ayetleri
gibi günü gününe toplanmamış, ancak bu iş Abbasi'ler döneminde gerçekleşmiştir.
Bu yüzden Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin sözlerinin daha sonraki
nesillere intikalinde bazı kopukluklar meydana gel mistir. Hadislerin bir kısmı
tevatür yolu ile nakledildiğinden onlarda herhangi bir kopukluk ve zayıflık söz
konusu değildir. Ancak bu tür hadisler azdır. Diğer hadisler ise meşhur, ahad
vb. kısımlara ayrılmakta olup, sıhhat dereceleri değişiktir. Bir Hadisi Şerifin
sıhhat derecesini tayin etmek kolay değildir. Bunun için hadis ilmini iyi
bilmek gerekir. Bu yüzden araştırmamızda muteber ve güvenilir hadis alimlerinin
eserlerindeki hadisleri kullanmaya çalıştık.
c) Kur'anı
Kerim Tefsirleri : Araştırmamızda faydalandığımız İslâm kaynaklarından biri de
Kur’an tefsirleridir. Tefsir kitaplarına, hem Hz, İbrâhim ile ilgili olarak
Kur’anı Kerim’de geçen hususları daha iyi kavramak, hem de Onunla ilgili olarak
Kur’an’da olmayan bazı bilgileri bulmak için müracaat ettik. Öncelikle
kullandığımız eserler, ilk müfessirlerin eserleridir. Ancak zaman zaman daha
sonraki müfessirlerin eserlerine de başvurduk.
Faydalandığımız tefsirlerin
başlıcaları şunlardır : Taberî’nin (H.310} Camiu’I Beyan an Te’vili Ayi’l
Kuran, Kurtubî’nin (H.671) el Camî' ü Ahkami’I Kur’an, Zemahşerî’nin (H. 528)
el-Keşşaf, Ibnu’l Cevzî’nin (H. 597) Zadu’l Mesir fi İlmi’t Tefsir, Fahreddin
er-Razî’nin (H.606) Mefatihu’l Gayb, Ebu Hayyan’nın (H. 754) Tefsiri'I Bahr’l
Muhit, İbni Kesir’in (H.774) Tefsiri’l Kur’ani’l Azîm, Beydavî'nin (H. 791)
Envarı’t Tenzıl ve Esraru’t Te’vil, Mahallî (H.864 ve Suyutî’nin' (H. 911)
Tefsirul Celaleyn isimli eserleri.
Müfessirlerin Kur’an’da bulunmayan
bazı hususlarda zaman zaman Yahudi rivayetlerin etkisi altında kaldıklarını
görmekteyiz. Meselâ : Ünlü Tefsirci Taberî, İbrâhim (A.S.) in hangi oğlunu
kurban etmeye teşebbüs ettiğini açıklarken, kendine göre bazı yorumlar yaparak,
kurbanlığın Hz. İshâk olduğunu ileri sürmektedir ki , bu görüş tamamı ile
Tevrat’ın görüşüdür.
Tefsir kitaplarında tesbit etmiş
olduğumuz bir hususu, özellikle belirtmeliyiz. Daha sonra gelen müfessirler,
ilk müfessirlerin rivayetlerini aynen tekrarlamış ve Onların dediklerine fazla
bir şey ilave etmemişlerdir. Bu yüzden biz de daha sonraki tefsir kaynaklarına sık
sık müracaat etmeyi gereksiz bulduk.
Tefsir kaynakları içinde
araştırmamızda bize en fazla ışık tutan kitap, Taberî’nin eseridir. Taberî, hem
tefsir, hem de tarihçiliği bakımından araştırma metodu çok sağlam olan bir ilim
adamıdır. O, bir konuyu ele alıp işlemeğe başladığı zaman önce, o konuda
yapılmış olan, sağlam veya zayıf bütün rivayetleri zikreder, bilahare bu
rivayetlerin tahlilini yaparak bir sonuca ulaşmaya çalışır; ancak bazı
durumlarda sadece rivayetlerle iktifa eder.
Taberî’nin yanı sıra Razî’de metod
bakımından çok sağlam bir yol takip etmiştir, O, araştırdığı bir konuda mevcut
rivayetleri zikrederken, konuyu ayrıca akıl süzgecinden geçirir ve ona göre
karar verir. Meselâ : Kür’an’da ki «İbrâhim'in dinine tabi olunuz» ayetini açıklarken, bu ayetten kasdedilenin,
ibadet ve ahkâm yönünden tabi olmak olmadığını, sadece İbrâhim'in dinine inanç
yönünden tabi olmanın kasdedildiğini ifade eder kİ, bu Onun kendi yorumudur.
İbni Kesir, genellikle kendinden
önce yapılan rivayetleri tekrarlamakla beraber, zaman zaman bu rivayetleri
tahlil eder ve bunların içinde israüiyattan olma ihtimali olanları bildirir. O,
İsrailiyat konusunda büyük bir titizlik gösterir. Hz. İbrâhim ile ilgili
hususlarda da İsrailiyattan kaçınmaya çok önem verdiğini Onun şu ifadelerinden
açıkça anlıyoruz. «Hz. İbrâhim'in yıldızları ve mahlukatı görmesi ile ilgili
olarak bazı müfessirlerin ve diğer müelliflerin naklettiği rivayetler, İsrailî
rivayetlerdir. Bu rivayetlerden bizim elimizde bulunanlara (her halde Kur’an ve
Hadisi kasdediyor) uyanları kabul eder, uymayanları ise reddederiz.
Elimizdekilere uyup, uymadığını kesin olarak bilmediklerimizi ise, ne kabul, ne
de reddederiz. Bizim tefsirde tuttuğumuz yol İsrailiyattan kaçınmaktır. Çünkü
onda, zaman israfı vardır ve çoğu yalandır. Onun, doğru olanı ile yanlış
olanını birbirinden ayırmak çok güçtür.» (15) Bu ifadeler, Onun İsrailiyattan
kaçınma hususunda gösterdiği hassasiyeti açıkça göstermektedir.
d) İslâm
Tarihleri : Araştırmamızda faydalandığımız İslâm kaynaklarından dördüncüsü tarih
kitaplarıdır. İslâm âleminde tarih çalışmaları Hz. Muhammed devrinde başlamış,
sahabeden bazıları Onun Mekke’den Medine'ye hicretini müteakip, sîretini
yazmaya başlamışlardır. Ancak o dönemde yazılanlardan günümüze intikal eden bir
eser mevcut değildir. Daha sonra yazılan siyer kitapları, bu dönemde yazılan
eserlere atıflar yapmakta ve çoğunlukla bu eserlere dayanmaktadırlar.
İlk dönem İslâm tarihçileri yukarda
bahsettiğimiz eserlere dayanmakla beraber, genellikle bir rivayet silsilesi
takip etmekte ve riayetlerini ya Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve selleme
veya Onun çağdaşı olan kimselere kadar götürmektedirler. Meselâ yazılı eseri
elimizde bulunan en eski tarihçilerden İbni İshâk ile Hz. Muhammed arasında iki
veya üç ravi mevcuttur. Genellikle Onun rivayet silsilesi; Zührî, Urve ve Hz.
Aişe'den oluşmaktadır. İbni Sa’d’ın kaynağı Vakidî ise, Malik b. Enes gibi
kimselerden ders görmüş, dolayısı ile rivayetlerini Onlara dayandırmıştır.
Gerek ilk İslâm tarihçilerinin
eserlerinde, gerekse daha sonraki dönemlerde yazılmış olan eserlerde, İslâm
öncesi döneme ait sözlü Arap rivayetlerinin mevcut olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca bazı israilî rivayetlerin hadis şekline sokularak {mevzu hadis) bazı
İslâm kaynaklarına sızmış olduğunu, bunun tarih kitaplarında daha çok'görüldü*,
günü belirtmek isteriz.
Zamanımıza kadar ulaşan en eski
İslâm tarihi kaynaklarını şu şekilde sıralıyabiliriz.
İbni İshâk’ın «el-Meğazî» isimli
eseri : İbni İshâk (H. 151), muhaddis olduğu gibi, Siyer ilminde bir
otoritedir. Mezkur eseri, Abbasî halifesi Mansur namına yazmıştır. Biz bu
eserin Muhammed Hamidullah tarafından tahkik edilerek Sîretü İbni İshâk adı ile
yayınlanan nüshasından faydalandık. Daha sonra bu türden eserler yazanlar,
(başta İbni Hişam olmak üzere) hemen hemen tamamen İbni İshâk’ın bu eserine
dayanmışlardır. İbni İshâk, aynı zamanda hadisci de olduğu için rivayetlerinin
bir çoğunu Hz. Muhammed’e dayandırmıştır. Ancak bazı rivayetleri diğer zatlara
dayandırdığı da görülür. Meselâ : Zemzem kuyusunun kazılışını Hz. Peygambere
dayandırmamıştır.
İbni Hişam’ın es Sıretu’n Nebevviyye
isimli eseri : İbni Hişam (H.213), yazdığı eseri için İbni İshâk’ın eserini
temel almış, zaman zaman ona bir takım İlaveler yapmak sureti ile eserini İbni
İshâk'ın eserine şerh şeklinde yazmıştır. Bazı yerlerde İbni İshâk’ın
rivayetlerini zayıf bulduğu için bu rivayetleri terk etmiş, onun yerine başka
yollardan aldığı nakillerle konuları açıklama cihetine gitmiştir.
İbni Sa’d'ın et Tabakatu’l Kübra
isimli eseri : İbni Sa’d (H. 230), meşhur Siyer bilginlerinden Vakidı’nin (H.
207) katibi adı ite ün yapmıştır. Kaynağı söylediğimiz gibi Vakidi'dir. İbni
Sa’d’m eserinde, İbni İshâk ve İbni Hişam’da olmayan bazı hususlar mevcut
olduğu gibi, bu iki alimin çok uzun bir şekilde anlattıkları bazı noktaları çok
kısa bir şekilde teferruata girmeksizin nakleder.
Taberî’nîn «Tarihı’r Rusul vel
Mülük» isimli eseri : Taberi, bir müfessir olduğu kadar bir muhaddis ve tarihçi
idi. Tefsirde takib ettiği yolu tarihde de aynen uygulamış, bu yüzden
araştırdığı konularda çok başarılı olmuştur. Tarih araştırmalarında kaynak
olarak kullanılan eserinde, başta İbni İshâk ve İbni Hişam olmak üzere
kendinden önceki tarihçilere devamlı atıflarda bulunmaktadır.
Mes'udî’nin (H. 346) Mürucu’zZeheb
ve etTenbîh ve’Mşraf isimli eserleri, İbnu'l Esir’in (H.630) elKamiIu fî’t
Tarih isimli eseri, İbni Kesir’in el Bidaye ve’n Nihaye isimli eseri vb.
eserler.
e) Araştırmamızda
yukarda saymış olduğumuz kaynakların dışında çeşitli konularda yazılmış kaynak
niteliğinde eserlerden de faydalandık. Bunların en önemlileri şunlardır. İbou’n
Nedim’in (H, 377) eJ-Fihrist, İbni Hazm'ın (H.456) elFasI, Şehristanî’nin (548)
el MiIel ve’n Nihal ve İsfehanî’nin (H. 502) el-Müfredat isimli eserleri. Bu
eserlerden, daha ziyade Haniflik konusunda faydalandık. Bu eserler (bilhassa
Şehristanî ve İbni Hazm’ın eserleri), Hanifliğin bir din olarak ortaya çıkışını
ve Sabiilikle mücadelesini anlatmaktadırlar.
2 —
Yahudi kaynaklar : Araştırma alanımızın İslâm kaynakları ile sınırlı olmasına
karşılık, bilhassa karşılaştırma amacı ile sık sık Yahudi kaynaklara baş
vuracağımızı söylemiştik. Baş vuracağımız, ana Yahudi kaynaklar, Tevrat/ Tevrat
Tefsirleri, Apokrif eserler vb. eserlerdir.
a) Tevrat
: Yahudiİerin inancına göre Tevrat, Allah tarafından Hz. Musa’ya indirilen
İlahî bir kitaptır. Yahudi* lere göre en büyük peygamber Hz. Musa ve en büyük
kitap da Tevrat'tır. O, dünyaya gönderilmiş tek şeriat kitabıdır. Ondan önce
bir kitap gönderilmediği gibi, ondan sonra da bir kitap gönderilmemiş ve
gönderilmeyecektir. Bu bir inanç meselesidir ve Yahudiler böyle
inanmaktadırlar.
Araştırmamızla ilgili olarak
Tevrat’ı incelediğimiz zaman, onda Hz. İbrâhim’in soyu, savaşları, göçleri ve
aile hayatı hakkında çok uzun, teferruata varan haberlerin olduğunu
görmekteyiz. Ancak bu bilgilerde çok açık çelişkiler ve tarih yanlışlıkları
vardır. Araştırmamızın seyri içinde biz bu çelişki ve yanlışlıkları göstermeye
çalışacağız. Tevrat, Hz. İbrâhim'in hayatından geniş olarak bahsederken, Onun
tebligatından hemen hemen hiç bahsetmez.
b) Hz.
İbrâhim’e Nisbet Edilen Apokrif (sahte) Eserler : Daha önce kısaca temas
ettiğimiz gibi Yahudi ve Hristiyanlarca sahte kabul edilen bazı eserler vardır
ve bunlar Hz. İbrâhim’e nisbet edilmektedir. Bu gün Slavca olarak mevcut olan
İbrâhim'in Vahyî (The Apocalypse of Abraham) diye İsimlendirilen eser, 32
bölümden oluşmaktadır. Bu eserin birinci bölümünde Hz. İbrâhim’in
putperestlikten tek tanrıcılığa dönüşü ve babası ile mücadelesi
anlatılmaktadır. Bu kitaba göre, putlar önce ateşe düşerler, sonra korkunç bir
hayvan tarafından kırılırlar. Bir seri olaydan sonra Hz. İbrâhim, putların
güçsüzlüğüne kani olur ve tek tanrıcılığa döner. Kitabın daha sonraki 24 bölümü
adeta Midraş ismi verilen sözlü Yahudi destanlarının özetlenmesinden ibarettir.
Bu bölümlerde Hz. İbrâhim'in Kurban kesişi, oruç tutuşu, miraç ederek göğe
yükselişi ve yedi kat semaya çıkışı anlatılır. Ayrıca, Adem ile Havva'nın
cennetten çıkarılışı, Azazil’İn (her halde
Şeytan) Onlara üzüm şarabı içirmesi
ve Habil-Kabil kıssaları da bu kitapta yer almaktadır .
İbrâhim'in Ahdi, (The Testament of
Abraham) adı ile isimlendirilen ve Yunanca’dan Slavca’ya tercüme edilmiş olan
ikinci bir eser, Hz. İbrâhim’in ölüm olayını geniş bir şekilde anlatmaktadır, i
Bu Kitap, ilk defa Monteaque Rhodes James tarafından yayınlanmıştır.
Yunanca'dan Slavca’ya W. A. Craigie tarafından tercüme edilen bu eserin Habeşce
ve Romence de tercümeleri yardır .
Hz. İbrâhim’den çok sonralara ait
bilgileri ihtiva ettiği gerekçesi ile Yahudi ve Hristiyanlar bu eserleri sahte
(apokrif) kabul etmektedirler. Bütün gayretimize rağmen bjz bu iki eserin
orjinallerine ulaşamadık, ancak bu eserleri tanıtan ve onlardan bahseden
ansiklopedilerden faydalanma yoluna gittik.
c) Tevrat
Tefsirleri (sözlü rivayetler): Araştırmamızda Tevrat'la birlikte yeri geldikçe
sözlü Yahudi rivayetlerinden de istifade yoluna gittik.
Yahudilikte Musa’ya vahyedilen
Tevrat, yazılı rivayet olarak kabul edilir. Ayrıca Hz. Musa’dan itibaren
nesilden nesile intikal ettirilen ve bu yazılı rivayetlerin tefsiri mahiyetinde
olan sözlü rivayetler de mevcuttur. Bunlar, başkalarının eline geçmesin ve
Yahudi ırkının sırrı başkaları tarafından öğrenilmesin diye uzun süre
yazılmamıştır. Ancak zamanla bunların bir kısmı kaybolmaya başlayınca M.S. III.
yüzyılda bazı hahamlar bunları yazmaya başlamışlar ve Mişna adı altında bunları
toplamışlardır. Daha sonra Mişna ismi verilen bu kitaba da bir takım tefsirler
yapılmış ve bu tefsirler Talmud adı altında bir kitap haline getirilmiştir .
Hz. İbrâhim hakkında Tevrat’ta
bulunmayan bazı bilgiler bu sözlü rivayetlerde mevcuttur. Fakat onlardaki
bilgiler de Tevrat'taki gibi çelişkilerle doludur.
d) Diğer
Yahudi Kaynaklar : Yahudi tarih kitapları da Hz. İbrâhim hakkında bilgiler
vermektedir. Mesela İskenderiyeli Yahudi tarihçisi Eupolemos, Hz, İbrâhim’in
hayatı hakkında bilgi verdiği gibi, meşhur Yahudi filozofu PhilOnun eserinde de
Onun hakkında bilgi vardır (20). Ayrıca M.S. XII. yüzyılda yaşamış olan Yahudi
filozofu İbni Meymun, Delaletu’lHairin isimli eserinde Hz. İbrâhim'den
bahsetmekte ve Onun Sabiîlerle yapmış olduğu mücadeleleri anlatmaktadır. Bir
ara İslâmiyeti de kabul ettiği söylenen (21) bu filozof, eserini Arapça yazdığı
için Onun eserinden direkt olarak faydalanma imkânına sahip olduk. Bu filozofun
eserinin önemli bir yanı, bir kısım İslâm kaynaklarında Sabiîlik hakkında
mevcut olan bilgilerden farklı bilgiler vermesidir. .
b — Araştırmalar : Gerek Hz.
İbrâhim’in hayatı, gerekse Onun inancı Haniflik hakkında XIX. ve XX.
yüzyıllarda Batı da müsteşrikler tarafından bir çok çalışmalar yapılmıştır. Bu
çalışmaların ağırlık noktası Kur’anı Kerim de geçen «Hanif» kelimesi üzerinde
yoğunlaşmış, ayrıca İbrâhim, İsmâil, İshâk ve Yakub kelimelerinin geçtiği
ayetler incelenerek, bu yolla Kur’an’da her hangi bir çelişkinin varlığı
ispatlanmaya çalışılmıştır. Buna karşılık İslâm Âleminde bunlara karşı derli
bir çalışmanın yapıldığı söylenemez. Konumuzla ilgili olarak yapılmış olan
araştırmaları da iki kısımda incelememiz mümkündür.
1) İslâm
Âleminde yapılan araştırmalar : İslâm âleminde konu ile ilgili olarak müstakil
bir çalışma bildiğimiz kadarı ile yapılmamıştır. Ancak peygamberler tarihi ile
ilgili eserlerde, Arap tarihlerinde konu kısaca incelenmiştir. Bu tür
çalışmalardan en çok faydalandığımız eserler, Alüsi’nin Bulûgul Ereb, Cevad
Ali’nin Tarihıı'l Arab Kable’I İsSâm, Zebidî'nin Taeu’I Arus, Muhammed
Hamidullah’ın İslâm Peygamberi, Tantavî'nin el Cevahir fi Tefsi ri’I Kur’an,
Muhammed Abduh'un Menar isimli eserleri vb. eserlerdir. Ayrıca İsmâil
Cerrahoğlu’nun Kur’anı Kerim ve Hanifler isimli araştırmasından da
yararlandık..
2) Batıda
Yapılan Araştırmalar : Kur’anı Kerim’de geçen Hanif, İbrâhim, İsmâil, İshâk ve
Yakub kelimeleri ile ilgili olarak çalışma yapan en ünlü müsteşrikler, Spren
ger (1839), Snouck (1936), Nöldeke (1930 ve benzeri kişi ) ierdir. Bunlardan
Snouck’un Het Mekkaansche Feest isimli eseri ile Nöldeke’nin Geschscte des
Gorans isimli eserlerini araştırdık . Bu iki müsteşrik eserlerinde Hanif ve
Milleti İbrâhim kelimeleri üzerinde geniş çalışmalar yaparak bu kelimelerin
geçtikleri ayetlerin Mekki ve Medeni oluşlarını tesbit etmeye çalışmışlar bu
yolla İslâmiyetin temelini ve İslâmiyetteki Hz. İbrâhim ile ilgili rivayetleri
Yahudi rivayetlere dayandırmaya gayret etmişlerdir. XIX. yüzyılda bu
müsteşrikler tarafından başlatılan çalışmalar, onların istikametinde daha
sonraki müsteşrikler tarafından XX. yüzyılda da sürdürülmüştür. Hemen hemen bu
yüzyılda yapılan bütün çalışmalar Nöldeke, Snouck ve Sprengor'in ileri
sürdükleri iddiaların tekrarlanmasından ibaret görülmektedir. XX. yüzyılda,
konu İle ilgili olarak araştırma yapan müsteşriklerden, eserlerinden
faydalandıklarımız şunlardır : Abraham Geiger'in Judaism and İslâm» A.
Guillauma’nın The mfluenee of Judaîsm on İslâm, Arthur Jeffery’nin MateryaSş
for the History of the Text of the Çurası ve The foreign Vocabulary of the
Ouran; Abraham I., Kats’ın Judaîsm in İslâm; Montgomery Watt'ın İslâm and
Chrâstianify Today isimli eserleri ile; Brockelmann, Goldziher, M. Watt, Robert
Gordis, R. Patai, C. Howel Toy, R. Paret, S. Arthur Cook, A.J. Wensinck, Margoliouth,
Fr. Buhl vb. müsteşriklerin araştırma konumuz ile ilgili olarak çeşitli
Ansiklopedilerde yazmış oldukları maddeler.
Snouck ve Nöldeke, konumuzla ilgili
olarak yaptıkları çalışmalarda zaman zaman hissî davranmışlar; ele aldıkları
bir ayeti incelerken, bir önceki ve sonraki ayete dahi bakmaksızın kendi
inançları doğrultusunda hükümler vermişlerdir. Daha sonraki müsteşrikler de
onların yaptıkları hataları aynen tekrarlamışlardır. Biz konuyu işlerken yeri
geldikçe bu noktalara işaret edecek ve konuyu aydınlatmaya çalışacağız.
Batıda, Hz. İbrâhim'le ilgili olarak
XX. yüzyılda yapılan en ciddi araştırmalardan biri, arkeolog Leonard Wool ley
tarafından yapılan çalışmadır. L. Woolley, Ur bölgesinde 12 yıl süren uzun bir
kazı devresinden sonra Ur of the Ghaldees ve Abraham Rçcent Discoveries and
Heb* rew Origins isimli iki eser yazmıştır.
L. Woolley, British Museum ve
Pensilvanya Üniversitesinin ortaklaşa olarak 1922 yılında Ur şehri
harabelerinde başlattığı kazılarda arkeolog olarak görev yapmıştır. Bu kazılar
12 y;l sürmüş ve 1934 yılma kadar yapılan çalışmalarda eski Ur şehrinin sadece
bir bölümü kazılmıştır. Bu kazıları ve L Woolley’in eserlerini, araştırmamız
açısından çok önemli kılan husus, kazı esnasında Hz. İbrâhim zamanına ait
yazılı ve diğer belgelerin ortaya çıkmasıdır. Ayrıca bu arkeolog’un yaptığı
çalışmada Hz. İbrâhim öncesine ait bazı materyaller ortaya çıkmış, Sümer ve
Mezopotamya tarihinin bazı yönleri aydınlanmıştır. Woolley’in daha önemli bir
buluşu, Nuh tufanıyla ilgilidir. O, yaptığı kazılar esnasında ısrarlı bir
çalışmayla çok derinlere inmiş, yer altındaki toprak katmanlarından elde ettiği
bulgularla o bölgenin büyük bir sel baskınına uğradığım ortaya çıkarmıştır.
Ayrıca Nuh tufanı olayını anlatan yazılı belgeleri de bulmuştur .
Müsteşriklerin eserlerinden ayrı
olarak çalışmamızın Haniflikle ilgili bölümünde Toshihiko İzutsu'nun God and
Man in the Koran isimli eserinden faydalandık. İzutsu eserinde Haniflik
meselesini müsteşriklerin pek çoğundan daha farklı bir şekilde ele almış ve
daha tarafsız olarak incelemiştir.
Kur’anı Kerim'de İbrahîm (1)
şeklinde geçen bu isim, Islâm müelliflerine göre aslı Arabça olmayan bir
kelimedir. Arap dilcisi îbni Manzur kelimeyi, a’cemî, yani aslında Arabça
olmayıp sonradan Arabça’ya girmiş olarak kabul etmekte, ancak hangi yabancı
dilden Arabça’ya girmiş olduğu hususunda bir şey söylememektedir. Ona göre
İbrâhim kelimesinin Arap diünde dört kullanılış şekli vardır : İbrâhim,
İbrâhim, İbraham ve Ibrahem ,
Zebidî’ye göre kelimenin aslı
Süryanice olup, beş kullanılış şekli vardır : İbrahîm, İbrâhim, İbrahâm,
ibrahem ve İbrahûm.
Zebidî, Maverdî ve diğer bazı
kimselere dayanarak kelimenin asimin «Eb» ve «Rahim» kelimelerinden meydana
geldiğini ve «merhametli baba» anlamını ifade ettiğini belirtmektedir .
Hz. İbrâhim'in hayatını geniş bir
şekilde ve başka kaynaklarda bulunmayan bir takım bilgiler de vererek anlatan
İbni Sa’d, Hz. İbrâhim’in başlangıçta Süryanice konuştuğunu,. bilahare dinini
değiştirerek İbranice konuşma ya başladığını zikretmektedir.
İbni Cevzî ise kelimenin kullanılış
şeklini altıya yükseltmektedir : İbrâhim, İbrahûm, İbrahem, İbrâhim, İbra hâm
ve İbrahem.
Tevrat'ta önce Abram sonraları Abraham şeklinde geçen bu kelimenin ma'nasının ne
olduğunu ondaki şu ifadelerden anlıyoruz. «Artık adın Abram çağrılmayacak,
fakat adın Abraham olacak; Çünkü seni birçok milletlerin babası ettim ve seni
ziyadesiyle semereli kılacağım.» Bu
ifadeden anlaşıldığına göre, Abram adının Abraham’a çevrilmesinin sebebi,
Abraham kelimesinin «Milletlerin babası» ma’nasına gelişidir. Tevrat'a göre bu
durumda Abraham, milletlerin babası ma’nasına gelmektedir.
Batılı müellifler kelimeyi
genellikle «Abraham» biçiminde kullanmakta ve «yüce baba» ve «ulu baba» anlamına
geldiğini söylemektedirler.
Sheldon H. Blank, İbrâhim
kelimesinin bir kabile lakabı olmadığı gibi, aynı zamanda bir kabile tarafından
özel bir şahsa lakab olarak verilmiş isim de olmadığım ileri sürmektedir. Ona
göre kelimenin menşei Kenan dili değildir. Kelime «babasını sever» manasına
gelmektedir.
Bazı Batılı araştırmacılar,
kelimenin aslının Sümerce «Abi-Ramu» dan geldiğini ve Babil'deki yazılı
metinlerde bu isme rastlandığını ifade etmektedirler . Gerçekten Ur
harabelerinde yapılan kazılarda «Abi» kelimesiyle başlayan, «Abi-Ramu»,
«Abi-Sâre» gibi isimler bulunmuştur. Bu belgelerde «Abi-Sâre» ismi, bir komutan
ve savaşçı olarak geçmektedir. Kelime muhtemelen M.Ö. X. yüzyıl ile alakalı
olarak görülmektedir .
L. Woolley, İbrâhim kelimesinin
aslının Sümerce olduğu kanaatindedir. Ona göre kelimenin aslı «Abi-Ram» dır.
Kelime daha sonra kısaltılarak «Abram» haline gelmiştir. Aynı yazar Tevrat'taki
isim değişikliği, yani Ab-ram'ın Abraham’a dönüşü ile ilgili olarak çok değişik
bir yorum getirmektedir. Ona göre kelimenin kökü BRM olabilir. Bu kökteki R
harfi ile M harfi arasına H harfinin girmesi ile kök B R H M haline gelmiş
olmalıdır. Kelime aslında Sümer dilinde BRM köküne bağlı olarak «Abram»
şeklinde kullanılırken, Hz. İbrâhim'in Babil'den ayrılarak Arap muhitine gidişi
İle karakter değiştirmiş, bu köke H harfi eklenmiştir. Aslında ilâve edilen bu
H harfi, başlangıçta sessiz bir harfi göstermiyor, aksine sesli bir harf olarak
kullanılıyordu. «Abram» kelimesi Arap muhitinde ilk telâffuz edildiği sıralarda
R ile M harfleri arasına sesli A harfi yerine aynı sesi vermek üzere H harfi
kullanılıyordu. Sonradan Arapça’daki harflerin seslerinde meydana gelen
değişiklik sonucu H harfi sesli harften sessiz harf haline gelmiştir. Bunun
neticesi olarak «Abram» ismi «Abraham» haline gelmiştir. Woolleye göre İbrâhim,
Şam taraflarına ilk geldiği sıralarda eski Araplar kelimeyi B R H M kökü ile
yazmalarına rağmen «Abram» şeklinde telâffuz ediyorlardı. Harf seslerinin
değişikliğe uğraması sonucu «Abram» olan telâffuz «Abraham»’a dönüşmüştür.
Yazar, Sâre ile ilgili isim değişikliğini de aynı şekilde açıklamaktadır. Onun
ifadesine göre, eski Arapça’da «ai» müennes (dişi) ekidir. Daha sonra bu harfin
yerine «h» harfi müennes eki olarak kullanılmaya başlanınca, başlangıçta «Sarai»
şeklinde olan bu isim, «Sâre» haline gelmiştir . Woolley, kelimenin aslının
Akadca olduğunu söyleyenlerin de bulunduğunu belirttikten sonra, konu ile
ilgili olarak başka bir tez daha ortaya atmaktadır. Ona göre Abram ile
Abraham, iki ayrı şahıs olabilir. Tevrat bu iki şahsın hayat hikayesini
karıştırmış olabilir. Muhtemelen Abram, dede; Abraham ise, torun olabilir .
Tevrat’ta açıklanan «Milletlerin
babası» şeklindeki ma’na dil araştırmacıları tarafından kabul görmemektedir.
Çünkü Sümer dilinde bu ma’nayı ifade eden kelime, .«Abram» değil, Abhamon» dur,
«Abhamon» dan «Abram» a dönüşü sağlıyacak bir etimoloji ise mümkün
görünmemektedir .
Kur'anı Kerim ve Hadisi Şerifler’de
ma'nası hakkında hiçbir açıklama bulunmayan ve Arap dilcileri tarafından
aslının Arapça olmadığı açıkça belirtilen bu kelimeye, Arapça bir ma’na aramak,
zorlama olur kanaatindeyiz.
Zebidî bir yandan, bu kelimenin Eb
ve Rahim kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini söylerken, öbür yandan
kelimenin Süryanice’den Arapça'ya geçtiğini İfade etmektedir. Şayet, Onun
ikinci dediği doğru ise, birinci dediğinin; yok birinci dediği doğru ise,
ikinci dediğinin doğru olmaması gerekir.
Bizim kanaatimize göre, İbrâhim
kelimesi aslı Arapça olan bir kelime değildir, muhtemelen Batı Samice’nin çok
eski şekillerinden birinden gelmektedir.
Hz. İbrâhim’in yaşadığı yüzyılın
kesin olarak tesbit edilememesi yüzünden ve özellikle Tevrat’ta Ondan bahseden
bölümlerde ayrı yüzyıllarda meydana gelen olayların birleştirilerek anlatılmış
olması yüzünden bazı kimseler, Onun gerçek bir şahıs olmaktan ziyade efsanevî
bir şahıs olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hz. İbrâhim'in tarihî bir şahsiyet
olduğunu hem dinî kaynaklarla, hem de arkeolojik kazılardan elde edilen tarihî
belgelerle ispatlamak mümkündür.
1 —
İslâm ve Yahudi Kaynaklarına Göre ; Kuranı Kerim ve Hadisi Şerifler, Hz.
İbrâhim'den, daha önce gelmiş gerçek bir peygamber olarak bahsederler. Bütün
İslâm tarihi kaynakları, Onu hakiki bîr şahıs olarak ele alıp, hayatını geniş
bir şekilde anlatırlar. Mes’udî, kendi döneminde Harran’da bulunan Sabiî
puthanesinde Hz. İbrâhim’in babası Azer’e ait heykellerin bulunduğunu haber
vermektedir . İslâm kaynaklarına göre, Hz. İbrâhim'in efsanevî bir şahıs olması
mümkün değildir. İslâmî inanca göre O, daha önce geçen diğer peygamberler gibi
inanılması gereken, peygamberlerden biridir. Ona ve diğer peygamberlere iman
etmek, Onlara indirilenlere de iman etmek gerekir .
Daha önce temas ettiğimiz gibi
Tevrat’ta, baş kısımlarda bahsedilen şahıslar ve olaylar bir sis perdesinin
arkasındadır. Nuh Tufanı olayı ile beraber olaylardaki sis perdesi kalkar,
şahıslar netleşmeye başlar. Hz. İbrâhim ile ilgili kısımlarda ise tarif edilen
şahıslar gerçek kişiler olarak görülmeye ve teşhis edilmeye başlanır. Bize
göre, Tevrat’ta anlatılan olaylar, bu kitap kaleme alınırken birbirine
karıştırılmış olmakla beraber olayların en azından bir kısmı gerçek olaylardır,
arılatılan şahıslar da gerçek şahıslardır. Tevrat’taki bazı olayların
karışmasına, bu yüzden bazı yanlış ifadelerin kullanılmasına, Hz. İbrâhim’in
hayatının nakledildiği bölümlerde açıkça rastlıyoruz. Meselâ : Tevrat’ta Hz.
İbrâhim’in Kaidelilerin Ur şehrinden Harran’a göç ettiği yazılıdır . Halbuki
Hz. İbrâhim’in yaşadığı M.Ö. XX. yüzyılda Ur şehrine Elamlılar hakim idiler.
Yine Tevrat’ın Hz. Musa’ya vahyedildiği M.Ö. XIII. yüzyılda Kaideliler henüz
tarih sahnesine çıkmamışlardı (20). Kaidelilerin tarih sahnesine çıkışları M.Ö.
1100 lü yıllara rastlamaktadır. Yani Hz. Musa en az Kaidelilerden yüz yıl önce yaşamıştır.
Böyle olunca «Kaidelilerin Ur şehrinden» ifadesi Hz. Musa’ya ait olamaz.
Böylece Tevrat’ın bu bölümünün Hz. Musa’dan en az 100 sene sonra yazıldığı
açığa çıkmaktadır.
Her şeye rağmen Tevrat’ta bahsedilen
olayların bir kısmı gerçek olaylardır ve şahıslar da hakiki şahıslardır.
2 —
Tarihî Belgelere Göre : Tevrat'ta anlatılan olayların bir kısmının gerçek
olduğu daha önce bahsettiğimiz Ur ve çevresindeki kazılarla kesinlik
kazanmıştır. Hz İbrâhim’in hakikî bir şahıs olduğuna kesinlikle delalet eden
iki belge bu kazılar esnasında ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan birincisi «Terah
Oğlu Abram» yazılı olan bir tablettir. Bu tablette daha fazla bir şey yoktur,
sadece bu isim yazılıdır. İkinci belge de ise, Ur peygamberinin yakalanması
için Âcbor oğlu Elnathan tarafından alınmış olan tedbirler yazılıdır. Bu
belgeyi teyid eden bazı Sabiî kaynaklar da mevcuttur. Sabiî kaynaklarda Hz.
İbrâhim'den bahsedilmekte ve Onun, zamanın meliki tarafından takibat altına
alındığı ve tutuklandığı kaydedilmektedir . Hz. İbrâhim’in zamanın Sabiî
kralına muhalefeti ve kralın onu tutuklatması, yukarda bahsettiğimiz ikinci
belge ile uyum göstermektedir. Ayrıca Sabiî kaynaklar tarafından kötülenerek
Ondan bahsedilmesi, Onun tarihî bir şahsiyet oluşunu kesinlikle teyid eder. Üç
İlâhî dinin mensupları tarafından Hz; İbrâhim'in benimsenmesi, bu dinlerin
kitaplarında Ondan bahsedilmesi Onun tarihî bir şahsiyet oluşunu ispata yetmez
diyenler olabilir. Ancak bir din ortaya çıkıp Onu düşman İlan ederse, bu dinin
kitaplarında «Zamanında İbrâhim diye biri ortaya çıkıp dinimize muhalefet
etti, krala karşı geldi, kral da Onu sürdürdü, tutuklattı» derse ve bölgede
yapılan arkeolojik kazılarda bu tutuklatmaya ait bir belge ortaya çıkarsa,
artık Onun tarihî bir şahsiyet olması konusunda hiç bir tereddüd kalmaz.
Meselâ, Tevrat ve Kur’an’da bahsedilen Firavun’un tarihî bir şahsiyet oluşunda
hiç bir tereddüd yoktur.
Ur ve çevresindeki kazılar, Nuh
Tufanı olayının da gerçek olduğunu, Kuran ve Tevrat'ın verdiği bilgilerin doğru
olduğunu ortaya, koymuştur. L. Woolley yaptığı kazılarda yer altından çıkardığı
toprak katmanlarını tetkik ettikten sonra bu bölgenin büyük bir su baskınına
uğradığını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca kazı esnasında bulunan yazılı belgelerde
«Tufan olayı» açıkça anlatılmaktadır. Bize Tufan olayını anlatan belge
«Gılgameş Destanı»dır. Bu destan, 12 şarkıdan meydana gelmektedir. Destanın 12,
şarkısında tufan olayı şu şekilde anlatılmaktadır; «Gılgameş'in, yarısı insan,
yarısı boğa biçiminde bir arkadaşı vardır. İsmi Enkidu olan ve çok güçlü olan
bu arkadaşı bir gün hastalanır, kısa bir süre sonra ise ölür. Onun ölümünden
dehşete kapılan Gılgameş, bir gün kendisinin de bu şekilde öleceği korkusuna
kapılır, ölümden kurtulmak için «ebedî hayat» iksirini aramak üzere geziye
çıkar. Gezisi esnasında bir tanrıça Ona, gezisinin boşuna olduğunu, zira
tanrıların şimdiye kadar sadece «Utanapiştim»e bu ebedî hayat iksirini
verdiklerini, Utanapiştim’in tufan kahramanı olduğunu, sadece ona giderse bu
iksiri bulabileceğini söyler. Bunun üzerine Gılgameş, nehri geçerek
Utanapiştim’i bulur. Ona/(kendi geliş sebebini ve arkadaşına olanları anlatır.
Utanapiştim de Ona tufanın nasıl cereyan ettiğini anlattıktan sonra ebedî hayat
iksiri olarak bir ot verir. Gılgameş, otu alarak geri döner. Nehrin kıyısına
geldiğinde yorgun düşer. Elindeki otu yere bırakarak serinlemek İçin nehre
girer, tam bu esnada bir yılan gelerek bu otu alır ve gider» (23).
Görüldüğü gibi Kur'anı Kerim’de ve
Tevrat'ta «Nuh» olarak ismi geçen tufan kahramanının adı, Gılgameş destanında
«Utanapiştim»dir. L. Woolley, Yaratılış destanı ve tufan olayının Filistin'e
Hz. İbrâhim tarafından götürüldüğünü söyler. Ancak «Utanapiştim» adının
Tevrat’a nasıl «Nuh» şeklinde girdiği konusunda kendince bir se beb arar. Ona
göre, Tufan kahramanının adı Babil’de Utanapiştim’dir. Bu ad, bazı «Huri»
yazmalarında «Nahmolel» veya «NaahmuIiel» şeklinde geçmektedir. Tevrat’ta geçen
«Nuh» ismi, bu yazmalardan alınmış olmalıdır. Huri dili orta Fırat’ta, yani
Harran’da konuşulan bir dildi ve Hz. İbrâhim bir süre orada yaşamıştı. Bu
yüzden İbrâhim, Nuh ismini buradan almıştır. Dolayısı ile Utanapiştim ile Nuh,
aynı şahıstır. Ona göre, Îbranîler, Hz. İbrâhim zamanında ve daha sonraki
devirlerde devamlı şekilde BabıI ile temas halinde idiler. Bu temas, Babil
esâreti sonunda daha da artmıştır.
Arkeolog Woolley, Ur’da yapılan
kazılar esnasında Hz. İbrâhim ile ilgili heykel, anıt ve benzeri şeylerin
bulunamadığını söylemektedir. Aslında bu durum, Onun tarihî bir şahsiyet
oluşunda bir tereddüdü icab ettirmez. Çünkü o dönemde yapılan heykel, anıt ve
benzeri şeyler tanrılara ve tanrılığını ilan eden kimselere aitti. Hz.
İbrâhim’in ise hedefi tek tanrıcılığı, tevhid inancını yaymaktı. Putperestlerle
mücadele ettiği bir ortamda elbette kendi heykellerini yaptırmayacaktı. Hz.
Muhammed de aynı şekilde putperest bir ortamda peygamber olmuş ve O da aynı
yolu izlemiştir.
Yahudiler ve Araplar yazının yaygın
olmadığı dönemlerde sözlü rivayetleri sıkı sıkıya muhafaza ederler ve birçok
bilgiyi nesilden nesile bu yolla intikal ettirirlerdi. Bu durum, bilhassa
şecere denilen soy kütükleri için geçerli idi. Hz. Musa ve İsa’nın
şecerelerinin Hz. İbrâhim'e kadar ulaştığı Ahdi Atik ve Ahdi Cedid’de
mevcuttur. Hz. Muhammed’in nesebinin Hz. İbrâhim’e ulaştığı Kur’an’da mevcut
olmamakla beraber, diğer İslâmî kaynaklarda mevcuttur. Yazılı soy kütüklerinin
öncesinde şüphesiz, sözlü soy kütükleri sayılabilecek sözlü rivayetler mevcuttu
ve bunlar Hz. İbrâhim’e kadar gidiyordu. Sözlü rivayetlerin de Hz, İbrâhim'e
ulaşması Onun tarihî bir şahsiyet olduğunu ispatlamaktadır ,
Hz, İbrâhim'in yaşadığı yüzyılı,
doğum ve ölüm tarihini tam olarak tesbit etmek oldukça güçtür. Batılı
araştırmacıların büyük bir kısmı, Onun yaşadığı asrı tesbit etmek üzere
Tevrat’ın verdiği bilgilere başvurmaktadırlar. Tevrat’ta verilen rakamlarla,
Hz. İbrâhim’in savaştığı zikredilen kralların yaşadığı tarihlere bakarak bir
sonuca gitmeye çalışan araştırmacılar,
en çok Şinar kralı Amrafel'ın isminden
istifade etmektedirler. Onlara göre «Şinar» Babilonya ülkesi, «Amrafel» ise,
Babil kralı Hammurabi'dir. Bu mantığa göre, Hz. İbrâhim’in, Hammurabi ile
çağdaş olması gerekiyor (28). L. Wolley’e göre Hamrnurabinin yaşadığı devir,
M.Ö. 1940.1792 yılları ara* sına sığdırılabilir. Aynı. araştırmacı, Hz.
İbrâhim’in M.Ö. 1900 1750 yılları arasında yaşadığını söylemektedir. Bazı
araştırmacılar ise Onun tarihini daha gerilere götürmektedir, M.Ö. 2050 (30),
hatta 2296 yıllarını Onun yaşadığı tarih olarak gösterenler de mevcuttur. Ancak
Fransızların Orta Fırat’ta «Mari»de yaptıkları yeni kazılarda bulunan devlet
arşivindeki belgelere göre, Hammurabî’nin dönemi M.Ö. 1728 1686 yılları arası olarak tesbit edilmiştir.
. Eğer Hz. İbrâhim, Onunla çağdaş ise, Onun da aynı dönemde yaşamış olması
gerekir.
Kur'anı Kerim, Hz. İbrâhim'in
başından geçen bazı olayları naklederken, bilhassa Nemrud ile olan mücadelesini
anlatırken hiç tarih vermediği gibi, Nemrud’un dahi ismini anmamaktadır . Bu
yüzden Onun yaşadığı çağı tesbit edebilmek için Nemrud’un çağı ile bir mukayese
yapma imkânı mevcut değildir. Bütün İslâm tarihçileri Onun doğduğu sırada o
bölgede Nemrud'un kral olduğu hususunda müttefiktirler (34).
İslâm ve Yahudi kaynaklarında Onun
yaşadığı yüzyıl hakkında açık bir bilginin bulunmayışı, son zamanlarda yapılan
kazılarda Onun çağdaşı olarak tahmin edilen kişilerle ilgili olarak bulunan
belgelerde farklı rakamların ortaya çıkışı, Tevrat’ta Onun kendilerine karşı
savaştığı zikredilen kralların ayrı zamanlarda yaşamış kimseler olması, Hz.
İbrâhim’in hangi yüzyılda yaşamış olduğunu tesbit etmemizi güçleştirmektedir.
Verilen tarihlerin ted kikinden Onun M.Ö. XX. yüzyılda yaşadığını kabul etmek
en uygun olanıdır.
Hz. İbrâhim'in yaşadığı yüzyılın
kesin olarak tesbit edilememesi yüzünden bazı kimseler, Onun tarihî bir
şahsiyet olmayıp, aksine bir efsane kahraman olduğunu ileri sürmüşlerdir .
Kur'anı Kerim'de Hz. İbrâhim'in
doğum yeri'hakkında herhangi bir biİgi mevcut değildir. Ayrıca Kur’an, Onun
başından geçen olayları dahi anlatırken gene yer ve zaman bildirmemektedir.
İbni Sa’d’a göre Onun babası aslında Harranlı'dır. Oradan Hürmüzcürd e göç
etmiş, Hz. İbrâhim burada dünyaya gelmiştir. Onun dünyaya gelmesinden bir
müddet sonra ailesi Babil ülkesine Küsâya göç etmiştir. Daha sonra buradan
tekrar Harran’a gelmiştir.
Diğer İslâm Tarihçileri, Hz.
İbrâhim’in doğum yeri hakkında değişik yerler rivayet etmişler, bir kısmı, Onun
Ehvazın Sus kentinde doğduğunu söylemiş, bir kısmı da Kûsâda, diğer bir kısmı
ise Harran’da doğduğunu söylemişlerdir .
Tevrat'taki ifadelerden Onun Ur şehrinde
doğduğu şeklinde bir anlam çıkarılabilir . Ancak iyice tedkik edildiği zaman
Hz. İbrâhim'in doğum yeri konusunda Tevrat'ta çelişkilerin olduğu görülecektir.
Tekvin’in XI. babında aynen şu ifadeler geçmektedir «Terah, Abram’ın Nahor’un
ve Haran’m babası oldu ...... ve Haran doğduğu memlekette, Kildanilerin. Ur
şehrinde babası TerafTın önünde öldü... ve Terah, oğlu Abram’ı, Torun'u Lüt’u
ve gelini Saray’ı, oğlu Abram’ın karısını beraber aldı, ve Kenan diyarına
gitmek üzere Kildanîlerin Ur şehrinden yola çıktı ve Haran'a geldiler ve orada
oturdular» (39). Bu ifadelerin hemen arkasından XII. babda ise şu ifadeler yer
almaktadır. «Memleketinden ve akrabanın evinden sana göstereceğim memlekete
git. Ve Abram, Rabbın kendisine söylediği gibi gitti... ve Abram karısı
Saray’ı, kardeşinin oğlu Lut’u ve Haran’da kazanmış oldukları bütün mallarım ve
edinmiş oldukları canları aldı ve Kenan diyarına gitmek üzere çıktılar ve Kenan
diyarına geldiler» . Bu iki bölümün birbirine bağlanması halinde çelişki açık
bir şekilde görülecektir. Çünkü XI. bölüme göre İbrâhim’in babası Kenan
diyarına gitmek üzere Ur şehrinden yola çıkıyor ve Harran’a geliyor. Harran
Kenan diyarı mı? Bir müddet sonra ise Hz. İbrâhim, Harran’dan yola çıkıyor ve
Kenan diyarına geliyor. Harran Kenan diyarı değil mi? XI. Babda Harran Kenan
diyarı imiş gibi görünüyor. XII. Badda ise Kenan diyarı değilmiş ve oradan
Kenan diyarına gitmiş anlamı çıkıyor.
Yahudî Filozofu İbni Meymun, Hz.
İbrâhim'in Kûsa’da doğduğunu kaydetmektedir .
Tevrat’ta ismi geçen Ur şehrinin
eski Babil ülkesinin güneyinde keşfedilen Ur şehrî olduğu genel bir kabul
görmektedir .
1854 yılında M.J.E. Taylor,
Mezopotamya harabelerinde yaptığı bir araştırmada Arapların «mugayyar» ismini
verdikleri ve Fırat nehrine 18 km uzaklıkta olan bir tümülüste bir takım
belgeler bulmuş, bu belgelerden burasının eski Ur şehri olduğunu keşfetmiştir .
L. Wooİley, Bu şehrin eskiden Dicle ile Fırat arasında olduğunu, ancak Dicle
nehrinin bilahare yatak değiştirmesi sonucu dışarda kaldığını, bu hususun çekilen
hava fotoğraflarında açıkça görüldüğünü belirtiyor. O, şehrin ilk zamanlarda
denize 40 fersah uzaklıkta iken, şimdi 60 fersah uzaklıkta olduğunu, bu duruma,
nehrin taşıdığı topraklarla denizi doldurmasının sebeb olduğunu söylüyor.
Ayrıca o dönemlerde Ur şehrinin deniz seviyesinden yüksekliğinin bugünkü kadar
olmadığını da ileri sürüyor .
İslâm kaynaklarında İbrâhim’in doğum
yeri olarak Ur şehri pek zikredilmemektedir. İslâm kaynaklarında bildirilen
yerler içinde en makul olanı bize göre İbni Sa’d’ın belirttiği yer olmalıdır.
Çünkü o, öbür ravilerin zikrettikleri yerlerde Hz. İbrâhim’in veya babasının
kaldığını haber veriyor. Ancak İslâm ve Yahudi rivayetlerden, Onun kesin olarak
nerede doğduğunu tesbit etmek gene de güçtür.
Hz. İbrâhim’in babasının adı Kur’anı
Kerim’de Azer olarak geçmektedir (45). Bununla beraber İslâm Tarihçileri Onun
babasının esas adım «Tarih b. Nanûr» olarak zikretmektedirler. Zebîdî, bu
konuda bize şunları söylüyor. «İbrâhim, Azer’in oğludur. Azer’in adı Tarih b.
Nahûr b. Saruh b. Erğu (Rağu) b. Falih b. Şalih b. Erfahşed b. Sam b. Nuh’dur.
Bu nesebde ehii kitap ve neseb alimlerinin pek ihtilafı yoktur» . Zebidî'nin
açıkladığı üzere ibni İshâk, ibni Hişam, İbni Sa'd ve Taberî hemen hemen aynı
şecereyi vermektedirler . Tefsir kitaplarında Babasının adının Azer oluşu
hususunda pek çok rivayetler mevcuttur. Bütün tefsir kitapları, Hz. İbrâhim’in
babasının gerçek adının Tarih (Terah) olduğunu kabul ederler. Ancak
Kur’an’da neden Azer adının geçip, öbür adının geçmediği hususunu açıklamaya
çalışırlar. Bazılarına göre Onun babasının iki adı vardır. Azer ve Tarih.
Yahut bu iki isimden biri ad, diğeri lakabdır . Bir kısmına göre ise, Hz.
İbrâhim in babasının hizmet ettiği putun adı Azer’di. O puta hizmetinin
karşılığı olarak Ona da bu isim verilmiştir . Bazılarına göre, Azer, İbranî
dilinde hata eden, sapıtan ma’nasına gelmekte olup, bu isim, Kur'anı Kerim’de
Ona hakaret kasdı İle zikredilmiştir .
Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in babasının
adı Terah olarak geçerken Kur’anı Kerim’de bu adın geçmeyip Azer İsminin
geçmesi üzerine bazı müsteşrikler, konuyu daha değişik açılardan ele alarak
incelemeye çalışmaktadırlar. Wensinck, Kur’an’da İbrâhim’in babasının adı
olarak geçen Azer kelimesinin aslında İbrâhim'in kölesinin adı olduğunu söylemektedir
. Evet Tevrat’ta «Eliezer» ismi Hz. İbrâhim’in kölesinin adı olarak geçmektedir
. Fakat, kölenin adı Eliezer olunca, Onun babasının adının Azer olmasını
engelleyen şey ne olabilir. Arapça Tevrat’larda bu Eliezer kelimesi, EIYuazir
şeklinde yazılıdır. Kur’an’da geçen Azer kelimesinin başında «el» takısı yoktur
ve İki kelimenin harfleri birbirinden farklıdır. Eliezer veya elYuazir ile Azer
kelimesi arasında bir ilgi kurmak pek kolay değildir. Halbuki Tevrat'ta Hz.
İbrâhim’in, hem dedesinin, hem de kardeşinin adı «Nahor» olarak geçmektedir .
Yine Tevrat’ta Yakub ve İsrail isimleri tek kişi için, İshâk’ın oğlu için
kullanıldığı gibi , iki isimli ve ismi değişen pek çok kimse vardır. En az dört
bin yıl önce yaşamış bir toplumun, insanlara verdiği isimleri XX. yüzyıldaki
nüfus kütüklerine yazılmış ad ve soyadı kesinliği ile ele almak yanlış olur
kanaatindeyiz. Nahor dedenin mi yoksa torunun mu adı idi? diye münakaşa etmek
veya İshâk’ın oğlunun ismi İsrail mi idi, yoksa Yakup mu idi? diye tartışmak ne
kadar yersizse, Azer, İbrâhim'in kölesinin adıdır, babasının adı olamaz demek
de o kadar yersizdir. Mısır, Babil vb. eski medeniyetlerin bulunduğu bölgelerde
yapılan kazılarda, aynı şahıs olarak düşünülen kimselerin değişik isimlerine
rastlanmaktadır. Meselâ : Tevrat'ta Şinar olarak geçen yerin Rabilonya, Amrafel
olarak geçen ismin Hammurabi olduğuna hükmedip, Hz. İbrâhim'in yaşadığı asrı
tesbit etme yoluna gidilmektedir. Yine Tevrat'ta «Eyn-Mişpata» olarak
zikredilen yerin adı parantez içinde «Kadeş» olarak gösterilmektedir' Yani o
dönemde bir şahsın veya bir yerin birden fazla adı mevcut olabiliyordu. Hz.
İbrâhim’in babasının da birden fazla adı olmuş olmalıdır.
Yahudi kaynakların hemen hepsinde
İbrâhim’in babasının adı Terah olarak geçmektedir. Bu noktada bir ihtilaf söz
konusu değildir. Tevrat, Onun babasının neye inandığı konusunda bir açıklama
yapmamaktadır, Kur’anı Kerim, Onun babasının inancını geniş şekilde
açıklamaktadır. İslâm kaynakları Azer'i Nemrud'un put ustası olarak takdim
etmektedirler. İlerde konular işlenirken babasının inancı hakkında daha geniş
bilgi verilecektir.
Hz. İbrâhim’in annesinin adı ne
Kur’an'da, ne de Tevrat’ta mevcuttur. İslâm Tarihi kaynaklarında değişik isim
Jere rastlamaktayız. İbni Sa’d, Onun annesinin adını «Nuna binti Kirinba bînti
Kûsâ» olarak kaydetmektedir. Aynı müellif bazı rivayetlere göre annesinin
adının «Ebi yona» olduğunu zikrediyor . Onun annesinin adı, İbni Kesir’de
«Emile» veya «Bûna»dır. Diğer bazı kaynaklarda ise anne adı «Uşa» olarak
geçmektedir . Taberi Onun annesinin aslında cariye olduğunu kaydetmektedir
İslâm ve Yahudi kaynaklara göre Hz.
İbrâhim, Nemrud'un ülkesinde dünyaya gelmiştir. Nemrud o sırada bütün
Babilonya'nın hakimi olup, güçlü' bir kral idi. İslâm tarihçilerine göre Onun
devletinin sınırları oldukça genişti. Yer yüzünün tamamına hakim olan dört
kralın mevcut olduğunu, bunların da Nemrud b. Kenan, Süleyman b. Da vud,
Zü’lKarneyn, ve Buhtnasır olduklarını kaydeden Taberî, Nemrud’un, kendisini,
Nuh (aleyhisselâm) a gönderilen hükümlerin kalıntıları ile amel ettiğini
sandığını kaydediyor .
İslâm kaynaklarında Hz. İbrâhim'in
doğumu şu şekilde anlatılmaktadır. Hz. İbrâhim'in doğumu yaklaşınca
müneccimleri Nemrud'a giderek Ona «şu tarihte şu yerde ismi İbrâhim olan bir
çocuk dünyaya gelecek ve senin mülkünü elinden alacak, putlarını kıracak» diye
haber verdiler. Bunun üzerine Nemrud, bahsedilen bu çocuğun doğumunu engellemek
için söylenen bölgedeki bütün kadınları kontrol ettirerek hamile olanlarını
tesbit ettirdi. Fakat Hz.İbrâhim'in annesinin hamileliği anlaşılamadı (60).
Başka bir İslâmî rivayete göre ise müneccimlerden bu bilgiyi alan Nemrud,
Onların söylediği bölgeden erkekleri tecrid etti. Belli bir süre, orada
kadınların hamile kalmasını önlemek, böylece kendisi için varid olacak tehlikeyi
bertaraf etmek istiyordu. Ancak erkeklerden tecrid edilen bu bölgede çok acil
bir iş zuhur etti. Nemrud, oraya kimseyi göndermeye cesâret edemiyordu. Kendi
adamları içinde dini en bütün ve kendisine en bağlı olarak İbrâhim’in babası
Azer'i görüyordu. Ona diğerlerinden daha fazla güvendiği için, tecrid edilen
bölgeye gitme işini Ona verdi. Ancak Azer’in karısı da bu bölgede bulunduğundan
Ona evine uğramamasını tembih etti. Azer, Nemrud’un emrini yerine getirmek
üzere oraya gitti. Söylenilen işi bitirdikten sonra gizlice evine uğradı, bu
esnada nefsine hakim olamadı ve annesi, Hz. İbrâhim’e hamile kaldı. Azer, hem
yaptığının ortaya çıkmasını önlemek, hem de çocuğunu korumak için kârısını Küfe
ile Basra arasında kalan Ur şehrine götürüp bir mağaraya sakladı ve Hz. İbrâhim
bu mağarada dünyaya geldi .
Bazı farklılıklarla aynı kıssalar
sözlü Yahudi rivayetlerinde de vardır. Bu rivayetlerde Onun doğum olayı şöyle
anlatılır. Hz. İbrâhim’in doğduğu gece, babası arkadaşlarına evinde bir ziyafet
veriyordu (arkadaşları arasında Nemrud’un kahin ve danışmanları da vardı)
Misafir lor gecenin geç vatkinde evden dağılırlarken gökte bîr yıldızın, dört
bir tarafındaki diğer yıldızları yuttuğunu gördüler. Acele olarak durumu
Nemrud’a haber vererek, dünyayı fethedecek ve Onun mülkünü elinden alacak bir
çocuğun dünyaya geldiğini söylediler. Sonra Nemrud’a bu çocuğun babasını bulup,
büyük bir para karşılığında çocuğu Ondan satın almasını ve öldürmesini tavsiye
ettiler. O sırada orada bulunan İbrâhim’in babası onlara «sizin tavsiyeniz
bana, bir adamın bir katıra «eğer bana kafanı kesmek için izin verirsen sana
arpa dolu bir ev vereceğim» demesi üzerine katırın «kafamı kestikten
sonra arpa dolusu ev neye yarar» deyip, adamın teklifini reddetmesini
hatırlattı. Şimdi ben de size söylüyorum, eğer çocuğu kesecekseniz Onun
babasına vereceğiniz paraya kim varis olacak» diye sordu. Sunun üzerine
Nemrud’un danışmanları, o gece doğan çocuğun Terah’ın (Azer) oğlu olduğunu
anladılar ve Ona bu gece bir çocuğunun doğup doğmadığını sordular. O da evet
doğdu, ancak bir süre sonra öldü diye cevap verdi. Konuşmanın bitiminden sonra
hemen oradan ayrılarak evine gitti ve oğlunu alıp bir mağaraya götürerek orada
sakladı .
Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in doğumu ile
ilgili hiçbir bilgi bulunmamasına rağmen diğer Yahudi kaynaklarda bu hususta
yeterince bilgi vardır. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in hayatı adeta ortadan
başlamaktadır. İslâm kaynaklarındaki bilgilerle Yahudi kaynaklarındaki
bilgileri karşılaştırdığımız zaman bazı noktalarda benzerlikler görmekteyiz. Ancak
Yahudi kanyaklardaki katır teşbihi İslâm kaynaklarında yoktur. Her iki kaynak,
Onun mağarada doğduğunu kaydetmektedir.
İslâm kaynaklarına göre mağarada
dünyaya gelen Hz. İbrâhim, orada süratle büyümüştür. Normal olarak bir çocuğun
bir yılda büyüdüğü kadarını O, bir ayda büyüyordu. Mağarada kaldığı 15 aylık
süre zarfında anne ve babasından başka kimse ile görüşmüyordu . Taberî’nin
başka bir rivayetinde İbrâhim’in doğumundan babasının dahi haberdar olmadığı
bildirilmektedir ki , bu durumda «mağarada Onun sadece annesi ile görüştüğü
anlamı çıkarılabilir.
Mağarada 15 ay kalan Hz. İbrâhim, 15
yaşındaki bir çocuğun vücut ve zeka seviyesine erişmişti. Hz. İbrâhim bir gece
annesine kendisini mağaradan çıkarmasını söyledi. Annesi, kimse görmesin diye Onu
gece mağaradan çıkararak evine götürdü. Eve gitmek üzere mağaradan çıkınca
evvela yere ve göğe baktı ve bunları kimin yarattığını düşünmeye başladı. İlk
defa gökte Müşterî yıldızını gördü, onun ışığı diğer yıldızların ışığından daha
parlaktı bu yüzden «işte rabbım budur» diyerek, kainatı onun yarattığını
zannetti. Bir süre sonra bu yıldız kaybolunca «ben kaybolanları sevmem» dedi. Sonra gökte ayı gördü, onun ışığı
yıldızın ışığından daha parlaktı. Bu yüzden onun için «işte rabbım budur»
dedi. Fakat bir süre sonra onun da battığını görünce «rabbım bana doğru yolu
göstermeseydi elbette sapan topluluklardan olurdum» dedi . Sabah olup Güneş
doğunca bu defa onu gördü. Güneşin ışığı öbürlerinden daha parlak idi, bu
yüzden «işte rabbım budur, bu daha büyük» dedi. Fakat akşam olup onun da
battığını görünce «ey kavmim ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım, ben
yüzümü yeri ve gökleri yaratana çevirdim ve artık ben Ona ortak koşanlardan
değilim» dedi.
Taberî’deki başka bir rivayete göre,
Hz. İbrâhim’i mağaradan çıkarıp eve götüren annesi değil, babasıdır. Bu
rivayete göre, babası bir gün arkadaşlarına, kimsenin bilmediği bir çocuğu
olduğunu, Onu Nemrud’a götürüp tanıtmasının doğru olup olmayacağını sordu.
Onlar da korkmamasını ve çocuğu Nemrud'a göstermesini söylediler. O da Hz.
İbrâhim’i ahp Nemrud'a götürdü. Hz. İbrâhim, yolda giderken gördüğü her şeyin
adının ne olduğunu babasına sorup isimlerini öğrenmeye başladı. Sonunda
babasına bütün bunların bir yaratıcısının olması gerektiğini söyledi .
Babasından aldığı cevaplar üzerine «sen putları ilâhlar olarak ittihaz mı
ediyorsun, ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum» diye söyledi.
Taberî, Hz. İbrâhim’in yıldız, Ay ve
Güneşe «rabbım demesi hususunu inceleyip, bu konuda ileri sürülen görüşleri zikretmektedir.
Bazılarına göre İbrâhim’in onlara rab demesi, yaşının küçüklüğü ve gerçekten
bilmemesi yüzündendir. Bazıları ise Onun, aslında onların rab olmadıklarını
bildiğini, ancak kavmini ikna için böyle bir yol izlediğini ileri
sürmektedirler. Bir kısım ulema ise, Hz. İbrâhim'in, «bu benim rabbımdır»
demediğini, «Haza Rab bî» ifadesinin başında gizli bir İstifham harfinin yer
aldığını ve ma'nanm «Ehaza rabbî» (bu benim rabbım mı?) olduğunu ileri
sürmektedirler . Bize göre Hz. İbrâhim, ister bilerek veya ister bilmeyerek bu
sözü söylemiş olsun, bu pek bîr şeyi değiştirmez. Ancak Onun yıldız, Ay ve
Güneşe bu şekilde yönelmesi bir tesadüf değildir. Çünkü o devirde Hz.
İbrâhim’in yaşadığı bölgede putperestlikle yıldız, Ay ve Güneşe tapıcıhk çok
yaygındı. Ur kazılarında ortaya çıkarılan, materyaller bunu açıkça ortaya
koymaktadır. Sümer Tanrısı İştar, yıldız; Nannar, Ay; Şamaş ise Güneş
Tanrısıdır . Hz. İbrâhim bu yolla, o dönemin en yaygın inancını mükemmel bir
mantık silsilesi içinde çürütmüş oluyor.
Hz. İbrâhim, mağaradan çıkarak eve
gittikten ve Nemrud Onun varlığından haberdar olduktan sonra, işlerinde
babasına yardımcı olmaya başlamıştır. Onun babası Azer, put ustası olup,
yaptığı putları çocuklarına sattırıyordu. Hz. İbrâhim’in babasının put imal
ettiği yerin aynı zamanda bir ibadethane olma ihtimali vardır, veya put imal
ederek sattığı yerin dışında ayrıca bir puthane mevcut olup, Hz, İbrâhim’in
babası o yerin bakımından sorumlu idi. Çünkü Kur’an’da bildirildiğine göre,
kavmi putlar için kurban kesmeye gittiğinde O, «hastayım» deyip geri kalmış,
sonra puthaneye dönerek, onları kırmıştır. Kavmi geri döndüğünde olaydan, Hz.
İbrâhim’i sorumlu tutmuş ve bunu kimin yaptığım Ona sormuşlardır. Bu
ifadelerden anlıyoruz ki, Hz. İbrâhim’in babası ve oğulları buraya her zaman
girmekte ve muhtemelen oranın bakımından sorumlu idiler.
Sözlü Yahudi rivayetlerine göre,
babası tarafından mağaraya saklanan Hz. İbrâhim, orada üç yıl kalmıştır. Üç yıl
sonra babası Terah, mağaraya gelerek Onu oradan çıkarmış ve evine götürmüştür.
Hz. İbrâhim, mağaradan çıktığında ilk defa Güneşi gördü, onu tanrı zannederek
«işte Tanrım budur» dedi. Bir süre geçip, Güneş battıktan sonra Ay, ortaya
çıktı, onun etrafında bir takım yıldızlar vardı, onları görünce «işte şu
ortadaki benim Tanrım, etrafındakiler de onun hizmetkarları» dedi (Kıssa,
Kur’an’da anlatılandan biraz değişik ve olay tersinden başlatılmış). Daha sonra
O, babası Terah’a bir çok sorular sormuş, özellikle yerin ve göğün nasıl
yaratıldığını bunların bir yaratıcısının olması gerektiğini babasına
söyleyerek, Onu Tann’nın birliğine inanmaya çağırmıştır .
Mağarada Dünyaya gelme olayı gibi,
yıldızlara, Aya ve Güneş’e bakma olayıda hem İslâmî, hem de Yahudi kaynaklarda
mevcuttur. Fakat, Yıldızlara bakma olayı, Kur'an’da mevcut olmasına karşılık,
Tevrat’ta yoktur, sadece sözlü rivayetlerde vardır. Kur’an’da, Hz. İbrâhim’in.
ilk önce yıldızları görerek onları ilâh zannettiği, sonra Ay’ı görerek onu ilâh
sandığı, daha sonra Güneşi görerek onu tanrı olarak kabul ettiği
bildirilmektedir. Kur'an'ın sıralaması, yıldız, Ay ve Güneş şeklindedir. Sözlü
Yahudi rivayetlerinde ise, Hz. İbrâhim, önce Güneş’i, görüyor, sonra Ayı ve
Yıldızları görüyor, yani ondaki sıralama, Güneş, Ay ve yıldızlar olarak
geçmektedir. Kur’an’daki sıralama, insan mantığına daha uygun gelmektedir.
Çünkü, bir insan en parlak olan Güneş’i görüp, onu ilâh sandıktan sonra, ondan
vazgeçerek, ışığı daha zayıf olan Ay’ı ilâh olarak düşünemez, çünkü onun ışığı
daha zayıftır, ışığı daha parlak olan şey, battığına göre o da batabilir. Ayrıca,
hiç insanların arasına girmemiş bir çocuğun yıldızların, Ay'a hizmet
ettiklerini nasıl düşünebildiği de merak konusudur
Müfessir Tantavî, Hz. İbrâhim'in
mağara olayı hakkında şunları söylüyor «Yunan filozofu Eflatun, Hz. İbrâhim’den
çok sonra yaşamış bir felsefecidir. Onun Cumhuriyet isimli eserinde İbrâhim’in
mağara olayına çok benzeyen bir bölüm vardır» . Tantavî, Eflatun’un mağara
istiaresinin ilham kaynağının Hz. İbrâhim'in mağara hayati olduğunu ifade
ediyor.
İslâm tarihlerinde 15 ayda 15
yaşındaki bir genç kadar geliştiği haber verilen Hz. İbrâhim’in çocukluğu put
imalathanesinde babasına yardım etmekle geçmiştir. O, bu sırada babasına sık
sık sorular sorarak putların mahiyetini öğrenmiş ve bunların insanlara herhangi
bir fayda temin etmeyeceğini kavramıştır. Hz. İbrâhim, babasının yaptığı
putları zaman zaman kardeşi ile beraber satmaya götürdüğü halde, O, bu putları
satmak için her hangi bir gayret göstermiyordu. Hatta elindeki putlarla
dolaşırken, «fayda ve zararı olmayan bu putları kim alır» diye bağırıyor
ve bu yüzden onları satmadan geri getiriyordu .
İslâm tarihi kaynaklarının
bildirdiğine göre, O, satamadığı putları zaman zaman nehre götürerek suya
batırıp «haydi için» diye onlarla alay ediyordu. Halkın putlar, için
puthaneye getirip bıraktığı yemeklerin içine de putları sokup «yemezmisiniz,
niye yemiyorsunuz» diye onlara
sesleniyordu, Onun bu durumunu gören babası, Ona ne yaptığını sorunca, babasına
«ey babacığım neden görmeyen ve işitmeyen şeylere tapıyorsun, babacığım, sana
gelmeyen bir bilgi bana geldi, bana tabi ol, seni doğru yola ileteyim.
Babacığım, şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti. Babacığım ben
sana Al lah’dan bir azabın dokunmasından korkuyorum, o zaman şeytan’m dostu
olursun» diye cevap verdi. Babası da
Ona, «ey İbrâhim, sen benim tanrılarımdan yüz müçeviriyorsun? Eğer
(onlara dil uzatmaktan) vazgeçmezsen and olsun seni taşlarım, uzun süre benden
ayrıl git» diye ikaz ederek, kendi
dinini Ona telkin etmek istemiş ve Onu putlara kurbanların kesildiği bayrama
katılmaya çağırmıştı. Hz. İbrâhim, başlangıçta babasının çağrısına uyar
görünmüş, bayram günü babası ve kavmi ile beraber yola çıkmıştı. Ancak yola
çıktıktan biraz sonra O, «hastayım»
diyerek gitmekten vazgeçmişti. O, yanındakilere ayaklarından hasta
olduğunu söyleyince kavmi Onu bırakmış, O da Onların arkasından «Allah’a yemin
ederim ki, siz dönüp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım» (80) diye
seslenmişti. Hz. İbrâhim, Halk yanından uzaklaştıktan sonra puthaneye döndü ve
içerde, en büyüğünden en küçüğüne kadar sıra ile dizilmiş olan putların önüne
yemeklerin konduğunu gördü ve «yemez misiniz» diye onlara seslendi. Onlardan
bir cevap alamayınca, eline demir bir balta alarak putların hepsini kırdı,
sadece en büyüğüne dokunmadı ve baltayı onun boynuna astı. Halk merasimden
dönüp geri gelince durumu gördüler ve bunu kimin yaptığını araştırmaya
başladılar. Daha önceki hareketleri dolayısı İle bu işi, Hz. İbrâhim'in yapmış
olabileceğini tahmin ettikleri için «bunu bizim tanrılarımıza kim yaptı» diye
Ona sordular, O da, «onlann büyükleri yapmış, eğer sizinle konuşursa ona sorun»
diye cevap verdi. Halk putların konuşamıyacağını bildiği için sustular. Hz.
İbrâhim, Onlara, kendilerine ne zarar ve ne de fayda verecek durumda olmayan
putlara tapmamalarını, bir olan Allah’a kulluk etmelerini söyledi. 13u durum,
bazı kimseler tarafından Nemrud’a bildirildi. Nemrud, İbrâhim’i huzuruna
çağırarak Onunla mücadeleye başladı. Hz. İbrâhim «benim rabbım diriltir ve
öldürür»* deyince, Nemrud da «ben de diriltir ve öldürürüm» dedi, Hz. İbrâhim,
Ona «nasıl diriltir ve öldürürsün?» diye sorunca, O, «öldürülmelerini gerekli
gördüğüm iki kişiyi alırım, birini öldürürüm, diğerini yaşatırım, yani
öldürmem. Böylece Onu diriltmiş, öbürünü ise öldürmüş olurum» di ye cevap verdi
. Hz. İbrâhim bu cevap üzerine Ona, «Allah, Güneşi Doğudan doğurur, sen ise
onu Batıdan getir» dedi. Onunla
başedemiyeceğini anlayan Nemrud, Onu hapse attırdı. Hz. İbrâhim, yedi yıl
hapiste kaldı. Daha sonra Nemrud, büyük bir ateş yaktırarak, mancınıkla
İbrâhim’i bu ateşin içine attırdı. Allah Teâlâ, ateşe «ey ateş İbrâhim’e serin
ve esenlik ol» buyurdu ve İbrâhim
Nemrud’un ateşinden kurtuldu. Ateşe atılma esnasında meydana gelen bir takım
fevkelade hadiseler karşısında şaşıran Nemrud, Taberî’nin bir rivayetine göre,
Hz. İbrâhim’e, «senin ilâhına kurbanlar keseyim» demiş, O da Ona, «şu andaki
dinin üzerine sebat ettiğin müddet, Allah bunları asla kabul etmez» demiştir.
Nemrud ise buna karşılık, «ben mülkümü terk edemiyorum, ama gene senin ilâhına kurbanlar
keseceğim» diyerek kurbanlar kesmiştir .
Sözlü Yahudi rivayetlerine göre de
Hz. İbrâhim, çocukluğunda put ustası olan babası Terah’a yardım etmiş, Onun
yaptığı putları satmıştır. Yine bu dönemde Onun, yemeleri için putlara yemekler
verdiği Yahudi ananesinde vardır. Midraş rivayetlere göre, Hz. İbrâhim babasına
'«yeri ve göğü kim yarattı?» diye sordu. Babası Ona, «putlar yarattı» diye
cevap verdi. Bunun üzerine Hz. İbrâhim, putlara yemek ikram etti. Putlar, ikram
edilen yemekleri yemeyince, onlara daha iyi yemekler hazırlayarak yemeleri için
önlerine koydu. Putlar gene yemeyince Hz. İbrâhim kızarak onları ateşe attı ve
yaktı. Babası Terah, eve gelince putların yanmış olduğunu gördü ve onları kimin
yaktığını sordu. O da, putların kendi aralarında kavga ettiklerini ve en
büyüklerinin, diğerlerini ateşe attığını söyledi. Bunun üzerine babası Terah
Ona, «görmeyen, yürüyemeyen ve bir şey istemeye gücü yetmeyen bir şeyin bunları
nasıl yaptığın? söyleyebilirsin» dedi. İbrâhim de babasına, «öyleyse nasıl oluyor
da işitmeyen, görmeyen bu tanrılara tapıyor ve gerçek olan bir Tanrı’yı terk
ediyorsun» dedi .
Sözlü Yahudi rivayetlerinde ayrıca
şöyle bir olay daha anlatılmaktadır : Terah, bir gün iş için bir yere giderken,
oğlu İbrâhim'i dükkanda bırakır. Bu esnada yaşlı bir adam gelerek put satın
almak ister. Hz. İbrâhim Ona kaç yaşında olduğunu sorar, adam Ona yetmiş
yaşında olduğunu söyler. İbrâhim de Ona «ahmak adam, senden çok daha genç oian
bir tanrıya nasıl tapıyorsun, sen yetmiş yıl önce doğmuşsun, bu put ise henüz
dün yapıldı» der. Bunun üzerine adam putu yere atarak parasını geri alır.
Babası dükkana geri gelince kardeşi, İbrâhim’i Ona şikayet eder ve babası Ona,
bundan sonra put ibadetine katılmasını söyler .
Sözlü Yahudi rivayetlerinde Hz.
İbrâhim’in ateşe atılışı şu şekilde anlatılmaktadır. İbrâhim'in puthanede
olduğu bir gün, kadının biri putlara sunmak üzere yemekler getirir, ancak
getirilen yemekleri putlar yemezler. İbrâhim, bunun üzerine «bunların elleri
var fakat tutamıyorlar, gözleri var görmüyorlar, kulakları var işitmiyorlar,
onları yapanlar onları sevebilir» deyip, hepsini ateşe atar. Durum Nemrud’a
intikal edince, İbrâhim’i huzuruna çağırır, ve Ona «sen benim bu dünyanın
yaratıcısı ve yöneticisi olduğumu bilmiyorsun, neden benim putlarımı kırdın?»
diye sorar. Hz. İbrâhim, Ona «eğer sen bu Dünya’nın yaratıcı ve yöneticisi isen
bana, şu anda kalbimden geçen şeyi ve gelecekte neler yapacağımı söyle» der.
Böyle bir isteğe karşı şaşıran ve çaresiz kalan Nemrud’a Hz. İbrâhim, «sen bir
babadan meydana gelen bir çocuksun ve Onun gibi fanisin, sen babanı ölümden
kurtaramadığın gibi kendin de ölümden kurtuiamıyacaksın» diye söyler. Nemrud,
Ona «ateşe tap» deyince, O, «neden ateşi söndüren suya değil de ateşe tapayım»
demiş; Nemrud, bunun üzerine «öyleyse suya tap» demiş; O da «neden suyu içinde
tutan bulutlara değil de suya tapayım» demiş; Nemrud, buna karşılık, «madem
öyle diyorsun, öyleyse bulutlara tap» deyince; İbrâhim, neden bulutlan sağa
sola sürükleyen rüzgara değil de, bulutlara tapayım» demiş; bu defa Nemrud,
«öyle olsun, rüzgara tap» diye cevap vermiş; bu defa İbrâhim, «ama insan evinin
duvarlarının arkasına giderek ondan korunabilir» deyince; Nemrud, «öyleyse bana
tap» demiş ve Onun ateşe atılmasını emretmiştir. Onun verdiği emir üzerine,
daire biçiminde büyük bir odun yığını yapılarak tutuşturulmuş, sonra İbrâhim
onun içine fırlatılmıştır. Bu sırada Tanrı bizzat kendisi gökten yere inerek
Onu ateşten kurtarmıştır. Orada Tanrı İbrâhim'e görünüp şöyle söylemiştir «seni
Kaidelilerin ateşinden kurtaran Tanrı benim.»
Sözlü Yahudi rivayetlerinde
İbrâhim’in ateşe atılması ile ilgili değişik bir haber daha vardır. Bu habere
göre, Nemrud, İbrâhim’in yaptıklarını duyduktan sonra Onun idam edilmesine
karar verir ve İbrâhim'in babası Terah’ı huzuruna çağırarak Ona, oğlu
İbrâhim'in idama mahkum olduğunu ve ateşe atılarak yakılacağını, bunun için
çocuğun kendisine teslim edilmesini söyler. Terah, burada bir kurnazlık yaparak
Nemrud'a İbrâhim'i göndermez, Onun yerine kölelerinden birinin çocuğunu
gönderir. Bu rivayete göre İbrâhim, ateşe atılmamış oluyor.
Görüldüğü gibi Hz. İbrâhim’in
putları kırması, Nemrud ile mücadele etmesi ve ateşe atılması ile ilgili olarak
İslâmî ve Yahudi kaynaklarda mevcut olan haberlerde bazı ortak noktalar vardır.
Onun babasının dükkanında çalışması, put satması, putlara yemek yedirmeye
çalışması, babasını ve kavmini putlara tapmaktan vazgeçirmeye çalışması
hakkındaki haberlerde her iki kaynakta fazla bir farklılık görülmemektedir.
Ancak Yahudi kaynaklarda Hz. İbrâhim, putları ateşe atıp yakarken, İslâmi
kaynaklarda onları balta ile kırmaktadır. İbrâhim’in Vahyi ismi verilen ve Hz.
İbrâhim’e nisbet edilen kitapta ise, putlar, hem ateşe düşmekte, hem de bir
hayvan tarafından parçalanmaktadır, ancak olayların faili Hz. İbrâhim değil*
dir, O, bu olayları gördükten sonra putların güçsüzlüğüne kani olmuştur . Hz;
İbrâhim'in Nemrud ile mücadelesinde iki kaynakta da hedef, Allah'ın birliğini
ispatlamaya yönelik olmakla beraber, anlatılan kıssalarda bazı farklı noktalar
vardır. İslâm kaynaklarında Güneşin batıdan doğurulması motifi işlenirken,
Yahudi kaynaklarda, ateş, su, bulut, rüzgar ve duvar kıssası anlatılmaktadır.
Hz. İbrâhim'in ateşe atılması hususu
iki kaynakta aynen mevcut olmakla beraber, bazı Rabbanî kaynaklarda, Terah'ın,
İbrâhim’in yerine esirlerinden birinin çocuğunu Nemrud’a göndererek Onu ateşe
attırdığı, dolayısı ile İbrâhim’in hiç ateşe atılmadığı şeklinde bir . haber
mevcuttur. Müsteşrik Wensick, bu haberin, Sefer hayyaşar isimli eserde mevcut olduğunu, bu haberin
kaynağının Yahudilik olmadığını, bunun İslâm rivayetlerinden Yahudiliğe
geçtiğini söylüyor. Kur’anı Kerim'de İbrâhim’in ateşe atıldığı kesin bir dille
ifade edildiği gibi, hadislerde de aynı mealde haberler vardır. Hiçbir İslâm
kaynağı Kur’an’a tamamen ters düşen böyle bir rivayeti nakletmez.
Araştırdığımız kadarı ile İslâm kaynaklarında böyle bir habere tesadüf
edemedik, şayet gözümüzden kaçan her hangi bir yerde böyle bir haber varsa,
Wensinck’in iddiasının aksine bu, İsrailiyat olarak bu esere sızmış olmalıdır.
Şayet Wensinck, bu iddiasını yer göstererek te’yid etmeye çalışsa idi,
kaynaklarını tetkik etme imkânı bulabilirdik. Bir çok müsteşrik, İslâm
kaynaklarındaki bir çok hususun Yahudilik veya Hristiyanlıktan alındığını
ispatlamak için olağanüstü gayret gösterirken, Wensinck' in böyle bir iddia ile
ortaya çıkması bizi şaşırtıyor.
Tevrat'ta, İbrâhim’in göçlerine
gelinceye kadar Onun hayatından hiç bahsedilmez, dolayısı ile ateşe atılma
olayı Tevrat’ta mevcut değildir. Sözlü Yahudi rivayetlerinde bu konu ile ilgili
olarak, Allah'ın bizzat gökten yere inerek İbrâhim’i kurtardığı
kaydedilmektedir ki, Kur’an'da ve diğer hiçbir İslâm kaynağında böyle bir ifade
yoktur. Bu nokta, İslâmiyetle Yahudiliğin Tanrı anlayışındaki temel farklılığı
açıkça ortaya koymaktadır. İslâmî inanca göre Allah, zaman ve mekandan
münezzehtir, kadiri mutlaktır. Hz. İbrâhim’i kurtarmak için Onun sadece
dilemesi ve emretmesi yeter. Nitekim, Kur’an’da «biz ateşe İbrâhim için serin
ve esenlik ol dedik» (91) buyurulmaktadır, gökten İnme ve benzeri ifadeler,
İslâm kaynaklarında yoktur, Yahudilikte ise Allah (C.C.), sanki bir insan gibi
düşünülmekte, hatta bazen insanlarla bile güreştirilmektedir. Tevrat’a göre,
bir gece Allah, Hz. Yakub ile güreş tutmuş, sabaha kadar süren güreşte Allah,
Hz. Yakub'a yenilmiştir.
Kur’anı Kerim, Hz. İbrâhim’in nerede
ateşe atıldığını belirtmemektedir. Yahudi rivayetlerine göre bu olay,
Kaidelilerin ülkesinde geçmektedir. Bu rivayetlere göre Allah, gökten yere inip
İbrâhim’i ateşten kurtardıktan sonra Ona «seni Kaidelilerin ateşinden kurtaran
Tanrı benim» demektedir. Halbuki, daha önce belirttiğimiz gibi, Kaideliler, Hz.
İbrâhim'den eri az sekiz yüzyıl sonra tarih sahnesine çıkmışlardır. Bu bakımdan
Allah, Onu ateşten kurtardıktan sonra Ona «Seni Kaidelilerin ateşinden kurtaran
benim» demiş olamaz. Çünkü böyle bir ifadeden Hz. İbrâhim hiçbir şey anlayamaz,
ayrıca bu ifade yanlış olur. Çünkü Hz. İbrâhim’i Kaideliler ateşe
atmamışlardır.
Tevrat'ta Hz. İbrâhim’in hayatı
hakkındaki tafsilatlı haberler, Onun göç olayını anlatarak başlamaktadır. Onda
Onun daha önceki hayatı hakkında hiçbir teferruat yoktur. Kur’anı Kerim’de ise
Onun göçleri ile ilgili hiçbir haber yoktur, sadece çocuklarından birini
(çocuğun dahi ismi zikredilmemektedir) ekinsiz bir vadiye bıraktığı çok kısa
bir şekilde ifade edilmektedir. Diğer İslâm kaynaklarında göç olayları ile
ilgili haberler mevcuttur. Gerek İslâm kaynaklarında ve gerekse Yahudi
kaynaklarında Onun göçleri hakkındaki bilgilerden, Onun ilk defa Harran’a göç
ettiği, sonra Şam bölgesine ve Filistin’e giderek oraya yerleştiği
anlaşılmaktadır
İbni Sa’d’a göre İbrâhimin ateşe
atılması olayı, Kusa şehrinde cereyan etmiştir. Ona göre Hz. İbrâhim, ateşten
kurtulduktan sonra bu şehri terkederek Fırat nehrini geçmiş ve önce Şam
bölgesine gelmiş, bir müddet sonra da oradan Harran'a gelmiştir. Aynı
tarihçinin ifadesine göre, İbrâhim Kûsa’dan kaçıp Harran’a gelince, Nemrud, Onu
yakalayıp geri getirmeleri için peşinden kendi adamlarını göndermiştir. Nemrud
kendi adamlarına Harran’da Süryanice konuşan birine rastlarlarsa hemen
yakalayıp kendisine getirmelerini söylemiş, adamları Harran’a varınca tesadüfen
Hz. İbrâhim ile karşılaşmışlar, fakat O, Onlarla Süryanice değil, İbranice
konuşmuştur. Bu yüzden Onu tanıyamamışlar ve yakalayamamışlardır .
Folklorik mahiyetteki rivayetlere
göre Hz, İbrâhim, Urfa şehrinde ateşe atılmıştır ve oradan Harran’a kaçmıştır.
Aynı rivayetler, bugün Urfa’daki Halilürrahman camisinin havuzundaki
balıkların, zamanında Hz. İbrâhim’in askerleri olduğunu, Nemrud’un askerlerinin
Hz. İbrâhim’in sürüsünü kaçırmaları üzerine havuzdaki balıkların silahlı
insanlar şekline girerek Nemrud'un askerleri ile savaştıklarını, savaştan sonra
İse terkar balık haline dönerek havuza geri döndüklerini efsanevî bir tarzda
haber vermektedirler.
Arkeolog Woolley’e göre, İbrâhim’in
doğduğu Ur Şehri ile Urfa şehrini, birbirine karıştırmamak gerekir. Bu iki
şehrin isim benzerliği sun’idir. Hz. İbrâhim’in doğduğu Ur şehri, Sümerlilerin
Ur şehridir. Tarihçi Hupolemos, eserinde bu şehirden Kamarina şehri diyerek
bahsetmektedir. Urfa, tarihin hiçbir devrinde Ur ismi ile anılmamıştır.
Woolley’e göre, Urfa ile Harran arası sadece 20 km kadardır. Eğer İbrâhim'in
ateşe atıldığı yer Urfa olsaydı, bit kadar yakın bir mesafede bulunan Harran’a
gelişi için göç tabirini kullanmamak gerekirdi. Bu kaçıştan göç olarak
bahsedildiğine göre, kaçılan yer, Urfa değil, Basra körfezinin yakınındaki Ur
şehridir .
Bazı Batılı araştırmacılar,
Tevrat'taki «İbranî İbrâhim» tabirini mesned yaparak, Hz. İbrâhim’in aslında
Habiru veya Amurru kabilelerinden bir kimse olarak kabul etmekte, Onun Ur'dan
Harran’a göçünü bir kabile göçü ve Hz. İbrâhim’i de bu göç kafilesinin başkanı
olarak düşünmektedirler. Wolley, Habiru’ların, Rim-Sin ve Hammurabi’nin
ordularında paralı askerler olarak savaştıklarını ve «haydutlar» ve «boğaz
koparanlar» lakabı ile anıldıklarını kaydetmektedir. Aynı araştırmacıya göre
İbraniler, Hz. İbrâhim’den altı asır önce yaşamış olan «Eber» ismindeki bir
atadan türemişlerdir. Woolley, Ur'dan Harran'a göçü, Nemrud ile mücadeleden
ziyade ekonomik sebeplere bağlamak istemektedir.
Sabiî kaynaklar, Hz. İbrâhim’in,
ülkede fesad çıkarak halkı ayaklandırdığı için melik tarafından
hapsettirildiğini, fakat hapiste iken de faaliyetine devam ettiği için Şam taraflarına
sürgün gönderildiğini kaydetmektedirler.
Gerek Tevrat'ta ve sözlü Yahudi
rivayetlerinde, gerekse İslâm tarihi kitaplarında göç hadisesi ile alakalı
olarak mevcut olan bilgilerde devamlı bir müphemlik vardır. Sözlü rivayetlerde
put ustası olarak takdim edilen Hz. İbrâhim'in babası Terah (Azer), Tevrat’a
göre, İbrâhim ile beraber Harran’a gitmiş görünüyor. Yine sözlü Yahudi
rivayetlerine göre, İbrâhim, putlara tapmama konusunda babasını ikaz etmiş,
babası halkın tepkisinden korktuğu için Oğluna tabi olmamıştır. Terah, ve öbür
oğlu Haran, putlara tapmaya devam etmişler, Hz. İbrâhim, Onların yaptıklarına
kızdığı için bir gece putlarla dolu olan evi ateşe vermiştir. Kardeşi Haran,
yangını söndürmeye çalışırken yanarak ölmüştür. Sözlü rivayetlere göre putları
yakan, babası ile mücadele eden hatta kardeşinin yanmasına sebep olan İbrâhim,
Tevrat’a göre babası, Terah ile beraber Haran’a göç etmektedir, Burada sözlü
Yahudi rivayetleri ile Tevrat arasında açık bir çelişki görülmektedir.
Kur’anı Kerim ve diğer İslâm
kaynaklarına göre, Hz. İbrâhim, putlara tapma konusunda babası ile mücadele
etmiş, babası Ona karşı çok sert bir tavır takınarak, yaptığı işe devam etmesi
halinde yanından ayrılıp gitmesini söylemiştir. Böyle olunca* Hz. İbrâhim'in
Harran’a göçü esnasında yanında babasının olması mümkün değildir. Onun babası
ile birlikte Harran’a gitmiş olması hususunda, İslâm kaynaklan ile Tevrat
arasında açık bir çelişki vardır. İbni Sa'd’a göre O, Harran’a gitmeden önce
Şam'a gitmiş, orada iken Sâre ile evlenmiştir .
Hz. İbrâhim’in Harran’daki hayatı
hakkında folklorik mahiyette anlatılan pekçok şey vardır. Ancak İslâm
kaynaklarında bu hususta fazla bir malumat yoktur.
Sözlü Yahudi rivayetlerine göre, Hz.
İbrâhim, peygamberlik görevine Harran’da iken başlamaktadır. Bir yandan kendisi
peygamber olarak erkekleri Allah’ın birliğine inanmaya davet ederken, öbür
yandan karısı Sâre de, kadınlar arasında faaliyet göstererek Onları tevhid
inancına çağırmıştır .
Bazı Yahudi kaynaklar, Hz.
İbrâhim'in Allah'ın birliğini kavrayarak bunu insanlara tebliğ etmeye üç
yaşında iken başladığını söylerken, diğer bazı Yahudi kaynaklar Onun bu işe on
yaşında iken başladığını kaydetmektedir. Daha ihtiyatlı olan bazı Yahudi
kaynaklar ise, Onun peygamberlik görevine 48 yaşında iken başladığını
bildirmektedirler.
Harran'da bir süre kalan Hz.
İbrâhim, karısı Sâre ve yeğeni Lût’u da yanma alarak Suriye topraklarına doğru
göçetmeye başlıyor. İslâm kaynaklarında bu göç için açık bir sebep
gösterilmiyor . Tevrat'ta bu göç olayı şu şekilde haber verilmektedir. «Abram,
Rabbın kendisine söylediği gibi gitti; Lût da kendisi ile beraber gitti ve
Abram gittiği vakit yetmiş beş yaşında idi. Abram, karısı Saray’ı ve kardeşinin
oğlu Lût’u, Harran’da kazanmış oldukları bütün mallarını ve edinmiş olduğu
canları aldı, Kenan diyarına gitmek üzere yola çıktılar ve Kenan diyarına
geldiler. Abram, Şekem denilen yere, More meşesine kadar olan memleketi
geçti Ve oradan Beyt-el'in şarkında olan
dağa hareket etti, garbında Beyt-el ve şarkında Ay olarak çadırını kurdu ve
orada Rabbe bir mezbah yaptı ve Rabbın ismini çağırdı. Ve Abram gitgide Cenuba
doğru göç ediyordu»» .
Folklorik mahiyetteki rivayetlerde
Hz, İbrâhim’in, Harran’da Nemrud ile savaştığı zikredildiği gibi, bazı Yahudi kaynaklarda
Onun Nemmd ile savaşıp Onu mağlup ettikten sonra Halilullah (Allah’ın Dostu)
ünvanını aldığı, bundan sonra maiyeti ile beraber Kudüs üzerine yürüdüğü
kaydedilmektedir .
Rabbanî literatüründe Hz. İbrâhim,
aynı zamanda sürülerine otlak arayan bir kabile başkam olarak takdim
edilmektedir. Tevrat’ta da Onun mal varlığından, sürülerinden ve kölelerinden
sık sık bahsedilmektedir .
Tevrat, Hz. İbrâhim'in Harran’dan
çıkarak Filistin'e göç etmesine Tanrı’nın vahyinin sebep olduğunu beyan ettiği
gibi, orada Tanrı’nın Ona, zürriyetini bol kılacağını, Mil ile Fırat arasındaki
toprakları Onun zürriyetine vereceğini va'dettiğini ifade eder . Yahudilerin
Arzı Mev’ud (Tanrı tarafından Yahudi milletine va’dedilen topraklar), ideali
Tevrat’ın bu ifadelerinden kaynaklanmaktadır. Yahudilerin, uzun süre
kuracaklarımı hayal ettikleri ve sonunda kurmaya muvaffak oldukları İsrail
Devleti'nin sınırları, Tevrat’taki bu va’de uygun olarak Nil ve Fırat nehirleri
ile çizilmektedir.
Hz. İbrâhim’in Kenan topraklarına
göçü, yazılı ve sözlü Yahudi rivayetlerine ve İslâm tarihlerine göre, güneye
doğru tedricen gerçekleşmiştir. Yahudi kaynaklarda Hz. İbrâhim’in, gittiği
yerlere mezhahlar (kurban kesme yerleri) inşa ettiği belirtilirken., İslâm
tarihleri Onun gittiği yerlerde mescidler inşa ettiğini kaydetmektedirler .
Hz. İbrâhim, Mısır’a gitmeden önce
ve Mısır’dan döndükten sonra Filistin’de bir çok yerler dolaşmış, son olarak
Hebron’a yerleşmiştir. Bu bölgede Onun ana hedefinin tevhid inancın! yaymak
olduğu şüphe götürmez. Onun bu bölgeye geldiği sıralarda Filistin halkının
putperestlik inancına sahip olduğu bilinmektedir Mirdaş kaynaklarında Hz.
İbrâhim’in, bölge halkına, kendi inancını benimsetmek için Mamre meşeliği veya
Beer Şeba’da dört yolun kesiştiği bir yerde büyük bir bina yaptırarak gelen
yolcuları bu binada ağırladığı, bu binanın dört bir tarafında birer kapı
bulunduğu, her gelenin binaya serbestçe girerek evin ortasında, üzeri yiyecek
ve şaraplarla dolu masaya oturup karnını doyurduktan sonra rahatça istirahat
ettiği bildirilmektedir. Aynı kaynakların naklettiğine göre, Bu binaya gelerek
karnını doyuran ve istirahat eden yolcular, yollarına devam etmek üzere binadan
ayrılırlarken, Hz. İbrâhim’e teşekkür etmek isterlerdi, ancak O, yukarıyı
göstererek, kendisine değil, bir olan Allah'a teşekkür etmelerini söylerdi. O,
bu şekilde kendi inancını o bölgenin ahalisine benimsetmeye çalışıyordu.
Müsafirlerine şarap ikramı meselesi
hariç, yukarda anlatılanlara benzer haberler, İslâm kaynaklarında da vardır. Onun müsafirlerine karşı çok cömert
davrandığı, bu yüzden Ebu’l-Edyaf (ziyaret verenlerin babası) unvanını aldığı
İslâm kaynaklarında mevcuttur.
Tevrat ve sözlü rivayetler, Allah'ın
Hz. İbrâhim'e, soyunu bol kılacağını, çocuklarını büyük millet yapacağını,
hatta Onun çocuklarına Nil ile Fırat arasındaki yerleri vatan olarak vereceğini
vadettiğini sık sık tekrarlamaktadırlar. Kur’anı Kerim’de bu mealde hiçbir
ifade yoktur. Allah’ın Hz. İbrâhim'e «ben seni insanlara önder kılacağım» diye
hitabı üzerine Onun, «soyumdan da önderler yap»
diye cevap verdiğini bildiren ve İbrâhim ile İsmâil'in «Rabbımız, bizi
sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar» şeklinde dua ettiklerini bildiren Kuran
ayetlerini, Tevrat’taki ifadelerle karşılaştırdığımız zaman, Tevrat’ın tamamen
bir soyu, inancı ne olursa olsun bir ırkı kasdettiği, buna karşılık Kur’an’ın
hedefinin böyle olmadığı, ayetlerde geçen zürriyet kelimesinden dahi bir soy ve
ırktan ziyade, bir inanç topluluğunun kasdediIdiği, daha sonraki ayetlerin
ma’nalarından açıkça anlaşılmaktadır. Zürriyet kelimesinin geçtiği ayetten
sonraki ayette «Rabbım, bu şehri güvenli kıl, halkından Allah’a ve ahiret
gününe inananları çeşitli ürünlerle besle» denilmektedir. Daha sonraki
ayetlerde konu daha çok vuzuha kavuşmakta ve Kur'an’ın gerçek amacının
inananlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ayetlerde «Rabbı Ona (İbrâhim’e) İslâm
ol demişti. O da âlemlerin Rabbma teslim oldum demişti. İbrâhim de bunu kendi
oğullarına vasiyyet etti. Yakub da, «oğullarım, Allah sizin için o dini seçti,
bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz (diye vasiyet etmişti)». Bu
ifadeler Tevrat’taki gibi sadece bîr soyu ihtiva etmemektedir. Zımnen Arap
ırkına işaret ettiği anlaşılabil se bile, Onlardan sadece Allah'a ve ahiret
gününe inananlar için dua edilerek, asıl hedefin iman olduğu ortaya konuyor.
Yukarda zikredilen ayetlerde Kur’anı
Kerim'in hedef ve gayesi mükemmel bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Kâbe'nin inşası esnasında yapılan duanın anlatıldığı ayette ve daha sonraki
ayetlerde inanç ve iman motifi işleniyor, gerçek inancın, Müslüman olmak olduğu
ve Allah’ın, İbrâhim'e «İslâm ol» diye emrettiği bildiriliyor. Daha sonra,
İbrâhim’le beraber, Arap ırkının atası olmayan Yakub’un çocuklarına bu tevhid
inancını vasiyet ettikleri ve Yakub'un çocuklarının «biz Ona teslim
olanlarız» diyerek, Onların da tevhid
inancında oldukları açıklanıyor, Bir yandan, İsmâil oğulları için dua
edilirken, Onlardan sadece iman edenlere dua ediliyor, öbür yandan Yakub'un oğullarının
aynı inançta oldukları, bu yolla asıl önemli olanın Allah'ın birliğine inanmak
olduğu ortaya konuyor, Tevrat’ta ve diğer Yahudi kaynaklarda asla böyle bir
inanç birliği hedefi yoktur. Tevrat, İsrail oğullarını en üstün soy ve
Tanrı’nın seçtiği ırk olarak takdim etmektedir Hz. İbrâhim, Filistin’e
geldikten sonra bu bölgenin muhtelif yerlerini dolaştığı gibi, zaman zaman
bölge dışında da seyahatler yapmıştır. Bu seyahatlerin amacı da tevhid inancını
yaymak idi.
Kur'anı Kerim’de Hz. İbrâhim’in
göçlerinden bahsedilmediği gibi, Onun seyahatleri hakkında da her hangi bir
bilgi verilmez. Ancak Hadisi Şeriflerde bu hususta yeterli malûmat vardır.
Sahihi Müslim de mevcut olan ve Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir Hadisi
Şerifte Hz. Muhammed şöyle buyurmaktadır. «Hz. İbrâhim, üç yerde yalan söyledi
: Birincisi, kavmi ilâhlarına kurban kesmeye giderken O, «ben hastayım» deyip
Onlardan ayrıldığı zaman. İkincisi, putları kırdıktan sonra kavmi geri dönüp
«bunları putlarımıza kim yaptı?» diye sorunca, «bunu onların büyükleri yaptı» diye
cevap verdiği zaman. Üçüncüsü, Cebbar’ın adamları karısı Sâre’nin kim olduğunu
sorduklarında «bu benim kızkardeşimdir» dediği zaman, Hz. İbrâhim, yanında
karısı Sâre olduğu halde Cebbar’ın ülkesine geldi. Sâre, insanların en
güzellerindendi. Hz. İbrâhim Ona, «bu Cebbar eğer senin benim karım olduğunu
bilirse bana senin yüzünden zarar verir, şayet sana benim kim olduğumu sorarsa
benim için «kardeşimdir» de, zira sen benim İslâm kardeşimsin, çünkü yer
yüzünde senden ve benden başka Müslüman bilmiyorum» dedi. Cebbar’ın adamları
çok güzel bir kadının geldiğini Ona haber verince O da adamlarını göndererek
Sâre’yi sarayına getirtti. Sâre, Cebbar'ın yanma girdiği zaman Hz. İbrâhim,
namaza durmuştu. Cebbar, Sâre’ye elini uzattığı zaman şiddetle sarsıldı ve elleri
felç. o!du. Cebbar Sâre’ye bir daha böyle bir şeye tevessü! etmeyeceğini,
kendisini bu durumdan kurtarmasını söyledi. Sâre, Onun İçin dua etti ve Cebbar
felç durumundan kurtuldu, ancak kurtulduğu anda yeniden Sâre’ye elini uzattı,
aynı anda gene şiddetle sarsılarak felç oldu. Tekrar Sâre'ye yalvararak, Onu bu
felaketten kurtarmasını, yaptığı işi bir daha yapmayacağım söyledi. Sâre Onun
için tekrar dua edince Onun felci geçti ve normal haline döndü. Fakat Cebbar,
üçüncü olarak ellerini uzatarak tekrar Ona dokunmak istedi. Daha öncekilerde
olduğu glbî gene felç olunca, tekrar Sâre'ye yalvararak kendisini bu felaketten
kurtarmasını, bu işi bir daha asla yapmayacağını söyledi, Sâre Onun için tekrar
dua etti. Cebbar, bu felçten üçüncü defa kurtulunca Sâre’yi kendisine getiren
adamı çağırarak «sen bana bir insan değil, bir şeytan getirmişsin, al bunu
benim topraklarımdan çıkar» demiş, Sâre’ye Hâcer'i cariye olarak hediye ederek
Onu geri göndermiştir. Sâre Cebbar’ın yanından ayrıldığında İbrâhim, hâlâ
namazda idi, Sâre gelince İbrâhim namazdan çıktı ve Ona, nelerin olduğunu sordu.
O da «facir ve kafir'in hilesine Allah kafidir» cevabını verdi.»
Aynı olay, İslam tarihlerinde de
ufak tefek değişikliklerle aynı şekilde nakledilmektedir. İbni Sa’d ve Tabe
rî’de olay, Hz. İbrâhim'in yolda Cebbar'ın adamları ile kar şılaştîktan sonra,
Onlarm karısı Sâre’ye bakışlarından şüphelendiği ve adamların kendisini sorguya
çekmeleri karşısında endişeye kapılarak hemen karısı Sâre'yi ikaz ettiği ve «bu
adamlar seni bana sordular ben de kızkardeşimdir diye cevap verdim, Onlar sana
beni sorarlarsa sen de «kardeşimdir» diye cevap ver» dediği şeklinde
geçmektedir. İslâm tarihlerinde nakledilenlere göre Onun, karşılaştığı bu
durumu daha önce bilmediği, bir emri vaki karşısında kalınca böyle bir tedbire
başvurduğu anlaşılıyor . Sahihi Müslim’deki hadisten, Onun bu felaketten
kurtulmak için, Sâre'nin Cebbar'ın yanma girdiği sırada namaza durduğu ve
Allah'a yalvardığı anlaşılıyor.
Tevrat, Hz. İbrâhim’in Mısır’a
gidişini açık bir şekilde haber vermektedir. Tevrat’a göre Hz. İbrâhim, daha
Mısır’a gitmeden önce yolda karşılacakları durumu bilmekte, bu yüzden karısı
Sâre'ye «sen çok güzelsin, yolda bu kimin olur diye sorarlarsa sakın kocamdır
deme, Onun kardeşiyim de, senin yüzünden beni Öldürmesinler» diye tembihte
bulunmaktadır. Yolda Firavunun adamları ile karşılaştıkları zaman Sâre, aynı
şekilde «ben bu adamın kız kardeşiyim» demektedir. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in bu
olaydan ayrı olarak, benzeri bir olayla Gerar ülkesinde karşılaştığı, orada da
karısı Sâre için Gerar meliki Abımelek'e «bu benim kızkardeşimdir» dediği
bildiril inektedir. Tevrat’a göre aynı olay, İshâk ile karısı Rebeka'nın
başından da geçmiş görünüyor. İshâk, karısı ile beraber Gerar ülkesine gidiyor,
İshâk, karısı Rebeka' nın güzelliği yüzünden Gerar halkı kendisine kötülük
ederler korkusu ile Rebeka’yı kız kardeşi olarak tanıtıyor. Kral Abı melek, bir
gün kaldıkları yerde (her halde kendi sarayı] İshâk ile Rebeka'nın
oynaştıklarını görünce, Rebeka’ nın Onun karısı olduğunu anlıyor .
Sözlü Yahudi rivayetlerinde Hz.
İbrâhim'in Mısır’a gidişi daha değişik bir tarzda ele alınmaktadır. O, Mısır’a
oradaki rahiplerle ve bilginlerle mücadele için gitmiştir. O, Mısır’ın bilgin
ve münevverleri ile bir çok konuda münakaşalar yapmış, sonunda Onlara kendi
fikirlerini kabul ettirmiştir. Kohler’in ifadesine göre O, Mısırlılara
Matematik ve Astronomiyi öğretmiştir. Bu bilimler Mezopotamya’dan Mısır’a
İbrâhim zamanında gelmiş ve bu işte Onun, büyük emeği geçmiştir .
Hz. İbrâhim’in Mısır seyahati ile
ilgili olarak İslâm kaynaklarında mevcut olan bilgiler bazı noktalarda Yahudi
kaynaklardaki haberlerle benzerlik göstermektedir. Ancak gene de farklı
noktalar vardır. Tevrat ve diğer Yahudi kaynaklarda Sâre’nin Hz. İbrâhim
tarafından kızkardeşi olarak tanıtılması olayı iki yerde geçmiş olarak
gösteriliyor. Birincisi, Mısır’da Firavun’a karşı, İkincisi ise Gerar ülkesinde
kral Abımelek’e karşı, hatta üçüncü olarak İshâk’ın karısı Rebeka’yı yine
Abımelek’e karşı aynı şekilde takdim ettiği Tevrat’ta mevcuttur. Kur’an’da bu
olay hiç yoktur, diğer İslâm kaynaklarında ise sadece bir tek olay vardır. Ülke
Mısır ülkesidir, fakat Fir’avun’un adı yerine, Cebbar ismi vardır. Olay Cebbar
ile İbrâhim arasında geçmiş olarak takdim edilmektedir,
İslâm kaynakları, özellikle
hadisler, «kız kardeşim» ifadesinin tevilini dahi Hz. İbrâhim'e yaptırmakta ve
Onun karısı için neden «kız kardeşim» dediğini açıklamaktadırlar. Hz. İbrâhim,
nedeni açıklarken, «çünkü sen benim din kardeşimsin» demektedir. Gerçi
Tevrat'ta da karısı için neden «kız kardeşim» dediğine dair bir açıklama
vardır, ama bu açıklamada açık bir tenakuz vardır. Bu konuda Tevrat'ta aynen şu
ifadeler yer almaktadır «O, (Sâre) gerçekten benim kız kardeşimdir, kendisi
babamın kızıdır, fakat annemin kızı değildir ve benim karım oldu (123). Ancak
bu ifadenin geçtiği bölümden önceki bölümlerde şu ifadeler geçmektedir.» Ve
Terah'ın zürriyetleri bunlardır. Terah, Abram'ın Nahor’un ve Haran'ın babası
oldu. Haran, Lût'un babası oldu Abram
ve Nahor,
kendilerine karılar aldılar.
Abram’ın Karısının adı Saray, Nahor’un karısının adı Milka idi. O, (Sâre)
Milka’nm babası, ve İskân'ın babası Haran'ın kızı idi. Ve Saray kısırdı ve
çocuğu olmazdı . Bu sözlerden, önce, şu hususu tesbit ediyoruz, Haran, Nahor ve
Abram, Terah'ın oğullarıdır. Lût, Haran'ın oğlu ve Terah’ın torunudur. Abram’ m
karısı Saray, Nahor’un Karısı Milka ve İskân, Haran'ın çocuklarıdır. Böyle
olunca Saray, İbrâhim’in kızkardeşi değil, yeğeni, yani kardeşinin çocuğudur.
Tevrat’ın daha sonraki bölümlerinde ise Saray, İbrâhim'in baba bir, anne ayrı
kardeşi olarak bildiriliyordu. Her iki durumda da Hz. İbrâhim, nikahı
düşmeyecek kadar yakım olan biri ile evlenmektedir. Acaba Hz. İbrâhim’in
şeriatında yeğenler ve kız kardeşlerle evlenmek caizmiydi?
Hz. İbrâhim’in Mısır seyahati ile
ilgili olarak Tevrat’ta bulunan bilgiler, adeta Onun namusuna karşı lakayd
kaldığı intibaını vermektedir. Bugün Yahudilerin ellerindeki İbranice
Tevrat’larda nasıl bir uslûbun kullanıldığını ve bu hadisenin nasıl
anlatıldığını bilemiyoruz, ancak elimizde mevcut Türkçe’ye çevrilmiş Kitabı
Mukaddeslerde bu olayın anlatılışı Hz. İbrâhim’i tahkir eder mahiyettedir. O,
karısının elinden alınarak götürülmesine ses çıkarmamış, hatta kocası olduğunu
anlarlarsa kendisini öldürürler diye kendisine bu kimin olur diye sorulunca
«kardeşimdir» demiştir. İşin daha tuhaf olan yanı, Tevrat’a göre, Hz. İbrâhim,
daha yolculuğa çıkmadan önce yolda olacakları tahmin etmiş ve bu hususda ne
söyleyeceklerini karısına tembih etmiştir. «Mısırlılar seni görünce, bu Onun
karısıdır derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar, senin yüzünden
bana karşı iyi davranılsın ve senin sebebinle canım yaşasın diye Onun kız
kardeşiyim de» demiştir.
Süryanî tarihçisi Ebu'iFerec’e göre
Hz. İbrâhim'in Mısır’a gittiğinde karşılaştığı Firavun, XI. Mısır kralı Panos
idi. Ebu’l-Ferec’in ifadesine göre Panos, Sâre'yi Onun elinden aldıktan bir
süre sonra Ona altın, gümüş ve kumaşlar vererek İade etmiş ve İbrâhim’i
Mısırdan çıkarmıştır.
İslâm kaynaklarında bu olay Yahudi
ve Hristiyan kaynaklardan daha saygılı bir üslûp ile verilmektedir.
Kur'anı Kerim'de İbrâhim (A.S.)in
yeğeni Hz. Lût hakkında fazla teferruatlı bilgi yoktur. Sadece Onun, kavminin,
Allah'a isyan ettiği, ahlâken çok kötü şeyler yaptığı ve bu yüzden Allah
tarafından helak edildiği bildirilmektedir. Kur’anı Kerim, Lut (aleyhisselâm)
olayına bağlı olarak Onun kavmini helake memur edilen meleklerin Hz. İbrâhim’e
uğradıklarını, Hz. İbrâhim'in Onlara bir buzağı keserek ikram ettiğini, bu
esnada çocuğu olmayan Sâre'ye meleklerin bir çocuğunun olacağını ve Onu îshak
ile müjdelediklerini haber vermektedir .
Kur’anı Kerim’in Lût (aleyhisselâm)
hakkında anlattığı bütün olaylar, bu çerçeve içinde cereyan etmektedir. Hedef,
Onun kavminin içine düştüğü sapıklıkları ve bu yüzden Onların duçar oldukları
felaketleri haber vererek bu olaydan ibret alınmasını sağlamaktır.
Diğer Islâm kaynakları, Lût
(aleyhisselâm) olayını aynı çerçeve içinde ele almakla beraber biraz daha
teferruatlı bilgi verirler. Bu bilgiler, daha ziyade Onun kavminin işledikleri
ahlâksızlıklar yüzünden uğramış oldukları felaketin teferruatı hakkındadır,
Yahudi kaynakları, Lût
(aleyhisselâm) u, çok teferruatlı olarak anlatmaktadırlar. Tevrat’a göre O, Ur
şehrinden çıktığı andan itibaren devamlı olarak Hz. İbrâhim’in yanındadır. O,
hem Hz. İbrâhim’in yeğeni, hem de kayınbiraderidir. Her ikisi de sürü
sahibidir, bu yüzden aralarında bazı anlaşmazlıklar dahi olmaktadır. Ancak Hz.
İbrâhim her zaman Onu himaye etmektedir,
.Tevrat ve Sözlü Yahudi rivayetlerinde
İbrâhim, aynı zamanda bir savaşçı ve ordu kumandanıdır. Lût, Sodom da otururken
komşu devletler Sodom’a saldırırlar ve Lût'u esir alırlar, ayrıca Onun bütün
mallarını yağmalarlar. Bunun üzerine Hz. İbrâhim 318 uşağı ile beraber
saldırganların üzerine yürür ve Lût’u onların ellerinden kurtarır. Tevrat’ta
anlatıldığına göre yapılan bu savaşta iki ayrı ittifak grubu mevcuttu. Lût’un
yaşadığı Sodom devletinin grubu savaşta mağlup olunca, Hz. İbrâhim, yeğeni Lût
yüzünden mağlupların safına geçerek öbür devletlere karşı savaştı ve Onları
mağlup etti. Ancak gerek galip ve gerekse1 mağlup tarafta bulunan devletler ve
Onların kralları hakkında; Tevrat’ta bulunan bilgilerde büyük çelişkiler
mevcuttur. Zikredilen krallar, tarihi bilgilere göre, ayrı ayrı zamanlarda
yaşamış birbiri ile çağdaş olmayan kimselerdir. Tervat, ayrı yüzyıllarda
yaşayan kimseleri birbirleri ile savaştırıyor. Bu da bize gösteriyor ki .Tevrat
kaleme alınırken (zamanında yazılmadığı için) bir takım şahıs ve devlet:
isimleri birbirine karıştırılmış, değişik zamanlarda cereyan eden hadiseler
birleştirilerek tek olaymış gibi yazılmıştır.
Sözlü Yahudi rivayetlerine göre bu
savaşta Hz. İbrâhim, yerden ekin köklerini sökerek düşmanların üzerine
fırlatmış, bunlar ok ve yay haline gelerek düşmanları helak etmiştir. Tevrat,
Hz. İbrâhim’e gelerek Lût’un esir alındığını haber veren kaçağın adını ayrıca
zikretmez. Ancak bu kaçağın adı Rabbinik literatürde Og olarak geçmektedir.
Bu Og ismi, Tevrat'ın Tesniye kitabında, demirden bir yatakta yatan dokuz arşın
uzunluğunda, dört arşın eninde bir kral olarak takdim ediliyor . Rabbinik
literatür’e göre, Lût’un esir alındığını Hz. İbrâhim’e haber veren bu Başan
Kralı Og, Nuh tufanından önce yaşamış olan devlerin kalıntısı olup, Hz.
İbrâhim’in karısı Sâre’ye göz koymuştu ve bu yüzden Hz. İbrâhim’i savaşa sokmak
istiyor, savaşta Onun ölmesini, böylece Onun karısına sahip olmayı umuyordu .
Burada Tevrat ile sözlü rivayetler arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır.
Tevrat’a göre Nuh Tufanı bütün Dünyayı kaplamış, Nuh'un çocuklarından başka
kimse yeryüzünde kalmamış, insanlık Onlardan türemiştir . Sözlü rivayetlere
göre ise, Hz. İbrâhim'e gelip, Lût’un esir alındığını haber veren bu Og, Nuh
tufanından önce yaşamış olan devlerin kalıntısıdır. Bundan, Nuh'un oğullan
dışında Tufan’dan kurtulanların mevcut olduğu veya Tufan’ın evrensel olmayıp,
mahalli olduğu sonucu çıkmaktadır.
Bazı Islâm Tarihi kaynaklan da Hz.
İbrâhim'in savaşlar yaptığını haber vermektedirler. Bunlara göre Allah, Hz,
İbrâhim’i dost İttihaz edince O, buna karşı şükretmek için bütün kölelerini
azad etmiştir. Azad ettiği bu köleler Onun yanından ayrılmamış ve Hz.
İbrâhim'in yaptığı savaşlarda Onunla beraber savaşmışlardır. Bu 'köleler yer
yüzünde efendisi ile birlikte savaşan ilk kölelerdir.
Tevrat, Lût hakkında bize şu bilgiyi
veriydi «Lût Tsoar’dan çıkıp dağda oturdu, iki kızı Onunla beraberdi. Çünkü
Tsoar’da oturmaktan korktu. O ve iki kızı bir mağarada oturdular. Büyük kız,
küçüğüne dedi. Babamız kocamıştır ve bütün Dünya’nın yoluna göre yanımıza
girmek İçin memlekette erkek yoktur. Gel babamıza şarap içirelim, babamızdan
zürriyetler yaşatmak için Onunla yatarız. O gece babalarına şarap içirdiler,
büyük kız girip babası ile. yattı ve Onun yatmasını ve kalkmasını bilmedi.
Ertesi gün, büyük kız küçüğüne dedi. İşte dün gece babamla yattim. Bu gece de
Ona şarap içirelim ve babamızdan zürriyet yaşatmak için gir Onunla yat ve o
gece dahi babalarına şarap içirdiler. Küçük kız kalkıp Onunla yattı, Lût' un
iki kızı böylece babalarından gebe kaldılar.»
Tevrat, Lüt’u şarap içen, kızları
ile zina eden bir kişi olarak takdim ettiği gibi, Yakub’un oğlu Yehuda’yı,
tanıyamadığı için dul gelini ile zina eden, fakat bir süre sonra gelininin
hamileliğini duyunca Onun yakılmasını emreden, Dul gelinin kendisi ile zina
edenin kayınpederi olduğunu ispatlaması üzerine Ona karşı verdiği emri geri
alan bir kimse olarak göstermektedir. Yine Tevrat, Davud’u, Sarayı’nın damına
çıkıp evinde yıkanan bir kadını seyreden, sonra Onu Sarayına getirip zina eden,
bu kadının kocasını savaşta ön safa gönderip öldürten bir kimse olarak bildirmektedir, Tevrat’ta buna benzer daha
pek çok müstehcen olay, peygamberlere isnad edilmektedir. Peygamberlik anlayışı
bu olan Tevrat, Hz. İbrâhim’i namusu konusunda lakayd, hatta karısının
güzelliğinden istifade ederek insanların kendisine iyi davranması ve ikramlarda
bulunması için Onu «bu benim kız kardeşimdir» diye takdim eden bir kişi olarak
gösteriyor.
İslâm kaynaklan, Hz. İbrâhim’in
Mısır’dan Filistin’e döndükten sonra orada geçen hayatı hakkında fazla bilgi
vermezler. Hz. İbrâhim’in, bu bölgede Sebi denilen yerde kuyu kazdığını ve
Mescit inşa ettiğini, Ancak yerli halkın kendilerini rahatsız etmesi yüzünden
oradan ayrılarak Ram le ile İliya arasında bir yere yerleştiğini, Onun
ayrılmasını müteakip Sebi’dekİ kuyunun kuruması üzerine, Sebi halkının
kendisine geri gelmesi için müracaat ettiklerini, fakat İbrâhim'in bunu kabul
etmeyip, Onlara yedi tane koyun verip geri gönderdiğini vb. olayları haber
verirler. Bu olay bazı değişikliklerle beraber Tevrat’ta da vardır.
Gerek İslâm kaynakları, gerekse
Yahudi kaynakları, Hz. İbrâhim ve Sâre’nin Mısır'dan geri dönerken Hâcer’i,
Sâre’nin kölesi olarak oradan Filistin'e getirdiklerini haber vermektedirler.
1 —
Hz. İbrâhim’in Hâcer’le evlenmesi :
Kur’anı Kerim başta olmak üzere
İslam kaynakları, Hz. İbrâhim’in ilk karısı Sâre’nin kısır olup uzun süre
çocuğunun olmadığını bu yüzden Hz. İbrâhim'in zaman zaman çocuk özlemi
çektiğini haber vermektedirler. Durumu gören Sâre, Mısır’dan getirmiş olduğu
cariyesi Hâcer’i, çocuk doğurması için Hz. İbrâhim’e eş olarak verir. Kısa
sürede Hâcer, hamile kalır ve Hz, İsmâil Dünyaya gelir. İsmâil'in doğumundan
sonra Sâre Hâcer’i kıskanmaya başlar. Bir süre sonra Sâre İshâk’ı doğurunca bu
kıskançlık daha da artar ve Sâre Hz. İbrâhim’e, Hâcer ve İsmâil'i evden
çıkarmasını söyler. Hz. İbrâhim, Allah’ın emri üzerine İsmâil ve Hâcer’i
Mekke'ye götürüp oraya bırakır .
Tevrat İsmâil’in çöle götürüldüğünü
orada çocuklar sahibi olduğunu ve Arapların Ondan türediğini haber vermektedir.
Burada önemine binaen bir noktayı açıklamak isteriz. Arap'ların İsmâil
aleyhisselâmdan türediğini bizzat Tevrat haber vermektedir. Bazı müsteşriklerin
iddia ettikleri gibi bu haberi Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem,
ortaya atmış değildir.
Tevrat’a göre, İsmâil doğduğunda Hz,
İbrâhim 86 yaşında idi. İshâk doğduğunda ise 100 yaşında idi. İshâk’ın sütten
kesilmesi üzerine verilen ziyafette İsmâil İshâk’a gülünce, Sâre hiddetlenerek
İsmâil’i ve annesini evden çıkarmasını Hz. İbrâhim'e söylemiştir. Yani
İsmâil’in evden çıkarıldığı tarihte İsmâil’in en az 15 yaşında olması gerekiyor
. Ama nedense Tevrat, aynı babın daha sonraki kısımlarında önceden 15 yaşında
olduğunu söylediği İsmâil’i, birden bire annesi Hâcer’in kucağında bir bebek
haline getiriyor. Bu kısımlarda İsmâil küçük bir çocuk oluyor, annesi susuzluktan
Onun ölümünü görmemek için Onu bir çalının arkasına atıyor. Bu sırada oradan
zemzem suyu çıkıyor . Tevrat’a göre İsmâil büyüyeceğine, sürekli olarak
küçülüyor.
2 —
Mekke’ye Gidiş : İslâm kaynaklarına göre, Sâre kıskançlığı yüzünden İsmâil ve
Hâcer’in evden çıkarılmasını isteyince Hz. İbrâhim, Allah’ın emri ile onları
evden çıkarmış ve Cebrail’in rehberliğinde Mekke’ye, Kâbe’: nin bulunduğu yere
kadar getirmiştir. O sırada Mekke'de hiçbir insan yaşamıyordu ve çevrede
yiyecek, içecek bir şey de yoktu. Onları oraya bırakmak ölüme terk etmek gibi
bir şeydi ve böyle yapmak Hz. İbrâhim’e çok zor geliyordu, Bu Hüzünde O,
«Rabbımız, ben çocuklarımdan birini senin Beyti Haramının yanında ekinsiz bir
vadiye yerleştirdim. Namaz kılsınlar diye (böyle yaptım). Sen de insanlardan
bir takım gönülleri Onları sever yap ye Onları çeşitli meyvelerle besle ki
Onlar şükretsinler» diye Allah’a dua etti. Onları çok az olan yiyecek ve
içeceklerle orada bırakıp geri dönerken Hâcer, Ona «bizi hiç kimsenin ve hiçbir
yiyeceğin bulunmadığı bu yerde bırakıp geri mi gidiyorsun?» diye sordu. Hz.
İbrâhim, Rabbmın böyle emrettiğini, bu yüzden böyle yapmak zorunda kaldığını
söyleyince Hâcer, durumu kabullendi. Çok güç bir durumla karşılaşan Hz. İbrâhim,
şöyle dua etti, «Rabbımız, sen bizim gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da hep
bilirsin. Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz» Hz.
İbrâhim, Filistin’e döndükten sonra, yiyecek ve içecek hiçbir şeyin bulunmadığı
ve hiçbir insanın yaşamadığı bu ıssız yerde Hâcer ve İsmâil yapayalnız
kalmışlardı. İsmâil bir süre sonra susayınca Hâcer etrafa su aramaya çıktı,
bu günkü Safa ile Merve arasındaki bölgede su aramak ve çocuğunun susuzluktan
ölmesini görmemek için koşuştururken, İsmâil’i bıraktığı, bu günkü Zemzem
kuyusunun bulunduğu yerden bir suyun fışkırdığını gördü ve oradan çıkan su ile
çocuğun ve kendisinin ihtiyaçlarını karşıladı. Bu sırada Cürhüm kabilesinden
bir topluluk Şam’a gitmek üzere çevreden geçiyorlardı. Bunlar Hâcer ve İsmâil’in
bulunduğu yerin üstünde uçuşan kuşları gördüler. O bölgenin en önemli problemi
su bulmak idi. Kuşların bulunduğu bir yerde suyun bulunmasının büyük bir
ihtimal olduğunu tahmin eden kervandaki insanlar, kuşların uçuştuğu yere doğru
geldiklerinde, orada bir kadın ve çocuğun olduğunu gördüler, Onların yanına
gelerek su almak için izin istediler. Hâcer Onlara gerekli izni verdi.
Cürhümlü’Ierden bir grup, buraya gelerek yerleştiler. Bir süre sonra Hâcer
burada vefat etti. İsmâil, Cürhümiü'lerden bir kız ile evlendi ve kısa sürede
Onların dilini Öğrendi .
İbrâhim, İsmâil'i ziyaret için
Mekke’ye geldiğinde, İsmâil evde olmadığından karısı Onu karşıladı, ancak gelen
müsafire (İbrâhim'e) kadın iyi davranmadığı gibi, kendi hallerinden şikayet
etti. İbrâhim, kim olduğunu söylemeden kadına «kocan eve geldiğinde, şu şu
eşkâlde bir ihtiyar geldi ve sana evinin eşiğini değiştirmeni salık verdi» diye
söyle dedi. İsmâil eve gelince, karısının tarifinden, gelenin babası İbrâhim
olduğunu anladığı gibi, «evinin eşiği» tabiri ile karısını kasdettiğini
anlayıp, Onu boşadı. Bir süre sonra başka bir kadınla evlendi. İbrâhim tekrar
İsmâil'i ziyarete geldi, İsmâil yine evde yoktu, karısı yaşlı bir
müsafirlerinin geldiğini görünce, Ona her türlü saygı ve ikramı gösterdi.
İbrâhim, Onlara dualar ettikden sonra kadına «kocan eve gelince, bize şu şu
evsafta bir ihtiyar geldi, sana evinin eşiğini sabit kılmanı söylüyor» diye
söylemesini tembih ederek oradan ayrıldı. İsmâil eve geldiğinde, gelenin babası
olduğunu, bu defa evlendiği kadından babasının memnun olduğunu anladı .
Kur'anı Kerim, Kurban olayını Saffat
süresinde ateşe atılma olayının ardından özlü bir biçimde şöyle haber
vermektedir; «Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz» dedi. Oysa sizi de
taptıklarınızı da Allah yarattı. Onun için bina yapın da Onu ateşe atın
dediler. Ona bir tuzak kurmak istediler, biz de Onları alçak düşürdük. O dedi
ki «ben Rabb’ıma gideceğim O beni doğru yola iletecek, Rabbim bana iyilerden
(bir çocuk) Lütfet» Ona halim (iyi huylu) bir erkek çocuğu müjdeledik. Çocuk,
Onun yanında koşma çağına gelince «Yavrum, ben uykuda seni kesiyor görüyorum bak
ne dersin» dedi. (Çocuk) «Babacığım sana emredileni yap, inşallah beni
sabredenlerden bulacaksın» dedi. İkisi de böylece teslim oldular ve Onu alnı
üzerine yıktı. Biz ona, «ey İbrâhim! sen rüyayı doğruladın, işte biz, güzel
davrananları böyle mükafatlandırırız» diye seslendik. Gerçekten bu, apaçık bir
imtihandı ve fidye olarak Ona büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler
arasında Ona, (iyi bir ün) bıraktık. (Sonra gelecek olanlar) «İbrâhim'e selâm
olsun» diyeceklerdi. Biz güzel davrananları işte böyle mükafatlandırırız.»
Görüldüğü üzere Kur’anı Kerim, gerek İbrâhim’in, gerekse oğlunun, Allah'ın
emrine nasıl muti olduklarını ibret olsun diye zikretmekte, ateşe atılma
olayından sonra, İbrâhim’in dolaştığı yerleri hiç anmamaktadır. Sadece Onun bir
çocuk istediğini, Allah’ın Onu bir çocukla müjdelediğini, çocuğun ismini
(İsmâil veya İshâk) anmadan beyan ettikten sonra, çocuğun koşacak çağa
geldikten sonra İbrâhim’in, rüyasında çocuğunu kesmekle emrolunduğunu, bu
durumu çocuğa bildirdiği zaman «ne ile emrolunduysan onu yap» cevabım aldığını
ve kurban edilme olayının cereyan ettiğini ifade etmektedir.
Kurban olayı Tevrat'ta, İshâk'ın
kurban edildiği şeklinde geçmektedir. Bu olay çok teferruatlı bir tarzda,
kurban esnasında kullanılan bıçağa, iplere varıncaya kadar bu kitapta
anlatılmaktadır .
Hangi çocuğun kurban edildiği
hususu, Yahudi kaynaklarda tartışılmaz. Bu kaynaklar, İshâk’ın kurban
edildiğinde müttefiktirler. İslâm Tarihlerinde ve Tefsir kitaplarında İsmâil'in
mi, yoksa İshâk’m mı kurban edildiği geniş şekilde tartışılır.
İbrâhim uzun süren bir evlilik
hayatına rağmen çocuk sahibi olamadığı için, Tanrıdan bir evlât istemiş, Allah
da ona çok istediği bu evladı verdikten sonra, Onu, (imtihan kasdı ile) kurban
etmesini istemiştir. İlk çocuk Tevrat’ın beyanına göre İsmâil'dir . İstenen ve
Allah’ın verdiği ilk oğul, İsmâil olduğuna göre, tabiî olan, Onun kurban
edilmesidir. Saffat süresi 102. ayette «Çocuk Onun yanında koşma çağına
gelince» ifadesine dayanarak, «İsmâil, küçük yaşta İbrâhim’in yanından
ayrılmıştı, İbrâhim’in yanında koşma çağına Onun değil, İshâk’ın gelmesi
mümkündür, bu yüzden kurban edilmesi emrolunan İshâk’tır» denilmesine, İbni
Kesir şöyle cevap veriyor. «İbrâhim, İsmâil’in yanına sık sık gidiyor ve Onu
ziyaret ediyordu. Çünkü Onu ekinsiz bir vadiye bırakmıştı, bu yüzden, «çocuk
Onun yanında koşma çağına gelince» ifadesinden, İsmâil’in anlaşılmasına bir
engel yoktur».
Kitabı Mukaddes, Çıkış, XIII, 2; «Bütün ilk doğanları İsrail oğullan, arasında, insanda,
hayvanda, bütün rahmi açanları benim için takdis et o, benimdir»; Çıkış,
XXII, 29 «Hasadını ve masaranın akıttığını takdimde gecikmeyeceksin.
Oğullarının ilk doğanını bana vereceksin»; Sayılar,. III, 13 «Çünkü ilk doğanlar benimdir. Mısır diyarında bütün ilk
doğanları vurduğum günde, İsrailde insan olsun, hayvan olsun bütün ilk
doğanları kendime takdis ettim. Onlar benim olacak, ben rabbım»;
Hezekiel, XX, 26, «ve onları harab edeyim de rab ben idiğimi bilsinler diye her
ilk doğanı ateşten geçirerek ettikleri takdimelerle onları murdar ettim.»
İslâm kaynaklarında kurban olayı şu
şekilde anlatılmaktadır. İbrâhim, Allah’tan aldığı emirle İsmâil’i Mekke'ye
bıraktıktan sonra, Cürhümlüler, Hâcer'den izin alarak Kâbe çevresine
yerleştiler. İbrâhim, zaman zaman Onları ziyarete geliyordu. İsmâil, belli bir
yaşa geldikten sonra, Allah, rüyasında Hz. İbrâhim'e görünerek en sevdiğini
kendisi için kurban etmesini istedi. İbrâhim, oğlu İsmâil’e durumu bildirince,
İsmâil, Allah’ın emrine tâbi olduğunu ve ne ile emrolundu ise onu yapmasını
babasına söyledi. Babası Onu yatırıp boğazına bıçağı sürmesine rağmen Allah,
evlâdını kesmesine müsaade etmedi, Ona bir koç göndererek onun yerine bu koçu
kurban etmesini bildirdi ve İbrâhim koçu kurban etti. İslâmiyetteki kurban
vecibesinin temeli bu olaya dayanmaktadır. İslâmî kaynaklarda İsmâil babasına
«ey babacığım beni keserken seni rahatsız etmeyeyim, onun için ellerimi
ayaklarımı bağla, yüzüme bakınca merhamete gelmeyesin onun için yüzümü kapat»
demektedir . Yahudi rivayetlerde ise, İshâk kurban edilirken bıçağı görerek
korkmasın diyerek, gökten bir melek inmiş ve Onun gözlerini kapatmıştır. Bu olayın
tesiri ile İshâk’ın gözleri bir daha görmemiştir . İslâm kaynaklarına göre
İsmâil'in kurban edilmek üzere babası tarafından evden uzaklaştırılmasından
itibaren şeytan, gerek İbrâhim ve İsmâil'i, gerekse Hâcer’i devamlı şekilde
Allah’ın emrine karşı gelmeleri için kışkırtmış, fakat bu işte muvaffak
olamamıştır. İbrâhim, bu esnada şeytanı kovmak için taşlamıştır. İslâmiyetteki
hac ibadetinde şeytan taşlamanın bu olayla irtibatlı olduğu rivayet
edilmektedir . Aynı şeytan motifi, Yahudi kaynaklarda da vardır, ancak sözlü
Yahudî rivayetlerinde şeytan’ın adı «Mastemah» olarak geçer . İbrâhim’in
vahyi isimli eserde ise, Şeytanın adı «Azazil»dir . Kur'anı Kerim, kurban
olayını büyük bir imtihan olarak zikretmektedir . Kurtubî’ye göre Allah,
İbrâhim’in, kendi çocuğuna olan sevgisi ile, kendisini yaratana karşı olan
.sevgi ve bağlılığı arasında bir tercih yapmasını istemiş, İbrâhim Allah
sevgisini evlât sevgisine tercih etmiştir. Dünya’da evlâttan vazgeçmek en zor
iştir. İbrâhim, Allah için Onu feda etmekten çekinmemiştir . Kur’anı Kerim’de
İbrâhim’in imtihanı hakkında şöyle buyurulmaktadır. «Rabbı bir zamanlar
İbrâhim’i bir takım kelimelerle İmtihan etmişti, O da onları tamamlayınca «ben
seni İnsanlara önder yapacağım» demişti» . Allah'ın İbrâhim’i kendileri ile imtihan
ettiği kelimelerin neler olduğu hususunda çok çeşitli rivayetler vardır.
Bazılarına göre bunlar mağaradan İlk çıktığında yıldız ay ve güneşle imtihan
olunması, oğlunu kurban etmekle emrolunması, Âteşe atılması sünnetle ve Haccın
erkânı ile emrolunması, memleketinden çıkmakla emrolunması, misvak kullanma,
koltuk altı ve kasıkları temizleme, bıyıkları kısaltma, saçları düzeltme, büyük
ve küçük abdestten sonra temizlik, Cuma günleri gusül abdesti almak, ağıza ve
buruna su vermek gibi şeylerdir . Tevrat’ta, İbrâhim’in bir kere imtihan
edildiği yazılı olmasına rağmen, Midraş rivayetlerinde on tane imtihan hikayesi
vardır. Ayrıca Onun dört değişik hayvanı kurban etmesi, kuşları kurban etmesi
olayı da bu rivayetlerde yer almaktadır . Kuşlarla ilgili olarak Kur’anı
Kerim’de şöyle buyurulmaktadır. «İbrâhim de bir zaman «Rabbım ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster» demişti. (Allah, Ona inanmadm mı? dedi O da Hayır
(inandım) ama kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum) dedi. O halde
kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (iyice incele) sonra (kesip) her
dağın başına onlardan birer parça koy, sonra onları kendine çağır, koşarak sana
gelecekler» . Rivayete göre bu kuşlar; Tavus, Güvercin, Karga ve Horozmuş. Ebu
Hureyre’den rivayet edilen bir Hadisi Şerifte Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi
ve sellem «Allahım, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster» diye İbrâhim’in
soru sorarak düştüğü şüphe hususunda, bizim Ondan daha fazla şüphe etmeye
hakkımız vardır» buyurmaktadır (Müslim, Sahih’i Müslim C. II, s. 1839, Süleyman
Ateş, Kur’anı Kerim ve Yüce Meali, Ankara, 1983, s. 43).
İbrâhim’in hayatını anlatmaya
başladığımız andan beri naklettiğimiz bir kısım rivayetler (bilhassa tarih
kitaplarında zikredilen) Yahudi rivayetlere paralellik arz eder. Muhammed
Abduh, bilhassa İbrâhim’in imtihan olunduğu şeyler hususunda İslâm
kaynaklarındaki rivayetlerin, İs lâma sokulmak istenen Yahudi rivayetler
olduğunu ifade etmektedir .
İbrâhim’in İsmâil’i kurban etmeye
teşebbüsü olayı, İsmâil’in çocukluk çağında cereyan etmiştir. İsiâmi
rivayetlere göre, İbrâhim’in, daha başlangıçta Hâcer'le İsmail’i Mekke'ye, Kâbe
çevresine getirip bırakması olayı, Kâbe’nin inşası ile bağlantılıdır.
Filistin’den yola çıktıklarında «Cebrail, onlara refakat ederek Kâbe’nin
yapılacağı yere ulaşıncaya kadar Onlara rehberlik etmiştir. İbrâhim, yolda sık
sık «burası mı?» diye sormuş, Cebrail «hayır burası değil» diye cevap
vermiştir. Kâbe çevresine geldiklerinde ise, «işte burası» demiş ve İbrâhim’e
inşa edeceği mabedin yerini göstermiştir, hatta zemzem suyunu bulduktan sonra
bizzat bir meleğin gelerek Hâcer’e, korkma masnıı, zira burada bu çocuğun ve
babasının inşa edecekleri bir Beytullah’ın mevcut olduğunu bildirdiği rivayet
edilmektedir .
Tevrat ve diğer Yahudi Kaynaklar,
İbrâhim'in gittiği yerlere kurban kesme yerleri (mezbah) inşa ettiğini
bildirirler. L Woolley, Hz. İbrâhim’in kurban kesme ibadetini, esas memleketi
Babilonya’dan getirdiğini söyler. Ona göre, İbrâhim aleyhisselâm zamanında
Mezopotamya’da insan kurbanı yoktu, ama hayvan kurbanı vardı. Hayvanlar özel
olarak yapılmış kurban kesme yerlerinde kurban ediliyordu. Nuh aleyhisselâm
da (Sümerce'de adı Utanapiştim) kendine kurban kesme yerleri inşa etmişti.
Ur da yapılan kazılarda tuğladan insa edilmiş bu özel kurban kesme yerleri bulunmuş
olup, buralarda içinde pişmiş et, hurma, ekmek ve çeşitli yiyecekler bulunan
yemek kabları ve su kabları bulunmuştur. Nuh aleyhisselâm, bu sunaklarda hayvan
ve kuşları kurban ediyordu. Hz. İbrâhim, Ur' daki bu adeti sürdürmüş, Ur'dan
ayrıldıktan sonra her gittiği yere bu sunaklardan yapmıştır.
İslâm kaynaklarına göre ise İbrâhim,
gittiği yerlere mezbah değil, Mabed (ibadethane) inşa etmiştir. Nitekim İsmâil
ve Hâcer'i Kâbe’ye getirişinin asıl sebebi, oraya bir mabed yapmakla
emrolunmasıdır. Tevrat’ta, Kâbe’nin inşası ile ilgili bilgi yoktur. Kur’anı
Kerim, Kâbe’nin yeryüzünde inşa edilen ilk mabed olduğunu şu ayeti ile açıklar
«Şüphesiz insanlara (mabed olarak) ilk kurulan ev, Mekke’de olandır (O) bereket
ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Onda açık deliller ve İbrâhim’in makamı
vardır. Ona giren güvene erer ».
İbni İshâk, Salih ve Hûd peygamberlerin
dışında bütün peygamberlerin Kâbe’yi ziyaret ettiklerini, Kâbe’nin Adem
aleyhisselâm tarafından inşa edildiğini, fakat Nuh Tufanı ile yıkıldığım beyan
eder.
Yüce Allah, Hz. İbrâhim'e Kâbe’nin
yerini bildirdiğini şu ayetle açıklamaktadır «Bir zamanlar İbrâhim’e beytin
yerini açıklamıştık. Buna hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, ayakta
duranlar, rüku ve secde edenler için evimi temizle dedik» . Ayet, hem Kâbe’nin
yerinin Hz. İbrâhim'e açıklandığını, hem de oranın temiz tutulması gerektiğini
açıklamaktadır. Kâbe'nin inşa edilişinin sebebi Bakara suresinde şöyle
açıklanmaktadır. «Biz beyti (Kâbe) insanlara toplantı ve güven yeri yaptık. Siz
de İbrâhim'in makamından bir namaz yeri edinin. Biz İbrâhim ve İsmâil’e Tavaf
edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için evimi temizleyin diye
emretmiştik» . İbni Kesir, «İbrâhim’in makamında namaz yeri edinin» emrinin,
«orada namaz kılın* manasına geldiğini, yoksa orayı mesh edin mapasına
gelmediğini ifade ediyor. Aynı .müfessir, «orayı temiz tutun» emrinden kasd
edilenin, buranın putlardan veya Allah'a şirk koşmaktan temizlenmesi olduğunu,
zira Hz. İbrâhim zamanında bir kısım insanların putlara taptıklarını ve şirk
koştuklarını bildirmektedir.
Filistin’den ilk gelişte yeri tesbit
edilen Kâbe'nin yapılması, İsmâil’in büyüyüp babasına yardım edecek çağa
geldiği zaman gerçekleşmiştir. İbrâhim, Kâbe'yi inşa etmek üzere Şam
Bölgesinden çıkıp Mekke’ye geldiğinde,
İsmâil'i Zemzem kuyusuna yakın bir
yerde bir ağacm altında okunu yontarken buldu. Ona, «Rabbım burada bana bir
bina yapmamı emretti, bu işte bana yardım edeceksin» dedi, İsmâil Ona, «Rabbım
sana ne emretmişse onu yap, ben de sana yardım edeceğim» dedi. İbrâhim Kâbe’nin
bulunduğu yeri göstererek «şuraya yapmamı emretti» dedi Ve İsmâil ile birlikte
Kâbe'nin duvarlarını çıkmaya başladılar. İbrâhim, İsmâil'le beraber evin
temellerini yükseltirken «Yarab bizden kabul et, şüphesiz sen bilen ve
işitensin» diye dua ediyorlardı. Kâbe duvarlarının yükseltilmesi esnasında vaki
olan hadiselerle ilgili olarak İslâm tarihi kaynaklarında çok mufassal bilgiler
vardır . Kâbe'nin inşasının tamamlanmasını müteakip, Allah İbrâhim'e, insanları
hacca çağırmasını emretmiştir. Bu konu, Kur’an’da şu şekilde haber
verilmektedir. «İnsanlar için haccı ilân et (Onları hacca çağır) gerek yaya,
gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler» . Allah'ın,
İbrâhim'e bu şekilde emretmesi üzerine İbrâhim aleyhisselâm «nasıl çağırayım
yarab» demiş, Allah da «lebbeyk Allahumme lebbeyk de» buyurmuştur. Bunun
üzerine İbrâhim, Yemen, Şam ve diğer yönlere dönerek insanları hacca, Allah’ın
emrettiği şekilde çağırmıştır. Çağrısına katıl ani arla beraber İbrâhim ve
İsmâil, ilk haccı ifa etmişlerdir .
Kâbe’nin bu şekilde inşası ve
arkasından hacca çağrı, halkın bu çağrıya icabet ederek İbrâhim'le beraber haccetmesi,
Hz. İbrâhim’in bir din tesis ettiğinin ve o dönemde o bölgede bulunanların Hz.
İbrâhim’in inancı üzerine olduklarının açık delilidir. Haniflik bahsinde bu
konuya daha geniş şekilde temas edeceğiz. Kâbe’nin inşasından sonra oranın
aldığı statüyü, Kur’anı Kerim kısaca açıklıyor «Kim oraya girerse emin olur» .
Hz. İbrâhim zamanında Mekke ve Kâbe, güvenli belde ve mekan olarak ilân
edilmiş, İslâmiyet de aynı prensibi benimseyerek bu geleneği sürdürmüştür.
İbrâhim aleyhisselâmın davetinden önce Mekke, diğer beldeler gibi helâl bir
belde idi, İbrâhim’in Kâbe’yi inşasından sonra savaş ve cidalin haram olduğu
bir belde haline gelmiştir. Abdullah b. Zeyd b. Asım dan rivayet edilen bir
Hadisi Şerif’e göre Resulullah «İbrâhim, Mekke’yi haram kıldı ve Ehli için dua
etti. Ben de İbrâhim’in. Mekke’yi haram kılması gibi Medine’yi haram kıldım.
Onun Mekke ehlini davet ettiği gibi ben de Medine ehlini davet ettim»
buyurmaktadır. «Kim oraya girerse emin olur» sözünün uygulamasını, İbni Abbas
şöyle açıklıyor. «Her hangi bir kimse Kâbe dışında bir suç işlerse, sonra
Kâbe'ye sığınırsa O orada emindir. Orada iken Ona hiçbir şey yapılmaz, fakat
Mekkeliler, Kâbe içinde bu suçlu İle konuşmazlar, ülfet etmezler, hiçbir şey
satmazlar, yemek ve su dahi vermezler, fakat o dışarı çıktığı an, had cezasını
uygularlardı . «Haram» kelimesi,' savaş, adam öldürme, kavga etme ve benzeri
şeylerin yasak oluşunu ifade eder, «emn» kelimesi de her türlü tehlike ve
kötülüklerden emin olma ma’nasına gelir. Yine İbni Abbas’dan rivayet edildiğine
göre, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem, Mekke'nin Fetih gününde «Semavat
ve arz yaratıldığından beri bu belde haramdır ve yine Allah’ın haram kılışı ile
kıyamet gününe kadar haram olacaktır. Benden önce hiç kimseye burada savaşmak
helâl, olmamıştır. Benim için de helâl değildir, ancak günden bir saat için
helâldir.» buyurmuştur Görüldüğü
üzere Islâm kaynaklarına göre, Mekke’de Kâbe’nin inşaasından sonra Hz. İbrâhim,
buraya hukukî bır statü sağlamış ve bir düzen, nizam tesis etmiştir. İbrâhim
aleyhisselâm, orada yaşayan insanları hacca çağırdığına ve bir kısmı insanlar
da onun davetine icabet etliğine göre, O dönemde İbrâhim’in dini o bölgede
yayılmıştır.
Pekçok tarihçinin belirttiği üzere
İsmâil'in Cürhümlüler'den kız alması ve Tevrat’ın belirttiği üzere 12çocuğunun
olması , Onun eski Araplarla karışmasını ve yeni bir Arap neslinin ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Tarihçiler, umumiyetle Arapları üç gruba
ayırmaktadırlar. 1 — Arab el-Baide, 2 — Arab el-Aribe, 3 —Arab el Müsta’rebe.
Birinci grup, kaybolan Araplar,
İkinci grup, yerli Araplar olup, üçüncü grup, aslı Arap değilken, yerli
Araplarla karışıp Araplaşanlardır. Bu üçüncü grubun babası olarak İsmâil
aleyhisselâm, gösterilmektedir.
Kâbe’nin inşasını müteakip İbrâhim,
Filistin’e dönmekle beraber, gene Mekke’ye geliyordu . İsmâil, Kâbe'nin
inşasında babasına yardımcı olduğu gibi, hak dini tebliğ hususunda da ona
yardım ediyordu. Allah'ın İbrâhim’e indirdiği sahîfeleri, babasının vefatından
sonra kavmine tebliğ ile memur olarak peygamberlik vazifesini sürdüren İsmâil’i, özellikle Mekkeli Araplar,
Tevrat'taki nakle ihtiyaç duymaksızın tanıyor, kendilerinin İsmâil soyundan
geldiklerini biliyorlardı.
İbrâhim'in Kâbe'yi inşasından sonra
Filistin'deki hayatından, İslâm kaynaklar fazla bahsetmezler. Tevrat ve diğer
Yahudi kaynakları, Onun oğlu İshâk’ı nasıl evlendirdiğini, yaptığı savaşları
çok geniş bir şekilde verirler. Gerek Yahudi kaynakları ve gerekse İslâm
kaynaklar», Sâre’nin ölümünden sonra Onun, Ketura
veya Kontura isimli bir kadınla evlendiğini ve çocuk sahibi olduğunu
naklederler. İbni Sa'd ve Taberi” gibi İslâm tarihçileri, Onun ayrıca Hacunî veya Hacur adında
bir kadınla daha evlendiğini ve Ondan da çocuk sahibi olduğunu rivayet
etmektedirler . Ölümünden önce Filistin’i İshâk'a, Mekke’yi İsmâil’e bırakan
İbrâhim, diğer çocuklarını doğuya doğru göndermiştir. İbni Sa'd a göre bu
çocuklar, «Ey babamız İshâk ile İsmâil’i yanında bırakıp bize vahşilere
gitmemizi mi emrettin?» deyince İbrâhim, Onlara «böyle yapmakla, emrolundum»
demiş, Onlara Allah’ın isimlerinden bir isim öğreterek gidecekleri yerlere
göndermişti. Hz. İbrâhim'in oğullarından bir kısmını Doğuda Horasan’a
gelmişler, Hazar Türkleri Onlarla karşılaşıp, Onların ne şekilde dua
ettiklerini duyunca «bunu öğreten kimsenin yer yüzünün en hayırlı insanı
veya melek olması gerekir» dediler. İbrâhim’in oğulları Hazarlar’ın
Melikine Hakan adını verdiler.
Tevrat, Sâre'nin Ölümünden sonra
İbrâhim’in, Ketura ile evlendiğini, ancak bütün mirasını İshâk’a bıraktığını ve
Ketura'nın çocuklarını doğuya gönderdiğini naklederken
,sözlü Yahudi rivayetleri, İbrâhim’in
bu çocuklara Sihir ilmini öğrettiğini belirtiyorlar. Hz. İbrâhim’in, İlâhi
görevin mirasçısı olarak tayin edildiğini, Onun çocuklarına, putlara
tapmamalarını, sihir, büyük gibi kötü şeylerle meşgul olmamalarını vasiyet
ettiğini söyleyen bu sözlü Yahudi rivayetleri, büyük bir tenakuza düşerek Onun.
Ketura'dan olma çocuklarına Sihir ilmini öğrettiğini bildirmektedirler.
Tevrat’a göre Hz. İbrâhim, 175
yaşında iken İslâm tarihi kaynaklarına
göre 200 yaşında iken Hebrun’da vefat
etmiştir. Taberi onun yaşadığı bölgeyi şöyle özetlemektedir. «Babilde doğdu,
oradan Şam’a göçtü, orada Sâre ile evlendi. Sonra Harran’a gitti, oradan
Ürdün'e gitti, oradan Mısır’a gitti, oradan tekrar Şam’a döndü. İliya ile
Filistin arasında Sebi denilen yere yerleşerek orada bir kuyu kazdı ve mescid
yaptı. Oradan Ramle ile İliya arasında bir yere yerleşti. Mekke'ye gitti, geri
döndü. Heb ran'da yaklaşık 200 yaşında iken öldü ve Sâre’nin gömülü olduğu
mezraya gömüldü .
Gerek Yahudi kaynakları, gerekse
İslâm kaynakları, Hz, İbrâhim’in ve diğer peygamberlerin kaç yıl yaşadıklarını
belirtirken bugüne göre iki hatta üç neslin ömrünün sığacağı kadar büyük bir
zaman vermektedirler. Adem’in, Nuh’un ve diğerlerinin ömürleri çok uzun
gösterilmektedir. L Woolley bu konuya da çok değişik bir şekilde bakıyor ve ilk
insandan itibaren bu güne kadar insan ömrünün hep aynı olduğunu, geçmişteki
yaşamış olan insanların ömrünün ancak bu günkü insanların ömrü kadar uzun
olabileceğini belirterek, Ur kazılarında çıkan belgelerde de insanların
ömürlerinin çok uzun olarak kaydedildiğini ifade ediyor ve buna sebeb olan
şeyleri iki noktada topluyor.
1 —
Bu çok uzun ömürlü insanların yaşadığına dair rivayetlerin menşei Sümerler’dir.
Mukaddes kitapların dayanağı da Sümer yazmalarıdır. Kazılarla ortaya çıkarılan
Sümer belgelerinde bu durum açıkça görülüyor. Ancak Sümerlerin Takvim
sistemleri [yıl ve ay kavramları), bu gün bizim bildiğimiz sistemlerden farklı
olduğundan, böyle bir durum ortaya çıkmış olmalıdır. Sümerlerin astronomik hesaplarının farklılığını veya Sümer
sayı sisteminin değişikliğini kavrayamayan Kitabı Mukaddes yazarlarının, Sümer
yazmalarındaki tarihleri olduğu gibi yazmalarından böyle bir durum ortaya
çıkmış olmalıdır. Yazara göre,
İbraniler, Sümer krallarının arşivlerine bakarak bazı şeyleri oradan kopya
etmişlerdir. Bu kopya esnasındaki yanlış anlama dolayısı ile bu durum ortaya
çıkmıştır.
2 — Yahut, aynı ismi taşıyan iki hatta daha fazla insanın
bir insan zannedilerek o günkü şartlar içinde tek şahıs olarak kaydedilmesi, bu
yanlış anlamanın teme! sebebini teşkil eder. Tarihde ve bugün bile doğan pekçok
çocuğa dedenin adını vermek adettir. Meselâ Tevrat’ta İbrâhim’in, hem dedesinin
adı, hem de kardeşinin adı Nahor’dur, XX. yüzyılda da durum, hemen hemen
aynıdır. Araplarda da bazı krallar kendi babaları yerine, dedelerinin adı ile
anılmaktadırlar, meselâ 1949 yılındaki Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz, İbni
Suud adı ile anılıyordu. Halbuki onun babasının adı Abdurrahman’dır, adını
taşıdığı Suud ise, 1724 yılında ölmüştür. Yine İsa aleyhisselâm, kendinden
asırlarca önce yaşamış olan Davud’un ismi ile «Davud oğlu İsa» şeklinde
anılmaktadır. İşte aynı adı taşıyan dedelerle torunların hayatı birleştirilerek
tek şahıs haline getirilmiş olabilir. Unvanı veren en büyük dedenin lakabını taşıyan
kimseler, aşırların geçmesi ile bu ata ile aynileştirilmiş olabilir. İbrâhim’in 175 yıl
yaşamış olmasının rivayet edilmesinde de durum aynı olabilir. Aynı adı, Abram
adını taşıyan baba-oğul, hatta dede-torun, zamanla bir kişi sanılarak
kayıtlara. böyle geçmiş olabilir. Tevrat'taki isim değişikliği olayı da bununla alakalı
olabilir. Başlangıçta isim, Abram iken sonradan Abraham haline geliyor. Abram
ile Abraham iki ayrı şahıs olup, bunlar birbiri ile karıştırıldığından bir
şahıs zannedilmiş olabilir.
Bize göre Woolley’in gösterdiği
birinci sebeb, akla daha uygun görünüyor. Gerçekten o dönemdeki Sümer
rakamlarının iyi anlaşılamaması sonucu, daha sonra Sümer belgelerinden kopya
yapanlar böyle bir hataya düşmüş olabilirler. Astronomik hesaplamaların farklılığı
mantıklı bir izah tarzı olarak görülüyor.
Kur’anı Kerim, İbrâhim
aleyhisselâmi, iyi ahlâk örneği olarak göstermekte ve onun Allah tarafından
dost ittihaz edildiğini haber vermektedir. Aynî şekilde Yahudi kaynaklarda da Onun,
Allah tarafından dost ittihaz edildiği zikredilmektedir. Kur’anı Kerim, Onun
esas olarak putperestliğe karşı gelişini ele almakta ve örnek göstermekte, onun
müşriklerden olmadığını, aksine Hanif ve Müslim olduğunu bildirmektedir .
Kuran, Onun Lût kavmini helake giden meleklere ziyafet verdiğini, Onlar’a bir
buzağı kestiğini haber verdiği gibi, diğer İslâmî eserler, Onu, ziyafet
verenlerin babası olarak takdim etmektedirler. Lût kavmine giden meleklere
verilen ziyafet Tevrat’ta, kaç ölçek ve hangi çeşit un’un kullanıldığına
varıncaya kadar teferruatlı bir şekilde anlatılmakta, Kur'an'da, gelenlerin
yemeğe ellerini sürmedikleri, O yüzden, İbrâhim’in onlardan korktuğu
bildirildiği halde Ekmekli, ayranli, sütlü ve buzağıIı sofraya meleklerin
oturup yemek yedikleri ifade edilmektetedir. Kur’an’da Onun Allah’a
itaatkarlığı, verilen nimetlere karşı şükretmesi, çok vefalı oluşu, daima
Allah’a yalvaran, içli ve yumuşak huylu, halim
bir insan olduğu beyan edilmektedir. Ayrıca, tefsir ve tarih
kitaplarında; Kur’anı Kerim’deki Tevbe Suresi 112. ayette geçen on vasıf, Ahzab
Suresi 35. ayette geçen on sıfat, Müminûn Suresi 1. ayetten 10. ayete kadar
geçen on sıfat ve Mearic Suresi 23. ayetten 34. ayete kadar geçen on sıfatın,
İbrâhim aleyhisselâma ait vasıflar olduğu zikredilmektedir. İslâmî rivayetlere
göre O, Allah kendisini dost ittihaz edince, elindeki bütün köleleri Allah’ın
bur lutfuna karşı azad etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm, bir gün Allah’tan hayır
isteyince saçlarının üçte biri ağarmıştır.' Saçlarının ağarmasına karşılık «bu
nedir yarabbi» diye sorunca Allah, «bu, dünyada ibret, ahirette ise nur’dur»
diye cevap verdi. Bunun üzerine O, «yarab bunu arttır» diye dua etti . Hz.
Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem, «her peygamberin bir vasisi vardır benim
vasim, İbrâhim aleyhisselâmdır» buyurmuştur
Yahudi rivayetlerde İbrâhim'in
birçok iyi vasıfları anlatılır. Daha önce zikrettiğimiz gibi dört yolun
kesiştiği yerde bir ev yapıp orada yolculara ikramda bulunması, onun şefkat ve
merhamet sahibi oluşu, alçak gönüllü oluşu, Tanrının va'dine inanışı, cesâret,
sadakat ve dürüstlüğü, takvası, tanrının emirlerini yerine getirme hususundaki
azmi ve en önemlisi tevhid inancını yayma hususundaki gayretleri Tevrat ve
sözlü rivayetlerde geniş olarak anlatılır . Yahudi kaynaklar Onu yazının mucidi
olarak gördükleri gibi, astronomi ve matematik alanında da Onun çok bilgili
olduğunu, ayrıca Sihir ilmini ve diğer gizli ilimleri bildiğini rivayet
ederler. Ona nisbet edilen vahiy kitabında, Onun miraç ettiği, Tanrının orada
Ona, hayatın bütün gizliliklerini gösterdiği, orada hukukun bütün
gizliliklerini öğrendiği yazılıdır. İncillerde sık sık rastladığımız İsa’nın
hastalan iyileştirmesi olaylarına benzer hadiselere Hz. İbrâhim hakkında da
rast gelmekteyiz. Sözlü rivayetlerde O, hastalarını iyileştiren bir kimse
olduğu gibi, ziraat alanında bir kaşiftir. O dönemde tarlaya ekilen
tohumların ve mahsülün haşerattan nasıl korunacağını çiftçilere o öğretmişti,
Tanrının meleği ona, vahiy dili olan İbraniceyi öğretmiştir. O, bu dil ile eski
milleterin bütün gizli kitaplarının sırlarını ve şifrelerini çözmüştür.
Keldanilerin, matematik ve astronomi bilgilerini Mısır'a taşıyan da odur.
Mısır’da bilginlerle pekçok mücadelelere girişmiş onları susturmuş ve pek
çoğunun hayranlığını kazanmıştır. İbrâhim, Kenan diyarına gittiğinde, orada
bulunan bütün ayin ve merasimleri gözlemiş, örf ve adetleri tedkik etmiştir.
Yahudi kaynaklarda, İbrâhim'in zamanına kadar Tanrının sadece göğün tanrısı
kabul edildiği halde, Onun gelişi ile birlikte tanrının, hem yerin, hem de
göğün Tanrısı olarak kabul edilmeye başlandığı görüşü vardır.
İbni Meymun, İbrahih aleyhisselâma
gelen vahyin, uykuda rüya halinde geldiğini, eserinin pek çok yerinde
zikrettiği gibi, Onun, Allah’ın emirlerine itaatinin korkudan değil, Allah
sevgisinden kaynaklandığını söylüyor ve oğlu İshâk’ı kurban ederken, bunu sevap
umarak veya cezadan kurtulmak için değil, Allah sevgisinden yaptığını söylüyor İshâk’ın yerine İsmâil’i koymak
kaydı ile, İbni Meymun’un görüşünün, İslâmi görüşe uygun olduğunu söylemek
mümkündür. Çünkü Kur’an'da İbrâhim, oğluna, «ey oğulcağızım, ben seni
uykumda keser görüyorum» ifadesi vardır,
Yahudi kaynaklarda Hz. İbrâhim’in
iyi vasıflarının yanısıra, Onun kabahatleri de anlatılır. Meselâ Tanrı ona bir
çocuğunun olacağını müjdelediği zaman, şüpheye düşmüş ve bunun doğru olup
olmadığını yıldızlarla müzakere etmiştir. Bunun üzerine Tanrı tarafından ikaz
edilmiş ve azarlanmıştır . Yine yeni
yılın ilk ayında, Tişri ayının başlangıcında, mahsulünün verimliliğini
öğrenmek üzere İbrâhim aleyhisselâm, yıldızlara bakmış ve onlara danışmıştır.
Bu sırada Tanrıdan vahiy gelerek yıldızlara bakarak gelecek hakkında hüküm
vermenin doğru olmadığı ona bildirilmiştir. Sözlü Yahudi rivayetleri, İsmâil’in
evden çıkarılmasını, Ishak’ı korumak amacı ile alınmış bir tedbir olarak
gösteriyorlar. Onlara göre İbrâhim, esas soyunu İshâk'la sürdürecektir, bu
yüzden Ö’nu Kenanlı bir kızla dahî evlendirmemiş, kölesini kendi ülkesine
göndererek Ona, kardeşinin kızı: Rebeka’yı almıştır. Hz. İbrâhim, bu
rivayetlere göre Yahudilikçe benimsenen 613 emri yerine getirdiği gibi, düzenli
olarak sabah ibadetlerini yapmıştır. Ayrıca Onun miracı esnasında bir melek
gelerek Ona dua öğretmiş, bu Miraçta O, "Tanrı ile kainatın kaderi
konusunda konuşmalar yapmıştır ..
İslâmî kaynaklara göre, Onun
yaratıcısını bulma hususunda Yıldız, Ay ve Güneş’i gözetlemesi, fakat kısa
aralıklarla onların ilâh olmadığını anlaması olayı; Mısır’da Firavun’un
adamları ile karşılaşıp, karısının kim olduğu sorulduğunda, Onun için (din
kardeşi anlamında) «kardeşim» demesi; kavmi putlara kurban kesmeye giderken
«hastayım» deyip oraya gitmemesi; putları kırdıktan sonra bunu kimin yaptığını
sormaları üzerine en büyük putun yaptığını söylemesi ; Allah'tan ölüleri nasıl
dirilttiğini sorması, Allah’ın Ona, «inanmadın mı?» diyerek soru sorması
üzerine «hayır inandım ama kalbimin mutmain olması için soruyorum» mealinde
cevap vermesi , Müşrik babası için Allah'a dua etmesi ve Lût kavminin helâkine memur meleklere,
Lût’un kurtuluşu hususundaki endişelerini dile getirişi hadiseleri, vaki olmuştur. Ancak bunlar
gerçek kusur değildir.
Hz. İbrâhim'in, hayatî boyunca
güttüğü en büyük hedef, putperestlerle mücadele ve Allah'ın birliğini ispat
etmektir. Ona vahyin geldiğini, Yahudi ve İslâm kaynakları ittifakla kabul
ederler, İslâmî kaynaklar, Onun tebliğ ettiği bir dinin mevcut olduğunu, daha
önceki peygamberlerle irtibatlı olmasına rağmen, tebliğ ettiği inancın ve tesis
ettiği dinî sistemin (İslâmiyet, Yahudilik Nasranilik gibi) özel bir adının
olduğunu, İbrâhim’in tebliğ ettiği dinin adinin Haniflik olduğunu söyler.
Kur’an’da, Hanif kelimesinin geçtiği ayetlerin ve Hadisi Şeriflerin
incelenmesinden, bu açıkça. anlaşılır. Bütün İslâm tarihçileri hep «Dinu’I
Hanifiyyeti» tabirini kullanmaktadırlar. Hatta pekçok müfessir, Bakara süresi
140. ayette «Onun katıpda, Allah’dan şehadeti gizleyenden daha zalim kim
olabilir?» ifadesini tefsir ederken, burada gizlenen şehadetle maksadın
Haniflik hakkındaki şehadet olduğunu., Yahudi ve Hnstiyanların, Hz. İbrâhim’e
gönderilen Haniflik dinini bildikleri halde bu ismi kitaplarından çıkararak
sakladıklarını, bu ayetle Allah’ın bunlara işaret ettiğini ifade etmektedirler
. Tevrat İbrâhim’i, daha ziyade bir ata olarak takdim eder. Kabile başkanı,
hatta savaşçı bir ced. Bu kitap Onun yaptığı şeylerden, dinî mahiyet taşjyan
bazı noktaları bildirmekle beraber, Onu tam müstakil bir din kurmuş olarak
göstermiyor,
İslâm kültür muhitinde yetişmiş olan
ünlü Yahudi filozofu ibni Meymun, İbrâhim’i, insanlara aklî deliller gösteren,
onlara güzel sözlerle hitap edip, putperestlikten vaz geçmelerini sağlayan bir
kimse olarak kabul etmekte ve onun hiçbir zaman ortaya çıkıp asla «Tanrı beni
size gönderdi. O şöyle emretti, şöyle yasakladı» demediğini, hatla sünnetle
emrolunduğu zaman, kendisi ile beraber sadece köle ve çocuklarını sünnet
ettiğini; halkı, bir peygamberin davet ettiği tarzda sünnet olmaya davet
etmediğini söylemektedir . Bu filozofa göre İbrâhim, sadece aklî delilerle
Allah’ın birliğini bulan vahiy alsa bile, bir vahiy tebliğcisi olarak halkın
karşısına çıkmayan bir kimsedir.
Bazı müsteşrikler, İbrâhim’in
getirdiği ve tebliğ ettiği inancı, Yahudilikle eşdeğer tutup, ona İbrâhim’in
Yahudiliği gibi bir isim takmaya çalışmaktadırlar. Bunlar aynı zamanda İslâmiyetin
pek çok şeyi Yahudilikten aldığını, Hz. Muhammed’in Medine’de Yahudilerle
mücadeleye başlamasından sonra, Onun, Musa'nın Yahudiliğini redderek İbrâhim’e
dayanmaya çalıştığını ve dolayısı ile Musa’nın Yahudiliğinden, İbrâhim’in
Yahudîliğine sığındığını iddia etmektedirler . Gerçekten aynı iddialar, Hz.
Muhammed zamanında da mevcuttu. Hem o zaman bu iddiayı sadece Yahudiler değil,
Hrıstiyanlar da ileri sürüyor, İbrâhim’in Yahudi veya Nasrani olduğunu iddia
ediyorlardı. Kur’an, bu iddialara o zaman «İbrâhim
Yahudi veya Nasrani değildi, O hanif ve müslimdi» diyerek cevap verdiği gibi, putperestlerin dahi
Ona sahip çıkmaya çalışmaları üzerine, aynı ayetin devamında «O, müşriklerden
de değildi» diyerek nihaî cevabı vermiş ve bu münakaşanın yersizliğini, Onun
neden Yahudi veya Nasrani olamayacağını da şu şekilde açıklamıştır. «Ey ehli
kitabi neden İbrahim hakkında tartışıyorsunuz?, Halbuki Tevrat ve İncil, ondan
sonra İnzal edilmiştir» Yahudilik,
Yakub’un oğlu Yehuda ya nisbetle ondan ve kardeşlerinden türeyen İsrail
oğulları ırkına ve sonra onların inancına verilen bir isim olduğuna göre,
İbrâhim’e, kendi torununun oğlunun ismi, ile anılan bir dini izafe etmenin, ne
kadar gayri mantiki olduğunu söylemeye gerek yoktur. Tevrat’la açıklanan dinin
adına Yahudilik denilmesi, noktai nazarından bu daha da mantıksız olur. Kuranı
Kerim, bu hususu İşaret ederek Tevrat ve İncil’in İbrâhim'den çok sonra nazil
olduğunu açıklamaktadır. Böyle olunca ortada Musa’nın Yahudiliğî varken
İbrâhim’in inancına Yahudilik demek mümkün değildir. Yahudiler’de genel
kanaat, O, vahiy alan bir atadır, ama Yahudilik’ten ayrı bir din tebliğ
etmemiştir, hatta onun peygamherane davranışları pek yoktur.
Hz. İbrâhim’in hayatının geniş bir
şekilde araştırılması sonunda, Onun yaptıklarının, peygamberlikle
görevlendirilmeyen bir kimse tarafından başarılmasının mümkün olmadığı ortaya
çıkar. İslâmiyet, Onu bir dinin, Haniflik dininin tebliğcisi olarak kabul eder.
Bu bakımdan Hanifliğin ne olduğu konusunu iyice tedkîk etmek gerekir.
Hanifliğin ne olduğunu, bir din olup olmadığını daha iyi anlamak için, o inancı
tebliğ eden İbrâhim aleyhisselâmıin, hangi ortamda yetiştiğini, onun
dönemindeki insanların, İnancının ne olduğunu, iyice araştırmak gerekir.
Araştırmamızın birinci bölümünde,
Hz. İbrâhim’in tarihî bir şahsiyet olduğunu, İslâm, Hristiyan ve Yahudi
kaynakların yanı sıra, tarihî belgelere de dayanarak teshil etmiş bulunuyoruz.
Tevrat ve İnciller, daha ziyade Hz. İbrâhim’i soy yönünden ele alıp, Onun
şeceresini verirken, Kur’anı Kerim, O nu inanç yönünden ele almakta ve kavmi
ile yaptığı mücadeleleri ibret için anlatmaktadır.
Tevrat ve Kur’an’da, Hz. İbrâhim
hakkında verilen bilgilerde bazı noktalarda benzerlikler olmasına rağmen, bu
iki kitapta anlatılanlar arasında köklü farklılıklar vardır.
Tevrat’ta, Hz. İbrahim
aleyhisselâmın hayatı uzun uzadıya anlatılmakta ve Onun hakkında çelişkili ve
tutarsız birçok bilgi verilmektedir. Bu kitapta Hz, İbrâhim'in Ur'dan. çıkıp
Kenan diyarına, Harran’a gittiği anlatıldıktan sonra,. Harran’dan Kenan,
diyarına gittiği söylenmekte, Harran’ın, birinci ifadede Kenan diyarı olduğu,
ikinci ifadede ise Kenan diyarı olmadığı anlamı çıkmaktadır. Yine bir yerde
Sâre’nin, Hz. İbrâhim’in yeğeni, bir başka yerde ise üvey kızkardeşi olduğu
yazilıdır. Ayrıca bu kitapta, Hz. İbrâhim'i Nemrud’un ateşinden kurtarmak için,
Tanrı’nın gökten yere inerek Ona, «seni Kaldelilerin ateşinden kurtaran
Tanrı benim» dediği yazılıdır. Halbuki Kaideliler, Hz. İbrâhim’den en az
dokuz yüzyıl sonra tarih sahnesine çıkmışlardır. Kur’an’da Hz. İbrâhim hakkında
bu tür hiçbir tenakuza rastlanmaz. Kur’an,' sadece Onun tevhid İnancmı tebliğ
edişi ile ilgilenir, bunun. dışında, tarihî. bir bilgi vermez.
Kur’anı Kerim ve diğer İslâm
kaynaklarına göre Hz. İbrâhim, Nemrud'un ülkesinde dünyaya gelmiştir. Onun
yaşadığı çağda, Nemrud'un ülkesinde koyu bir putperestlik mevcuttu. Hz,
İbrâhim, bu putperestlikle mücadele etmiş, başta kendi babası Azer.ve ülkesinin
kralı Nemrud olmak üzere, putperestleri Allah’ın birliğine inanmaya davet
etmiştir. Bu mücadele neticesinde Nemrud, son çare olarak Onu ateşe atmıştır.
Bu ateşten kurtulan Hz. İbrâhim, önce Harran’a, oradan da Kenan diyarına göç
etmiştir. Uzun süre evlat sahibi olamayan Hz. İbrâhim, Allah’tan bir çocuk
istemiş, Allah da Ona önce İsmâil’i, sonra İshâk'ı vermiştir. Bundan sonra,
Allah, imtihan kasdı İle ilk çocuğunu kurban etmesini Ondan istemiş, Hz.
İbrâhim, çocuğunu kurban etmeye teşebbüs ederek, bu imtihanı başarı ile
vermiştir.
İki karısı arasında, çocuklar
yüzünden çıkan geçimsizlik sonucu, Sâre’nin isteği üzerine Hz. İbrâhim, Hâcer
Ve İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kâbe çevresine yerleştirmiştir. Hz. İsmâil’in, Ona yardım
edebilecek kadar büyümesinden sonra Hz. İbrâhim, orada Kâbe’yi İnşa ederek,
oranın halkını hacca çağırmış ve Onİarla birlikte hac görevini ifa etmiştir,
Hz. İbrâhim, Musa ve İsa
aleyhisselâmdan önce yaşamış bir peygamber olarak, doğduğu Sümer ülkesinde,
Harran’da, Kenan diyarında, Mısır’da ve Hicaz’da hep tevhid inancını yaymaya
çalışmıştır. O, hayatı boyunca Alla’ın birliğini tebliğ etmiş; insanlardan,
putlara tapmamalarını istemiştir. Tarihî kaynaklarda kesin belgeler
bulunmamakla beraber, Onun inancının Acem ülkesine, Türkistan'a, Hindistan’a ve
dünyanın daha pek çok yerine yayılmış olduğunu söylemek mümkündür. İslâm ve
Yahudi kaynaklarda, Onun bir inancı yaymaya çalıştığı açıkça belirtildiğine
göre, bu inancın özel bir adınm olması gerekir. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarda
bu inanca özel bir isim verilmemekle beraber, İslâm kaynaklarında bu inancın
adı, HANİFLİK olarak geçmektedir.
Daha Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi
ve sellem hayatta iken, bazı Yahudi ve Hrıstiyanlar, Hz. İbrâhim’in dininin
adının Yahudilik veya Hnstiyanlık olduğunu iddia etmişlerdi. XX. yüzyılda da
Wensinck gibi bazı müsteşrikler, Onun tebliğ ettiği inanç için «İbrâhim’in
Yahudiliği» tabirini kullanmaktadırlar. Kurân-ı Kerim, Hz. İbrâhim’in, Tevrat
ve İncil nazil olmadan önce, kendi inancını tebliğ ettiğini söylemek sureti
ile, bu iddianın temelden yanlış olduğunu ilân etmektedir.
Araştırmamızın İkinci bölümünde, Hz.
İbrâhim'in tebliğ etmiş olduğu inancın adının, İslâm kaynaklarında, HANİFLİK
olduğunu tesbit ediyoruz. Bu bölümde, müsteşrikler tarafından ortaya atılan iki
iddianın mevcut olduğunu görüyoruz. Snouck ve benzerleri tarafından ortaya
atılan birinci iddiaya göre; Haniflik tabiri, İbrâhim, İsmâil ve Kâbe
kıssaları, Mekkî ayetlerde geçmemektedir. Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve
sellem bunları, Medineli veya Mekkeli Yahudi ve Hnstiyan muallimlerinden
öğrenmiş; Medine'ye göç edip, Yahudilerle arası açıldıktan sonra, daha önce
öğrendiği bu bilgilere dayanarak Haolflsk ismini, Kâbe’nin İbrâhim ve İsmâil
tarafından inşa edildiğini ortaya atmıştır. Yapmış olduğumuz inceleme sonunda,
hiçbir Yahudi ve Hnstiyan kaynakta, Hz. İbrâhim'in dininin adınm Haniflik
olduğu şeklinde bir kayda rast gelmedik. Ayrıca bu kaynaklar (özellikle Tevrat), Hz. İbrâhim’in gittiği
yerlere mabedler yapmadığını, sadece mezbahlar yaptığını bildirmektedirler. Hz.
İbrâhim'in inancının adının Haniflik olduğunu kabul etmeyen ve Kâbe'nin inşası
olayını kökten inkâr eden bu Yahudi ve Hnstiyan muallimler, nasıl oluyor da bu
inkâr ettikleri şeyleri Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve selleme öğretmiş oluyorlar?
Bu fikir kökten yanlıştır.
Canon Sell ve benzerleri; yukardaki
iddianın tamamen aksine ikinci bir iddia ileri sürmektedirler. Onlara göre Hz.
Muhammed, Hanifik ismini, İbrâhim ve İsmâil tarafından Kâbe’nin inşası
kıssasını ve İslâm’ın temel hükümlerini; son haniflerden öğrenmiştir. Son
hanifler Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem, siyasî ve dinî bir lider
olarak yetiştirmiş ve Onun dininin esaslarını planlamışlardır. Bu iddia da
mesnedden mahrumdur. çünkü Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem, son
haniflerden yaşça daha küçüktür ve ümmîdir. Snouck’un itiraf ettiği gibi, en
azından nübüyvetten önceki dönemde yabancı dil bilmediği açıktır. Son
haniflerin büyük bir kısmı, şair veya hatip idiler. Arapça okuma yazmanın
yanısıra, İbranîce ve Süryanîce başta olmak üzere, yabancı dil biliyorlardı.
Onlar, HanifIiğin esaslarını aramak üzere bir çok seyahatler yapmışlardı.
Bilgili ve kültürlü kişiler olarak bu son hanifler, neden yaşça kendilerinden
daha küçük, ümmî bir yetime tabi olmuş olsunlar? Eğer Onlar Hz. Muhammed
salla’llâhu aleyhi ve sellemi eğitmiş iseler, bir kısmı, Onun peygamberliğine
yetiştiği halde, neden Onun dinine girmedi, hatta Ona muhalif olarak kaldı veya
Hrıstiyanlığa girdi? Bu iddianın da hiçbir mesnedi ve mantıkî yanı yoktur.
Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve
sellem, Kâbe kıssası ve Haniflik tabiri başta olmak üzere bütün bilgileri, ne
Yahudi ve Hristiyan muallimlerden, ne de son haniflerden öğrenmiştir. İslâmî
inanca göre bu, vahye dayalı bir olaydır. Müsteşriklerin ortaya attığı
iddialar, bu gerçeğin aksini ispat edememektedir. Onların ortaya attığı
iddalar, ancak birbirini nakzetmektedir. .
İslâm kaynaklarının hepsinde, Hz.
İbrâhim'in tebliğ ettiği dinin adı açıkça HANİFLİK olarak geçmektedir. Hanîflik
dininin iman, ibadet ve ahlâk esasları da bu kaynaklarda açıkça yer almaktadır.
Kur’an, Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi inşa ettiğini, insanları hacca çağırarak,
Oniarla birlikte haccettiğini, kurban kestiğini bildirmekte, Hadisler, Onun
günde beş vakit namaz kıldığını, Ona namazın nasıl kılınacağını ve hac
esnasında öğle ile ikindinin, akşam ile yatsının nasıl birleştirilerek
kılınacağını, Cebrail’in öğrettiğini haber vermektedirler.
Araştırmamızın sonunda ulaştığımız
sonucu şu şekilde özetleyebiliriz : Hz. İbrâhim, kendinden önce gelen peygamberlerin
inancı ile irtibatlı olmasına rağmen, müstakil bir din tebliğ etmiştir. Bu
dinin adı, HÂNİFLİK’dir. Haniflik dininin esaslarını, İslâm kaynaklarından
tesbit etme imkânı mevcuttur.
Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Şaban Kuzgun, Hz. İbrâhim ve
Haniflik, Birinci Baskı : 1985,, Kayseri
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar