DİNLER HAKKINDA ÖZET BİLGİLER
İslam öncesi Kültür, Din ve Tanrı
anlayışları hakkında bilgi vermeden önce insanın varoluşu, değişik toplumların
Tanrı kavramları, ilk inançlar ve günümüzde yaşayan başlıca dinler hakkında
Özet bilgiler
İnsanın varoluşu (ya da ilk oluşumu)
konusunda Tevrat, Kur’an, Mu ve Atlantis Teorileri ve bilimsel bakış açılarına
göre kısa bilgiler:
1- Tevrat’a
Göre: İnsanın
yaratılışı ve Tufanla ilgili olarak Tevrat’ta verilen bilgilerle Sümer
efsanelerindeki bilgiler arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır.
Tevrat'ın başında dünyanın ve Adem’in
yaratılışı anlatılır. Allah, topraktan kendi suretinde Adem’i yapar ve burnuna
hayat nefesinden üfler. Onun kaburgasından da Havva’yı yaratır ve onları
cennete koyar. Adem ve Havva, Allah’ın kendilerine yasakladığı meyvayı
yedikleri için cennetten kovulup dünyaya atılarak cezalandırılırlar. Onlardan
türeyen insanlar da Allah’ın emirlerine uymadıklarından Nuh Tufanı ile toptan
cezalandırılırlar. İnanmayan büyük çoğunluk ölür, inanan küçük azınlık kalır.
Burada dikkati çeken durum, Adem’den
türeyen insanların dışında dünyada iki tür insanın daha var olduğunun
bildirilmesidir. Fakat bunlar hakkında yeterli bilgi verilmemektedir. Bu üç
insan türü şunlardır:
1- Adem
ve Havva’dan türeyen insanlar
2- Allah’
Oğulları
3- Nefilimler
Tevrat’ta bununla ilgili ayetler
şunlardır:
“Toprağın yüzü üzerinde insanlar
çoğalmaya başladı ve onların kızları doğduğu zaman, Allah’ Oğulları, Adem
kızlarının güzel olduklarım gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine
aldılar Kızlar onlara çocuklar doğurdular. O günlerde, hem de ondan sonra
yeryüzünde Nefilim vardı: (İri adamlar). Bunlar eski zamandan zorbalar ve
şöhretli adamlardı.” (Tekvin, 611-4)
Tevrat, insanın varoluşu konusuna
açıldık getirmemektedir.
Kimi yorumcular, “Allah’ın Oğullarının
uzaydan, başka planetten gelen varlıklar (insanlar) olduğu tezini ileri
sürmektedir, fakat bu tez, bilinmeyeni yine bir bilinmeyenle açıklama anlamına
geldiğinden kabule değer görünmemektedir.
Büyük Ceza, Nuh Tufanı: Yukarıda
açıklandığı gibi Adem neslinden memnun kalmayan Allah, gazaba gelir, Nuh Tufanı
ile o kuşağı yok ederek yeni bir kuşak türetir. Tevrat’taki ilgili ayetler:
“Ve Rab, yeryüzünde adamı yaptığına
pişman oldu... ve Rab dedi: Yarattığım adamı ve hayvanları, sürünenleri ve
göklerin kuşlarını toprağın yüzü üzerinden süreceğim.” (Tekvin, 616-7)
Kitaba göre Nuh Tufanı’ndan sonra
insanlar, Nuh'un üç oğlundan yeniden türerler. Bu üç oğuldan türeyenler
şunlardır:
1- Yafet
(Yafes)’ten türeyenler: Beyaz ırk (Kafkas Irkı), Kimmerler, İskitler, Medler,
İyonyalılar, İberyalılar, Togormanlar... (Çerkesler ve Türkler Yafet’ten gelme
sayılıyor.)
2- Ham'dan
türeyenler: Elamlar, Astırlar, Babiller, Ermeniler, Doğu Afrikalüar,
Kenardılar...
3- Sam'dan
türeyenler: Araplar, Yahudiler, Keldaniler, Mısırlılar, Libyalılar,
Etopyalılar, Faslılar...
Görüldüğü gibi burada, çoğunlukla orta
ve yakın doğu halkları sayılmakta, Moğollardan, Çinlilerden, Japonlardan (San
ırktan) ve zencilerden söz edilmemektedir. Yani Tevrat’ın konusu, tüm dünya
insanları değil, belli bölgelerin insanları oluyor.
(Tevrat’ta Âdem’den
itibaren, onun soyundan gelen peygamberlerin ne kadar yaşadıkları yazılıdır.
Bunlar hesaplandığında görülür ki Adem’in yaratılışı 15 bin yıldan öteye
gitmemektedir, oysa bilimsel veriler insanın dünyada varoluşunu milyonlarca yıl
eskilere götürüyor. Antropolojiye göre ateşin bulunuşu, yaklaşık 500 bin yıl
öncedir. Eğer bu bilimsel veriler doğruysa Tevrat’taki bilgiler yanlış
demektir.)
Kur’an’da Tevrat’ın tastik edildiği
sık sık tekrarlanmaktadır, İnsanın yaratılışı konusunda, Tevrat’tan farklı
olarak, zaman belirlenimi yoktur. İlgili ayetlere bakalım:
“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin
anılan bir şey olmadığı bir süre geçmedi mi?” (76/1) —Buradan, bilimsel
teorilere uygunluk halinde, insanın henüz insanlaşmadan önce uzun ilkel
dönemler geçirdiği anlamı çıkmaktadır.—
“Allah, ey İblis iki elimle
yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi, yoksa
yücelerden misin? dedi. İblis, ben
ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu çamurdan yarattın, dedi.” (38/75-76)
—Buradaki, iki elimle yarattım, anlatımının anlamıyla ilgili bir bilgiye sahip
değiliz.—
“Allah’ insanı, pişmiş çamura benzeyen
(kerpiçe) bir balçıktan yarattı.” (55/14)
“O, her an yaratma halindedir.”
(55/29,1 —Tasavvufun dayandığı ayetlerden biri— “Ölüden diri, diriden ölü
çıkarır." (6/95)
“İlk başta insanı çamurdan
yaratmıştır, sonra onun suyunu dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra
onu tanılayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir.” (32/7-8) —Tevrat’ta
nefesinden üfledi, burada ise ruhundan üfledi denilmekte.—
“Allah, her hayvanı, özel bir sudan
yarattı.” (24/45), Fikri Yavuz Çevirisi
“Allah’ sizi yerden, ot (bitki)
bitirir gibi bitirmişti.” Diyanet Vakfı (71/17)
“Hayatı olan herşeyi sudan yarattık.”
(21130)
“Ey insanlar, sizi bir tek şahıstan
—Adem’den— yaratan, o şahıstan da eşini—Havva'yı— vücuda getiren, ikisinden de
birçok erkekle kadınlar üreten Rabbinizden korkun.” (4/1)
“Biz bir şeyi dilediğimiz zaman
sözümüz sadece şöyle demektir, ‘ol’. O da hemen oluverir.” (16/40,19/35)
Bu teorilere göre bir zamanlar Büyük
Okyanus’ta (Pasifik) Mu Kıt’ası, Atlas Okyanusu’nda (Atlantik) Atlantis Kıt’ası
vardı, ve buralarda yaşayan insanlar, teknik ve uygarlık bakımından bugünün
insanlarından bile daha İleriydiler. Aralıklı büyük depremler yüzünden 10-12
bin yıl önce battılar. Batmadan önce iç “savaşlar nedeniyle düzen bozulmuş ve
uygarlık gerilemişti. Bu iki kıt’a ile ilgili özet bilgi şöyledir:
Mu Kıt'ası: 1883’te Tibet’e giderek
bir tapmağı ziyaret eden tanınmış Mu araştırmacısı İngiliz James Churchward, Mu
hakkındaki ilk bilgileri, bu tapınağın arşivinden edindiğini söyler. Tabletler,
ancak rahiplerin bildiği ölü bir dil olan Naga dilinde yazılmıştır J.
Churchward, rahipten iki yılda bu dili öğrenerek tabletleri çözmüş, sonra Mu
uygarlığını ortaya çıkarmak için elli yıl sürecek olan araştırma gezilerine
çıkmış. Pasifik Adaları, Birmanya, Orta Asya, Sibirya, Mısır, Avustralya ve
Orta Amerika’yı gezerek bilgi ve belgeler toplamıştır.
Amerikalı Jeolog William Niven de
1921-23 yıllarında Meksika’da Mu ile ilgili bilgiler içeren 2600’den fazla
belge ortaya çıkarmıştır.
Araştırmacıların Mu Kıt'ası hakkında
verdikleri bilgileri şöyle Özetleyebiliriz:
J. Churchward’a göre, günümüze kadar
gelen birçok dinsel inanç bir tek ortak kaynaktan çıkmışlardır. Bu da
insanlığın ilk ve tek Tanrılı dini olan Mu dinidir. Bu dinle ilgili belgeler 70
bin yıl öncesine dayanır.
Mu halkı tanrıya “Göksel Baba”
diyordu. İsmi ağıza alınamazdı. Tabuydu. —Aynı gelenek Yahudilerde de var,
Yehova’nın adı söylenemez—
Mu dininde Güneş, tanrının tekliğini
simgelemekteydi.
Eski Mısır’a Mu dini Atlantisli Thoth
tarafından Oziris adıyla getirilmiştir. (Çerkescede Oziris, Konuşanın oturduğu
yer, Thaut sözü de “Tanrının Hizmetçisi” anlamına gelmektedir.)
J. Churchward, Musa dini Oziris
dinidir diyor ve örnek olarak Tevrat’taki on emri gösteriyor.
Teoriye göre, Mu uygarlığını uzun
süre, diğer planetlerden gelen uzaylı bilge üstatlar yönetmişlerdir.
(Tevrat’taki Allah’ Oğulları gibi burada da karşımıza yine uzaylı İnancı
çıkmaktadır.)
Mu' kılar, 50 bin yıl önce Meksika’ya
çıkmışlar.
Hindistan’dan Babil ve Mısır’a gelen
uygarlıklar, sönmekte olan Mu uygarlığının kalıntılarıydı.
Mu Kıt’ası 10-12 bin yıl evvel battı.
Batış nedeni volkanik gazların patlamasıydı.
Alman Doğa bilimcisi Haecken şöyle
diyor: “İnsan türü şimdi Pasifik’in altında uzanan Lemurya’da—Mu kıtasında—
doğmuştur.
Orta Asya efsanelerine göre çok eski
zamanlarda Gobi Çölünün yerinde büyük bir iç deniz bulunuyordu. Çin
bilginlerine göre bu denizde “Mavi gözlü ve sarı saçlı, beyaz insanların
yaşadığı bir ada vardı. Bu insanlar gökten inmişler ve kendi uygarlıklarını
yaymaya çalışmışlardı. (Yine uzaylı efsanesiyle karşılaşıyoruz.)
(Bu alıntılar için kaynak: “Mu-Tarih
Öncesi Evrensel Uygarlık” kitabı)
Atlantis Kıt’ası: “Tufan Öncesi
Atlantis” kitabına göre, Atlas Okyanusu’nda bir zamanlar “Atlantis Kıt’ası”
vardı. Uygarlık ve teknik düzeyi bugünkünden çok ileriydi. Pasifikteki Mu
kıtası gibi, Atlantis de Aralıklı ve şiddetli volkanik depremler nedeniyle
battı. Batmadan önce sosyal düzen de bozulmuştu. Depremlerden kaçanlar
Amerika’ya, Avrupa’ya, Afrika’ya dağıldılar. Bir kısmı Abhazya’ya kadar gitti.
Özellikle Mısır’a ilgi gösterdiler ve orada yeni uygarlık kurdular.
Eflatun, Timeos ve Kritias isimli
diyaloglarında, Atlantis’ten, Atlas Okyanusu’nda dokuz bin yıl önce batmış bir
ada olarak söz etmektedir.
İgnatius Donelly’nin 1882’de
yayınlanan “Atlantis, Tufan Öncesi Dünya” kitabındaki kanıtlamalar, eski Mısır
kültürleriyle, Orta ve Güney Amerika yerlilerinin kültürleri arasındaki
benzerlikler üzerine kurulmuştur. Bu eski kültürlerin Atlantis kökenli
oldukları ve Atlantis’in batışından sonra onun devamı olarak geliştikleri
görüşü ileri sürülmektedir. Donelly’ye göre Basklar da Atlantisten gelmedir.
Bask dili Avrupa’da tektir, Batı Avrupa’nın Ari dilinden değildir. Basklar,
fiziksel görünüş olarak da Avrupalılardan farklıdır.
“Tufan Öncesi Atlantis” kitabındaki
bilgilerin çoğu, eski Mısır’da enkarne olduğunu söyleyen medyum Edgar Cayce’in
verdiği bilgilere dayanmaktadır:
İnsan, yeryüzünde on milyon beş yüz
bin yıl önce, dünyanın beş değişik yerinde aynı zamanda gözüktü, (sf, 36,41,65)
Kırmızı ırk, Atlantiste yaratılmıştı,
(sf 1,4)
Uzun aralıklarla Atlantisi yıkan üç
deprem oldu:
1- 50.000
yıl önce,
2- 28.000
yıl önce,
3- 10.000
yıl önce (sf.4)
Mısır yerlilerine yazı dili fikrini
Atlantisten kaçanlar getirdi, (sf.110) Mısır’da çeşitli milletlerin Öğretileri
birleşti. (sf,127)
Gobi ülkesinden ve Hindistan’dan
Mısır’a öğreti geldi. (sf.128)
Batık Atlantis Kıt’asının yeniden
yükseleceği söyleniyor, (sf. 135, 136,147)
Antropolojinin bu konudaki bilgileri
kısaca şöyledir:
1- “Home
Erectus türünün bir üyesi olan Pekin inşam, günümüzden 500-250 bin yıl önce
yaşıyordu. Ve büyük bir olasılıkla taş aletleri ve ateşi kullanıyordu.
İlk Home Sapiens’lerden sayılan
“Steinhem insanı’’, Avrupa’da günümüzden 200 bin yıl önce yaşamaktaydı. Home
Sapiens Neanderthal İnsanı Avrupa, Asya ve Afrika’da 100 bin - 40 bin yıl önce
yaşamıştır. Kromanyon insanının —Home Sapiens Sapien— fosilleri, Avrupa’da
birçok yerleşim bölgelerinde bulunmuştur. Günümüzden 40.000 yıl önce ortaya
çıkan ve anatomi açısından modem olan bu İnsan, taş ve kemikten alet yapımı, resim,
oymacılık ve avcılığın yanı sıra, doğum ve ölüm gibi durumlarda yapılan ayin ve
törelerini de içeren bir kültür geliştirmiştir. (Groiier Internasyonal
Americana, cilt. 2, Sabah Yayını)
2- “Zamanımızdan
üç milyon yıl önce Pleistoen (Buzul) dönemi başladı. Bu dönem insanların
evrimine sahne oldu. Dördüncü buzul döneminde Neanderthal insan yok oldu. Son
buzul dönemi bitmeden önce yeni bir insan türü gelişti. Ve dünyaya egemen oldu.
Bu tür, günümüzün inşam olan Home Sapiens Sapien’dir ki çeşitli ırklar halinde
var olmuştur. Bunlardan ilki Kro-Manyon ırkıdır. (Avrupa’da) Buzul dönemi sona
ererken bunlar Asya ve Afrika’nın geniş alanlarına yayıldılar. Daha sonra,
yaklaşık MÖ 17.000 yıllarında Bering Boğazı’nın buz köprüsü üzerinden
Amerika’ya geçtiler.
Irklar: İnsanlar arasındaki fiziksel
farklara göre başlıca üç ırk ve alt gruplan şunlardır:
1- Kokazoid
Irk (Kafkas Irkı - Beyaz Irk):
a)NordikIrk b)Alpinlrk c) Akdeniz Irkı
d) Hindu Irkı
2- Negroid
Irk (Siyah):
a) Afrika Negroları b) Okyanus
(Melanezya) Negroları c) Negritoları (Pigment)
3 - Mongoıoid Irk (S an ırk):
a) Asya Mongoloidleri b) Malakalılar
c) Amerika Kızılderilileri
Bu üç temel grubun kapsamına girmeyen
ırklar:
1- Polinezyalılar
2- Austroidler
3- Veddoidler
(Hindistan ve doğu Hint Adaları)
Irk, sadece anatomik ve fizik
özellikler tarafından belirlenen biyolojik bir olgudur. Irk ile dil ve kültür
birbirinden bağımsızdır. İlkel bir kültür, ilkel bir zeka anlamına gelmez.
UNESCO, şu sözlerle durumu
özetlemektedir: “Elimizdeki bilimsel veriler, insan gruplarının, zihinsel
kapasite ve duygusal gelişim açısından, yaratılıştan birbirinden farklı
olduğuna İnanmamıza yol açacak hiçbir dayanak noktası vermemektedir.” (İnsan ve
Dünyalı, Calvin Wells, Çev. Er- zen Onur, sf. 12)
Antropolojik kaynaklardan yaptığımız
bu alıntıların da gösterdiği gibi, insamn oluşumu konusunda bilimsel veriler,
Tevrat’ı onaylamıyor.
Tarihsel süreç göstermektedir ki
insanlığın ilk dönemlerinden başlayarak toplumlarda, benzer ya da farklı Tanrı
kavramları olagelmiştir.
Kısaca söylersek bu kavramlar dinlerde
inanç, felsefede düşünce, tasavvufta (Sufilikte) varlığın birliği temellerine
dayanmaktadır.
1- Musevilikte:
Tevrat’ta Elohim adı kullanılıyordu, sonradan bu Yeho- vn’ya dönüştü. Yehovâ,
Musa’ya kendini şöyle tanıtmaktadır: “Ben, ben olanım.” (Çıkış,
3114-15). Bu tanım, hiçbir içerik belirtmeyen, son derece soyut bir kavramdır.
Fakat Tevrat'ın bütününde Yehova’nın nitelikleri ortaya çıkmaktadır. Buna göre
Yehova, Yahudilerin (İsrail oğullarının) ulusal Tanrısıdır. Onları hem Tanrı,
hem kral gibi yönetir. İsrail oğullarına özgürlük, ülke ve devlet vadeder.
Zamanla bunlar gerçekleşir.
2- Hıristiyanlıkta:
İsa çarmıha gerildiğinde Matta İnciline göre “Eli, Eli Lama Sabaktani”
(27/46), Markos İnciline göre “Eloi, Eloi Lama Sabaktani” (15/34) diye
bağırır. Anlamı şudur:
“Allah’ım, Allah’ım, niçin beni yalnız
bıraktın?” Demek ki, o
dönemde Tanrıya “Eli ya da Eloi” diyorlardı. İsa, peygamber olarak bilinir,
oysa kendisi hiç peygamber olduğunu söylemedi. Kendini Allah’ın oğlu olarak
bildirdi. Allah’ı da “Baba” diye çağırdı. Aslında eski toplumlarda Allah’ ile
Baba çoğu kez özdeşleştirilmişti. Bugün bile halk arasında “Allah’ Baba” sözü
rahatça kullanılmaktadır.
Kendi sunuş tarzına göre İsa, Baba’nın
insan şeklinde görünümüdür.
- “Ben
Allah’tan çıkıp geldim.” Yuhanna, (8/42)
- “Ben
ve Baba biriz.” Yuhanna, (10/30)
- “Beni
gören, beni göndereni görür.” Yuhanna, (12/45/, 14/9)
- “Ben
bu dünyadan değilim.” Yuhanna, (8/23,24)
- “Buluttan
ses: seçtiğim oğlum budur, onu dinleyin.” Luka, (9/35)
- “Ey
Baba, dünyanın kuruluşundan önce beni sevdin.” Yuhanna (17/24)
3- İslamda:
Kur’an’da Allah, her şeyi yaratan, bilen, gören, işiten, acıyan, bağışlayan,
ödüllendiren, cezalandıran bir yüce varlıktır. Ayrıca 99 güzel ismi (Esma-ül
Hüsna) vardır. Peygambere tam yetki vermektedir: “Kim Peygambere itaat
ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (4/80)
Ayrıca El-Hadid suresinde Allah’ın şu
beş özelliği vurgulanmaktadır: “O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır, O her
şeyi bilendir.” (57/3)
Bir hadiste bunların dördünün
peygambere verilmiş olduğu anlatılmaktadır. Hadis şudur: “Cebrail yeryüzüne indi ve bana şu şekilde selam verdi:
“Selam sana ey evvel, ey
ahir, ey zahir, ey batın.” Bu
davranışı yüzünden Cebraili kınadım da şöyle dedim:
Bu sıfatlar, benim gibi
bir yaratılmış için nasıl kullanılabilir ey Cebrail? Bunlar yaratanın nitelikleri olup yalnız
ona layıktırlar. Cebrail dedi ki
Ey Peygamber!
Şunu bil ki, Allah’ bana seni bu
şekilde selamlamamı emretti, Çünkü yüce yaratıcı seni bu niteliklerle
yüceltti... Allah’ seni Batın diye adlandırdı, çünkü senin adım kendi adıyla
birlikte kırmızı nurla arşın gövdesine yazdı. Hem de Baban Âdemi yaratmadan iki
bin yıl önce... Senin üstünlüğünü de göklerdeki varlıklara ve yeryüzündekilere
iyice tanıttı. Bu varlıklar içinde öylesi vardır ki yalnız sana selat ve selam
eder ey peygamber. Rabbin Mahmud, sen de Mahmud. Rabbin evvel, ahir, zahir,
batın, sen de Öyle.”
(Kendi Dilinden Son Peygamber. Dr. Y.
Nuri Öztürk, sf 67,68)
Yine Yaşar Nuri Öztürk’e göre:
- “Peygamber,
evrenin kendisidir.” (sf 129,167)
- “Muhammed,
Allah’ın bir görünüşüdür.” (sf. 172)
4- Hinduizmde:
Kendi bölümünde geniş şekilde görüleceği gibi Hinduizm, çok tanrılı bir dindir.
Çok Tanrılı eski Vedizm, uzun süreli değişimlerden sonra Brahmanizmi ve Budizmi
doğurmuştur. Hint çok Tanrılığı, tek Tanrının değişik görünümlerini ifade
ettiğinden tek Tanrıcılıktır, denilmektedir. Brahma kendini üç ayrı biçimde
gösterir: 1- Brahma/Yaratıcı), 2- Vişnu/koruyucu), 3- Şiva/ Yıkıcı)
5- Eski
Türklerde: Eski Türklerde ve Moğollarda Allah’a “Tengri” denirdi. Jean-Paul
Roux şöyle diyor:
-“Tengri” adı, Arapça “Allah’” adının
yerini tutmak üzere Cumhuriyet Türkiye’sinde Tanrı şeklinde yeniden
kullanılmaya başlandı. (Türklerin ve
Moğolların Eski Dini. sf. 90)
- Eski
inanışa göre Tengri aynı zamanda tüm insanların Allah’ıdır ve tek Allah’tır,
(sf. 93)
- Tengri’ye
Gök-Tengri de deniliyordu, (sf. 238)
Daha geniş bilgi 2. bölümde yer
alıyor.
6- Çerkeslerde:
Çerkeş adı, dışardan verilmiş bir addır. Çerkesler, kendilerine Adıge derler.
Adıge dilinde Tanrının adı “Tha'dır. Tha, yaratıcı tek Tanrıyı anlatır. Ayrıca
saygı ya da korku duyulan doğa güçlerinin adlarının başına veya sonuna Tha
kelimesi getirilerek birleşik isimler türetilir. Zewatha (Savaş Tanrısı),
Mezıiha (Orman Tanrısı), Wefetha (Gök Tanrısı), Thaul-Thott (Hermes) vb.
(Bu konudaki daha geniş bilgi ise 3.
bölümde yer almaktadır.)
Tanrı kavramı, sadece dinlerin değil,
felsefenin de konusudur. Dinler, Tanrıyı inanç düzeyinde ele alırken felsefe
akıl düzeyinde alır. Nasıl, dinlerin Tanrı kavramları birbirinden farklı ise
filozoflarınla de farklıdır. Bununla beraber aralarında ortak yanlar da vardır.
Burada Batı Felsefesinden ve İslam Felsefesinden örnekler vereceğiz.
1- Sokrat (MÖ 469-399: 70) Sokrat,
Eflatun’un hocasıdır. Eflatun’un Şölen adıyla Türkçeye çevrilmiş olan
“Symposion” kitabında Sokrat’ın Da- iman adında bir ilham perisinden söz
edilmektedir. Onun aracılığı ile bilgi alır. Yanı bir çeşit peygamber davranışı
içindedir. Sokrat’a göre insan sevgisinden hareketle Tanrıya varılabilir.
Sokrat, bir de kendisine bilgi veren Diotimo adında bir yabancı kadından söz
eder: “Tanrıların hiçbiri bilgiyle uğraşmaz, bilgeliğe özenmez, çünkü zaten
bilgedir. Bilgeliğe ermiş bir insan da artık bilgiyle uğraşmaz.” (Eflatun:
Symposion, $f. 69)
2- Eflatun (MÖ 427-347: 80) Eflatun
(Platon), Tanrıbilim tarihinin İlk filozofu sayılmaktadır. Ona göre Tanrı
birdir, değişmez, ebedidir. En yüce iyilik ve güzelliktir, Eflatun, evrenin
düzenleyicisi olan Tanrıya “Demiurg” diyor. Demiurg, yaratıcı değil, düzenleyicidir,
çünkü evren (madde) zaten vardır.
Eflatun’a göre Ruh ölümsüzdür.
Tanrıdan gelir, Tanrıya döner. Ölçülü insan Tanrının dostudur, çünkü ona
benzer. Biz toprağın değil, göğün bit- kisiyiz.
3- Aristo
(MÖ 348-322; 62){Hareket etmeyen bir hareket ettiriciye ihtiyaç vardır ki o da
Tanrıdır. Tanrı kendi ile özdeştir, iyidir, güzeldir. Mükemmeldir. Tanrı,
düşüncenin düşüncesidir. Ruh, yorulmak bilmeyen bir eğilimle Tanrıya doğru
gitmek istemektedir. Aristo, insan ruhunun ölümsüzlüğüne inanır. Beden, ruhun
işlevlerini yerine getiren bir araçtır^
4- Dekart
(1596-1650: 54) Tanrı, kendi kendinin nedenidir. Her şeyi bilen ve yaratandır.
Her şeye gücü yeter. Tanrının iradesi ve özü gibi ebedi ve değişmez bir
niteliktedir.
5- Spinoza
(1632-1677: 45) Hollandalı, Portekiz’den baskı nedeniyle kaçan bir Yahudi
aileden geliyor. Gizemci Kabala ve Zohar bilgisiyle Batı felsefesine değişik
bir bakış açısı getirmiştir. Tanrı ile ilgili görüşlerinden Örnekler:
- Tanrı,
dünyadan ayrı bir şey olamaz,
- Tanrının
insana, insanın Tanrıya yönelik sevgileri bir ve aynıdır.
- Tanrı
insandan bir şey istemez. Tanrının hoşnutluğu, ya da hoşnutsuzluğu olmaz.
Bunlar, insana Özgü niteliklerdir.
- Zihinsel
Tanrı sevgisi, kişisel bir sevgi gibi yorumlanmamalıdır.
- İnsan
ruhu bedenle birlikte yok olmaz, onda ebedi olan bir şey kalır.
- Ruh,
bedenin düşüncesidir. Bedenle birleşmiş bir düşüncedir.
Yaratılmış doğa (natura naturata)
değil, yaratıcı doğa vardır. (Panteizm)
- Tanrı,
her şeye içkin nedendir. (Dışsal neden değil, içsel nedendir.)
- Ruh,
kendi kendinin bilincidir.
- Tanrı,
hiçbir şeye muhtaç olmadığı için özgürdür.
- Evrende.
Tanrı ve doğa ikiliği yoktur. (Panteizm, vahdet-i vücut)
- Ruhun
en yüce ve son nedeni, Tanrıyı bilmektir.
- Birbirinizi
sevmek, birbirinizin aracılığı ile Tanrıyı sevmektir.
- Spinoza’ya
göre din, insanları ve Tanrıyı sevmektir.
6- Kant
(1724-1804) Kant’a göre akıl sadece olayları bilebilir. Ruhu, evreni, Tanrıyı
bilemez. Tanrı, bilginin değil, inancın konusudur. Tanrı, en yüce iyinin ve
güzelin önkoşulu olarak doğadaki en yüksek nedendir. Akıl, Tanrının zatını
bilemez, fazla zorlanırsa delirip
7- Hegel
(1770-1831: 61) Hegel şöyle diyor: Tanrı, dinde inanca göre kabullenilmekte,
felsefede ise kuramsal düzeyde an düşünce ve evrensel olarak kavranmaktadır.
“Mantık Bilimi” kitabından alıntılar:
- Tanrı,
gerçek olandır (hakikattir), (sf. 119)
- Tanrı,
yalnızca tek ve en yüksek değil, genelinde özdür, (sf. 163)
- Tanrı,
olanı, önce doğa yoluyla bildirir, (sf. 198)
- Tanrı
insanı, tutkuları aracılığı ile kendi amacı için kullanır, (sf. 273)
- Tanrı,
dünyada kendini sergilemektedir. (sf. 2 76)
“Tinin Görüngü Bilimi” kitabından
alıntılar:
- İnanç,
mutlak varlığa güvenmekte, fakat onu bilmemektedir, (sf. 346)
- Tanrısal
doğa, insansal doğa ile aynıdır ve seyredilen şey, bu birliktir. (sf. 457)
- Özbilinç,
yalnızca Tanrının sezilişi değil, aynı zamanda Tanrının kendini sezişidir, (sf.
480)
Arapçaya çevrilen eski Yunan
Felsefesinin, özellikle Aristo’nun etkisiyle bir İslam Felsefesi geliştirilmiştir.
Böylece Arapça, aym zamanda bir felsefe dili olmuştur. İslam Felsefesinde
inançla akim sentezi çabalan görülmektedir.
Yunan Felsefesine göre Tanrı, evrenin
yaratıcısı değîl, düzenleyicisidir. Madde zaten vardır. Tanrı, zaten var olan
bir şekilsiz maddeyi (Grekçe: Hyle) düzene sokar. İslam Felsefesinde ise
—Kur’an anlayışının gereği olarak— Allah, düzenleyici değil, yaratıcıdır.
Maddeyi hem yaratmış, hem düzenlemiştir.
Burada dört İslam filozofunun
görüşlerine değineceğiz:
1 -
Farabi(870-950: 80) Aristo’ya birinci üstat, Farabi’ye ikinci üstad denir.
Farabi’ye göre Allah, tanımlanamaz, zatı bilinemez, ancak sıfatları
bilinebilir. Allah’ birdir, ezeli ve ebedidir. Allah’ın yarattığı ilk “varlık”,
akıldır. Akılda çokluk vardır.
Tümel (Külli) akıl, Allah’tır.
Varoluş, ilk yaratılandır. Farabi, sisteminde tasavvufa yer vermiş olan ilk
filozoftur. Ona göre mistik felsefe sübjektif bir ruh halidir. Farabi,
Eflatun’daki, ruhun bedenden bedene geçmesi (Tenasüh) görüşüne katılmaz. Ruhun,
bedenden sonra da devam ettiğini savunur. Fakat bireysel ruhun devamını kabul
etmez. Bu nedenle eleştiriye uğramıştır.
2- İbni
Sina (980-1037: 57) Allah’ yaratan, evren yaratılandır, Allah, zorunlu ilk
nedendir, birdir, benzeri ve zıtları yoktur. Salt iyiliktir. İbni Sina,
Farabi’den farklı olarak, peygamberlere filozoflardan üstün bir değer verir.
Onlarda üstün bir yetenek ve kutsal bir sezgi gücü vardır.
Beden, ruhun aracıdır. Ruhun da
gelişmek için bedene ihtiyacı vardır.
3- Gazali
(1058-1111: 53) Felsefeyi çürütmek için felsefe öğrenmiştir. Sünnetle
(Şeriatla) tasavvufu bir arada götürmeye çalışır. Gazalİye göre nedensellik
İlkesi kabul edilirse Allah’ın iradesine gerek kalmaz. Çünkü bütün doğa
olaylarında neden ve etki sadece Allah’tır. Doğa yasaları, güç ve irade sahibi
olan Allah’ın fiilleridir. Gördüğümüz sebep-sonuç ilişkileri zorunlu değil,
alışılmış ilişkilerdir. (Gazali’nin determinizmi yadsıyan bu fikirleri, 18.
yüzyıl İngiliz filozofu Davit Hume tarafından tekrar ortaya atılmıştır.)
İnsan, bir yönüyle yaratık âleminde,
öbür yönüyle de İlahi Kudret âlemindedir. Ruh, Allah’ hakkındaki bilginin
yeridir. Ruh, kutsal alemi düşündüğü zaman, beden ürperir. Bedenin öfke, şehvet
ve duygu gibi güçlerinden ruh da etkilenir.
Allah, zamandan ve evrenden öncedir.
Yaratılış zorunlu değil, Allah’ın özgür iradesiyle olmuştur. Zaman, hareketin
sonucudur. Hareketin dışında zaman yoktur. Bunu akıl değil, ancak kalp gözü
kavrayabilir.)
4- İbni
Rüşt (1126-1198: 72) Endülüslü, Doğudaki İslam filozofları, Yunan Felsefesinin
düzenleyici Allah’ görüşüyle, yaratıcı Allah’ inancım uzlaştırmaya
çalışmışlardı. îbni Rüşt ise Aristo’nun ezeli, canlı madde görüşüne bağlı
kalmıştı. Ona göre, bir defada olup biten bir yaratılış yoktur. Fakat her an
yenilenen bir yaratılış vardır (Tasavvufla aynı) ve yaratıcı güç, evreni bir
bütün içinde yönetir, harekete geçirir. (Kur’an: Allah, her an yaratma
halindedir: Rahman 29)
Eğer evren yaratılmış olsaydı, onun da
içinden çıktığı bir başka evrenin olması gerekirdi. Ve bu, böyle sürer giderdi.
Ona göre tüm evren hareketlidir. Ve bu hareketini, hareket etmeyen bir
varlıktan alır. Bu ilk hareket ettirici, Allah’tır. Allah, şunu veya bunu
bilmez, bunlardan münezzehtir (soyuttur), evreni kuşatır, Allah’ın bilgisi
İnsanlarınkine benzemez. İnsan bilgisi, bir etki sonucudur, Allah’ın bilgisi
ise kendindendir,
Böylece İbni Rüşt, felsefecilerle
İslamcılar arasındaki tartışmayı sentez yoluyla çözümlemiş olmaktadır.
Dîn, korkuya, tasavvuf sevgiye
dayanır. Dindarın yolu şeriat —sünnet—, amacı cennettir. Tasavvufun ise yolu
gönül, amacı Allah’la birleşmektir. Önce tasavvuf hakkında kitaplardan özet
bilgiler, sonra tasavvufculardan alıntılar vereceğiz.
1- Düşünce
Tarihi (Orhan Hançerlioğlu):
( “Tasavvufun ana düşüncesi şudur:
Yaratış diye bir şey yoktur. Varlık birliği —vahdet-İ vücut— vardır.
Varlık—Allah’—, evrende ne varsa hepsinde belirtmektedir. Ne başlangıç vardır,
ne son. Var olan, sadece varlığın sürekli belirişidir.
İslam’da yorum kapısını açan, Hz.
Muhammed’dir. Hadisinde “Kur’an’ın bir açık, bir de gizli anlamı vardır.”
diyor. Tasavvufçuların çıkış noktası bu hadis olmuştur.” (sf. 106)
2- 500
Soruda İslam (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk):
“Tasavvufun gayesi, İnsanı, ayrıldığı
bütün olan Allah’a ulaştırmaktır. Esasen bütün mistik disiplinler, insan
ruhuyla varlığın esası olan yaratıcı kudreti birleştirme peşindedir. Çünkü bu
ikisi esasta ve ezelde birdi, (sf. 182)
Binlerce ayet, doğrudan veya dolaylı
ifadelerle tasavvufa malzeme vermektedir, (sf. 183)
Tasavvuf, yoktan var ediş anlamında
bir yaratma kabul etmiyor, çünkü iki ayrı varlık yoktur. Varlık tektir ve bizim
çokluk halinde seyrettiğimiz, olan Varlığın tecellileridir —görünümleri—.
Burada, işi bitmiş bir evren yerine, bir süreç —processe— söz konusudur. (sf.
216)
Sufîlere göre, akıl Allah’a götürmez,
aşk götürür.” (sf 232)
3- Türk
ve Yahudi Kültürüne Bir Mukayeseli Bakış (Burhan Oğuz):
“Tasavvuf, din değildir. O, ne akli ne
de manevi bilgidir. Orada her türlü bilgi yok olur. Ne bilen, ne bilinen kalır.
Amaç Tanrıda yok olmaktır. Tanrı, tasavvufta içsel, dinde dışsaldır. Dinde
Tanrı ve evren ikiliği, tasavvufta varlık birliği vardır. Yalnız Tanrı vardır,
ayrıca evren yoktur. Evren, Tanrının bir görünümüdür. Tanrı, evrenin hem içi,
hem dışıdır.»
Yahudi, İslam ve Hıristiyan
mistiklerinde, Tanrı hakkında aracısız bilgi edinmek için özel yöntemler
izlenir.
Dinde yaratış, mistisizmde oluş
vardır” (sf. 304-307)
4- Din
ve İdeoloji (Şerif Mardin):
“Orta Asya Türkleri, İslamiyete
geçtikleri sıralarda, İslam’ın, kendi göçebe yapılarına uymayan özelliklerini
kabul etmek istemediler. Özellikle kadın-erkek ayrılığı, şarap yasağı gibi
kurallar kolay benimsenmedi. Orta Asya’dan Şamanlık ile karışık olarak gelen
inançlara en yakını Sufilik’ ti (Taasavvuf).
İslamiyet’le geleneksel Türk yapısı
arasındaki bu uyumsuzlukta, kentliler İslâmî olduğu gibi kabul ederken, Türkmen
Aşiretleri, İslam’ın Sufi şeklini seçtiler.
Sufılik, alternatif bir İslam alemi
olarak, resmi İslam’ın negatifi olarak, onunla yanyana ve içiçe yaşamıştır.”
(sf 93-94)
Tusavvufçulardan Alıntılar
1- Muhyiddin-i Arabi: (1165-1240: 75)
- Tanrı dışında bir varlık, bir oluş yoktur. Tanrı öncesiz
ve sonrasızdır. Bir’dir, yaratılmamıştır, Salt akıl, ruh, irade ve ışıktır.
- Oluş, Tanrısal özün yansıması, duyular alanında görünmesidir.
Oluş, yoktan varoluş değil, gizliden açığa çıkıştır.
- Evren, Tanrının bir görünümüdür.
- Gerçekte insanla Tanrı birdir.
- Ermişlik, peygamberlikten daha yücedir.
- Tanrısal varlık, bilinemez, kavranamaz, sadece
düşünülür.
- Başlangıçta yalnız Tanrı vardı, belirmemişti, bilinmek
istedi, belirdi.
- Sen Tanrıya açıksın, Tanrı sende gizlidir.
- Uyanış, insanın hayret yoluna girmesidir. Hayretse,
ıstırap ve harekettir. Hareket de hayattır. Şu halde hareketsizlik yoktur. Ölüm
de yoktur.
Asıl olan, ancak
varlıktır, onun için yokluk da yoktur.
- Âlemin varlığına sebep olan hareket, bir sevgi
kımıldanışıdır.
- Allah, hem zahir, hem batındır (hem dış, hem iç).
- İnsan, her nefeste yok olup sonra var olduğunun farkında
değildir.
- Her nefeste nesnenin yok olması zamanı, onun var olması
zamanının aynıdır. Evreni oluşturan parçalar, bir anda yok olur ve aynı anda
ikinci bir görünümle yeniden var olurlar.
- Evrende her şey canlıdır ve her şeyin aslı sudur.
2- Mevlana
(1207-1273)
- Gerçek
Kâbe, insanın kalbidir. Mevlana şöyle diyor: “Mekke’deki Kâbe, Azer oğlu
Halil’in yapağı bir binadır. Gerçek Kâbe olan insan kalbi ise Allah’ın binası
ve baktığı yerdir.” (Y.N. Öztürk, 500 .Soruda İslam, sf. 244)
3- Yunus
Emre (1240-1320: 80) Yunus Emre’nin
şiirleri çoğunlukla tasavvuf üzerinedir. Biz, bunlardan en belirgin olanlardan
birkaç Örnek veriyoruz.
Din ü millet sorar isen
Âşıklara din ne hacet.
Bir kez gönül yıkan ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yılmaz değil.
Sen sana ne sanırsan
Ayrığı da onu san
Dört kitabin manası
Budur eğer var ise.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.
Sırat kıldan ince
Kılıçtan keskincedir
Varıp onun üstüne
Evler yapasım gelir,
4- İsmail
Emre (1900-1967: 67) Adana
doğumludur. Tahsili yoktur. Dost meclislerinde sohbetlerde bulunmuş, iki binden
çok tasavvufla ilgili Şiir yazmıştır. Bunların bir kısmı Adana’da bir dergide
yayınlanmış, bir kısmı teksir haline getirilmiştir.
Abdülbaki Gölpınarlı’nın “Yunus Emre”
kitabının 41. sayfasında kendisinden söz edilmektedir. Annemarie Schimmerin
'Tasavvufun Boyutları” kitabının 288. sayfasında İsmail Emre için şunlar
yazılıdır:
“Çağdaş Türkiye’de bile bu olguya ışık
tutar gibi. İsmail Emre, Adanalı bir demircidir. Okuması tek tük kelimeyi
geçmez. 1940’tan bu yana geleneksel biçimlerde vecd halinde söylediği birçok
tasavvufi ilahi meydana getirmiştir.”
İsmail Emre’nin şiirlerinden birkaç
alıntı:
Bazı olur görünür
Bazı olur bürünür.
Bu aşk bizlerde durur
Şavkı yüzlere vurur.
Birçok renge bürünür
Aşıklara görünür.
Dere suyuna alışmış
Abıhayat versen içmez.
Sanma sen seni özgürsün
Yapış aşka götürsün.
Günahı sevabı kendin
yazarsın
İster doğru olur ister
azarsın.
Yere göğe hükmeden
Gözlerimizden bakar.
Sohbetlerinden Alıntılar:
- Allah’ın
isteği kulun isteğine bağlıdır.
- Allah’ı
görecek olan, beden gözü değil İç gözüdür.
- Allah,
her şeye hakim, kendine aşık olana mahkûmdur.
- Allah’ı,
insandan başka bir yerde ararsak bulamayız.
- Allah’ı
arayan, kendi aslını arıyor demektir.
- Akıl
ne tasavvur ediyorsa Allah’ ondan başkadır.
- Putlar,
aklımızda ve gönlümüzde gezdirdiğimiz dünya ve ahiret arzularıdır. ,
- Kendi
kendine Allah’ı bulmaya çalışanlar deli olur.
- Allah,
aklımızın çanağına sığmaz.
- Filozofların
sözleri doğru, ama tamam değil.
- Biz
sıfatla değil, zatla meşgulüz.
- Allah’la
olan hesabımızı bu dünyada görmeliyiz.
- Hüzün
insanı Allah’a yaklaştırır.
- Her
din, bizim dinimiz.
- Allah’ı
düşünmek, Allah’a aklen misafir olmak demektir. Misafire itibar edilmez mi?
- Allah’ın
bütün sıfatları insanlardan zuhur eder.
- İnsanda
her ahlak vardır.
- Allah,
incitenle celal sıfatıyla, incinenle cemal sıfatıyla bitişiktir.
- Herkes,
beğendiğinin mahkûmudur.
- Kul
Allah’ olamaz, Allah’ kulu istila eder.
- İsa,
mucizeye saplandığı için ondan öteye gidemedi.
- Allah,
bilinir de, bulunur da.
- Aklın
azraili, Allah’ın yasak ettiği şeyler, bedenin azraili de yediğimiz şeylerdir.
- Allah’ın
ezeli ve ebedi olmasının sebebi, her şeyin geçici olmasıdır.
- İç,
dış, sır diye bir şey yok.
Sh: 15-43
1- Hinduizm:
Hinduizm, yaşayan dinlerin en eskisi
olup yaklaşık dört bin yıllık bir geçmişi vardır. Semitik dinlerde olduğu gibi
tek kurucusu yoktur. Mitoloji ve destanların birçok kişi tarafından derlenip
toplanmasıyla oluşturulmuş olan bu din, uzun zaman içinde sürekli değişikliğe
uğramıştır. Günümüzde de çağ dışı kalan yapıları üzerinde değiştirmeler
sürmektedir.
Çeşitli ırkların, dillerin ve
kültürlerin karışıp kaynaştığı Hindistan, dinsel felsefenin de beşiği
sayılmaktadır. Bu felsefenin özelliği, gerçeği kavrama yolunda bireysel çabaya
ve deneye ağırlık vermesidir. Bu anlayışa göre dış görünüşün altındaki öz
öğrenilemez ve öğretilemez. Gizemcilik de bu. esasa dayanmaktadır. Hint
Dinlerinin kaynağı yerlilerin Vedalarıdır. İnanışa göre Vedalar, insan zihninin
ürünü olmayıp Tanrısaldırlar. Çok tanrılı Vedacılık (Vedizm) uzun süreli
değişimlerden sonra Brahmanizmi ve Budizmi doğurmuştur. MÖ 6. yy’da kurulan
Budizm ve Jainizm, Brahmanizme tepki olarak Ateizme yönelmiştir.
Zengin bir mitolojik ve dinsel kaynak
olan Vedalara, daha sonraları Mahabarata ve Ramayana destanları da eklenmiştir.
Hindulan en çok etkilemiş olan Bağhavat-Gita, Mahabarata Destanlarından
alınmadır.
Hindistan’da 850 dil konuşulur. Bunların
17 tanesi resmi dildir. Dinsel dil olan Sanskritçe’yi kuzeyden gelen istilacı
Aryenler getirmiştir. Bunlar kendilerine soylu anlamında “Arya”, yerlilere de
aşağı halk anlamında “Parya” diyorlardı. Sonraki yüzyıllarda Persler,
Yunanlılar (İskender), İskitler, Baktrierler, Sakaslar, Kuşhanlar, Hunlar,
Moğollar ve başkaları Hindistana girerek yerlilerle karışmışlardır.
Hint çok tanrıcılığı, tek tanrının
değişik görünümlerini ifade ettiğinden, temelde tek tanrıcılıktır denilir.
Brahma, kendini üç ayrı biçimde gösterir: 1- Brahma (Yaratıcı), 2- Vişnu
(Koruyucu), 3- Siva (Yıkıcı).)
Hint Toplumunun bir özelliği de
değişmez ve geçişsiz sınıflara bölünmüş olması ve bunun dinler tarafından da
aynen kabul edilmiş olmasıdır.
Dört ana kast (sınıf) şunlardır: 1-
Brahmanlar (Din adamları) 2- Aryalar (Soylular, yöneticiler, askerler), 3-
Çudralar (İşçiler, köylüler); 4- Paryalar (En aşağı sınıf ki insan bile
sayılmazlar). Bu sınıfların sayıları zamanla artmıştır. Kuşkusuz bu sınıfsal
yapı, demokratik toplum anlayışının önündeki en büyük engellerden biridir.
Hinduizm, bir bakıma bir
din olmaktan çok bir yaşam biçimidir, bir gelenektir, ahlak kurallarının bir
toplamıdır. Aslında bu
Özellik bütün dinlerde vardır. Nitekim Adıge inanışları da Habze kapsamı
içindedir, “Din” kavramım anlatan bir kelime yoktur, ama Tanrı anlamına gelen
“Tha” vardır,
Vedalar dört kitap halindedir:
1- Rig-Veda
(MÖ 1500 yıllarında yazılmış olup en eski kutsal kitaptır.)
2-
Sama Veda (MÖ 7. yy’da yazılmaya başlanan Upanişadlar: Sama- Veda’nın yorumudur)
3- Yajur-Veda
4- Atharya-Veda
Hinduizmin değişim dönemleri şöyledir;
1 - Veda Dönemi (Vedizm): MÖ 2000
yıllarında İndüs Vadisine inen Hint-Avrupalılar (Aryenler) yerli halkla
karışarak ilk dönemi oluşturdular. Kast sınıf temelini de onlar attılar.
2- Brahmanizm: Din adamları güçlenince
Vedaları kendi çıkarlarına göre değiştirdiler ve kendilerini imtiyazlı duruma
getirdiler. Brahmanizmin güçlenmesi MÖ 9. Yy la rastlar.)
3- Upanişadlar: Upanişad yorumcularına
göre (ki en ünlüleri MS 788- 820 yılları arasında yaşamış olan Şankara'dır) her
şeyin başı ve sonu Brahma'dır. İnsan ruhu (Atman) da ölümsüzdür, ancak madde
ile birleşmiştir. Bu birleşme Atman için bir yüktür. )
Hinduizme göre Ruh, bedenin ölümünden
sonra yeniden doğuşlara geçer. Zaten tek bir kısa ömürde ruhun gelişimini
tamamlaması çok zordur, bu nedenle yeniden doğuşlar, kurtuluşa kadar, yani
Brahma ile hürleşinceye kadar sürer.
4- Jainizm
ve Budizm; MÖ 3. yy’da Brahmanizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. (İlerde
bunlar hakkında bilgi verilecektir.)
5- Hinduizm:
MÖ 3. yy’dan itibaren Vedizm, Brahmanizm ve diğer akımların bileşimi olarak
ortaya çıkmıştır. 18. yy’da Hinduizmin yeni dönemi başlar.
Hinduizmde bazı kavramlar: Brahma
(Tanrı), Evren, İnsan ve diğerleri:
- Brahma: Brahma, ikiye aynin:
Yaratılmamış (niteliksiz) Brahma, yaratılmış (nitelikli) Brahma.
(Yaratılmamış Brahma: Doğmamıştır,
ölmeyecektir, zamanı ve mekânı yoktur. Bir ve sonsuzdur. Değişmez gerçeğin
gerçeğidir. Kelimelerle anlatılamaz. Simgesi Om’dur. “Bu” değil, “0” da değil,
algılanamaz. Tanımlanamaz. Akılla kavranamaz. Onu tanıyan ölümsüz olur.
Brahma, bütün niteliklerin ve ilişkilerin yadsınmasıdır. Brahmaya tapınma söz
konusu olamaz, çünkü onunla herhangi bir ilişki kurulamaz. Brahma üzerine kesin
bir şey söylenemezse de onu aramak boş bir çaba değildir. Upanişadlar,
Brahma’yı aramanın, yaşamın en yüksek anlamı olduğunu, çünkü onun ölümsüzlük
verdiğini söyler. Brahma’nın yaşanmasında insanın benliği yiter.
Yaratılmış Brahma: İki Brahma arasında
bir çelişki yoktur. Brahma, Maya (Evren) ile birleşerek yaratılmış Brahma’ya
dönüşür ki buna “İsh- vara-Kişisel-Tanrı-Efendi-Rab" denir. Yaratılmış
Brahma’ya normal (uyanık) ruh durumunda tapılır.
İçimizdeki bilen öznedir (ruhtur).
İnsanlar, tapılacak kişisel bir Tanrıya gereksinim duyduklarından, Yaratılmamış
Brahma kendini kişisel (Yaratılmış Brahma) olarak ortaya koymakla onların
gereksinimlerine cevap vermiş olur. Gökteki Allah’ (İsa’nın Allah’ı-Baba),
Yehova, Allah, Ishvara vb. odur. Evreni yaratan ve yöneten odur.
Vedalar, kişiliği olan bir Tanrıyı
kabul etmemektedir. Hinduizme göre din, deneydir. Tanrıyı tanımak: Tanrı olmak
demektir. Tanrıyı tanımakla insanın kuşkuları silinir ve yüreğinin düğümleri
çözülür. Ölümlü insan, bedeninde ölümsüz olur. Vedalarda, akıl üstü düzeyde öğrenilen
gerçek Brahma'dır. Brahma (Saf gerçek-bilinç), Atman'la özdeştir. Her şey
Brahman’dan çıkar, yine ona döner. Vedalara göre sen gerçek, her şeye işleyen
ebedi bir ruhtur, bilinçtir. Yaratılmış Brahma, varlıkların içinde bulunmakla
beraber onlardan ayrıdır. Evren, Brahmanın soluğudur. Brahman, soluk verdiğinde
biçimler görünür, soluk aldığında kaybolur.
Upanişadlar’dan Seçmeler.
Yukarda Upanişadlar hakkında bilgi
verilmişti. Hinduizmin başlıca kaynaklarından olan Upanişadlar hakkında,
onların ünlü yorumcusu, 8. yüzyılda yaşamış Hintli Bilgin Şankara şöyle bir
tanım vermektedir:
“Kişiyi cehaletten koparan, en yüksek
amaç olan özgürlüğe ulaştıran Tanrı bilgisidir.”
Kitaptan kısa alıntılar:
- Bütün
bilgiler Tanrıdan çıkar.
- Hiç
kimse Tanrıyı gözüyle göremez, çünkü onun görülür bir şekli yoktur.
- Tanrı
bilgisinin temeli sadelik, kendini kontrol, ve her işin tutkusuz olarak
yapılmasıdır.
- Tanrı
bu bedenin içindedir.
- Tanrının
her yerde olduğunu gören bilge kişi, alçak gönüllü ve sevinç İçinde bir insandır.
Dünyanın bütün pisliklerinden arınmıştır.
- Bu
bedenin derinliklerinde gizlenmiş olan Tanrı —Atman—, ikiliğin olmadığı saf
bilinç durumunda idrak edilebilir.
- Böyle
bir saflığa ulaşmış kişinin bütün düşünceleri, istekleri anında gerçekleşir.
- Tanrıyı
bilen kişi Tanrı olur.
- İnsan,
kişisel cehaletle örtülmüş Tanrıdır.
- Bütün
yaratıklar besinden doğar, besinle yaşar, öldükten sonra yine besine
dönüşürler.
- Uyku
sırasında Tanrıya ulaşıyoruz, fakat onu bilmiyoruz.
- Tanrı,
kendini göstermeyi diledi, milyonlarca şekil yaratarak o.-seskillere büründü. O
her yerdedir, her şeyi bilir.
- Kişinin
arzusu onun kaderidir. Çünkü kişi iradesini ona göre kullanır. Ne ekerse onu
biçer. (Buna Karma denir.)
- Atman’ı
bulan kişi, kendini kontrol eden, sakin, dengeli ve bütün tutkulardan kurtulmuş
insandır.
Şankara'nın kendi eseri olan “Anlayış
Hâzinesi” kitabından bazı alıntılar veriyoruz:
- Kurtuluş:
İnsanın manevi benliği ile Tanrının bir olduğunu bilmektir.
- Maya:
Evren demektir. Gerçek gibi görünür. Ama bir aldanıştır.
- Amaç:
Yaşamın en son amacı Brahman’ı (Tanrıyı) tanımaktır.
- Brahmanın
varlığının tek kanıtlanması, onun doğrudan deneyi midir?
- Brahman
Olmak Koşulsuz olarak Brahman’ı seven
Brahman olur. Brahman’ı bilenin ibadete ihtiyacı yoktur. Onu bilen sürekli
sevinç içindedir.
- Om:
Hint besmelesidir.
- Yin
ve Yan: Erkek ve dişi enerji. .
- Biz
hak ettiğimizi elde ederiz,
- Biz
hem Tanrıyız, hem onun hizmetkârıyız.
- Atman,
Saf bilinçtir.
- Cehalet:
Cehaletin başlangıcı yok, ama sonu var. Bilgiyle son bulur.
- Gerçek
Doğa: Sen saf bilinçsin, senin gerçek doğan sevinç ve neşedir.
- Beden;
Bedeni sağlam ve sağlıklı tut, devamını düşünme,
Hinduizmin bugünkü türevleri:
Batıda müsbet bilimlerin ve tekniğin
gelişmesine karşın inançlarda meydana gelen boşluk ve bunalım, Batının gözünü
Hinduizme ve Budizme çevirmiş, Hint ekolleri, batının Ölçüleri ve kültürü de
göz önüne alınarak yeniden düzenlenip Batıya sunulmuştur ve sunulmaktadır.
Batıda İslam’a, Tasavvufa ve tarikatlara
karşı da ilgi artmışsa da ilginin çoğu yine de Doğu Asya’ya yöneliktir.
Bunların bir kısmı hakkında kısa bilgiler veriyoruz:
- Krişna
Murti: (1895-1986)
Hintlidir.
Üstün yetenekleri görülerek daha 14
yaşındayken İngiltere’ye götürülmüş, “Theesofi Demeği” tarafından dünyaya,
geleceğin evrensel öğretmeni (Kurtarıcı Mesihi) olarak tanıtılmıştı, ancak o
kendisine verilmek İstenen misyonu kabul etmedi. Başına getirildiği “Doğu
Yıldızı” örgütünü 1929’da kapattı ve kapatış konuşmasında şöyle dedi: “Şimdi başka bir örgüt kurup, bir başkasının gelip sizi
kurtarmasını bekleyebilirsiniz. Kendinizi içine kapatmak için kafesler örmeniz
beni ilgilendirmez. Benim tek isteğim, insanların koşulsuz ve tam bir özgürlüğe
kavuşmalarına yardımcı olmaktır.
Bundan sonraki yaşamında okullar açtı,
çeşitli toplantılarda konuşmalar yaptı, kitaplar yazdı. Sadece yol gösterdi,
kurtarıcı olmaya soyunmadı. İşte görüşlerinden bazı alıntılar.
- Gerçek,
yaşamın kendisidir ve yaşam değişmez bir şey değildir.
- İçinizde
sevgi varsa, yüzünüz çevresine ışık saçacaktır.
- Tapınaklar,
korkunun ürünüdür.
- Bir
karşıta geçiş, değişme değildir.
- İnsanın
kendini bilmesi acının sona ermesidir.
- Kişi, “Tanrı yoktur” ya da “Ben Tanrıyı biliyorum.”
diyemez.
- Korku
olmadığı zaman özgürlük vardır.
- Her
çeşit otorite bir engel oluşturur ve özgürlüğü önler.
- Sathya
Sai Baba: (Yaşıyor):
Hint’te ve batıda yaygın bir öğreti:
Kendisinin Avatar olduğunu söylüyor (insanlığa hizmet için insan şeklinde
bedenienmis tanrı). Bütün dinlere hoşgörüyle bakıyor. Eski Hint geleneklerinin
ve değerlerinin korunmasından yana. Mucizeler gösteriyor ve bunları insanların
ilgisini öğretiye çekmek için bir araç olarak kullandığını ileri sürüyor.
Sözlerinden Alıntılar:
- Tek
bir din vardır oda sevgi dinidir.
- Tanrı
içimizde, yöremizde, ötemizdedir.
- Herkes,
Tanrıdaki yurdunun özlemini çeken bir sürgündür.
- Size
yol gösteren ve sizi koruyan, içinizdeki Tanrıdır,
- Tanrıyı
doğada değil, kendinizde arayın,
- Her
din Tanrıyı kendine göre tanımlar.
- Tanrıyla
sizin aranızdaki mesafe, sizin koyduğunuz mesafedir.
- Neye
sahipseniz onunla mutlu olun.
- Maharıshi
Mahesh Yogi:
İsviçre’de araştırma enstitüsü, Amerika’da
…Üniversitesi, dünyanın birçok ülkelerinde dernekleri vardır. (Kendisi
hayattadır.)
Alıntılar:
- Maddeyle
bilincin temeli aynıdır. Bilinç enerjiye, enerji maddeye dönüşür.
- Bilgi,
bilinçte yapılanmıştır.
- Sakin
uyanıklık, farklı değerlerin aynı anda kavranmasıdır.
- Acının
temeli, bilgisizliktir.
- Çeşitli
bilinç düzeylerinde dünya gerçekleri farklı görünür.
- Hayat,
korku düzeyinde yaşanıyor.
- Doğru
yaşamak için incelmiş, arınmış fizyolojiye ve sinirlere gerek vardır.
- Mutluluk
vermek için mutlu olmak gerekir.
- Doğa
yasalarının alanı, tohumdan tohumadır.
- Doyum
hali, tüm eylemlerin amacıdır.
- Kimseyi
suçlamayın, olumsuzluğu barındırmayın.
- Tüm
hastalıklar ve acılar, doğa yasalarına uymamaktan doğar.
MÖ 6. yy’da Hindistan’da Buda
tarafından Brahmanızme tepki olarak kurulmuştur. Hindistan’da Budist sayısı
azdır. Daha çok Çin, Japonya, Güney Doğu Asya ülkelerinde yayılmıştır. Çin’deki
Uygur Türkleri arasında da yaygındır. Hinduizm ve Budizm’de peygamberlik
kavramı yoktur. Bu dinlere göre, insanlar gerçeği buluncaya kadar dünyaya gelip
giderler. Gerçeği, yani Tanrıyı bulduktan sonra (buna aydınlanma da denir),
artık geliş gidişler biter. Buda’ya göre aşırı uçlardan kaçınmak gerektir, en
iyi yol orta yoldur. Buda’nın doğru yaşayışla ilgili beş kuralı şunlardır:
Öldürmeyeceksin
Çalmayacaksın
Yalan Söylemeyeceksin
Zina etmeyeceksin
Sarhoş olmayacaksın.
İnsanın davranış biçimleri onun
karmasını (kaderini) oluşturur. Yani ne ekersen onu biçersin. Ve bu, şöyle bir
sırayla olur: Düşünceden davranış, davranıştan alışkanlık, alışkanlıktan huy,
huydan kader doğar.
Varoluş'un üç özelliği
vardır:
1- Değişim:
Hayat, sürekli değişimdir.
2- Acı:
Varolan, acıdan kurtulamaz. Yaşadığımız şekliyle yaşam acıdır. Yaşamı bir oyun,
kendimizi de hem oyuncu, hem seyirci olarak kabul edersek, acırım yerini sevinç
alır.
3- İlişkiler
ağı: Hiçbir şey tek başına var olamaz. Her şey birbirine bağlıdır. Değişiklik
içinde değişmezlik vardır.
Budizme göre insanın bağlanabileceği
hiçbir şey yoktur. Ne maddede, ne ruhta hiçbir şey sürekli değildir. Evren
yoktur, öz yoktur, ancak olaylar vardır. Oaylar geçici olarak bir araya gelip
yalan bir evren ve Ben yaratırlar. Bu geçici görüntüye Maya denir.
Buda’dan seçmeler:
- Buda, yararsız ve gereksiz tartışmalardan kaçınmayı
kural haline getirmiş.
- Perhiz, kurban gibi şeyler, kuruntulardan sıyrılmamış
insanı temizleyemez.
-Yapılan şeyler üç
şekilde kötü olur:
1- Bedenle ilgili olarak: Cinayet,
hırsızlık, zina
2- Dille ilgili olarak: Küfür, yalan,
iftira
3- Akılla ilgili olarak: Açgözlülük,
kin, yanılgı
- Zevkler, ahmak kişiyi mahveder.
- Nirvana: Sonsuz hayattır. Gerçeği kavrayan ölümsüz olur,
yani Nirvana’ya katılır. (Yani Samsam’dan, ölüm-doğum zincirinden kurtulur.)
- Gerçeği konuşun, Öfkelenmeyin, İstenince verin.
- Doğruluk, ibadetten daha iyidir.
- Anlatabilmek: Konuşurken dinleyecilerinin rengine ve
sesine bürünürüm, onlara kendi anlayacakları dille seslenir, onları eğitir,
canlandırır ve memnun ederim. Basit olduğu halde anlamıyorlarsa onların
dilleriyle konuşmalı, düşüncelerimi onların düşüncelerine uydurmalıyım. Onlar
çocuk gibidir ve uysal dinlemeye bayılırlar.
- Neye İnanmalı:
Bir şeye, duydunuz diye inanmayın, atalarınız inanmış diye inanmayın, ben
söyledim diye de inanmayın. Kendi kendinize denediğiniz, doğru bulduğunuz
şeylere inanın,
- Tanrı: Buda, Tanrıdan, tapınmadan, kurbandan söz
etmiyor. O yalnız acıdan söz ediyor, halka bir çıkış yolu olduğunu söylüyordu.
O da aydınlanma yani Nirvana’ya, hakikate erme yoludur.
- Göreli ve Bağımlı: Her şey göreli ve bağımlıdır. Sonsuz
ruh ve sonsuz Brahma yoktur. Kalıcı gibi görünen şeyler aslında geçicidir.
Başlangıcın olduğu yerde son da vardır. Yaşamın olduğu yerde ölüm de vardır.
- Dharma (Davranış, ilişki): “Bu” olduğu içindir ki
“Öbürü” vardır. “O” olmazsa “Bu” olmaz. Onun sona ermesiyle bu sona eriyor.
- Fark: Brahmanlar, tüm oluşumlarda bir varlık görürlerdi.
Buda ise tüm varlıklarda bir oluşum görür. Buda, ruhu yadsır, ancak bireysel
bilinç ölümden sonra da sürer.
Budizmin Çin ve Japonya’da
geliştirilmiş şeklidir. Satori’ye (aydınlanma-hakikat) ulaşma amacı güden bir
yol ve yöntemdir. Belki de ilginç olması nedeniyle Amerika’da çok ilgi
görmektedir. Yüzyılımızın büyük Zen ustası Japon Suzuki, Zen’in batıda ve Amerika’da
tanıtılmasında etkili olmuştur.
Zen’de kutsal kitap ve doğmalar
yoktur. Zen’de derin düşünme değil, düşünceyi asma esastır. Dinsel törenler ve
ibadetler yoktur, kişisel Hanay- ler önemlidir. İnsan, olduğu gibi yaşamalıdır.
Satori, akıl ve mantık yürüt- me demidir, sezgisel ve bütünsel bir kavrayıştır.
Meditasvon yoktur, doğaldır. Satori —aydınlanma— ansızın oluşur, sevinç ve
coşku verir.
Suzuki’nin “Zen-Budizme Giriş”
kitabından alıntılar:
- Kişisel deney, Zen’de her şeydir. İç deneyde ısrar eder,
mantıksal açıklama yoktur.
- Mantık, batı düşünüşünün belirgin özelliğidir, doğu
düşünüşü ise diyalektiktir,
Hint mistiği
kurgusaldır, dalınçsal ve çapraşıktır, olgular dünyasıyla ilişki halinde
değildir, Uzakdoğu mistiği ise (Zen-budizm) aksine dolaysız, pratik ve
sadedir.)
- Zen, hiçbir şey öğretmez, herkes kendi kendinin
Öğretmenidir. Zen, sadece yol gösterir.
- Zen, alışılmış anlamda bir din değildir. Çünkü ne
tapılacak bir Tanrı nede ibadet, vardır.
- Kendi içine dönüş, Zen’in ana konusudur.
- Zen’in amacı özgürlüktür.
- Zen, ne monoteist, ne panteisttir. Zen birliği de kabul
etmez. Tüm nesneler Bir'e indirgenirse. Bir, neye indirgenecektir?
- Zen, her türlü dış Otoriteyi yadsır. Kişinin iç
varlığına güvenir.
- Zen’de sözlerle açıklanacak bir şey yoktur, kutsal bir
öğreti değildir.
- Zen’in en son ve kutsal ilkesi, geniş boşluk ve onun
içinde hiçbir şeyin kutsal olmayışıdır. (Buna Bedhidargıa denir.)
- Zen, çelişki ve saçmalıklarla doludur, ama bunlar
görünüşte böyledir.
Bir diyalog Örneği:
Öğrenci: Sana hiçle
gelseydim bana ne derdin?
Üstat: Onu yere at
derdim
Öğrenci: Neyi atacağım?
Üstat: Öyleyse onu al
götür.
Başka Örnekler:
Demir ağaçlar çiçek
açmış
Yaya yürüyorum,
Sırtındayım bir öküzün.
Testiye testi demeden
onun ne olduğunu söyleyin. (Bir öğrenci, testiyi getirip ortaya koyar ve hiçbir
şey demeden odadan çıkar.)
Zen-Budizmin ana ilkesi nedir?
Yanıt: Avludaki selvi
ağacı.
- Zen, mantıksal olarak değil,
psikolojik ve biyolojik olarak yaşadığınızı göstermektir.
- Tek olan, tüm olanı kuşatır ve tüm olan tek olanın içine
bakar.
- Yaşam, bir olgudur, onun ne açıklanmaya ne doğrulanmaya
ihtiyacı vardır.
- Sizin günlük yaşamınız Zen’dir.
Satori (Aydınlanma):
Eğer bir insan satori için olgunlaşmışsa Satori, her yerden onun içine girer.
Hiç beklenmedik bir anda gelir. Bir gürültü, saçma bir söz, (çiçeğin açması,
olağan bir olay, onu uyarabilir. Satorinin fikirlerle bir alış verişi yoktur,
iç algının bir türüdür.
- Zen, Yaşamı, canlılığı içinde
yakalamak için onu seyreder.
- Satori, gençleştirir, neşe ve mutluluk verir.)
MÖ 6, yüzyılda Çin*de kurulmuş bir
öğretidir. Kurucusu, Konfüçyüs’ün çağdışı olan Lao-Tsu’dur. Konfüçyüs’ün
gelenekçi, toplumcu ve ahlakçı olmasına karşılık Lao-Tsu bireycidir. Yazdığı
kitabın adı Tao Te King’dh, “Yüce Aklın Erdemi” şeklinde dilimize çevrilmiştir.
Fakat Tao sözcüğünün çok değişik anlamlan vardır. Bu kitap, kutsal kitapların
en kısası, Çin klasiklerinin en eskisidir. En çok yabancı dile çevrilen Çince
kitaptır. Çin’de buna inananlar, aynı zamanda Budist, ya da Konfüçyüsçü’dür.
Taoculuk, bugün için büyük Ölçüde geçerliğini yitirmiştir.
Alıntılar:
- Varlık ve yokluk, birbirini doğurur. Kolaylık ve zorluk
birbirini bütünler.
- Yetkin kişi hiçbir şey yapmama (Wu-! Wei) yöntemini
uygular.
- Evrendeki her şey, yaratıcısı olmadan olur,
- En büyük erdem, hiçbir şey beklemeden yapmaktır.
- Değişmezi tanımak, aydınlanmadır.
- Herkes kızıyor. Ben, henüz gülmeyen bebek gibi soğuk
kanlıyım.
- Bilge (aydınlanmış kişi) kendini göstermez ama ışık
saçar, övünmez ama değeri bilinir. Kimseyle yarışmadığından kimse onunla
yarışamaz
- Az konuşmak, doğaya uygundur.
- Kızıp sinirlenen, üstünlüğünü elden kaçırır.
- Aydınlanan kişi, her fazlalığı, her gösterişi bırakır.
- Başkasını tanıyan zekidir, kendini tanıyan aydındır.
- Yumuşak serti, zayıf güçlüyü yener.
- En yüksek erdeme sahip olan, bir şey yapmaz ve
amaçsızdır.
- Soyluluğun kökü, alçak gönüllülüktür.
- Uyumu tanımak, değişmezi kavramak demektir. Değişmezi
kavramak, aydınlanmaktır.
- Ne kadar yasak varsa, halk o kadar yoksullaşır.
Yasaklar, hırsızları çoğaltır.
- Yöneticiler hoşgörülü olursa halk dürüst kalır.
- Dünyanın ölçüleri yoktur, çünkü olağan, olağan dişiliği
yaratabilir ve iyilik canavarlığa dönüşebilir.
- Dişi, dinginliği ile erkeği yener.
- En büyük işler, ister istemez küçük işlerle tamamlanır.
- Gelişi güzel söz veren, sözünü binde bir tutar.
- Aydınlanmış kişi, insanların ortak taşkınlıklarına sırt
çevirir.
- Gerçek sözler hoş değildir, hoş sözler de gerçek
değildir,
- Bilenler söylemez, söyleyenler bilmez.
- Gerçekten iyi bir insan, herkesi sever, kimseden nefret
etmez.
Konfüçyüs, MÖ 6. yüzyılda Çin’de
yaşamıştır. Bir din kurmamıştır. Doğru yaşam yollarını göstermiştir,
Konfüçyüscüler, başka dinleri kabul edebilirler, Konfüçyüs, Tanrı, gökyüzü,
ölümden sonraki yaşam hakkında sorulan sorulara cevap vermiyordu. Henüz bu
dünyadaki yaşamı yeteri kadar bilmezken ölümü nasıl bilebiliriz? diyordu. Şiir,
müzik, en çok da sevgi üzerine konuşmayı seviyordu.
Alıntılar:
- Sevginin ödülü yine kendisidir. Sevgi her şeyi
güzelleştirir. Barış getirir.
- Sevgi ile dolu bir kalp, yanlış ve kötü birşey yapamaz.
- Bilgili insan, her türlü aşırılıktan kaçınır.
- Mutlu insan, ödevini bilen ve yapan insandır.
- Olgunlaşmanın yolu, şefkattir.
- İyiliğe iyilikle, kötülüğe adaletle karşılık verin.
- Zalim bir devlet, yırtıcı bir kaplandan daha vahşi ve
korkunçtur.
- Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına
yapma.
- Hoşgörü, en saygın bir erdemdir.
- Doğa, herkese istediği şeyi yemek hakkım verdiği gibi
istediği şeye inanmak hakkım da vermiştir.
- Kötülük yapmamak yetmez, iyilik de yapmalısın.
- Hayat kısadır, gülelim,
- Bilmediğini bilmek, gerçek bilgidir.
- İnsanın amacı iyi ve uzun yaşamaktır.
- Benim duam, yaşamımdır.
Japonya’da eski kabile yaşantısı
döneminde ortaya çıkmış, giderek birçok değişimlere uğramış bir dindir, Şinto
sözü, Budizm’den ayrımı sağlamak için 18. yy.’da kullanılmaya başlanmıştır.
Şintoizm, 1868 yılında resmi din olarak kabul edilmiş, bu kabul 1946 yılına
kadar sürmüştür.
Şintoizmin temeli, bitkiler, hayvanlar,
doğa olayları ve ataların ruhları halinde kişileştirilmiş olan Kami'lere
—Ruhlara— tapmadır.
Sintoizme göre tanrılarla insanlar
arasındaki ilişki, Güneş Tanrıçası Amaterasu'dan gelen ve onun yeryüzündeki
temsilcisi olan imparator (Mikado) aracılığıyla kurulmaktaydı. Mikado- bütün
Japonların atası olarak görülür ve ona bir Tanrıymış gibi davrandırdı, ikinci
Dünya Savaşı yenilgisinden sonra bu inanç, büyük ölçüde yıkılmıştır.
Sinto'ya inananlar, aynı zamanda
Taocu, Budist veya Hristiyan da olabilmektedir Dinler, daha çok geleneklerin
bir parçası olarak algılanmaktadır.
Bu saydığımız yanlarıyla, Çin ve Japon
inanışları arasında bir benzerlik görülmektedir. Aynı zamanda hoşgörülü ve
bağnazlıktan uzak olmaları bakımından eski Adıge dini inançlarıyla bunlar
arasında da benzerlikler olduğuna işaret etmemiz doğru olur.
Doğu Asya dinlerindeki bazı inançlarla
Kur’an’dan seçtiğimiz aşağıdaki ayetler arasında da bir uyum vardır:
- Bir
de sana Ruh'tan soruyorlar, de ki, Ruh Rabbimizin bildiği bir iştir ve ilimden
size ancak az birşey verilmiştir. (17/85)
- Sen
ancak bir öğüt vericisin, onlar üzerine bir zorlayıcı değilsin.(88/21)
- Sizin
dininiz size, benim dinim bana. (109/6)
- Benim
amelim bana, sizin ameliniz size aittir. (10/41)
Bütün dinlerin amacı, insanları doğru
yola yöneltmek olduğuna göre bu benzerliklerin olması da doğaldır.
Sh: 75-89
Kaynak: Yaşar Bağ, Türklerde ve Çerkeslerde İslam Öncesi Kültür Din Tanrı,
Birinci Basım: Haziran 1997, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar