Print Friendly and PDF

DİNLER HAKKINDA ÖZET BİLGİLER



İslam öncesi Kültür, Din ve Tanrı anlayışları hakkında bilgi vermeden önce insanın varoluşu, değişik toplumların Tanrı kavramları, ilk inançlar ve günümüzde yaşayan başlıca dinler hakkında Özet bilgiler
İnsanın varoluşu (ya da ilk oluşumu) konusunda Tevrat, Kur’an, Mu ve Atlantis Teorileri ve bilimsel bakış açılarına göre kısa bilgiler:
1-           Tevrat’a Göre: İnsanın yaratılışı ve Tufanla ilgili olarak Tevrat’ta verilen bilgilerle Sümer efsanelerindeki bilgiler arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır.
Tevrat'ın başında dünyanın ve Adem’in yaratılışı anlatılır. Allah, topraktan kendi suretinde Adem’i yapar ve burnuna hayat nefesinden üfler. Onun kaburgasından da Havva’yı yaratır ve onları cennete koyar. Adem ve Havva, Allah’ın kendilerine yasakladığı meyvayı yedikleri için cennetten kovulup dünyaya atılarak cezalandırılırlar. Onlardan türeyen insanlar da Allah’ın emirlerine uymadıklarından Nuh Tufanı ile toptan cezalandırılırlar. İnanmayan büyük çoğunluk ölür, inanan küçük azınlık kalır.
Burada dikkati çeken durum, Adem’den türeyen insanların dışında dünyada iki tür insanın daha var olduğunun bildirilmesidir. Fakat bunlar hakkında yeterli bilgi verilmemektedir. Bu üç insan türü şunlardır:
1-           Adem ve Havva’dan türeyen insanlar
2-           Allah’ Oğulları
3-           Nefilimler
Tevrat’ta bununla ilgili ayetler şunlardır:
“Toprağın yüzü üzerinde insanlar çoğalmaya başladı ve onların kızları doğduğu zaman, Allah’ Oğulları, Adem kızlarının güzel olduklarım gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine aldılar Kızlar onlara çocuklar doğurdular. O günlerde, hem de ondan sonra yeryüzünde Nefilim vardı: (İri adamlar). Bunlar eski zamandan zorbalar ve şöhretli adamlardı.” (Tekvin, 611-4)
Tevrat, insanın varoluşu konusuna açıldık getirmemektedir.
Kimi yorumcular, “Allah’ın Oğullarının uzaydan, başka planetten gelen varlıklar (insanlar) olduğu tezini ileri sürmektedir, fakat bu tez, bilinmeyeni yine bir bilinmeyenle açıklama anlamına geldiğinden kabule değer görünmemektedir.
Büyük Ceza, Nuh Tufanı: Yukarıda açıklandığı gibi Adem neslinden memnun kalmayan Allah, gazaba gelir, Nuh Tufanı ile o kuşağı yok ederek yeni bir kuşak türetir. Tevrat’taki ilgili ayetler:
“Ve Rab, yeryüzünde adamı yaptığına pişman oldu... ve Rab dedi: Yarattığım adamı ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını toprağın yüzü üzerinden süreceğim.” (Tekvin, 616-7)
Kitaba göre Nuh Tufanı’ndan sonra insanlar, Nuh'un üç oğlundan yeniden türerler. Bu üç oğuldan türeyenler şunlardır:
1-           Yafet (Yafes)’ten türeyenler: Beyaz ırk (Kafkas Irkı), Kimmerler, İskitler, Medler, İyonyalılar, İberyalılar, Togormanlar... (Çerkesler ve Türkler Yafet’ten gelme sayılıyor.)
2-           Ham'dan türeyenler: Elamlar, Astırlar, Babiller, Ermeniler, Doğu Afrikalüar, Kenardılar...
3-           Sam'dan türeyenler: Araplar, Yahudiler, Keldaniler, Mısırlılar, Libyalılar, Etopyalılar, Faslılar...
Görüldüğü gibi burada, çoğunlukla orta ve yakın doğu halkları sayılmakta, Moğollardan, Çinlilerden, Japonlardan (San ırktan) ve zencilerden söz edilmemektedir. Yani Tevrat’ın konusu, tüm dünya insanları değil, belli bölgelerin insanları oluyor.
(Tevrat’ta Âdem’den itibaren, onun soyundan gelen peygamberlerin ne kadar yaşadıkları yazılıdır. Bunlar hesaplandığında görülür ki Adem’in yaratılışı 15 bin yıldan öteye gitmemektedir, oysa bilimsel veriler insanın dünyada varoluşunu milyonlarca yıl eskilere götürüyor. Antropolojiye göre ateşin bulunuşu, yaklaşık 500 bin yıl öncedir. Eğer bu bilimsel veriler doğruysa Tevrat’taki bilgiler yanlış demektir.)
Kur’an’da Tevrat’ın tastik edildiği sık sık tekrarlanmaktadır, İnsanın yaratılışı konusunda, Tevrat’tan farklı olarak, zaman belirlenimi yoktur. İlgili ayetlere bakalım:
“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı bir süre geçmedi mi?” (76/1) —Buradan, bilimsel teorilere uygunluk halinde, insanın henüz insanlaşmadan önce uzun ilkel dönemler geçirdiği anlamı çıkmaktadır.—
“Allah, ey İblis iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi. İblis, ben ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu çamurdan yarattın, dedi.” (38/75-76) —Buradaki, iki elimle yarattım, anlatımının anlamıyla ilgili bir bilgiye sahip değiliz.—
“Allah’ insanı, pişmiş çamura benzeyen (kerpiçe) bir balçıktan yarattı.” (55/14)
“O, her an yaratma halindedir.” (55/29,1 —Tasavvufun dayandığı ayetlerden biri— “Ölüden diri, diriden ölü çıkarır." (6/95)
“İlk başta insanı çamurdan yaratmıştır, sonra onun suyunu dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tanılayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir.” (32/7-8) —Tevrat’ta nefesinden üfledi, burada ise ruhundan üfledi denilmekte.—
“Allah, her hayvanı, özel bir sudan yarattı.” (24/45), Fikri Yavuz Çevirisi
“Allah’ sizi yerden, ot (bitki) bitirir gibi bitirmişti.” Diyanet Vakfı (71/17)
“Hayatı olan herşeyi sudan yarattık.” (21130)
“Ey insanlar, sizi bir tek şahıstan —Adem’den— yaratan, o şahıstan da eşini—Havva'yı— vücuda getiren, ikisinden de birçok erkekle kadınlar üreten Rabbinizden korkun.” (4/1)
“Biz bir şeyi dilediğimiz zaman sözümüz sadece şöyle demektir, ‘ol’. O da hemen oluverir.” (16/40,19/35)
Bu teorilere göre bir zamanlar Büyük Okyanus’ta (Pasifik) Mu Kıt’ası, Atlas Okyanusu’nda (Atlantik) Atlantis Kıt’ası vardı, ve buralarda yaşayan insanlar, teknik ve uygarlık bakımından bugünün insanlarından bile daha İleriydiler. Aralıklı büyük depremler yüzünden 10-12 bin yıl önce battılar. Batmadan önce iç “savaşlar nedeniyle düzen bozulmuş ve uygarlık gerilemişti. Bu iki kıt’a ile ilgili özet bilgi şöyledir:
Mu Kıt'ası: 1883’te Tibet’e giderek bir tapmağı ziyaret eden tanınmış Mu araştırmacısı İngiliz James Churchward, Mu hakkındaki ilk bilgileri, bu tapınağın arşivinden edindiğini söyler. Tabletler, ancak rahiplerin bildiği ölü bir dil olan Naga dilinde yazılmıştır J. Churchward, rahipten iki yılda bu dili öğrenerek tabletleri çözmüş, sonra Mu uygarlığını ortaya çıkarmak için elli yıl sürecek olan araştırma gezilerine çıkmış. Pasifik Adaları, Birmanya, Orta Asya, Sibirya, Mısır, Avustralya ve Orta Amerika’yı gezerek bilgi ve belgeler toplamıştır.
Amerikalı Jeolog William Niven de 1921-23 yıllarında Meksika’da Mu ile ilgili bilgiler içeren 2600’den fazla belge ortaya çıkarmıştır.
Araştırmacıların Mu Kıt'ası hakkında verdikleri bilgileri şöyle Özetleyebiliriz:
J. Churchward’a göre, günümüze kadar gelen birçok dinsel inanç bir tek ortak kaynaktan çıkmışlardır. Bu da insanlığın ilk ve tek Tanrılı dini olan Mu dinidir. Bu dinle ilgili belgeler 70 bin yıl öncesine dayanır.
Mu halkı tanrıya “Göksel Baba” diyordu. İsmi ağıza alınamazdı. Tabuydu. —Aynı gelenek Yahudilerde de var, Yehova’nın adı söylenemez—
Mu dininde Güneş, tanrının tekliğini simgelemekteydi.
Eski Mısır’a Mu dini Atlantisli Thoth tarafından Oziris adıyla getirilmiştir. (Çerkescede Oziris, Konuşanın oturduğu yer, Thaut sözü de “Tanrının Hizmetçisi” anlamına gelmektedir.)
J. Churchward, Musa dini Oziris dinidir diyor ve örnek olarak Tevrat’taki on emri gösteriyor.
Teoriye göre, Mu uygarlığını uzun süre, diğer planetlerden gelen uzaylı bilge üstatlar yönetmişlerdir. (Tevrat’taki Allah’ Oğulları gibi burada da karşımıza yine uzaylı İnancı çıkmaktadır.)
Mu' kılar, 50 bin yıl önce Meksika’ya çıkmışlar.
Hindistan’dan Babil ve Mısır’a gelen uygarlıklar, sönmekte olan Mu uygarlığının kalıntılarıydı.
Mu Kıt’ası 10-12 bin yıl evvel battı. Batış nedeni volkanik gazların patlamasıydı.
Alman Doğa bilimcisi Haecken şöyle diyor: “İnsan türü şimdi Pasifik’in altında uzanan Lemurya’da—Mu kıtasında— doğmuştur.
Orta Asya efsanelerine göre çok eski zamanlarda Gobi Çölünün yerinde büyük bir iç deniz bulunuyordu. Çin bilginlerine göre bu denizde “Mavi gözlü ve sarı saçlı, beyaz insanların yaşadığı bir ada vardı. Bu insanlar gökten inmişler ve kendi uygarlıklarını yaymaya çalışmışlardı. (Yine uzaylı efsanesiyle karşılaşıyoruz.)
(Bu alıntılar için kaynak: “Mu-Tarih Öncesi Evrensel Uygarlık” kitabı)
Atlantis Kıt’ası: “Tufan Öncesi Atlantis” kitabına göre, Atlas Okyanusu’nda bir zamanlar “Atlantis Kıt’ası” vardı. Uygarlık ve teknik düzeyi bugünkünden çok ileriydi. Pasifikteki Mu kıtası gibi, Atlantis de Aralıklı ve şiddetli volkanik depremler nedeniyle battı. Batmadan önce sosyal düzen de bozulmuştu. Depremlerden kaçanlar Amerika’ya, Avrupa’ya, Afrika’ya dağıldılar. Bir kısmı Abhazya’ya kadar gitti. Özellikle Mısır’a ilgi gösterdiler ve orada yeni uygarlık kurdular.
Eflatun, Timeos ve Kritias isimli diyaloglarında, Atlantis’ten, Atlas Okyanusu’nda dokuz bin yıl önce batmış bir ada olarak söz etmektedir.
İgnatius Donelly’nin 1882’de yayınlanan “Atlantis, Tufan Öncesi Dünya” kitabındaki kanıtlamalar, eski Mısır kültürleriyle, Orta ve Güney Amerika yerlilerinin kültürleri arasındaki benzerlikler üzerine kurulmuştur. Bu eski kültürlerin Atlantis kökenli oldukları ve Atlantis’in batışından sonra onun devamı olarak geliştikleri görüşü ileri sürülmektedir. Donelly’ye göre Basklar da Atlantisten gelmedir. Bask dili Avrupa’da tektir, Batı Avrupa’nın Ari dilinden değildir. Basklar, fiziksel görünüş olarak da Avrupalılardan farklıdır.
“Tufan Öncesi Atlantis” kitabındaki bilgilerin çoğu, eski Mısır’da enkarne olduğunu söyleyen medyum Edgar Cayce’in verdiği bilgilere dayanmaktadır:
İnsan, yeryüzünde on milyon beş yüz bin yıl önce, dünyanın beş değişik yerinde aynı zamanda gözüktü, (sf, 36,41,65)
Kırmızı ırk, Atlantiste yaratılmıştı, (sf 1,4)
Uzun aralıklarla Atlantisi yıkan üç deprem oldu:
1-           50.000 yıl önce,
2-           28.000 yıl önce,
3-           10.000 yıl önce (sf.4)
Mısır yerlilerine yazı dili fikrini Atlantisten kaçanlar getirdi, (sf.110) Mısır’da çeşitli milletlerin Öğretileri birleşti. (sf,127)
Gobi ülkesinden ve Hindistan’dan Mısır’a öğreti geldi. (sf.128)
Batık Atlantis Kıt’asının yeniden yükseleceği söyleniyor, (sf. 135, 136,147)
Antropolojinin bu konudaki bilgileri kısaca şöyledir:
1-           “Home Erectus türünün bir üyesi olan Pekin inşam, günümüzden 500-250 bin yıl önce yaşıyordu. Ve büyük bir olasılıkla taş aletleri ve ateşi kullanıyordu.
İlk Home Sapiens’lerden sayılan “Steinhem insanı’’, Avrupa’da günümüzden 200 bin yıl önce yaşamaktaydı. Home Sapiens Neanderthal İnsanı Avrupa, Asya ve Afrika’da 100 bin - 40 bin yıl önce yaşamıştır. Kromanyon insanının —Home Sapiens Sapien— fosilleri, Avrupa’da birçok yerleşim bölgelerinde bulunmuştur. Günümüzden 40.000 yıl önce ortaya çıkan ve anatomi açısından modem olan bu İnsan, taş ve kemikten alet yapımı, resim, oymacılık ve avcılığın yanı sıra, doğum ve ölüm gibi durumlarda yapılan ayin ve törelerini de içeren bir kültür geliştirmiştir. (Groiier Internasyonal Americana, cilt. 2, Sabah Yayını)
2-           “Zamanımızdan üç milyon yıl önce Pleistoen (Buzul) dönemi başladı. Bu dönem insanların evrimine sahne oldu. Dördüncü buzul döneminde Neanderthal insan yok oldu. Son buzul dönemi bitmeden önce yeni bir insan türü gelişti. Ve dünyaya egemen oldu. Bu tür, günümüzün inşam olan Home Sapiens Sapien’dir ki çeşitli ırklar halinde var olmuştur. Bunlardan ilki Kro-Manyon ırkıdır. (Avrupa’da) Buzul dönemi sona ererken bunlar Asya ve Afrika’nın geniş alanlarına yayıldılar. Daha sonra, yaklaşık MÖ 17.000 yıllarında Bering Boğazı’nın buz köprüsü üzerinden Amerika’ya geçtiler.
Irklar: İnsanlar arasındaki fiziksel farklara göre başlıca üç ırk ve alt gruplan şunlardır:
1-           Kokazoid Irk (Kafkas Irkı - Beyaz Irk):
a)NordikIrk b)Alpinlrk c) Akdeniz Irkı d) Hindu Irkı
2-           Negroid Irk (Siyah):
a) Afrika Negroları b) Okyanus (Melanezya) Negroları c) Negritoları (Pigment)
3 - Mongoıoid Irk (S an ırk):
a) Asya Mongoloidleri b) Malakalılar c) Amerika Kızılderilileri
Bu üç temel grubun kapsamına girmeyen ırklar:
1-           Polinezyalılar
2-           Austroidler
3-           Veddoidler (Hindistan ve doğu Hint Adaları)
Irk, sadece anatomik ve fizik özellikler tarafından belirlenen biyolojik bir olgudur. Irk ile dil ve kültür birbirinden bağımsızdır. İlkel bir kültür, ilkel bir zeka anlamına gelmez.
UNESCO, şu sözlerle durumu özetlemektedir: “Elimizdeki bilimsel veriler, insan gruplarının, zihinsel kapasite ve duygusal gelişim açısından, yaratılıştan birbirinden farklı olduğuna İnanmamıza yol açacak hiçbir dayanak noktası vermemektedir.” (İnsan ve Dünyalı, Calvin Wells, Çev. Er- zen Onur, sf. 12)
Antropolojik kaynaklardan yaptığımız bu alıntıların da gösterdiği gibi, insamn oluşumu konusunda bilimsel veriler, Tevrat’ı onaylamıyor.
Tarihsel süreç göstermektedir ki insanlığın ilk dönemlerinden başlayarak toplumlarda, benzer ya da farklı Tanrı kavramları olagelmiştir.
Kısaca söylersek bu kavramlar dinlerde inanç, felsefede düşünce, tasavvufta (Sufilikte) varlığın birliği temellerine dayanmaktadır.
1-           Musevilikte: Tevrat’ta Elohim adı kullanılıyordu, sonradan bu Yeho- vn’ya dönüştü. Yehovâ, Musa’ya kendini şöyle tanıtmaktadır: “Ben, ben olanım.” (Çıkış, 3114-15). Bu tanım, hiçbir içerik belirtmeyen, son derece soyut bir kavramdır. Fakat Tevrat'ın bütününde Yehova’nın nitelikleri ortaya çıkmaktadır. Buna göre Yehova, Yahudilerin (İsrail oğullarının) ulusal Tanrısıdır. Onları hem Tanrı, hem kral gibi yönetir. İsrail oğullarına özgürlük, ülke ve devlet vadeder. Zamanla bunlar gerçekleşir.
2-           Hıristiyanlıkta: İsa çarmıha gerildiğinde Matta İnciline göre “Eli, Eli Lama Sabaktani” (27/46), Markos İnciline göre “Eloi, Eloi Lama Sabaktani” (15/34) diye bağırır. Anlamı şudur:
“Allah’ım, Allah’ım, niçin beni yalnız bıraktın?” Demek ki, o dönemde Tanrıya “Eli ya da Eloi” diyorlardı. İsa, peygamber olarak bilinir, oysa kendisi hiç peygamber olduğunu söylemedi. Kendini Allah’ın oğlu olarak bildirdi. Allah’ı da “Baba” diye çağırdı. Aslında eski toplumlarda Allah’ ile Baba çoğu kez özdeşleştirilmişti. Bugün bile halk arasında “Allah’ Baba” sözü rahatça kullanılmaktadır.
Kendi sunuş tarzına göre İsa, Baba’nın insan şeklinde görünümüdür.
-             “Ben Allah’tan çıkıp geldim.” Yuhanna, (8/42)
-             “Ben ve Baba biriz.” Yuhanna, (10/30)
-             “Beni gören, beni göndereni görür.” Yuhanna, (12/45/, 14/9)
-             “Ben bu dünyadan değilim.” Yuhanna, (8/23,24)
-             “Buluttan ses: seçtiğim oğlum budur, onu dinleyin.” Luka, (9/35)
-             “Ey Baba, dünyanın kuruluşundan önce beni sevdin.” Yuhanna (17/24)
3-           İslamda: Kur’an’da Allah, her şeyi yaratan, bilen, gören, işiten, acıyan, bağışlayan, ödüllendiren, cezalandıran bir yüce varlıktır. Ayrıca 99 güzel ismi (Esma-ül Hüsna) vardır. Peygambere tam yetki vermektedir: “Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (4/80)
Ayrıca El-Hadid suresinde Allah’ın şu beş özelliği vurgulanmaktadır: “O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır, O her şeyi bilendir.” (57/3)
Bir hadiste bunların dördünün peygambere verilmiş olduğu anlatılmaktadır. Hadis şudur: “Cebrail yeryüzüne indi ve bana şu şekilde selam verdi:
“Selam sana ey evvel, ey ahir, ey zahir, ey batın.” Bu davranışı yüzünden Cebraili kınadım da şöyle dedim:
Bu sıfatlar, benim gibi bir yaratılmış için nasıl kullanılabilir ey Cebrail? Bunlar yaratanın nitelikleri olup yalnız ona layıktırlar. Cebrail dedi ki
Ey Peygamber!
Şunu bil ki, Allah’ bana seni bu şekilde selamlamamı emretti, Çünkü yüce yaratıcı seni bu niteliklerle yüceltti... Allah’ seni Batın diye adlandırdı, çünkü senin adım kendi adıyla birlikte kırmızı nurla arşın gövdesine yazdı. Hem de Baban Âdemi yaratmadan iki bin yıl önce... Senin üstünlüğünü de göklerdeki varlıklara ve yeryüzündekilere iyice tanıttı. Bu varlıklar içinde öylesi vardır ki yalnız sana selat ve selam eder ey peygamber. Rabbin Mahmud, sen de Mahmud. Rabbin evvel, ahir, zahir, batın, sen de Öyle.”
(Kendi Dilinden Son Peygamber. Dr. Y. Nuri Öztürk, sf 67,68)
Yine Yaşar Nuri Öztürk’e göre:
-             “Peygamber, evrenin kendisidir.” (sf 129,167)
-             “Muhammed, Allah’ın bir görünüşüdür.” (sf. 172)
4-           Hinduizmde: Kendi bölümünde geniş şekilde görüleceği gibi Hinduizm, çok tanrılı bir dindir. Çok Tanrılı eski Vedizm, uzun süreli değişimlerden sonra Brahmanizmi ve Budizmi doğurmuştur. Hint çok Tanrılığı, tek Tanrının değişik görünümlerini ifade ettiğinden tek Tanrıcılıktır, denilmektedir. Brahma kendini üç ayrı biçimde gösterir: 1- Brahma/Yaratıcı), 2- Vişnu/koruyucu), 3- Şiva/ Yıkıcı)
5-           Eski Türklerde: Eski Türklerde ve Moğollarda Allah’a “Tengri” denirdi. Jean-Paul Roux şöyle diyor:
-“Tengri” adı, Arapça “Allah’” adının yerini tutmak üzere Cumhuriyet Türkiye’sinde Tanrı şeklinde yeniden kullanılmaya başlandı. (Türklerin ve Moğolların Eski Dini. sf. 90)
-             Eski inanışa göre Tengri aynı zamanda tüm insanların Allah’ıdır ve tek Allah’tır, (sf. 93)
-             Tengri’ye Gök-Tengri de deniliyordu, (sf. 238)
Daha geniş bilgi 2. bölümde yer alıyor.
6-           Çerkeslerde: Çerkeş adı, dışardan verilmiş bir addır. Çerkesler, kendilerine Adıge derler. Adıge dilinde Tanrının adı “Tha'dır. Tha, yaratıcı tek Tanrıyı anlatır. Ayrıca saygı ya da korku duyulan doğa güçlerinin adlarının başına veya sonuna Tha kelimesi getirilerek birleşik isimler türetilir. Zewatha (Savaş Tanrısı), Mezıiha (Orman Tanrısı), Wefetha (Gök Tanrısı), Thaul-Thott (Hermes) vb.
(Bu konudaki daha geniş bilgi ise 3. bölümde yer almaktadır.)
Tanrı kavramı, sadece dinlerin değil, felsefenin de konusudur. Dinler, Tanrıyı inanç düzeyinde ele alırken felsefe akıl düzeyinde alır. Nasıl, dinlerin Tanrı kavramları birbirinden farklı ise filozoflarınla de farklıdır. Bununla beraber aralarında ortak yanlar da vardır. Burada Batı Felsefesinden ve İslam Felsefesinden örnekler vereceğiz.
1- Sokrat (MÖ 469-399: 70) Sokrat, Eflatun’un hocasıdır. Eflatun’un Şölen adıyla Türkçeye çevrilmiş olan “Symposion” kitabında Sokrat’ın Da- iman adında bir ilham perisinden söz edilmektedir. Onun aracılığı ile bilgi alır. Yanı bir çeşit peygamber davranışı içindedir. Sokrat’a göre insan sevgisinden hareketle Tanrıya varılabilir. Sokrat, bir de kendisine bilgi veren Diotimo adında bir yabancı kadından söz eder: “Tanrıların hiçbiri bilgiyle uğraşmaz, bilgeliğe özenmez, çünkü zaten bilgedir. Bilgeliğe ermiş bir insan da artık bilgiyle uğraşmaz.” (Eflatun: Symposion, $f. 69)
2- Eflatun (MÖ 427-347: 80) Eflatun (Platon), Tanrıbilim tarihinin İlk filozofu sayılmaktadır. Ona göre Tanrı birdir, değişmez, ebedidir. En yüce iyilik ve güzelliktir, Eflatun, evrenin düzenleyicisi olan Tanrıya “Demiurg” diyor. Demiurg, yaratıcı değil, düzenleyicidir, çünkü evren (madde) zaten vardır.
Eflatun’a göre Ruh ölümsüzdür. Tanrıdan gelir, Tanrıya döner. Ölçülü insan Tanrının dostudur, çünkü ona benzer. Biz toprağın değil, göğün bit- kisiyiz.
3-           Aristo (MÖ 348-322; 62){Hareket etmeyen bir hareket ettiriciye ihtiyaç vardır ki o da Tanrıdır. Tanrı kendi ile özdeştir, iyidir, güzeldir. Mükemmeldir. Tanrı, düşüncenin düşüncesidir. Ruh, yorulmak bilmeyen bir eğilimle Tanrıya doğru gitmek istemektedir. Aristo, insan ruhunun ölümsüzlüğüne inanır. Beden, ruhun işlevlerini yerine getiren bir araçtır^
4-           Dekart (1596-1650: 54) Tanrı, kendi kendinin nedenidir. Her şeyi bilen ve yaratandır. Her şeye gücü yeter. Tanrının iradesi ve özü gibi ebedi ve değişmez bir niteliktedir.
5-           Spinoza (1632-1677: 45) Hollandalı, Portekiz’den baskı nedeniyle kaçan bir Yahudi aileden geliyor. Gizemci Kabala ve Zohar bilgisiyle Batı felsefesine değişik bir bakış açısı getirmiştir. Tanrı ile ilgili görüşlerinden Örnekler:
-             Tanrı, dünyadan ayrı bir şey olamaz,
-             Tanrının insana, insanın Tanrıya yönelik sevgileri bir ve aynıdır.
-             Tanrı insandan bir şey istemez. Tanrının hoşnutluğu, ya da hoşnutsuzluğu olmaz. Bunlar, insana Özgü niteliklerdir.
-             Zihinsel Tanrı sevgisi, kişisel bir sevgi gibi yorumlanmamalıdır.
-             İnsan ruhu bedenle birlikte yok olmaz, onda ebedi olan bir şey kalır.
-             Ruh, bedenin düşüncesidir. Bedenle birleşmiş bir düşüncedir.
Yaratılmış doğa (natura naturata) değil, yaratıcı doğa vardır. (Panteizm)
-             Tanrı, her şeye içkin nedendir. (Dışsal neden değil, içsel nedendir.)
-             Ruh, kendi kendinin bilincidir.
-             Tanrı, hiçbir şeye muhtaç olmadığı için özgürdür.
-             Evrende. Tanrı ve doğa ikiliği yoktur. (Panteizm, vahdet-i vücut)
-             Ruhun en yüce ve son nedeni, Tanrıyı bilmektir.
-             Birbirinizi sevmek, birbirinizin aracılığı ile Tanrıyı sevmektir.
-             Spinoza’ya göre din, insanları ve Tanrıyı sevmektir.
6-           Kant (1724-1804) Kant’a göre akıl sadece olayları bilebilir. Ruhu, evreni, Tanrıyı bilemez. Tanrı, bilginin değil, inancın konusudur. Tanrı, en yüce iyinin ve güzelin önkoşulu olarak doğadaki en yüksek nedendir. Akıl, Tanrının zatını bilemez, fazla zorlanırsa delirip
7-           Hegel (1770-1831: 61) Hegel şöyle diyor: Tanrı, dinde inanca göre kabullenilmekte, felsefede ise kuramsal düzeyde an düşünce ve evrensel olarak kavranmaktadır.
“Mantık Bilimi” kitabından alıntılar:
-             Tanrı, gerçek olandır (hakikattir), (sf. 119)
-             Tanrı, yalnızca tek ve en yüksek değil, genelinde özdür, (sf. 163)
-             Tanrı, olanı, önce doğa yoluyla bildirir, (sf. 198)
-             Tanrı insanı, tutkuları aracılığı ile kendi amacı için kullanır, (sf. 273)
-             Tanrı, dünyada kendini sergilemektedir. (sf. 2 76)
“Tinin Görüngü Bilimi” kitabından alıntılar:
-             İnanç, mutlak varlığa güvenmekte, fakat onu bilmemektedir, (sf. 346)
-             Tanrısal doğa, insansal doğa ile aynıdır ve seyredilen şey, bu birliktir. (sf. 457)
-             Özbilinç, yalnızca Tanrının sezilişi değil, aynı zamanda Tanrının kendini sezişidir, (sf. 480)

Arapçaya çevrilen eski Yunan Felsefesinin, özellikle Aristo’nun etkisiyle bir İslam Felsefesi geliştirilmiştir. Böylece Arapça, aym zamanda bir felsefe dili olmuştur. İslam Felsefesinde inançla akim sentezi çabalan görülmektedir.
Yunan Felsefesine göre Tanrı, evrenin yaratıcısı değîl, düzenleyicisidir. Madde zaten vardır. Tanrı, zaten var olan bir şekilsiz maddeyi (Grekçe: Hyle) düzene sokar. İslam Felsefesinde ise —Kur’an anlayışının gereği olarak— Allah, düzenleyici değil, yaratıcıdır. Maddeyi hem yaratmış, hem düzenlemiştir.
Burada dört İslam filozofunun görüşlerine değineceğiz:
1             - Farabi(870-950: 80) Aristo’ya birinci üstat, Farabi’ye ikinci üstad denir. Farabi’ye göre Allah, tanımlanamaz, zatı bilinemez, ancak sıfatları bilinebilir. Allah’ birdir, ezeli ve ebedidir. Allah’ın yarattığı ilk “varlık”, akıldır. Akılda çokluk vardır.
Tümel (Külli) akıl, Allah’tır. Varoluş, ilk yaratılandır. Farabi, sisteminde tasavvufa yer vermiş olan ilk filozoftur. Ona göre mistik felsefe sübjektif bir ruh halidir. Farabi, Eflatun’daki, ruhun bedenden bedene geçmesi (Tenasüh) görüşüne katılmaz. Ruhun, bedenden sonra da devam ettiğini savunur. Fakat bireysel ruhun devamını kabul etmez. Bu nedenle eleştiriye uğramıştır.
2-           İbni Sina (980-1037: 57) Allah’ yaratan, evren yaratılandır, Allah, zorunlu ilk nedendir, birdir, benzeri ve zıtları yoktur. Salt iyiliktir. İbni Sina, Farabi’den farklı olarak, peygamberlere filozoflardan üstün bir değer verir. Onlarda üstün bir yetenek ve kutsal bir sezgi gücü vardır.
Beden, ruhun aracıdır. Ruhun da gelişmek için bedene ihtiyacı vardır.
3-           Gazali (1058-1111: 53) Felsefeyi çürütmek için felsefe öğrenmiştir. Sünnetle (Şeriatla) tasavvufu bir arada götürmeye çalışır. Gazalİye göre nedensellik İlkesi kabul edilirse Allah’ın iradesine gerek kalmaz. Çünkü bütün doğa olaylarında neden ve etki sadece Allah’tır. Doğa yasaları, güç ve irade sahibi olan Allah’ın fiilleridir. Gördüğümüz sebep-sonuç ilişkileri zorunlu değil, alışılmış ilişkilerdir. (Gazali’nin determinizmi yadsıyan bu fikirleri, 18. yüzyıl İngiliz filozofu Davit Hume tarafından tekrar ortaya atılmıştır.)
İnsan, bir yönüyle yaratık âleminde, öbür yönüyle de İlahi Kudret âlemindedir. Ruh, Allah’ hakkındaki bilginin yeridir. Ruh, kutsal alemi düşündüğü zaman, beden ürperir. Bedenin öfke, şehvet ve duygu gibi güçlerinden ruh da etkilenir.
Allah, zamandan ve evrenden öncedir. Yaratılış zorunlu değil, Allah’ın özgür iradesiyle olmuştur. Zaman, hareketin sonucudur. Hareketin dışında zaman yoktur. Bunu akıl değil, ancak kalp gözü kavrayabilir.)
4-           İbni Rüşt (1126-1198: 72) Endülüslü, Doğudaki İslam filozofları, Yunan Felsefesinin düzenleyici Allah’ görüşüyle, yaratıcı Allah’ inancım uzlaştırmaya çalışmışlardı. îbni Rüşt ise Aristo’nun ezeli, canlı madde görüşüne bağlı kalmıştı. Ona göre, bir defada olup biten bir yaratılış yoktur. Fakat her an yenilenen bir yaratılış vardır (Tasavvufla aynı) ve yaratıcı güç, evreni bir bütün içinde yönetir, harekete geçirir. (Kur’an: Allah, her an yaratma halindedir: Rahman 29)
Eğer evren yaratılmış olsaydı, onun da içinden çıktığı bir başka evrenin olması gerekirdi. Ve bu, böyle sürer giderdi. Ona göre tüm evren hareketlidir. Ve bu hareketini, hareket etmeyen bir varlıktan alır. Bu ilk hareket ettirici, Allah’tır. Allah, şunu veya bunu bilmez, bunlardan münezzehtir (soyuttur), evreni kuşatır, Allah’ın bilgisi İnsanlarınkine benzemez. İnsan bilgisi, bir etki sonucudur, Allah’ın bilgisi ise kendindendir,
Böylece İbni Rüşt, felsefecilerle İslamcılar arasındaki tartışmayı sentez yoluyla çözümlemiş olmaktadır.
Dîn, korkuya, tasavvuf sevgiye dayanır. Dindarın yolu şeriat —sünnet—, amacı cennettir. Tasavvufun ise yolu gönül, amacı Allah’la birleşmektir. Önce tasavvuf hakkında kitaplardan özet bilgiler, sonra tasavvufculardan alıntılar vereceğiz.
1-           Düşünce Tarihi (Orhan Hançerlioğlu):
( “Tasavvufun ana düşüncesi şudur: Yaratış diye bir şey yoktur. Varlık birliği —vahdet-İ vücut— vardır. Varlık—Allah’—, evrende ne varsa hepsinde belirtmektedir. Ne başlangıç vardır, ne son. Var olan, sadece varlığın sürekli belirişidir.
İslam’da yorum kapısını açan, Hz. Muhammed’dir. Hadisinde “Kur’an’ın bir açık, bir de gizli anlamı vardır.” diyor. Tasavvufçuların çıkış noktası bu hadis olmuştur.” (sf. 106)
2-           500 Soruda İslam (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk):
“Tasavvufun gayesi, İnsanı, ayrıldığı bütün olan Allah’a ulaştırmaktır. Esasen bütün mistik disiplinler, insan ruhuyla varlığın esası olan yaratıcı kudreti birleştirme peşindedir. Çünkü bu ikisi esasta ve ezelde birdi, (sf. 182)
Binlerce ayet, doğrudan veya dolaylı ifadelerle tasavvufa malzeme vermektedir, (sf. 183)
Tasavvuf, yoktan var ediş anlamında bir yaratma kabul etmiyor, çünkü iki ayrı varlık yoktur. Varlık tektir ve bizim çokluk halinde seyrettiğimiz, olan Varlığın tecellileridir —görünümleri—. Burada, işi bitmiş bir evren yerine, bir süreç —processe— söz konusudur. (sf. 216)
Sufîlere göre, akıl Allah’a götürmez, aşk götürür.” (sf 232)
3-           Türk ve Yahudi Kültürüne Bir Mukayeseli Bakış (Burhan Oğuz):
“Tasavvuf, din değildir. O, ne akli ne de manevi bilgidir. Orada her türlü bilgi yok olur. Ne bilen, ne bilinen kalır. Amaç Tanrıda yok olmaktır. Tanrı, tasavvufta içsel, dinde dışsaldır. Dinde Tanrı ve evren ikiliği, tasavvufta varlık birliği vardır. Yalnız Tanrı vardır, ayrıca evren yoktur. Evren, Tanrının bir görünümüdür. Tanrı, evrenin hem içi, hem dışıdır.»
Yahudi, İslam ve Hıristiyan mistiklerinde, Tanrı hakkında aracısız bilgi edinmek için özel yöntemler izlenir.
Dinde yaratış, mistisizmde oluş vardır” (sf. 304-307)
4-           Din ve İdeoloji (Şerif Mardin):
“Orta Asya Türkleri, İslamiyete geçtikleri sıralarda, İslam’ın, kendi göçebe yapılarına uymayan özelliklerini kabul etmek istemediler. Özellikle kadın-erkek ayrılığı, şarap yasağı gibi kurallar kolay benimsenmedi. Orta Asya’dan Şamanlık ile karışık olarak gelen inançlara en yakını Sufilik’ ti (Taasavvuf).
İslamiyet’le geleneksel Türk yapısı arasındaki bu uyumsuzlukta, kentliler İslâmî olduğu gibi kabul ederken, Türkmen Aşiretleri, İslam’ın Sufi şeklini seçtiler.
Sufılik, alternatif bir İslam alemi olarak, resmi İslam’ın negatifi olarak, onunla yanyana ve içiçe yaşamıştır.” (sf 93-94)
Tusavvufçulardan Alıntılar
1- Muhyiddin-i Arabi: (1165-1240: 75)
-             Tanrı dışında bir varlık, bir oluş yoktur. Tanrı öncesiz ve sonrasızdır. Bir’dir, yaratılmamıştır, Salt akıl, ruh, irade ve ışıktır.
-             Oluş, Tanrısal özün yansıması, duyular alanında görünmesidir. Oluş, yoktan varoluş değil, gizliden açığa çıkıştır.
-             Evren, Tanrının bir görünümüdür.
-             Gerçekte insanla Tanrı birdir.
-             Ermişlik, peygamberlikten daha yücedir.
-             Tanrısal varlık, bilinemez, kavranamaz, sadece düşünülür.
-             Başlangıçta yalnız Tanrı vardı, belirmemişti, bilinmek istedi, belirdi.
-             Sen Tanrıya açıksın, Tanrı sende gizlidir.
-             Uyanış, insanın hayret yoluna girmesidir. Hayretse, ıstırap ve harekettir. Hareket de hayattır. Şu halde hareketsizlik yoktur. Ölüm de yoktur.
Asıl olan, ancak varlıktır, onun için yokluk da yoktur.
-             Âlemin varlığına sebep olan hareket, bir sevgi kımıldanışıdır.
-             Allah, hem zahir, hem batındır (hem dış, hem iç).
-             İnsan, her nefeste yok olup sonra var olduğunun farkında değildir.
-             Her nefeste nesnenin yok olması zamanı, onun var olması zamanının aynıdır. Evreni oluşturan parçalar, bir anda yok olur ve aynı anda ikinci bir görünümle yeniden var olurlar.
-             Evrende her şey canlıdır ve her şeyin aslı sudur.
2-           Mevlana (1207-1273)
-             Gerçek Kâbe, insanın kalbidir. Mevlana şöyle diyor: “Mekke’deki Kâbe, Azer oğlu Halil’in yapağı bir binadır. Gerçek Kâbe olan insan kalbi ise Allah’ın binası ve baktığı yerdir.” (Y.N. Öztürk, 500 .Soruda İslam, sf. 244)
3-           Yunus Emre (1240-1320: 80) Yunus Emre’nin şiirleri çoğunlukla tasavvuf üzerinedir. Biz, bunlardan en belirgin olanlardan birkaç Örnek veriyoruz.
Din ü millet sorar isen
 Âşıklara din ne hacet.
Bir kez gönül yıkan ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
 Elin yüzün yılmaz değil.
Sen sana ne sanırsan
Ayrığı da onu san
Dört kitabin manası
Budur eğer var ise.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.
Sırat kıldan ince
Kılıçtan keskincedir
Varıp onun üstüne
Evler yapasım gelir,
4-           İsmail Emre (1900-1967: 67) Adana doğumludur. Tahsili yoktur. Dost meclislerinde sohbetlerde bulunmuş, iki binden çok tasavvufla ilgili Şiir yazmıştır. Bunların bir kısmı Adana’da bir dergide yayınlanmış, bir kısmı teksir haline getirilmiştir.
Abdülbaki Gölpınarlı’nın “Yunus Emre” kitabının 41. sayfasında kendisinden söz edilmektedir. Annemarie Schimmerin 'Tasavvufun Boyutları” kitabının 288. sayfasında İsmail Emre için şunlar yazılıdır:
“Çağdaş Türkiye’de bile bu olguya ışık tutar gibi. İsmail Emre, Adanalı bir demircidir. Okuması tek tük kelimeyi geçmez. 1940’tan bu yana geleneksel biçimlerde vecd halinde söylediği birçok tasavvufi ilahi meydana getirmiştir.”
İsmail Emre’nin şiirlerinden birkaç alıntı:
Bazı olur görünür
Bazı olur bürünür.

Bu aşk bizlerde durur
Şavkı yüzlere vurur.

Birçok renge bürünür
Aşıklara görünür.

Dere suyuna alışmış
Abıhayat versen içmez.

Sanma sen seni özgürsün
Yapış aşka götürsün.

Günahı sevabı kendin yazarsın
İster doğru olur ister azarsın.

Yere göğe hükmeden
Gözlerimizden bakar.
Sohbetlerinden Alıntılar:
-             Allah’ın isteği kulun isteğine bağlıdır.
-             Allah’ı görecek olan, beden gözü değil İç gözüdür.
-             Allah, her şeye hakim, kendine aşık olana mahkûmdur.
-             Allah’ı, insandan başka bir yerde ararsak bulamayız.
-             Allah’ı arayan, kendi aslını arıyor demektir.
-             Akıl ne tasavvur ediyorsa Allah’ ondan başkadır.
-             Putlar, aklımızda ve gönlümüzde gezdirdiğimiz dünya ve ahiret arzularıdır. ,
-             Kendi kendine Allah’ı bulmaya çalışanlar deli olur.
-             Allah, aklımızın çanağına sığmaz.
-             Filozofların sözleri doğru, ama tamam değil.
-             Biz sıfatla değil, zatla meşgulüz.
-             Allah’la olan hesabımızı bu dünyada görmeliyiz.
-             Hüzün insanı Allah’a yaklaştırır.
-             Her din, bizim dinimiz.
-             Allah’ı düşünmek, Allah’a aklen misafir olmak demektir. Misafire itibar edilmez mi?
-             Allah’ın bütün sıfatları insanlardan zuhur eder.
-             İnsanda her ahlak vardır.
-             Allah, incitenle celal sıfatıyla, incinenle cemal sıfatıyla bitişiktir.
-             Herkes, beğendiğinin mahkûmudur.
-             Kul Allah’ olamaz, Allah’ kulu istila eder.
-             İsa, mucizeye saplandığı için ondan öteye gidemedi.
-             Allah, bilinir de, bulunur da.
-             Aklın azraili, Allah’ın yasak ettiği şeyler, bedenin azraili de yediğimiz şeylerdir.
-             Allah’ın ezeli ve ebedi olmasının sebebi, her şeyin geçici olmasıdır.
-             İç, dış, sır diye bir şey yok.
Sh: 15-43
1- Hinduizm:
Hinduizm, yaşayan dinlerin en eskisi olup yaklaşık dört bin yıllık bir geçmişi vardır. Semitik dinlerde olduğu gibi tek kurucusu yoktur. Mitoloji ve destanların birçok kişi tarafından derlenip toplanmasıyla oluşturulmuş olan bu din, uzun zaman içinde sürekli değişikliğe uğramıştır. Günümüzde de çağ dışı kalan yapıları üzerinde değiştirmeler sürmektedir.
Çeşitli ırkların, dillerin ve kültürlerin karışıp kaynaştığı Hindistan, dinsel felsefenin de beşiği sayılmaktadır. Bu felsefenin özelliği, gerçeği kavrama yolunda bireysel çabaya ve deneye ağırlık vermesidir. Bu anlayışa göre dış görünüşün altındaki öz öğrenilemez ve öğretilemez. Gizemcilik de bu. esasa dayanmaktadır. Hint Dinlerinin kaynağı yerlilerin Vedalarıdır. İnanışa göre Vedalar, insan zihninin ürünü olmayıp Tanrısaldırlar. Çok tanrılı Vedacılık (Vedizm) uzun süreli değişimlerden sonra Brahmanizmi ve Budizmi doğurmuştur. MÖ 6. yy’da kurulan Budizm ve Jainizm, Brahmanizme tepki olarak Ateizme yönelmiştir.
Zengin bir mitolojik ve dinsel kaynak olan Vedalara, daha sonraları Mahabarata ve Ramayana destanları da eklenmiştir. Hindulan en çok etkilemiş olan Bağhavat-Gita, Mahabarata Destanlarından alınmadır.
Hindistan’da 850 dil konuşulur. Bunların 17 tanesi resmi dildir. Dinsel dil olan Sanskritçe’yi kuzeyden gelen istilacı Aryenler getirmiştir. Bunlar kendilerine soylu anlamında “Arya”, yerlilere de aşağı halk anlamında “Parya” diyorlardı. Sonraki yüzyıllarda Persler, Yunanlılar (İskender), İskitler, Baktrierler, Sakaslar, Kuşhanlar, Hunlar, Moğollar ve başkaları Hindistana girerek yerlilerle karışmışlardır.
Hint çok tanrıcılığı, tek tanrının değişik görünümlerini ifade ettiğinden, temelde tek tanrıcılıktır denilir. Brahma, kendini üç ayrı biçimde gösterir: 1- Brahma (Yaratıcı), 2- Vişnu (Koruyucu), 3- Siva (Yıkıcı).)
Hint Toplumunun bir özelliği de değişmez ve geçişsiz sınıflara bölünmüş olması ve bunun dinler tarafından da aynen kabul edilmiş olmasıdır.
Dört ana kast (sınıf) şunlardır: 1- Brahmanlar (Din adamları) 2- Aryalar (Soylular, yöneticiler, askerler), 3- Çudralar (İşçiler, köylüler); 4- Paryalar (En aşağı sınıf ki insan bile sayılmazlar). Bu sınıfların sayıları zamanla artmıştır. Kuşkusuz bu sınıfsal yapı, demokratik toplum anlayışının önündeki en büyük engellerden biridir.
Hinduizm, bir bakıma bir din olmaktan çok bir yaşam biçimidir, bir gelenektir, ahlak kurallarının bir toplamıdır. Aslında bu Özellik bütün dinlerde vardır. Nitekim Adıge inanışları da Habze kapsamı içindedir, “Din” kavramım anlatan bir kelime yoktur, ama Tanrı anlamına gelen “Tha” vardır,   
Vedalar dört kitap halindedir:
1-           Rig-Veda (MÖ 1500 yıllarında yazılmış olup en eski kutsal kitaptır.)
2-           Sama Veda (MÖ 7. yy’da yazılmaya başlanan Upanişadlar: Sama- Veda’nın yorumudur)
3-           Yajur-Veda
4-           Atharya-Veda
Hinduizmin değişim dönemleri şöyledir;
1 - Veda Dönemi (Vedizm): MÖ 2000 yıllarında İndüs Vadisine inen Hint-Avrupalılar (Aryenler) yerli halkla karışarak ilk dönemi oluşturdular. Kast sınıf temelini de onlar attılar.
2- Brahmanizm: Din adamları güçlenince Vedaları kendi çıkarlarına göre değiştirdiler ve kendilerini imtiyazlı duruma getirdiler. Brahmanizmin güçlenmesi MÖ 9. Yy la rastlar.)
3- Upanişadlar: Upanişad yorumcularına göre (ki en ünlüleri MS 788- 820 yılları arasında yaşamış olan Şankara'dır) her şeyin başı ve sonu Brahma'dır. İnsan ruhu (Atman) da ölümsüzdür, ancak madde ile birleşmiştir. Bu birleşme Atman için bir yüktür. )
Hinduizme göre Ruh, bedenin ölümünden sonra yeniden doğuşlara geçer. Zaten tek bir kısa ömürde ruhun gelişimini tamamlaması çok zordur, bu nedenle yeniden doğuşlar, kurtuluşa kadar, yani Brahma ile hürleşinceye kadar sürer.
4-           Jainizm ve Budizm; MÖ 3. yy’da Brahmanizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. (İlerde bunlar hakkında bilgi verilecektir.)
5-           Hinduizm: MÖ 3. yy’dan itibaren Vedizm, Brahmanizm ve diğer akımların bileşimi olarak ortaya çıkmıştır. 18. yy’da Hinduizmin yeni dönemi başlar.
Hinduizmde bazı kavramlar: Brahma (Tanrı), Evren, İnsan ve diğerleri:
- Brahma: Brahma, ikiye aynin: Yaratılmamış (niteliksiz) Brahma, yaratılmış (nitelikli) Brahma.
(Yaratılmamış Brahma: Doğmamıştır, ölmeyecektir, zamanı ve mekânı yoktur. Bir ve sonsuzdur. Değişmez gerçeğin gerçeğidir. Kelimelerle anlatılamaz. Simgesi Om’dur. “Bu” değil, “0” da değil, algılanamaz. Tanımlanamaz. Akılla kavranamaz. Onu tanıyan ölümsüz olur. Brahma, bütün niteliklerin ve ilişkilerin yadsınmasıdır. Brahmaya tapınma söz konusu olamaz, çünkü onunla herhangi bir ilişki kurulamaz. Brahma üzerine kesin bir şey söylenemezse de onu aramak boş bir çaba değildir. Upanişadlar, Brahma’yı aramanın, yaşamın en yüksek anlamı olduğunu, çünkü onun ölümsüzlük verdiğini söyler. Brahma’nın yaşanmasında insanın benliği yiter.
Yaratılmış Brahma: İki Brahma arasında bir çelişki yoktur. Brahma, Maya (Evren) ile birleşerek yaratılmış Brahma’ya dönüşür ki buna “İsh- vara-Kişisel-Tanrı-Efendi-Rab" denir. Yaratılmış Brahma’ya normal (uyanık) ruh durumunda tapılır.
İçimizdeki bilen öznedir (ruhtur). İnsanlar, tapılacak kişisel bir Tanrıya gereksinim duyduklarından, Yaratılmamış Brahma kendini kişisel (Yaratılmış Brahma) olarak ortaya koymakla onların gereksinimlerine cevap vermiş olur. Gökteki Allah’ (İsa’nın Allah’ı-Baba), Yehova, Allah, Ishvara vb. odur. Evreni yaratan ve yöneten odur.
Vedalar, kişiliği olan bir Tanrıyı kabul etmemektedir. Hinduizme göre din, deneydir. Tanrıyı tanımak: Tanrı olmak demektir. Tanrıyı tanımakla insanın kuşkuları silinir ve yüreğinin düğümleri çözülür. Ölümlü insan, bedeninde ölümsüz olur. Vedalarda, akıl üstü düzeyde öğrenilen gerçek Brahma'dır. Brahma (Saf gerçek-bilinç), Atman'la özdeştir. Her şey Brahman’dan çıkar, yine ona döner. Vedalara göre sen gerçek, her şeye işleyen ebedi bir ruhtur, bilinçtir. Yaratılmış Brahma, varlıkların içinde bulunmakla beraber onlardan ayrıdır. Evren, Brahmanın soluğudur. Brahman, soluk verdiğinde biçimler görünür, soluk aldığında kaybolur.
Upanişadlar’dan Seçmeler.
Yukarda Upanişadlar hakkında bilgi verilmişti. Hinduizmin başlıca kaynaklarından olan Upanişadlar hakkında, onların ünlü yorumcusu, 8. yüzyılda yaşamış Hintli Bilgin Şankara şöyle bir tanım vermektedir:
“Kişiyi cehaletten koparan, en yüksek amaç olan özgürlüğe ulaştıran Tanrı bilgisidir.”
Kitaptan kısa alıntılar:
-             Bütün bilgiler Tanrıdan çıkar.
-             Hiç kimse Tanrıyı gözüyle göremez, çünkü onun görülür bir şekli yoktur.
-             Tanrı bilgisinin temeli sadelik, kendini kontrol, ve her işin tutkusuz olarak yapılmasıdır.
-             Tanrı bu bedenin içindedir.
-             Tanrının her yerde olduğunu gören bilge kişi, alçak gönüllü ve sevinç İçinde bir insandır. Dünyanın bütün pisliklerinden arınmıştır.
-             Bu bedenin derinliklerinde gizlenmiş olan Tanrı —Atman—, ikiliğin olmadığı saf bilinç durumunda idrak edilebilir.
-             Böyle bir saflığa ulaşmış kişinin bütün düşünceleri, istekleri anında gerçekleşir.
-             Tanrıyı bilen kişi Tanrı olur.
-             İnsan, kişisel cehaletle örtülmüş Tanrıdır.
-             Bütün yaratıklar besinden doğar, besinle yaşar, öldükten sonra yine besine dönüşürler.
-             Uyku sırasında Tanrıya ulaşıyoruz, fakat onu bilmiyoruz.
-             Tanrı, kendini göstermeyi diledi, milyonlarca şekil yaratarak o.-seskillere büründü. O her yerdedir, her şeyi bilir.
-             Kişinin arzusu onun kaderidir. Çünkü kişi iradesini ona göre kullanır. Ne ekerse onu biçer. (Buna Karma denir.)
-             Atman’ı bulan kişi, kendini kontrol eden, sakin, dengeli ve bütün tutkulardan kurtulmuş insandır.
Şankara'nın kendi eseri olan “Anlayış Hâzinesi” kitabından bazı alıntılar veriyoruz:
-             Kurtuluş: İnsanın manevi benliği ile Tanrının bir olduğunu bilmektir.
-             Maya: Evren demektir. Gerçek gibi görünür. Ama bir aldanıştır.
-             Amaç: Yaşamın en son amacı Brahman’ı (Tanrıyı) tanımaktır.
-             Brahmanın varlığının tek kanıtlanması, onun doğrudan deneyi midir?
-             Brahman Olmak  Koşulsuz olarak Brahman’ı seven Brahman olur. Brahman’ı bilenin ibadete ihtiyacı yoktur. Onu bilen sürekli sevinç içindedir.
-             Om: Hint besmelesidir.
-             Yin ve Yan: Erkek ve dişi enerji. .
-             Biz hak ettiğimizi elde ederiz,
-             Biz hem Tanrıyız, hem onun hizmetkârıyız.
-             Atman, Saf bilinçtir.
-             Cehalet: Cehaletin başlangıcı yok, ama sonu var. Bilgiyle son bulur.
-             Gerçek Doğa: Sen saf bilinçsin, senin gerçek doğan sevinç ve neşedir.
-             Beden; Bedeni sağlam ve sağlıklı tut, devamını düşünme,
Hinduizmin bugünkü türevleri:
Batıda müsbet bilimlerin ve tekniğin gelişmesine karşın inançlarda meydana gelen boşluk ve bunalım, Batının gözünü Hinduizme ve Budizme çevirmiş, Hint ekolleri, batının Ölçüleri ve kültürü de göz önüne alınarak yeniden düzenlenip Batıya sunulmuştur ve sunulmaktadır.
Batıda İslam’a, Tasavvufa ve tarikatlara karşı da ilgi artmışsa da ilginin çoğu yine de Doğu Asya’ya yöneliktir. Bunların bir kısmı hakkında kısa bilgiler veriyoruz:
-             Krişna Murti: (1895-1986) Hintlidir.
Üstün yetenekleri görülerek daha 14 yaşındayken İngiltere’ye götürülmüş, “Theesofi Demeği” tarafından dünyaya, geleceğin evrensel öğretmeni (Kurtarıcı Mesihi) olarak tanıtılmıştı, ancak o kendisine verilmek İstenen misyonu kabul etmedi. Başına getirildiği “Doğu Yıldızı” örgütünü 1929’da kapattı ve kapatış konuşmasında şöyle dedi: “Şimdi başka bir örgüt kurup, bir başkasının gelip sizi kurtarmasını bekleyebilirsiniz. Kendinizi içine kapatmak için kafesler örmeniz beni ilgilendirmez. Benim tek isteğim, insanların koşulsuz ve tam bir özgürlüğe kavuşmalarına yardımcı olmaktır.
Bundan sonraki yaşamında okullar açtı, çeşitli toplantılarda konuşmalar yaptı, kitaplar yazdı. Sadece yol gösterdi, kurtarıcı olmaya soyunmadı. İşte görüşlerinden bazı alıntılar.
-             Gerçek, yaşamın kendisidir ve yaşam değişmez bir şey değildir.
-             İçinizde sevgi varsa, yüzünüz çevresine ışık saçacaktır.
-             Tapınaklar, korkunun ürünüdür.
-             Bir karşıta geçiş, değişme değildir.
-             İnsanın kendini bilmesi acının sona ermesidir.
-             Kişi, “Tanrı yoktur” ya da “Ben Tanrıyı biliyorum.” diyemez.
-             Korku olmadığı zaman özgürlük vardır.
-             Her çeşit otorite bir engel oluşturur ve özgürlüğü önler.
-             Sathya Sai Baba: (Yaşıyor):
Hint’te ve batıda yaygın bir öğreti: Kendisinin Avatar olduğunu söylüyor (insanlığa hizmet için insan şeklinde bedenienmis tanrı). Bütün dinlere hoşgörüyle bakıyor. Eski Hint geleneklerinin ve değerlerinin korunmasından yana. Mucizeler gösteriyor ve bunları insanların ilgisini öğretiye çekmek için bir araç olarak kullandığını ileri sürüyor.
Sözlerinden Alıntılar:
-             Tek bir din vardır oda sevgi dinidir.
-             Tanrı içimizde, yöremizde, ötemizdedir.
-             Herkes, Tanrıdaki yurdunun özlemini çeken bir sürgündür.
-             Size yol gösteren ve sizi koruyan, içinizdeki Tanrıdır,
-             Tanrıyı doğada değil, kendinizde arayın,
-             Her din Tanrıyı kendine göre tanımlar.
-             Tanrıyla sizin aranızdaki mesafe, sizin koyduğunuz mesafedir.
-             Neye sahipseniz onunla mutlu olun.
-             Maharıshi Mahesh Yogi:
 İsviçre’de araştırma enstitüsü, Amerika’da …Üniversitesi, dünyanın birçok ülkelerinde dernekleri vardır. (Kendisi hayattadır.)
Alıntılar:
-             Maddeyle bilincin temeli aynıdır. Bilinç enerjiye, enerji maddeye dönüşür.
-             Bilgi, bilinçte yapılanmıştır.
-             Sakin uyanıklık, farklı değerlerin aynı anda kavranmasıdır.
-             Acının temeli, bilgisizliktir.
-             Çeşitli bilinç düzeylerinde dünya gerçekleri farklı görünür.
-             Hayat, korku düzeyinde yaşanıyor.
-             Doğru yaşamak için incelmiş, arınmış fizyolojiye ve sinirlere gerek vardır.
-             Mutluluk vermek için mutlu olmak gerekir.
-             Doğa yasalarının alanı, tohumdan tohumadır.
-             Doyum hali, tüm eylemlerin amacıdır.
-             Kimseyi suçlamayın, olumsuzluğu barındırmayın.
-             Tüm hastalıklar ve acılar, doğa yasalarına uymamaktan doğar.
MÖ 6. yy’da Hindistan’da Buda tarafından Brahmanızme tepki olarak kurulmuştur. Hindistan’da Budist sayısı azdır. Daha çok Çin, Japonya, Güney Doğu Asya ülkelerinde yayılmıştır. Çin’deki Uygur Türkleri arasında da yaygındır. Hinduizm ve Budizm’de peygamberlik kavramı yoktur. Bu dinlere göre, insanlar gerçeği buluncaya kadar dünyaya gelip giderler. Gerçeği, yani Tanrıyı bulduktan sonra (buna aydınlanma da denir), artık geliş gidişler biter. Buda’ya göre aşırı uçlardan kaçınmak gerektir, en iyi yol orta yoldur. Buda’nın doğru yaşayışla ilgili beş kuralı şunlardır:
Öldürmeyeceksin
Çalmayacaksın
Yalan Söylemeyeceksin
Zina etmeyeceksin
Sarhoş olmayacaksın.
İnsanın davranış biçimleri onun karmasını (kaderini) oluşturur. Yani ne ekersen onu biçersin. Ve bu, şöyle bir sırayla olur: Düşünceden davranış, davranıştan alışkanlık, alışkanlıktan huy, huydan kader doğar.
Varoluş'un üç özelliği vardır:
1-           Değişim: Hayat, sürekli değişimdir.
2-           Acı: Varolan, acıdan kurtulamaz. Yaşadığımız şekliyle yaşam acıdır. Yaşamı bir oyun, kendimizi de hem oyuncu, hem seyirci olarak kabul edersek, acırım yerini sevinç alır.
3-           İlişkiler ağı: Hiçbir şey tek başına var olamaz. Her şey birbirine bağlıdır. Değişiklik içinde değişmezlik vardır.
Budizme göre insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur. Ne maddede, ne ruhta hiçbir şey sürekli değildir. Evren yoktur, öz yoktur, ancak olaylar vardır. Oaylar geçici olarak bir araya gelip yalan bir evren ve Ben yaratırlar. Bu geçici görüntüye Maya denir.
Buda’dan seçmeler:
-             Buda, yararsız ve gereksiz tartışmalardan kaçınmayı kural haline getirmiş.
-             Perhiz, kurban gibi şeyler, kuruntulardan sıyrılmamış insanı temizleyemez.
-Yapılan şeyler üç şekilde kötü olur:
1-           Bedenle ilgili olarak: Cinayet, hırsızlık, zina
2-           Dille ilgili olarak: Küfür, yalan, iftira
3-           Akılla ilgili olarak: Açgözlülük, kin, yanılgı
-             Zevkler, ahmak kişiyi mahveder.
-             Nirvana: Sonsuz hayattır. Gerçeği kavrayan ölümsüz olur, yani Nirvana’ya katılır. (Yani Samsam’dan, ölüm-doğum zincirinden kurtulur.)
-             Gerçeği konuşun, Öfkelenmeyin, İstenince verin.
-             Doğruluk, ibadetten daha iyidir.
-             Anlatabilmek: Konuşurken dinleyecilerinin rengine ve sesine bürünürüm, onlara kendi anlayacakları dille seslenir, onları eğitir, canlandırır ve memnun ederim. Basit olduğu halde anlamıyorlarsa onların dilleriyle konuşmalı, düşüncelerimi onların düşüncelerine uydurmalıyım. Onlar çocuk gibidir ve uysal dinlemeye bayılırlar.
-             Neye İnanmalı: Bir şeye, duydunuz diye inanmayın, atalarınız inanmış diye inanmayın, ben söyledim diye de inanmayın. Kendi kendinize denediğiniz, doğru bulduğunuz şeylere inanın,
-             Tanrı: Buda, Tanrıdan, tapınmadan, kurbandan söz etmiyor. O yalnız acıdan söz ediyor, halka bir çıkış yolu olduğunu söylüyordu. O da aydınlanma yani Nirvana’ya, hakikate erme yoludur.
-             Göreli ve Bağımlı: Her şey göreli ve bağımlıdır. Sonsuz ruh ve sonsuz Brahma yoktur. Kalıcı gibi görünen şeyler aslında geçicidir. Başlangıcın olduğu yerde son da vardır. Yaşamın olduğu yerde ölüm de vardır.
-             Dharma (Davranış, ilişki): “Bu” olduğu içindir ki “Öbürü” vardır. “O” olmazsa “Bu” olmaz. Onun sona ermesiyle bu sona eriyor.
-             Fark: Brahmanlar, tüm oluşumlarda bir varlık görürlerdi. Buda ise tüm varlıklarda bir oluşum görür. Buda, ruhu yadsır, ancak bireysel bilinç ölümden sonra da sürer.
Budizmin Çin ve Japonya’da geliştirilmiş şeklidir. Satori’ye (aydınlanma-hakikat) ulaşma amacı güden bir yol ve yöntemdir. Belki de ilginç olması nedeniyle Amerika’da çok ilgi görmektedir. Yüzyılımızın büyük Zen ustası Japon Suzuki, Zen’in batıda ve Amerika’da tanıtılmasında etkili olmuştur.
Zen’de kutsal kitap ve doğmalar yoktur. Zen’de derin düşünme değil, düşünceyi asma esastır. Dinsel törenler ve ibadetler yoktur, kişisel Hanay- ler önemlidir. İnsan, olduğu gibi yaşamalıdır. Satori, akıl ve mantık yürüt- me demidir, sezgisel ve bütünsel bir kavrayıştır. Meditasvon yoktur, doğaldır. Satori —aydınlanma— ansızın oluşur, sevinç ve coşku verir.
Suzuki’nin “Zen-Budizme Giriş” kitabından alıntılar:
-             Kişisel deney, Zen’de her şeydir. İç deneyde ısrar eder, mantıksal açıklama yoktur.
-             Mantık, batı düşünüşünün belirgin özelliğidir, doğu düşünüşü ise diyalektiktir,
Hint mistiği kurgusaldır, dalınçsal ve çapraşıktır, olgular dünyasıyla ilişki halinde değildir, Uzakdoğu mistiği ise (Zen-budizm) aksine dolaysız, pratik ve sadedir.)
-             Zen, hiçbir şey öğretmez, herkes kendi kendinin Öğretmenidir. Zen, sadece yol gösterir.            
-             Zen, alışılmış anlamda bir din değildir. Çünkü ne tapılacak bir Tanrı nede ibadet, vardır.
-             Kendi içine dönüş, Zen’in ana konusudur.
-             Zen’in amacı özgürlüktür.
-             Zen, ne monoteist, ne panteisttir. Zen birliği de kabul etmez. Tüm nesneler Bir'e indirgenirse. Bir, neye indirgenecektir?
-             Zen, her türlü dış Otoriteyi yadsır. Kişinin iç varlığına güvenir.
-             Zen’de sözlerle açıklanacak bir şey yoktur, kutsal bir öğreti değildir.
-             Zen’in en son ve kutsal ilkesi, geniş boşluk ve onun içinde hiçbir şeyin kutsal olmayışıdır. (Buna Bedhidargıa denir.)
-             Zen, çelişki ve saçmalıklarla doludur, ama bunlar görünüşte böyledir.
Bir diyalog Örneği:
Öğrenci: Sana hiçle gelseydim bana ne derdin?
Üstat: Onu yere at derdim
Öğrenci: Neyi atacağım?
Üstat: Öyleyse onu al götür.
Başka Örnekler:
Demir ağaçlar çiçek açmış
Yaya yürüyorum, Sırtındayım bir öküzün.
Testiye testi demeden onun ne olduğunu söyleyin. (Bir öğrenci, testiyi getirip ortaya koyar ve hiçbir şey demeden odadan çıkar.)
Zen-Budizmin ana ilkesi nedir?
Yanıt: Avludaki selvi ağacı.
-             Zen, mantıksal olarak değil, psikolojik ve biyolojik olarak yaşadığınızı göstermektir.
-             Tek olan, tüm olanı kuşatır ve tüm olan tek olanın içine bakar.
-             Yaşam, bir olgudur, onun ne açıklanmaya ne doğrulanmaya ihtiyacı vardır.
-             Sizin günlük yaşamınız Zen’dir.
Satori (Aydınlanma): Eğer bir insan satori için olgunlaşmışsa Satori, her yerden onun içine girer. Hiç beklenmedik bir anda gelir. Bir gürültü, saçma bir söz, (çiçeğin açması, olağan bir olay, onu uyarabilir. Satorinin fikirlerle bir alış verişi yoktur, iç algının bir türüdür.
-             Zen, Yaşamı, canlılığı içinde yakalamak için onu seyreder.
-             Satori, gençleştirir, neşe ve mutluluk verir.)
MÖ 6, yüzyılda Çin*de kurulmuş bir öğretidir. Kurucusu, Konfüçyüs’ün çağdışı olan Lao-Tsu’dur. Konfüçyüs’ün gelenekçi, toplumcu ve ahlakçı olmasına karşılık Lao-Tsu bireycidir. Yazdığı kitabın adı Tao Te King’dh, “Yüce Aklın Erdemi” şeklinde dilimize çevrilmiştir. Fakat Tao sözcüğünün çok değişik anlamlan vardır. Bu kitap, kutsal kitapların en kısası, Çin klasiklerinin en eskisidir. En çok yabancı dile çevrilen Çince kitaptır. Çin’de buna inananlar, aynı zamanda Budist, ya da Konfüçyüsçü’dür. Taoculuk, bugün için büyük Ölçüde geçerliğini yitirmiştir.
Alıntılar:
-             Varlık ve yokluk, birbirini doğurur. Kolaylık ve zorluk birbirini bütünler.
-             Yetkin kişi hiçbir şey yapmama (Wu-! Wei) yöntemini uygular.
-             Evrendeki her şey, yaratıcısı olmadan olur,
-             En büyük erdem, hiçbir şey beklemeden yapmaktır.
-             Değişmezi tanımak, aydınlanmadır.
-             Herkes kızıyor. Ben, henüz gülmeyen bebek gibi soğuk kanlıyım.
-             Bilge (aydınlanmış kişi) kendini göstermez ama ışık saçar, övünmez ama değeri bilinir. Kimseyle yarışmadığından kimse onunla yarışamaz
-             Az konuşmak, doğaya uygundur.
-             Kızıp sinirlenen, üstünlüğünü elden kaçırır.
-             Aydınlanan kişi, her fazlalığı, her gösterişi bırakır.
-             Başkasını tanıyan zekidir, kendini tanıyan aydındır.
-             Yumuşak serti, zayıf güçlüyü yener.
-             En yüksek erdeme sahip olan, bir şey yapmaz ve amaçsızdır.
-             Soyluluğun kökü, alçak gönüllülüktür.
-             Uyumu tanımak, değişmezi kavramak demektir. Değişmezi kavramak, aydınlanmaktır.
-             Ne kadar yasak varsa, halk o kadar yoksullaşır. Yasaklar, hırsızları çoğaltır.
-             Yöneticiler hoşgörülü olursa halk dürüst kalır.
-             Dünyanın ölçüleri yoktur, çünkü olağan, olağan dişiliği yaratabilir ve iyilik canavarlığa dönüşebilir.
-             Dişi, dinginliği ile erkeği yener.
-             En büyük işler, ister istemez küçük işlerle tamamlanır.
-             Gelişi güzel söz veren, sözünü binde bir tutar.
-             Aydınlanmış kişi, insanların ortak taşkınlıklarına sırt çevirir.
-             Gerçek sözler hoş değildir, hoş sözler de gerçek değildir,
-             Bilenler söylemez, söyleyenler bilmez.
-             Gerçekten iyi bir insan, herkesi sever, kimseden nefret etmez.
Konfüçyüs, MÖ 6. yüzyılda Çin’de yaşamıştır. Bir din kurmamıştır. Doğru yaşam yollarını göstermiştir, Konfüçyüscüler, başka dinleri kabul edebilirler, Konfüçyüs, Tanrı, gökyüzü, ölümden sonraki yaşam hakkında sorulan sorulara cevap vermiyordu. Henüz bu dünyadaki yaşamı yeteri kadar bilmezken ölümü nasıl bilebiliriz? diyordu. Şiir, müzik, en çok da sevgi üzerine konuşmayı seviyordu.
Alıntılar:
-             Sevginin ödülü yine kendisidir. Sevgi her şeyi güzelleştirir. Barış getirir.
-             Sevgi ile dolu bir kalp, yanlış ve kötü birşey yapamaz.
-             Bilgili insan, her türlü aşırılıktan kaçınır.
-             Mutlu insan, ödevini bilen ve yapan insandır.
-             Olgunlaşmanın yolu, şefkattir.
-             İyiliğe iyilikle, kötülüğe adaletle karşılık verin.
-             Zalim bir devlet, yırtıcı bir kaplandan daha vahşi ve korkunçtur.
-             Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.
-             Hoşgörü, en saygın bir erdemdir.
-             Doğa, herkese istediği şeyi yemek hakkım verdiği gibi istediği şeye inanmak hakkım da vermiştir.
-             Kötülük yapmamak yetmez, iyilik de yapmalısın.
-             Hayat kısadır, gülelim,
-             Bilmediğini bilmek, gerçek bilgidir.
-             İnsanın amacı iyi ve uzun yaşamaktır.
-             Benim duam, yaşamımdır.
Japonya’da eski kabile yaşantısı döneminde ortaya çıkmış, giderek birçok değişimlere uğramış bir dindir, Şinto sözü, Budizm’den ayrımı sağlamak için 18. yy.’da kullanılmaya başlanmıştır. Şintoizm, 1868 yılında resmi din olarak kabul edilmiş, bu kabul 1946 yılına kadar sürmüştür.
Şintoizmin temeli, bitkiler, hayvanlar, doğa olayları ve ataların ruhları halinde kişileştirilmiş olan Kami'lere —Ruhlara— tapmadır.
Sintoizme göre tanrılarla insanlar arasındaki ilişki, Güneş Tanrıçası Amaterasu'dan gelen ve onun yeryüzündeki temsilcisi olan imparator (Mikado) aracılığıyla kurulmaktaydı. Mikado- bütün Japonların atası olarak görülür ve ona bir Tanrıymış gibi davrandırdı, ikinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra bu inanç, büyük ölçüde yıkılmıştır.
Sinto'ya inananlar, aynı zamanda Taocu, Budist veya Hristiyan da olabilmektedir Dinler, daha çok geleneklerin bir parçası olarak algılanmaktadır.
Bu saydığımız yanlarıyla, Çin ve Japon inanışları arasında bir benzerlik görülmektedir. Aynı zamanda hoşgörülü ve bağnazlıktan uzak olmaları bakımından eski Adıge dini inançlarıyla bunlar arasında da benzerlikler olduğuna işaret etmemiz doğru olur.
Doğu Asya dinlerindeki bazı inançlarla Kur’an’dan seçtiğimiz aşağıdaki ayetler arasında da bir uyum vardır:
-             Bir de sana Ruh'tan soruyorlar, de ki, Ruh Rabbimizin bildiği bir iştir ve ilimden size ancak az birşey verilmiştir. (17/85)
-             Sen ancak bir öğüt vericisin, onlar üzerine bir zorlayıcı değilsin.(88/21)
-             Sizin dininiz size, benim dinim bana. (109/6)
-             Benim amelim bana, sizin ameliniz size aittir. (10/41)
Bütün dinlerin amacı, insanları doğru yola yöneltmek olduğuna göre bu benzerliklerin olması da doğaldır.
Sh: 75-89
Kaynak: Yaşar Bağ, Türklerde ve Çerkeslerde İslam Öncesi Kültür Din Tanrı, Birinci Basım: Haziran 1997, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar